Hukukun Uygulanması
HMK Madde 33
(1) Hâkim, Türk hukukunu resen uygular.
HMK Madde 33 Gerekçesi
Maddedeki “Türk hukuku” terimi, kanunların yanı sıra mevzuat ile örf ve adet hukukunu ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin taraf olduğu uluslararası sözleşmeleri de kapsamaktadır. 1086 sayılı Kanunun 76 ncı maddesinin birinci cümlesi sadeleştirilerek alınmıştır.
76 ncı maddenin ikinci ve üçüncü cümlelerinde, yabancı hukukun uygulanmasına ilişkin hükümler de bulunmaktaydı. Ancak, 2675 sayılı Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunda bu konu açıkça düzenlenmiş olduğundan, bu hususlara maddede yer verilmemiştir.
Bu hüküm klasik bir ilkeyi ifade etmektedir. Hem usul hukuku, hem maddî hukuk aynı düzeyde madde kapsamı içerisindedir.
HMK 33 (Hukukun Uygulanması) Emsal Yargıtay Kararları
YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/7965 Karar : 2018/15676 Tarih : 13.09.2018
-
HMK 33. Madde
-
Hukukun Uygulanması
Davacı … vekili, …… birliği içerisinde edinilen malların tasfiyesine, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak üzere menkul ve gayrimenkuller için 116.000,00 TL ve 12.180,00 TL kira alacağı olmak üzere toplam 128.180,00 TL alacağın faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı … vekili, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, 26.284,00 TL’nin karar tarihi itibarı ile yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, diğer taleplerinin reddine karar verilmesi üzerine; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 sayılı HMK m. 33). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, mal rejimin tasfiyesinden kaynaklanan alacak isteğine ilişkindir.
1.Toplanan deliller ve tüm dosya kapsamından; dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve mevcut deliller mahkemece takdir edilerek karar verildiğine, takdirde bir isabetsizlik bulunmadığına göre, davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2.Davacı vekilinin davalı yararına hükmedilen vekalet ücretine yönelik temyiz itirazlarına gelince;
Dava dilekçesinde talep edilen toplam alacak miktarı 128.180,00 TL olarak belirlendiğine, Mahkemece davacı lehine 26.284,00 TL alacağa hükmedildiğine, buna göre reddedilen alacak miktarı 101.896,00 TL üzerinden kendisini vekille temsil ettiren davalı yararına kararın verildiği tarihte yürürlükte bulunan AAÜT’nin 12/1. maddesi gereğince 10.901,00 TL nispi avukatlık ücretine hükmedilmesi gerekirken, hatalı hesaplama ile 16.750,00 TL nispi vekalet ücretine hükmedilmesi doğru olmamıştır. Ne var ki, bu husus yeniden yargılamayı gerektirmediğinden kararın düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir (HUMK md. 438/7, HMK md. 370/2).
SONUÇ: Temyiz olunan hükmün (2.) bentte açıklanan sebeple hüküm fıkrasının (6) nolu bendindeki ‘‘16.750,00 TL’’ ibaresi çıkarılarak yerine ‘’ 10.901,00 TL’’ ibaresinin yazımasına, HMK’nin 370/2. (HUMK’nin 438/7) maddesi uyarınca hükmün düzeltilmiş bu şekliyle ONANMASINA, davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının yukarıda 1. bentte gösterilen sebeplerle reddine, taraflarca HUMK’nin 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 13.09.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/20362 Karar : 2018/8762 Tarih : 10.09.2018
-
HMK 33. Madde
-
Hukukun Uygulanması
Hakim tarafların “talep sonuçlarıyla” (HMK m. 24) bağlıdır. Hakim “başka bir şeye” karar veremeyeceği (HMK m. 26) gibi Türk Hukukunu da re`sen uygulamak zorundadır (HMK m. 33).
Davalı-karşı davacı kadın maktu harç yatırarak açtığı karşı davasında davacı-karşı davalı erkeğin boşanma davasının reddine karar verilmesini, boşanmaya karar verildiği takdirde ise lehine tedbir ve yoksulluk nafakası (TMK m. 169-175) ile maddi ve manevi tazminata (TMK m. 174/1-2) karar verilmesini talep ve dava etmiş mahkemece “tarafların boşanma davalarının ayrı ayrı kabulü ile tarafların boşanmalarına” ve boşanmanın fer`ilerine karar verilmiştir. Aleyhine boşanma davası açılmış olan eş, bu dava içinde harca tabi olmaksızın yoksulluk nafakası ile maddi ve manevi tazminat isteyebilecekken, bu isteklerini bağımsız bir dava ile ileri sürmesi halinde nispi harç yatırmak zorundadır. Davalı-karşı davacı kadının usulüne göre açılmış bir boşanma davası da bulunmamaktadır. Davalı-karşı davacı kadın, karşı davasıyla ilgili maktu harç yatırdığına göre, talep edilen yoksulluk nafakası ile maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden nispi peşin harç noksanlığının tamamlanması (Harçlar Kanunu m. 30-32) için davalı-karşı davacıya süre verilmesi, harç noksanlığının tamamlanması halinde karşı davası yönünden hüküm kurulması gerekirken açıklanan yönde işlem yapılmadan, davalı-karşı davacı kadının boşanma talebi bulunmadığı halde yargılamaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamış, hükmün tüm yönleriyle bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre yeniden hüküm kurulması zorunlu hale gelen davacı-karşı davalı erkeğin boşanma davası ile boşanmanın fer’ilerine ve yargılama giderlerine yönelik diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, duruşma için takdir olunan 1.630 TL vekalet ücretinin Ergin’den alınarak Gamze’ye verilmesine, 1.630 TL vekalet ücretinin ….`den alınarak…e verilmesine, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 10.09.2018 (Pzt.)
YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/3988 Karar : 2018/11818 Tarih : 4.07.2018
-
HMK 33. Madde
-
Hukukun Uygulanması
Karar düzeltme dilekçesinde yazılı nedenler HUMK’nun 440. maddesinde gösterilen dört halden hiçbirine uymamaktadır. Bu nedenle, 6100 sayılı Yasanın geçici 3. maddesi yollamasıyla karar düzeltme isteklerinin REDDİNE, HUMK’nun 442/3. maddesi ve 4421 sayılı Yasa gereğince takdiren 310,00.-TL para cezası ve 492 sayılı Harçlar Kanunu uyarınca bakiye 9.40.-TL karar düzeltme harcının davalı … ‘dan alınmasına, 04.07.2018 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
-K A R Ş I O Y Y A Z I S I-
Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davanın kabulüne ilişkin karar, yargıtay denetiminden geçerek 22.03.2010 tarihinde kesinleşmiştir.
Keşinleşen hükmün tavzihi talebi, 20.06.2011 tarihinde kabul edilmiş, davacıların temyizi üzerine, “tavzih talebinin reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi doğru değildir.” gerekçesiyle bozulması üzerine, bu kez mahkemece , “tavzih talebinin reddine,… tarafların yokluğunda verilen kararın tebliğinden itibaren 1 ay içinde temyiz yolu açık olmak üzere karar verildi” yönündeki 04.10.2016 günlü ek karar davalıya 17.02.2017 tarihinde tebliğ edilmiş, 17.03.2017 tarihinde davalı tarafça ek karar temyiz edilmiştir.
Ek kararın temyizi üzerine, Dairece, “ Hüküm davalı … vekiline 17.02.2017 tarihinde tebliğ edilmiş, temyiz dilekçesi ise 17.03.2017 tarihinde verilmiştir. Bu durumda, 15 günlük temyiz süresi geçmiş bulunduğundan 6100 sayılı HMK’nun geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 432/4 maddesi ve Yüksek Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 01.06.1990 tarih ve 3/4 sayılı İnançları Birleştirme Kararı uyarınca davalı vekilinin temyiz dilekçesinin süreden reddine” karar verilmiştir.
Dairenin 25.04.2017 gün, 2017/1866 Esas, 2017/2142 karar sayılı, “Temyiz dilekçesinin süreden reddine” ilişkin kararı davalı tarafça, “ Anayasanın 40/2, HMK’nun 292,, 298, 299, 301, 302 maddelerine aykırı olarak, kararda, tarafların TC numaralarının yazılmadığı, temyiz süresi 1(bir) ay olarak belirtilerek tarafların yanıltıldığı, kanun yoluna başvurulma şekli ve başvurulmadığında hükmün kesinleşeceği hususlarının gösterilmediği” gerekçeleriyle daire kararının kaldırılarak esas yönünden mahkamenin ek kararının temyizen incelenerek bozulması talep edilmiştir.
Uyuşmazlık, davalıların temyizinin süresinde olup olmadığına ilişkindir.
Bilindiği üzere; 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun geçici 3. maddesi, “ 1- Bölge adliye mahkemelerinin, 26.09.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici, 2nci maddesi uyarınca Resmi Gazetede ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki uygulanmasına devam olunur. 2- Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kununun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ila 454’üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olnur. 3- Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır.” şeklinde düzenlenmiştir
1086 sayılı HUMK’nun, temyiz süresi, usulü ve tebliğ şeklini düzenleyen 432. maddesine göre, asliye mahkemesi kararlarına karşı temyiz süresi onbeş gündür. Bu süre usulen taraflardan herbirine tebliğ ile başlar.
Yine, anılan kanunun, kararın kapsadığı hususları düzenleyen, 388/4 maddesi ile aynı yönde düzeleme getiren 6100 sayılı HMK’nun 297/1-ç maddesinde , “… varsa kanun yolları ve süresini” demek suretiyle, hakime kanun yolu ve süresini taraflara bildirme yükümlülüğü getirilmiştir.
Anayasa Mahkemesi 26.06.2014 gün, 2012/855 sayılı kararında; usul hükümlerine göre mahkeme kararlarının hüküm kısmında, kanun yolu ve süresinin belirtilmesi gerekliliğini, davada uygulanan yargılama usulü ile verilen karara karşı kanun yolları bakımından tarafların doğru bilgi sahibi olmalarını sağlayarak, tarafların kararlara karşı temyiz haklarını zamanında ve usulüne uyguın olarak kullanmalarına hizmet ettiği belirtilmiştir.
Somut olayda, davanın kabulüne ilişkin Yargıtay denetiminden geçerek 22.03.2010 tarihinde keşinleşen hükmün tavzihi talebi, 20.06.2011 tarihinde kabul edilmiş, davacıların temyizi üzerine, Dairece, “tavzih talebinin reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi doğru değildir.” gerekçesiyle bozulması üzerine, bu kez mahkemece , “tavzih talebinin reddine,… tarafların yokluğunda verilen kararın tebliğinden itibaren 1 ay içinde temyiz yolu açık olmak üzere karar verildi” yönündeki 04.10.2016 günlü ek karar, davalıya 17.02.2017 tarihinde tebliğ edilmiş, 17.03.2017 tarihinde davalı tarafça ek karar temyiz edilmiştir.
Açıklanan olgular ve anılan yasal düzenlemelere göre, temyiz incelemesinde 1086 sayılı HUMK’nun uygulanması gerektiği, asliye mahkemesi kararlarının temyiz süresinin tebliğden itibaren onbeş (15) gün olduğu açıktır.
Ne varki; asliye hukuk mahkemesi, kararında, temyiz süresi “ 15 gün “ olmasına rağmen
“1 ay” olarak belirlemiş, bu hüküm kararı temyiz eden davalılar vekiline 17.02.2017 tebliğ edilmiş, mahkemenin belirlediği 1 aylık süre içinde 17.03.2017 tarihinde karar temyiz edilmiştir.
Somut uyuşmazlıkta, kanun yolu başvurusunda, mahkemece hatalı belirlenen sürenin mi, kanunda belirlenen sürenin mi uygulanması gerektiği, mahkeme kararında belirtilen sürenin kabul edilmemesi halinde adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediğinin incelenmesi gerekir.
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş, yine taraf olduğumuz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde de, herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını mahkeme önüne getirme hakkı güvence altına alınmış olup, bu madde kapsamında, mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı, adil yargılanma hakkı kapsamındadır.
Yasal düzenlemeler ve belirtilen olgular ışığında değerlendirildiğinde; davalı, mahkemenin kararında belirtilen süreye uyarak, bu süre içinde temyiz başvurusunda bulunmuştur. Hakim, uyuşmazlıkta uygulanacak kanun hükmünü tespit edip uygulamakla yükülüdür (1086 sayılı HUMK.m.76, 6100 sayılı HMK 33. maddesi). Mahkemenin, kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü göz önüne alındığında, mahkeme tarafından kanun yolu süresinin hatalı gösterilmesi sonucu davanın taraflarının kanun yolu başvuru talebinin süreden reddedilmesi, hatanın tüm sonuçlarının davanın taraflarına yüklenmesi, adil yargılanma hakkı kapsamında adalete erişim hakkının sınırlandırılmasıdır.
Bu gibi hallerde, usul kurallarının mahkemeye erişim hakkını kısıtlayacak şekilde katı uygulanmaması, mahkemenin kanun yolu ve süresini hatalı belirlemesi halinde, kararda belirtilen süreye uyularak yapılan kanun yolu başvurusunun, adil yargılanma hakkı ve mahkemeye erişim hakkı kapsamında süresinde yapıldığının kabül edilmesi gerektiği ve karar düzeltme talebinin kabulüyle, temyiz başvurusu süresinde kabul edilerek, temyiz incelemesinin yapılması gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan, çoğunluğun kararına katılamıyoruz.
YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/12480 Karar : 2018/2048 Tarih : 13.02.2018
-
HMK 33. Madde
-
Hukukun Uygulanması
Davacı … vekili, evlilik birliği içinde tarafların ortak gelirleri ile arsa alınıp üzerine beş katlı bina yapılarak tapuda bu taşınmazın davalı adına tescil edildiğini, tarafların fiilen on yıldan fazla süredir ayrı olup davacının Türkiye`de davalının ise yurtdışında yaşadığını, evliliğin kayden devam ettiğini, taşınmazdaki dairelerin ve dükkanların davacı tarafından kiraya verilmesine davalı tarafça engel olunduğunu ve kira gelirlerinin tamamının davalı tarafından alındığını, davacının ise emekli maaşı ile geçinmeye çalıştığını izah ederek taraflar arasında mal ayrılığı rejimine geçilmesini ve taşınmazın 1/2 hissesinin davacı adına tescilini talep etmiştir.
Davalı … vekili, ortada henüz bir boşanma davası bulunmadığını, tarafların evli olduklarını, davalının uzun yıllar yurt dışında çalışması ile arsayı satın alıp üzerine binayı inşa ettirdiğini, davacının hiçbir katkısı olmadığını ileri sürerek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, taraflar arasında evliliğin halen sürdüğü, edinilmiş mallara katılma rejiminde eşler ayni mal talep edemeyeceklerini ve yasadan doğan alacak hakkı bulunduğunu, öte yandan TMK’nun 206 maddesinde de haklı bir sebebinin varlığı halinde eşlerden birinin istemi üzerine mal rejiminin mal ayrımına dönüşmesine karar verileceği hüküm altına alındığını, ancak davacı tarafından dosyaya haklı bir neden sunulmadığını, özellikle Yargıtay uygulamaları dikkate alındığında eşlerin edinilmiş mallara katılma rejiminde ayni mal talebine ilişkin istemin reddine karar verilmesi gerektiği, eşin ancak bir alacak hakkı olduğunun açıkça belirtildiğini, bu nedenle tapu iptali ile 1/2`sinin davacı adına tesciline ilişkin davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, süresi içerisinde davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 sayılı HMK m. 33). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, TMK 206. maddesi uyarınca olağanüstü mal rejimine geçiş ve mal rejiminin tasfiyesi ile tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir. TMK 206. maddesinde haklı bir sebep varsa hakimin, eşlerden birinin istemi üzerine, mevcut mal rejiminin mal ayrılığına dönüşmesine karar verebileceği düzenlenmiştir.
Mahkemece; yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş ise de dosya kapsamının hüküm kurmaya elverişli olmadığı anlaşılmaktadır. Davacı taraf; dava ve cevaba cevap dilekçelerinde 1986 yılında eşindende katkı alarak kendi parası ile satın aldığı ve inşaatını yaptığı taşınmazın tapusunun davalı adına tescil edildiğini, yine davacı tarafından 1994 yılından itbaren arsa üzerine inşa edilen taşınmazın inşaat bedelleri ödendiğini, tarafların uzun yıllardır ayrı yaşadıklarını, dava konusu taşınmazdaki dükkanların ve dairelerin kira gelirlerinin davalı tarafından alındığını açıklayarak mal ayrılığı rejimine geçilmesini ve davacının büyük emeklerle çalışmasının karşılığı olarak aldığı ve inşa ettirdiği bu taşınmazın 1/2 tapu kaydının davacı adına tescilini talep etmiştir. Dosya kapsamı incelendiğinde davacı tarafça bildirilen tanıklar dinlenmesine rağmen; davacının talebinin, özellikle TMK 206/4 bendindeki “ Diğer eşin, istemde bulunan eşe malvarlığı, geliri, borçları veya ortaklık malları hakkında bilgi vermekten kaçınması,” koşulların somut olayda gerçekleşip gerçekleşmediği ayrıntısı ile sorulup tutanağa geçirilmeyerek karar verildiği anlaşılmaktadır.
Mahkemece yapılacak iş, davacı tanıkları yeniden usulüne uygun şekilde dinleyerek tanıklardan davacı tarafın iddia ettiği hususların ayrıntılı olarak sorulup belirlenmeye çalışılması, 1965 yılında evlenen tarafların uzun yıllardan beri ayrı ülkelerde yaşıyor oldukları ve TMK 206 maddesindeki haklı sebeplerin örnekleme yoluyla sayıldığı gözetilerek davacı tarafın ilk talebi olan mal ayrılığı rejimine geçiş hakkında öncelikle karar verilmesi, oluşacak kanaate göre de tasfiye isteği hakkında olumlu olumsuz bir karar verilmesidir. Mahkemece, yazılı şekilde eksik araştırma ve inceleme hüküm tesisi bozma nedeni yapılmıştır.
SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle davacı vekilinin yazılı temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollaması ile HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, Yargıtay duruşmasının yapıldığı tarihte yürürlükte bulunan Avukatlık Askari Ücret Tarifesi hükümleri uyarınca 1.630,00 TL Avukatlık ücretinin davalıdan alınarak Yargıtay duruşmasında Avukat marifetiyle temsil olunan davacıya verilmesine, taraflarca HUMK`nun 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 13.02.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 16. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/20529 Karar : 2018/184 Tarih : 25.01.2018
-
HMK 33. Madde
-
Hukukun Uygulanması
Davacı … ve …, … Mahallesi çalışma alanında yapılan kadastro sırasında tespit harici bırakılan ve 29.06.2010 tarihinde idari yoldan 3560 parsel numarası ile 48.992,69 metrekare yüzölçümlü olarak arsa vasfıyla … adına tescil edildiği anlaşılan taşınmazın bir bölümü hakkında irsen intikal, taksim ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak tescil ve … Belediyesi’nin müdahalesinin önlenmesi istemiyle, 25.04.2014 tarihinde dava açmışlardır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar … ve … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacılar … ve …; dava dilekçelerine ekli krokide gösterilen tescil harici 13500 metrekare yer hakkında irsen intikal, taksim ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak bu yerin eşit hisselerle adlarına tescili ve Belediye’nin davaya konu yeri çevreleyip kazık çakarak müdahale ettiğini belirterek müdahalesinin men’ini talep etmişlerdir. Yargılama sırasında keşfen dava konusu edilen yerin evvelinde tespit harici iken 29.06.2010 tarihinde idari yoldan arsa vasfıyla … adına tescil edilen 3560 parsel sayılı taşınmaz içerisinde kaldığı anlaşılmıştır. Mahkemece, davacılar tarafından açılan davanın tapusuz taşınmaz tescili ve müdahalenin meni davası olduğu, yapılan keşif sonucu dava konusu taşınmazın tapusuz değil … adına kayıtlı olduğunun anlaşıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ise de, verilen karar usul ve Yasa’ya uygun bulunmamaktadır. Her ne kadar başlangıçta dava konusu yer tescil hariciymiş gibi dava açılmış ise de dava konusu edilen taşınmaz bölümü dava dilekçesine ekli krokide gösterilmiş ve …’ye doğru şekilde husumet yöneltilmiştir. Yargılama sırasında dava konusu taşınmazın … adına tapuya kayıtlı olduğunun anlaşılmış olması davanın reddini gerektirmez. 6100 sayılı HMK’nın 33. maddesi gereğince bir davada olayları anlatmak taraflara, hukuki nitelendirme görevi hakime aittir. O halde mahkemece davaya tapu iptali ve tescil davası olarak bakılması ve idari yoldan … adına tapu kaydının oluştuğu tarihine kadar davacılar lehine imar ihya ve zilyetlikle edinme koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin değerlendirilerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken hatalı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş olması isabetsiz olup, davacılar Remzi ve … vekilinin temyiz itirazları açıklanan nedenle yerinde bulunduğundan kabulüyle hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan temyiz karar harcının talep halinde temyiz edenlere iadesine, 28.01.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/4818 Karar : 2017/8842 Tarih : 11.10.2017
-
HMK 33. Madde
-
Hukukun Uygulanması
Davacı vekili, müvekkilinin davalılardan …`dan boşandığını, bu aşamada taşınmazlarını muvazaalı olarak diğer davalılara devrettiğinden bu muvazaalı satışların iptali ile …adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar…, …, … ve … vekili, devirlerin borcun doğumundan önce olduğunu raiç bedeller ödenerek satın alındığını belirterek haksız açılan davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Davalı …, duruşmalara katılmamış ve cevap dilekçesi sunmamıştır.
Mahkemece, davacının alacağı (alacak ihtimali) en erken … 2. Aile Mahkemesinin 2009/489 Esas sayılı davasının açıldığı tarih olan 24/04/2009 tarihinde doğduğu, davaya konu … Ada, 8 Parsel numaralı taşınmaz üzerindeki 3.kat 10 bağımsız bölüm numaralı mesken 08/08/1995 tarihinde… Mahallesi, 2… Ada, 171 Parsel numaralı taşınmaz üzerindeki bodrum kat 1 bağımsız bölüm numaralı dükkan ile 3.kat 14 bağımsız bölüm numaralı mesken 10/09/2002 tarihinde davalı …‘a satılmış olduğundan, bu satışlar davacının alacağının doğum tarihinden çok önce olduğundan bu satışların İİK’nun 277 vd maddeleri gereğince iptal edilmeleri mümkün olmadığından bu tasarrufların iptaline yönelik davanın reddine, … Mahallesi, 2…Ada, 171 Parsel numaralı taşınmaz üzerindeki 3.kat 14 bağımsız bölüm numaralı mesken davalı … tarafından 09/03/2011 tarihinde davalı …‘e satışın ise, davanın davalı …`ın yapmış olduğu devirlere yönelik olduğundan davalı … ile davalı … arasındaki 09/03/2011 tarihli satışın muvazaalı olup olmadığı üzerinde durulmadığı, davaya konu … Mahallesi …Ada, 8 Parsel numaralı taşınmaz üzerindeki bodrum kat 2 ve zemin kat 4 bağımsız bölüm numaralı taşınmazlar ile ilgili taleplerini atiye bıraktığından bu taşınmazlar hakkında bir karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava BK`nun 19.maddesine dayalı olarak açılan muvazaalı işlemin iptaline ilişkindir.
1-Dosyadaki yazılara toplanan delillere hükmün dayandığı gerektirici sebeplere ve davacı vekilinin 04.12.2014 havale tarihli dilekçesi ve 11.12.2014 tarihlli oturumdaki beyanı ile dava konularından 18 Ada, 8 Parsel numaralı taşınmaz üzerindeki bodrum kat 2 ve zemin kat 4 bağımsız bölüm numaralı taşınmazlar ile ilgili taleplerini atiye bırakmasına göre davacı vekilinin aşağıda yazılı bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
2-HMK`nin 33.maddesine göre Hakim, Türk hukukunu resen uygulamak zorundadır. Bir davada olayları belirtmek ve açıklamak taraflara, hukuki nitelendirme Hakime aittir. Bu nedenle tarafların hukuki nitelendirmeyi doğru yapmak zorunluluğu yoktur. Başka bir ifade ile Hakim, bildirilen hukuki sebeplerle bağlı olmayıp, hukuki sebebi kendiliğinden bulup uygulamakla sorumludur.
Dava dilekçesindeki ileri sürüşe ve yargılama sırasındaki sözlü ve yazılı açıklamalara göre dava niteliği itibarıyla TBK 19.maddesinde tanımını bulan muvazaa hukuksal nedenine dayalı iptal davasıdır. Yüzeysel bakıldığında iptal davaları ile muvazaa davaları arasında bir benzerlik görülmekte ise de bu benzerlik her iki davanın güttüğü amaçtan öte gitmemektedir. İİK 277.maddesinde sözü edilen iptal davaları borçlu tarafından geçerli olarak yapılmış bazı tasarrufların hükümsüz kılınması için açılır. Oysa muvazaa davası borçlunun yaptığı tasarrufi işlemlerin gerçekte hiç yapılmamış olduğunu tesbit ettirmeyi amaçlar. Kural olarak muvazaa nedeniyle hakları ihlal olunan ve zarar gören 3.kişiler tek taraflı veya çok taraflı hukuki işlemlerin geçersizliğini ileri sürebilirler.
3-Kişinin danışıklı işlem ile hakkının zarar gördüğünün benimsenebilmesi için onun danışıklı işlemde bulunandan bir alacağının var olması ve bu alacağın ödenmesinin önlemek amacıyla danışıklı bir işlem yapılması gerekir. Davacının bu davadaki amacı alacağını tahsil edebilmek için muvazaa nedeniyle temelde geçersiz olan işlemin hükümsüzlüğünü sağlamaktır. Muvazaaya dayalı davalarda davacının icra takibine geçmesi ve aciz belgesi almasına gerek yoktur.Çünkü yukarıda açıklandığı gibi İİK 277 ve izleyen maddelerinde iptal davasına konu tasarruflar özünde geçerli olmasına rağmen kanunun icra hukuku yönünden iptaline imkan verdiği tasarruflardır. Muvazaaya dayalı iptal davasında ise davacı muvazaalı işlemle kendisinin zararlandırıldığını ileri sürmektedir. İİK 277 ve izleyen maddelerinde düzenlenen iptal davası açma hakkı davacının genel hükümlere, muvazaaya dayanarak dava açmasına engel değildir. Davacının iddiasını kanıtlaması halinde iddianın taşınmazın aynına ilişkin olmadığı, alacağın tahsiline yönelik bulunduğu da gözetilerek İİK 283/1,2 maddesi kıyasen uygulanarak iptal ve tescile gerek olmaksızın davacının taşınmazların haciz ve satışını isteyebilmesi yönünden hüküm kurulması gerekecektir.
Somut olayda davacı vekilinin, eldeki davayı davalı …`dan boşanması sonucu hükmedilen tazminatları tahsili için … 24.İcra Müdürlüğünün 2011/5486 sayılı ve İstanbul 21.İcrüa Müdürlüğünün 2014/3555 sayılı takip dosyalarındaki alacağın tahsiline yönelik olarak açmıştır.
Dava konularından 1188 Ada, 8 Parsel numaralı taşınmaz üzerindeki 3.kat 10 ve bağımsız bölüm n 08/08/1995 tarihinde, 263 Ada, 171 Parsel bodrum kat 1 bağımsız bölüm numaralı dükkan ile 3.kat 14 nolu bağımsız bölüm numaralı mesken 10/09/2002 tarihinde borçlu …tarafından davalı …‘a satılmış, 14 nolu bağımsız bölüm 09.03.2011 tarihinde …tarafından davalı …`ye devredilmiştir.
Dosya içerisinde mevcut, … 3.Aile Mahkemesinin 2005/1048 Esas 2006/50Karar sayılı dosyasından, davalı …‘nın 02.12.2005 tarihinde açılan dava dilekçisinde davacı …‘den 30 yıldır ayrı olduğunu ve … isimli bayanla birlikte yaşadığını açıkca belirtmiştir.Bu dava red edilmiş ise de 3 yıl sonra açılan … 2.Aile Mahkemesinin 2009/489 Esas 2011/504 Karar sayılı ilamı ile boşanmalarına karar verilmiştir. Buna göre davalı …1975 yılından beri davacıdan ayrı ve diğer davalı …`la birlikte yaşamaktadır. Boşanmasının 2009 yılında gerçekleşmiş ise de boşanamaya neden olan olaylar 30 yılı aşkın bir süre öncesine dayandığından mahkeme kabulünün aksine borç 1995 ve 2002 yılından öncesinde doğduğunun kabulü gerekir. Davalı … borçlunun önce gayriresmi sonra resmi eşi olup satış tarihlerinde borçlu ile birlikte yaşadığından borçlunun eski eşi davacıdan mal kaçırma amacını bilebilecek şahıslardan olduğundan, dava konusu 263 ada 171 parsel 1 nolu bağımsız bölüm ve 1188 ada 8 parsel 10 bağımsız bölüm ile ilgili davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Dava konularından 263 ada 171 parsel 14 nolu bağımsız bölüm ise borçlu tarfından 10.09.2002 tarihinde satılmış ise de, … 1.Aile Mahkemisinin 2006/225 Esas 2007/1022 Karar sayılı ilamı ile … adına olan tapunun iptali ile …adına tesciline karar verilmiş ve karar 22.10.2010 tarihinde kesinleşmiş ancak tapuda işlem yapılmadan 09.03.2011 tarihinde … tarafından davalı …‘ye satılmıştır. …`nin kötü niyetli alıcı olduğu yolundaki davacı iddiası araştırılmamıştır. Taşınmaz yönünden bu hususlar değerlendirilerek, araştırılarak oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekiken hatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi de isabetsiz olmuştur. SONUÇ: Yukarıda 1 nolu bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddi ile 2 nolu bentte açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 11.10.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/1135 Karar : 2017/2835 Tarih : 11.07.2017
-
HMK 33. Madde
-
Hukukun Uygulanması
Dava, taahhütnameden kaynaklanan tapu iptâli ve tescili istemine ilişkin olup, ıslah dilekçesi ile istem bedele dönüştürülmüş, mahkemece tapu iptâli ve tescili istemi reddolunarak alacak davasının kabulüne dair verilen hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
HMK’nın 33. maddesi uyarınca resen gözetilmesi ve uygulanması gereken temel kanunlarımızdan olan sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı BK’nın 213. maddesinde “Gayrimenkul satımı muteber olmak için resmi senede raptedilmek şarttır. Gayrimenkule dair satım vaadi ve bey’i bilvifa ve istimlak mukavelesi resmi senede raptedilmedikçe muteber değildir. Mukaveleden mütevellit şuf’a hakkı için tahriri şekil kafidir.” denilmiştir. TMK’nın 706. maddesinde de; (sözleşme tarihinde 818 sayılı Kanun’un 634. maddesine paralel); aynen “.(1)..Taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşmelerin geçerli olması, resmi şekilde düzenlenmiş bulunmalarına bağlıdır.” (2) Ölüme bağlı tasarruflar ve mal rejimi sözleşmeleri, kendilerine özgü şekillere tabidir.” düzenlemesi ile tapulu taşınmazlarının devrinin ne şekilde yapılacağı açıklanmıştır. Öte yandan, Tapu Kanunu’nun 26. maddesinde de, “tapu sicil muhafızları veya tapu sicil memurları” olduğu açıklanmıştır. Diğer taraftan Noterlerin tapulu taşınmazların satışına ilişkin satım akti düzenlemesi mümkün olmayıp, sadece “gayrimenkul satış vaadi sözleşmesi” yapabilirler. Noterlik Kanunu’nun 60. maddesinin 3. bendi gereğince bunun dışında yapılan her türlü sözleşme geçersizdir. Örneğin, Noterler satış sözleşmesini onaylayıcı sözleşme ya da gayrimenkul satış vaadi sözleşmesini onaylayıcı sözleşme dahi yapamazlar. Sadece düzenleme şeklinde satış vaadi sözleşmesi yapabilirler. Bu hususlar kamu düzenine ilişkin olup, HMK’nın 33. maddesinde yerini bulan Türk Hukuku`nun resen uygulanacağı kuralının önemli noktalarıdır. Bir sözleşmenin geçerli olup olmaması resen hakim tarafından incelenmeli ve buna göre karar verilmelidir.
Sözleşmenin geçerizliğinin kabul edildiği hallerde ise, tarafların isteyebilecekleri hakları neler olmalıdır.
Bu konuyla ilgili olarak Yargıtay Hukuk Genel Kurul`unun 07.02.2001 tarih ve 13-1729 Esas 32 Karar sayılı kararında belirtilen ilkelere başlıklar halinde değinilmesinde yarar bulunmaktadır.
Sözleşme geçersiz olduğuna göre, davacının ifa menfaatini (rayiç değerini) isteme olanağının hukuken bulunmadığı açıktır. Ne var ki, çoğun içinde azın da var olacağına ilişkin mantık kuralı karşısında davacının istemi verdiği satış parasının reel değerinin ödetilmesi biçiminde yorumlanmalıdır.
Dava tarihinde yürürlükte bulunan 6098 sayılı TBK’nın 237. maddesi “Taşınmaz satışının geçerli olabilmesi için, sözleşmenin resmî şekilde düzenlenmesi şarttır. Taşınmaz satışı vaadi, geri alım ve alım sözleşmeleri, resmî şekilde düzenlenmedikçe geçerli olmaz.” hükmünü amir olup, davaya dayanak yapılan taraflar arasındaki 29.07.2009 tarihli taahhütname davalıya ait olan hisse bedelinin devrini amaçladığından ve TBK’nın 237. maddesinde ön görülen resmi şekil şartlarını taşımadığından ve az yukarıda açıklanan düzelmeler ve yerleşik içtihatlar gözetildiğinde geçersizdir. Bu nedenle tescil istenemeyeceği gibi taşınmazın rayiç bedeli de talep edilemez. Davacı geçersiz sözleşme nedeniyle sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca ödemiş olduğu bedeli talep edebilir. Bu nedenlerle mahkemece davacı tarafın delil listesinde göstermiş olduğu deliller ve davalı adına Keçiören Belediyesi’ne davacı tarafından yapılan ödemelerle ilgili olarak dekontların veya ödeme makbuzlarının ibraz edilmesinin sağlanması ile davacı tarafından ödendiği kanıtlandığı takdirde bu ödemelere ilişkin bedelin hüküm altına alınması gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 11.07.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/17671 Karar : 2017/9640 Tarih : 20.06.2017
-
HMK 33. Madde
-
Hukukun Uygulanması
Alacaklı tarafından başlatılan genel haciz yolu ile ilamsız icra takibinde; şikayetçi 3. kişi vekilinin müvekkiline gönderilen 89/1 haciz ihbarnamesine karşı icra mahkemesine yaptığı başvuruda, 02.02.2016 tarihinde hukuk bürosunun bulunduğu binada çıkan yangın sebebiyle binaya girişin tüm gün mümkün olmaması sebebiyle haciz ihbarnamesine karşı süresinde itirazda bulunamadığını, borçlunun kendilerinden herhangi bir alacağı olmadığını ileri sürerek gecikmiş itirazda bulunduğu, mahkemece istemin 7 gün içinde icra dairesine yapılması gerektiğinden bahisle şikayetin reddine karar verildiği görülmektedir.
İİK`nun 65. maddesinde; “Borçlu kusuru olmaksızın bir mani sebebiyle müddeti içinde itiraz edememiş ise, paraya çevirme muamelesi bitinceye kadar itiraz edebilir” hükmü yer almaktadır. Anılan hükmün uygulanabilmesi için borçluya tebligatın usulüne uygun olarak yapılmış olması, ancak muhatabın kendisinden kaynaklanmayan bir engel nedeniyle süresinde itiraz edememiş olması gerekir.
Şikayetçi 3. kişi vekili dilekçesinde; hukuk bürosunun bulunduğu binada çıkan yangın sebebiyle binaya girişin tüm gün mümkün olmadığını belirtmiştir. 6100 Sayılı HMK`nun 33. maddesi gereğince, hukuki sebebin ve uygulanacak yasa maddesinin tespiti hakimin görevine giren bir konudur (HGK. 5.6.1991-1991/12-258 E-344 K.).
Şikayetçi vekilinin başvurusu, İİK’nun 89/5. maddesi yollamasıyla İİK`nun 65. maddesi kapsamında gecikmiş itiraz olarak değerlendirilip sonuca gidilmesi gerekirken eksik ve yanılgılı değerlendirme ile karar verilmesi isabetsizdir.
SONUÇ:
Şikayetçinin temyiz itirazlarının kabulü ile ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/22567 Karar : 2017/9854 Tarih : 6.06.2017
-
HMK 33. Madde
-
Hukukun Uygulanması
A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, müvekkilinin davalı işyerinde 06.08.2007-01.11.2013 tarihleri arasında Turizmde … isimli internet gazetesinin editörü ve …, …, … Dergilerinde yazı işlerinde çalıştığını, 28.10.2013 tarihinde cep telefonunun elinden alındığını, 01.11.2013 tarihinde de iş akdinin davalı işveren tarafından sözlü olarak feshedildiğini, davalı işverenin davacıdan istifa dilekçesi vermesini istediğini, aksi takdirde tazminatlarının ödenmeyeceğini söylediğini, davacının bu talebi kabul etmediğini, iş akdinin sözlü olarak feshedilince bu durumun diğer çalışanlara duyurmasının istenmesi üzerine Şirkete ait mail adresinde çalışanlara duyurup veda ettiğini, davalı işverene ihtarname göndererek haklarının ödenmesini ihtar ettiğini, hak ve alacaklarının ödenmemesi üzerine de işbu davayı açmak zorunda kaldıklarını iddia ederek kıdem ve ihbar tazminatı, fazla çalışma ücreti, yıllık ücretli izin ve ücret alacaklarının tahsilini talep etmiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının ücretlerinin ödendiğini, davacıya imzalatılmak istenen yazınının, davacının, haber sitesinde copy pace yapmak suretiyle Şirket haklarını zarara uğratması ve itibar zedeleyici davranışlar sergilemesi hususlarında olduğunu, zira bu konuda davalı Şirket aleyhine … 22. Sulh Ceza Mahkemesi’nde kamu davası açıldığını, davacının savunma vermediğini ve işe gelmediğini, buna ilişkin devamsızlık tutanakları tanzim edildiğini, davacıya iş akdinin devam ettiğinin … 15. Noterliği’nin 12.11.2013 tarih ve 19934 Yevmiye No’lu ihtarnamesi ve … 45. Noterliği’nin 27.11.2013 Tarih ve 24123 Yevmiye nolu ihtarnamesi ile bildirildiğini, davacının işe gelmemesi üzerine de iş akdinin … 15. Noterliği’nin 06.12.2013 Tarih ve 21486 Yevmiye nolu ihtarnamesi ile haklı nedenle feshedildiğini savunarak davanın reddini talep etmiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkeme, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanarak iş akdinin haklı nedenle feshedildiğini iddia eden işverenin bu iddiasını ispatlamakla yükümlü olduğu, her ne kadar davalı vekili, davacının haber sitesinde, copy pace yapmak suretiyle şirket haklarını zarara uğrattığını ve davalı işvereninin itibarini zedelediğini, bu yönden davacıdan savunma vermesinin istendiğini, davacını savunma vermediğini ve işe gelmediğini iddia etmiş ise de, savunmaya konu … 22. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2013/187 Esas sayılı dosyası incelendiğinde, suça konu eylemin 20.02.2012 tarihinde işlendiği, kamu davasının ise 20.09.2012 tarihinde açıldığı, davalı işveren tarafından bu yönde davacının savunmasının istenmesine veya iş akdinin feshine ilişkin bir işlemin yapılmadığı, aradan 1,5 yıldan fazla sürenin geçtiği, davalı işveren tarafından 6 günlük süre içinde geçerli fesih işleminin yapılmadığı, bu kadar uzun süre sonra davacının savunmasının alınmasının istenmesine yönelik işlem yapılmasının olağan olmadığı, kaldı ki … 22. Sulh Ceza Mahkemesi’nde açılan davanın davacı hakkında açıldığı, davalı işverene karşı açılmış bir davanın bulunmadığı, ayrıca davalı işveren tarafından davacının yanı sıra aynı dönemde başka işçilerin de işten çıkartıldığının tanık beyanları ile sabit olduğu, tanıklardan …‘in somut beyanlarından iş akdinin davalı işveren tarafından feshedildiğinin anlaşıldığı kaldı ki 6 yılı aşkın hizmet süresi bulunan davacının, sırf savunma vermemek amacıyla işten ayrılmasının hayatın olağan akışına uygun olmadığı, iş akdinin davalı işveren tarafından haklı neden olmadan feshedildiğine kanaatine varıldığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı taraflar temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
Dosya içeriğine göre işveren feshinin haklı nedene dayanıp dayanmadığının çözüme kavuşturulması gereklidir.
Mahkeme kararında işveren feshinin haklı nedenlere dayanmadığı yönünde gerekçelerin sıralanmasına karşın kıdem ve ihbar tazminatının reddine karar verilmesi gerekçe ve hüküm arasında çelişki yaratmıştır.
Ayrıca, 6100 sayılı Hukuk Muhakemelerinin 33. maddesine göre hukukî tavzih hakime aittir. Dosya içeriğine göre davacı Basın Kanununa tabi çalışan olup, uyuşmazlığın bu Kanun kapsamında ele alınması gerekirken 4857 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi de hatalıdır.
Usule ve kanuna aykırı olarak verilen kararın salt bu nedenlerle bozulması gerekmiştir.
F) SONUÇ:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, bozma sebebine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 06.06.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 23. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/6008 Karar : 2017/919 Tarih : 23.03.2017
-
HMK 33. Madde
-
Hukukun Uygulanması
Davacı vekili, müvekkilinin davalı-borçlu …‘in kullanmış olduğu ihtiyaç kredisinden doğan borcu nedeniyle hakkında Kozan İcra Müdürlüğü’nün 2014/2096 E. sayılı dosyasından takibe geçildiğini, ödeme emri kesinleştikten sonra borçlunun çalışmakta olduğu … Posta İşletme Merkezi Müdürlüğü’nden almakta olduğu maaşının haczi için yazılan yazıya verilen cevapta maaş haczinde davalı alacaklı dosyasının birinci sırada bulunduğunu bildirdiklerini, işbu yazı cevabının İİK’nın 138 ve devamında düzenlenen sıra cetveli yerine geçeceğini, davalı alacaklının takip dayanağını oluşturan bononun gerçeği yansıtmadığını, gerçekte böyle bir alacak borç ilişkisi olmadığını ileri sürerek, maaş haczinde alacaklarının birinci sıraya alınmasını talep ve dava etmiştir.
Davalı … vekili ve …, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, tüm dosya kapsamına ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; sıra cetveline itirazın yedi gün içinde takibin icra edildiği yer mahkemesinde yapılacağı, icra takibi Cihanbeyli İcra Müdürlüğü’nün 2014/136 E. sayılı dosyası olduğundan görevli ve yetkili mahkemenin Cihanbeyli Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu gerekçesiyle, yetkisizlik kararı verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
İİK’nın 140/1. maddesinde İcra Müdürlüğü’nce hangi hallerde haciz sıra cetveli düzenleneceği belirtilmiştir. Maddeye göre haciz sıra cetvelinin düzenlenebilmesi için satış tutarının bütün alacaklıların alacağını tamamen ödemeye yetmemesi gerekir. Bu madde uyarınca düzenlenen bir sıra cetvelinde, hacizlere ilişkin takip dosyası (takip tarihi, haciz tarihi, alacak miktarı gibi) bilgilerine, ipotek veya hapis hakları varsa bu hakların tesis edildiği tarihlere ve dayanak bilgilerine yer verilmesi gerekir. Somut olayda, icra dosyasına intikal etmiş bir para bulunmamaktadır. İİK’nın 83/2. madde hükmüne göre, maaş üzerinde birden fazla haciz varsa bunlar İcra Müdürlüğü’nce sıraya konur ve sırada önde olan haczin kesintisi bitmedikçe sonraki haciz için kesintiye geçilemez. Açıklanan bu durum karşısında İcra Müdürlüğünce yapılan maaş hacizlerinin ve yapılması gereken kesintilerin İİK’nın 355. madde hükmü uyarınca bildirilmesi üzerine … Posta İşletme Merkezi’nce bu madde hükmü uyarınca düzenlendiği anlaşılan ve maaş hacizleri ile ilgili yapılan sıralamanın İİK’nın 140/1. maddesinde tanımlanan sıra cetveli niteliğinde olduğundan söz edilemez. Dairemizin 14.01.2014 tarih ve 2013/7887 E., 2014/82 K. sayılı ilamı bu yöndedir.
Bu durumda mahkemenin Posta Müdürlüğü’nce yapılan bu sıralamanın İİK’nın 140/1. maddesi uyarınca İcra Müdürlüğü’nce düzenlenen sıra cetveli niteliğinde olduğu kabul edilerek, aynı Kanun’un 142/1. maddesi uyarınca yetkili mahkemeyi belirlemesi doğru olmamıştır. Zira, 04.06.1958 gün ve 15/6 sayılı İBK’da da belirlendiği gibi, HMK’nın 24/1, 25, 26,30 ve 33. (HUMK’nın 74,75 ve 76.) maddeleri gereğince hakim, tarafların ileri sürdükleri maddi vakıalar, bunlara bağlı netice-i taleplerle bağlı ve fakat hukuki tavsiflerle bağlı olmayıp, kanunları re’sen uygulamakla ve neticeye vardırmakla yükümlüdür.
Bu durumda mahkemece, davanın dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6098 sayılı TBK’nın 19. (818 sayılı BK’nın 18 ) maddesinde düzenlenmiş muvazaa iddiasına dayalı iptal istemine ilişkin olduğunun kabulü ile uyuşmazlıkta HMK’nın 5. ve devamı maddeleri uyarınca yetkili mahkemenin … Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu gözetilerek uyuşmazlığın esasının çözümlenmesi gerekirken, davanın tavsifinde yanılgıya düşülerek, yazılı şekilde hüküm kurulması, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 23.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/80 Karar : 2017/488 Tarih : 25.01.2017
-
HMK 33. Madde
-
Hukukun Uygulanması
Dosyanın incelenmesinde, davalı … Makina Pres San. ve Tic. Ltd. Şti. vekilinin temyiz harç ve masrafları yönünden adli yardım talebinin Dairemizin 2014/12311 esas 2014/19794 karar sayılı ilamı ile reddedildiği, bu karara davalı tarafça itiraz edilmesi üzerine davalının itirazının HMK’nın 33/2. maddesi uyarınca yapılan inceleme sonucu Yargıtay 12. Hukuk Dairesince reddedildiği, bu kez yerel mahkemesince dosyanın temyiz itirazlarının incelenmesi için Dairemize gönderildiği, Dairemizce davalı tarafın adli yardım talebinin reddine ilişkin karar kesinleştiğinden davalı tarafça temyiz harç ve masraflarının tamamlanması için dosya mahalline geri çevrilmiş, geri çevirme sonrasında mahkemece davalıya meşruhatlı davetiye tebliği yapıldığı ancak verilen kesin süre içinde harç ve giderlerin tamamlanmadığı ve dosyanın herhangi bir işlem yapılmadan Dairemize geri gönderildiği görülmüştür.
6100 sayılı Hukuk Muhakemesi Kanunu’nun geçici 3. maddesi gereğince halen yürürlükte olan, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 434. uyarınca maddesi temyiz isteği, dilekçenin temyiz defterine kaydettirildiği tarihte yapılmış sayılır ve temyiz dilekçesi verilirken gerekli harç ve giderlerin tamamı ödenir. Temyiz harç ve giderlerinin eksik ödenmiş veya hiç ödenmemiş olduğunun sonradan anlaşılmış bulunması halinde, karar veren hakim tarafından yedi günlük kesin süre tanınarak, bu süre içerisinde tamamlanması veya ödenmesi, aksi halde temyizden vazgeçmiş sayılacağı temyiz edene yöntemince ve yazılı olarak bildirilir. Aksi halde temyizden vazgeçmiş sayılacağı hususu temyiz edene yazılı olarak bildirilir. Verilen süre içinde harç ve giderler tamamlanmadığı takdirde, mahkeme kararın temyiz edilmemiş sayılmasına karar verir. Bu kararın da temyiz edilmesi halinde 432. maddenin son fıkrası hükmü kıyasen uygulanır. Bu sebeple temyiz harcının yasal süresi içinde temyiz eden tarafından tamamlanmaması durumunda mahkemece temyiz isteminden vazgeçilmiş sayılacağına dair bir karar verilmesi gerekir. Dosyanın tetkikinden bu yönde bir karar verilmediği anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, mahkemece davalı yönünden HUMK 434. maddesi uyarınca karar verilmek, kararın davalıya usulüne uygun olarak tebliğ edilerek, bu kararın temyiz edilmesi durumunda ise temyiz harç ve giderleri de yatırıldıktan sonra her halükarda davacı vekilinin temyiz itirazlarının incelemesi bakımından iade edilmek üzere dosyanın mahalline geri çevrilmesine karar vermek gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle dosyanın yerel mahkemeye GERİ ÇEVRİLMESİNE, 25.01.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/20798 Karar : 2016/18086 Tarih : 18.10.2016
-
HMK 33. Madde
-
Hukukun Uygulanması
A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili; davacının 2006-2013 tarihleri arasında davalının Hasanpaşa şubesinde çalıştığını, 03/10/2011 yılında emekli olduktan sonra kıdem tazminatının işveren tarafından ödendiğini ve sigorta kaydının bu tarihte kapatıldığını, davalı işyerinde 2013 Ekim ayına kadar çalışmaya devam ettiğini, iş akdinin feshinden sonra işçilik alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla mesai, yıllık izin ve hafta tatili çalışma ücreti alacaklarının davalıdan tahsilini talep etmiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili; zamanaşımı itirazında bulunarak, davacının 06/03/2006 - 03/10/2011 tarihlerinde çalıştığını ve bu tarihler arasındaki tüm alacaklarının ödendiğini, 03/10/2011 tarihinden sonra ise Hasanpaşa acentesinde çalışmaya başladığını, acentelik faaliyetlerini …‘nin yürüttüğünü ve davacının bütün işçilik alacaklarından …`nin sorumlu olduğunu, davalı şirketin kendi ticari kararları doğrultusunda acentelik sistemi ile çalıştığını ve acente ile aralarında asıl işveren-alt işveren ilişkisi bulunmadığını, acentenin bağımsız işveren olduğunu savunarak, davanın reddini talep etmiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece davacının davalı şirket bünyesine bağlı acentede çalıştığı, davalı şirketin davacının işçilik alacaklarından sorumlu olmadığı gerekçesiyle davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı davacı temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
Taraflar arasında davalının davacı işçinin işçilik alacaklarından sorumlu olup olmadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Öncelikle 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 19 ve 6100 sayılı HMK.’un 33. maddeleri uyarınca yargıç tarafların hukuki nitelendirmesi ile bağlı değildir. Yargıç aradaki sözleşmesel ilişkiyi yorumlar, sözleşme türünü ve içeriğini kendisi belirler. Tarafların gerçek ve ortak iradelerini esas alır. Bu nedenle taraflar arasındaki sözleşmenin iş, vekalet, eser veya acentelik sözleşmesi olduğunu nitelendirilmesi yargıca aittir.
İşyerinin acenteye devrinde, devralan belirli bir organizasyona, uzmanlığa ve hukuksal bağımsızlığa sahip değilse, kısaca üretim ya da hizmet sunumuna ilişkin ekonomik faaliyetin bağımsız yönetimini üstlenmemişse bir devirden sözedilemez. Zira muvazaa olgusu iddia edilmese de resen araştırılması gereken bir olgudur. Devredenin işveren sıfatının devam ettiği kabul edilmelidir. Acentelik sözleşmesine göre devredenin devralan acente üzerinde denetim ve kontrol yetkisinin bulunması, çalışma şartlarını belirlemesi, çalışan üzerinde yönetim hakkını kullanması, acente ilişkisinin kayıt üzerinde kaldığının, acentenin bağımsız bir işveren olmadığının göstergeleridir.
4857 sayılı Kanun’un 8. maddesinin 1. fıkrasına göre, iş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir. Ücret, iş görme ve bağımlılık iş sözleşmesinin belirleyici öğeleridir.
İş sözleşmesini belirleyen ölçüt hukuki-kişisel bağımlılıktır. Gerçek anlamda hukuki bağımlılık işçinin işin yürütümüne ve işyerindeki talimatlara uyma yükümlülüğünü içerir. İş sözleşmesinde bağımlılık unsurunun içeriğini işverenin talimatlarına göre hareket etmek ve iş sürecinin ve sonuçlarının işveren tarafından denetlenmesi oluşturmaktadır. Bağımlılık iş sözleşmesini karakterize eden unsur olup, genel anlamıyla bağımlılık, hukuki bağımlılık olarak anlaşılmakta olup, işçinin belirli veya belirsiz bir süre için işverenin talimatına göre ve onun denetimine bağlı olarak çalışmasını ifade eder.
İş sözleşmesinde bağımlılık unsurunun içeriğini; işverenin talimatlarına göre hareket etmek ve iş sürecinin ve sonuçlarının işveren tarafından denetlenmesi oluşturmaktadır.
Dosya içeriğine göre; davacının önce davalı işveren işçisi ve daha sonra ise aynı işyerinde bu kez acentelik sözleşmesi imzalanan dava dışı acentede (… işyeri) kurye olarak çalıştığı anlaşılmaktadır. Her ne kadar davacının sigorta primleri dava dışı …‘ye ait olduğu anlaşılan işveren sicil numarasından ödense de, acenteye ait işyerinin yönetimi, denetimi ve elde edilen gelirlerinin davalı …`ye ait olduğu görülmektedir. Hizmet sözleşmesinin tarafları hizmeti alan ve verendir. Sigorta primlerinin başka sicil numarasından ödenmesi iş sözleşmesinin taraflarını değiştirmez. Bu nedenle tüm hizmet süresi boyunca gerçek işveren olduğu anlaşılan …nin talep edilen işçilik haklarının tamamından sorumlu olduğu gözden kaçırılarak, davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi hatalıdır.
F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgilisine iadesine, 18/10/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/14113 Karar : 2016/8871 Tarih : 2.06.2016
-
HMK 33. Madde
-
Hukukun Uygulanması
Davacı vekili dilekçesinde; müvekkilinden abonelik sözleşmesine ve hukuka aykırı olarak, 01.01.2013 tarihinden dava tarihine kadar geçen süreçte kayıp-kaçak bedeli adı altında tahsil edilen tutardan; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, 500 TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek faizi ile birlikte davalıdan tahsilini talep etmiş, ıslah dilekçesi ile talebini 3.912,89 TL`ye yükseltmiştir.
Mahkemece; davanın kabulü ile, 3.912,89 TL`nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, sair temyiz itirazları yerinde değildir.
Ancak, dava dilekçesi içeriğinden davanın kısmi dava olarak açıldığı ve davacının 13.05.2015 tarihli dilekçesinin ise ıslah mahiyetinde olduğu gözönüne alınarak, kısmi alacak için açılan davada müddeabihin ıslah ile artırılan kısmına ıslah tarihinden itibaren faiz yürütülmesi gerekirken; alacağın tümü için dava tarihinden itibaren faiz yürütülmesine hükmedilmiş olması doğru değil ise de;
bu hususun düzeltilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, bu yöne ilişen temyiz itirazlarının kabulü ile, hüküm fıkrasının birinci bendinin karar metninden çıkartılarak, yerine “Davanın kabulü ile, 500 TL alacağın 07.01.2015 dava tarihinden itibaren, 3.412,89 TL alacağın ise 13.05.2015 ıslah tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine” ifadesinin yazılması suretiyle hükmün düzeltilmesine ve hükmün düzeltilmiş bu şekliyle ONANMASINA, oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Dava, davalı şirket tarafından haksız yere tahsil edilen kayıp kaçak bedelinin iadesi istemine ilişkindir.
Mahkemece dava kabul edilmiş, kararın davalı tarafından temyizen incelenmesi istenilmiştir.
Sayın çoğunluk, davacının dava dilekçesinde açıkça davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığına dair bir belirleme bulunmaması nedeniyle, fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak açılan davayı kısmî dava olarak nitelendirmiş ve sonradan istenen kısım yönünden ıslah yapıldığını varsayarak bu kısma dava tarihinden değil, istem (ıslah) tarihinden faiz yürütülmesi gerektiğine karar vererek kararı düzelterek onamıştır.
Sayın çoğunluk ile aramızdaki görüş farklılığı davanın kısmî dava olarak mı, yoksa belirsiz alacak davası olarak mı açıldığı noktasındadır.
Bu nedenle belirsiz alacak davası, kısmî dava ve ıslah kavramlarına değinmek gerekir:
Davacının dava açarken alacağını belirlemesinin imkânsız olduğu veya alacağının belirlenmesinin kendisinden beklenmeyeceği hallerde davacının mağduriyetinin giderilebilmesi ve birtakım sakıncaları bertaraf etmek amacıyla Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile birlikte “belirsiz alacak davası” kurumu kabul edilmiştir (HMK.107).
Davacının talep konusunun bölünebilir olduğu durumlarda, dava açarken, davaya ilişkin taleplerinin bir bölümünü dava konusu etmesi, diğer bölüme ilişkin dava hakkını saklı tutarak geleceği bırakması ise kısmî davadır.
Kısmî dava ile belirsiz alacak davası arasındaki temel farklar ise; belirsiz alacak davasında zamanaşımı alacağın tümü için dava tarihinden itibaren kesildiği halde, kısmi davada sadece talep sonucunda belirtilen miktar için kesilmesi; belirsiz alacak davasında faizin, davalı eğer daha önceden temerrüde düşürülmemişse alacağın tümü için dava tarihinden itibaren işlemeye başlamasına rağmen, kısmi davada sadece talep sonucunda belirtilen miktar için dava tarihinden itibaren, bakiye kısım için ise ıslah ya da ek dava tarihinden itibaren işlemeye başlaması; belirsiz alacak davasında alacağın miktarı tam ve kesin olarak belirlendiği anda davacı ıslah veya karşı tarafın muvafakatine gerek olmaksızın iddianın genişletilmesi yasağına takılmaksızın talebini arttırabildiği halde, kısmi davada alacağın miktarı tam ve kesin olarak belirlendiği durumlarda davacı ya ıslah ya da karşı tarafın muvafakati ile talebini arttırabilecek olmasıdır.
İddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağının istisnası olan ıslah, Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) 176. maddesinde, “ taraflardan birinin yapmış olduğu bir usul işlemini tamamen veya kısmen düzeltmesi” olarak tanımlanmıştır.
Islahın amacı, davada taraflardan birinin eksik bıraktığı veya yanlış bildirdiği vakıaları, dava konusunu veya talep sonucunu tahkikat bitinceye kadar düzeltmesidir.
Bir uyuşmazlığın çözümüne tarafların iddia ve savunmaları yön verir. Bilindiği üzere, hakim Türk hukukunu re`sen uygular (HMK.33).
Dava dilekçesinde dayanılan vakıalara uygulanacak normatif düzenlemeleri uygulamak ve hukuki nitelendirmeyi yapmak hakimin yasal görevidir. Hakimce bu hukuki nitelendirmeyi yapılırken, tarafların yargılama sırasındaki istem ve savunmalarına yönelik tüm dilekçe, beyan ve delilleri bir bütün olup uyuşmazlığın çözümünde bunların tümünün dikkate alınarak bir sonuca varılması gerekir.
Somut olayda sayın çoğunluk dava dilekçesinde davacı tarafın açıkça davanın belirsiz alacak davasına ilişkin olduğuna dair bir belirleme bulunmaması nedeniyle davayı kısmî dava olarak nitelendirmiştir. Oysa davacı taraf davayı açarken dava konusu bedeli belirleyememiş, bilirkişi incelemesi sonrasında belirlenen alacak bakımından dava değerini belirleme dilekçesi vermiş, talep artırım istemine ilişkin bu dilekçe de açıkça HMK. 107. maddesine ve belirsiz alacak davasına ilişkin hükümlere dayanmış ve belirsiz alacak davası hükümlerine göre talebini artırmıştır. Bu artırıma karşı taraf karşı da koymadığı gibi yerel mahkeme de davacı davasını belirsiz alacak davası olarak ele almış ve karara bağlamıştır. Dava konusunun belirsiz alacak ile istenebilir olduğu ve davacı tarafın tüm dilekçe ve beyanları dikkate alındığında davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığının kabulü ile tüm alacağa dava tarihinden itibaren faize hükmedilmesi doğru olduğundan kararın onanması gerekir. Kaldı ki, davalı tarafça, davanın belirsiz alacak davası olarak açılmadığı ve faize yönelik açık bir temyiz olmadığı halde bu hususta düzeltme yapılması da usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenlerle yerel mahkeme kararının faiz yönünden de onanması gerektiğini düşündüğümüzden, sayın çoğunluğun yerel mahkeme kararının düzeltilerek onanması yönündeki kararına katılamamaktayız. 02.06.2016
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas: 2014/11-696 Karar: 2016/778 Tarih: 08.06.2016
-
HMK 33. Madde
-
Hukukun Uygulanması
Taraflar arasındaki “TPE YİDK kararının iptali” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 3. Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 23.11.2010 gün ve 2009/275 E., 2010/286 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 15.01.2013 gün ve 2011/4408 E., 2013/670 K. sayılı ilamı ile;
( … Davacı vekili, müvekkilinin “ÜLKER” lider markası ile birçok gıda maddesi üretimi ve pazarlaması işiyle meşgul ve 03.08.1992 tarihinde tescil edilmiş “ÜLKER COCOBAR” markasının sahibi olduğunu, davalı Şölen A.Ş’nin davacının markasının toplumda ulaştığı tanınmışlık düzeyinden yararlanmak amacıyla “COCO-BALL” ibaresini marka olarak tescil ettirmek üzere diğer davalı nezdinde başvuru yaptığını, başvuruya davacının itirazının nihai olarak TPE YİDK’ca reddedildiğini, ret kararının 556 sayılı KHK’nin aykırı olduğunu ileri sürerek, YİDK kararının iptaline, tescil tekemmül ettirildiği takdirde davalı şirket markasının hükümsüzlüğüne karar verilmesini istemiştir.
Davalı Şölen Gıda A.Ş. vekili, davacının markasındaki esas/ayırt edici unsurun “ÜLKER” ibaresi olduğunu, “COCOBAR” ibaresinin “Hindistan Cevizli Bar” anlamına geldiğini ve bu ibarenin, ürünün cinsini belirttiğini, davacının markası ile müvekkilinin başvurusunun birbirine benzemediğini savunarak davanın reddini istemiştir.
Davalı TPE Başkanlığı vekili, enstitü kararının doğru olduğunu savunmuştur.
Mahkemece bozma ilamına uyularak alınan bilirkişi raporu doğrultusunda, davacı markasında yer alan “cocobar” ibarelerinden “coco” kelimesinin çeşitli firmaların hindistan cevizi içeren ürünlerinde sıklıkla kullandığı, İngilizce’de “coconut” olan ve hindistan cevizi anlamına gelen ürünün kısaltması olduğu, “cocobar” ifadesinin kendisini oluşturan “COCO” ve “BAR” anlamından uzaklaşıp başka bir anlam kazanmadığı, “çikolata kaplı hindistan cevizi” anlamına geldiği, yani kullanıldığı ürün sınıfı olan bisküvi ve çikolata benzeri ürünler için cins ve çeşit bildirmesi nedeniyle doğrudan tanımlayıcı ve ayırt edicilikten yoksun bulunduğu ve yardımcı unsur niteliği taşıdığı, bu nedenle davacı markasında yer alan “Ülker” ifadesinin asli unsur konumunda olduğu davalı başvurusunda ise asıl unsuru “COCO-BALL” ibaresinin gıda sektörü için farklılık yaratan “hindistan cevizi topu” anlamına gelen, ayırım gücü zayıf olmakla beraber doğrudan tanımlayıcı olmayan türetme bir sözcük olması nedeniyle markalar arasında iltibasın bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Dava, davalı marka tescil başvurusuna itirazın reddine dair TPE YİDK kararının iptali istemine ilişkindir.
Bozma ilamından önce alınan bilirkişi kurulu raporunda markalara bütün olarak bakıldığında tertip tarzı itibariyle davacıya ait marka ile davalının markasının gerek okunuş gerekse kulakta bıraktığı genel intiba itibariyle 556 sayılı KHK’nin anlamında benzemediğinin belirtilmesine rağmen, bozma ilamından sonra alınan bilirkişi kurulu raporunda ise davacıya ait tescilli marka ile davalının marka başvurusu çağrışım ve bağlantı kurulmak suretiyle karıştırılma ihtimali bulunacak derecede benzer olmadıkları için markalar arasında 556 sayılı KHK’nin 8 /1-b maddesi anlamında iltibas riski bulunduğu bildirilmiştir. Bu durumda, mahkemece bilirkişi kurulu raporları arasındaki çelişkiyi giderici, üç kişilik uzman bilirkişi heyetinden rapor alınarak, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, kararın davacı yararına bozulması gerekmiştir… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, davalı marka tescil başvurusuna itirazın reddine dair TPE YİDK kararının iptali istemine ilişkindir.
Yerel mahkemece, markaların benzerliği ve iltibas değerlendirmesinin esasen hukuki bir konu olması nedeniyle alınan raporlar arasında bu hususa yönelik ortaya çıkan çelişkinin teknik bir yöne sahip olmadığından ayrı bir heyetten rapor alınmasına ihtiyaç bulunmadığı, bu konunun hâkim tarafından değerlendirilmesi gerektiği belirtilerek yapılan incelemede, davacı markasında yer alan “cocobar” ibarelerinden “coco” kelimesinin çeşitli firmaların hindistan cevizi içeren ürünlerinde sıklıkla kullandığı, İngilizce’de “coconut” olan ve hindistan cevizi anlamına gelen ürünün kısaltması olduğu, “cocobar” ifadesinin kendisini oluşturan “coco” ve “bar” anlamından uzaklaşıp başka bir anlam kazanmadığı, “çikolata kaplı hindistan cevizi” anlamına geldiği, yani kullanıldığı ürün sınıfı olan bisküvi ve çikolata benzeri ürünler için cins ve çeşit bildirmesi nedeniyle doğrudan tanımlayıcı ve ayırt edicilikten yoksun bulunduğu ve yardımcı unsur niteliği taşıdığı, bu nedenle davacı markasında yer alan “Ülker” ifadesinin asli unsur konumunda olduğu, davalı başvurusunda ise asıl unsuru “coco-ball” ibaresinin gıda sektörü için farklılık yaratan “hindistan cevizi topu” anlamına gelen, ayırım gücü zayıf olmakla beraber doğrudan tanımlayıcı olmayan türetme bir sözcük olması nedeniyle markalar arasında iltibas bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmün davacı vekilince temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuştur.
Yerel mahkemece, önceki gerekçesi ve ayrıca HUMK’nın 275 ve HMK’nın 266. maddeleri uyarınca, “çözümü özel ve teknik bir bilgiyi gerektiren haller”de hâkimin bilirkişiye başvurması gerektiği, hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamayacağını, burada sözü edilen özel bilgiden maksat, hukuk bilimi dışında, belirli bir bilim dalının araştırıp ortaya koyduğu sonuçlara ilişkin bilgi olduğu, ayrıca HMK’nın 270. maddesinde, özel bilgiye işaret edilirken, açıkça “hukuk bilimi dışında” şeklinde bir vurgu yapıldığını, öncelikle somut olayda çekişmeli bulunan karıştırma ihtimalinin 556 sayılı KHK’nın 8/1-b ve 9/1-b hükümlerinde kriterleri belirlenmiş, tamamen hukuki bir mesele olduğu, Özel Dairenin birçok kararında, benzerlik ve iltibas konusunda alınan bilirkişi raporunun aksine verilen yerel mahkeme kararlarının onandığı gibi; bir kısım kararlarında ise, yerel mahkemece alınan bilirkişi raporunda benzerlik ve karıştırma ihtimali konusunda belirtilen görüş benimsenip buna uygun verilen kararların, yeni bir rapor alınması yönünden değil, doğrudan doğruya yapılan benzerlik ve iltibas değerlendirmesinin isabetli olmadığı gerekçesiyle bozulduğu, kısacası Özel Dairenin KHK’nın 8/1-b hükmündeki karıştırılma ihtimalini ve işaretlerin benzerliği konusunu bizzat irdeleyip ulaştığı sonuca göre yerel mahkeme kararını salt bu sebeple esastan bozduğu, bu nedenle işaretlerin benzerliği ve iltibas değerlendirmesinin esasen hukuki bir konu olduğundan raporlar arasında bu hususa yönelik ortaya çıkan çelişki teknik bir yöne sahip olmadığından üçüncü bir heyetten rapor alınmasına ihtiyaç bulunmadığı gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararını, davacı vekili temyize getirmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 556 sayılı KHK’nin 8/1-b maddesi anlamında karıştırılma ihtimali değerlendirmesinin hukuki bir değerlendirme olup olmadığı, varılacak sonuca göre bilirkişi raporları arasındaki çelişkinin üç kişilik uzman bilirkişi heyetinden rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Öncelikle konunun açıklığa kovuşturulabilmesi için 556 sayılı KHK’nin KHK’nin 8/1-b maddesinde düzenlenen karıştırılma ( iltibas ) tehlikesi kavramı üzerinde durulmalıdır:
Karıştırılma ( iltibas ) tehlikesi hukuki bir kavram olup, şu şeklide tanımlanabilir: İki ayrı marka karşısında bulunan kişilerin, bu markaların benzerliği sebebiyle, sunulan mal veya hizmetlerin ayrı işletmeye veya ekonomik olarak bağlantı içerisinde bulunan işletmelere ait olduğunu düşünmeleri veya düşünme ihtimalleridir ( Savaş Bozbel, Fikri Mülkiyet Hukuku, İstanbul 2015, s. 408- 409 ). Diğer bir tanıma göre karıştırılma ihtimali, bir -tescilsiz- işaretin veya tescil edilmiş bir markanın daha önce tescil edilmiş bir marka ile şekil, görünüş, ses, genel izlenim vs. sebeple ya aynı ya da benzer olduğu için önce tescil edilmiş marka olduğu zannını uyandırması tehlikesidir ( Ünal Tekinalp, Fikri Mülkiyet Hukuku, 5. Bası, İstanbul 2012, s. 436, N. 18 ).
Yapılacak incelemede karıştırılma ( iltibas ) ihtimalinin araştırılmasına ilk önce markalar arasında ayniyet ya da benzerlik bulunup bulunmadığından başlanması gerekir. Bunun için de ilk önce markalar arasında ayniyet veya benzerlik ve daha sonra mal ve/veya hizmetler arasında ayniyet veya benzerlik olup olmadığı araştırılmalıdır. Burada iltibas tehlikesinin belirlenmesinde, benzerliğin vasat düzeydeki tüketicilerin ilk bakışta ürün veya hizmetin karıştırılmasına sebep olması veya karıştırma tehlikesinin bulunması ölçütü esas alınır. Ancak özel alıcı grubu olan hedef kitle de somut olayda nazara alınabilir ( Savaş Bozbel, s. 411 ).
Karıştırılma tehlikesinin belirlenmesinin hukuki bir kavram olduğunu belirledikten sonra hâkimin hukuku uygulaması ve hukuki konularda bilirkişiden görüş alıp alamayacağı konuları üzerinde durulması gerekir.
Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ( )’nun 76. maddesinde yer alan, hâkim re’sen Türk kanunları mucibince hüküm verir, hükmü sadeleştirilerek 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ( )’nun “hukukun uygulanması” başlıklı 33. maddesinde; hâkim, Türk hukukunu resen uygular, şeklinde yer verilmiştir.
Burada hem usul hukuku, hem maddî hukuk aynı düzeyde madde kapsamı içerisinde bulunduğu konusunda duraksama bulunmamaktadır.
Diğer taraftan hâkimin bilirkişiye başvurması konusunda 275. maddesine göre; mahkeme, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişi dinlenemez. Ayrıca aynı Kanunun 286. maddesinde de bilirkişinin rey ve mütalaasının hâkimi takyit etmeyeceği düzenlemesine yer verilmiştir.
Benzer düzenlemeye HMK’nın “bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller” başlıklı 266. maddesinde yer verilmiş olup, sözkonusu hükme göre; mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz. Yine aynı Kanunun 282. maddesinde, hâkimin, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendireceği açıklanmıştır.
Bilindiği üzere; HMK’nın 266. maddesinin gerekçesinde hâkimin, genel hayat tecrübeleri uyarınca sahip olunması gereken bilgilerle çözümleyeceği konularla, hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konular hakkında, bilirkişiye başvuramayacağı; ancak, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hususlarda, bilirkişiden yararlanabileceği açıkça hüküm altına alınmıştır. Burada sözü edilen özel bilgiden maksat, hukuk bilimi dışında, belirli bir bilim dalının araştırıp ortaya koyduğu sonuçlara ilişkin bilgidir. Ancak, yer yer, hukukun spesifik alanlarına ilişkin hukukî bilginin de, özel bilgi kavramının kapsamı içerisinde mütalaa edilip bilirkişilik kurumunun kapısının aralanmaya çalışılması yönünde bir eğilimin belirmesi nedeniyle, maddede, özel bilgiye işaret edilirken, açıkça, “hukuk bilimi dışında” seklinde bir vurgu yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur. Teknik bilgi ile kastedilen ise fizik, kimya, matematik gibi, pozitif bilimlerin verilerini uygulamaya yeterli bilgidir. Yine, belirli bir işletme boyutunu aşan, genel nitelik kazanmış, yetkili kişi, kurum ve kurullarca tespit edilmiş olan teknik standartlar da, teknik bilgi kavramının kapsamı içerisinde yer alır. Öte yandan, hukuk kurallarını re’sen araştırıp bulma ve olaya uygulama, zaten hâkimin işidir. Bu kural uyarınca, hukukî sorunların en yetkin bilirkişisi, hâkimin kendisidir. Sözü edilen kuralı öngören ve HMK’nın 33. maddesinde yer alan “Hukukun uygulanması” başlıklı düzenleme de ( 1086 sayılı Kanun m.76,, 1,c. ), hâkimin hukukî sorunlarda, bilirkişiye başvurmasının mümkün olamayacağının bir başka kanıtını teşkil etmektedir.
Yine, anılan kurala paralel olarak, Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 2. maddesinin birinci fıkrasında, hâkimin, Türk kanunlar ihtilâfı kurallarına göre, yetkili olan yabancı hukuku da re’sen uygulamakla ödevli olduğu hususu hükme bağlanmıştır. En genel çerçevede ise hukuka uygun olarak hüküm verme işinin, münhasıran hâkimin işi olduğuna, Anayasanın 138. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde açıkça işaret edilmiştir.
Bütün bunlar gözetildiğinde, Hukuk Muhakemeleri Kanunun, hukukî sorunlarda hâkimin bilirkişiye başvuramayacağını öngören kuralının, Anayasanın 138. maddesinin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde, HMK’nın 33. maddesinde ( 1086 sayılı Kanunun 76. maddesinin birinci cümlesinde ) ve Milletlerarası Özel Hukuk ve Usul Hukuku Hakkında Kanunun 2. maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan düzenlemelerin, somut plânda bir uygulanma biçimi olduğu söylenebilir.
Aksine tutum, Türk Milleti adına hüküm vermeye tek yetkili “Hâkim”in yerine “bilirkişi”nin konulması sonucunu doğurur. Ayrıca yargılamanın sürat ve az masrafla yapılması ilkesini de zedeler. Bu nedenle yasal düzenlemenin yorumlanması ve somut olaya uygulanması hâkime aittir. Hukuki bilgiyi gerektiren bu husus bilirkişi düşüncesine terk edilemez.
Yapılan bu açıklamalardan sonra somut olaya gelince; davacı tescilli “Ülker Cocobar” markasının sahibi olduğunu davalının ise “Ülker Cocobar” markasının toplumda ulaştığı tanınmışlık düzeyinden yararlanmak amacıyla “Coco-Ball” ibaresini marka olarak tescil ettirmek üzere diğer davalı TPE nezdinde yaptığı başvuruya itirazının nihai olarak TPE YİDK’ca reddedildiğini, oysa markalar arasında 556 sayılı KHK’nin 8/1-b maddesi anlamında karıştırılma ihtimali bulunduğunu ileri sürerek TPE YİDK kararının iptaline, tescil edilmesi halinde markasının hükümsüzlüğüne karar verilmesini talep etmiş, mahkemece alınan bilirkişi raporu ile bağlı kalınmaksızın iltibas tehlikesi araştırmasının hukuki bir araştırma olduğu, bu konuda bilirkişi incelemesine başvurmanın hukuken mümkün olmadığı gibi başvurulmuş olması halinde de bağlayıcı olmayacağı gerekçesiyle taraf markaları arasında 556 sayılı KHK’nin 8/1-b maddesi anlamında karıştırılma ihtimalinin bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Yukarıda da açıklandığı üzere 556 sayılı KHK’nin 8/1-b maddesi anlamında markalar arasında karıştırılma ihtimalinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi hukuki bir konu olduğundan bilirkişinin oy ve görüşüne başvurulamayacağı, aksine davranışın yukarıda açıklanan yasal mevzuata aykırılık oluşturacağı, diğer bir deyişle hâkimin yerine bilirkişinin konulması sonucunu doğuracaktır.
Bu nedenlerle; yerel mahkemenin direnme gerekçesi usul ve yasaya uygun olup, yerindedir.
Ne var ki, bozma nedenine göre işin esasına yönelik diğer temyiz itirazları dairece incelenmediğinden, bu inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle, yerel mahkemenin direnmesi uygun olup; davacı vekilinin işin esasına yönelik diğer temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 11. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 08.06.2016 gününde oybirliği ile karar verildi.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.