İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi Yasağı
HMK Madde 319
(1) İddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı dava açılmasıyla; savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar.
HMK Madde 319 Gerekçesi
Yazılı yargılama usulünde, iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağıyla ilgili farklı aşamalar ve ihtimaller dikkate alınmıştır. Basit yargılama usulünde ise bu usulün gereği olarak yasak, davacı bakımından davanın açılmasıyla, davalı bakımından cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesi ile başlatılmıştır. Bu sebeple, basit yargılama usulüne tâbi dava ve işlerde taraflar daha dikkatli davranmalı, talep ve savunmaları konusunda daha titiz olmalıdırlar. Bununla birlikte iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağının istisnaları burada da aynen geçerli olacaktır.
HMK 319 (İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi Yasağı) Emsal Yargıtay Kararları
YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/36373 Karar : 2018/1239 Tarih : 25.01.2018
-
HMK 319. Madde
-
İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi Yasağı
A) Davacı isteminin özeti: Davacı vekili, davacının emeklilik nedeni ile işten ayrıldığını, 2009 yılına dek 24 saat nöbet tutup 1 gün nöbet izni kullandığını, nöbet olmadığı günlerde normal çalışmasına devam ettiğini, son 2 yılda ise 24 saat nöbet tutup 2 gün nöbet izni kullandığını, ayda ortalama 7 kez nöbet tuttuğunu, resmi ve dini tatillerin nöbete denk gelen günlerinde çalıştığını, bir kısım işçilik alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek kıdem tazminatı, fazla mesai ücreti, hafta tatili ücreti, ulusal bayram genel tatil ücreti alacaklarını istemiştir.
B)Davalı cevabının özeti: Davalı Bakanlık vekili, müvekkiline husumet yöneltilemeyeceğini, taleplerin zamanaşımına uğradığını, davacının çalışma koşullarına ilişkin beyanların gerçek dışı olduğunu, iddia ve taleplerin yersiz olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
C)Yerel Mahkeme kararının özeti: Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna göre, Davacının temizlik işlerini ihale yoluyla alan firmalar nezdinde üst işveren olan …’nde işçi olarak çalıştığı ….asıl işveren olduğu, asıl işverenin de diğer ihbar olunan alt işverenlerle işçi alacakları bakımından müteselsil sorumlu olduğu, davacının işe girdiği tarihten 2009 yılına kadar 24 saat nöbet 24 saat izin usulüyle çalıştığı, 2009’dan itibaren ise 24 saat nöbet 2 gün izin usulü ile çalıştığı, resmi ve dini tatillerde nöbet denk gelmesi halinde bu sürelerde de çalıştığı, ancak bu dönemlere ait fazla çalışmalarının karşılığının ödenmediği,
davacının 29/02/2012 tarihinde emekli olmak üzere dilekçe vererek şirketteki görevinden ayrıldığı, sonrasında talebine rağmen kıdem tazminatı alamadığı, 1475 sayılı İş Kanunu’nun 14/5. maddesine göre davacının yaşlılık aylığı alabilmek için işten ayrılması halinde kıdem tazminatına hak kazanacağı, yine davacı nöbet sonrası izin kullandığından hafta tatili ücreti talebinin yerinde olmadığı, tanık beyanlarından anlaşıldığı üzere davacının nöbet denk gelmesi halinde ulusal bayram genel tatil günleri çalıştığı sabit olup ulusal bayram genel tatil alacağına yönelik talebinin yerinde olduğu, ayrıca dava belirsiz alacak davası niteliğinde olduğundan davanın ikamesi ile 5 yıllık zamanaşımı süresi durduğundan davalının ıslaha karşı zamanaşımı def`inin yerinde görülmediği, hüküm kurmaya ve denetime elverişli bulunan hesap uzmanı bilirkişisi raporu doğrultusunda davanın kabulü gerektiği gerekçesi ile hafta tatili haricindeki taleplerin kabulüne karar verilmiştir.
D)Temyiz: Karar süresi içinde ihbar olunan ….vekili tarafından temyiz edilmiştir.
E)Gerekçe:
1-Davanın başından beri ….vekili tarafından yürütülmesi karşısında gerekçeli karar başlığında ve hüküm içerisinde davalı olarak Bakanlık yerine hastane isminin yazılması mahallinde düzeltilebilir maddi bir hata kabul edilerek bozma nedeni yapılmamıştır.
2-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre davalı …. ve ihbar olunan …. aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
3- Davanın ihbar olunduğu kişiler davada davalı olmadıklarından, aleyhlerine dava açılmadığından ihbar olunanlar aleyhine hüküm kurulması hatalıdır. Kaldı ki, dahili dava yolu ile davalı ithalide mümkün değildir.Bu nedenle ihbar olunan….. aleyhine hüküm kurulması hatalıdır.
4-Davacı işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığı konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.
Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.
İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille yapılabilir. Bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda, işçinin bordroda belirtilenden daha fazla çalışmayı yazılı belge ile kanıtlaması gerekir. İşçiye bordro imzalatılmadığı halde, fazla çalışma ücreti tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda, ihtirazi kayıt ileri sürülmemiş olması, ödenenin üzerinde fazla çalışma yapıldığının yazılı delille ispatlanması gerektiği sonucunu doğurmaktadır.
Somut uyuşmazlıkta, fazla mesai ücreti ile ulusal bayram genel tatil ücreti bakımından, dava dilekçesinde davacının 2009 yılına dek 24 saat nöbet tutup 1 gün nöbet izni kullandığı, nöbet olmayan günlerde normal çalışmasına devam ettiği, son 2 yılda ise 24 saat nöbet tutup 2 gün nöbet izni kullandığı, ayda ortalama 7 kez nöbet tuttuğu, resmi ve dini tatillerin nöbete denk gelen günlerinde çalıştığı ileri sürülmüştür. Davacı vekili 19/03/2013 ıslak havale tarihli dilekçesinde, davacının hastahanede temizlik işlerinde çalıştığını, normal çalışma saatlerinin 07:00-16:00 arasında olduğunu belirtmiştir. Bu beyanlardan davacının sürekli 24 saat nöbet tutarak çalışmadığı, zaten 24 saat nöbet tutarak çalışsa ayda 7 kereden daha fazla nöbet tutması gerekeceği anlaşılmaktadır. Taraflara davacının 24 saatlik nöbetler arasında normal çalışma yapıp yapmadığı, yaptı ise nasıl yaptığı açıklatılıp, varsa işyerinde tutulan çalışma tarih ve saatlerini gösteren kayıtlar getirtilerek, bu kayıtların olmadığı dönemler var ise kaydı olmayan dönemler açısından gerekirse bu konuda tanıklar da yeniden dinlenerek ve önceki beyanlarıyla veya birbirleri ile çelişkiler giderilerek ve mutlaka davacı vekilinin beyanları /talebi ile sınırlı olarak hesaplama yapılmalıdır. Ayrıca davacı vekilinin dosyaya sunduğu nöbet listesi de taraflardan sorularak ilgili olduğu döneme ilişkin olarak hesaplamalarda gözetilip gözetilmeyeceği irdelenmelidir.
Davacı vekilinin beyanlarında ortaya konan maddi vakıayı ve talebi aşar şekilde karar verilmesi 6100 sayılı HMK`nun 25. ve 26. maddelerine aykırı ve hatalıdır.
5-Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır.
Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.
Zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden göz önünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır.
Hemen belirtmelidir ki, gerek İş Kanununda, gerekse Borçlar Kanununda, kıdem ve ihbar tazminatı alacakları için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmemiştir.
Uygulama ve öğretide kıdem tazminatı ve ihbar tazminatına ilişkin davalar, hakkın doğumundan itibaren, eski 818 sayılı Borçlar Kanununun 125 inci maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımına tabi tutulmuştur. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren yeni 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146 ıncı maddesinde de genel zamanaşımı 10 yıl olarak belirlenmiştir.
Tazminat niteliğinde olmaları nedeni ile sendikal tazminat, kötüniyet tazminatı, işe başlatmama tazminatı, 4857 sayılı İş Kanununun; 5 inci maddesindeki eşit işlem borcuna aykırılık nedeni ile tazminat, 26/2 maddesindeki maddi ve manevi tazminat, 28 inci maddedeki belgenin zamanında verilmemesinden kaynaklanan tazminat, 31/son maddesi uyarınca askerlik sonrası işe almama nedeni ile öngörülen tazminat istekleri on yıllık zamanaşımına tabidir.
Bu noktada, zamanaşımı başlangıcına esas alınan kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı hakkının doğumu ise, işçi açısından hizmet aktinin feshedildiği tarihtir.
Zamanaşımı, harekete geçememek, istemde bulunamamak durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez. Bir hakkın, bu bağlamda ödence isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması hakkın istenmesini ve elde edilmesini güçleştirir, hatta olanaksız kılar.
İşveren ve işçi arasındaki hukuki ilişki iş sözleşmesine dayanmaktadır. İşçinin sözleşmeye aykırı şekilde işverene zarar vermesi halinde, işverenin zararının tazmini amacı ile açacağı dava da tazminat niteliğinde olduğundan on yıllık zaman aşımına tabidir.
4857 sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde,
4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacakları ise 818 sayılı Borçlar Kanununun 126/1 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir. 01.06.2012 tarihinden sonra yürürlüğe giren 6098 Sayılı TBK.’un 147. Maddesi ise ücret gibi dönemsel nitelikte ödenen alacakların beş yıllık zamanaşımına tabi olacağını belirtmiştir.
Kanundaki zamanaşımı süreleri, 6098 Sayılı TBK 148. Maddesi gereğince tarafların iradeleri ile değiştirilemez.
İş sözleşmesi devam ederken kullanılması gereken ve iş sözleşmesinin feshi ile alacak niteliği doğan yıllık izin ücreti alacağının zamanaşımı süresinin fesih tarihinden başlatılması gerekir (HGK. 05.07.2000 gün ve 2000/9-1079 E, 2000/1103 K).
Sözleşmeden doğan alacaklarda, zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihten başlar. (TBK. m. 149(818.BK.128). Türk Borçlar Kanununun 117 inci maddesi uyarınca, borcun muaccel olması, ifa zamanının gelmiş olmasını ifade eder. Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan da söz edilemez.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151 inci maddesinde zamanaşımının nasıl hesaplanacağı belirtilmiştir. Bu maddenin birinci fıkrası, zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda başlayacağı kuralını getirmiştir(818 sayılı BK.128). Aynı yönde düzenleme 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151 inci maddesinde yer almaktadır.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 152. maddesi gereğince, asıl alacak zaman aşımına uğradığında faiz ve diğer ek haklar da zamanaşımına, uğrar. Diğer bir deyişle faiz alacağı asıl alacağın tabi olduğu zamanaşımına tabi olur(818 sayılı BK.131).
Türk Borçlar Kanunu’nun 154. maddesi (818 Sayılı BK 133/2) uyarınca, alacaklının dava açmasıyla zamanaşımı kesilir. Ancak zaman aşımının kesilmesi sadece dava konusu alacak için söz konusudur.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 153/4 maddesinde “Hizmet ilişkisi süresince, ev hizmetlilerinin onları çalıştıranlardan olan alacakları için” zamanaşımının işlemeyeceği ve duracağı belirtilmiştir. Bu maddenin iş sözleşmesiyle bağlı her kişiye uygulanması olanağı bulunmamaktadır. Hizmetçiden kastedilen, kendisine ev işleri için ücret ödenen, iş sahibiyle aynı evde yatıp kalkan, aileden biriymiş gibi ev halkı ile sıkı ilişkileri olan kimsedir(818 sayılı BK. Mad.132).
6098 Sayılı TBK 154. Maddesinde (818 sayılı BK. 133) zamanaşımını kesen nedenler gösterilmiştir. Bunlardan borçlunun borcunu ikrar etmesi (alacağı tanıması), zamanaşımını kesen nedenlerden biridir. Borcun tanınması, tek yanlı bir irade bildirimi olup; borçlunun, kendi borcunun devam etmekte olduğunu kabul anlamındadır. Borç ikrarının sonuç doğurabilmesi için, eylem yeteneğine ve malları üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan borçlunun veya yetkili kıldığı vekilinin, bu iradeyi alacaklıya yöneltmiş bulunması ve ayrıca zamanaşımı süresinin dolmamış olması gerekir. Gerçekte de borç ikrarı, ancak, işlemekte olan zamanaşımını keser; farklı anlatımla zamanaşımı süresinin tamamlanmasından sonraki borç ikrarının kesme yönünden bir sonuç doğurmayacağından kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır.
Aynı maddenin 2.fıkrası uyarınca, dava açılması veya icra takibi yapılması zamanaşımını kesen nedenlerdendir. Kanunun 156. maddesi ise, zamanaşımının kesilmesi halinde yeni bir sürenin işlemesi gerektiğini açıkça belirtmiştir. Madde açıkça düzenlemediğinden ihtiyati tedbir istemi ile mahkemeye başvurma veya işçilik alacaklarının tespiti ve ödenmesi için Bölge Çalışma İş Müfettişliğine şikâyette bulunma zamanaşımını kesen nedenler olarak kabul edilemez. Ancak işverenin, şikâyet üzerine Bölge Çalışma Müdürlüğünde alacağı ikrar etmesi, zamanaşımını keser.
Uygulamada, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ya da inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölümüne ait dava ve talep hakkının bazı nedenlerle geleceğe bırakılması anlamına gelir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca benimsenmiş ilkeye göre, kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kesim için zamanaşımını kesmez, zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktar için kesilir.
Zamanaşımı, dava devam ederken iki tarafın yargılamaya ilişkin her işleminden ve hâkimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden işlemeye başlar ve kesilmeden itibaren yeni bir süre işler.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 155. maddesi hükmü, “Zamanaşımı müteselsil borçlulardan veya bölünemeyen borcun borçlularından birine karşı kesilince, diğerlerine karşı da kesilmiş olur.” kuralını içermektedir. Bu maddeye göre, müteselsil borçlulardan birine karşı zamanaşımının kesilmesi diğer müteselsil borçlulara karşı da zamanaşımını keser. (818 sayılı BK. Mad.134)
Türk Borçlar Kanununun 160. maddesinde (818 Sayılı BK 139), zamanaşımından feragat düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre, borçlunun zamanaşımı defini ileri sürme hakkından önceden feragati geçersizdir. Önceden feragatten amaç, sözleşme yapılmadan önce veya yapılırken vaki feragattir. Oysa daha sonra vazgeçmenin geçersiz sayılacağına ilişkin yasada herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. O nedenle borç zamanaşımına uğradıktan sonra borçlu zamanaşımı defini ileri sürmekten feragat edebilir. Zira, burada doğmuş bir defi hakkından feragat söz konusudur ve hukuken geçerlidir. Bu feragat; borçlunun, ileride dava açılması halinde zamanaşımı definde bulunmayacağını karşılıklı olarak yapılan feragat anlaşmasıyla veya tek yanlı iradesini açıkça bildirmesiyle veyahut bu anlama gelecek iradeye delalet edecek bir işlem yapmasıyla mümkün olabileceği gibi, açılmış bir davada zamanaşımı definde bulunmamasıyla veya defi geri almasıyla da mümkündür.
5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7 nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447 inci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir.
Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def`i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319 uncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin iler sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir.
Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir.
Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir.
1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz.
Zamanaşımı definin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür (Yargıtay HGK. 04.06.2011 gün 2010/ 9-629 E. 2011/ 70. K.).
Somut uyuşmazlıkta, dava dilekçesi belirsiz alacak davası şeklinde değil, salt, kısmi dava şeklinde açılmıştır. Bilahare dava dilekçesindeki miktarlar ıslah edilmiştir. Islah dilekçesinde dava tarihinden itibaren faiz istenmiş olması bu hususları değiştirmemektedir. O halde, Mahkeme tarafından davanın belirsiz alacak davası olduğu gerekçesi ile davalı Bakanlığın süresinde yaptığı ıslaha karşı zamanaşımı savunmasının gözetilmemesi hatalıdır.
6-Bilirkişi raporunda brüt miktarlar olarak hesaplanan 10073,72 TL kıdem tazminatı, fazla mesai ücreti olarak hesaplanan ve %30 indirimden sonra bulunan brüt 6318,99 TL, ulusal bayram genel tatil ücreti olarak hesaplanan ve %30 indirimden sonra bulunan brüt 403,32 TL şeklindeki meblağlar Mahkeme tarafından aynen hüküm altına alınmış ancak hükmedilen alacakların net mi brüt mü olduğu hükümde belirtilmemiştir. Davacı vekili ıslah dilekçesinde tamamı net 10073,72 TL kıdem tazminatı, 6318,99 TL fazla mesai ücreti ve 576,16 net ulusal bayram genel tatil ücreti alacağı istemiştir.
Hüküm altına alınan alacak miktarları ıslah dilekçesindeki miktarlar olup, bu bakımdan talep de aşılmadığından, kabule göre, hüküm altına alınan alacak miktarları yerinde ise de bu alacak miktarlarının brüt miktarlar olduğunun hükümde belirtilmemesinin infazda tereddüte yol açacağının düşünülmemesi de hatalıdır.
F)SONUÇ:
Temyiz olunan kararın yukarda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, 25/01/2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/17602 Karar : 2017/9917 Tarih : 3.07.2017
-
HMK 319. Madde
-
İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi Yasağı
Mahkemenin 23.02.2016 tarih ve 2015/111-148 sayılı ek kararı ile; “Mahkememizden verilen …. 27/11/2015 tarihli karar davacı tarafından 20/01/2016 tarihinde temyiz edilmiş olup, temyiz posta giderlerinin (ve eksik harcın) tamamlatılması konusunda … tarihinde tebliğ olunan muhtıraya rağmen yasal süre içerisinde eksiklik tamamlanmadığından, HMK`nun 434/3 maddesi gereğince davacı tarafın temyiz isteminden vazgeçmiş sayılmasına, ….” şeklinde karar verildiği görülmektedir. Bahse konu ek kararda, şikayetçi tarafın, mahkemenin 27.11.2015 tarihli kararına karşı temyizi olmamasına rağmen şikayetçi tarafından temyiz edilmiş gibi değerlendirme yapılarak şikayetçi tarafın temyiz isteminden vazgeçmiş sayılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Mahkemenin 27.11.2015 tarihli kararı alacaklı tarafından temyiz edilmiş olup, 23.02.2016 tarih ve 2015/111-148 sayılı ek kararın, alacaklı yönünden hüküm doğurmayacağı sonucuna varılmakla alacaklının temyiz itirazlarının incelenmesine geçildi: Sair temyiz itirazları yerinde değil ise de;
Şikayetçi … vekili, icra mahkemesine başvurarak; müvekkiline gönderilen haciz ihbarnamelerinin usulsüz olduğunu, zira;
- Müvekkilinin yabancı uyruklu olmasına rağmen haciz ihbarnamelerinin Türkçe olarak gönderildiğini,
-
- ve 2. haciz ihbarname tebliğlerinin usulsüz olduğunu,
- İcra müdürlüğünce, alacaklının, 3. haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebinin reddine rağmen bu karardan dönülerek müvekkiline 3. haciz ihbarnamesi gönderildiğini,
-
Müvekkilinin, takip borçlusuna herhangi bir borcunun bulunmadığını,
- Müvekkiline gönderilen haciz ihbarnamelerinde, haczin neye mümas olduğu ve haczin hangi miktar için yapıldığı hususunda bilginin yer almadığını ileri sürerek haciz ihbarnamelerinin iptalini talep etmiştir.
Mahkemece; şikayetçi 3. kişiye gönderilen haciz ihbarnamelerinin davacının tâbi olduğu devlete ait yabancı dile çevrilmesi gerektiği halde Türkçe olarak gönderildiği, ayrıca, alacaklı tarafın, şikayetçiye 3. haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebi icra müdürlüğünce reddedildiği halde, bu karar iptal edilmeden, kendiliğinden kararından dönülerek şikayetçiye 3. haciz ihbarnamesi gönderilmesi işleminin usulsüz olduğu gerekçesiyle şikayetin kabulü ile haciz ihbarnamelerinin iptaline karar verilmiştir.
İcra dosyasının incelenmesinde, şikayetçi …’nin …/… adresine gönderilen 1. haciz ihbarnamesinin 18.07.2012 tarihinde, 2. haciz ihbarnamesinin 26.09.2012 tarihinde, 3. haciz ihbarnamesinin 25.02.2015 tarihinde (bizzat muhataba) Türkçe olarak tebliğ edildiği, şikayetçi … vekilinin, 05.10.2012 tarihinde, icra müdürlüğüne sunduğu dilekçe ile; 1. ve 2. haciz ihbarname tebliğlerinin usulsüz olduğunu, müvekkilinin, haciz ihbarnamelerine muttali olduğu 04.10.2012 tarihi itibariyle, süresinde itiraz ettiklerini belirterek, takip borçlusu şirketin, müvekkilinde hiçbir hak ve alacağının mevcut olmadığını ifade etmiş, akabinde, takip alacaklısının şikayetçi …’e 3. haciz ihbarnamesi gönderilmesi talebi, icra müdürlüğünce 29.01.2015 tarihinde reddedilmiş, takip alacaklısının yeniden başvurusu üzerine ise talep 10.02.2015 tarihinde icra müdürlüğünce kabul edilmiştir.
İİK.nunda, haciz ihbarnamelerinin, muhatabın, vatandaşı olduğu devlete ait yabancı dile çevrilerek gönderilmesi gerektiğine ilişkin bir düzenleme olmadığı gibi, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nda ve Tebligat Kanunu’nun Uygulanmasına Dair Yönetmelik’te, Türkiye`de adresleri bulunan yabancılara yapılacak tebliğ işlemlerinde, tebligat mazbatası ve eklerinin tercüme edilmesine ilişkin ayrık bir düzenleme de bulunmamaktadır. Dolayısıyla mahkemenin, haciz ihbarnamelerinin iptaline ilişkin kararında yer alan; “haciz ihbarnamelerinin, davacının tâbi olduğu devlete ait yabancı dile çevrilmesi gerektiği halde Türkçe olarak gönderildiği” şeklindeki gerekçesi yerinde değildir.
İİK`nun 89/3. maddesinde; “Üçüncü şahıs, haciz ihbarnamesinin kendisine tebliğinden itibaren yedi gün içinde itiraz etmezse, mal yedinde veya borç zimmetinde sayılır ve kendisine gönderilen haciz ihbarnamesine süresinde itiraz etmediği, bu nedenle de malın yedinde veya borcun zimmetinde sayıldığı ikinci bir ihbarname ile bildirilir. Bu ikinci ihbarnamede ayrıca, üçüncü şahsın ihbarnamenin kendisine tebliğinden itibaren yedi gün içinde ikinci fıkrada belirtilen sebeplerle itirazda bulunması, itirazda bulunmadığı takdirde zimmetinde sayılan borcu icra dairesine ödemesi veya yedinde sayılan malı icra dairesine teslim etmesi istenir. İkinci ihbarnameye süresi içinde itiraz etmeyen ve zimmetinde sayılan borcu icra dairesine ödemeyen veya yedinde sayılan malı icra dairesine teslim etmeyen üçüncü şahsa onbeş gün içinde parayı icra dairesine ödemesi veya yedinde sayılan malı teslim etmesi yahut bu süre içinde menfi tespit davası açması, aksi takdirde zimmetinde sayılan borcu ödemeye veya yedinde sayılan malı teslime zorlanacağı bildirilir….” hükmü yer almaktadır.
Tebliğ işlemlerinin usulsüzlüğü, ancak ilgilisi tarafından, İİK`nun 16/1. maddesi uyarınca yasal sürede icra mahkemesinde şikayet yoluyla ileri sürülmesi halinde değerlendirilebilecek bir husus olup, icra müdürlüğünce tebligatın usulsüz olduğuna karar verilemez.
İcra müdürü kendi verdiği karardan dönemez ise de, bilahare, daha önce verdiği kararın dosya kapsamı ve yasa hükmüne uygun olmadığını fark edip, onun yerine yasaya uygun olan kararı vermesine engel bir düzenleme de bulunmamaktadır.
Somut olayda; 2. haciz ihbarnamesinin 26.09.2012 tarihinde tebliğ edildiği, … vekilinin, 09.10.2012 tarihinde, icra müdürlüğüne sunduğu dilekçe ile; 1. ve 2. haciz ihbarnamesi tebliğlerinin usulsüz olduğunu belirtip müvekkilinin, takip borçlusuna borcunun olmadığını bildirmiş olması, bir başka anlatımla şikayetçi vekilinin, 1. ve 2. haciz ihbarnamesi tebliğlerinin usulsüz olduğunu bildirerek icra müdürlüğüne itirazda bulunması, hukuki sonuç doğurmayacağından, şikayetçi vekilinin, 1. ve 2. haciz ihbarnamelerinin tebliğinden itibaren itiraz için belirtilen yedi günlük süreden sonra 1. ve 2. haciz ihbarnamelerine itiraz etmesi nedeniyle, alacaklının, şikayetçi tarafa, 3. haciz ihbarnamesi gönderilmesini istemesinde yasal bir engel olmadığı gibi, icra müdürlüğünce talebin kabul edilerek 10.02.2015 tarihinde bu yönde işlem tesis etmesinde de usul ve yasaya aykırılık bulunmamaktadır.
Diğer taraftan, haciz ihbarnamelerinde; “borçlunun sizdeki alacağı” denilmek suretiyle haczin neye mümas olduğunun ve haczin hangi miktar için yapıldığının açıkça bildirildiği de görülmektedir.
İİK`nun 16. maddesine göre; “Kanunun hallini mahkemeye bıraktığı hususlar müstesna olmak üzere icra ve iflas dairelerinin yaptığı muameleler hakkında kanuna muhalif olmasından veya hadiseye uygun bulunmamasından dolayı icra mahkemesine şikayet olunabilir. Şikayet bu muamelelerin öğrenildiği tarihten yedi gün içinde yapılır.”
Şikayetçi vekilinin, yukarıda anlatılanlar dışında öne sürdüğü diğer iddialarına ilişkin olarak, 3. haciz ihbarnamesi tebliğinin usulsüz olduğuna dair bir iddiada bulunmadığı görülmüş olmakla, 1. ve 2. haciz ihbarnamesi tebliğlerinden haberdar olduğu tarihe göre, İİK`nun 16/1. maddesinde öngörülen yasal yedi günlük süreden sonra 10.07.2015 tarihinde icra mahkemesine başvurduğu anlaşılmıştır.
İcra mahkemesinin, şikayet başvurusunu, İİK.nun 18. maddesi gereğince basit yargılama usulüne göre incelemekle görevli olduğu, HMK.nun 319. maddesinde ise, basit yargılama usulünde, iddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağının davanın açılmasıyla başlayacağı belirtilmiştir. Buna göre, şikayet dilekçesinde öne sürülmeyen hususların, sonradan ileri sürülmesi halinde, icra mahkemesince, kamu düzenine ilişkin olması nedeniyle re’sen gözetilecek hususlar dışında incelenmesinin mümkün olmayacağı anlaşılmakla, şikayetçi vekilinin sonradan ileri sürdüğü hususların mahkemece dikkate alınamayacağının kabulü gerekir.
O halde mahkemece, yukarıda açıklanan nedenlerle, şikayetçi …`in şikayetinin reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile aksi yönde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ : Alacaklı … Hiz. Eğ. Tur. Tic. Ltd. Şti.nin temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK`nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 03/07/2017 gününde oy birliğiyle karar verildi.
YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/16598 Karar : 2017/5122 Tarih : 9.03.2017
-
HMK 319. Madde
-
İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi Yasağı
Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, müvekkilinin Mart 2003-Eylül 2006 döneminde … şantiyesinde, 03.03.2006-30.05.2010 tarihleri arasında şirketin Katar şantiyesinde çalıştığını, iş bitimi verilerek iş sözleşmesinin feshedildiğini, fazlaya dair hakları saklı kalmak üzere 100,00 USD ihbar tazminatı, 100,00 TL kıdem tazminatı, 100,00 USD yıllık izin ücreti, 100,00 TL fazla çalışma ücreti, 100,00 TL hafta tatili ücreti, 100,00 TL ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacağının kıdem tazminatına fesih tarihinden itibaren en yüksek banka mevduat faizi, diğer alacakların dava tarihinden itiaren kanuni faiz uygulanmak suretiyle davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş, 04…..2013 harç tarihli ıslah dilekçesi ile ihbar tazminatı alacağını ….909,92 USD’ye, yıllık izin ücreti alacağını ….795,… USD’ye, kıdem tazminatı alacağını ….490,50 TL’ye, fazla çalışma alacağını ….127,78 TL’ye, ulusal bayram ve genel tatil alacağını 700,… TL’ye artırmıştır.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, zamanaşımı def’i ve husumet itirazında bulunarak, davacının %100 Arap sermayeli … … … …. şirketinde çalıştığını, bu şirket ile yaptıkları yazışma neticesi elde edilen belgelerden davacının tüm alacaklarını aldığının anlaşılmakta olduğunu, sundukları “ibraname feragatname” başlıklı belgeyle işçilik alacaklarına karşılık 48.028,56 QR (… …) ödeme yapıldığını, iş sözleşmesinin feshedildiği çalışma döneminin tasfiye edildiğini, yıllık izinlerini kullandığını, yurt içinde geçen sürelerin yıllık izinden sayılması gerektiğini, dilekçede belirtilen ücretin gerçek olmadığını, yurtdışı ücretlerin geçici ücret olduğunu, üç öğün yemek ve ısınma ve barınmanın davacı tarafından karşılandığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, bozma ilamı sonrasında yapılan inceleme sonucu, bilirkişi … …nin ….08.2013 tarihli raporu ve 29.06.2016 tarihli ek raporunun içeriğine nazaran ibraname-feragatname başlıklı belgede 48028,56 QR rakamı yazılı ise de metnin ingilizce olup davacının anlamasına imkan bulunmadığı, ibranamede geçen fazla mesai, ulusal bayram ve genel tatil, senelik izin ücretlerinin ödendiğine dair beyan ile davacının fazla çalışma yapmadığı, yıllık izinlerini kullandığı savunmasının çelişkili olduğu gibi ibranamede yazılı 09.09.2005 ve 29.05.2010 tarihlerinin akdin fesih tarihinden önce olduğu, Payroll detaıls-may 2010 başlıklı belgenin davacının imzasını taşımakla birlikte ingilizce yazılı olduğu, bilirkişi ek raporunda kıdem tazminatı tavanı esas alınmak suretiyle hesaplanan kıdem tazminatı tutarı brüt ….555,41 TL ile ek raporda hesaplanan brüt ….909,92 USD ihbar tazminatı alacağı ile brüt ….127,78 TL fazla mesai alacağına hükmedilmesinin gerekli olduğu, yapıldığı iddia olunan ödemelerin davacının yabancı dildeki bu belgelerdeki içeriğini bilmesine imkan bulunmaması nedeniyle mahsup edilemeyeceği belirtilerek hüküm tesis edilmiştir.
Temyiz:
Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.
Gerekçe:
…-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
…-Somut uyuşmazlıkta, mahkemece uyulmasına karar verilen bozma ilamı sonrasında yapılan değerlendirmede, davalı tarafından sunulan belgede 48028,56 QR ifadesi yazılı olsa da metnin içeriğinin ingilizce olması sebebiyle davacının anlamasına imkan bulunmadığı ve davalının savunmalarının belge içeriği ile çelişkili olduğu gerekçesi ile sunulan kaydın ödeme belgesi olarak kabulü mümkün görülmemiştir. Davalı taraf ise, ilgili belgedeki terimlerin Türkçe açıklamalarını içeren örneğini dosyaya sunarak içeriğinin değerlendirilmesi gerektiğini ileri sürmektedir.
Dosya içeriğindeki yabancı dildeki “PAYROLL DETAILS” başlıklı belgenin, Türkçe açıklamalarını da içeren 30.05.2010 tarihli “FİNAL SETTLEMENT AND RELEASE (İŞTEN AYRILMA HALİNDE KURUŞLU İBRANAME)” başlıklı imzalı belgenin davacıya gösterilip konu hakkında beyanının alınması, davacının belge içeriğini kabulü halinde belgedeki miktarların ödeme olarak kabulü, davacının imza inkarında bulunması ve imzanın davacıya ait olmadığının tespiti halinde ise banka kanalı ile ödeme olup olmadığının araştırılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik araştırma ile hüküm tesisi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
…-İşçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda da taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.
Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 316/l-d. maddesine göre, iş mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanır. Aynı Kanun’un 319. maddesine göre ise, savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar. Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. 6100 sayılı Kanun’un 141/II. maddesinin düzenlemesine göre, iddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.
Somut olayda, davacı tarafın sunduğu 07…..2013 havale tarihli ıslah dilekçesine karşı davalı taraf ibraz ettiği ……..2013 havale tarihli dilekçesi ile zamanaşımı definde bulunmuş, ıslah dilekçesi sunulmasının ardından yapılan ilk oturum olan 07.02.2014 tarihli celsede de ıslah dilekçesine karşı olan itirazlarını tekrar ettiğini ifade etmiştir. Mahkemece, davalının ıslah dilekçesine karşı ileri sürdüğü zamanaşımı defi konusunda bir değerlendirme yapılmamıştır. Gerekirse bilirkişiden ek rapor aldırılarak ıslaha karşı zamanaşımı defi değerlendirildikten sonra karar verilmelidir. Bu yön gözetilmeden sonuca gidilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
Sonuç:
Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 09.03.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/2766 Karar : 2017/2464 Tarih : 6.03.2017
-
HMK 319. Madde
-
İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi Yasağı
Davacı vekili dilekçesinde; müvekkili … ile davalı arasında 01/04/2003 başlangıç tarihli 9 ay süreli kira sözleşmesinden kaynaklanan ve 01.06.2003- 01.12.2003 tarihleri dahil ödenmeyen 7 aylık kira bedeli 1.169.00.-TL ve bu kiraların aylık gecikme bedelleri toplamı olan 4.534.60.-TL alacağın tahsili amacı ile Malkara İcra Müdürlüğü’nün 2012/1114 Esas sayılı dosyası ile icra takibi başlattıklarını, davalı borçlunun haksız yere borca itiraz ettiğini ileri sürerek itirazın iptali ile takip konusu alacağın %20 sinden az olmamak üzere tazminata karar verilmesini istemiştir.
Davalı, Malkara İcra Müdürlüğü’nün 2012/1114 Esas sayılı dosyasına süresinde sunduğu itiraz dilekçesinde icra takibine konu olan kira alacağının beş yıllık zamanaşımına uğradığını savunarak borca itirazda bulunmuş ve açılan itirazın iptali davasındada 11.03.2015 tarihli celsede davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, Davanın kabulü ile Malkara İcra Müdürlüğü’nün 2012/1114 icra sayılı dosyasında başlatılan asıl alacak miktarının 1.169,00 TL gecikme zammın da 3.365,60 TL ki toplam 4.534, 60 TL üzerinden itirazın iptaline bu miktar üzerinden takibin devamına karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1-) Dava; ilamsız takip yolu ile kira alacağının tahsili için yapılan icra takibine borçlu/davalı tarafın yaptığı itirazın iptali istemine ilişkindir.
Dava tarihinde yürürlükte bulunan 6098 Sayılı TBK’nun 147/1 maddesi (BK 126 /1-1 Maddesi ) gereğince kira bedeline ilişkin alacaklar yönünden zamanaşımı süresi 5 yıldır.
6100 Sayılı HMK’nun 114. maddesinde dava şartları, aynı kanunun 116.maddesinde ise ilk itirazlar düzenlenmiştir. Zamanaşımı, 6100 Sayılı HMK’da dava şartı olarak düzenlenmediğinden HMK’nın 115.md.göre mahkemenin kendiliğinden araştıracağı hususlardan olmadığı gibi HMK 116.md. ve 319. Maddesine göre de cevap dilekçesinde ileri sürülmesi gereken ilk itirazlardan da değildir.
Bu durumda kural olarak ( davacının süresinde yapılmamasına rağmen açık muvafakatının bulunduğu haller ile davacının mazeretsiz olarak ön inceleme duruşmasına katılmadığı ön inceleme duruşmasında savunmasını genişletebildiği durumlar hariç olmak üzere ) zamanaşımı savunması yazılı yargılama usulünün uygulandığı davalarda en geç HMK 141.md. göre ikinci cevap dilekçesinin verildiği aşamada, Basit yargılama usulünün uygulandığı davalarda ise, HMK 319.md. göre, cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesine kadar yapılması gerekir.
Ancak borçlunun itirazının hükümden düşürülerek takibin devamını sağlamayı amaçlayan itirazın iptali davası 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu (İİK)’nun 67.maddesinde düzenlenmiş olup bu davanın hukuki niteliği konusunda farklı görüşler bulunmaktadır.
Bir görüşe göre; itirazın iptali talebi zorunlu olarak alacağın tahsili talebini de kapsadığından bu dava normal bir eda (tahsil) davasıdır (Baki Kuru, İcra ve İflas Hukuku El Kitabı, 2004, s. 221; İlhan Postacıoğlu- Sümer Altay, İcra Hukuku Esasları, 5. Bası, 2010, s. 224, 225).
Diğer bir görüşe göre ise itirazın iptali davası mahiyeti itibariyle bir eda davası olmadığı gibi dava sonunda itirazın iptaline dair verilecek ilam da tahsil ilamı değildir. Zira, itirazın iptali davası ile alacaklı mahkemeden borçlunun bir edaya mahkum edilmesini istememekte ve mahkeme de itirazın iptaline karar vermekle borçluyu bir edaya mahkum etmemektedir. İtirazın iptali davası bu nedenlerden dolayı bir tespit davası niteliğindedir (Tahir Çağa, Ödeme Emrine İtirazın İptali Davasına Dair, Batider, 1979, C. X, S. 2, s. 408 vd.).
Bir üçüncü görüşe göre de, İİK’nun 67.maddesinde düzenlenen itirazın iptali davası ne bir tespit davası ne de eda davasıdır. Zira itirazın iptali davasıyla alacaklı ödeme emri ile takip konusu yaptığı alacağın varlığının tespitini talep etmekte ise de davacı sonuç olarak alacağın tahsilini amaçlamaktadır. Bu nedenle itirazın iptali davasının takip hukukuna özgü bir tahsil davası olduğunun kabulü gerekir. İtirazın iptali davası sonucunda tesis edilecek hükmün kapsamı, infazı ve sonuçları da bu görüşü desteklemektedir. Borçlunun takibe sadece zamanaşımı yönünden itiraz etmesi halinde alacaklı açacağı itirazın iptali davasında alacağın zamanaşımına uğramadığını kanıtlayacaktır. Bu durumda borçlunun açılan davada ayrıca zamanaşımı def’inde bulunması gerekmeyecektir. Tahsil davasında ise mahkemenin yapacağı incelemenin kapsamı itirazla sınırlı olmadığından süresi içinde cevap dilekçesi ile ileri sürülmeyen zamanaşımı def’inin sonradan ileri sürülmesi halinde savunmanın genişletilmesi itirazı ile karşı çıkılabilecektir. Diğer taraftan borçlunun itirazının iptaline karar verilmesi halinde bu ilam icra memuruna ibraz edilerek derdest olan ilamsız icra takibine devam olunabilecektir. Oysa tahsile dair ilamla ancak ilamların icrası yoluna başvurulabilecek, ilamsız takibe devam olunamayacaktır (Adnan Deynekli- Sedat Kısa, İtirazın İptali Davaları ve İcra, İnkar, Kötüniyet Tazminatı, Ankara 1999, s. 80). -3-
Borçlunun takibe itirazında zamanaşımı def’inde bulunmuş olması halinde açılan itirazın iptali davasında aynı zamanaşımı def’ini bu davada ileri sürmesinin gerekip gerekmeyeceği hususu açıklığa kavuşturulmalıdır.
Ödeme emrine itiraz ederken zamanaşımı def’ini ileri sürmüş ve icra takibini durudurmuş olan borçlunun bu itirazın (Zamanaşımı itirazının ) iptali davasında bu defiyi tekrar ileri sürmesi gerekmez. Zira sadece zamanaşımı def’inde bulunan borçlunun bu itirazının iptali için açılan davada, davacı, zamanaşımı def’inin yerinde olmadığını ileri sürerek itirazın iptali davasını açtığından mahkemece zamanaşımı def’inin yerinde olup olmadığı konusu üzerinde durularak bu davada karara bağlanacaktır. Bu nedenle mahkemece davanın sonucuna etkili olması nedeniyle üzerinde kendiliğinden durulması gereken bir konuda davalıya zamanaşımı def’ini mahkemede de tekrar ileri sürmesi zorunluluğu yüklenmemelidir (Adnan Deynekli- Sedat Kısa, age., s. 120- 121).
Genel haciz yolu ile yapılan icra takibine karşı zamanaşımı def’inde bulunan borçlunun bu borca itirazının iptali için açılan davada davacı taraf, davalı/borçlunun icra takibindeki zamanaşımı itirazının yerinde olmadığını ileri sürerek itirazın iptali istemli dava açtığından mahkemece borçlunun bu zamanaşımı itirazının yerinde olup olmadığının incelenmesi gerektiğinden davalı borçlunun yazılı yargılama usulünün uygulandığı davalarda HMK 141. maddesi, Basit Yargılama Usulünün uygulandığı davalarda ise HMK 319.maddesine uygun olarak süresinde zamanaşımı itirazında bulunma zorunluluğu yoktur. (Aynı yönde olan YHGK. 01.10.2014 tarih, 2013/17-1101 E-2014/716 K . sayılı kararı )
Somut olayda ise, davacı vekili icra takibinde ve dava dilekçesinde “ takip konusu alacağın 01.06.2003- 01.12.2003 tarihleri dahil ödenmeyen 7 aylık kira bedeli ve gecikme bedeli toplamı 4.534.60.-TL” olduğunu beyan etmiş, olup davalı taraf ise İcra takibinde süresi içinde zamanaşımı itirazında bulunduğundan takip durmuş olup, bu duran takibin devamı için açılan itirazın iptali talepli davada ise 6100 sayılı HMK’nın 319.maddesindeki süreden sonra zamanaşımı itirazında bulunulmuştur. Ancak, davalı borçlunun icra takibindeki itirazı zamanaşımına ilişkin olup, süresinde yapılmış bir itirazdır.
Buna göre, mahkemece davalının hakkındaki genel haciz yolu ile icra takibine yaptığı itirazın zamaşımına ilişkin olduğuda dikkate alınarak davacı tarafından açılan bu itirazın iptali istemli davada değerlendirilerek zamanaşımı konusunda özellikle bir karar verilmesi gerekirken bu konuda her hangi bir inceleme yapmaksızın işin esası incelenerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
2-) Bozma nedenine göre davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir.
SONUÇ:Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın 6100 Sayılı …ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenlerle diğer temyiz itirazlarının incelenmesine gerek olmadığına peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 06.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/3834 Karar : 2017/3046 Tarih : 2.03.2017
-
HMK 319. Madde
-
İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi Yasağı
A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, davacının 1984 yılından 23/02/2004 tarihine kadar davalılara …na tabi olarak asgari ücretle çalıştığını, işyerinin bira, kola gibi içecekleri başbayiliği olması nedeniyle ve bunların ihtiyaç halinde anında gönderilmesinin zorunluluğu nedeniyle davacının yaz sonundan yaklaşık sabah 06,00’dan gece 01,00’e, diğer sezonlarda yaklaşık sabah 07,30’dan gece 21,00’e kadar kesintisiz, bazen depoda bekçi olarak, bazen de yükleme yaparak bizzat servis hizmetlerine çıkarak sürekli çalıştığını, iş sözleşmesinin işverence haksız feshedildiğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla mesai ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti, hafta tatili ücreti ve yıllık izin ücreti alacaklarının davalılardan tahsilini istemiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı … vekili, alacakların zamanaşımına uğradığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece toplanan delillere ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalı işverenin iş sözleşmesini fesihte haksız olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı davalı … vekili temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalı … aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.
Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır.
Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.
Zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden göz önünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır.
Hemen belirtmelidir ki, gerek İş Kanununda, gerekse Borçlar Kanununda, kıdem ve ihbar tazminatı alacakları için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmemiştir.
Uygulama ve öğretide kıdem tazminatı ve ihbar tazminatına ilişkin davalar, hakkın doğumundan itibaren, eski 818 sayılı Borçlar Kanununun 125 inci maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımına tabi tutulmuştur. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren yeni 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146 ıncı maddesinde de genel zamanaşımı 10 yıl olarak belirlenmiştir.
Tazminat niteliğinde olmaları nedeni ile sendikal tazminat, kötüniyet tazminatı, işe başlatmama tazminatı, 4857 sayılı İş Kanununun; 5 inci maddesindeki eşit işlem borcuna aykırılık nedeni ile tazminat, 26/2 maddesindeki maddi ve manevi tazminat, 28 inci maddedeki belgenin zamanında verilmemesinden kaynaklanan tazminat, 31/son maddesi uyarınca askerlik sonrası işe almama nedeni ile öngörülen tazminat istekleri on yıllık zamanaşımına tabidir.
Bu noktada, zamanaşımı başlangıcına esas alınan kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı hakkının doğumu ise, işçi açısından hizmet aktinin feshedildiği tarihtir.
Zamanaşımı, harekete geçememek, istemde bulunamamak durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez. Bir hakkın, bu bağlamda ödence isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması hakkın istenmesini ve elde edilmesini güçleştirir, hatta olanaksız kılar.
İşveren ve işçi arasındaki hukuki ilişki iş sözleşmesine dayanmaktadır. İşçinin sözleşmeye aykırı şekilde işverene zarar vermesi halinde, işverenin zararının tazmini amacı ile açacağı dava da tazminat niteliğinde olduğundan on yıllık zaman aşımına tabidir.
4857 sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacakları ise 818 sayılı Borçlar Kanununun 126/1 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir. 01.06.2012 tarihinden sonra yürürlüğe giren 6098 Sayılı TBK.’un 147. Maddesi ise ücret gibi dönemsel nitelikte ödenen alacakların beş yıllık zamanaşımına tabi olacağını belirtmiştir.
Kanundaki zamanaşımı süreleri, 6098 Sayılı TBK 148. Maddesi gereğince tarafların iradeleri ile değiştirilemez.
İş sözleşmesi devam ederken kullanılması gereken ve iş sözleşmesinin feshi ile alacak niteliği doğan yıllık izin ücreti alacağının zamanaşımı süresinin fesih tarihinden başlatılması gerekir (HGK. 05.07.2000 gün ve 2000/9-1079 E, 2000/1103 K).
Sözleşmeden doğan alacaklarda, zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihten başlar. (TBK. m. 149(818.BK.128). Türk Borçlar Kanununun 117 inci maddesi uyarınca, borcun muaccel olması, ifa zamanının gelmiş olmasını ifade eder. Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan da söz edilemez.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151 inci maddesinde zamanaşımının nasıl hesaplanacağı belirtilmiştir. Bu maddenin birinci fıkrası, zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda başlayacağı kuralını getirmiştir(818 sayılı BK.128). Aynı yönde düzenleme 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151 inci maddesinde yer almaktadır.
6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 152. maddesi gereğince, asıl alacak zaman aşımına uğradığında faiz ve diğer ek haklar da zamanaşımına, uğrar. Diğer bir deyişle faiz alacağı asıl alacağın tabi olduğu zamanaşımına tabi olur(818 sayılı BK.131).
Türk Borçlar Kanunu’nun 154. maddesi (818 Sayılı BK 133/2) uyarınca, alacaklının dava açmasıyla zamanaşımı kesilir. Ancak zaman aşımının kesilmesi sadece dava konusu alacak için söz konusudur.
6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 153/4 maddesinde “Hizmet ilişkisi süresince, ev hizmetlilerinin onları çalıştıranlardan olan alacakları için” zamanaşımının işlemeyeceği ve duracağı belirtilmiştir. Bu maddenin iş sözleşmesiyle bağlı her kişiye uygulanması olanağı bulunmamaktadır. Hizmetçiden kastedilen, kendisine ev işleri için ücret ödenen, iş sahibiyle aynı evde yatıp kalkan, aileden biriymiş gibi ev halkı ile sıkı ilişkileri olan kimsedir(818 sayılı BK. Mad.132). 6098 Sayılı TBK 154. Maddesinde (818 sayılı BK. 133) zamanaşımını kesen nedenler gösterilmiştir. Bunlardan borçlunun borcunu ikrar etmesi (alacağı tanıması), zamanaşımını kesen nedenlerden biridir. Borcun tanınması, tek yanlı bir irade bildirimi olup; borçlunun, kendi borcunun devam etmekte olduğunu kabul anlamındadır. Borç ikrarının sonuç doğurabilmesi için, eylem yeteneğine ve malları üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan borçlunun veya yetkili kıldığı vekilinin, bu iradeyi alacaklıya yöneltmiş bulunması ve ayrıca zamanaşımı süresinin dolmamış olması gerekir. Gerçekte de borç ikrarı, ancak, işlemekte olan zamanaşımını keser; farklı anlatımla zamanaşımı süresinin tamamlanmasından sonraki borç ikrarının kesme yönünden bir sonuç doğurmayacağından kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Aynı maddenin 2.fıkrası uyarınca, dava açılması veya icra takibi yapılması zamanaşımını kesen nedenlerdendir. Kanunun 156. maddesi ise, zamanaşımının kesilmesi halinde yeni bir sürenin işlemesi gerektiğini açıkça belirtmiştir. Madde açıkça düzenlemediğinden ihtiyati tedbir istemi ile mahkemeye başvurma veya işçilik alacaklarının tespiti ve ödenmesi için Bölge Çalışma İş Müfettişliğine şikâyette bulunma zamanaşımını kesen nedenler olarak kabul edilemez. Ancak işverenin, şikâyet üzerine Bölge Çalışma Müdürlüğünde alacağı ikrar etmesi, zamanaşımını keser. Uygulamada, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ya da inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölümüne ait dava ve talep hakkının bazı nedenlerle geleceğe bırakılması anlamına gelir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca benimsenmiş ilkeye göre, kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kesim için zamanaşımını kesmez, zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktar için kesilir. Zamanaşımı, dava devam ederken iki tarafın yargılamaya ilişkin her işleminden ve hâkimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden işlemeye başlar ve kesilmeden itibaren yeni bir süre işler. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 155. maddesi hükmü, “Zamanaşımı müteselsil borçlulardan veya bölünemeyen borcun borçlularından birine karşı kesilince, diğerlerine karşı da kesilmiş olur.” kuralını içermektedir. Bu maddeye göre, müteselsil borçlulardan birine karşı zamanaşımının kesilmesi diğer müteselsil borçlulara karşı da zamanaşımını keser. (818 sayılı BK. Mad.134) Türk Borçlar Kanununun 160. maddesinde (818 Sayılı BK 139), zamanaşımından feragat düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre, borçlunun zamanaşımı defini ileri sürme hakkından önceden feragati geçersizdir. Önceden feragatten amaç, sözleşme yapılmadan önce veya yapılırken vaki feragattir. Oysa daha sonra vazgeçmenin geçersiz sayılacağına ilişkin yasada herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. O nedenle borç zamanaşımına uğradıktan sonra borçlu zamanaşımı defini ileri sürmekten feragat edebilir. Zira, burada doğmuş bir defi hakkından feragat söz konusudur ve hukuken geçerlidir. Bu feragat; borçlunun, ileride dava açılması halinde zamanaşımı definde bulunmayacağını karşılıklı olarak yapılan feragat anlaşmasıyla veya tek yanlı iradesini açıkça bildirmesiyle veyahut bu anlama gelecek iradeye delalet edecek bir işlem yapmasıyla mümkün olabileceği gibi, açılmış bir davada zamanaşımı definde bulunmamasıyla veya defi geri almasıyla da mümkündür. 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7 nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447 inci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir.
Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def’i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319 uncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin iler sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir.
Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir.
Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir.
1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz. Zamanaşımı definin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür (Yargıtay HGK. 04.06.2011 gün 2010/ 9-629 E. 2011/ 70. K.). Somut uyuşmazlıkta; dava 1086 sayılı HUMK yürürlükte iken kısmi olarak açılmış olup, bu nedenle kısmi davanın usul kurallarına tabidir. Davacının taleplerini 18/03/2013 tarihli ıslah dilekçesi ile artırması sonrasında davalı vekili arttırılan taleplerin zamanaşımına uğradığı iddiasıyla yasal süresi içinde zamanaşımı def’inde bulunmuştur. Mahkemece, davanın 1086 sayılı HUMK. döneminde açıldığı gözden kaçırılarak, belirsiz alacak davası olduğu gerekçe gösterilerek zamanaşımı definin dikkate alınmaması hatalı ve hukuki dayanaktan yoksundur.
Dava konusu alacaklardan fazla mesai ücreti, ulusal bayram-genel tatil ücreti, hafta tatili ücreti ve yıllık izin ücreti alacakları beş yıllık zamanaşımına tabi olup fesih tarihinin 23/02/2004, ıslah tarihinin ise 18/03/2013 olması karşısında dava dilekçesi ile talep edilen miktarlar hariç sözü edilen alacak kalemleri zamanaşımına uğramıştır. Bu itibarla belirtilen alacaklar yönünden sadece dava dilekçesinde istenen miktarların hüküm altına alınması gerekirken, hatalı gerekçe ile yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz olup bozmayı gerekirmiştir.
F) SONUÇ: Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 02.03.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/65 Karar : 2015/1097 Tarih : 3.03.2015
-
HMK 319. Madde
-
İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi Yasağı
Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan bakiye iş bedeline yönelik icra takibine itirazın iptali talebinden ibarettir.
Mahkemece dava dilekçesi ve ekleri davalı tarafa tebliğ edilmeden dosya üzerinde yapılan inceleme ile tensiben görevsizlik kararı verilmiş, karar davalı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlık, 6100 Sayılı HMK’nın 114/c maddesi gereğince dava şartı olan mahkemenin görevli olması` şartı hakkında taraf teşkili sağlanmadan karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Mahkemenin görevli olması dava şartıdır ( HMK. m. 114/1-c ).
Dava şartları ve ilk itirazlar ön incelemede sonuca bağlanır. Ön inceleme ise, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra yapılır ( HMK. m. 137/1, 139/1 ilk cümle. ).
Buna göre, görevsizlik kararı verilebilmesi için; dava dilekçesinin davalıya tebliği, cevap süresinin ( HMK. m. 127/1 ) beklenmesi, süresi içinde cevap verilmesi halinde davacıya tebliği, onun cevaba cevap verme süresinin ( HMK. m.136/1 ) beklenmesi, verdiğinde bunun diğer tarafa tebliği ve davalının 2. cevap süresinin beklenmesi zorunludur.
Mahkemenin, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar verebileceğini öngören aynı Kanun`un 138. maddesi hükmü, dilekçelerin karşılıklı verilmesi zorunluluğunu ortadan kaldırmaz. Bu hüküm, hakime, belirtilen hususlar hakkında gerekmiyorsa ön inceleme duruşması yapmaksızın karar verebilme yetkisi tanır.
Ön inceleme duruşması yapmaksızın dosya üzerinden karar verilebilmesi için de, davanın ön inceleme aşamasına getirilmiş olması gereklidir.
Kanunun 137. maddesinin ( 1. ) fıkrasında, ön incelemenin dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra yapılacağının açıkça öngörülmüş olması karşısında, dava şartlarının mevcut olup olmadığının davanın her aşamasında hakim tarafından kendiliğinden gözetileceğine dair 115/1. madde hükmü de, bu hususlarda, davalıya dava dilekçesi tebliğ edilmeden karar verilebileceğine izin verir tarzda bir yoruma elverişli değildir.
Diğer yandan 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, 1086 Sayılı Kanun`dan farklı olarak iddia ve savunmanın genişletilmesi yahut değiştirilmesi yasağını dava ve cevap dilekçesinin verilmesiyle başlatmamış; bu yasağı, dilekçelerin karşılıklı verilmesinin tamamlanmasına, bazı hallerde ön inceleme duruşmasına kadar ileriye ötelemiştir.
Tarafların bu haklarını kullanabilmeleri, dilekçelerin karşılıklı olarak verilmesini veya bunun için kanunda belirlenen sürelerin geçmesini gerekli kılar. Bazı hallerde dava dilekçesindeki talebe göre görevli olmayan mahkemenin, cevap dilekçesi, cevaba cevap dilekçesi veya 2. cevap dilekçesinin verilmesinden sonra görevli hale gelmesi mümkün bulunmaktadır.
Ayrıca 6100 Sayılı Kanun, eskisinden farklı olarak, görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi üzerine dosyanın görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etme hakkını davalıya da tanımıştır ( m. 20/1 ). Görevsizlik veya yetkisizlik kararı üzerine davaya bir başka mahkemede devam edilmemesi halinde davalıya kararı veren mahkemeden yargılama giderlerini talep etme hakkı da vermiştir ( m. 331/2 son cümle ). Davalının bu haklarını kullanabilmesi, dava dilekçesinin kendisine tebliğ edilmiş olmasını gerektirir.
6100 Sayılı HMKnın 114. maddesi uyarınca dava şartlarından olan görev konusunda aynı Kanun
un 138. maddesi uyarınca dosya üzerinden karar verilebilir ise de, ancak bunun için dava dilekçesinin davalıya tebliğ edilerek savunma hakkı tanınması gerekir. Dava dilekçesi tebliğ edilmeden dosya üzerinden görevsizlik kararı verilmesi HMK`nın 27. maddesinde düzenlenen hukuki dinlenilme hakkına da aykırılık oluşturmaktadır.
Bütün bu hükümlerden, dava dilekçesi davalıya tebliğ edilmeden görevsizlik kararı verilemeyeceği sonucuna ulaşıldığından kararın usul yönünden bozulması gerekmiştir.
Yukarıda açıklanan sebeplerle kararın ( BOZULMASINA ), bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY :
Mahkemenin görevli olması, HMK.nın 114/1-c maddeye göre dava şartıdır. Göreve dair kurallar kamu düzenindendir ( HMK. 1. md. ). “Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.” ( HMK 115. md. ).
Yasada açıkça dava şartlarının her aşamada mahkemece kendiliğinden araştırılacağı düzenlendiğinden henüz taraflara tebliğ yapılmadan tensip aşamasında dahi mahkemenin görevsiz olması halinde usulden red kararı verilebilir. HMK 137, 138 ve 140. maddedeki ön inceleme aşamasında dava şartlarının inceleneceğine dair düzenlemeler, henüz incelenmemiş ise tahkikata geçilmeden önce dava şartlarının incelenmesi zorunluluğunu belirtmektedir. Bu hükümler her aşamada dava şartlarının incelenebileceğine dair 115. madde düzenlemesine inceleme zamanı bakımından en erken zaman olarak sınır çizen bir düzenleme olmayıp incelemenin en geç ne zaman yapılması gerektiğini göstermektedir.
HMK 138. maddenin ( karşılığı 143.madde ) gerekçesinde bu hususa şöylece açıklık da getirilmiştir: “Usule dair hususlar, şekli nitelik taşıdıklarından yargılamanın başında, dosya üzerinden de incelenerek karara bağlanabilir. Ancak, mahkeme, kararını vermek için tarafların dinlenmesine ihtiyaç duyuyorsa, bunu da tahkikat aşamasında değil, ön inceleme oturumunda yapacaktır. Böylece dava şartları ve ilk itirazlarla ilgili sorunların, en geç tahkikat başlamadan, ön inceleme duruşması sonunda karara bağlanması amaçlanmıştır.”
Davanın gerekli tüm aşamalarının görevli mahkemece yerine getirilmesi davanın tarafları için daha teminatlıdır. Görevli mahkeme sebebiyle basit ya da yazılı yargılama usulünün uygulanması gereken hallerde uzatılmış cevap süresi ( HMK 127 ve 317. md. ), iddia ve savunmayı genişletme yasağının sınırları ( HMK 141 ve 319. md. ) gibi bazı konularda farklı kurallara yer verilmiş olduğundan dilekçeler safhası ve ön inceleme aşamasının görevsiz mahkemede yapılması açılan davanın niteliğine göre uyulması gereken usul kurallarının tam olarak uygulanmamasına da yol açacağından bu sakıncalar sebebiyle dahi belirlenebildiği en erken aşamada görev hususunun incelenmesi gerekir.
Somut olayda mahkemece dilekçeler safhası tamamlanmadan görevsizlik kararı verilmesi HMK.nın 125. maddedeki kamu düzenine dair açık yasa hükmüne uygundur. Taraflardan davalı tacir olmadığından, davacının tacir olup olmadığının araştırılmasına da gerek bulunmamaktadır. Taraflardan birisi tacir olmadığı gibi TTK`da düzenlenen bir hususa dair açılmış bir dava da bulunmadığından ticaret mahkemesi görevli olmayıp asliye hukuk mahkemesi görevlidir. Bu sebeple görevsizlik kararı verilmesinde bir isabetsizlik de yoktur.
Temyiz talebine konu edilen vekalet ücreti yönünden ise vekalet ücreti yargılama gideri olup ( HMK.nın 323/1-ğ ) süresinde başvuru halinde görevli mahkemede, başvurulmaz ve mahkemece dava açılmamış sayılır ise bu kararda hükmedilebileceği ( HMK 331/2 ), bu yasal düzenlemeler ile Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu`nun 25.4.1945 gün ve 1943/21-1944/7 E. 1945/9 K. sayılı kararının da uygulanabilirliği kalmadığı için Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi 7/1. maddesinin görevsizlik kararında vekalet ücreti yönünden Kanunun belirtilen hükümlerine açıkça aykırı olduğu, kaldı ki karar tarihinde dosyada davalının vekili de bulunmadığından vekalet ücretine hükmedilmesinin de mümkün olmadığı, kararda bu yönden de isabetsizlik bulunmadığı için sonuç olarak kararın onanması gerektiği görüşünde olduğumdan çoğunluk görüşüne katılmıyorum.
YARGITAY 21. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/20086 Karar : 2015/3209 Tarih : 23.02.2015
-
HMK 319. Madde
-
İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi Yasağı
Davacı, yaşlılık aylığına hak kazanacağı yasal şartların hizmet süresi, yaş ve prim ödeme gün sayısı ile birlikte tespitine karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, usulden reddine karar vermiştir.
Hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine,
Dava, davacının yaşlılık aylığına hak kazanacağı yasal şartların hizmet süresi, yaş ve prim ödeme gün sayısı ile birlikte tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 320’nci maddesi uyarınca dosya üzerinden esasa ilişkin olarak yapılan inceleme ve değerlendirme sonucunda, davanın dava şartı yokluğu sebebiyle HMK 115/2 maddesi gereğince usülden reddine karar verilmiştir.
1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanununda; yazılı, sözlü, basit ve seri olmak üzere dört yargılama usulü düzenlenmiş iken 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda yazılı ve basit yargılama usulleri düzenlenmiş ve 5510 sayılı Kanununun 101’inci maddesinde, anılan Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili çıkan uyuşmazlıkların çözümlenmesinde İş Mahkemeleri’nin görevli olduğu belirtilmiş, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu`nun 7’nci maddesinde ise, İş Mahkemelerinde sözlü yargılama usulünün uygulanacağı hüküm altına alınmıştır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 447’nci maddesindeki diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hallerde bu Kanununun basit yargılama usulü ile ilgili hükümlerinin uygulanacağına ilişkin hüküm karşısında; artık, iş mahkemelerinde basit yargılama usulünün uygulanması gerekecektir.
01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 320/1 maddesine göre “basit yargılama usulüne” tabi davalarda mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verebilir ise de bunun “mümkün olan hallerde” olduğu belirtilmek suretiyle sınırlı bir alan gösterilmiş ancak “mümkün olan haller “`in neler olduğu madde metninde sayılmamıştır.
Dosya üzerinden karar verilebilecek “mümkün olan haller” belirlenirken HMK’nın 27.maddesinde yer alan ve hukuk yargılamasında temel ilke olarak kabul edilen “hukuki dinlenilme hakkı” kavramının da gözönünde tutulması zorunludur. Taraflara hukuki dinlenilme hakkı verilmesi Anayasa`nın 36.maddesinde tanımını bulan “hak arama hürriyetinin” gereğidir. Bu hak; yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içerdiğinden, dosya üzerinden karar verilebilecek hallerin hukuki dinlenilme hakkını ihlal etmeyecek haller ile sınırlı tutulması doğru olacaktır.
Öte yandan basit yargılama usulünü düzenleyen HMK’nın 319.maddesinde ise basit yargılama usulüne tabi davalarda, iddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağının dava açılmasıyla; savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağının ise cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlayacağı belirtilmiştir. Bu hususun istisnası ise HMK`nın 149.maddesinde sınırlı olarak sayılmış olup, bunlar ön inceleme duruşmasına taraflardan birinin gelmemesi, ıslah ve karşı tarafın açık muvafakatıdır. İddianın genişletilmesi; hem talep sonucunu hem de vakıaları içine alır.
Mahkemece duruşma günü verilerek, tarafların açıklamaları dinlendikten ve iddia ve savunmaları çerçevesinde deliller toplandıktan sonra sonucuna göre karar verilmesi gerekirken ayrıca davacının dava konusunu değiştirme hakkının bulunduğu gözetilmeksizin tarafların hukuki dinlenilme hakkını ihlal edecek biçimde dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda davanın esası hakkında karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 23/02/2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas: 2014/35706 Karar: 2016/12354 Tarih: 24.05.2016
-
HMK 319. Madde
-
İddia ve Savunmanın Genişletilmesi veya Değiştirilmesi Yasağı
A- ) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili; müvekkilinin, davalıya ait mobilya işyerinde 10.06.1998 tarihinde boyacı olarak çalışmaya başladığını, 15.08.2002 tarihinde davalının müvekkilinin sigorta çıkışı yaparak son ücreti, kıdem ve ihbar tazminatlarına mahsuben 2400 TL ödeme yapıtığını ancak müvekkilinin 27.12.2011 tarihine kadar aralıksız çalışmasını sürdürdüğünü, sigorta girişinin 15.08.2002 tarihinden yaklaşık 9 ay sonra yapıldığını, son net ücretinin 1800 TL olduğunu, primlerinin asgari ücret üzerinden gösterildiğini, primlerin gerçek ücret üzerinden gösterilmesi yönündeki talebinin reddedilmesi karşısında müvekkilinin işyerini terk etmek suretiyle iş sözleşmesini feshettiğini, davaya konu alacaklar için 10. Noterlik’den 02.01.2012 tarih ve 00076 yevmiye sayılı ihtarname gönderdiğini, ihtarnamenin 05.01.2012 tarihinde tebliğ edildiğini, davalının 09.01.2012 tarihinde temerrüde düştüğünü, ancak ödeme yapılmadığını savunarak; kıdem tazminatı ile yıllık izin, genel tatil, fazla çalışma ücretleri ile ihtarname gideri alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
B- ) Davalı Vekilinin Cevabının Özeti:
Davalı vekili; taleplerinin zamanaşımına uğradığını, davacının 02.04.2003 tarihinde işe girdiğini, 1998 - 15.08.2002 tarihli çalışma döneminin davacının istemi üzerine sonlandırıldığını, davacının işini özensiz bir şekilde gerçekleştirdiğini, işe geç geldiğini, işyerinde agresif tavırlar sergilediğini, davacının 24.11.2011 tarihinde işe geç geldiğini, geç gelme sebebi olarak hastaneye gittiğini belirttiğini, hastane evraklarının istenmesi üzerine evrak sunamayacağını ve işi bıraktığını söyleyerek işyerini terkettiğini, 28.12.2011 tarihine kadar işe gelmemesi üzerine iş sözleşmesinin feshedildiğini ve ‘dan çıkışının yapıldığını, davacının herhangi bir alacağının bulunmadığını savunarak; davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
C- ) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, kısmen kabulüne karar verilmiştir.
D- ) Temyiz:
Karar süresinde davalı vekilince temyiz edilmiştir.
E- ) Gerekçe:
1- ) Dosyadaki yazılara, delillerin taktirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.
2- ) Davalı işverenin eldeki dava açılmadan önce davaya konu alacaklar yönünden, 09.01.2012 tarihinde temerrüde düşürülmesine karşın, hüküm fıkrasında temerrüt tarihinin 03.01.2012 olarak kabulüyle bu tarihten itibaren faize hükmedilmesi hatalıdır.
3- ) Dava dilekçesinde ve davacı vekilinin ihtarnamesinde, fazla çalışma ücretlerinin yaklaşık 1/4’üne denk gelen kısmının davalı işverence ödendiği belirtilmiştir. Bu beyan, muğlak olmadığı gibi açıklamaya da muhtaç değildir.
Davacı vekili, 24.04.2012 havale tarihli dilekçesinde 140. maddesi uyarınca söz konusu ifadeyi “davacının bazı aylar, yılın sadece 2 ayı, fazla mesai ücretinin yaklaşık 1/4’ü ödenmiştir.” şeklinde düzelttiklerini beyan etmiştir. 6100 Sayılı HMK’nun 140. maddesinde ön inceleme duruşmasında yapılacak işlemler düzenlenmiş olup; davacı vekilinin, dava dilekçesi ve ihtarnamesindeki beyanlarını bu maddeye göre değiştirmesinin hukuki bir dayanağı yoktur.
5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7. maddesinde5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7. maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447. maddesiyle sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı Kanun’un 316 vd. maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir.
6100 Sayılı HMK’nun 319. maddesine6100 Sayılı HMK’nun 319. maddesine göre, basit yargılama usulüne tabi dava ve işlerde iddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı davanın açılması ile başlar. Somut olayda, davalı tarafın, iddianın değiştirilmesine açıkça muvafakat etmediği anlaşılmaktadır. Davacı tarafında 11.03.2014 tarihli ıslah dilekçesinde sadece miktar yönünden davasını ıslah ettiği dikkate alındığında, davacının savunmasını değiştirmesinin hukuki bir dayanığının bulunmadığı saptanmıştır.
Bu nedenlerde, dava dilekçesi ve davacı vekilinin ihtarnamesindeki beyanlar dikkate alınarak; hesaplanan fazla çalışma ücreti alacağından ödendiği kabul edilen 1/4’lük kısmı düşüldükten sonra kalan 3/4’lük miktar üzerinden taktiri indirim yapılması gerektiği ortadadır.
Eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup, ayrı bir bozma nedenidir.
SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, davalı yararına takdir edilen 1.350.00 TL.duruşma avukatlık parasının karşı tarafa yükletilmesine, peşin alınan temyiz harcının istenmesi halinde ilgiliye iadesine, 24.05.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.