0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Kanun Yararına Temyiz

HMK Madde 363

(1) (Değişik: 20/7/2017-7035/33 md.) İlk derece mahkemelerinin kesin olarak verdikleri kararlar ile istinaf incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlarına ve bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla kesin olarak verdikleri kararlar ile yine bu sıfatla verdikleri ve temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlarına karşı, yürürlükteki hukuka aykırı bulunduğu ileri sürülerek Adalet Bakanlığı veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kanun yararına temyiz yoluna başvurulur.

(2) Temyiz talebi Yargıtayca yerinde görüldüğü takdirde, karar kanun yararına bozulur. Bu bozma, kararın hukuki sonuçlarını ortadan kaldırmaz.

(3) Bozma kararının bir örneği Adalet Bakanlığına gönderilir ve Bakanlıkça Resmî Gazetede yayımlanır



HMK Madde 363 Gerekçesi

İlk derece mahkemelerinin ve bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinin kesin olarak verdikleri kararlarla, istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeden kesinleşmiş bulunan kararlara karşı, yürürlükteki hukuka aykırı oldukları ileri sürülerek Adalet Bakanlığı veya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kanun yararına temyiz yoluna başvurulabileceği belirtilmiştir.

Karar verilirken yürürlükteki hukukun yanlış uygulanması her an için söz konusu olabilir. Kanun yararına temyiz, yanlışlık tespit edilip daha sonra benzer işlemlerden kaçınmak için kabul edilen bir sistemdir. Yargıtay, yaptığı incelemede uygulamanın yanlış olduğu sonucuna ulaşırsa, kararı kanun yararına bozacaktır. Kanun yararına bozma istemi kabul edilir ve bozma kararı verilirse, bu bozma, kararın hukuki sonuçlarını ortadan kaldırmayacaktır.

Yargıtayca bozma kararının Adalet Bakanlığına gönderileceği ve Bakanlıkça, uygulamanın yurdun her yerinde aynı doğrultuda yapılmasını sağlamak amacıyla kararın Resmî Gazetede yayımlanmasının sağlanması öngörülmüştür.


HMK 363 (Kanun Yararına Temyiz) Emsal Yargıtay Kararları


YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ Esas : 2018/2805 Karar : 2018/5450 Tarih : 17.09.2018

  • HMK 363. Madde

  • Kanun Yararına Temyiz

Dava, staj ücreti alacağına ilişkindir. Mahkemece, davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine miktar itibariyle kesin olarak karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 05/04/2018 tarihli ve 2018/19745 sayılı yazı ile; karar tarihinde yürürlükte olan Avukatlık Ücret Tarifesinin 7/2 ve 13. maddeleri dikkate alınarak davalı lehine 420,22 TL vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, 1.980,00 TL vekalet ücretine hükmedilmesinin doğru görülmediği belirtilerek, hükmün 6100 sayılı HMK’nın 363/1. maddesi uyarınca kanun yararına bozulması talep edilmiştir.

02/01/2017 tarih ve 29936 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7. maddesinin 2. fıkrasında; “Davanın dinlenebilmesi için kanunlarda öngörülen ön şartın yerine getirilmemiş olması ve husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde, davanın görüldüğü mahkemeye göre tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere üçüncü kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmolunur” hükmü ile aynı Tarifenin 13. maddesinin 2. fıkrasında; “Ancak hükmedilen ücret kabul veya reddedilen miktarı geçemez” şeklinde düzenleme yapılmıştır.

Dosya kapsamından; davacı vekilinin UYAP üzerinden sunduğu 12/06/2017 tarihli dilekçesiyle talep sonucunu ıslah ederek 420,22 TL`ye çıkardığı, mahkemece davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine ve 1.980,00 TL vekalet ücretinin davacı yandan alınarak davalıya verilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Şu halde, mahkemece karar tarihinde yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13/2. maddesi uyarınca davalı yararına hükmedilecek vekalet ücreti reddedilen miktarı geçemeyeceğinden, 420,22 TL vekalet ücreti takdir edilmesi gerekirken, davacı aleyhine olacak şekilde fazla vekalet ücretine hükmedilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Karar bu bakımdan yerinde görülmemiş ve kanun yararına bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kanun yararına bozma isteminin kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK’nun 363. maddesi gereğince sonuca etkili olmamak üzere KANUN YARARINA BOZULMASINA, kararın bir örneği ile dosyanın gereği yapılmak üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE 17/09/2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/20201 Karar : 2018/7853 Tarih : 21.06.2018

  • HMK 363. Madde

  • Kanun Yararına Temyiz

1-Davacı temyiz dilekçesinde adli yardım talebinde bulunmuştur. Adli yardıma ilişkin usul ve esaslar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 334-340. maddelerinde düzenlenmiş olup, aynı Kanunun 363/3. maddesine göre adli yardım talebi kanun yollarına başvuru sırasında Yargıtay’a da yapılabilir ve Hukuk Muhakemeleri Kanununun 337/1. maddesi uyarınca da duruşma yapılmaksızın talep hakkında karar verilebilir. Davacının adli yardım talebini içeren dilekçesi ve dosya kapsamındaki belge ve bilgiler birlikte değerlendirildiğinde; davacının kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin gereken kanun yoluna başvuru giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olduğu kanaatine varıldığından davacının adli yardım talebinin kabulüne karar vermek gerekmiştir.

2- Temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, yerinde bulunmayan temyiz isteğinin reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, adli müzaharetten yararlanması sebebiyle başlangıçta alınmamış olan aşağıda yazılı karar ve ilam harcı ile temyiz başvuru harcının davacıya yükletilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.

21.06.2018 (Prş.)


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/23206 Karar : 2018/4586 Tarih : 5.04.2018

  • HMK 363. Madde

  • Kanun Yararına Temyiz

1-Davacı kadın, temyiz dilekçesinde adli yardım talebinde bulunmuştur. Adli yardıma ilişkin usul ve esaslar Hukuk Muhakemeleri Kanununun 334-340. maddelerinde düzenlenmiş olup, aynı Kanunun 363/3. maddesine göre adli yardım talebi kanun yollarına başvuru sırasında Yargıtay’a da yapılabilir ve Hukuk Muhakemeleri Kanununun 337/1. maddesi uyarınca da duruşma yapılmaksızın talep hakkında karar verilebilir. Davacının adli yardım talebini içeren dilekçesi ve dosya kapsamındaki belge ve bilgiler birlikte değerlendirildiğinde; kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin gereken kanun yoluna başvuru giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olduğu kanaatine varıldığından, davacının adli yardım talebinin kabulüne karar vermek gerekmiştir.

2-Davacının temyiz itirazlarının incelenmesine gelince;

Dava, ipoteğin Türk Medeni Kanununun 194. maddesi uyarınca kaldırılması talebine ilişkindir. 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 5133 sayılı kanunla değişik 4/1 maddesi 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun üçüncü kısmı hariç olmak üzere ikinci kitabından kaynaklanan (118-345) bütün davaların Aile Mahkemesinde bakılacağını hükme bağlamıştır. Görev kamu düzenine ilişkindir. Mahkemece yargılamanın her aşamasında kendiliğinden dikkate alınması zorunludur. Bu durum karşısında görevsizlik kararı verilmesi gerekirken işin esasının incelenmesi usul ve yasaya aykırıdır.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre sair yönlerin incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 05.04.2018 (Per.)


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2018/1270 Karar : 2018/3883 Tarih : 26.03.2018

  • HMK 363. Madde

  • Kanun Yararına Temyiz

1-Davalı temyiz dilekçesinde adli yardım talebinde bulunmuştur. Adli yardıma ilişkin usul ve esaslar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 334-340. maddelerinde düzenlenmiş olup, aynı Kanunun 363/3. maddesine göre adli yardım talebi kanun yollarına başvuru sırasında Yargıtay’a da yapılabilir ve Hukuk Muhakemeleri Kanununun 337/1. maddesi uyarınca da duruşma yapılmaksızın talep hakkında karar verilebilir. Davalının adli yardım talebini içeren dilekçesi ve dosya kapsamındaki belge ve bilgiler birlikte değerlendirildiğinde; davalının kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin gereken kanun yoluna başvuru giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olduğu kanaatine varıldığından davalının adli yardım talebinin kabulüne karar vermek gerekmiştir.

2-Temyiz sebeplerine hasren yapılan incelemeye gelince;

Dosyadaki yazılara ve mahkemece uyulan bozma kararı gereğince hüküm verilmiş olmasına göre velayetin kaldırılmasını gerektiren sebep ortadan kalkmışsa hâkimin, re’sen ya da ana veya babanın istemi üzerine velayeti geri vermesinin (TMK m.351/2) mümkün bulunmasına göre hükmün onanmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, adli müzaharetten yararlanması sebebiyle başlangıçta alınmamış olan aşağıda yazılı karar ve ilam harcı ile temyiz başvuru harcının davalıya yükletilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 26.03.2018(Pzt.)


YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/14489 Karar : 2017/775 Tarih : 13.02.2017

  • HMK 363. Madde

  • Kanun Yararına Temyiz

Davacı vekili, müvekkili ile davalı arasında 18.11.2008 tarihinde ticari kredi sözleşmesi düzenlendiğini, müvekkilinden birtakım masrafların haksız ve hukuka aykırı şekilde tahsil edildiğini beyanla belirsiz alacak davası olarak fazlaya ilişkin haklarının saklı tutulması kaydı ile 1.00 TL’nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan tahsilini istemiş, 11.02.2016 tarihli ıslah dilekçesi ile dava değerini 400,00 TL olarak ıslah ettiklerini bildirmiştir.

Davalı vekili, davanın belirsiz alacak davası olarak açılamayacağını, taraflar arasındaki kredi sözleşmesinin ticari nitelikte oluşu nedeniyle masraf alınmasının usul ve hukuka uygun bulunduğunu bildirerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, karar aleyhine Adalet Bakanlığı’nın yazısı üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından kanun yararına bozma talebinde bulunulmuştur.

Dava, davacı tarafından kullanılan ticari kredi nedeniyle davacıdan dosya masrafı adı altında tahsil edilen paranın istirdadı istemine ilişkindir.

Taraflar arasındaki ticari kredi sözleşmesi 18.11.2008 tarihinde akdedilmiş olup, mahkemece uyuşmazlıkta 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu hükümleri uygulanarak davanın kabulüne karar verilmiştir. Oysa 6101 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 1. maddesinde “Türk Borçlar Kanunu’nun yürürlüğe girdiği tarihten önceki fiil ve işlemlere, bunların hukuken bağlayıcı olup olmadıklarına ve sonuçlarına, bu fiil ve işlemler hangi kanun yürürlükte iken gerçekleşmişse kural olarak o kanun hükümleri uygulanır…. “ hükmü düzenlenmiştir. Açıklanan yasal düzenleme karşısında uyuşmazlıkta mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu hükümleri yerine 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu hükümlerinin uygulanması ve yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamıştır. Ayrıca taraflar arasında düzenlenen sözleşmede davalı banka tarafından kullandırılan kredi dolayısıyla masraf alınabileceğine ilişkin hüküm olmakla birlikte miktar ve oran belirtilmediğinden, kredi sözleşmesi hükümleri, sözleşme tarihi itibariyle yürürlükte bulunan Türk Borçlar Kanunu ve ilgili mevzuat çerçevesinde davalı banka ile diğer bankaların uygulamasına göre bu tür işlemlere kredi grupları bakımından uygulanan kredi kullandırım ücreti vb. adı altında kesilen masraf miktar yada oranları sorulup karşılaştırılarak davalı tarafından tahsil edilen dosya masrafının uygun olup olmadığı veya ne miktarda olduğu, davacıya iadesi gereken miktar bulunup bulunmadığı hususlarında değerlendirme yapılarak sonucuna göre bir karar vermek gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme sonucu davanın kabulüne karar verilmesi yürürlükteki hukuka aykırı bulunduğundan kanun yararına temyiz isteminin kabulü ile hükmün bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 6100 sayılı HMK 363 maddesine dayalı kanun yararına bozma isteğinin kabulü ile hükmün sonuca etkili olmamak üzere kanun yararına BOZULMASINA, gereğinin yapılması için karar sureti ve dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmesine, 13.02.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/26736 Karar : 2016/11093 Tarih : 23.06.2016

  • HMK 363. Madde

  • Kanun Yararına Temyiz

Takİp dayanağı ilamda davacı lehine hükmedilen vekalet ücreti alacağı, vekil tarafından kendi adına tahsil istemiyle icra takibine konulmuştur. Borçlu takibe karşı diğer itirazları yanında vekilin kendi adına takip yapamayacağı hususunu da ileri sürerek takibin iptalini talep etmiş, Mahkemece şikayet reddedilmiş, karar borçlu tarafından temyiz edilmiş,hüküm Dairemiz`in … ile “ ilamda hükmedilen vekalet ücreti alacağının yargılama gideri kapsamında ilamın tarafı lehine hükmedildiği, iç ilişkide vekile ait olsa da, ödenmemesi halinde tahsili amacıyla, ancak asil adına takibe konabileceği, vekilin kendi adına takibe koyamayacağı nazara alınarak takibin iptaline karar verilmesi gerekirken, şikayetin bu yönden de reddi isabetsizdir.” gerekçesi ile bozulmuştur.

Mahkemece, yeniden yapılan yargılama neticesinde, bozmaya uyma kararı verildiği halde yine davanın reddine karar verilmiş, hüküm borçlu vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Yargıtay bozma ilamına uyulmasına karar verilmesi halinde (HUMK 429, HMK 363 ve devamı maddeleri) mahkeme artık bu uyma kararı ile bağlıdır. Bozmaya uyma (ara) kararı, lehine bozma yapılan taraf için usule ilişkin kazanılmış hak doğurur.

Aynı konuda, 04.02.1959 gün ve 1957/13-E. 1959/5 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da (R.G. 28.04.1959 gün ve sayı:10193) usuli kazanılmış hakkın hukukumuzdaki yeri; “Temyiz merciince bir kararın bozulması ve mahkemenin bozma kararına uyması halinde, bozulan kararın bozma sebeplerinin şümulü dışında kalmış cihetlerinin kesinleşmiş sayılması, davaların uzamasını önlemek maksadıyla kabul edilmiş çok önemli bir usuli hükümdür. Bir cihetin bozma kararının şümulü dışında kalması da iki şekilde olabilir. Ya o cihet, açıkça bir temyiz sebebi olarak ileri sürülmüş fakat Dairece itiraz reddedilmiştir; yahut da onu hedef tutan bir temyiz itirazı ileri sürülmemiş olmasına rağmen dosyanın temyiz dairesince incelendiği sırada dosyada bulunan yazılardan onun bir bozma sebebi sayılması mümkün bulunduğu halde o cihet dairece bozma sebebi sayılmamıştır. Her iki halde de o konunun bozma sebebi sayılmamış ve başka sebeplere dayanan bozma kararına mahkemece uyulmuş olması, taraflardan birisi lehine usuli bir müktesep hak meydana getirir… “ şeklinde açıklanmıştır.

Somut olayda, icra mahkemesince bozmaya uyulduğu görülmektedir. Hal böyle olunca, bozma ilamına göre takibin iptali hakkında karar verilmesine dair hüküm kurulması gerekirken, bozma gerekçeleri tekrarlandığı halde bozmayla çelişir şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.

SONUÇ: Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile Mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366/3. maddesi ve 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesinin yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca İİK`nun 366/3. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 23.06.2016 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2014/5-1230 Karar : 2016/327 Tarih : 16.03.2016

  • HMK 363. Madde

  • Kanun Yararına Temyiz

Davacı vekili; müvekkile ait 129 parsel ile 130 parsel sayılı bahçe vasfındaki taşınmazlara, davalı TEİAŞ tarafından iş makinelerinin sokulduğunu ve taşınmazların ortasından araba yolu geçirdiğini, idarenin hukuken hakkı olmadığı halde yapmış olduğu tecavüz nedeniyle davacının taşınmazlarında zararın meydana geldiğini, bu nedenle, ….. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2006/18 Esas sayılı dosyası ile ….. aleyhine dava açtıklarını, ancak yargılama sırasında zararın davalı …..A.Ş tarafından verildiğinin tespit edildiğini ve davalı ….. `a karşı da ikinci bir davanın açıldığını belirterek,

Davacıya ait taşınamazlara yapılan vaki müdahalenin önlenmesi ve taşınmazların eski haline getirilmesi ile taşınmazlara verilen 3.362.70 TL zararın, öğrenme tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı ….. A.Ş‘den tahsiline karar verilmesini talep etmiş,

mahkemece davalı ….. A.Ş`ye yönelik açılan dava, ….. aleyhine açılan dava ile birleştirilmiştir.

Davacı vekili 30.04.2010 tarihli celsede ise, müdahalenin önlenmesi ve taşınmazların eski hale getirilmesine ilişkin taleplerinden vazgeçtiklerini belirterek, davanın, tazminat davası olarak kabulüne karar verilmesini istemiştir.

Asıl dava davalısı … vekili; davanın hukuki dayanaktan yoksun olduğunu, zarar doğuran eylemin yüklenici firma olan ……. A.Ş. tarafından gerçekleştirildiğini, davalı ……’ın sorumluluğunun bulunmadığını savunmuştur.

Birleşen dava davalısı …… A.Ş vekili ise; taşınmazlarda meydana gelen zarar ile müvekkil şirketin ilgisinin bulunmadığını, sorumluluğun ……’ta olduğunu, eldeki davanın, davalı şirket yönünden reddinin gerektiğini ifade etmiştir.

Mahkemece 30.04.2010 tarihli ilk kararda; birleşen davanın davalısı…..A.Ş’nin davalı … ile imzaladığı istisna sözleşmesi uyarınca davacının zilyetliğinde bulunan tapusuz taşınmazlar üzerinde yaptığı çalışmalar sırasında, 163 m2’lik kısımda davacının rızası bulunmaksızın yol geçirdiği ve ayrıca 400 m2’lik kısmında yüksek gerilim hattının inşaası sırasında bu kısımlarda bulunan fındık ve meyve ağaçlarına zarar verdiği, bu nedenle …… A.Ş’nin zarardan sorumlu olduğu gerekçesiyle birleşen dava davalısı ….. A.Ş aleyhine açılan davanın kabulüne, zararın, yüklenici firma olan ….. A.Ş tarafından gerçekleştirildiği, … ile ……A.Ş arasında kusursuz sorumluluk ilkesi gereğince zarardan sorumlu olmasını gerektirir bir ilişkinin bulunmadığı, …… A.Ş`nin yüklenici firma sıfatıyla yürüttüğü işler sırasında haksız fiil teşkil eden eylemlerinden doğan zararlardan tek başına sorumlu olduğu gerekçesiyle asıl dava davalısı … aleyhine açılan davanın ise reddine karar verilmiştir.

Birleşen dava davalısı …..Enj. ve Mad. İnş. İşl.T.A.Ş. vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, meydana gelen zarardan asıl dava davalısı …nün sorumlu olduğu gerekçesiyle bozulmuştur.

Mahkemece Özel Dairenin ilk bozma ilamına uyulmuş ve 09.11.2012 tarihli ikinci kararda; Davacının zilyetliğinde bulunan taşınmazlarda, davalı ….. ve davalı ….. A.Ş arasında yapılan sözleşme uyarınca yüklenici firma ….. A.Ş’nin, 163 m2’lik bölümünde davacının rızası bulunmaksızın yol geçirdiği ve ayrıca 400 m2`lik kısmında yüksek gerilim hattının inşası sırasında bu kısımlarda bulunan fındık ve meyve ağaçlarının zarara uğradığı, zarar veren eylemin … ile akdedilen sözleşmeye uygun olarak yüklenici firma konumundaki davalı …… A.Ş tarafından gerçekleştirildiği, dolayısıyla zarardan, ……A.Ş’nin sorumlu olduğu, ancak yapılması gereken işlerin …… tarafından yerine getirilmesi gerekirken, davalı idarenin görevini …….A.Ş’ye devrettiği, bu nedenle …ın da işveren sıfatı ile 3. şahıslara verilen zarardan sorumlu olduğu, davalıların sorumluluğunun müştereken ve müteselsilen sorumluluk niteliğinde bulunduğu gerekçesiyle her iki davalı aleyhine açılan davanın kabulüne karar verilmiştir.

Asıl dava davalısı … vekili ve birleşen dava davalısı ….Enj. ve Mad. İnş. İşl.T.A.Ş. vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece; mülga 818 sayılı BK ve halen yürürlükte bulunan 6098 sayılı TBK’ya göre birden çok kişinin aynı zarara farklı hukuki sebeplerle katılmaları durumunda hepsinin ayrı ayrı veya hep beraber mükerrer tahsile yol açmamak kaydıyla sorumlu olacağı, 818 sayılı kanun döneminde bu durumun eksik teselsül olarak adlandırıldığı, ancak 6098 sayılı kanunun müteselsil sorumluluğu düzenlediği, kanundan dolayı sorumlu olan kişinin, zararı ödemesi halinde sözleşmeden ve haksız fiilden dolayı sorumlu olan kişilere rücu edebileceği gibi, sözleşmeden dolayı sorumlu olan kişinin zararı ödemesi halinde ise, haksız fiilden sorumlu olan kişiye karşı rücû hakkını kullanabileceği, bu konuya ilişkin, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2010/10-20 Esas 2010/58 Karar sayılı ilamının bulunduğu, daha önce aynı mahkemenin 2005/602 E. 2010/232 K. sayılı dosya ile görülen ve davalılarının, konularının ve dava içeriğinin aynı olduğu bir başka davada, davalılardan ….. aleyhine açılan davanın husumetten reddine, diğer davalı … A.Ş yönünden açılan davanın ise kabulüne dair verilen kararın, Yargıtay …. Hukuk Dairesinin 2012/22427 E. 2013/52 K. sayılı kararı ile onandığı,

Mahkemenin iki dosyasının, ayrı iki Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından farklı değerlendirildiği, ….adına faaliyet gösteren, onun yapması gereken iş ve işlemleri yapan ve yapmış olduğu iş sonucunda ücretini T…..’tan alan davalı …..A.Ş’nin, çalışmalar sırasında dava konusu taşınmazlara verdiği zarardan sorumlu olduğu, …’nün de, işveren sıfatı ile ve dava konusu yerde yapılacak çalışmalar ile ilgili taşeron firma …. A.Ş. ile imzaladığı istisna sözleşmesi uyarınca 3. şahıslara verilen zarardan sorumlu olacağı; gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını birleşen dava davalısı …. Enj. ve Mad. İnş. İşl.T.A.Ş. vekili temyiz etmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Zarardan yalnızca davalı …nün sorumlu olduğu gerekçesiyle verilen 01.12.2011 tarihli ilk bozma ilamına uyan mahkemenin, bu kez davalı taraflar arasındaki sözleşme ilişkisini, BK hükümlerini ve Yargıtay … Hukuk Dairesinin 2012/22427 E. 2013/52 K. sayılı ilamını gerekçe göstererek tazminat, harç, yargılama gideri ve vekalet ücreti yönünden her iki davalıyı da müştereken ve müteselsilen sorumlu tutar mahiyette yeni bir karar verip veremeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Konuya açıklık getirmek için öncelikle usuli kazanılmış hak kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır:

Usuli kazanılmış hak; Yargıtayca bir kararın bozulması ve mahkemece bozma kararına uyulması halinde, bozulan kararın bozma sebeplerinin kapsamı dışında kalmış cihetlerinin kesinleşmiş sayılması, davaların uzamasını önlemek maksadıyla kabul edilmiş çok önemli bir usul hükmüdür. Bir konunun bozma sebebi sayılmamış ve başka sebeplere dayanan bozma kararına mahkemenin uymuş olması halinde, bu durum taraflardan birisi lehine usuli bir müktesep hak meydana getirir ki bu hakkı ne mahkeme ne de Yargıtay halele uğratabilir.

Bilindiği üzere, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429/2 (6100 sayılı HMK.nun 363/2) maddesi hükmüne göre; Hâkim, Yargıtay`ın bozma kararı üzerine tarafları duruşmaya çağırıp dinledikten sonra bozma ilamına uyulup uyulmayacağına karar verir. Görülüyor ki hâkim kural olarak, Yargıtay’ın bozma kararına uyup uymamak konusunda tarafların düşünce ve istekleri ile bağlı olmayıp, bu yönden serbest davranmak; uyma ya da direnme kararı vermek yetkisine sahiptir.

Belirtilmelidir ki; vermiş olduğu bir hüküm Yargıtay tarafından bozulan ve Yargıtayın bu bozma kararına gerek iradi ve gerekse kanuni şekilde uymuş olan yerel mahkeme, bozma kararı doğrultusunda inceleme yapmak ve hüküm kurmak zorundadır. Mahkeme uyma kararını kaldırarak, direnme kararı veremeyeceği gibi hükmünün bozma kararının kapsamı dışında kalarak kesinleşmiş olan bölümleri hakkında da yeni bir hüküm kuramaz. Bozmaya uyulmakla bozma lehine olan taraf yararına usuli kazanılmış hak doğmuş olur. Gerek 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda “usuli kazanılmış hak” kavramına ilişkin açık bir hüküm bulunmamakta ise de, bu kurum, davaların uzamasını önlemek, hukuki alanda istikrar sağlamak ve kararlara karşı genel güvenin sarsılmasını önlemek amacıyla Yargıtay uygulamaları ile geliştirilmiş, öğretide kabul görmüş ve usul hukukunun vazgeçilmez, ana ilkelerinden biri haline gelmiştir. Usuli kazanılmış hak anlam itibariyle, bir davada, mahkemenin ya da tarafların yapmış olduğu bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan hakkı ifade etmektedir.

Bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen şekilde inceleme ve araştırma yaparak, yine o kararda belirtilen hukuki esaslar gereğince hüküm verme yükümlülüğü doğar. “Usuli kazanılmış hak” olarak tanımlanan bu olgu mahkemeye, hükmüne uyduğu Yargıtay bozma kararında belirtilen çerçevede işlem yapma ve hüküm kurma zorunluluğu getirmektedir (09.05.1960 gün ve 21/9 sayılı Y.İ.B.K.). Bu ilke kamu düzeni ile ilgili olup, Yargıtay’ca kendiliğinden dikkate alınması gerekir. Hakimin değişmesi dahi açıklanan bu hukuki ilkeye etki yapamaz. (Aynı yönde H.G.K.`nun 26.2.1986 gün ve 1986/1-50 E.-174 K.; 11.5.1994 gün ve 1994/8-252 E.-314 K.; 1.12.1999 gün ve 1999/18-1041 E.-1006 K.; 11.5.2005 gün ve 2005/2-315 E.-333 K.; 27.09.2006 gün ve 2006/19-635 E.-573 K. sayılı ilamları).

Kural olarak, hakim ara kararından dönebilirse de, bozmaya uyulmasına ilişkin karar, bunun istisnalarındandır. İster aynı oturumda, ister daha sonraki oturumlarda olsun bundan dönerek eski hükmünde ısrar edemez. Hakim değişikliği olsa dahi, bozmaya uymaya ilişkin ara kararından dönülemez ve direnme kararı verilemez. Verilirse bu bir direnme kararı değil, yeni bir karar niteliğindedir (H.G.K.`nun 15.10.2008 gün ve 2008/19-624 E.-632 K.).

Kazanılmış haklar, hukuk devleti kavramının temelini oluşturan en önemli unsurlardandır. Kazanılmış hakları ortadan kaldırıcı nitelikte sonuçlara yol açan yorumlar Anayasanın 2.maddesinde açıklanan “Türkiye Cumhuriyeti sosyal bir hukuk devletidir” hükmüne aykırılık oluşturacağı gibi toplumsal kararlılığı, hukuksal güvenceyi ortadan kaldırır, belirsizlik ortamına neden olur ki, bu kabul edilemez.

Mahkemece tarafların beyanlarının alınıp bozmaya uyulmasına da karar verildikten sonra yapılacak iş; bozma gereklerinin yerine getirilmesi olmalıdır. Zira, mahkemece bozmaya uyulması yönünde oluşturulan karar bozma lehine olan taraf yararına usule ilişkin kazanılmış hakkın gerçekleşmesine neden olur. Mahkemece uyma yönünde verilen karardan dönülerek önceki kararda direnilmesi usulen olanaklı değildir (H.G.K. 27.09.2006 gün ve 2006/19-635 E.-573 K.;15.10.2008 gün ve 2008/19-624 E.-632 K.).

Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında somut olay değerlendirildiğinde; birleşen dava davalısı…..A.Ş. vekilinin temyizi üzerine verilen 01.12.2011 tarihli Yargıtay bozma kararı ve yerel mahkemenin bu karara uyması ile, birleşen dava davalısı MİTAŞ A.Ş yararına usulü kazanılmış hak oluşmuştur. Bu ilke, yukarıda da belirtildiği gibi kamu düzeni ile ilgili olup Yargıtayca kendiliğinden dikkate alınması gerekir.

Açıklanan nedenlerle, mahkemece bozmaya uyulmakla birleşen dava davalısı …… İnş. İşl. T.A.Ş. yararına gerçekleşen usule ilişkin kazanılmış hak nazara alınmaksızın hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır.

Ne var ki; 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 6487 sayılı Kanunla değiştirilen Geçici 6. maddesinin onikinci ve onüçüncü fıkraları,

09.10.1956 ile 04.11.1983 tarihini kapsayan dönemde oluşan mağduriyetlerin giderilmesi amacıyla getirilen ve malikler aleyhine bir takım hükümler içeren bu istisnai düzenlemenin 04.11.1983 tarihinden sonraki dönem içinde uygulanmasının hukuk güvenliğini zedeleyeceği `` gerekçesiyle ve Anayasanın 2. ve 35. maddelerine aykırı bulunarak 13.03.2015 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 13.11.2014 tarih, 2013/95 Esas ve 2014/176 Karar sayılı kararıyla,

iptal edilmiş, böylece 04.11.1983 tarihinden sonra el atılan taşınmazlar yönünden, kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan davalarda, mahkeme ve icra harçları ile her türlü vekalet ücretinin nispi olarak uygulanması gerektiği şeklinde düzenleme getirilmiştir.

Buna göre dava konusu 129 ve 130 parsel sayılı taşınmazlara el atma tarihi 1983 yılından sonra olup, el atma tarihi dikkate alındığında nispi harç ve nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği anlaşılmaktadır.

Hal böyle olunca yerel mahkeme direnme kararı, yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ile bozulmalıdır.

SONUÇ: Birleşen dava davalısı …..İnş. İşl. T.A.Ş. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı ( BOZULMASINA ), oybirliği ile karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS