0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Bozmaya Uyma veya Direnme

HMK Madde 373

(1) Yargıtay ilgili dairesinin tamamen veya kısmen bozma kararı, başvurunun bölge adliye mahkemesi tarafından esastan reddi kararına ilişkin ise bölge adliye mahkemesi kararı kaldırılarak dosya, kararı veren ilk derece mahkemesine veya uygun görülecek diğer bir ilk derece mahkemesine, kararın bir örneği de bölge adliye mahkemesine gönderilir.

(2) Bölge adliye mahkemesinin düzelterek veya yeniden esas hakkında verdiği karar Yargıtayca tamamen veya kısmen bozulduğu takdirde dosya, kararı veren bölge adliye mahkemesi veya uygun görülen diğer bir bölge adliye mahkemesine gönderilir.

(3) Bölge adliye mahkemesi, 344 üncü madde uyarınca peşin alınmış olan gideri kullanmak suretiyle, kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra Yargıtayın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar verir.

(4) Yargıtayın bozma kararı üzerine ilk derece mahkemesince bozmaya uygun olarak karar verildiği takdirde, bu karara karşı temyiz yoluna başvurulabilir.

(5) İlk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi kararında direnirse, bu kararın temyiz edilmesi durumunda inceleme, kararına direnilen dairece yapılır. Direnme kararı öncelikle incelenir. Daire, direnme kararını yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderir.

(6) (Ek: 17/4/2013-6460/1 md.) Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır.

(7) Hukuk Genel Kurulunun verdiği karara uymak zorunludur.



HMK Madde 373 Gerekçesi

Bozmaya uyma veya direnme kararlarına ilişkin bu maddede iki olasılık düzenlenmiştir.

Birinci olarak, bölge adliye mahkemesinin başvuruyu esastan reddi kararı üzerine, Yargıtayca karar kaldırılarak dosyanın ilk derece mahkemesine gönderilmesi öngörülmüştür. Daha sonra ilk derece mahkemesinin Yargıtayın bozma kararı doğrultusunda karar vermesi hâlinde, sadece temyiz yoluna başvuru olanağı tanınmıştır. Burada özellik gösteren ve dikkat edilmesi gereken husus, ilk derece mahkemesinin Yargıtayın bozma kararına uymasından sonra vereceği yeni karara karşı, artık istinaf yoluna değil, doğrudan temyiz yoluna başvurulması gerektiğidir. Bölge adliye mahkemesi, bozmadan önceki ilk verilen yerel mahkeme kararını doğru bulduğuna göre, bozmaya uymadan sonra verilen bu yeni kararı yanlış bulma ihtimali yüksektir. Bu ise, Yargıtay bozması ve buna uyma ile çelişeceğinden, kanun koyucu, hem bu çelişkiye imkân tanımamak hem de gereksiz zaman kaybının önüne geçmek için böyle bir yolu kabul etmiştir.

İkinci olasılıkta ise bölge adliye mahkemesinin başvuruyu esastan reddetmeyip düzelterek yeniden veya yeniden esas hakkında bir karar vermesi ve bu kararın Yargıtayca tamamen veya kısmen bozularak dosyanın tekrar bölge adliye mahkemesine gönderilmesi öngörülmektedir. Yine aynı maddede, bölge adliye mahkemesince Yargıtayın bozma kararına uyulup uyulmayacağı yönünde bir karar verileceği, ilk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesinin direnme kararları üzerine incelemenin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından yapılacağı ve kararın bağlayıcı olacağı esası benimsenmiştir.


HMK 373 (Bozmaya Uyma veya Direnme) Emsal Yargıtay Kararları


YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2018/4822 Karar : 2018/8091 Tarih : 5.09.2018

  • HMK 373. Madde

  • Bozmaya Uyma veya Direnme

Dava; elatmanın önlenmesi talebine ilişkindir.

Dava, …Mahkemesinde açılmış, mahkemenin 05.11.2014 gün ve 2014/338 E.-2014/700 sayılı karar ile sulh hukuk mahkemesinin görevli olduğundan bahisle görevsizlik kararı verilmiş, iş bu görevsizlik kararı üzerine dosya Bulancak Sulh Hukuk Mahkemesi’ne gönderilmiş, adıgeçen mahkemece yapılan inceleme neticesinde 01.10.2015 gün 2015/359 E-2015/536 K. sayılı karar ile görevsizlik kararı verilmiş ve dosya merci tayini için Yargıtay 20.Hukuk Dairesine gönderilmiştir.

Yargıtay 20. Hukuk Dairesi tarafından yapılan inceleme neticesinde, 09.03.2016 gün ve 2015/15825 E.-2016/2991 K. sayılı ilam ile; Sulh Hukuk Mahkemesinin yargı yeri olarak belirlenmesine karar verilmiştir.

Yargı yerinin belirlenmesi üzerine, davanın yargılaması yetkili … Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından yürütülmüş, 05.10.2017 gün ve 2016/228 E.-2017/726 K. sayılı karar ile davanın kabulüne karar verilmiştir.

İş bu kararın, taraflarca temyiz edilmesi üzerine dava dosyası temyiz incelemesi yapılmak üzere Dairemize gönderilmiştir.

6100 sayılı HMK’nun 373/4 maddesi; ‘‘Yargıtay’ın bozma kararı üzerine ilk derece mahkemesince bozmaya uygun olarak karar verildiği takdirde, bu karar karşı temyiz yoluna başvurulabilir.’’ hükmünü,

Geçici 3/2 maddesi; “Bölge Adliye Mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşincey e kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ila 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Bu kararlara ilişkin dosyalar Bölge Adliye Mahkemelerine gönderilemez.’’ hükmü içermektedir.

Yukarda açıklanan yasa maddelerinin düzenleniş amacı, Bölge Adliye Mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlara karşı Yargıtay yoluna başvurulmasını ve karar kesinleşinceye kadar kanun yolu denetiminin Yargıtay tarafından yapılmasını sağlamaktadır.

Diğer bir anlatımla, Yargıtay’ın verdiği bozma kararları üzerine verilen kararların tekrar Yargıtay denetiminden geçmesi, başka bir deyişle Yargıtay kararının istinaf yolu ile denetlenmesinin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.

Somut uyuşmazlıkta, … Sulh Hukuk Mahkemesi’nin yetkisi Yargıtay 20. Hukuk Dairesince merci tayini yolu ile belirlenmiş, Yargıtay dosyadan elini çekmiştir. Bu aşamadan sonra, görevli mahkeme tarafından esasa ilişkin yargılama yapılıp, karar verilmiştir.

Aleyhine kanun yoluna gidilen karar, … Sulh Hukuk Mahkemesi’nin kararı olup, bu karar ile ilgili olarak Yargıtay’ın bir denetimi söz konusu değildir.

Bu itibarla, 20.04.2017 tarihinde verilen ve daha önce Yargıtay denetiminden geçmeyen kararın kanun yolu denetimi ‘‘İstinaf’’ olup, görevli merciinin … Bölge Adliye Mahkemesi olduğu anlaşıldığından, dosyanın Samsun Bölge Adliye Mahkemesi’ne gönderilmek üzere ilk derece mahkemesine İADESİNE, 05.09.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ Esas : 2018/406 Karar : 2018/7889 Tarih : 12.07.2018

  • HMK 373. Madde

  • Bozmaya Uyma veya Direnme

Davacı, 29.08.2006 tarihli Gayrimenkul Satış Sözleşmesi başlıklı sözleşme ile 70.000,00 TL’si peşin, 40.000,00 TL’si tapu devrinden itibaren 2 ay içerisinde ödenmek üzere toplam 110.000,00 TL bedelle adına kayıtlı 10 numaralı bağımsız bölümü davalıya sattığını, bilahare tapu devri yapıldığı halde, sözleşme kapsamında 2 ay içerisinde ödenmesi gereken bakiye 40.000,00 TL’nin ödenmediğini, 40.000,00 TL asıl alacak ve 31.460,00 TL işlemiş faiz alacağı olmak üzere toplam 71.460,00 TL’nin tahsili için başlattığı takibe davalının itiraz ettiğini ileri sürerek; itirazın iptali ile takibin devamına karar verilmesini istemişir.

Davalı, taşınmaz bedelinin tamamının ödendiğini, resmi senette satış bedelinin tamamen ödendiğinin yazılı olduğunu savunmuş, görevli mahkemeye vermiş olduğu 01.02.2017 tarihli cevap dilekçesinde bunlara ilaveten, davacının internet ortamında kendisine gönderdiği mesajda evin kalan borcunun 5.000,00 TL olduğunu bildirdiğini ve bu miktarı kendisinden istediğini beyan etmiştir.

Yerel mahkemece, resmi senette satış bedelinin tamemen ve nakden ödenmiş olduğunun yazılı olduğu, resmi senetteki bu beyanın aksinin aynı güçte başka bir delil ile ispatlanamadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş; davacının istinaf talebi üzerine BAM ilgili dairesince “alıcının bedelden doğan borcunun tümüyle yerine getirmemiş olması resmi sözleşme ile doğan hukuki sonucu değiştiremez. Adi yızılı senetteki gerçek bedelden bir kısmının ödenmemesi satıcıya, bedelin ödenmeyen bölümünün tahsilini isteme hakkı verecektir. Bu bedeli ödediğini kanıtlama külfeti ise davalıya ait olup, bakiye satış bedelinin ödendiğini yasal kanıtlarla kanıtlayamamıştır.” gerekçesi ile ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın kabulü ile itirazın iptaline, takibin devamına karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, harici satış sözleşmesi ile satışı yapılıp, bilahare tapu devri yapılan taşınmazın ödenmeyen bakiye bedelinin tahsili için başlatılan takibe vaki itirazın iptali isteğine ilişkin olup, davalı taraf, görevli mahkemeye sunduğu 01.02.2017 havale tarihli dilekçesinde, davacının 07.04.2016 tarihli sosyla medya (Facebook) üzerinden gönderdiği mesajda “… bey daireyi satmışsın. 105 bin lira verdin halen bana 5 bin lira borcun var. Ödemezsen elimdeki evrağı avukata verecem. Telefonum 0532 … “ şeklinde mesaj gönderdiğini bildirmiş, dilekçesinin ekinde de anılan mesaj içeriklerini dosyaya sunmuştur. Dosya kapsamından, gerek ilk derece mahkemesince, gerekse istinaf mahkemesince sunulan bu mesajlar üzerinde durulmadığı, diğer deliller kapsamında dosyanın ele alınıp sonuçlandırıldığı anlaşılmaktadır. 6100 sayılı HMK’nun 199.maddesinde belge kavramı ‘‘Uyuşmazlık konusu vakıaları ispata elverişli yazılı veya basılı metin, senet, çizim, plan, kroki, fotoğraf, film,görüntü veya ses kaydı gibi veriler ile elektronik ortamdaki veriler ve bunlara benzer bilgi taşıyıcıları bu Kanuna göre belgedir.’’ şeklinde düzenlenmiştir.Bu halde davacı yanca delil olarak dayanılan facebook kayıtlarının 6100 sayılı HMK’nun 199. maddesi anlamında belge niteliğinde olduğunun kabulü gerekir. HMK’nun 202.maddesinde de (1)Senetle ispat zorunluluğu bulunan hallerde delil başlangıcı bulunursa tanık dinlenebilir. (2) Delil başlangıcı, iddia konusu hukuki işlemin tamamen ispatına yeterli olmamakla birlikte, söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş belgedir.”şeklinde düzenleme getirilerek bu tür belgeler delil başlangıcı olarak kabul edilmiştir. Davalı delil olarak davacı tarafından internet ortamından gönderilen mesajlara da dayandığından, az yukarıda açıklanan ilke ve esaslar doğrultusunda inceleme ve araştırma yapılarak, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir. Kabule göre de, bir temerrüt ihtarı olmadığı halde, takip dosyasına konu işlemiş faiz alacağı yönünden kabul kararı verilmiş olması doğru olmamıştır. Açıklanan nedenlerle, davalının bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının kabulü ile Bölge Adliye Mahkemesinin kararının bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULMASINA, HMK’nın 373/1. maddesi uyarınca dava dosyasının Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 12/07/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/3778 Karar : 2018/5298 Tarih : 5.07.2018

  • HMK 373. Madde

  • Bozmaya Uyma veya Direnme

Davacı … (Küçük ve Orta Ölçekli İşletmeleri Geliştirme ve Destekleme İdaresi Başkanlığı) vekili Avukat tarafından, davalı … 2. Organize Sanayi Bölge Müdürlüğü aleyhine 03/06/2015 gününde verilen dilekçe ile 3624 sayılı Kanun’dan kaynaklanan alacak istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; davanın kabulüne dair verilen 17/11/2016 günlü karara karşı davalı tarafın istinaf başvurusu üzerine yapılan incelemede; istinaf başvurusunun Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-B.1 maddesi gereğince esastan reddine dair verilen 06/04/2017 günlü … Bölge Adliye Mahkemesi 26. Hukuk Dairesi kararının Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve HMK 355. maddesindeki kamu düzenine aykırılık halleri resen gözetilmek üzere istinaf incelemesinin, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılacağı kuralına uygun biçimde inceleme yapılıp karar verilmiş ve verilen kararda bir isabetsizlik görülmemiş olmasına göre yerinde olmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün HMK 370/1. maddesi gereğince ONANMASINA, HMK 302/5 ve 373. maddeleri uyarınca dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine ve aşağıda yazılı onama harcının temyiz edene yükletilmesine 05/07/2018 gününde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ Esas : 2018/2477 Karar : 2018/5272 Tarih : 4.07.2018

  • HMK 373. Madde

  • Bozmaya Uyma veya Direnme

Davacılar vekili Avukat tarafından, davalılar … Nakliyat ve Tic. Ltd. Şti. ve … aleyhine 12/06/2012 gününde verilen dilekçe ile trafik kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat istenmesi üzerine mahkemece yapılan yargılama sonunda; maddi tazminat talebinin feragat nedeniyle reddine, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne dair verilen 15/12/2016 günlü karara karşı davacılar vekili ve davalı … Nakliyat ve Tic. Ltd. Şti. vekili tarafından yapılan istinaf başvurusu üzerine yapılan incelemede; istinaf başvurusunun Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-B.1 maddesi gereğince esastan reddine dair verilen 19/10/2017 günlü kararın Yargıtay’ca incelenmesi davacılar vekili ile davalı …Nakliyat ve Tic. Ltd. Şti. vekili tarafından süresi içinde istenilmekle temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra tetkik hakimi tarafından hazırlanan rapor ile dosya içerisindeki kağıtlar incelenerek gereği görüşüldü.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve HMK 355. maddesindeki kamu düzenine aykırılık halleri resen gözetilmek üzere istinaf incelemesinin, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılacağı kuralına uygun biçimde inceleme yapılıp karar verilmiş ve verilen kararda bir isabetsizlik görülmemiş olmasına göre tarafların yerinde olmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün HMK 370/1. maddesi gereğince taraflar yönünden ONANMASINA, HMK 302/5 ve 373. maddeleri uyarınca dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de bölge adliye mahkemesi hukuk dairesine gönderilmesine ve aşağıda yazılı onama harcının 35,90 TL’sinin davacılara, 1.195,50 TL’sinin de temyiz eden davalıya yükletilmesine, peşin alınan harçların bundan mahsubuna 04/07/2018 gününde kesin olarak oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/5319 Karar : 2018/155 Tarih : 11.01.2018

  • HMK 373. Madde

  • Bozmaya Uyma veya Direnme

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil mümkün olmazsa tenkis isteğine ilişkindir.

Davacı, davalı ile ortak mirasbırakanları Mediha Pancarcı’nın, 1452 ada 156 parsel sayılı taşınmazda yer alan A blok 3. kat 17 numaralı bağımsız bölümdeki 2/8 payının tamamını 28.12.2006 tarihinde davalıya satış suretiyle temlik ettiğini, işlemin mirasçılardan mal kaçırmak amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek miras payı oranında tapu iptali ve tescil mümkün olmazsa tenkis isteğinde bulunmuştur.

Davalı, zamanaşımı ve hak düşürücü süre itirazında bulunmuş, taşınmazı bedel karşılığında temlik aldığını ayrıca mirasbırakanın paylaştırma amacıyla hareket ettiğini, 1991 yılında davacının ev alması sırasında mirasbırakanın bütün birikimini vererek davacıya maddi anlamda yardım ettiğini, bunun karşılığında taşınmazın kendisine devredildiğini belirtip davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesince, muvazaa iddiasının sabit olduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile pay oranında tapu iptali ve tescile karar verilmiş, Bölge Adliye Mahkemesince, davalının istinaf başvurusu esastan reddedilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden, mirasbırakan …nın çekişme konusu 1452 ada 156 parsel sayılı taşınmazda yer alan 17 numaralı bağımsız bölümdeki 2/8 payının intifa hakkını üzerinde bırakarak çıplak mülkiyetini 3.500,00 TL bedelle davalı torununa 28.12.2006 tarihinde satış suretiyle temlik ettiği, temlike konu payın temlik tarihindeki değerinin 40.500,00 TL, dava tarihindeki değerinin ise 105.000,00 TL olduğunun keşfen saptandığı, 03.10.1934 doğumlu mirasbırakanın 11.11.2014 tarihinde öldüğü geriye mirasçıları olarak davacı oğlu ile kendisinden önce ölen diğer oğlu …’dan torunu davalının kaldığı, mirasbırakan adına kayıtlı toplam 4 parça taşınmazın daha bulunduğu anlaşılmaktadır.

Uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (nitelikli-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve l.4.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere; görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de 4721 s. Türk Medeni Kanunu’ nun (TMK) 706, 6098 s. Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237 (818 s. Borçlar Kanunu’nun (BK) 213) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki kişisel ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Öte yandan miras bırakan sağlığında hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapmışsa mal kaçırmak kastından söz edilmeyeceğinden olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanamayacağı da kuşkusuzdur.

Somut olayda, davalının denkleştirme savunması üzerinde durulmamış, mirasbırakanın gerçek iradesi açıklığa kavuşturulmamıştır.

Diğer taraftan, davalı satış bedelinin mirasbırakana ödendiğini de savunmuş olup gerçekten de satış işleminin gerçekleştirildiği 28.12.2006 tarihinden 21 gün sonra 18.01.2007 tarihinde davalının annesi dava dışı Hale Mine tarafından mirasbırakanın banka hesabına taşınmazın satış bedeli adı altında 11.800,00 TL gönderildiği sabittir.

Her ne kadar İstinaf Mahkemesi, temlike konu payın satış bedeli ile satış tarihindeki gerçek bedeli arasında aşırı oransızlık olduğunu hükmüne gerekçe yapmış ise de bu husus tek başına muvazaanın kanıtı değildir.

Hal böyle olunca, yukarıdaki ilkeler uyarınca soruşturma yapılması, davalının denkleştirme savunmasının araştırılması, gerçekten de mirasbırakanın davacıya taşınmaz, para vs. verip vermediğinin tanıklar yeniden dinlenerek belirlenmesi, mirasbırakanın mal kaçırma amacıyla mı yoksa denkleştirme amacıyla mı hareket ettiğinin duraksamaya yer vermeyecek şekilde açıklığa kavuşturulması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.

Davalının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373/1. maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA, İlk Derece Mahkemesi kararının yukarıda yazılı nedenlerden dolayı 6100 sayılı HMK’nın 371/1-a maddesi uyarınca BOZULMASINA, dosyanın kararı veren … … 17. Asliye Hukuk Mahkemesi’ne, kararın bir örneğinin … Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi’ne gönderilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 11.01.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/17154 Karar : 2017/18294 Tarih : 26.12.2017

  • HMK 373. Madde

  • Bozmaya Uyma veya Direnme

Davacı tarafça kira bedelinin uyarlanması ve tazminat istemiyle açılan davaya bakan … Asliye Hukuk Mahkemesince, davaya bakma görevinin … Sulh Hukuk Mahkemesine ait olduğu gerekçe gösterilerek 05.06.2013 gün ve 2013/370 E. 2013/223 K. sayılı görevsizlik kararı verilmiş;

iş bu görevsizlik kararı Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 20.09.2014 gün ve 2014/565 E. 2014/10346 K. sayılı ilamı ile onanmıştır.

Görevsizlik kararın kesinleşmesi üzerine, davanın yargılaması görevli … Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından yürütülmüş ve 20.04.2017 gün ve 2015/207 E. 2017/208 K. sayılı karar ile davanın reddine karar verilmiştir.

İş bu karara karşı, davacı vekili tarafından “istinaf yoluna” başvurulmuştur.

Dava dosyasının gönderildiği, … Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi 07.11.2017 gün ve 2017/1135 E. 2017/1133 K. sayılı kararı ile 6100 sayılı HMK`nun geçici 3/2 maddesi uyarınca ilk derece mahkemesince verilen karara karşı başvurulacak kanun yolunun temyiz kanun yolu olduğundan bahisle, dosyanın Yargıtay ilgili dairesine gönderilmek üzere ilk derece mahkemesine geri çevrilmesine karar verilmiştir.

6100 sayılı HMK`nun 373/4 maddesi; “Yargıtayın bozma kararı üzerine ilk derece mahkemesince bozmaya uygun olarak karar verildiği takdirde, bu karara karşı temyiz yoluna başvurulabilir.” hükmünü,

Geçici 3/2 maddesi; “Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur. Bu kararlara ilişkin dosyalar bölge adliye mahkemelerine gönderilemez.” hükmünü içermektedir.

Yukarıda açıklanan yasa maddelerinin düzenleniş amacı, Bölge Adliye Mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlara karşı Yargıtay yoluna başvurulmasını ve karar kesinleşinceye kadar kanun yolu denetiminin Yargıtay tarafından yapılmasını sağlamaktır. Diğer bir anlatımla, Yargıtay’ın verdiği bozma kararları üzerine verilen kararların tekrar Yargıtay denetiminden geçmesi, eş söyleyişle Yargıtay kararının istinaf yolu ile denetlenmesinin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.

Somut uyuşmazlıkta; … Asliye Hukuk Mahkemesinin görevsizlik kararı Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin yukarıda belirtilen ilamı ile onanarak kesinleşmiş, Yargıtay dosyadan elini çekmiştir. Bu aşamadan sonra, görevli … Sulh Hukuk Mahkemesi tarafından esasa ilişkin yargılama yapılıp, karar verilmiştir.

Aleyhine istinaf yoluna gidilen karar, … Sulh Hukuk Mahkemesinin kararı olup, bu karar ile ilgili olarak Yargıtay’ın bir denetimi söz konusu değildir.

Bu itibarla, 20.04.2017 tarihinde verilen ve daha önce Yargıtay denetiminden geçmeyen kararın kanun yolu denetimi “ İstinaf “ olup, görevli merciinin … Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi olduğu anlaşıldığından, dosyanın ilgili Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmek üzere ilk derece mahkemesine GERİ ÇEVRİLMESİNE, 26.12.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/14807 Karar : 2017/4074 Tarih : 4.07.2017

  • HMK 373. Madde

  • Bozmaya Uyma veya Direnme

Davacı vekili; müvekkilinin porselen ve seramik sektöründe uzun yıllardır faaliyet gösterdiğini, TPE nezdinde başta … olmak üzere pek çok marka tescilinin bulunduğunu ancak davalının … ibareli marka tescil başvurusunu, müvekkilinin markasından ayrıt edilemeyecek kadar benzediğini ve bu başvuruya itiraz edildiğini, davalının … adı altında üretim yaparak seramik ürünlerini satmaya başladığını, bunun 556 sayılı KHK ve TTK hükümlerine aykırı olduğunu, müvekkiline ait … markasının tanınmış marka olduğunu davalının kullandığı … ibaresinin müvekkilinin markasıyla iltibas yarattığını davalının bu eyleminin, müvekkilinin marka hakkına tecavüz ve aynı zamanda haksız rekabet teşkil ettiğini ileri sürerek davalı şirketin … markalı ürünleri üretmesinin durdurulmasını, bu markayı taşıyan mallara el konulmasını bunlar ve üretim araçları üzerindeki markanın silinmesini davalının, müvekkilinin marka haklarına tecavüz ve haksız rekabetin tespitini, önlenmesini, sonuçlarının ortadan kaldırılmasını, davalı tarafın … ibaresini mallar üzerinde, yayın reklam broşür ve afişlerinde her türlü ticari evrak fatura ve basılı kağıtlarında, internette ve ürün ambalajlarında kullanmasının önlenmesini, bunların toplatılarak imhasını davalı tarafından yapılan 2009/32660 no’lu marka başvurusunun iptal edilmesini, verilecek kararın gazetede ilanına karar verilmesi talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; davacının … markasıyla müvekkilinin kullandığı … markasının benzer olmadığını, iltibasa yol açmadığını, karıştırma ihtimalinin söz konusu olmadığını … sözcüğünün anonim bir kelime olan seramik sözcüğünden üretildiğini … markasının da tanınmış bir marka olduğunu, davacının markasından yararlanmak gibi bir ihtiyacının bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece davanın reddine dair verilen karar, davacı vekilinin temyizi üzerine Dairemizin 2013/416 Esas 2013/170521Karar sayılı ilamı ile 556 sayılı KHK’nın 8/1-b anlamında markalar arasında irtibatlandırma ihtimali bulunduğu ve ortalama tüketici nezdinde farklı işletmelere ait olduğunun anlaşılamayacağı ve karıştırma ihtimali olduğu, sektör bilirkişisinin ayrık görüşünde de bu hususun belirtildiği, hükümsüzlük iddiasının buna göre değerlendirilmesi gerekirken yerinde görülmeyen çoğunluk görüşüne itibar edilerek yazılı şekilde karar verilmesinin doğru olmadığı gerekçesi ile bozulmuş; mahkemece bozma ilamının bu bendi yönünden önceki kararda direnilmiştir.

Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.

Dairemizce verilen 30/09/2013 gün ve 2013/416 E. 2013/17052 K. sayılı bozma ilamına karşı mahkemece verilen direnme kararının yerinde olduğu anlaşıldığından, 6763 sayılı Kanun’un 43. maddesi ile değişik 6100 sayılı HMK’nın 373. maddesinin 5. fıkrası uyarınca Dairemizin 30/09/2013 gün ve 2013/416 E. 2013/17052 K. sayılı kararının düzeltilerek, yerel mahkemenin 15/05/2012 tarihli 2010/144 E. 2012/130 K. sayılı usul ve yasaya uygun kararının onanmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle Dairemizin 30/09/2013 gün ve 2013/416 E. 2013/17052 K. sayılı kararının düzeltilerek, mahkemenin 15/05/2012 tarihli 2010/144 E. 2012/130 K. sayılı usul ve yasaya uygun kararının ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye 3,70 TL temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 04/07/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/22026 Karar : 2017/11098 Tarih : 22.06.2017

  • HMK 373. Madde

  • Bozmaya Uyma veya Direnme

A) Davacı İsteminin Özeti:

Davacı dava dilekçesinde özetle; davalılardan … Gıda İş Sendikasının 31/07/2015 tarihli yetki tespiti başvurusu üzerine diğer davalı T.C. …-Çalışma Genel Müdürlüğü tarafından 74038328-103.02-E.17120 sayı ve yetki tespiti konulu bildirim düzenlenerek davacı … A. Ş ‘ ye 11/08/2015 tarihinde tebliğ edildiğini, bakanlık tarafından tebliğ edilen bu bildirimde 31/07/2015 tarihi itibariyle Gebze Plastik Üreticiler OSB parsel no:12 …/… adresinde bulunan işyerinde toplam 123 işçi olduğu ve sendika üyesi 63 işçi çalıştığından bahisle sendika yasasının aradığı çoğunluğu sağladığının tespit edildiğinin bildirildiğini, ancak bakanlık tarafından yapılan bu tespitin yanlış olduğunu, sendikanın işyerinde ulaşılması gereken 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 41.maddesinin ilk fıkrasında yer alan %50 üye oranına çoğunluğuna ulaşılamadığını, Bakanlık tarafından yapılan bu yetki tespitine 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanununun 43. Maddesi mucubince itiraz itiraz ettiklerini ve iptalini talep ettiklerini belirterek T.C. … tarafından davacının Gebze Plastik Üreticiler OSB parsel no:12 …/… adresinde bulunan işyeri için yapılan 74038328-103.02-E.17120 sayılı olumlu yetki tespitine itirazlarının kabulüne ve bu tespitin iptaline karar verilmesini istemiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:

Davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle; Davacı …Ş., Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının 06.08.2015 tarih ve 17120 sayılı müvekkil sendika lehine yapılan olumlu çoğunluk tespit işleminin iptalini talep ettiklerini, 6356 sayılı Kanununun 43 üncü maddesinin üçüncü fıkrasında “İtiraz dilekçesinde veya ekinde somut delillerin yer almaması hâlinde itiraz incelenmeksizin reddedilir. İşçi ve üye sayılarının tespitinde maddi hata ve süreye ilişkin itirazları mahkeme altı iş günü içinde duruşma yapmaksızın kesin olarak karara bağlar. Bunların dışındaki itirazlar için mahkeme, duruşma yaparak karar verir ve karar temyiz edildiği takdirde Yargıtay tarafından on beş gün içinde kesin olarak karara bağlanır.” belirtildiğini, davacının dava dilekçesinde somut hiçbir vakıaya dayanmadığını, bu nedenle 6356 Sayılı Kanunu’nun 43. maddesinin 3. fıkrasının uygulanmasını ve dava dilekçesinde somut delillerin yer almaması nedeniyle davanın derhal reddinin gerektiğini, müvekkil sendika lehine verilen çoğunluk tespitinin usul ve yasaya uygun olarak yapıldığını, 6356 sayılı kanunun 41. maddesinin 7 fıkrası “Bakanlık, yetkili sendikanın belirlenmesinde ve istatistiklerin düzenlenmesinde kendisine gönderilen üyelik ve üyelikten çekilme bildirimleri ile Sosyal Güvenlik Kurumuna yapılan işçi bildirimlerini esas alır.” hükmünün amir olduğunu, bakanlık çoğunluk tespiti işlemini yasanın bu amir hükmüne göre yaptığını, esas itibari ile , davacının kötü niyetle iş bu davayı ikame ettiğini, esas amacın 6356 sayılı Kanunun 43 üncü maddesinin son fıkrasına göre; yetki itirazı, yetki işlemlerin durdurması sonucu; davalı sendikanın üyeleri adına zamanında toplu iş sözleşmesi akdetmesinin önüne geçmek olduğunu, davalı sendikanın faaliyetlerini engellemek ve üyelerine zarar vermek olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Davalı … vekili cevap dilekçesinde özetle; 6356 sayılı kanunun sendika üyeliği ve üyeliğin kazanılması başlıklı 17/5. Maddesindeki “ Sendikaya üyelik, Bakanlıkça sağlanacak elektronik başvuru sistemine e-Devlet kapısı üzerinde üyelik başvurusunda bulunulması ve sendika tüzüğünde belirlenen yetkili organın kabulü ile e-Devlet kapısı üzerinden kazanılır.” ve yine aynı kanunun sendika üyeliğinin sona ermesi ve askıya alınması başlıklı 19/2 fıkrasındaki “ Her üye e-Devlet kapısı üzerinden çekilme bildiriminde bulunmak suretiyle üyelikten çekilebilir.” hükümleri ğereğince e devlet kapısı üzerinden yapılan üyelik işlemleri ile SGK ‘na yapılan işçi bildirimlerinde alınan dökümlerde başvuru tarihi itibariyle söz konusu işyerinde 123 işçinin çalıştığı, 63 işçinin Tek Gıda İş Sendikasına üye olduğunun tespit edildiği ve buna ilişkin yetki tespit yazısının taraflara gönderildiği, yetki yazısının davacı işverene 11/08/2015 tarihinde tebliğ edildiği, işverenin görevli makam olan … Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğüne 17/08/2015 tarih ve 31490 varide numarası ile kayıt ettirerek yetki tespit yazısına itiraz ettiğinin belirtilerek davalı idare yönünden davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

C) İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti:

Mahkemece, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanılarak, yetki tespiti başvuru tarihi itibariyle işyerinde 122 işçi çalıştığı ve bunlardan 63 işçinin davalı sendika üyesi olduğu, yarıdan fazlasının sendika üye olma koşulunu sağladığı bakanlık tespitinin doğru olduğu, Ayşe Çınar isimli işçinin sendika üyesi olmadığı belirtilmişse de dosyadaki belgelerden … isimli işçinin 21.05.2015 tarihi itibariyle sendikaya üye olduğu sendikalı işçi sayısında herhangi bir değişikliğe sebep olmadığı bunun maddi hatadan kaynaklandığı raporda belirtilen … isimli işçinin yetki tespit tarihi itibariyle sendikaya üye olmadığından hesaplamada dikkate alınmaması halinde yetki için gerekli asgari sayının sağlandığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

D) İstinaf:

Karara karşı davacı istinaf kanun yoluna başvurmuştur.

E) Bölge Adliye Mahkemesi Kararının Özeti:

Bölge Adliye Mahkemesi 32. Hukuk Dairesi’nce bilirkişi raporunda Ayşe Kapusuz isimli işçinin çoğunluk tespitinde ve sendikalı işçi sayısında nazara alınmadığı, bunda bir isabetsizlik bulunmadığı bilirkişi raporunun 116. sırasında çoğunluk tespitinde esas alınan ve sendikalı işçi sayısına dahil edilen …’ın yetki tespiti başvuru tarihi olan 31.07.2015 itibariyle işyerinde çalıştığı bu işçinin işçi sayısına dahil edilmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı ancak bu işçinin 01.08.2015 tarihinde sendika üyesi olduğundan sendikalı işçi sayısına dahil edilmemesi gerektiği, bilirkişi raporunun 10. Sırasında yer alan …’ın ise aslında sendika üyesi olmamasına rağmen sendika üyesi olarak gösterildiği, sendikalı işçi sayısına dahil edilmesinin yerinde olmadığı bu itibarla başvuru tarihi itibariyle çalışan 122 işçiden mahkeme kararında sendikalı işçi olarak kabul edilen … ve …’ın sendikalı işçi sayısından düşülmesi gerektiği bu nedenle üye sayısının 61 olduğu, davalı sendikanın çoğunluğu sağlayamadığından Bakanlık tespitinin hatalı olduğu gerekçesiyle istinaf talebinin kabulü ile ilk derece mahkemesi kararının ortadan kaldırılarak davanın kabulüne yetki tespit işleminin iptaline karar verilmiştir.

F) Temyiz:

Kararı davalılar vekili temyiz etmiştir.

G) Gerekçe:

Davalı sendika vekili, davalı şirkette yönetim kurulu üyesi ve şirket müdürü olan iki kişi ile şirkette müdür olarak çalışan altı işçinin işveren vekili olduklarından işveren sayılacağı, bu nedenle işçi sayısına dahil edilmemesi gerektiklerini ileri sürmüşse de; 6356 sayılı Kanun 2. maddesinde işveren vekilinin “işveren adına işletmenin bütününü yöneten işveren vekillerini” ifade ettiği belirtildikten sonra aynı maddede işveren vekillerinin bu kanun uygulaması bakımından işveren olarak sayılacağının hükme bağlandığı, dosyada davalının aynı işkolunda birden fazla işyeri bulunan bir işletme olduğu yönünde bir iddia ve savunma olmadığı nitekim itiraza konu yetki tespitinin işyeri düzeyinde yapıldığı anlaşıldığından bu kişilerin işçi olarak sayılmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Bölge Adliye Mahkemesi’nce ilk derece mahkemesinde aldırılan bilirkişi raporunda 10. sırada yer alan … ve 116. sırada yer alan … isimli işçiler sendika üyesi olarak gösterilmişse de, bu kişilerin aslında sendika üyesi olmadıkları bu nedenle işyerinde üye sayısının 63 değil 61 olduğu, işyerinde tespit başvuru tarihinde 122 işçi bulunduğu yarıdan fazla çoğunluk şartının yerine gelmediği gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararının ortadan kaldırılarak davanın reddine karar verilmiştir.

Ancak Bölge Adliye Mahkemesi’nin kararında geçen … ve … isimli işçiler itiraza konu yetki tespitinde zaten sendika üyesi olarak sayılmamıştır. Bu işçiler dışında 63 işçinin sendikalı olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca ilk derece mahkemesinde aldırılan bilirkişi raporunda tespit tarihinde çalıştığı belirtilen 122 işçiden sendikadan istifa ederek ayrılan 4 işçi hariç sayım yapıldığında 65 üye bulunduğu görülmekle birlikte sonuç kısmında 63 üye olduğu yazılmıştır.

Bölge Adliye Mahkemesi’nce yapılması gereken yetki tespit döküm belgesinde yer alan ve sendikalı olarak görünen hangi işçilerin aslında sendikalı olmamasına rağmen yetki tespitinde sendikalı olarak sayıldığı dolayısıyla yetki tespitini etkileyecek nitelikte bir hatanın olup olmadığını tespit etmektir.

Bölge Adliye Mahkemesi’nce gerekirse bu konuda denetime elverişli bilirkişi raporu alınarak karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi bozma nedenidir.

H) Sonuç:

Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, 6100 sayılı Kanun’un 373. maddesinin ikinci fıkrasına göre dosyanın kararı veren İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 32. Hukuk Dairesi’ne gönderilmesine, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgililere iadesine, 22/06/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/5047 Karar : 2017/3291 Tarih : 7.06.2017

  • HMK 373. Madde

  • Bozmaya Uyma veya Direnme

Mahkemece, davanın kabulüne dair verilen kararın davalı tarafından temyizi üzerine Dairece 27.02.2013 tarihli 2012/14715 Esas, 2013/2820 Karar sayılı ilam ile “…çekişme konusu taşınmazın 24.09.1983 tarihinden önce Hazine adına tesciline karar verildiği ve bu kararın 24.09.1983 tarihinden önce kesinleşmiş olduğu gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere davanın kabulüne karar verilmiş olması isabetsizdir…” gerekçesiyle bozulmuş ve karar düzeltme talebinin de reddine karar verilmiştir. Bilahare mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama neticesinde davanın reddine dair verilen kararın davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairece 15.01.2015 tarihli 2014/16874 Esas, 2015/422 Karar sayılı ilam ile “…Somut olayda her ne kadar Daire’nin 27.02.2013 tarihli ve 2012/14715 Esas 2013/2820 Karar Sayılı bozma ilamında, maddi hataya dayalı olarak taşınmazın Hazine adına tesciline ilişkin kararın kesinleşme tarihi esas alınarak davanın reddine karar verilmesi gerektiğinden bahsedilmiş ise de; 2888 sayılı yasanın 2. maddesiyle değiştirilen 2762 sayılı yasanın 29. maddesinin ikinci fıkrasında, yasanın yayımı tarihine kadar tapu kaydına işlenmemiş bulunan taşınmazların da vakfına rücu edeceğinden bahsedildiğine göre, eldeki davada da tescil kararının kesinleşme tarihinin değil, kararın tapu kaydına işlenme tarihinin esas alınması gerekmektedir. Hal böyle olunca, dava konusu taşınmazın, 24.09.1983 tarihinden sonra 22.03.2004 tarihinde davalı Hazine adına tescil edildiği gözetilerek, 2888 sayılı yasanın 2. maddesiyle değiştirilen 2762 sayılı yasanın 29. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir…” gerekçesiyle bozulmuş ve karar düzeltme talebi reddedilmiştir.

Mahkemece yeniden bozma ilamına uyularak yapılan yargılama neticesinde bu defa davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.

29.04.2013 tarihinde yürürlüğe giren 6460 sayılı kanunun 1. maddesi ile 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373. maddesinin beşinci fıkrasından, 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 439. maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 sayılı Kanunun 26/9/2004 tarihli ve 5236 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunun 16. maddesi ile değiştirilmeden önceki 429. maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen; ‘’ Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her halde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır. ‘’ düzenlemesi getirilmiştir.

Açıklanan Kanun değişikliği gereği temyiz inceleme görevi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na ait bulunmakla, dosyanın Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na GÖNDERİLMESİNE, 07.06.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi


YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/6249 Karar : 2017/5003 Tarih : 6.06.2017

  • HMK 373. Madde

  • Bozmaya Uyma veya Direnme

Davacı vekili 01/03/2016 tarihli dava dilekçesinde, davacı adına tapuda kayıtlı bulunan, …, Merkez, … köyü … ada 29 parsel sayılı taşınmazın … 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/129 E. - 2014/649 K. sayılı kararı ile tapu kaydının iptaline, orman niteliği ile … adına tesciline karar verildiğini, TMK`nın 1007. maddesi uyarınca tapu sicilinin tutulmasından doğan zararlardan devletin sorumlu olduğunu belirterek, fazlaya ilişkin hakları saklı tutulmak kaydıyla 10.000,00.-TL tazminatın, hükmün kesinleştiği 04/12/2014 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiş, daha sonra 28/09/2016 tarihli harçlandırılmış ıslah dilekçesi ile dava değerini 541.670,98.-TL olarak değiştirmiş, yine aynı tarihten faiz talep etmiştir.

Mahkemece davanın kabulüne, 10.000,00.-TL tazminatın 04/12/2014 tarihinden; 531.670,98.-TL`nın ıslah tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı …den alınarak davacıya ödenmesine karar verilmiş, hüküm davalı … tarafından istinaf edilmekle,…Bölge Adliye Mahkemesince, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılmasına, davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

… 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 29.09.2016 gün ve 2016/170- 2016/559 sayılı davanın kabulü yönünde verilen kararına karşı, davalı … vekili tarafından istinaf yoluna başvurulduğu,…Bölge Adliye Mahkemesi 37. Hukuk Dairesince, istinaf başvurusunun kabulüne, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılarak davanın reddine karar verildiği, bu karar aleyhine davacı vekili tarafından temyiz yoluna başvurulduğu anlaşılmaktadır.

Bölge Adliye Mahkemesi karar gerekçesi; “Taşınmazın, 01.09.1959 tarihinde yapılan kadostro çalışmaları ile 255 p. (yeni 110 ada 29) olarak Tahir Cent adına tescil gördüğü, tapu kaydına 09/11/1992 tarihinde tamamının orman sınırları içinde kaldığı şerhinin; Nusret Polat adına kayıtlı iken, 18.08.2009 tarihinde “Tamamı 6831 sayılı Kanunun 2/B maddesi uyarınca … adına orman sınırı dışına çıkarılan sahada kalmıştır.” şerhinin yazıldığı, davacının bu şerhi bilerek 19.08.2009 tarihinde taşınmazı satın aldığı, sonunda parselin orman olarak tescil edilebileceğini bildiği, … 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2011/129 E. - 2014/645 K. sayılı dosyası ile taşınmazın orman olarak … adına tesciline karar verildiği, kararın temyiz edilmeksizin 04.12.2014 tarihinde kesinleştiği, davacı vekili her ne kadar TMK’nın 1007. maddesine göre tazminat talebinde bulunmuş ise de; tapuda satın aldığında 6831 sayılı Kanuna göre düşülen 2/B şerhinin bulunduğu, iyi niyetli olmadığı, kötüniyet iddiasının defi değil itiraz olduğu iddia ve müdafanın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden nazara alınacağı TMK`nın 3/2. maddesi uyarınca “durumun gereğine göre kendisinden beklenen özeni göstermeyen kimsenin iyiniyet iddiasında bulunamayacağı” şartlarının bulunması halinde davacının taşınmazı kendisine satan kişiden satıcının tekeffülü hükümlerine göre zararının tazminini isteyebileceği, bu nedenle davanın reddine karar verilmesi gerekirken, isabetli bulunmayan yazılı gerekçelerle davanın kabulüne karar verilmesi yanlıştır.” şeklindedir.

31/08/1956 tarihli ve 6831 sayılı Orman Kanununun 2. maddesi gereğince, … adına orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin değerlendirilmesi, yeni orman alanlarının oluşturulması, nakline karar verilen Devlet ormanları içinde veya bitişiğinde bulunan köyler halkının yerleştirilmesi ve orman köylülerinin kalkındırılmasının desteklenmesi ile …ye ait tarım arazilerinin satışına ilişkin usul ve esasların belirlenmesi amacıyla kabul edilerek 26/04/2012 gün 28275 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6292 sayılı Kanunun 7/1-a bendinde; “Tapu ve kadastro veya imar mevzuatına göre ilgilileri adına oluşturulan ve tapuda halen kişiler adına kayıtlı olan taşınmazlardan … adına orman sınırı dışına çıkarıldığı gerekçesiyle tapu kütüklerine 2/A veya 2/B belirtmesi bulunan veya konulan taşınmazların tapu kayıtları bedel alınmaksızın geçerli kabul edilir ve tapu kütüklerindeki 2/A veya 2/B belirtmeleri terkin edilerek tescilleri aynen devam eder, aynı gerekçeyle bu nitelikteki taşınmazlar hakkında dava açılmaz, açılan davalardan vazgeçilir, açılan davalar sonucunda tapularının iptaliyle … adına tesciline karar verilen, kesinleşen ve tapuda henüz infaz edilmeyen taşınmazlar hakkında da aynı şekilde işlem yapılır. Ancak bu kararlardan infaz edilerek tapuda … adına tescil edilen taşınmazlar ise, ilgilileri tarafından bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl içinde idareye başvurulması halinde, bedelsiz olarak önceki kayıt maliklerine veya kanuni mirasçılarına iade edilir.” hükmü ile,

7/1-b bendinde; “Özel kanunları gereğince Devlet tarafından kişilere satılan, dağıtılan, trampa edilen, bedelli veya bedelsiz olarak devredilen veya iskanen verilen ya da özelleştirme suretiyle satılanlar ile hisseleri devredilen özel hukuk tüzel kişileri adına kayıtlı olan ancak daha sonra … adına orman sınırı dışına çıkarıldığı gerekçesiyle tapu kütüklerine 2/A veya 2/B belirtmesi konulan taşınmazların tapu kayıtları geçerli kabul edilir, aynı gerekçeyle bu nitelikteki taşınmazlar hakkında dava açılmaz, açılan davalardan vazgeçilir, açılan davalar sonucunda … adına tescil edilenler ise, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki yıl içinde ilgilileri tarafından idareye başvurulması halinde önceki maliklerine veya kanuni ya da akdi haleflerine bedelsiz olarak iade edilir. Ancak, bu kişilerden taşınmazlarına karşılık daha önce yer verilenlere veya bedeli ödenenlere iade işlemi yapılmaz” hükmü düzenlenmiştir.

Bu yasal düzenlemeler ile, tapu ve kadastro veya imar mevzuatına göre oluşturulan ve ilgilileri adına tapuya kaydedilen taşınmazlardan, nitelik yitirdiği gerekçesiyle orman sınırı dışına çıkartılanlar hakkında verilen tapu iptal ve tescil kararı kesinleşmiş ve infaz edilerek … adına tescil edilmiş olan taşınmazlar, ilgililerinin iki yıl içinde başvurusu halinde aynı maddenin 4. fıkrasındaki şartları taşımamaları halinde yalnızca önceki kayıt maliklerine veya kanuni mirasçılarına iade edilecektir. İptaline karar verilip … adına tapuya tescil edilen taşınmaz, özel kanunları gereğince Devlet tarafından kişilere satılan, dağıtılan, trampa edilen, bedelli veya bedelsiz olarak devredilen veya iskanen verilen ya da özelleştirme suretiyle satılanlar ile hisseleri devredilen özel hukuk tüzel kişileri adına oluşmuş tapu kayıtlarından ise 6292 sayılı Kanunun 7/1-b maddesi uyarınca önceki maliklerine veya kanuni ya da akdi haleflerine bedelsiz olarak iade edilebilecektir.

Hak sahibi gerçek kişinin 6292 sayılı Kanunla tanınan bu hakları kullanmak ya da TMK. 1007. maddesine dayalı olarak tazminat istemek konusunda seçimlik hakkı bulunmakta olup; bu hakkın kullanılmasında iyiniyet şartı aranmaz, keza; TMK 1007. maddeye dayanan Devletin sorumluluğu da kusursuz sorumluluktur.

O halde, taşınmazın 6292 sayılı Kanun gereğince idareden iadesinin talep edilip edilmediği araştırılarak, iade başvurusu varsa sonucunun beklenmesi, 7/4. maddeye göre iade edilmeyecek yerlerden ise bedelinin ödeneceğinin gözönünde bulundurulması, bu da olmadığı takdirde TMK`nın 1007. maddesine dayalı tazminat isteminin esası hakkında karar verilmesi gerektiği halde, mahkemece davacının iyiniyetli olmadığından sözedilerek davanın reddine karar verilmiş olması isabetsiz olup, hükmün bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile Bölge Adliyesi Mahkemesi kararının, 6100 sayılı HMK`nun 373/1. maddesi uyarınca (KALDIRILMASINA), ilk derece mahkemesi kararının yukarıda belirtilen nedenle (BOZULMASINA), dosyanın ilk derece mahkemesine, kararın bir örneğinin de Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, Yargıtaydaki duruşma tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre takdir edilen 1480,00.-TL vekalet ücretinin davalı …den alınarak kendisini vekil ile temsil ettiren davacı tarafa verilmesine, temyiz harcının istek halinde iadesine 06/06/2017 günü oy birliği ile karar verildi.


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/15766 Karar : 2017/2853 Tarih : 4.04.2017

  • HMK 373. Madde

  • Bozmaya Uyma veya Direnme

… adına Av. … ile 1-…. Hidrofor San. ve Tic. A.Ş. adına Av. … 2-… adına Av. … arasındaki dava hakkında …. İş Mahkemesi’nden verilen 15.10.2015 gün ve 2014/489-2015/495 sayılı hükmün, Dairemizin 10.03.2016 tarih ve 2015/25298-2016/3026 numaralı ilamı ile bozulmasına karar verilmiştir. Bozma sonrası Mahkemenin, 21.06.2016 günü verdiği 2016/267-2016/342 sayılı hüküm ile önceki kararında direndiği anlaşılmış olmakla, direnme üzerine yapılacak işlemlerin neler olduğu 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373. maddesinin 5. fıkrasında, “İlk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi kararında direnirse, bu kararın temyiz edilmesi durumunda inceleme, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır.” olarak, 7. fıkrasında da ”Hukuk Genel Kurulunun verdiği karara uymak zorunludur.” şeklinde ifade edilmiş olmakla birlikte 05.07.2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava Ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanunun 40. maddesi ile 5521 sayılı Kanuna eklenen Geçici 2. maddedeki, “Bölge adliye mahkemelerinin, 5235 sayılı Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, Yargıtayın bozma kararlarına karşı verilen direnme kararının temyizi halinde dava dosyası, önce kararı veren daireye gönderilir. Direnme kararları daireler tarafından öncelikle incelenir. Kararı veren daire, direnmeyi yerinde görürse kararı düzeltir; yerinde görmezse talebi on gün içinde Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna iletir.” şeklindeki düzenleme karşısında, direnme kararının süresi içinde temyizen incelenmesi davalı Kurum avukatınca talep edilmesi üzerine Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü.

10.09.2009 tarihinde geçirdiği kazanın iş kazası olduğunun tespitine ilişkin davada Mahkemece yapılan yargılamada istem kabul edildikten sonra hükmün Dairemizce, bozma gereğinin tam olarak yerine getirilmediği, bozma nedeni yapılan hususları irdeleyebilecek yeterlilikte uzman bilirkişiden rapor alınmadığı, eksik inceleme yapıldığı gerekçesiyle bozulduğu belirgin bulunmakla, bozma ilamındaki açıklamalar gözetildiğinde, mahkemenin direnme kararı yerinde görülmediğinden talebin on gün içinde Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna iletilmesi gerekmiştir.

S O N U Ç : Yukarıda açıklanan nedenle, Yargıtay incelemesine konu olan karar, eski hükümde direnme yönünde olup Dairemizce yerinde görülmeyen direnme hükmüne ilişkin dava dosyasının, kararın inceleme yeri olan Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna sunulmak üzere Yargıtay Birinci Başkanlığına GÖNDERİLMESİNE, 04.04.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/12911 Karar : 2017/5129 Tarih : 30.03.2017

  • HMK 373. Madde

  • Bozmaya Uyma veya Direnme

Şikayetçinin, sair şikayeti ile birlikte … 2. İcra Müdürlüğü’nün 2013/4971 Esas sayılı dosyasından düzenlenen 28/02/2013 tarihli tutanağın iptali amacıyla icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece; … 9. Asliye Hukuk Mahkemesi`nin 2012/527 Esas sayılı dosyasından verilen 19.12.2012 tarihli tedbir kararının infaz edildiği gerekçesiyle şikayetin reddine karar verildiği, anılan kararın temyizi üzerine Dairemizin 03.09.2013 tarih ve 2013/24479 E. 2013/27296 K. sayılı ilamı ile; HMK.nun 394. maddesine göre ihtiyati tedbirin infazına ilişkin itiraz ve şikayetleri inceleme yetkisinin kararı veren mahkemeye ait olduğu, ihtiyati tedbir kararının icra müdürünce uygulanmış olmasının bu durumu etkilemeyeceği, zira icra müdürünün anılan konuda ihtiyati tedbir infaz memurluğu görevini yapmakta olduğu ve icra mahkemesince re’sen görevsizlik kararı verilmesi gerektiğine değinilmek suretiyle karar bozulmuş, mahkemece, 26.11.2013 tarihli tensip tutanağı ile bozma ilamına uyulmasına karar verilmiştir.

Mahkemece, Yargıtay bozma ilamına uyulmasına karar verilmesi halinde ise, (HMK`nun 373. maddesi) mahkeme artık bu uyma kararı ile bağlıdır. Bozmaya uyulmakla, bozma, lehine olan taraf yararına usulü kazanılmış hak doğmuş olur (HGK 2010/9-71 E., 2010/87 K.).

Somut olayda, mahkemenin hükmü, Dairemizce görevsizlik kararı verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmuş, mahkemece bozma ilâmına direnilmeyerek uyma kararı verilmiş, ancak, sonuçta yine şikayetin reddine hükmedilmiştir.

Ne var ki, yukarıda açıklandığı üzere, mahkeme; bozma ilamına uyması ile bu uyma kararı ile bağlı hale gelmiştir. Bu durumda, mahkemece yapılacak iş, uyduğu bozma ilâmında gösterilen esas çerçevesinde işlem yapmak ve hüküm kurmaktan ibarettir.

Hal böyle olunca, mahkemece, hükmüne uyduğu bozma ilamı doğrultusunda, görevsizlik kararı vermesi gerekirken, yeniden şikayetin reddine hükmedilmesi doğru olmadığından kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ:

Mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 16. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/1502 Karar : 2017/1749 Tarih : 21.03.2017

  • HMK 373. Madde

  • Bozmaya Uyma veya Direnme

Kadastro sırasında … Köyü çalışma alanında bulunan 123 parsel sayılı taşınmaz davalılar … ve paydaşları adına tespit edilmiştir. Davacı Hazine vekili tapu kaydına dayalı olarak taşınmazın Hazine adına tescili istemiyle dava açmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda 13.02.1991 tarihli karar ile dava dilekçesinin görev yönünden reddine, dosyanın görevli Sulh Hukuk Mahkemesine gönderilmesine, karar kesinleştiğinde kütükler Tapu Müdürlüğüne devredilmişse tutanak asıllarının buraya, aksi takdirde Kadastro Müdürlüğüne gönderilmesine karar verilmiş; hüküm temyiz edilmeksizin 30.11.1992 tarihinde kesinleşmiştir. Kararın kesinleşmesine rağmen dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesi için talepte bulunulmadığı gerekçesiyle 12.05.2012 tarihli ek karar ile davanın HUMK’nın 193/3. maddesi uyarınca 11.12.1992 tarihi itibariyle açılmamış sayılmasına karar verilmiş, hükmün davacı Hazine tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesi’nce; 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 28. maddesinin 2. fıkrasında kadastro davalarının hangi hallerde açılmamış sayılmasına karar verileceğinin tahdidi olarak sayıldığı, somut olayda öngörülen durumun kanunda yazılı hususlardan hiçbirine uymadığı gibi 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’na göre daha özel nitelikte bir kanun olup Kadastro Kanunu’ndaki maddelerin öncelikle uygulanması gerektiği, bu nedenle dosyanın üst yazı ile re’sen Sulh Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet bulunmadığı gerekçesiyle ek karar bozulmuştur. Bozma üzerine Mahkemece 30.04.2013 tarihli ek karar ile önceki günlü ek kararda direnilmesine karar verilmiştir. Direnme kararının temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulunun 2013/7-2348 Esas, 2014/135 Karar sayılı ilamıyla 6100 sayılı HMK’nın Geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmakta olan 1086 sayılı HUMK’nın 429. maddesine göre Yargıtay ilgili Dairesi temyiz edilen kararı bozarsa, davayı, kararı vermiş olan mahkemeye veya uygun göreceği diğer bir mahkemeye göndereceği, mahkemece kendiliğinden tarafları duruşmaya davet edip dinledikten sonra Yargıtayın bozma kararına uyulup uyulmayacağına karar vereceği, eski kararında direnirse bu kararın gerekçesi genişletilmiş olsa bile direnme kararının temyizi halinde temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel kurulunca yapılacağının düzenlendiği, bu nedenle yerel mahkemenin dosyayı esasa kaydedip tarafları duruşmaya davet ettikten sonra ve tarafların duruşmaya karşı beyanları alındıktan sonra direnilip direnilmeyeceğine karar verilmesi gerektiği belirtilerek 30.04.2013 tarihli ek kararın usulden bozulmasına karar verilmiştir. Mahkemece Hukuk Genel Kurulunca belirtilen usuli işlemler tamamlandıktan sonra; 16.07.2014 tarihli karar ile 12.02.2013 tarihli ek kararda direnilmesine karar verilmiş, bu karar da Hazine tarafından temyiz edilmiştir. Dosyanın gönderildiği Hukuk Genel Kurulunca; 02.12.2016 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanunu’nun 43. maddesi ile değişik 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373. maddesinin 5.fıkrası ve aynı Yasa’nın Geçici 4. maddesinin ikinci fıkrası gereğince, yerel mahkemece verilen direnme kararına yönelik olarak yeniden öncelikle inceleme yapılması için dava dosyasının Dairemize gönderilmesi üzerine dosya incelendi;

Dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına, 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 28. maddesinde bu yönde açık bir hüküm olmaması nedeniyle HUMK’nın ilgili hükümlerinin uygulanmasının doğru bulunmasına göre yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, Hazine harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına, 21.03.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/10427 Karar : 2017/3316 Tarih : 20.03.2017

  • HMK 373. Madde

  • Bozmaya Uyma veya Direnme

Dairemizce verilen 01/06/2016 gün ve 2015/13329 Esas, 2016/8703 Karar sayılı bozma kararı usul ve yasaya uygun bulunmuş olup, mahkemece verilen direnme kararının yerinde olmadığı anlaşıldığından, temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın 6763 sayılı Kanunun 43. maddesi ile değişik 6100 sayılı HMK’nun 373. maddesinin 5. fıkrası uyarınca yetkili ve görevli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na gönderilmesine, 20/03/2017 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

K A R Ş I O Y

Dava konusu uyuşmazlık, maliki bulunduğu bağımsız bölüme ilişkin ferdi su aboneliğinin tesisi nedeniyle, davacının; davalı idareye kanal katılım ve şebeke tesis bedeli ödemekle yükümlü olup olmadığı konusundadır.

Yerel mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen kararın davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairemizin 01.06.2016 günlü 2015/13329 E.- 2016/8703 K. sayılı ilamı ile bozulduğu, bu kez mahkemenin, bozma kararına karşı 08.12.2016 tarihli 2016/1241 E-2016/1417 K. sayılı ilamı ile direndiği, direnme kararının davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine; Sayın Çoğunluğun kararı ile Dairemizce verilen 01.06.2016 gün ve 2015/13329 E-2016/8703 K sayılı bozma kararı usul ve yasaya uygun bulunmuş olup, mahkemece verilen direnme kararının yerinde olmadığı anlaşıldığından, temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın 6763 sayılı Kanunun 43.maddesi ile değişik 6100 sayılı HMK’nun 373.maddesinin 5.fıkrası uyarınca yetkili ve görevli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na gönderilmesine karar verilmiştir.

02.12.2016 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanunun 43. maddesi ile değişik 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373. maddesinin 5.fıkrası “İlk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi kararında direnirse, bu kararın temyiz edilmesi durumunda inceleme, kararına direnilen dairece yapılır. Direnme kararı öncelikle incelenir. Daire, direnme kararını yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderir” hükmünü içermektedir.

Aynı Yasanın 45. maddesiyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunununa eklenen geçici 4. maddesinin ikinci fıkrasında “Bu maddeyi ihdas eden Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda bulunan dosyalar, kararına direnilen daireye gönderilir.”, 4. fıkrasında ise “ Daire, mümkün olan en kısa sürede direnme kararını inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderir.” hükmü getirilmiştir.

Anılan yasa maddeleri gereğince, yerel mahkemece verilen direnme kararının incelenmesinden de anlaşılacağı üzere; mahkemece verilen direnme kararının yerinde ve doğru olduğu, Dairemizin bozma kararının hatalı olduğu anlaşıldığından; dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davalı tarafın yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan direnme hükmünün 6763 sayılı Kanunun 45. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa eklenen geçici 4. maddesinin 4. fıkrası uyarınca Onanması gerektiği görüşünde olduğumdan, Sayın Çoğunluğun direnme kararının yerinde olmadığı anlaşıldığından, dosyanın Hukuk Genel Kurulu’na gönderilmesi yönündeki görüşüne katılmamaktayım.


YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/21989 Karar : 2017/1763 Tarih : 14.02.2017

  • HMK 373. Madde

  • Bozmaya Uyma veya Direnme

Davacı vekili, dava dilekçesinde mevki ve sınırları gösterilen taşınmaz bölümünün uzun yıllar müvekkilinin zilyet ve tasarrufu altında bulunduğunu, kadastro paftasında köy boşluğu olarak yazılı bulunan taşınmaz üzerinde değişik türde dikili ağaçları olduğunu, taşınmazın … tarafından yapılan kamulaştırma alanında kaldığını, kamulaştırma nedeniyle taşınmaza el atıldığı tarihe kadar vekil edeni lehine zilyetlikle kazanma koşullarının gerçekleştiğini açıklayarak, taşınmazın mülkiyetinin vekil edeni adına tespitine, muhdesat bedellerinin Vakıflar İdaresine verilmesinin engellenmesine karar verilmesini istemiştir.

Davalı Hazine vekili, taşınmazın köy boşluğu olduğunu, zilyetlikle kazanılmasının mümkün bulunmadığını açıklayarak davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Davalı … vekili, taşınmazın vakıf malı olduğunu, zilyetlikle kazanılmasının mümkün bulunmadığını,… tarafından taşınmazın kamulaştırıldığını ve zilyet olarak Vakıflar Genel Müdürlüğünün gösterildiğini, Vakıflar İdaresinin izni dışında ev yapan ve ağaç diken işgalcilerin muhdesat üzerinde hak talebinde bulunamayacaklarını açıklayarak, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Davalı … vekili, kurum aleyhine dava açılamasının yersiz olduğunu açıklayarak, davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesini savunmuştur.

Davalı köy tüzel kişiliği yargılama oturumlarına katılmamıştır.

Mahkemece, davanın kabulüne ve teknik bilirkişi raporunda gösterilen 320,92 m2 yerin zilyetliğinin davacı adına tespitine karar verilmiş, davalılar vekillerinin temyizi üzerine anılan karar Dairemizin 28.05.2012 gün 2011/7439 Esas 2012/4879 Karar sayılı ilamı bozulmuş, mahkemece önceki hükümde direnilmesine ve davanın kabulüne karar verilmiş, anılan direnme kararı davalılar vekillerince ayrı ayrı temyiz edilmiştir. 6100 sayılı HMK’nun 6763 sayılı Kanun`un 43. maddesi ile Değişik 373. maddesinin 5. bendi hükmüne göre, Dairemizce yeniden yapılan inceleme sonucunda;

Dava, kadastro çalışmaları sırasında tespit dışı bırakılan ve kamulaştırma alanı içerisinde kalan taşınmazın mülkiyetinin davacıya ait olduğunun tespiti isteğine ilişkindir.

Somut olayda; dava konusu taşınmazın bulunduğu yere ilişkin 15.09.1941 tarih 4 sıra nolu tapu kaydının senetsizden oluştuğu ve gittisinin bulunmadığı, malikinin T.C Evladi Ekber Mütevellisi … oğlu…olduğu, tapu kaydının cinsi hanesinde… Vakfından sulu veya susuz tarla ibaresinin yazılı olduğu, yapılan keşifte, bu tapu kaydının uygulandığı, dava konusu taşınmaza göre sınırların yaklaşık 2-3 ve 5-10 km uzakta bulunduklarının açıklandığı görülmektedir. Dava konusu yer, 1954 yılında yapılan tapulama çalışmaları sırasında köy boşluğu olarak tespit dışı bırakılmıştır. Taşınmazın köy yerleşim alanı içinde kaldığı görülmektedir….. Vakfına ait Vakfiye ise, 1047 tarihlidir. Dava konusu yerin biçimsel olarak anılan tapu kaydı ile Vakfiye kapsamında kalması, dava konusu taşınmazın vakıf malı olduğunu göstermeye tek başına yeterli değildir. Bu halde, öncelikle vakfın niteliğinin belirlenmesi, sahih vakıf mı yoksa gayri sahih vakıf mı olup olmadığının araştırılmasıyla dava konusu taşınmazın vakıf malı olup olmadığının saptanması zorunludur. Açıklandığı şekilde vakfın niteliğinin ve taşınmazın vakıf malı olup olmadığının belirlenmesi için dosyanın tomarı ile birlikte Vakıflar konusunda uzman (akademisyen) bir bilirkişiye tevdi edilmek suretiyle bu konuda rapor alınması gerekirken eksik araştırma ve inceleme ile sonuca gidilmesi isabetsizdir.

Ayrıca, Mahkemece dava konusu taşınmaza komşu taşınmazların kayıtlarının bulunduğu yerlerden getirtilerek keşif yapılırken ve hüküm kurulurken gözönünde bulundurulması gerekirken anılan kayıtlar getirtilip değerlendirilmeden karar verilmesi doğru olmamıştır.

Bundan ayrı, davanın niteliğine göre, TMK`nın 713/3. maddesi uyarınca ilgili kamu tüzel kişilerinin de davada taraf olması zorunludur. Hüküm tarihinden önce yürürlüğe giren 6360 sayılı Yasa ile büyükşehir belediye sınırları tüm ilin mülki sınırları haline geldiğinden ilgili kamu tüzel kişisi olarak …. Büyükşehir Belediye Başkanlığı da davaya dahil edilmek suretiyle taraf teşkilinin tamamlanması gerekirken bu yön gözardı edilmiştir. Bu durumda, davacıya Büyükşehir Belediyesini davaya dahil ederek taraf koşulunu tamamlama olanağı sağlanmalı, bundan sonra Büyükşehir Belediyesinin de savunmaya ilişkin beyanı alınıp, varsa delilleri toplanmalı, ondan sonra iddia, savunma ve dosyadaki tüm deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmelidir. Davalılar vekillerinin temyiz itirazları bu yönde yerinde olduğundan Dairemizin 28.05.2012 gün 2011/7439 Esas 2012/4879 Karar sayılı bozma kararının kaldırılarak hükmün açıklanan gerekçe ile bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Açıklanan sebeplerle Dairemizin 28.05.2012 gün 2011/7439 Esas 2012/4879 Karar sayılı ilamının KALDIRILMASI ile yerel mahkemenin 21.03.2013 gün 2012/387 Esas 2013/119 Karar sayılı kararının 6100 sayılı HMK’nın Geçici 3. maddesi ve 1086 sayılı HUMK`un 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, taraflarca HUMK’un 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve peşin harcın temyiz edene iadesine, 14.02.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 16. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/407 Karar : 2017/742 Tarih : 10.02.2017

  • HMK 373. Madde

  • Bozmaya Uyma veya Direnme

Daha önce tescil harici bırakılan yerlerde 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun Geçici 8. maddesine istinaden yapılan kadastro sırasında … Mahallesi çalışma alanında bulunan 1177 ada 295 parsel sayılı 396,51 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz, üzerinde bulunan mandalina ağaçlarının …‘ya ait olduğu kadastro tutanağının beyanlar hanesinde belirtilmek suretiyle tarla vasfıyla Hazine adına tespit edilmiştir. Davacı Hazine, taşınmazın kadastro tutanağının beyanlar hanesindeki şerhin iptali istemiyle dava açmıştır. Yargılama sırasında …, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak taşınmazın adına tescili istemiyle karşı dava açmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda davacı Hazine davasının reddine, davacı … davasının kabulüne; çekişmeli 1177 ada 295 parsel sayılı taşınmazın davacı … adına tapuya tesciline karar verilmiş, karar davacı Hazine vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 15.03.2016 tarih 2016/859-2016/2662 Esas ve Karar sayılı ilamıyla hükmün, “gerekli incelemenin konunun uzmanı olmayan bilirkişi eli ile yapılmasının isabetsiz olduğu, bu nedenle taşınmazı gösterir hava fotoğrafları üzerinde konunun uzmanı olan jeodezi ve fotogrametri mühendisi bilirkişi eliyle inceleme yapılması, buna göre taşınmazın niteliği ile taşınmaz üzerinde imar-ihya işlemlerine başlandığı ve tamamlandığı tarih ile tarımsal amaçlı zilyetliğin başlangıç tarihinin ayrı ayrı saptanması, bundan sonra tüm deliller birlikte değerlendirilerek davacı yararına kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği ile iktisap koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesi gerektiği belirtilerek” araştırmaya yönelik olarak bozulmasına karar verilmiştir. Taraflarca karar düzeltme yoluna başvurulmaması üzerine dava yeniden esasa kaydolunarak Mahkemece yapılan yargılama sonunda “jeodezi ve fotogrametri mühendisi ile aynı eğitimi almış olan harita ve kadastro mühendisinin de aralarında bulunduğu bilirkişi kurulunun 29.09.2015 tarihli ek raporunun kabul edilen bilimsel inceleme yöntemlerine göre yapılan inceleme sonucu verildiği, benzer nitelikte başka dosyalarda da aynı uygulamanın Yargıtay’ca yapılan incelemede yeterli görülmüş olduğu” belirtilerek önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararının Hazine vekilince temyiz edilmesi üzerine, 02.12.2016 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 43. maddesi ile değişik 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373. maddesinin 5. fıkrası ve aynı Yasa’nın Geçici 4. maddesinin ikinci fıkrası gereğince, yerel mahkemece verilen direnme kararına yönelik olarak yeniden öncelikle inceleme yapılması için dava dosyası Dairemize gönderilmiş olup, dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre usul ve yasaya uygun olan direnme hükmünün ONANMASINA, Hazine harçtan muaf olduğundan harç alınmasına yer olmadığına, 10.02.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/18666 Karar : 2017/616 Tarih : 2.02.2017

  • HMK 373. Madde

  • Bozmaya Uyma veya Direnme

Taraflar arasındaki dava sonucu mahkemece verilen hükmün Dairemizce bozulması üzerine, verilen direnme kararına ilişkin dava dosyası 02.12.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6763 sayılı Yasa`nın geçici 4/1.maddesi uyarınca Dairemize gönderilmiş olmakla, dosyadaki kağıtlar okundu gereği görüşülüp, düşünüldü:

Dairemizce verilen 03.07.2012 tarih ve 5062-8345 E-K sayılı bozma ilamı ve buna ilişkin 07.03.2013 tarih ve 2013/2040-3433 E-K sayılı karar düzeltme işlemi sonrası bozmaya uyulduktan sonra mahkemece bozmaya uygun olarak verilen karar üzerine, dairemizin 23.02.2016 tarih ve 2014/18028 Esas 2016/2118 Karar sayılı onama ilamına yönelik, karar düzeltme aşamasında;

hükümler arasında çelişki oluştuğundan 1086 sayılı HUMK’nun 440. maddesi gereğince onama kararının ortadan kaldırılmasına ve gereğinin takdiri için dosyanın Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderilmesi yönünde 13.10.2016 tarih ve 2016/7058-9425 E-K sayılı kararın gereğince inceleme yapılmak üzere dosyanın 6763 sayılı Kanunun 43.maddesi ile değişik 6100 sayılı HMK.’ nın 373.maddesinin 5.fıkrası uyarınca yetkili ve görevli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`na, GÖNDERİLMESİNE, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 16. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/18028 Karar : 2017/558 Tarih : 3.02.2017

  • HMK 373. Madde

  • Bozmaya Uyma veya Direnme

Kadastro sonucu … Mahallesi çalışma alanında bulunan 114 ada 32 parsel ile … Mahallesi çalışma alanında bulunan 187 ada 2 parsel sayılı taşınmazlar tapu kaydı nedeniyle ölü … oğlu …, … kızı …, … kızı … ve … kızı … adına 1/4’er hisseyle tespit ve tescil edilmiş, çekişmeli 114 ada 32 parsele ait tapu kütüğünün beyanlar hanesine miktar fazlası 725 metrekarenin, çekişmeli 187 ada 2 parsele ait tapu kütüğünün beyanlar hanesine ise miktar fazlası 3718 metrekarenin Hazineye ait olduğu yazılmıştır. Davacı Hazine, çekişmeli taşınmazların tapu kütüklerinin beyanlar hanesinde yazılı miktar fazlalıklarının paya dönüştürülmesi için dava açmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın kabulüne, çekişmeli 114 ada 32 ve 187 ada 2 parsel sayılı taşınmazlardaki miktar fazlalıklarının bilirkişi raporunda belirtilen oranlarda paya dönüştürülerek tespit ve tescillerine karar verilmiş; kararın davalı … ve müşterekleri vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 13.03.2014 tarih, 2013/13660 Esas, 2014/2548 Karar sayılı ilamıyla; çekişmeli taşınmazların kadastro tespitlerinin kesinleştiği tarih ile Hazine’nin dava açtığı 24.09.2010 tarihi arasında 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 12/3. maddesinde öngörülen 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken, dosya kapsamına uygun düşmeyen gerekçelerle kabul kararı verilmesinin isabetsizliğine değinilerek hükmün bozulmasına karar verilmiş; davacı Hazine’nin karar düzeltme istemi de reddedilmiştir.

Mahkemece dava dosyası yeniden esasa kaydedilerek sonra Mahkemece yapılan yargılama neticesinde önceki kararda direnilmesine karar verilmiş, direnme kararının davalılar vekillerince temyiz edilmesi üzerine dosyanın gönderildiği Hukuk Genel Kurulunca; 02.12.2016 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 43. maddesi ile değişik 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373. maddesinin 5. fıkrası ve aynı Yasanın Geçici 4. maddesinin ikinci fıkrası gereğince, yerel mahkemece verilen direnme kararına yönelik olarak yeniden öncelikle inceleme yapılması için dava dosyasının Dairemize gönderilmesi üzerine dosya incelendi; temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldı, inceleme raporu ve dosyadaki belgeler okundu, GEREĞİ GÖRÜŞÜLDÜ:

Dairemizin, direnme kararına konu edilen Bozma ilamında “kadastro çalışmaları sırasında Hazineye malik olarak pay verilmemiş olduğuna göre, tapu kaydındaki miktar fazlalığının Hazineye ait olduğu şerhine dayalı olarak Hazinenin miktar fazlasının paya dönüştürülmesine ilişkin talebi yönünden 3402 sayılı Kanun’un 12/3. maddesinde öngörülen hak düşürücü sürenin geçtiği belirtilmiştir. Ancak, anılan Kanun maddesinde “kadastro tutanaklarında belirtilen haklara karşı sınırlandırma ve tespitlere ait tutunakların kesinleştiği tarihten itibaren on yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanarak itiraz olunmayacağı ve dava açılmayacağı” hususu düzenlenmiştir. Davacı Hazine taşınmazların kadastro tutanaklarında belirtilen “miktar fazlası 725 metrekare ve 3178 metrekarenin Hazineye ait olduğu” şerhi ile tutanağa geçirilmiş olan hakkının paya dönüştürülmesi istemi ile dava açtığına göre davası tutanaklarda belirtilen hakka karşı olmayıp, aksine bu hakka dayalı olarak açılmış bir dava niteliğinde olduğuna göre somut olayda 3402 sayılı Yasa’nın 12/3. maddesinin uygulama yeri bulunmamaktadır. Mahkemece bu husus doğru olarak değerlendirilmiş olup, dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve tutanağın beyanlar hanesine yazılan ve kadastro tespitinin kesinleşmesiyle sicile yansıtılan şerhin tutanağın kesinleşme tarihinden itibaren kayıt maliklerince 10 yıllık hak düşürücü süre içerisinde dava açılıp terkini sağlanmadığına göre davalılar vekillerinin yerinde görülmeyen temyiz nedenlerinin reddi ile usul ve yasaya uygun bulunan direnme hükmünün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye temyiz karar harcının temyiz eden davalılardan alınmasına, 03.02.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/546 Karar : 2017/432 Tarih : 23.01.2017

  • HMK 373. Madde

  • Bozmaya Uyma veya Direnme

Davacı; . devlet hastanesinde kullanılmakta olan . marka.cihazının 30.01.2008 tarihinde elektrik hatlarındaki dalgalanma nedeniyle arızalandığını belirterek davalı kurumdan Tomografi cihazındaki arıza nedeniyle uğranılan maddi zararın tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı; gerilim hatlarındaki dalgalanmanın tüm aboneleri etkileyeceğini, davacıdan başka zarar gördüğünü belirten bir kişi bulunmadığını, aletin kendi teknik hatasından zararın meydana geldiğini, her hangi bir kusuru bulunmadığını ileri sürerek davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, yapılan keşif ve alınan 24.09.2008 günlü elektrik ve elektronik mühendisi bilirkişi raporu doğrultusunda, arızanın davacı kurumun iç tesisat veya elektronik arızasından kaynaklandığı, gerilim hattında dalgalanma olması durumunda bu hattan yararlanan tüm ev ve iş yerlerindeki elektronik aletlerin arızalanması gerektiği, davacıdan başka arıza bildirenin bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine;Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 07.04.2010 tarihli 2009/8290 esas, 2010/4038 karar sayılı ilamı ile , bilirkişinin tomografi cihazı konusunda uzmanlığının bulunmamasına göre yetersiz bilirkişi raporunun hükme esas alınmasının doğru olmadığını,elektrik dalgalanmasının olduğu saatlerde başka arıza ihbarlarının bulunmaması, gerilim hatlarında elektrik voltajının düşmediğini göstermeyeceği,o anda elektrikli aletlerin kullanılmaması nedeniyle arıza olmaması veya elektrik dalgalanmasından aletin zarar görmemesi gibi nedenlerle şikayet bildirilmemiş olması, elektrik dalgalanmasından dolayı davacının zarar göremediği anlamına gelmeyeceği,

yerel mahkemece, dosyaya toplanan belge ve bilgilere göre tomografi cihazının gerilim hatlarındaki dalgalanmadan arızalandığı benimsenerek, davacının uğradığı zararın kapsamı belirlenip varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yetersiz bilirkişi raporuna göre istemin tümden reddedilmiş olması usul ve yasaya aykırı olduğundan hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Bozma ilamı sonrasında yapılan yargılama sonucunda mahkemece; davacı tarafından sunulan ve dava konusu tomografi cihazının davacı Hastane tarafından yaptırılan teknik servis bakım raporlarında .alınması tavsiye edildiği halde bu tavsiyeye uyulmadığı, dosyanın gönderilmiş olduğu konusunda uzman bilirkişinin .ortaya çıkan zararın .meydana gelen kesintiden dolayı arızalanmadığı,.onarım ve hatta sigorta sisteminin olmayışından kaynaklanan bir zarar olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine; Dairemizin 24.02.2014 tarihli 2013/18570 esas 2014/2688 karar sayılı ilamı ile mahkemece, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin bozma ilamına uyulmasına karar verilmiş olmasına rağmen bozma ilamının gereği yerine getirilmediğini,Yargıtay’ın bozma kararına uyulması ile bozma kararı lehine olan taraf yararına usuli hak doğduğunu, mahkemece; Yargıtay 4.Hukuk Dairesi`nin bozma ilamında belirtildiği şekilde; tomografi cihazının gerilim hatlarındaki dalgalanmadan arızalandığı benimsenerek, davacının uğradığı zararın kapsamı belirlenip, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Bozma ilamı sonrasında yapılan yargılama sonucunda mahkemece; gerek mahallinde yapılan keşif, gerekse dosya kapsamında alınan elektrik - elektronik mühendisi. emekli başmüfettişi. ve tıbbı cihazlar (medikal) uzmanı . birbirini tamamlayan raporlarında, dava konusu cihazda oluşan arızanın.kaynaklanan şehir şebekesinde meydana gelen elektrik kesintisi veya dalgalanmadan meydana gelmediği yönünde rapor düzenlemiş olduklarını, hiçbir hakimin mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olmayan bir cihaz arızası karşısında; konusunda uzman üç farklı bilirkişinin görüşünün benimsenmeyerek davanın kabulü yönünde karar verilmesi ve davalının kusursuz olduğu bir olay karşısında bedel ödemek zorunda bırakılması hiçbir hukuk normu ve hakkaniyet ile bağdaşmayacağı gerekçesi ile bozma ilâmına uyulmayarak önceki kararda direnilmesine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

02.12.2016 tarihinde yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanunun 43. maddesi ile değişik 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 373. maddesinin 5.fıkrası “İlk derece mahkemesi veya bölge adliye mahkemesi kararında direnirse, bu kararın temyiz edilmesi durumunda inceleme, kararına direnilen dairece yapılır. Direnme kararı öncelikle incelenir. Daire, direnme kararını yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderir” hükmünü içermektedir.

Aynı Yasanın 45. maddesiyle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunununa eklenen geçici 4. maddesinin ikinci fıkrasında “Bu maddeyi ihdas eden Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda bulunan dosyalar, kararına direnilen daireye gönderilir.”, 4. fıkrasında ise “ Daire, mümkün olan en kısa sürede direnme kararını inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna gönderir.” hükmü getirilmiştir.

Anılan Yasa maddeleri gereğince, yerel mahkemece verilen direnme kararına yönelik olarak yeniden inceleme yapılması neticesinde; yapılan keşif ve dosya kapsamında alınan elektrik - elektronik mühendis. emekli başmüfettişi . ve tıbbı cihazlar (medikal) uzmanı . teknik raporlarında, dava konusu cihazda oluşan arızanın . kaynaklanan şehir şebekesinde meydana gelen elektrik kesintisi veya dalgalanmadan meydana gelmediğinin belirtildiği ,davalının kusursuz olduğu anlaşılmakla,mahkemece verilen direnme kararının yerinde ve doğru olduğu, yerel mahkemece bu hususun kurulan yeni hükümle açıklandığı anlaşıldığından; dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davacı tarafın yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan direnme hükmünün 6763 sayılı Kanunun 44. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa eklenen geçici 4. maddesinin 4. fıkrası uyarınca ONANMASINA, HUMK`nun 440/I. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23/01/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/32875 Karar : 2017/143 Tarih : 6.01.2017

  • HMK 373. Madde

  • Bozmaya Uyma veya Direnme

Şikayetçi Başbakanlık Toplu Konut İdaresi Başkanlığı’nın icra mahkemesine başvurarak, alacaklılar tarafından başlatılan ve … 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kamulaştırmasız el atma davasına ilişkin kararına dayalı ilamlı takipte, 5999 sayılı Kanun ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanuna eklenen geçici 6.madde amir hükmü ve 6111 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesi uyarınca; idarelerinin mal, hak ve alacaklarına haciz konulamayacağından bahisle konulan tüm hacizlerin kaldırılmasına karar verilmesini talep ettiği, mahkemece dayanılan mevzuat hükümlerinin AİHS’nin 1 nolu protokolüne aykırı olması nedeniyle uygulanamayacağından bahisle şikayetin reddine dair verilen kararın Dairemizce, 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun geçici 6. maddesinin son fıkrasında yer alan haczedilmezliğe ilişkin düzenlemenin, anılan maddenin yürürlük tarihinden sonra ve bu maddeye göre uzlaşma prosedürünün uygulanması sonucunda uzlaşma tutanağı ile ya da mahkeme ilamı ile tazminat ödenmesine karar verilmesi durumunda, anılan tazminatın tahsili için yapılacak icra takiplerine ilişkin olduğu, maddenin yürürlük tarihi olan 30.06.2010 tarihinden önce hüküm altına alınmış kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat alacaklarının ise anılan madde kapsamında bulunmadığından, böyle bir alacağın tahsili amacıyla yapılan icra takipleri nedeniyle bu maddenin son fıkrasında yer alan haczedilmezliğe ilişkin hükmün uygulanmasının mümkün olmadığı gerekçesiyle bozulduğu, mahkemece söz konusu Dairemiz bozma kararına karşı direnildiği görülmektedir.

Somut olayda; dosya içerisindeki belgelerden takibe konu ilamın 04.11.1983 tarihinden önceki kamulaştırmasız elatmaya ilişkin olup olmadığı anlaşılamamaktadır. Az yukarda belirtildiği üzere, 5999 sayılı Kanun’un 1. maddesi ile 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’na eklenen Geçici 6. madde hükümleri 04.11.1983 tarihinden önceki kamulaştırmasız elatma işlemlerine uygulanacağından, mahkemece takibe konu ilamın 04.11.1983 tarihinden önceki kamulaştırmasız elatma işlemine ilişkin olup olmadığı araştırılarak, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Dairemizce verilen 25.09.2012 tarih ve 2012/10346 E. 2012/27933 K. sayılı bozma kararı yukarıda yer verilen gerekçeyle usul ve yasaya uygun bulunmuş olup mahkemece verilen direnme kararının yerinde olmadığı anlaşıldığından, temyiz incelemesinin yapılmak üzere dosyanın 6763 sayılı Kanun’un 43.maddesi ile değişik 6100 sayılı HMK’nun 373. maddesinin 5.fıkrası uyarınca yetkili ve görevli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na gönderilmesine, 06.01.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas: 2015/22-2240 Karar: 2017/326 Tarih: 22.02.2017

  • HMK 373. Madde

  • Bozmaya Uyma veya Direnme

Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Diyarbakır 1.İş Mahkemesi’nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 25.09.2012 gün ve 2011/915 E., 2012/644 K sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 19.11.2013 gün ve 2012/28520 E. 2013/25534 K. sayılı kararı ile “fazla çalışma alacağı” yönünden bozulmuş, bozma üzerine Diyarbakır 1. İş Mahkemesince 07.05.2014 gün ve 2013/1442 E. 2014/334 K. sayılı kararı ile verilen direnme hükmünün davalı vekili tarafından temyizi üzerine hüküm ikinci kez Yargıtay 22. Hukuk Dairesi’nin 23.09.2014 gün ve 2014/21513 E., 2014/25177 K. sayılı kararı ile;

(… Davacı vekili, müvekkilinin iş sözleşmesinin haklı bir sebep olmaksızın davalı işverence feshedildiğini ileri sürerek, davalıdan kıdem, ihbar tazminatı ile sair işçilik alacaklarının tahsilini istemiştir.

Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, bozma ilamı doğrultusunda fazla mesai alacağının kabulüne karar verildiği halde sair taleplerle ilgili olarak bozma kapsamı içinde olmadığından bahisle hüküm kurulmamıştır.

Karar, davalı vekilince temyiz edilmiştir.

1-)Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-)Dosyada sorun bozma üzerine verilen kararda bozma dışında kalan hususlarda yeniden hüküm kurulup, kurulmayacağıdır.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297. maddesi6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297. maddesi uyarınca, mahkeme kararlarının;

a-)Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini,

b-)Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini,

c-)Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri,

ç)Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini,

d-)Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını,

e-)Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi, içermesi, hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi zorunludur. Bu biçim yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereğidir. Aksi hal, hükmün infazında zorluklara ve tereddütlere, yargılamanın ve davaların gereksiz yere uzamasına, davanın tarafı bulunan kişi ve kurumların mağduriyetlerine sebebiyet verecek ve Kamu düzeni ve barışını olumsuz yönde etkileyecektir. (Hukuk Genel Kurulu - 2007/14-778 esas, 2007/611 karar)

Hükmün bir kısmının bozma kapsamı dışında bırakılması bu kısımların bağımsız bir şekilde onandığını göstermez, hükmün bir kısmının bozma kapsamı dışında bırakılmasının amacı bu kısımların doğru olduğunu belirlemek, bozmanın sınırlarını çizmek ve bu şekilde usulü kazanılmış hakları oluşturup, korumaktır.

Bozma kararı üzerine önceki hüküm tamamen ortadan kalkar. Bu sebeple bozma kararından sonra da mahkemece Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddesinde belirtilen unsurları taşıyacak şekilde yeni bir karar verilmek zorundadır.

Somut olayda, mahkeme tarafından hükmüne uyulan bozma kararı doğrultusunda yapılan inceleme sonunda kabul edilen kısım açısından verilen karar doğru olmakla birlikte, bozma kapsamı dışında kalan alacaklar hakkında hüküm kurulmamış olması hatalı olup kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir…),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.

Yerel mahkemece ilk kararda davacının izinsiz ve mazeretsiz olarak ardı ardına 3 gün işe devam etmediği, işverenlikçe yapılan feshin süresinde ve haklı olduğu bu sebeple kıdem ve ihbar tazminatına dair taleplerin yerinde olmadığı; davacının fazla çalışma alacağı, yıllık izin, UBGT alacağı ve servis ücreti taleplerine ise hak kazandığı belirtilerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı … tarafından temyiz edilmiştir.

Özel Dairece davalı Bakanlığın bir kamu kurumu olduğu ve kamu kurumlarında yapılan çalışmaların, harcamaların ve gelir ve giderlerin kayıt ve belgeye bağlanmasının zorunlu olduğu dikkate alındığında fazla çalışma isteğinin salt şahit sözlerine (beyanlarına) dayanılarak kabulünün isabetli olmadığı, eksik araştırma ve inceleme ile karar verildiği gerekçesiyle karar bozulmuştur.

Yerel mahkemece Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) hükümlerinin kamu kurumu olsun veya olmasın herkese eşit uygulanması gerektiği, davalı kurumun vekille temsil olunduğu ve davalı kurum vekili tarafından ileri sürülmeyen bir delilin mahkemece resen toplanamayacağı, bu durumun özel hukuk yargılamasının temel ilkelerinden olan ve HMK’nın 25. maddesinde de açıkça düzenlenen taraflarca getirilme ilkesine aykırı olacağı gerekçesiyle fazla çalışma alacağının kabulü yönünde direnme hükmü kurulmuştur.

Direnme hükmünün davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece karar yukarıda başlık kısmında belirtilen gerekçelerle ikinci kez bozulmuştur.

Yerel Mahkemece bu kez; Özel Dairenin ilk bozma kararına karşı verilen direnme kararının Yargıtay 22.HD’ nin 2014/21513 E. ve 2014/25177 K. sayılı kararı ile bozulduğu, bu aşamada direnme kararı verildiğinin Özel Dairece gözden kaçırıldığı, direnme kararının inceleme merciinin Hukuk Genel Kurulu olduğu, ayrıca bozma dışında kalan konuların kesinleştiği, bozma kararına uyulmuş olsa dahi bozma kararının dışında kalan kısımların kesinleştiği, Yargıtay İBK’nın 04.02.1959 gün ve 13/5 E. K. sayılı içtihadı birleştirme kararı uyarınca bozma dışında kalan kısımlar açısından usulü kazanılmış hak oluştuğu gerekçesiyle bir önceki hükümde yeniden direnilmiştir.

İkinci direnmeye dair hüküm davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlık Özel Daire’nin 23.09.2014 tarihli kararı ile sair yönler hakkında temyiz isteminin reddedildiği gözetildiğinde bozma kararı dışında kalarak kesinleşen hususlar hakkında yeniden hüküm kurulmasının gerekli olup olmadığı noktasındadır.

Bilindiği üzere 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. ve 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 373. maddesi uyarınca direnme kararının temyizi halinde temyiz incelemesi, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır.

Somut olayda mahkemece verilen 07.05.2014 tarihli ilk direnme hükmünün davalı vekili tarafından temyizi üzerine Özel Dairece bozmaya uyulduğu gerekçesiyle yeniden inceleme yapılmış, bu kez direnmeye konu fazla çalışma alacağı talebinin kabulüne dair hüküm onanmış ancak kesinleştiği belirtilen ve bozma dışında kalan hususlar hakkında hüküm kurulmamasının hatalı olduğu belirtilerek hüküm bozulmuştur. Yukarıda değinildiği üzere mahkemece verilen ilk direnme hükmünün Hukuk Genel Kurulu yerine ilgili Özel Daire tarafından incelenmesi doğru görülmemiştir.

Ne var ki mahkemece bozma sonrası “bozma dışında kalan konuların kesinleştiği, Yargıtay İBK’nin 04.02.1959 gün ve 13/5 E. K. sayılı içtihadı birleştirme kararı uyarınca bozma dışında kalan kısımlar açısından usulü kazanılmış hak oluştuğu” demek suretiyle ikinci kez direnme hükmü kurulmuş ise de;

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hükmün Kapsamı” başlıklı 297. maddesinde yer alan;

“(1) Hüküm “Türk Milleti Adına” verilir ve bu ibareden sonra aşağıdaki hususları kapsar:

a-) Hükmü veren mahkeme ile hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin ad ve soyadları ile sicil numaraları, mahkeme çeşitli sıfatlarla görev yapıyorsa hükmün hangi sıfatla verildiğini,

b-) Tarafların ve davaya katılanların kimlikleri ile Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası, varsa kanuni temsilci ve vekillerinin ad ve soyadları ile adreslerini,

c-) Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri,

ç) Hüküm sonucu, yargılama giderleri ile taraflardan alınan avansın harcanmayan kısmının iadesi, varsa kanun yolları ve süresini,

d-) Hükmün verildiği tarih ve hâkim veya hâkimlerin ve zabıt kâtibinin imzalarını,

e-) Gerekçeli kararın yazıldığı tarihi,

(2) Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” ve ,

“Hükmün Yazılması” başlıklı 298.maddesinde yer alan;

“(1) Hüküm, hükmü veren hâkim, toplu mahkemelerde başkan veya hükme katılmış olan hâkimlerden başkanın seçeceği bir üye tarafından yazılır.

(2) Gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz.

(3) Hükümde gerekçesi ile birlikte karşı oya da yer verilir.

(4) Hüküm, hükmü veren hâkim veya hâkimler ile zabıt kâtibi tarafından imzalanır.” hükümleri gözetildiğinde yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereği olarak kararın hüküm fıkrasında yer alan ve bozmaya konu yapılmayan kısım yönüyle de ilk hükümdeki gibi karar verilmesi gerekmektedir. Aksi durum yeni tereddütler ve ihtilaflar yaratır. Hatta giderek denilebilir ki, dava içinden davalar doğar ve hükmün hedefine ulaşması engellenir. Kamu düzeni ve barışı oluşturulamaz.

Yerel mahkeme kararı, bozma kararı ile birlikte ortadan kalkıp hukuki geçerliliğini yitirmekte olup, bozulan karar sonraki kararın eki niteliğinde değildir. Bu sebeple bozma kararından sonra kurulacak yeni hüküm nın 297. maddesine uygun olarak oluşturulmalıdır.

Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.10.2011 gün ve 2011/20-607 E.-604 K.; 10.10.2012 gün ve 2012/9-851 E., 2012/705 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler vurgulanmıştır.

Bu durumda mahkemenin 23.01.2015 tarihli ikinci direnmeye dair hükümde HMK’nın 297.maddesi gözetilmeksizin, yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı görüldüğünden direnme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı BOZULMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 22.02.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas: 2014/8-2485 Karar: 2015/850 Tarih: 25.02.2015

  • HMK 373. Madde

  • Bozmaya Uyma veya Direnme

Taraflar arasındaki “katılma alacağı” davasının yapılan yargılaması sonucunda Küçükçekmece 3. Aile Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 2.12.2013 gün ve2013/823 E., 2013/1111 K. sayılı kararın davalı vekilince süresinde temyiz edildiğinin anlaşılmasından ve dosyadaki tüm kağıtların okunmasından sonra gereği düşünüldü:

Karar: Dava, katılma payı alacağı istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkilinin davalı ile 31.8.2000 tarihinde evlendiğini, daha sonra evliliğin çekilmez hale gelmesi sebebiyle 23.3.2006 tarihinde boşandıklarını, davalının polis memuru olduğunu, davacının ise 1998 yılından beri ticaretle uğraştığını, müvekkilinin ticari kazanımlarıyla 19026 parselde bulunan daireyi satın aldığını, eşler arasındaki güven ilişkisinden dolayı taşınmazın davalı adına tescil edildiğini, taraflar arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğunu, bu sebeple müvekkilinin katılma alacağının bulunduğunu belirterek, fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla 50.000,00 TL katılma alacağının dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, 4721 Sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 178. maddesi gereği 1 yıllık zamanaşımı süresinin geçtiğini, davacının iş sahibi olmadığı için davaya konu taşınmazı almasının mümkün olmadığını, taşınmazı kendi birikimleriyle aldığını, bedelini borçlanarak ödediğini belirterek davanın reddini istemiştir.

Yerel mahkemece, davanın kabulüne dair verilen karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece “taraflar arasındaki boşanma kararının 14.9.2006 tarihinde kesinleştiği, eldeki mal rejimi davasının T.M.K.’nun 178. maddesinde yer alan bir yıllık zamanaşımı süresinin geçirilmesinden sonra 4.12.2008 tarihinde açıldığı, zamanaşımı definin de süresinde yapıldığı gözetilerek zamanaşımı sebebiyle davanın reddine karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulmuştur.

Yerel mahkemece, bozma ilamına uyularak T.M.K.’nun 178. maddesinde yer alan bir yıllık zamanaşımı süresinde açılmayan davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekilince temyiz edilen 2. karar Özel Dairece “H.G.K. kararlarında katılma alacağına dair davalarda T.M.K.’nun 5. maddesi yollamasıyla 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununun (T.B.K.) 146. maddesinde yer alan 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğinin kabul edildiği, eldeki davanın da bu süre içinde açıldığı, dolayısıyla işin esasına girilerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerektiğine işaretle bozulmuştur.

Yerel mahkemece, 2. bozma kararına da uyularak davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararın davalı vekilince temyiz edilmesi üzerine dosya kendilerine gelen Özel Dairece; 30.4.2013 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6460 Sayılı Kanun’un 1. maddesiyle 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 373. maddesinde yapılan değişiklikle anılan maddenin 5. fıkrasından sonra gelmek üzere ve 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun değiştirilmeden önceki 429. maddesinde yapılan değişiklikle anılan maddenin 3. fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra uyarınca temyiz inceleme görevinin H.G.K.na ait olduğu gerekçesiyle temyiz incelemesinin yapılması için dosya Hukuk Genel kuruluna gönderilmiştir.

H.G.K.nda yapılan görüşme sırasında, işin esasının incelenmesine geçilmeden önce iki husus ön sorun olarak ele alınmıştır.

Bu ön sorunlardan ilki; Yerel mahkeme kararına yönelik temyiz itirazlarını inceleme görevinin, H.G.K.na mı yoksa Özel Daireye mi ait olduğu hususudur.

Öncelikle belirtilmelidir ki; 17.4.2013 tarih ve 6460 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunuyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle 18.6.1927 tarihli ve 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 439. maddesinin 5. fıkras 5. fıkrasından ve 1086 Sayılı Kanun’un 26.9.2004 tarihli ve 5236 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16. maddesiyle değiştirilmeden önceki 429. maddesinin 3. fıkras 3. fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra:

“Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her halde Yargıtay H.G.K.nca yapılır”

Hükmüne amir olup anılan maddenin gerekçesinde ise; “Madde ile, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların mevzuatta bir değişiklik olmadığı halde, önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine ilk derece mahkemesince verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtayın ilgili dairesi yerine Yargıtay H.G.K.nca yapılması öngörülmektedir…” denilmektedir.

Yapılan bu değişiklikle kanun koyucu tarafından Yargıtay H.G.K.na yeni bir görev verilmiş; davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine yerel mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Yargıtay H.G.K.nda yapılması öngörülmüştür.

Öte yandan H.G.K.nun görevi davanın esastan reddini veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararlarla sınırlı bulunmaktadır.

Bu nedenle, nihai karar kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (H.M.K.’nun 294/1 maddesinde mahkemelerin usule veya esasa dair bir nihai kararla davayı sona erdireceği belirtilmektedir. Bilindiği gibi, hakimin davadan el çekmesini gerektiren, davayı sonuçlandıran kararlarına nihai kararlar denilmektedir. Nihai kararlar, usule dair nihai kararlar veya esasa dair nihai kararlar (hükümler) olmak üzere ikiye ayrılır. Usule dair nihai kararlar, davanın esasıyla ilgili olmayan kararlar olup, başka bir ifadeyle mahkemenin maddi hukuk bakımından değil de usul hukuku bakımından verdiği kararlardır (Pekcanıtez, Hakan/Atalay, Oğuz/Özekes, Muhammet: Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku, 11. Bası, Ankara 2011, s.540). Bu nedenle, mahkemece verilen görevsizlik, yetkisizlik, davanın açılmamış sayılmasına dair kararlar usule dair nihai kararlar olduğu gibi, dava şartı yokluğu sebebiyle verilen, usulden ret kararları (H.M.K.m.115/2) da, usule dair nihai kararlardır.

Esasa dair kararlar ise, hakimin uyuşmazlığın esasını inceleyerek verdiği kararlardır (H.M.K. m. 294/1). Yani davada ileri sürülen taleplerin maddi hukuk açısından incelenerek esas bakımından kabul veya reddine ya da kısmen kabul ve kısmen reddine dair kararlardır (Pekcanıtez/Atalay/Özekes: age., s.540 ). Esasa dair nihai kararla taraflar arasındaki uyuşmazlık (esastan) sona erer ve hüküm kesinleşince (kesin hüküm ortaya çıkınca), artık o uyuşmazlık (dava konusu) hakkında, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava açılamaz; açılırsa, kesin hükümden dolayı reddedilir (H.M.K.m.303) (Kuru, Baki:Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt:3, s.3005).

Bu noktada, somut uyuşmazlığın çözümü bakımından zamanaşımı kavramıyla zamanaşımı sebebiyle verilen kararların hukuki niteliği üzerinde durulmasında da yarar vardır.

Özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde kanunun kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir.

Mülga 818 Sayılı Borçlar Kanunu (B.K.’nun 125-140. (6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu (T.B.K.’nun 146-161) maddeleri arasında düzenlenen zamanaşımı, hakkın ileri sürülmesini engelleyici nitelikte olup, alacak hakkı alacaklı tarafından, Kanunun öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir deyişle, dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda Devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu halde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber, artık doğal bir borç (Obligationaturalis) haline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması, onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli değildir; bunun için borçlunun, kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir def’ide bulunması gerekir (HGK’nun 5.5.2010 gün ve 2010/8-231 E., K:255; HGK’nun 9.10.2013 gün ve 2013/4-36 E., K:2013/1457 Sayılı ilamları).

Yargıtay’ın istikrar kazanmış son uygulamalarına göre, zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle, maddi hukuktan kaynaklanan bir def’i olup; usul hukuku anlamında ise, bir savunma aracıdır (Kuru, Baki: age, Cilt:2, s.1761; VonTuhr. A.: Borçlar Hukuku (C.Edege Çevirisi), Ankara 1983, Cilt:1-2, s.688 vd.; Canbolat, Ferhat:Def’i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri Sürülmesinin Hukuki Sonuçları, eühf Dergisi, Cilt:III, Sayı:1, Kayseri 2008, s.255 vd.; HGK’nun 6.4.2011 gün ve 2010/9-629 E., K:2011/70; HGK’nun 9.10.2013 gün ve 2013/4-36 E., K:2013/1457; HGK’nun 12.3.2014 gün ve 2013/4-544 E., K:2013/315 Sayılı ilamları).

Nitekim, Türk-İsviçre Öğretisinde ağırlıklı görüşün ve İsviçre Federal Mahkemesi’nin de, zamanaşımını maddi hukuka dair bir kavram olarak kabul ettikleri anlaşılmaktadır (Ayrıntılı bilgi için bakınız. Erdem, Mehmet:Özel Hukukta Zamanaşımı, 1. Baskı, İstanbul 2010, Sahife:8, dipnot 15-16; Tutumlu, M.Akif:age., s.26).

İşte bu sebeple zamanaşımı, hüküm ve sonuçlarını maddi hukuk alanında doğurur ve hakkın ileri sürülmesini engelleyici nitelikte olması sebebiyle zamanaşımı sebebiyle verilen kararlar da davayı esastan çözümleyen, taraflar arasındaki uyuşmazlığı sona erdiren nihai kararlardır (H.M.K.m.294/1) (Özkaya, Eraslan: Özel Hukukumuzda Zamanaşımı ve Hakdüşürücü süreler, 1. Baskı, Seçkin, 2012, s.189). Zamanaşımı sebebiyle verilen karar kesinleşince, artık o uyuşmazlık hakkında, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava açılamaz; açılırsa, kesin hükümden dolayı reddedilir (H.M.K.m.303.303; Erdem, Mehmet:age., s.8).

Somut olayda, katılma alacağı istemiyle açılan davada yerel mahkemece davanın kabulüne dair verilen karar, Özel Dairece “bir yıllık zamanaşımı süresi içinde açılmayan davanın reddine karar verilmesi gerektiği” gerekçesiyle bozulmuştur. Yerel mahkemece, 1. bozma ilamına uyularak davanın reddine karar verilmiştir. Davacı vekilince temyiz edilen 2. karar Özel Dairece bu kez de “uyuşmazlığa 10 yıllık zamanaşımının uygulanacağı belirtilerek işin esasına girilerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi” gerektiğine işaretle bozulmuştur. yerel mahkemece, 2. bozma kararına da uyularak davanın kabulüne karar verilmiştir.

6460 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunuyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle6460 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunuyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle usul yasalarına eklenen fıkra uyarınca davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine yerel mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi Yargıtay Hukuk Genel kurulunca yapılacaktır. Az yukarda belirtildiği üzere zamanaşımı sebebiyle davanın reddine dair verilen kararlar davayı esastan çözümleyen nihai kararlardan olup, yerel mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin H.G.K.nca yapılacağına oybirliğiyle karar verilmiştir.

İkinci ön sorun ise; yerel mahkemece 1. bozma ilamına uyulmakla davalı yararına usuli kazanılmış hakkın oluşup oluşmadığı hususudur.

Öncelikle, usuli kazanılmış hak ile ilgili şu açıklamaların yapılmasında yarar vardır.

Mülga 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda ve 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nda “usuli kazanılmış hak” kavramına dair açık bir hüküm bulunmamaktadır.

Bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamalarıyla geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemiyle taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulunun 4.2.1959 gün ve 1957/13-1960/5; 9.5.1960 gün ve 21/9 Sayılı ilamlarında açıklandığı üzere, bir mahkemenin Yargıtay’ca verilen bozma kararına uyması sonunda kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince karar verme mükellefiyeti meydana gelir ve bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozmada gösterilen esaslara aykırı bulunması, usule uygun sayılamaz ve bozma sebebidir; meğer ki, bu aykırılık sadece bozma kararında gösterilen bir usul kaidesine dair bulunsun ve son kararın neticesini değiştirecek bir mahiyet arz etmesin. Mahkemenin bozma kararına uymasıyla meydana gelen durum uyarınca muamele yapma ve hüküm verme durumu, taraflardan birisi lehine ve diğeri aleyhine hüküm verme neticesini doğuracak bir durumdur ve buna usuli kazanılmış hak yahut usule ait kazanılmış hak denilmektedir.

Hemen belirtelim ki; bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlayacağımız bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirdiği gibi, mahkemenin kararını bozmuş olan Yargıtay Hukuk Dairesince de, sonradan, ilk bozma kararıyla benimsemiş olduğu esaslara ve dolayısıyla oluşan usuli kazanılmış hakka aykırı bir şekilde 2. bir bozma kararı verilmesini yasaklamaktadır.

Usul Kanunumuzda usule ait kazanılmış hakka dair açık bir hüküm konulmuş değilse de Yargıtay’ın bozma kararının hakka ve usule uygun karar verilmesini sağlamaktan ibaret olan gayesi ve muhakeme usulünün hakka varma ve hakkı bulma maksadıyla kabul edilmiş olması yanında, hukuki alanda istikrarı sağlamak amacına ermek üzere kabul edilmiş bulunması bakımından usule ait kazanılmış hak müessesesi, usul kanununun dayandığı ana esaslardandır ve kamu düzeni ile de ilgilidir.

Gerçekten, mahkemenin doğru bularak uyduğu ve yahut kanun gereğince uymak zorunda olduğu bozma kararıyla dava, usul ve yasaya uygun bir çığıra sokulmuş demektir. Buna aykırı karar verilmesi, usul ve yasaya uygunluktan uzaklaşılması manasına gelir ki, böyle bir netice asla kabul edilemez. Bundan başka, mahkemenin bozma kararına uygun karar vermesine rağmen Yargıtay’ın ilk bozmasıyla benimsenmiş olan yasaya veya usule ait hükümlere aykırı şekilde 2. bir bozma kararı vermesi, usul hükümleriyle hedef tutulan amacı zedeler ve hatta kararlara karşı duyulması gereken genel güveni dahi sarsar.

Esasen, hukukun kaynağı, sadece kanun olmayıp, mahkeme içtihatları dahi hukukun kaynaklarından oldukları cihetle, söz konusu, usuli kazanılmış hak için kanunda açık hüküm bulunmaması, onun kabul edilmemesini gerektirmez.

Kazanılmış haklar Hukuk Devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın 2. maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ve kabul edilemez.

Yargıtay içtihatlarıyla kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatlarıyla geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır:

Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir içtihadı birleştirme kararı (9.5.1960 gün ve 21/9 Sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili yeni bir kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır.

Benzer şekilde; uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesince iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (H.G.K.nun 21.1.2004 gün ve 2004/10-44 E., K:2004/19; H.G.K.nun 20.12.2013 gün ve 2013/23-131 E., K:2013/1681 Sayılı ilamları).

Bu sayılanların dışında ayrıca; görev konusu, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı ve harç gibi kamu düzeniyle ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez ( Baki, Kuru: age, Cilt:5, s:4738 vd).

Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için; bir davada, ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemiyle taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir (Yargıtay H.G.K.’nun 12.7.2006 gün ve 2006/4-519 E., K:527; H.G.K.’nun 31.5.2006 gün ve 2006/10-307 E., K:337; H.G.K.’nun 10.5.2006 gün ve 2006/4-230 E., K:288; H.G.K.’nun 4.3.2009 gün ve 2009/10-34 E., K:104; H.G.K.’nun 14.7.2010 gün ve 2005/8-368 E., K:2010/385; H.G.K.’nun 20.12.2013 gün ve 2013/23-131 E., K:2013/1681 Sayılı ilamları).

Bu kapsamda vurgulanmalıdır ki, maddi hataya dayalı olan bir bozma kararına uyulmuş olunması halinde oluşan usuli kazanılmış hakka değer verilmesi mümkün değildir. Maddi hataya dayalı bozma kararına uyulmuş olması itibarıyla kazanılmış hakkın bulunmadığından söz edilebilmesi için ancak, Yargıtay Dairesinin vardığı sonuç her türlü değer yargısının dışında hiçbir suretle başka biçimde yorumlanamayacak, tartışmasız ve açık bir maddi hata olarak belirlenmesi gerekir. Yine özellikle belirtilmelidir ki, bozma kararında hukuki yönden bir niteleme yapılmış veya deliller belli bir doğrultuda değerlendirilerek bozma kararı verilmişse, bu karara uyulması halinde bozmayı yapan Daire hukuki görüş değiştirirse ya da delil değerlendirmesinin yanlış olduğunu sonradan benimsese dahi maddi hatadan söz edilemez ve usuli kazanılmış hakkın doğduğunun kabulü gerekir.

Nasıl ki, usuli kazanılmış hak kurumu Yargıtay içtihatlarıyla benimsenmişse, bu kuralın istisnaları da yine Yargıtay içtihatlarıyla benimsenmiştir. Yukarıda usuli kazanılmış hak kuralının istisnaları sayılmış olmakla birlikte; konu, bu sayılanlarla sınırlı değildir. Usuli kazanılmış hak kuralının istisnaları saptanırken genel ilke, kamu düzenidir. Bu sebeple kamu düzeninin gerektirdiği durumlarda, başkaca istisnalar da gündeme gelebilir.

Bu aşamada H.G.K.nun yerel mahkemelerce verilen direnme kararlarının temyizi üzerine verdiği kararların usuli kazanılmış hakkın istisnalarından olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.

Bilindiği üzere 1/3 maddesindeki “Hakim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.” hükmü uyarınca hakimler karar verirken yargı kararlarından yararlanabilir. Ülkemizin hukuk hayatında yargısal içtihatlar denildiği zaman akla ilk olarak Yargıtay’ın kararları gelir. Fakat hakimin bütün mahkeme kararlarından olduğu gibi, Yargıtay’ın kararlarından da ancak yararlanması söz konusu olabilir; hakim onları aynen uygulamak zorunda değildir. Türk hukuk sisteminde Anglo Amerikan hukukunda olduğu gibi “örnek kararlar sistemi” (caselaw) mevcut değildir. Yani hakimler kendilerinin vermiş oldukları önceki kararlarla bağlı olmadıkları gibi, Yargıtay’ın içtihadı birleştirme kararları dışındaki kararları ile de bağlı değildirler (Akipek, Jale/ Akıntürk, Turgut/ Karaman, D. Ateş: Türk Medeni Hukuku, Cilt:1 Başlangıç Hükümleri, Kişiler Hukuku, 8. Bası, Eylül 2011, İstanbul, s.140-141).

H.G.K.nun yerel mahkemelerce verilen direnme kararının temyizi üzerine verdiği kararlar belirli (somut) bir davayı sonuçlandırmak için verilmekte olup bu kararlarda Kanundaki bir hükmün yorumlanması veya bir kanun boşluğunun doldurulması suretiyle bir ilke de ortaya konulabilir. Genel Kurulun bir ilke ortaya koymak üzere verdiği kararlara prensip kararlar denir. H.G.K.nca verilen bu kararlar, bir ilke ortaya konulmuş olsa dahi sadece direnme kararı veren yerel mahkemeyi bağlar (H.U.M.K.m.439; H.M.K.m. 373/7).

İşte bu sebeple H.G.K.nun yerel mahkemelerce verilen direnme kararlarının temyizi üzerine verdiği kararların usuli kazanılmış hakkın istisnalarından olduğunu kabul etmek mümkün değildir.

Somut olayda Özel Dairece yapılan hukuki değerlendirme sonucu katılma alacağına dair davaların 178. maddesi uyarınca 1 yıllık zamanaşımına tabi olduğu gerekçesiyle ilk bozma kararı verildiği halde, 2. bozma kararında ise hukuki görüş değiştirilerek uyuşmazlığa 5. maddesi yollamasıyla 146. maddesinde yer alan 10 yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiği gerekçesiyle yerel mahkeme kararı bozulmuştur. Az yukarda belirtildiği üzere hukuki görüş değişikliğinin usuli kazanılmış hakkın istisnası olduğunun kabulü mümkün olmadığı gibi, hukuki görüş değişikliğinin maddi hata olarak da değerlendirilmesi mümkün değildir.

H.G.K.nda yapılan görüşmede azınlıkta kalan görüş sahiplerince H.G.K. Kararlarının usuli kazanılmış hakkın istinası olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de; çoğunlukça yukarda belirtilen gerekçelerle bu görüş benimsenmemiştir.

Bu durumda, mahkemece verilen davanın kabulü yönündeki ilk kararın, Özel Dairece bir yıllık zamanaşımı süresi içinde açılmayan davanın reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulması üzerine yerel mahkemece bozma ilamına uyulmakla davalı yararına usulü kazanılmış hak doğmuştur.

Öyleyse, bu aşamadan sonra yerel mahkemenin bozma ilamına uyarak davanın reddine dair verdiği kararın Özel Dairece, usulü kazanılmış hakka aykırı olarak önceki bozma ilamının aksine uyuşmazlığa 10 yıllık zamanaşımının uygulanacağı belirtilerek işin esasına girilerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerektiğine işaretle bozulması hukuken olanaklı değildir.

Hal böyle olunca, yerel mahkemece 1. bozma ilamına uyulmakla davalı yararına usuli kazanılmış hakkın oluştuğu gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın salt bu sebeple bozulması gerekmiştir.

Sonuç: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle Yerel Mahkeme kararının yukarda gösterilen nedenlerden dolayı 6217 Sayılı Kanunun 30. maddesiyle 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istenmesi halinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, 25.02.2015 tarihinde oyçokluğu ile, karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS