0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Resen Yapılması Gereken İşlemlere İlişkin Giderler

HMK Madde 325

(1) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işlerde, hâkim tarafından resen başvurulan deliller için gereken giderlerin, bir haftalık süre içinde taraflardan birisi veya belirtilecek oranda her ikisi tarafından ödenmesine karar verilir. Belirlenen süre içinde bu işlemlere ait giderleri karşılayacak miktarda avans yatırılmazsa, ileride bu gideri ödemesi gereken taraftan alınmak üzere Hazineden ödenmesine hükmedilir.



HMK Madde 325 Gerekçesi

Madde, 1086 sayılı Kanunun 415 inci maddesinin günümüz Türkçesine uyarlanmış şeklidir.

Maddede tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri davalara ait yargılama giderleri düzenlenmiştir. Bu davalarda toplanacak deliller için gereken giderin yatırılmasıyla ilgili, süre bakımından işlemin hızlandırılmasını sağlayacak şekilde bir düzenleme yapılmıştır. Şöyle ki; mahkemenin, giderlerin yatırılması için taraflardan birisi veya belirteceği oranda ikisine yedi günlük (“bir hafta” olarak yasalaşmıştır) kesin süre vermesi ve bu süre içinde ilgilisinin giderleri ödemesi öngörülmüştür. Şayet bu süre içinde giderler yatırılmaz ise mahkemenin ikinci bir süre verme imkânı olmayıp, masrafların ileride haksız çıkandan alınmak üzere Hazineden ödenmesine karar vermesi gerekecektir.

Re’sen yapılması gereken işlemlere örnek olarak; 3402 sayılı Kadastro Kanununun 30 uncu maddesinin ikinci fıkrasındaki “Hâkim re’sen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür.” şeklindeki hüküm ile 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun 146 ncı maddesinde yer alan Cumhuriyet savcısının mutlak butlan davası açması, 183 üncü maddedeki velayetle ilgili hâkimin re’sen gerekli önlemleri alması, 284 üncü maddedeki soybağına ilişkin davalar, 346 ncı maddedeki çocuğun korunması için uygun tedbirlerin alınması, ayrıca söz konusu Kanunun 348 ve 349 uncu maddelerinde yer alan velayetin kaldırılmasıyla ilgili hükümler gösterilebilir.


HMK 325 (Resen Yapılması Gereken İşlemlere İlişkin Giderler) Emsal Yargıtay Kararları


YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/8411 Karar : 2018/1406 Tarih : 5.02.2018

  • HMK 325. Madde

  • Resen Yapılması Gereken İşlemlere İlişkin Giderler

A) Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili, davacının 26/07/2003 tarihinden bu yana aralıksız olarak davalının … ilinde bulunan … mağazasında çalışmaya başladığını, 2014 yılında … mağazası müdürü olarak çalışmasını sürdürdüğünü, 18/12/2015 tarihin kadar sürekli ve sorunsuz bir şekilde devam ettirdiğini, 18/12/2015 tarihinde “ mağaza masrafında olmadığı halde mağazanın açığı çıkan ürünleri defalarca mağaza masrafında gösterdiğiniz, mutfak yemek listesinde kullanılması gereken ürünler arasında olmadığı ve mutfakta kullanılmadığı halde gerçeğe aykırı olarak bazı ürünlerin mutfakta kullanılmış gibi gösterilerek masraf kestiği, stok düzeltme kurallarına aykırı olarak ve kasten kasadan gerçek dışı iade işlemi yaptığınız “ diyerek davacının iş sözleşmesinin feshedildiğini, iddia edilen bu durumların asılsız olduğunu, müşteri odaklı çalışan davalı işyerinin müşteri odaklı olduğunu, o yüzden müşterinin beklememesi için onay işlemlerinin daha sonra yapıldığını ve stoktan düşüldüğünü, iş yerinde 30 dan fazla işçi çalıştığını, feshin geçersiz olduğunu iddia ederek;

feshin geçersizliğine, davacının işe iadesine, süresinde işe başlatılmaması halinde 4 aydan 8 aya kadar ücreti tutarında tazminatın ve kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süreler için 4 aylık ücret ve tüm haklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili, davacının şirketin mağaza müdürü olduğundan ticari temsilci sıfatı olduğunu, işe iade davası hakkı olmadığını, işveren vekili anlamına geldiğinden iş güvencesi hükümlerinden yararlanmasının söz konusu olmadığını, şirketin soruşturma bölümü tarafından tespit edilen belge kayıtların kendisine sorularak savunması istenildiği, davacının yaptığı bu usulsüz işlemleri ikrar ettiğini, bu yaptığı işlemlerin kamera kayıtları ve belgelerle sabit olduğunu, feshin haklı nedene dayandığını savunarak davanın reddini talep etmiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece, usul hatası bulunan işlerin mutfakta kullanılan malzemelerin ya da 2 ürün alan müşterinin ürünlerinin aynı ürünmüş gibi kasadan yanlışlıkla geçirilmesi sonucu oluşan hatalara ilişkin tavzihlere ilişkin olduğu, davacının menfaatine bir işlem yaptığının belirlenemediği, ayrıca feshin geçerli sebebe dayandığının ispat yükü davalı tarafta olduğundan bu konuda bilirkişi incelemesine karar verildiği, 04/05/2016 günlü duruşmada davalı tarafa yüklenen ve sonuçları hatırlatılan gider avansı ödenmediğinden davalı taraf feshin geçerli sebebe dayandığını ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz:

Kararı davalı vekili yasal süresi içinde temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) 114/g maddesinde gider avansı dava şartı olarak düzenlenmiştir.

6100 sayılı HMK 448.maddesine göre Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır.”

450.maddesinde “(1) 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ek ve değişiklikleri ile birlikte tümüyle yürürlükten kaldırılmıştır.” düzenlemesi mevcuttur.

Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamanın devamı için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; dava şartları, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.

HMK.’un 115/2 maddedeki kurala göre ise “Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder”.

Düzenleme gereğince, eksik olan bir dava şartı, belirli bir süre verilerek giderilebilecek ise, hakim tarafından eksikliğin giderilmesi için kesin süre verilmesi gerekir. Bu süre içinde dava şartı eksikliği tamamlanmaz ise dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmelidir.

HMK.’un 120. maddesinde gider avansı düzenlenmiştir. Buna göre “ Davacı, yargılama harçları ile her yıl Adalet Bakanlığınca çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı, dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. Avansın yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması hâlinde, mahkemece, bu eksikliğin tamamlanması için davacıya iki haftalık kesin süre verilir ”.

30.09.2011 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Gider Avansı Tarifesinin 1. maddesinde tarifenin amacının dava açılırken mahkeme veznesine yatırılacak olan gider avansının miktarı ile avansın ödenmesine ilişkin usul ve esasları belirlemek olduğu açıklanmıştır. Tarifenin 6. maddesinde “Bu Tarifenin yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan davalarda, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 120. maddesinin ikinci fıkrasına göre gider avansı ikmal ettirilir.” düzenlemesi getirilmiştir.

Anılan düzenlemelerden ve dava şartı müessesesinden gider avansının davanın açılması sırasında alınmasının şart olmadığı, mahkemenin sonradan bu eksikliği kesin süre vererek ikmal ettirebileceği anlaşılmaktadır.

Davanın açıldığı tarihte eksik veya hiç gider alınmamış olsa bile gider avansı dava şartı olmakla hüküm verilinceye kadar ikmal ettirilebilir. İster gider avansı isterse tamamlama avansı olarak tanımlansın ikmal edilmesi gereken paranın hukuk yargılamasındaki nitelemesi dava şartı olarak gösterilen gider avansıdır. Gider avansının yatırılmaması veya ikmal edilmemesi halinde dava usulden reddedilecektir.

Ancak kanunun 324. maddesinde delil ikamesi avansı, 325.maddesinde ise re` sen yapılması gereken işlemlerde giderler düzenlenmiştir.

324madde gereğince “Taraflardan her biri ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorundadır. Taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak öderler. Taraflardan birisi avans yükümlülüğünü yerine getirmezse, diğer taraf bu avansı yatırabilir. Aksi hâlde talep olunan delilin ikamesinden vazgeçilmiş sayılır. Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işler hakkındaki hükümler saklıdır”.

325.maddeye göre ise “ Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işlerde, hâkim tarafından resen başvurulan deliller için gereken giderlerin, bir haftalık süre içinde taraflardan birisi veya belirtilecek oranda her ikisi tarafından ödenmesine karar verilir. Belirlenen süre içinde bu işlemlere ait giderleri karşılayacak miktarda avans yatırılmazsa, ileride bu gideri ödemesi gereken taraftan alınmak üzere Hazineden ödenmesine hükmedilir ”.

HMK.’un 120. maddesindeki gider avansı ile ilgili düzenlemenin 324. Maddedeki delil ikamesi için avans kuralı ile birlikte değerlendirilmesi ve dava şartı olan gider avansının delillerin ikamesi dışındaki yargılama giderleri için dikkate alınması gerekir. Dolayısı ile delil ikamesi için alınacak avans ile dava şartı olan gider avansının birbirinden ayrılması, delillerin ikamesi için alınacak avansın gider avansı içinde yer almaması zorunludur.

Tanık dinlenmesi, bilirkişi raporu alınması ve keşif gideri gibi delil ikamesine yönelik giderlerin gider avansı içinde değerlendirilmesi olanağı HMK.nın 324. maddesi düzenlemesi karşısında yoktur. Ayrıca delil ikamesi avansının da ispat külfetine göre taraflara yükletilmesi gerekir. Diğer yandan örneğin re` sen hesap raporu, teknik rapor vb. alınacaksa giderin 325. maddesi kapsamında değerlendirilmesi isabetli olacaktır.

Delil avansının yatırılmaması halinde ilgili taraf “ o “ delilden vazgeçmiş sayılarak mevcut delil durumuna göre karar verilmelidir.

Kesin süre müessesine gelince;

Davaların kısa zamanda sonuçlandırılması, adaletin bir an önce tecellisi için, taraflarca veya Mahkemelerce yapılması gereken bir kısım adli işlemler sürelere bağlanmıştır. Bu sürelerin bazılarını kanun bizzat belirlerken, bir kısmını işin özelliğine, tarafların durumlarına göre belirlenmesi için hakime bırakmıştır.

Kanuni süreler açıkça belirtilen ayrıcalıklar dışında kesindir. Bu nedenle kanunun tayin ettiği süreler hakim tarafından azaltıp çoğaltılamaz.

Hakimin belirlediği süreler ise kural olarak kesin değildir. Hakim tayin ettiği süreyi henüz dolmadan azaltıp çoğaltacağı gibi, süre geçtikten sonra da tarafın isteği üzerine yeni bir süre tanıma yoluna da gidebilir. Bu takdirde verilen ikinci süre kesindir. Ancak, hakim kendi belirlediği sürenin kesin olduğuna da karar verebilir. Kesin sürenin tayin edilmesi halinde, karşı taraf yararına usulü kazanılmış hak doğacağı da kuşkusuzdur.

Hemen belirtmek gerekir ki, ister kanun, isterse hakim tarafından tayin edilmiş olsun, kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesine yasal olanak yoktur. Böylece kesin sürenin kaçırılması; o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikle getirmekte, bazen davanın kaybedilmesine dahi neden olmaktadır.

Bu itibarla geciken adaletin de bir adaletsizlik olduğu düşüncesinden hareketle, davaların yok yere uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere konan kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, kesin süreye ilişkin ara kararı her türlü yanlış anlaşılmayı önleyecek biçimde açık ve eksiksiz yazılmalı, yapılacak işler teker teker belirtilmelidir. Bunun yanında verilen süre yeterli, emredilen işler, gerekli ve yapılabilir nitelik taşımalı, ayrıca hakim süreye uymamanın sonuçlarını açıkça anlatmalı, tarafları uyarmalıdır. Öte yandan, kesin süre tarafların yanında hakimi de bağlayacağından uyulmaması halinde gereği hakim tarafından hemen yerine getirilmelidir.

Somut uyuşmazlıkta,

Mahkemece 04.05.2016 tarihli oturumda; “ 2- Dosyanın resen seçilen bilirkişi Av. ……ve işletme bilirkişisi …‘ya tevdiine, yerinde inceleme yapılarak dosyadaki cd`de izlenip, feshin geçerli sebebe dayanıp dayanmadığının belirlenmesine, bilirkişilerin emek ve mesaisine karşılık 350,00 TL ücret takdirine, bilirkişi ücreti ve raporun taraflara tebliği için gereken giderin davacı tarafça karşılanmasına, 3- Davalı vekiline eksik 500,00 TL avansın yatırılması için iki hafta kesin süre verilmesine,( sonuçlar anlatıldı) “ şeklinde ara kararları oluşturulmuş ve,

“ 04/05/2016 günlü duruşmada davalı tarafa yüklenen ve sonuçları hatırlatılan gider avansı ödenmediğinden davalı taraf feshin geçerli sebebe dayandığını ispatlayamadığı “ gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Gerekçenin yazılış şekli itibarı ile “ kabulün “ gerekçesinin ispattan öte “davalı tarafa yüklenen ve sonuçları hatırlatılan gider avansının ödenmemesi“ olduğu anlaşılmaktadır.

İspata ilişkin gerekçede yeterli değildir.

Yukarıda açıklandığı üzere Mahkemece 3 nolu ara kararı ile davalı taraftan istenilen 500,00 TL. avansın delil avansı mı, yoksa gider avansı mı olduğu açıklanmadan süre verilmiştir.

Ara kararında “ kesin süre verildiği ve sonuçlarının hatırlatıldığı “ yazılmış ise de, sonuçların ne olduğu zapta yazılmamıştır. “ ( sonuçlar anlatıldı) “ şeklindeki bir açıklama, kesin sürenin sonuçlarının ne olduğunu açıklamaya yeterli değildir. Verilen kesin süre usule uygun olmayıp, hukuki sonuç doğuracak nitelikte değildir.

Mahkemece yapılacak iş davalı tarafa usulüne uygun şekilde kesin süre vermek ve dosyada mevcut deliller değerlendirilip, iddia ve savunmadan hangisine, ne sebeple üstünlük tanındığı tartışılıp, gerekçelendirilerek sonuca gitmektir.

Kabule göre de; CD. çözümünü yaptırmak yükümlülüğü davalı tarafa ait olduğu halde bilirkişi masraflarının “ davacı “ tarafa yükletilmesi hatalıdır.

Mahkemenin 04.05.2016 tarihli oturumunda ki 2 nolu ara kararında bilirkişiye “ feshin geçerli sebebe dayanıp dayanmadığının belirlenmesine” şeklinde bir görev yükletilmesi de, hukuki değerlendirme hakime ait olduğundan HMK.nın 266. maddesine aykırıdır.

F) SONUÇ:

Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, bozma sebebine göre esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 05.02.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/13546 Karar : 2017/2392 Tarih : 23.03.2017

  • HMK 325. Madde

  • Resen Yapılması Gereken İşlemlere İlişkin Giderler

Kadastro sırasında,… köyü 121 ada 142 ve 167 parsel sayılı sırasıyla 2924,87 m2 ve 2799,68 m2 yüzölçümündeki taşınmazlar, belgesizden kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle davalılar adlarına, 121 ada 168 parsel sayılı 2002,37 m2 yüzölçümündeki taşınmaz ise, davada taraf olmayan Kerim Yaprak mirasçıları adlarına tespit edilmiştir. Davacı … Yönetimi, çekişmeli taşınmazların … niteliğinde olduğu iddiasıyla dava açmıştır.

Mahkemece, çekişmeli 121 ada 168 parsele yönelik davanın husumet yokluğundan reddine, diğer taşınmazlara yönelik davanın ise kısmen kabulüne, 121 ada 167 parselin … niteliği ile Hazine adına, 121 ada 142 parselin ise, davalılar adlarına tapuya tesciline karar verilmiş, hükmün davacı … Yönetimi tarafından 121 ada 142 ve 168 parsellere yönelik olarak temyizi üzerine Yargıtay 20. Hukuk Dairesi tarafından bozulmuştur. Hükmüne uyulan 20/03/2008 gün ve 2008/481- 4394 sayılı bozma ilamında “ Hükme esas alınan uzman … ziraat ve fenni bilirkişilerin düzenledikleri raporda, çekişmeli taşınmazların tamamının eğiminin % 3-5 olduğunu, nadas halinde bulunduklarını, çekişmeli 142 parselin resmi belgelerdeki konumu üzerinde … bitki örtüsünün bulunmaması, toprağın tarımsal amaçlı kullanılması, erozyonun düşük olması nedeni ile … sayılmayan yerlerden olduğu, çekişmeli 167 ve 168 parsellerin ise resmi belgelerdeki konumu, toprak yapısı, erozyonun yüksek olması nedeni ile … sayılan yerlerden olduğunu açıklayarak taşınmazların resmi belgelerdeki konumlarını işaretlemişlerdir.

1)Çekişmeli 121 ada 168 parsel sayılı taşınmaza ilişkin temyiz itirazlarına gelince;

Bu taşınmaz Kerim Yaprak mirasçıları adlarına tespit edilmiştir. Mahkemece, davacı … Yönetiminin bu kişilere yönelik olarak dava açmadığı gerekçesi ile bu parsele yönelik olarak dava husumetten ret edilmiştir. Davacı … Yönetimi, dava dilekçesi ile 121 ada 142, 167, 168 parsellere yönelik olarak bu davayı açmış ve 142 ve 167 parsellerin tespit maliki olan davalı gerçek kişileri davalı olarak göstermiştir. Ancak, Yargıtay H.G.K.’nun 24.12.1997 gün 1997/17-846-1085 sayılı kararında da belirtildiği gibi, çekişmeli 168 parsel sayılı taşınmazın tespit maliklerinin davalı olarak gösterilmemeleri maddi yanılgıdan kaynaklanmıştır. Yargılamanın her aşamasında maddi yanılgının giderilmesi usul hükmü ve yargısal uygulamalar gereğidir. O halde; mahkemece, yargılama sırasında çekişmeli 168 parselin tespit maliklerinin davaya dahil edilmeleri sağlanarak taraf teşkilinin tamamlanması ve bu taşınmaz yönünden de esas hakkında hüküm kurulması gerekirken aksine düşünceler ile kurulan hüküm doğru değildir. Kabule göre de, davanın kadastro tespitine itiraz davası olduğu ve kadastro hakiminin sicil oluşturması gerektiği düşünülmeden 168 parselle ilgili olarak sicil oluşturulmaması da doğru değildir.

2)Çekişmeli 121 ada 142 parsel sayılı taşınmaza ilişkin temyiz itirazları yönünden;

Dava konusu taşınmaz,… köyünün önceden bağlı olduğu … köyünden 2001 yılında ayrıldığı, …’de 1946 yılında … kadastrosunun seri bazda yapıldığı bilirkişiler tarafından düzenlenen raporda taşınmazın bulunduğu yerde,… tahdit çalışmasının yapılmadığının bildirildiği; ne var ki, … kadastrosuna ilişkin tüm tutanaklar ile haritası getirilmediği için bilirkişilerin bu sözleri, denetlenemediği gibi taşınmazın kadastro paftası ile memleket haritası ölçekleri denkleştirilerek birbirleri üzerine aplike edilmediği taşınmaz konumunun memleket haritasında parsel bazında gösterildiğinden, bilirkişi raporu denetlenememektedir. Denetlenemeyen rapora dayanılarak hüküm kurulamaz. Bu nedenle; mahkemece, öncelikle kılavuz dosya seçilip öteki dosyalardaki dava konusu taşınmazların yerinde görülüp yapılacak keşfinde her parsele ilişkin … araştırmasıyla ilgili olmak üzere Yargılama gideri paylaştırılmalı keşfe gidilmeden önce … köyünde 1946 yılında yapılan … tahdidine ilişkin tüm tutanaklar ile haritası, eski tarihli memleket haritası, amenejman planı ve hava fotoğrafları ile komşu parsel tutanakları getirtildikten sonra üç … ve bir fen bilirkişi aracılığıyla yeniden yapılacak keşifte 02 Eylül 1986 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 6831 … Kanununa göre … yerinde bulunmayan Kadastrosu ve Teknik İzahnamesinin 49. maddesinde yazılı … sınır noktası ve hatların uygulanmasında tutanaklardan, … kadastro haritasından, hava fotoğraflarından varsa ölçü karnelerinden, nirengi, poligon, röper noktalarından yararlanılır. Sınırlama tutanakları ile … kadastro haritaları arasında çekişme olduğunda ölçü değerleri ve tutanaktaki ifadeler arazinin durumuna göre incelenir, hangisi daha çok uyum gösteriyorsa ve gerçek duruma uygun ise o esas alınır.

Hükmü ile 15.07.2004 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan … Kadastrosunun Uygulanması Hakkında Yönetmeliğin ‘Teknik İşler’ başlıklı Dokuzuncu bölümünde yazılı esaslar gözönünde bulundurularak uygulama yapılmalı, yerel bilirkişi beyanlarına başvurularak, yerinde bulunmayan … sınır noktaları, bulunanlardan hareketle tutanak ve haritalarda yazılı mevki, yer, kişi isimleri ile açı ve mesafelere göre … kadastrosu aplikasyon ve 2/B madde uygulama tutanak ve haritalarının düzenlenmesinde kullanılan hava fotoğrafları ve memleket haritalarından faydalanılarak, değişik açı ve uzaklıklardaki en az 6-7 adet … sınır noktası bulunup röperlenmeli, anlatılan yöntemle bulunan ilk … kadastrosu aplikasyon, çekişmeli taşınmazın ve 2/B madde uygulaması ile ilgili sınır noktaları aynı ölçeğe çevrilerek, çekişmeli taşınmazın, … kadastrosu aplikasyon ve 2/B madde haritalarına göre konumu genel kadastro paftası üzerinde, ayrı renkli kalemlerle gösterilip keşfi izleme olanağı sağlanmalı, aynı ya da yakın … sınır hatlarında dava konusu edilen parseller varsa bunların tümü birleşik harita üzerinde gösterilmeli, taşınmazın en yakın … sınır noktalarıyla irtibatı sağlanarak … tahdidi sınırları dışında kaldığı takdirde 1946 tarihli … tahdidinin seri bazında yapıldığı ve taşınmazın bulunduğu yeri kapsayan bir … kadastrosunun bulunmadığının anlaşılması halinde bu kez fen ve uzman bilirkişiler eliyle memleket haritası, hava fotoğrafı ve amenajman planı uygulattırılıp, orijinal-renkli memleket (renkli fotokopi) memleket haritasının ölçeği kadastro haritasının ölçeğine, yine kadastro haritasının ölçeği de memleket haritası ölçeğine çevrildikten sonra her iki harita komşu ve yakın komşu parselleri de içine alacak şekilde birbiri üzerine aplike edilmek suretiyle, çekişmeli taşınmazın konumunu çevre parsellerle birlikte haritalar üzerinde gösterecekleri yalnız büro incelemesine değil, uygulamaya ve araştırmaya dayalı, bilirkişilerin onayını taşıyan krokili bilimsel verileri bulunan yeterli rapor alınmalıdır. Araştırma ve inceleme sonucu dava konusu taşınmazın 6831 sayılı Yasanın 17. maddesi kapsamında … içi açıklık sayılan yerlerden olduğunun saptanması halinde … içi açıklıkların zilyetlikle kazanılamayacağı gözetilerek, tüm kanıtlar birlikte değerlendirilip oluşacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmelidir.” hükmüne yer verilmiştir.

Mahkemece bozma ilamına uyulmuş, çekişmeli 121 ada 168 parselle ilgili dava dosyadan tefrik edilerek yargılamaya 121 ada 142 parsel yönünden devam edilmiş; davanın taraf teşkili sağlanamadığından reddine, 121 ada 167 ve 142 parsellerin tespit gibi tescillerine karar verilmiş, hükmün … Yönetimi tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairenin 14/03/2012 tarih 2011/15230 E-2012/3813 K sayılı kararı ile bozulmuştur. Hükmüne uyulan bozma kararında; “1) Mahkemenin 08/06/2007 tarih ve 2008/481-4394 sayılı kararı ile çekişmeli taşınmazlardan 121 ada 167 parselin … sayılan yerlerden olduğu kabul edilerek bu yerin … niteliği ile Hazine adına tesciline karar

verilmiş ve karar bu parsel yönünden davalılar tarafından temyiz edilmediğinden kesinleşmiştir. Dolayısıyla … yönünden usuli kazanılmış hak oluşmuştur. Mahkemece bu yön gözetilmeden 121 ada 167 parsel hakkında yeniden hüküm oluşturularak taşınmazın tespit gibi davalılar adına tesciline karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

2)121 ada 142 sayılı parsele yönelik temyiz itirazlarına gelince;

Hükmüne uyulan bozma ilamından sonra davalılardan … mirasçısı …’ın ölmüş olduğu anlaşılmış, Nazife Traş’a çıkartılan tebligat’ın ise adreste bulunamaması nedeniyle işlemsiz olarak geri dönmüş olduğu görülmüştür. Mahkemece …’ın yeni adresi belirlenmiş, …’ın ise verasete esas olacak biçimde nüfus aile kayıt tablosu getirtilmiştir. … mirasçılarının davaya dahil edilerek adlarına davetiye çıkartılması için … Yönetimine kesin süre verilerek bununla ilgili masrafların yatırılmadığı gerekçesi ile hüküm kurulmuştur.

3402 sayılı Kadastro Kanununun 36. maddesinde yer alan “Taraflardan her biri dava harcını, dinlenmesini talep ettiği tanık ve bilirkişi ücretini ve diğer yargılama giderlerini karşılamak zorundadır. Davacı hakim tarafından belirlenecek süre içinde gerekli giderleri mahkeme veznesine yatırmadığı takdirde, onunla ilgili delillere dayanmaktan vazgeçmiş sayılır. Bu Kanun gereğince re’sen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanır.” hükmü ile 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 415. maddesinde düzenlenen “Re’sen icrası emrolunan muamelenin istilzam ettiği masrafı iki taraftan birinin veya her ikisinin tediye etmesine karar verilir ve bunun için takdir olunacak meblağ mahkeme kalemine tevdi olunur.

Tayin olunan müddet içinde işbu muameleye ait masraf tediye olunamaz ise ileride icap edenlerden istifa olunmak şartiyle Devlet Hazinesinden tediye olunmasına karar verilebilir.” 417. maddesinde düzenlenen “Kanunen musarrah olan hallerden maadasında masarifi muhakemenin aleyhinde hüküm verilen taraftan istifa olunmasına karar verilir. Davada iki taraftan her biri kısmen haklı çıkarsa mahkeme her birini masrafla ilzam veya bu masrafı aralarında takdir ettiği surette taksim eder.

Hakim huzurunda tetkik olunan davalara ait masarifi muhakeme iki taraf beyninde mukaveleye göre ve böyle bir mukavele yoksa ahkamı sabıkaya tevfikan hükmolunur.” hükümleri ve 01/10/2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun “Re’sen yapılması gereken işlemlere ilişkin giderler” başlıklı 325. maddesinde öngörülen “Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işlerde, hâkim tarafından resen başvurulan deliller için gereken giderlerin, bir haftalık süre içinde taraflardan birisi veya belirtilecek oranda her ikisi tarafından ödenmesine karar verilir. Belirlenen süre içinde bu işlemlere ait giderleri karşılayacak miktarda avans yatırılmazsa, ileride bu gideri ödemesi gereken taraftan alınmak üzere Hazineden ödenmesine hükmedilir.” hükümleri gereğince işlem yapılması gerekirken mahkemece bu yön gözetilmeksizin bu parselle ilgili davanın reddine karar verilmiştir. Oysa, yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler doğrultusunda işlem yapılarak işin esasının araştırılması ve sonucuna göre bir hüküm kurulması zorunludur. Değinilen yön gözardı edilerek kurulan hüküm usul ve yasaya aykırıdır” gereğine değinilmiştir.

Mahkemece bozma kararına uyulmasının ardından yapılan yargılama sonunda; dava konusu 121 ada 142 parsel sayılı taşınmazın … niteliği taşımayıp uzun zamandır ekilip dikilen tarım arazisi niteliğinde olduğu gerekçesiyle davanın reddine, taşınmazın tespit gibi tesciline karar verilmiş, hüküm davacı … Yönetimi tarafından esasa ilişkin olarak temyiz edilmiştir.

Dava, kadastro tespitine itiraza ilişkindir.

Dosya kapsamına, mahkemece uyulan bozma kararı gereğince işlem yapılarak çekişmeli 121

ada 142 parsel sayılı taşınmazın … sayılmayan yerlerden olduğu belirlenerek hüküm kurulmuş olduğuna göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle, usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edene yükletilmesine 23/03/2017 günü oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 23. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/4888 Karar : 2017/752 Tarih : 9.03.2017

  • HMK 325. Madde

  • Resen Yapılması Gereken İşlemlere İlişkin Giderler

Davacı vekili, müvekkilinin … markalı otomobillerin satış ve servis işleri ile ikinci el otomobil alım satım sektöründe faaliyet gösterdiğini, ekonomik nedenlerle bankalardan kredi çekmek zorunda kaldığını, … yetkili satıcılık sözleşmesinin feshi üzerine bütün firmaların müvekkil firma aleyhine işlemler başlattığını, borçları ödeyebilmek için taşınmaz ve araçların satılacağını, özel oto servis işi yapacaklarını, daha önce inşaat işi yaptıklarından diğer arsalara inşaat yapacaklarını, ellerindeki plazada nakit akışı hızlı olan perakende sektör işler yapacaklarını, bankalarla vadelerin uzatılacağını, Mais bayiliğinin bittiğinden fazla elemanlar çıkartılacağını, ortakların gayrimenkulleri ile destekleneceklerini, sigorta acenteliği yaptıklarından bu iştende gelir elde ederek borçtan kurtulacaklarını ileri sürerek, iflasın bir yıl süreyle ertelenmesini talep ve dava etmiştir.

Mahkemece, iddia, müdahil beyanları, dosya kapsamı ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; davacı şirketin aktiflerinin 19.623.015,30 TL, pasiflerinin ise 22.421.414,71 TL olduğu, buna göre şirketin varlıklarının borçlarını karşılamaya yetmediği ve bilançosunun borca batık olduğu, ancak sunulan iyileştirme projesi ve ekinde yer alan hususlar dikkate alındığında şirketin ticari faaliyetini sürdürmesine imkan sağlanması halinde, erteleme süresi içinde borca batıklık durumunun bertaraf edilmesinin muhtemel olduğu, buna göre iyileştirme projesinin ciddi ve inandırıcı olduğu gerekçesiyle, davanın kabulü ile iflasın bir yıl süreyle ertelenmesine karar verilmiştir.

Kararı, müdahiller ….ve … Bankası A.Ş. vekilleri ile müdahale talep eden … … A.Ş. vekili temyiz etmiştir.

Dava, iflas erteleme istemine ilişkindir.

İflasın ertelenmesi, borca batık durumda bulunan şirket tarafından sunulan; somut öngörüler içeren, ciddi ve inandırıcı bir iyileştirme projesi çerçevesinde bu durumdan kurtulması kuvvetle muhtemel bulunan kooperatiflerle sermaye şirketleri için öngörülmüş bir hukuki korunma yoludur (İİK.m.179). İflasın ertelenebilmesi için şirketin borca batık durumda olması, sunulacak ciddi ve inandırıcı bir iyileştirme projesi kapsamında şirketin mali durumunu düzeltebileceğine dair somut veriler ileri sürmesi ve fevkalade mühletten yararlanmamış olması gerekir (TTK.m.324, İİK.m.179 vd.). Mahkeme, İİK’nın 166/2. maddesine uygun ilan yapmalı, borca batıklığı, TTK’nın 376. maddesinde gösterilen şekilde

varlıkların rayiç değerine ve İİK’nın 178/1. madde ve fıkrasında belirtilen alacaklılar listesinde gösterilenler ile gerçek anlamda tesbit edilebilecek diğer borçların tutarına göre belirlemelidir. Bunun için borçlu şirket tarafından mahkemeye ibraz edilen bilanço ile mali durumun iyileştirilebilmesi amacıyla şirket tarafından bildirilen proje üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak, rayiç değerler ve yapılan araştırma ve inceleme sonucu elde edilen gerçekçi verilere göre bilirkişilerce yeniden oluşturulacak şirket bilançosu (borca batıklık bilançosu) da dikkate alınıp bir sonuca gidilmelidir. İflasın ertelenmesinin amacı, borca batık sermaye şirketinin mali durumunu düzelterek borca batıklıktan kurtulmasının sağlanmasıdır. Borca batıklıktan kurtulma ise tüm borçların ödenmesi anlamına gelmeyip, aktifin pasiften fazla olmasını ifade eder. Gerek borca batıklık ve gerek iyileştirme projesinin ciddi ve inandırıcı olup olmadığı hususunda (muhasebe ve işletme ekonomisi bilgisi özel ve teknik bilgi niteliğinde bulunduğundan ve hakimin bunları genel ve mesleki bilgisiyle çözmesi beklenemeyeceğinden) HMK’nın 266. maddesinde gösterildiği şekilde bilirkişinin oy ve görüşüne müracaat edilmeli ve bu raporun da hukuka uygunluğunun hakim tarafından denetlenmesi gerekir.

Öte yandan somut verilere dayalı, çelişmeyen öngörüler içeren, özellikle sermaye ve/veya karlılık artışını netleştiren unsurların varlığının, proje için vazgeçilmez hususlar olduğu gözden kaçırılmamalı; iyileştirme projesinin ciddi ve inandırıcı olduğunun bu yolla tespiti cihetine gidilmelidir.

İyileştirme projesi, sadece şirketin mevcut işleyişinin devamı ve tedbir kararlarıyla borca batıklıktan kurtulabileceğine ilişkin olmamalı, TTK’nın 324. maddesindeki nakit sermaye konulması, dış kaynaktan nakit girişi, sermaye artışı, yeni ortak alınması, şirketin mevcut işleyişi sonucu şayet mümkün ise kar ve nakit akışı gibi nesnel ve gerçek kaynakları ve önlemleri içermeli, İİK’nın 179. maddesinde aranan ciddi ve inandırıcı özellikleri haiz olmalıdır.

Somut olayda, borca batık olduğu sabit olan davacı şirket tarafından sunulan ve yukarıda açıklanan nitelikleri içermediği anlaşılan iyileştirme projesinin ciddi ve inandırıcı olduğundan söz edilemeyeceği dikkate alınarak davacı şirketin iflasına karar verilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçeye dayalı olarak yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır.

Öte yandan, dosya arasında iflas avansının yatırıldığına ilişkin bir belgeye rastlanmamıştır. İflasın kamu düzenine ilişkin olması sebebiyle, İİK’nın 181. maddesi yollamasıyla 160. maddesi uyarınca iflasın ertelenmesini isteyen, bu kararın ilanı, gerekli yerlere bildirilmesi, atanacak kayyım için belirlenecek ücreti ve alınacak erteleme tedbirlerinin uygulanması için gerekli masrafları avans olarak mahkeme veznesine peşin yatırmalıdır. İflas avansının yatırılmaması durumunda ise HMK’nın 325. maddesi uyarınca işlem yapılarak, gerekli masrafların bu şekilde karşılanması gerekmekte olup, mahkemece iflas avansı alınmaması da hatalı olmuştur.

SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle, müdahiller ….ve … Bankası A.Ş. vekilleri ile müdahale talep eden …… A.Ş. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harçların istek halinde temyiz eden müdahiller …. ve … … A.Ş.’ye iadesine, kararın tebliğinden itibaren 10 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 09.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/15233 Karar : 2015/19508 Tarih : 16.11.2015

  • HMK 325. Madde

  • Resen Yapılması Gereken İşlemlere İlişkin Giderler

1-Eldeki davada, Mahkemece verilen ilk hüküm Dairemizin 30.12.2010 ve 15.12.2011 tarihli ilâmlarıyla bozulduğu, Mahkemece, ikinci bozma ilamına uyulmasının ardından yapılan yargılamada, 11.09.2014 ve 12.02.2015 tarihli celselerde, davacı tarafa gider avansı yatırmak üzere 2 haftalık kesin süre verildiği, ihtar edilen süreye rağmen davacı tarafça gider avansını yatırmadığından bahisle davanın usulden reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Gider avansı alınmasına yönelik düzenleme 01.10.2011 günü yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nda benimsenmiştir. Anılan Kanunun; “Dava şartları” başlığını taşıyan 114. maddesinde, davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması, dava koşulu olarak sıralanmış, “Harç ve avans ödenmesi” başlıklı 120. maddesinde, davacının, yargılama harçları ile her yıl Adalet Bakanlığı’nca çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı, dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorunda olduğu, avansın yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması hâlinde, mahkemece, bu eksikliğin tamamlanması için davacıya (2) haftalık kesin süre verileceği belirtilmiştir.

Diğer taraftan; söz konusu Kanunun “Delil ikamesi için avans” başlığını taşıyan 324. maddesinde, taraflardan her birinin ikamesini istediği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorunda olduğu, taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak ödeyecekleri, taraflardan birisi avans yükümlülüğünü yerine getirmezse, diğer tarafın bu avansı yatırabileceği, aksi durumda talep olunan delilin ikamesinden vazgeçilmiş sayılacağı, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işler hakkındaki hükümlerin saklı olduğu açıklanmış; “Resen yapılması gereken işlemlere ilişkin giderler” başlıklı 325. maddesinde ise, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işlerde, hakim tarafından resen başvurulan deliller için gereken giderlerin, (1) haftalık süre içinde taraflardan birisi veya belirtilecek oranda her ikisi tarafından ödenmesine karar verileceği, belirlenen süre içinde bu işlemlere ait giderleri karşılayacak tutarda avans yatırılmazsa, ileride bu gideri ödemesi gereken taraftan alınmak üzere Hazineden ödenmesine hükmedileceği bildirilmiştir.

Şu durumda, Kanunun 120. maddesindeki gider avansı ile ilgili düzenlemenin 324. maddedeki delil ikamesi için avans kuralı ile birlikte değerlendirilmesi ve dava koşulu olan gider avansının, delillerin ikamesi dışındaki yargılama giderleri için dikkate alınması gerekmekte olup, dolayısıyla, delil ikamesi için alınacak avans ile dava koşulu niteliğindeki gider avansının birbirinden ayrılması, delillerin ikamesi için alınacak avansın, gider avansı içinde yer almaması zorunludur. Tanık dinlenmesi, bilirkişi raporu alınması, keşif gideri gibi delil ikamesine yönelik giderlerin gider avansı içinde değerlendirilmesi, anılan 324. madde düzenlemesi karşısında olanaksızdır. Ayrıca, delil ikamesi avansının da ispat külfetine göre taraflara yükletilmesi de gerekmekte olup, örneğin resen hesap raporu alınacaksa giderin 325. maddesi kapsamında değerlendirilmesi de yerinde olacaktır.

Eldeki dosya kapsamına göre, Mahkemece, davanın hukuki nitelikçe; davacının 506 sayılı Kanun’un 108. maddesi kapsamında sigortalılık başlangıç tarihinin tespiti istemini içermesi karşısında davanın kamu düzeniyle ilgili olduğu ve bu nedenle, özel bir duyarlılıkla ve özenle yürütülmesinin zorunlu ve gerekli bulunduğu gözetilerek; hak kayıplarının ve gerçeğe aykırı sigortalılık süresi edinme durumlarının önlenmesi, temel insan haklarından olan sosyal güvenlik hakkının korunabilmesi için, tarafların gösterdiği kanıtlarla yetinilmeyip, gerek görüldüğünde, re`sen araştırma yapılarak kanıt toplanabileceği gözetilmeksizin, yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar verilmesi,

Bununla birlikte, Hukuk Genel Kurulu’nun 12.12.2012 tarih ve 2012/9-1202 Esas, 2012/1218 Karar sayılı ilamında da belirtildiği üzere; uyuşmazlığa konu davanın 1086 sayılı HUMK zamanında açılmış bulunması, dilekçelerin teati aşamasının geçip, tahkikat aşamasına geçilmiş bulunduğu gözetilerek, bu aşamada, sadece HMK’nun 324 ve 325. maddeleri uyarınca delil avansı istenebileceği gözden kaçırılarak, kapsamı da belirtilmeden yazılı şekilde gider avansı istenmesi yerinde olmadığı gibi; Mahkemenin davanın reddine dayanak aldığı, davacı tarafa verilen kesin süreye ilişkin ara kararında, alınması gereken avansın hangi işlere ilişkin olduğu, hangi iş için ne miktar avans yatırılacağı ve nereye ödeneceğinin de açıkça belirtilmemesi de isabetsizdir. Kesin sürenin sonuç doğurabilmesi için usulünce ve eksiksiz olması gerekir.

2-6552 sayılı Kanunun 11.09.2014 günü yürürlüğe giren 64. maddesiyle 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7. maddesine eklenen 4. fıkrada, hizmet akdine tabi çalışmaları nedeniyle zorunlu sigortalılık sürelerinin tespiti talebi ile işveren aleyhine açılan davalarda, davanın Kuruma resen ihbar edileceği, ihbar üzerine davaya davalı yanında feri müdahil olarak katılan Kurumun, yanında katıldığı taraf başvurmasa dahi kanun yoluna başvurabileceği belirtilmiştir.

Eldeki dava, kanun koyucunun gerçekleştirdiği düzenlemede öngörülen 506 sayılı Kanunun 79/10 maddesine dayalı hizmet akdine tabi çalışmaları nedeniyle zorunlu sigortalılık tespiti niteliğinde olmayıp, bir günlük çalışma süresinin geçerliliğinin tespiti niteliğinde olduğundan, 5521 sayılı Kanunun 7/4 maddesi kapsamı dışında kalan dava yönünden anılan değişikliğin uygulama olanağı bulunmamaktadır.

Hal böyle olunca, 11.09.2014 tarihinden önce açılan işbu davada “davalı” Kurumun, yanılgılı değerlendirme sonucu feri müdahil olarak benimsenip, yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz bulunmuştur.

Mahkemenin, yukarıda açıklanan esaslar doğrultusunda değerlendirme yaparak elde edilecek sonuca göre karar vermesi gerekirken yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm kurması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O hâlde, davacı avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle ( BOZULMASINA ), temyiz harcının istem halinde davacıya iadesine, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 23. HUKUK DAİRESİ Esas: 2013/9385 Karar: 2014/1369 Tarih: 26.02.2014

  • HMK 325. Madde

  • Resen Yapılması Gereken İşlemlere İlişkin Giderler

Davacı vekili, bina inşaat, takviye, onarım işlerinde faaliyet gösteren ve TOKİ ile iş yapan müvekkili şirketin, TOKİ’nin son dönemde bürokratik bir takım nedenlerden dolayı hak edişleri geciktirmesi nedeniyle, üçüncü kişilere ciro ettiği çeklerden kaynaklanan borçlarını ödemekte sıkıntıya düştüğünü, öte yandan TOKİ’ye taahhüt edilen işin zamanında tamamlanamaması durumunda verilen teminat mektuplarının TOKİ bünyesinde irat kaydedileceğini, bu durumda bankalardaki mevcut kredilerin de sıkıntıya gireceğini, müvekkili şirketin borca batık halde olduğunu, ancak sunulan iyileştirme projesi kapsamında yapılacak bir takım inşaat işleri ve TOKİ’den tahsil edilecek hak ediş bedelleri sayesinde durumunu düzelteceğini ileri sürerek, müvekkili şirketin iflasının bir yıl süreyle ertelenmesini talep ve dava etmiştir.

Müdahil vekilleri, davanın reddini istemişlerdir.

Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre; davacı şirketin borca batık olduğu, ancak sunulan iyileştirme projesinin ciddi ve inandırıcı, bu proje kapsamında şirketin mali yapısının iyileşmesinin kuvvetle muhtemel olduğu gerekçesiyle, davanın kabulü ile davacı şirketin iflasının bir yıl süre ile ertelenmesine karar verilmiştir.

Kararı, müdahil Manisa Vergi Dairesi Müdürlüğü ve karardan sonra müdahale talebinde bulunan Yunus İnş. Tic. ve Turz. A.Ş. vekilleri temyiz etmiştir.

1-Müdahale talebi, ancak yargılama aşamasında yapılabilir (Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, Cilt sh: 3508) . Hükmün bozulmasından sonra yapılacak yargılama sırasında müdahale mümkün ise de, 6100 sayılı HMK’nın 65. maddesinde müdahale isteminin hüküm tarihine kadar yapılabileceği, temyiz aşamasında müdahale talep edilemeyeceği gibi asıl karara yönelik temyiz isteminde de bulunulamaz. Hükmü temyiz eden bir alacaklının yargılama sırasında süresinde müdahale veya itirazda bulunmaması halinde temyiz hakkının doğabilmesi için iflas erteleme talebinin İİK’nın 166/2. maddesinde öngörülen usule uygun olarak ilanının yapılmamış olması gerekir. Yargıtay 19. H.D.’nin 26.03.2009 tarih ve 2008/11673 E, 2009/2282 K sayılı ilamı bu yöndedir. Somut olayda, ilanlar anılan 166. madde hükmüne uygun olarak yapılmadığından, müdahale talebinde bulunan Yunus İnş. Tic. ve Turz. A.Ş. vekili, asıl karar tarihinden sonraki aşamada müdahale talep edebileceği gibi, asıl kararı da temyiz hakkı bulunmaktadır.

Bu açıklamalara ve dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, müdahil Maliye Hazinesi vekilinin ve karardan sonra müdahale talebinde bulunan Yunus İnş. Tic. ve Turz. A.Ş. vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

2- Dava, iflasın ertelenmesi istemine ilişkindir.

İİK’nın dava tarihinden önce 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6103 sayılı Kanun ile değişik 179/a maddesinin 1., 2. fıkralar 1. ve 2. fıkraları, “Mahkeme, iflâsın ertelenmesi isteminde bulunulması üzerine, envanter düzenlenmesi ve yönetim kurulunun yerine geçmesi ya da yönetim kurulu kararlarının onaylanması için derhal bir kayyım atar; ayrıca şirketin ve kooperatifin malvarlığının korunması için gerekli diğer önlemleri alır.

Kayyımın atanmasına ilişkin karar, kayyımın mahkemece belirlenmiş görevleri ve temsil yetkisi ile bunların sınırları ve iflasın ertelenmesine ilişkin talep 166. maddenin ikinci fıkrasındaki usul ile mahkeme tarafından ilân ve ticaret siciline tescil ettirilir. Mahkeme bu arada erteleme talebini karara bağlar.” hükmünü içermektedir.

Somut olayda, Dairemizin 01.11.2013 tarih ve 4974 E, 6698 K sayılı geri çevirme kararı ile anılan ilanların yapılıp yapılmadığı sorulmuş, yapılmış ise dosyaya eklenmesi istenmiş olup, mahkemece, sadece kayyım tayinine ilişkin alınan kararın yerel gazetede ilan edildiği belirtilip, diğer ilanların yapılmadığına ilişkin tutanak tutularak dosya yeniden dairemize gönderilmiştir. Mahkemece, erteleme istemi üzerine, İİK’nın 179/a maddesi hükmüne uygun olarak gerekli ilanların eksiksiz bir biçimde yapılması ve ticaret siciline tescil ettirilmesi gerekirken, bu usul gözardı edilerek sonuca gidilmesi doğru olmamıştır.

Öte yandan, dosya arasında iflas avansının yatırıldığına ilişkin bir belgeye rastlanmamıştır. İflasın kamu düzenine ilişkin olması sebebiyle, İİK’nın 181. maddesi yollamasıyla 160. maddesi uyarınca iflasın ertelenmesini isteyen, bu kararın ilânı, gerekli yerlere bildirilmesi, atanacak kayyım için belirlenecek ücreti ve alınacak erteleme tedbirlerinin uygulanması için gerekli masrafları avans olarak mahkeme veznesine peşin yatırmalıdır. İflas avansının yatırılmaması durumunda ise HMK’nın 325. maddesi uyarınca işlem yapılarak, gerekli masrafların bu şekilde karşılanması gerekmekte olup, mahkemece iflas avansı alınmaması da hatalı olmuştur.

Sonuç: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, karardan sonra müdahale talep eden Yunus İnş. Tic. ve Turz. A.Ş. vekilinin ve müdahil Maliye Hazinesi vekilinin temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, hükmün re’sen BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde müdahale talep eden Yunus İnş. Tic. ve Turz. A.Ş.’ye iadesine, kararın tebliğinden itibaren 10 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 26.02.2014 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas: 2014/6523 Karar: 2014/14128 Tarih: 09.06.2014

  • HMK 325. Madde

  • Resen Yapılması Gereken İşlemlere İlişkin Giderler

Dava, malullük aylığının kesilmesine ilişkin kurum işleminin iptali ve aylıkların kesildiği tarihten itibaren yeniden bağlanması istemine ilişkindir.

Mahkemece, hükümde belirtilen gerekçelerle davanın reddine, karar verilmiştir.

Hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi Volkan Ergül tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okundu. Temyiz konusu hükme ilişkin dava, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Geçici 3. maddesi delaletiyle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 438. maddesinde sayılı ve sınırlı olarak gösterilen hâllerden hiçbirine uymadığından, temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasına ilişkin isteğin reddine karar verildikten sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

Karar: Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 76’ncı maddesi uyarınca, hâkim bir davada sadece tarafların ileri sürdükleri maddi vakıalar ve netice-i taleple bağlı olup, dayandıkları kanun hükümleri ve onların tavsifleriyle bağlı olmadığından yürürlükteki kanunları re’sen tatbik ederek iddia ve müdafaadaki netice-i talepleri karara bağlamakla mükelleftir.

Görülmekte olan dava, 5510 sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarihten sonra henüz derdest olup, sosyal güvenlik hukukunun kamu düzeni ile ilgili olması nedeniyle, sigortalı veya hak sahipleri lehine getirilen yasal düzenlemelerin derdest davalara da uygulanması gerekeceği tartışmasızdır.

14.07.2005 tarihli dilekçe ile hastaneye sevk edilip maluliyet durumunun tespit edilmesini isteyen 26.03.1971 doğumlu davacının, “kronik böbrek yetmezliği” nedeniyle talebi kabul edilerek 01.05.2008 tarihinde kontrol kaydı ile 01.06.2006 tarihinden itibaren maluliyet aylığı almakta iken kontrol sonrasında aylığın devamına karar verilmiş ise de 01.05.2010 tarihinde tekrar kontrol kaydı tutulduğu ve davacının bu arada 26.06.2009 tarihinde böbrek transplantasyonu (nakli) operasyonu geçirdiği ve 28.06.2010 tarihli muayenesi sonrasında 30.06.2010 tarihli Trakya Üniversitesinin Sağlık Araştırma Merkezince verilen sağlık kurulu raporunda davacının şu anda diyaliz olmadan yaşayabildiğinin belirtilmesi nedeni ile 26.08.2010 tarihli Kurum kararı ile davacının 2/3 oranında çalışma gücü kaybının olmadığı gerekçesi ile aylıklarının durdurulmasına karar verildiği ve Kasım 2010 tarihi itibari ile duran aylık sonucunda davacının 30.03.2011 tarihli itirazı sonrasında Kurumca Yüksek Sağlık Kurulu’na gidilmeksizin 15.06.2011’de davacının maluliyet talebinin reddedildiği, mahkemece davacının Yüksek Sağlık Kuruluna sevki üzerine 18.07.2012 tarihli Kurul raporu ile davacının çalışma gücünün 2/3’ünü kaybetmediğine karar verildiği ve son olarak mahkemece davacının Adli Tıp kurumuna sevki sonrasında 3. İhtisas Kurulunun 18.09.2013 tarihli raporunda “03.08.2013 tarihli maluliyet tespit işlemleri yönetmeliği çerçevesinde meslekte kazanma gücünün %60’ını kaybettiğine” dair karar verildiği anlaşılmakta olup, mahkemece davacının 2/3 poranında meslekte kazanma gücü kaybı olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiş ise de, verilen kararın yanılgılı değerlendirmeye dayalı olduğu anlaşılmaktadır.

01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Kanun’un 25’inci maddesi ile tüm sigortalılar açısından “malul sayılma” şartları yeniden düzenlenmiştir. Bu kapsamda; 4/a ve 4/b’li sigortalılar için “…çalışma gücünün veya iş kazası veya meslek hastalığı sonucu meslekte kazanma gücünün en az %60’ını kaybettiği…” Kurumca yetkilendirilen sağlık hizmeti sunucularının sağlık kurullarınca usulüne uygun düzenlenecek raporlar ve dayanağı tıbbi belgelerin incelenmesi sonucu Kurumun Sağlık Kurulunca tespit edilenlerin malul sayılacağı belirtilmiştir.

Anılan Kanun’un 26’ncı maddesinde ise; “Sigortalıya malûllük aylığı bağlanabilmesi için sigortalının;

a) 25 inci maddeye göre malûl sayılması,

b) En az on yıldan beri sigortalı bulunup, toplam olarak 1800 gün veya başka birinin sürekli bakımına muhtaç derecede malûl olan sigortalılar için ise sigortalılık süresi aranmaksızın 1800 gün malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primi bildirilmiş olması,

c) Malûliyeti nedeniyle sigortalı olarak çalıştığı işten ayrıldıktan veya işyerini kapattıktan veya devrettikten sonra Kurumdan yazılı istekte bulunması, halinde malûllük aylığı bağlanır.

Ancak, 4 üncü maddenin birinci fıkrasının (b) bendine göre sigortalı sayılanların kendi sigortalılığı nedeniyle genel sağlık sigortası primi dâhil, prim ve prime ilişkin her türlü borçlarının ödenmiş olması zorunludur.” hükmü getirilerek, “malullük aylığı” bağlanma şartları düzenlenmiştir.

Sigortalı olmak ve sigorta haklarından yaralanmak kamu düzenine ilişkin, kişiye bağlı, vazgeçilemez ve kaçınılamaz hak ve yükümlülük doğuran bir hukuksal statü meydana getirmektedir. Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 325. maddesinde de; tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işlerde, hâkim tarafından resen başvurulan deliller için gereken giderlerin bir haftalık süre içinde taraflardan birisi veya belirtilecek oranda her ikisi tarafından ödenmesine karar verileceği, belirlenen süre içinde bu işlemlere ait giderleri karşılayacak miktarda avans yatırılmazsa, ileride bu gideri ödemesi gereken taraftan alınmak üzere hazineden ödenmesine hükmedileceği öngörülmektedir.

Somut olayda; Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu’nun 18.07.2012 tarihli raporu ile “Davacının çalışma gücünün en az %60’ını kaybetmemiş olduğundan malul sayılamayacağına dair karar verildiği, 18.09.2013 tarihli Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu raporunda ise davacının beden çalışma gücünün en az %60’ını kaybettiği anlaşılmaktadır. Bu durumda; Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu ile Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulu raporları arasında açık çelişki bulunduğundan, maluliyetin varlığı ve başlangıcı yönünden Adli Tıp Genel Kurulundan rapor alınarak çelişki giderilmeli, davacının çalışma gücü kayıp oranının 2/3, ya da, %60 oranında bulunup bulunmadığı ve başlangıç tarihi belirlenerek, öngörülen istisnaları dışında 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Yasanın malullük aylığı şartlarını düzenleyen 25 ve devamı maddelerindeki sigortalı lehine olan düzenlemeler de göz önünde bulundurularak, varılacak sonuca göre karar verilmelidir.

Mahkemece, açıklanan maddi ve hukuki olgular çerçevesinde, davacının Adli Tıp Genel Kuruluna sevki ile mevcut çelişkinin giderilmesi ve davacının en az %60 oranında maluliyetinin tespit edilmesi halinde, başlangıç tarihi de belirlenmek suretiyle Kanunda sayılan şartları taşıyıp taşımadığı belirlenerek, aylığın başlangıç tarihinin de infaza elverişli şekilde belirlenmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O hâlde, davacı avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istem halinde davacıya iadesine, 09.06.2014 gününde oybirliğiyle, karar verildi.


DANIŞTAY İDARİ DAVA DAİRELERİ GENEL KURULU Esas: 2014/671 Karar: 2015/3505 Tarih: 15.10.2015

  • HMK 325. Madde

  • Resen Yapılması Gereken İşlemlere İlişkin Giderler

Dava, İstanbul İli, Kadıköy İlçesi, İçerenköy 178 pafta, 3174 ada, mülkiyeti davacıya ait 36 parsel sayılı taşınmaz ile mülkiyeti müdahil ‘ne ait 1 parsel sayılı taşınmazın Üniversite Hastane Alanına ayrılmasına yönelik imar planı değişikliğinin kabulüne dair İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisinin 13.10.2005 gün ve 2420 Sayılı kararının iptali istemiyle açılmıştır.

İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin 24.11.2008 günlü, E:2006/731, K:2008/1903 Sayılı kararıyla; mahkemelerinin 08.12.2006 tarihli kararı ile mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verildiği, üç kez davacıdan keşif ve bilirkişi ücreti avansı istenilmesine karşın yatırılmadığından, davacının plana yönelik iddialarının araştırılamamış olup, iddialarını ispatlayamadığından bahisle davaya konu plan değişikliğinde hukuka ve mevzuata aykırılık bulunmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Anılan karar, Danıştay Altıncı Dairesinin 04.12.2013 günlü, E:2009/5359, K:2012/3967 Sayılı kararıyla; gerek davaya konu meclis kararı, gerekse meclis kararı eki 1/5000 ölçekli plan paftası ve plan notlarının birlikte incelenmesi sonucu davacıya ait taşınmaza yüklenen yol ve refüj fonksiyonunun, hastane fonksiyonuna hizmet etmek için mi, yoksa şehirçi ulaşım sistemine hizmet etmek için mi üretildiği, dosya içeriğindeki bilgi ve belgelerden tespit edilemediğinden bu hususun davacı vekilinin iddiaları da dikkate alınarak araştırılması gerektiği gibi, her iki parsel ve bu parsellerin batısındaki yeşil alan için öngörülen kullanımların ve plan notunda yer alan ifadelerin üst ölçekli planlara, imar mevzuatı ve şehircilik ilkelerine göre uygunluğu yönünde yapılacak denetimin teknik bilgiyi gerektirdiği, bu durumda, uyuşmazlığın çözümünün mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasını zorunlu kıldığından, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 325. maddesi uyarınca keşif avansının yargılama sonucu haksız çıkan taraftan alınmak şartıyla öncelikle davalı idareden istenilmesi, idareninde yatırmaması halinde hazineden ödenmesi istenilerek mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırıldıktan sonra uyuşmazlık hakkında yukarıda belirtilen hususlar da dikkate alınarak bir karara varılması gerektiği gerekçesiyle bozulmuş ise de; İdare Mahkemesi, bozma kararına uymayarak davanın reddi yolundaki ilk kararında ısrar etmiştir.

Davacı, İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin 04.12.2013 günlü, E:2013/2303, K:2013/2169 Sayılı ısrar kararını temyiz etmekte ve bozulmasını istemektedir.

2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinin2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 31. maddesinin yollamada bulunduğu 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, 04.02.2011 tarih ve 27836 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan ve 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 450. maddesiyle yürürlükten kaldırılmış; anılan Kanun’un 447. maddesinin 2. fıkrasında ise, “Mevzuatta, yürürlükten kaldırılan 18.06.1927 tarih ve 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’na yapılan yollamalar, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun bu hükümlerin karşılığını oluşturan maddelerine yapılmış sayılır.” kuralına yer verilmiştir.

Yukarıda belirtilen şekilde yollama yapılan 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 325. maddesinde; “Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işlerde, hâkim tarafından resen başvurulan deliller için gereken giderlerin, bir haftalık süre içinde taraflardan birisi veya belirtilecek oranda her ikisi tarafından ödenmesine karar verilir. Belirlenen süre içinde bu işlemlere ait giderleri karşılayacak miktarda avans yatırılmazsa, ileride bu gideri ödemesi gereken taraftan alınmak üzere Hazineden ödenmesine hükmedilir.” hükmüne yer verilmiştir.

Bakılan davada, Mahkemece uyuşmazlığın hukuki niteliği dikkate alınarak mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verildiği, davacı vekilinden keşif avansının yatırılmasının üç kez istenilmesine rağmen yatırılmaması üzerine keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmadan davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Bu durumda; uyuşmazlığın çözümü mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmasını zorunlu kıldığından, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 325. maddesi uyarınca keşif avansının yargılama sonucu haksız çıkan taraftan alınmak şartıyla öncelikle davalı idareden istenilmesi, idarenin de yatırmaması halinde Hazineden ödenmesi istenilerek mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılması gerekmektedir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüne, İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin 04.12.2013 günlü, E:2013/2303, K:2013/2169 Sayılı ısrar kararının BOZULMASINA, dosyanın anılan İdare Mahkemesine gönderilmesine, kararın tebliğ tarihini izleyen 15 ( onbeş ) gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 15.10.2015 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY :

Temyiz dilekçesinde ileri sürülen hususlar İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nin 04.12.2013 günlü, E:2013/2303, K:2013/2169 Sayılı ısrar kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından temyiz isteminin reddiyle, anılan kararın onanması gerektiği oyuyla, karara katılmıyoruz.


YARGITAY 18. HUKUK DAİRESİ Esas: 2015/18206 Karar: 2015/16169 Tarih: 10.11.2015

  • HMK 325. Madde

  • Resen Yapılması Gereken İşlemlere İlişkin Giderler

Davacı vekili dava dilekçesinde; davacının, davalı Nilay’dan 2004 yılında boşandığını ancak 2008 yılında davacının hanesine ve isimli çocukların davalı tarafından yazdırıldığını davacının yeni öğrendiğini, çocukların babasının davacı olmadığını ileri sürerek davacının ve ile olan soybağının reddine karar verilmesini istemiş, mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 284. maddesinde4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 284. maddesinde; “Soybağına ilişkin davalarda, aşağıdaki kurallar saklı kalmak kaydıyla Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu uygulanır: 1. Hakim maddi olguları resen araştırır ve kanıtları serbestçe takdir eder. 2. Taraflar ve üçüncü kişiler, soybağının belirlenmesinde zorunlu olan ve sağlıkları yönünden tehlike yaratmayan araştırma ve incelemelere rıza göstermekle yükümlüdürler. Davalı, hakimin öngördüğü araştırma ve incelemeye rıza göstermezse, hakim, durum ve koşullara göre bundan beklenen sonucu, onun aleyhine doğmuş sayabilir.” 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 292. maddesinde ise; “ ( 1 ) Uyuşmazlığın çözümü bakımından zorunlu ve bilimsel verilere uygun olmak, ayrıca sağlık yönünden bir tehlike oluşturmamak şartıyla, herkes, soybağının tespiti amacıyla vücudundan kan veya doku alınmasına katlanmak zorundadır. Haklı bir sebep olmaksızın bu zorunluluğa uyulmaması hâlinde, hâkim incelemenin zor kullanılarak yapılmasına karar verir. ( 2 ) Üçüncü kişi tanıklıktan çekinme hakkı bulunduğunu ileri sürerek bu yükümlülükten kaçınamaz.” hükümleri getirilmiştir.

Dosyadaki bilgi ve belgelerden; davacının 07.02.1990 tarihinde davalı ile evlendiği ve ondan 30.12.2004 tarihinde boşandığı, 12.08.2008 tarihinde davalı tarafın bildirimiyle davacının nüfus hanesine 02.11.2000 doğumlu ile 19.09.2003 doğumlu isimli çocukların yazdırıldığı, davacının bunu öğrenmesi üzerine çocukların babasının davacı İsmail olmadığı ileri sürülerek davacının ve ile olan soybağının reddine karar verilmesinin istendiği, mahkemece DNA gideri yatırılması için davacıya kesin süre verildiği, bu süre içinde DNA giderin yatırılmadığı ve kesin sürenin gereği yerine getirilmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. Dava, Türk Medeni Kanunu’nun 286 vd. maddelerine dayalı olarak açılan soybağının reddi istemine ilişkindir. Kamu düzeni ile yakından ilgili olan bu tür davalarda, Türk Medeni Kanunu’nun 284. maddesinde belirtilen koşullar saklı kalmak kaydıyla, Hukuk Muhakemeleri Kanunu uygulanır. Anılan madde uyarınca, hakim maddi olguları re’sen araştırır ve kanıtları serbestçe takdir eder. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 325.maddesi uyarınca tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işlerde, hâkim tarafından re’sen başvurulan deliller için gereken giderlerin, bir haftalık süre içinde taraflardan birisi veya belirtilecek oranda her ikisi tarafından ödenmesine karar verilir. Belirlenen süre içinde bu işlemlere ait giderleri karşılayacak miktarda avans yatırılmazsa, ileride bu gideri ödemesi gereken taraftan alınmak üzere Hazineden ödenmesine hükmedilir. Yukarıda gösterilen yasal düzenlemeler ve yapılan açıklamalar dikkate alındığında, mahkemece yöntemine uygun şekilde yargılama yapılmak suretiyle DNA testi yaptırılıp alınacak rapor doğrultusunda bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde DNA giderinin yatırılmaması gerekçesi ile davanın reddedilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile şimdilik diğer yönleri incelenmeksizin hükmün 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 10.11.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS