Delillerin İkamesi
HMK Madde 318
(1) Taraflar dilekçeleri ile birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek; ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadır.
HMK Madde 318 Gerekçesi
Delillerin verilmesi ve ilgili yerlerden getirtilmesi, yargılamada önemli bir aşamayı oluşturmakta, yargılamanın sağlıklı yürütülmesi ve uzayıp uzamaması bakımından önem taşımaktadır. Bu sebeple, yazılı yargılama usulünde de yer alan delillerin gösterilmesi ve verilmesi ile ilgili hükümlere paralel şekilde, tarafların tüm delillerini dilekçelerinde açıkça göstermeleri ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirtmeleri aranmıştır. Ayrıca taraflara, ellerindeki delilleri dilekçelerine ekleme ve başka yerden getirtilecek belge ve dosyalara ilişkin bilgileri de dilekçelerinde belirtme zorunluluğu getirilmiştir. Bu hüküm de basit yargılama usulünün amacına uygun olarak kısa sürede tüm delillerin toplanarak incelenmesi için kabul edilmiştir.
HMK 318 (Delillerin İkamesi) Emsal Yargıtay Kararları
YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/27458 Karar : 2017/17244 Tarih : 2.11.2017
-
HMK 318. Madde
-
Delillerin İkamesi
Davacı vekili müvekkilinin davalıya ait işyerinde 13/12/2010 tarihinden 14/12/2015 tarihine kadar çalıştığını, iş akdinin davalı tarafından haksız ve ihbarsız olarak feshedildiğini beyan ederek, müvekkilinin işe iadesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde, davacının işine gerekli özeni göstermediğini ve değişik bahaneler ile işe gelmediğinin tutanaklar ile sabit olduğundan iş akdinin feshe yetkili son makam olan Genel Müdür onayı ile feshedildiğini, yapılan tüm işlemlerin usul ve yasaya uygun olduğunu, feshin geçerli nedene dayandığını beyan ederek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece davacının 14.10.2014-14.10.2015 tarihleri arası 38 gün rapor aldığı bu raporların önemli bir kısmının free öncesi ve sonrasına denk getirdiği, bu durumun işverenin işinin aksamasına iş akışının zarar görmesine yeni plan yapmasına neden olacağının ortada olduğundan feshin geçerli nedene dayandığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.
Somut uyuşmazlıkta davacının feshin geçersizliğinin tespiti istemli dava dilekçesi davalıya 26.01.2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Davalı cevap dilekçesi ile birlikte delillerini 24.02.2016 havale tarihli dilekçesiyle sunmuştur.
6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 317/2. maddesine göre basit yargılama usulünde cevap süresi dava dilekçesinin tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak durum ve koşullara göre cevap dilekçesinin bu süre içerisinde hazırlanması çok zor veya imkansız olduğu durumlarda başvuran davalıya mahkemece iki haftayı geçmemek üzere ek süre verilebilecektir. Aynı Kanun`un “Delillerin İkamesi” başlıklı 318. maddesinde ise tarafların dilekçeleriyle birlikte tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek; ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorunda oldukları hükme bağlanmıştır.
Davalı dava dilekçesinin tebliğinden itibaren iki haftalık süre içerisinde cevap dilekçesini sunmadığı gibi delillerini de bildirmemiştir. Ayrıca davalının cevap süresinin uzatılması noktasında bir talebi de bulunmamaktadır. Davalı cevap dilekçesi ve delillerini iki haftalık süre geçtikten sonra 24.02.2016 tarihinde bildirmiştir. Davacının süresinde sunulmayan delillere karşı açık bir muvafakati bulunmamaktadır. Süresinde cevap verilmemesinin hükmü 6100 Sayılı HMK`nın 322/1 ve 128. maddeleri uyarınca davanın reddinin talep edildiği anlamına gelmekle birlikte hakkı ortadan kaldırır nitelikte ödeme belgeleri dışında süresinde verilmeyen ve davacı tarafın açık muvafakati bulunmayan delillerin dikkate alınmaması gerekir.
4857 Sayılı İş Kanunu`nun 20/2. maddesi uyarınca feshin haklı/geçerli nedene dayandığını, davacının davranışının işyerinde olumsuzluklarına yol açtığını ispat yükü altında olan davalının bu yükümünü yerine getirmediği anlaşıldığından davanın kabulü yerine yazılı gerekçelerle reddi hatalıdır.
4857 Sayılı İş Yasasının 20/3 maddesi uyarınca Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
SONUÇ : Yukarda açıklanan gerekçe ile;
1.Mahkemenin kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA,
2.Feshin GEÇERSİZLİĞİNE ve davacının İŞE İADESİNE,
3.Davacının yasal süre içinde başvurusuna rağmen davalı işverence süresi içinde işe başlatılmaması halinde ödenmesi gereken tazminat miktarının davacının kıdemi, fesih nedeni dikkate alınarak takdiren davacının 5 aylık brüt ücreti tutarında BELİRLENMESİNE,
4.Davacı işçinin işe iadesi için işverene süresi içinde müracaatı halinde hak kazanılacak olan ve kararın kesinleşmesine kadar en çok 4 aya kadar ücret ve diğer haklarının davalıdan tahsilinin GEREKTİĞİNE,
5.Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,
6.Davacının yaptığı 523,45 TL yargılama giderinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine, davalının yaptığı yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına,
7.Karar tarihinde yürürlükte bulunan tarifeye göre belirlenen 1.980,00 TL ücreti vekaletin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
8.Peşin alınan temyiz harcının istemi halinde ilgilisine iadesine,
Kesin olarak oybirliği ile, 02.11.2017 günü karar verildi.
YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/17777 Karar : 2017/2980 Tarih : 13.03.2017
-
HMK 318. Madde
-
Delillerin İkamesi
Davacı , eşiyle birlikte davalıların yaşlı ve bakıma muhtaç murisleri olan babalarına 01/07/2005 ile 01/05/2007 tarihleri arasında mesaisinden arta kalan akşam 8 saat süreyle, bu tarihten sonra ise 7 gün 24 saat esası üzerinden baktığını, murisin Demirlibahçe semtindeki evini kendisi ve eşine bağışlamak istemesi üzerine bu evde gereken tamirat ve tadilatları yaptıklarını, ancak davalıların murisin ölümünden sonra işçilik haklarını ödemedikleri gibi bu eve yapılan tamirat ve tadilat bedelini de ödemediklerini ileri sürerek, tamirat ve tadilat bedellerinin davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalılar ,birinci dönemde herhangi bir iş ilişkisi bulunmadığını, bu tarihlerde başka bir firmadan bu hizmetin alındığını, 15/06/2007 tarihinden itibaren ise davacının eşi Kıymet ile sözleşme imzalandığını, Demirlibahçe’deki murise ait evin ise kapıcı dairesinden çıkarılan davacı ve eşinin mağdur olmaması için kiralandığını savunarak, davanın reddini istemişlerdir.
Mahkemece;dosyanın görevsizlikle gelmesi nedeniyle işlem yapılabilmesi için 400,00 TL’lik gider avansının tebliğden itibaren iki hafta içerisinde dosyaya yatırılması gerektiği ,aksi takdirde HMK’nun 119 ve 318 maddelerine göre davanın açılmamış sayılmasına karar verileceği hususunda davacıya muhtıra çıkarıldığı, tebligatın davacıya 27.03.2015 tarihinde tebliğ edildiği,iki haftalık kesin süre içerisinde ise dosyada işlem yapılabilmesi için gerekli gider avansının ikmal edilmediği gerekçe gösterilerek HMK’nun 119/2 maddesi uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiş,hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davacı vekilinin sair temyiz itirazları yerinde değildir.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle usul kanunlarında yer alan süreler hususuna değinmek gerekmektedir.
Bir davanın açılmasıyla başlayan yargılama faaliyetinde, karara ulaşmak bakımından, mahkeme ve taraflarca yapılması gereken belirli işlemler bulunmakta olup, her işlemin belli bir zaman aralığında yapılması gerekmektedir. Usul hükümleri ile normatif bir değer kazanan bu zaman aralıklarına süre denilmektedir. Böylece usul işlemlerinin yapılması zamansal olarak tarafların ya da mahkemenin arzularına, inisiyatifine bırakılmamış olmaktadır.
Mülga 1086 sayılı HUMK ile 6100 sayılı HMK’nda öngörülen süreler, nitelikleri bakımından, taraflar için ve mahkemeler için konulmuş süreler olmak üzere ikiye ayrılır:
Mahkemeler için öngörülen sürelerin, taraflar için öngörülen sürelerden farkı; sürenin geçirilmiş olmasının, o sürede yapılması öngörülen işlemin yapılma olanağını ortadan kaldırmamasıdır. Eş söyleyişle hakim, gecikmeli de olsa süreye bağlanmış olan işlemi yapabilir.Dolayısıyla, gecikmeli de olsa yapılan işlem, oluşturulan karar hukuken geçerlidir ve süresinde yapılmış gibi hukuki sonuç doğurur.
Sürelerin önemli bir kısmı, taraflar için konulmuş sürelerdir. Taraflar, bu süreler içinde belli işlemleri yapabilirler veya yapmaları gerekir. Bu süre içinde yapılamayan işlemler, tekrar yapılamaz ve süreyi kaçıran taraf aleyhine sonuç doğurur. Taraflar için konulmuş süreler; kanunda belirtilen süreler ve hakim tarafından belirtilen süreler olmak üzere ikiye ayrılır:
Kanunda belirtilen süreler; kanun tarafından öngörülmüş (cevap süresi, temyiz süresi gibi) süreler olup, bu süreler kesindir. Bir işlemin kanuni süresi içinde yapılıp yapılmadığı, mahkemece re’sen gözetilir.
Hakimin tespit ettiği süreler ise, kural olarak kesin değildir (Kuru, Baki/ Arslan Ramazan/ Yılmaz, Ejder, Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 6100 sayılı HMK’na Göre Yeniden Yazılmış 22. Baskı, Ankara 2011, s.749).
Hakim, kendi tayin etmiş olduğu süreyi, HMK’nun 90/2. maddesine göre iki tarafı dinledikten sonra haklı nedenlere dayanarak, azaltıp çoğaltabilir ve bu sürenin, kesin olduğuna da karar verebilir (HMK m.94/2, HUMK m.159).
Yukarıda da belirtildiği üzere, ilke olarak, hakimin verdiği süre kesin olmayıp, kesinlik için şu iki koşuldan birinin varlığı zorunludur:
İlk koşul, hakimin kesin olduğunu belirtmeksizin verdiği ilk sürede işlemin yapılmaması nedeniyle ilgili tarafın yeniden süre talep hakkının varlığı karşısında, bu talep üzerine hakimin verdiği ikinci sürenin kesin olması ve bu kesinliğin yasadan kaynaklanmasıdır (HUMK m.163, c.4, HMK. 94/2); bu halde, ikinci kez verilen sürenin kesin olduğu belirtilmemiş ve ihtar edilmemiş olsa dahi, sonuç değişmez.
İkinci halde ise; yasaya göre hakimin, tayin ettiği ilk sürenin kesin olduğuna da karar verebilmesidir (HUMK m.163/3 c.3, HMK m. 94). Ancak, böyle bir durumda kesin sürenin hukuki sonuç doğurabilmesi için, buna ilişkin ara kararının yasaya ve içtihatlara uygun şekilde oluşturulması, hiçbir tereddüde yer vermeyecek derecede açık olması ve kesin süreye uyulmamasının sonuçlarının ilgili tarafa ihtar edilmesi gerekir. -3-
Mülga 1086 sayılı HUMK’nun 163. maddesi ile 6100 sayılı HMK’nun 94. maddesi uyarınca kesin süreye ilişkin ara kararının hiçbir duraksamaya yer vermeyecek biçimde açık olması taraflara yüklenen yükümlülüklerin, yapılması gereken işlerin neler olduğunun ve her iş için yatırılacak ücretin hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde açıklanması gerekir. Ayrıca verilen sürenin amaca uygun, yeterli ve elverişli olması, kesin süreye uymamanın doğuracağı hukuki sonuçların açık olarak anlatılması ve anlatılanların tutanağa geçirilmesi, bunlara uyulmaması durumunda mevcut kanıtlara göre karar verilip, gerektiğinde davanın reddedileceğinin açıkça bildirilmesi suretiyle ilgili tarafın uyarılması gerektiği her türlü duraksamadan uzaktır. Bazı hallerde kesin sürenin kaçırılması, o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmekte, davanın kaybedilmesine neden olmaktadır. Böyle bir durumda, geciken adaletin adaletsizlik olduğu düşünülerek, davaların uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere getirilen kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır.Bu cümleden olarak, kesin sürenin amacına uygun olarak kullanılması ve yeterli uzunlukta olmasının yanı sıra, tarafların yargılamadaki tutumları ile süreye konu işlemin özelliğinin de göz önünde bulundurulması gerekir. (Benzer ilkelere YHGK’nun 18.02.1983 gün 1980/1-1284, 1983/141; 22.11.1972 gün 8/832, 935; 13.10.2010 gün 2010/17-510-485; 28.04.2010 gün 2010/2-221-241 ve 28.03.2012 gün 2012/19-55-2012-249 sayılı kararlarında da değinilmiştir.).
Bu yasal düzenlemeler göstermektedir ki, taraflar; dinlenmesini istedikleri tanık ve bilirkişinin veya yapılmasını istedikleri keşif ve sair işlemlerin masraflarını, mahkeme veznesine yatırmaya mecbur olup, hakim tarafından verilen sürede gerekli masrafı vermeyen tarafın talebinden sarfınazar ettiği kabul edilir. Hakimin, bu masrafların yatırılması konusunda verdiği sürenin kesin olduğunu usulünce karara bağladığı hallerde, kesin süreye uymayan tarafın bu delile dayanma olanağı kalmaz. Kesin süre tarafların yanında hakimi de bağlayacağından uyulmaması halinde, gereğinin hakim tarafından hemen yerine getirilmesi gerekir. (HGK. nun 12.12.2012 günlü ve 2012/9-1180 E. 2012/1182 K. sayılı ilamı).
Somut olaya gelince;eldeki dava dosyasının Ankara 3 Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 28.01.2015 tarih ve 2015/46 E.-2015/11 K.sayılı ilamı ile verdiği görevsizlik kararı üzerine bu mahkemeye geldiği ve ilgili esasa kaydının yapıldığı,mahkemece ‘’tebligatın taraflarına tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içerisinde 400,00 TL’lik gider avansını yatırmaları,yatırılmadığı takdirde ise HMK’nun 119 ve 318 maddeleri uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verileceği’’ ihtaratını içerir muhtıranın davacı vekiline 27.03.2015 tarihinde tebliğ edildiği , mahkemece verilen iki haftalık kesin süre içerisinde belirtilen gider avansının yatırılmadığı gerekçe gösterilerek HMK’nun 119 ve 318 maddeleri uyarınca davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. -4-
Ne var ki,yukarıda ifade edilen yasa hükümleri ve açıklamalar da incelendiğinde görüleceği üzere ,davacı tarafa çıkarılan muhtırada sadece 400,00 TL’lik gider avansının yatırılması gerektiğinin belirtildiği,ancak davacıya yüklenen yükümlülüklerin ,yapılması gereken işlerin neler olduğunun ve yine her iş için yatırılacak ücretin ayrı ayrı belirtilmediği ve bu haliyle de davacı tarafa verilen kesin sürenin yasanın aradığı koşulları karşılamadığı ve usulüne uygun verilmiş bir kesin süreden söz edilemeyeceği açıktır. Bu durumda, anılan ihtar hukuki sonuç oluşturmaya elverişli değildir.Nitekim kesin sürenin sonuç doğurabilmesi için usulünce ve eksiksiz olması gerekir.(Benzer ilkelere YHGK’nun 12.12.2012 gün ve 2012/9-1200 E. 2012/1216 K sayılı ve 05/03/2014 gün ve 2013/9-651 E . 2014/202 K sayılı kararlarında da değinilmiştir.)
Hal böyle olunca mahkemece;yukarıda ifade edilen yasa hükümleri ve açıklamalar dikkate alınmak suretiyle,davacı tarafa usulüne uygun şekilde kesin süre ihtaratının yapılması ve sonucuna göre inceleme ve değerlendirme yapılması gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 13.03.2017 günü oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 6. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/10592 Karar : 2016/3731 Tarih : 9.05.2016
-
HMK 318. Madde
-
Delillerin İkamesi
Davacı alacaklılar tarafından, davalı borçlular aleyhine kira alacağının tahsili için başlatılan icra takibine davalı borçluların itiraz etmesi üzerine, davacı alacaklılar vekili icra mahkemesinden itirazın kaldırılması ve tahliye isteminde bulunmuş, mahkemece davalı kiracı yönünden itirazın kaldırılması ve tahliye isteminin kabulüne ve davalı kefil yönünden itirazın kısmen kaldırılmasına karar verilmiş, karar davalılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1-Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, temyiz olunan kararda yazılı gerekçelere göre, temyiz eden davalı kiracının tahliyeye yönelik temyiz itirazları yerinde değildir.
2- Davalıların alacağa yönelik temyiz itirazlarına gelince;
Davacı alacaklılar 05/08/2013 başlangıç tarihli ve bir yıl süreli işyeri kira sözleşmesine istinaden 30/01/2015 tarihinde kiracı … ve kefil … hakkında başlattığı icra takibi ile ödenmeyen 2014 yılı Şubat ila 2015 yılı Ocak ayları arasına ait toplam 33.000,00 TL kira alacağını talep etmiştir. Davalı …‘in kira sözleşmesini müşterek borçlu ve müteselsil kefil sıfatıyla imzaladığına ilişkin uyuşmazlık yoktur. Ne var ki, sözleşmenin kefil sıfatıyla imzalanmış olması, doğrudan davalının kefil olarak sorumlu olması sonucunu doğurmaz. Kefaletin, yasanın aradığı şekil şartlarına uygun olması da zorunludur. 6098 sayılı TBK ise 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. TBK`nun 583. maddesinin birinci fıkrasına göre; “Kefalet sözleşmesi yazılı şekilde yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azami miktar ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmaz. Kefilin sorumlu olduğu azami miktarı, kefalet tarihini ve müteselsil kefil olması durumunda, bu sıfatla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet sözleşmesinde kendi el yazısı ile belirtmesi şarttır.” düzenlemesi yer almaktadır. Yasada tarif edilen şekle aykırı düzenlenen kefalet sözleşmesine istinaden kefalet sorumluluğu doğmaz.
Somut olayda davalı … in kefilliğine ilişkin kira sözleşmesi, 6098 Sayılı TBK`nun yürürlüğe girmesinden sonra imzalanmış olduğundan, kefaletin şekil şartları 6098 Sayılı TBK hükümlerine tabidir. Kira sözleşmesinde, kefilin sorumlu olduğu miktar, kefalet tarihi ve müteselsilen kefil olduğuna ilişkin açıklamalar kefilin el yazısı ile
belirtilmediğinden, yasal şekle uygun verilen bir kefillik söz konusu olmadığından, davalının kefaleten borçtan sorumlu tutulması mümkün değildir. Bu nedenle davalı … hakkındaki davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. Öte yandan, davalılar vekili 17/06/2015 tarihli dilekçesinde; ekli dekontlara göre davacı alacaklıların banka hesaplarında mevcut olan ödemelerinin bulunduğunu belirtmiş olup mahkemece H.M.K. 318 ve devamı maddeleri gereğince talep doğrultusunda araştırma yapılmadan karar verilmiştir. Ödeme belgesi borcu söndüren belge niteliğinde olduğundan, savunmanın genişletilmesi olarak değerlendirilemez. Yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilir. Mahkemece davacılara ait banka hesabına ilişkin takibe konu dönemi kapsayan hesap ekstresi getirtilerek incelenmesi ve gerekirse hesap uzmanı bilirkişiden davalı kiracının ödeme yönündeki savunmasına ilişkin olarak rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Karar bu nedenlerle bozulmalıdır.
SONUÇ :Yukarıda açıklanan 1. bentte yazılı nedenlerle kararın tahliyeye ilişkin kısmının ONANMASINA, 2. bentte yazılı nedenlerle kararın alacağa ilişkin kısmının BOZULMASINA ve onanan kısım için aşağıda yazılı temyiz giderinin temyiz edenden alınmasına, 09.05.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/22376 Karar : 2015/34735 Tarih : 17.12.2015
-
HMK 318. Madde
-
Delillerin İkamesi
Davacı İsteminin Özeti: Davacı vekili, davacının, davalıya ait işyerinde temizlik elemanı olarak çalıştığını, iş sözleşmesinin işveren tarafından haklı neden olmaksızın feshedildiğini belirterek, müvekkilinin ihbar ve kıdem tazminatı, fazla mesai, hafta tatili ve ulusal bayram genel tatil ücreti alacaklarının tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı Cevabının Özeti: Davalı vekili, davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkeme Kararının Özeti: Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak, yazılı gerekçeyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Temyiz: Kararı davalı temyiz etmiştir.
Gerekçe: Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`nun 21.03.2007 tarih ve 2007/8-161 esas 2007/155 karar sayılı kararı ile de belirtildiği üzere adil yargılanma ve dinlenilme hakkının bir gereği olarak hakim, taraflara duruşmalarda hazır bulunmak, iddia ve savunmalarını bildirmek için imkan vermeli, tarafları usulüne uygun bir biçimde duruşmaya davet etmelidir. Fakat tarafların kendilerine tanınan bu imkana rağmen, duruşmaya gelmek zorunluluğu yoktur. Hukuk davalarında duruşmaya gelmemenin müeyyidesi, dava dosyasının işlemden kaldırılması veya yargılamanın gelmeyen tarafın yokluğunda devam edilmesidir.
Dava ile ilgili olan kişilerin davaya ilişkin bir işlemi öğrenebilmesi için, tebligatın usulüne uygun olarak yapılması, duruşma gün ve saatinin muhataba bildirilmesi gerekmektedir. Duruşma günü ile tebligatın çıkarıldığı tarih arasında makul bir süre olmalıdır. Aksi takdirde tarafların hukuksal dinlenme ve savunma hakkı kısıtlanmış olur.
AİHM`ye göre de iç hukuktaki duruşmada hazır bulunma hakkını kullanıp kullanmamaya karar verecek olan davanın bir tarafına, duruşmaya katılma imkanı verecek şekilde duruşmanın bildirilmemesi, silahlarda eşitlik ve çekişmeli yargılama ilkelerini özünden yoksun bırakır.
Diğer taraftan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 27. maddesinde yer bulan “Hukuki Dinlenilme Hakkı” gereğince davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hakkın yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içermektedir. Mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Anayasanın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir. Bu hak çerçevesinde, tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir.
Bu kapsamda hukuki dinlenilme hakkı, bilgilenme/bilgilendirme, açıklama yapma, yargı organlarınca dikkate alınma ve kararların gerekçeli olması gibi hususları içerdiği açıktır. Bilgilenme hakkı, yargılamanın içeriğine dair tam bir bilgi sahibi olmanın yanında gerek karşı tarafın gerekse de yargı organlarının dosya içeriğine yapmış oldukları işlemleri öğrenmelerini kapsar. Bilgilenme/bilgilendirme hakkının etkin biçimde kullanılabilmesi için gönderilecek tebligat ve davetiyelerde kanunda öngörülmüş şekil şartlarına sıkı sıkıya uyulması gerekmektedir. Ayrıca bu hak sadece davanın başındaki iddia ve savunmalar açısından değil yargılamanın her aşamasında dikkate alınmalıdır. Bu kapsamda devam eden bir yargılamada, tarafların açıklamaları için bilgilendirme yeterli olmayıp yargılamada yer alan diğer kişilerin (tanık, bilirkişi gibi) açıklamaları açısından da önemlidir. Bilgilenme hakkının usulüne uygun kullanımı ile tarafların haklarında öğrendikleri isnat ve iddialara karşı beyanda bulunabilme, davaya yönelik bilgi ve belge verebilme yani açıklama yapma hakkı da hukuki güvenceye bağlanmaktadır. Böylece davanın her iki tarafına eşit şekilde açıklama yapma hakkı tanınması ile adaletin görünür kılınması sağlanacaktır. Açıklamada bulunma hakkı, tarafların, yazılı veya sözlü şekilde iddia ve savunmalara karşı itirazda bulunabilme, davaya ilişkin beyanda bulunmalarını sağlar.
6100 sayılı HMK’nun basit yargılama usulüne tabi dava ve işler başlıklı 316/g maddesine göre: “Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işler.” düzenlemesi mevcuttur. Anılan madde gereği, İş Mahkemelerinde uygulanacak yargılama usulü basit yargılama usulü olup 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7. maddesi uyarınca mahkemelerin tarafları sulha teşvik etmeleri, uzlaşamadıkları hususların tespit edilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekeceği belirtilmiştir.
Basit yargılama usulünde; dava ve cevap dilekçesi dışında cevaba cevap (replik) ve ikinci cevap (düplik) dilekçeleri verilmez (HMK. 317/3). İddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı dava açılması ve cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesi ile başlar (HMK 319), bu yargılama usulünde; dilekçeler aşaması, ön inceleme, tahkikat ve hüküm aşaması dışında, yazılı yargılamada olduğu gibi tahkikatın tamamlanmasından sonra sözlü yargılama için ayrıca bir aşama öngörülmemiştir. (Pekcanıtez /Atalay /Özekes. y.a.g.e, s. 736) Bu aşamalar içinde yeni olan ise “ön inceleme” aşamasıdır.
Yargılamanın gereksiz yere uzamasının engellenmesi, mahkemenin ve tarafların yargılamada gereken hazırlığı davanın başında yapmasının sağlanması bakımından, Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile dilekçelerin verilmesinden sonra ve tahkikat aşamasından önce gelmek üzere “ön inceleme” adıyla yeni bir yargılama aşaması kabul edilmiştir (Prof.H.Pekcanıtez/Prof O.Atalay/Prof.M.Özekes, Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları,2011, 11 Bası, s.375,376).
6100 sayılı HMK’nun 137.maddesinde ön incelemenin kapsamı, HMK 138.maddesinde öninceleme aşamasında dosya üzerinden dava şartları ve ilk itirazlar hakkında verilecek kararlar, HMK 139.maddesinde ön inceleme duruşmasına davet, HMK 140.maddesinde ise yapılması zorunlu olan ön inceleme duruşması düzenlenmiştir.
6100 sayılı HMK ön incelemenin kapsamı başlıklı 137.maddesinde dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra ön inceleme yapılacağı, 138.madde dikkate alınarak öncelikle dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar verileceği, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında gerektiği takdirde kararını vermeden önce bu konuda tarafları ön inceleme duruşmasında dinleyebileceği, ön inceleme duruşmasında tarafların iddia ve savunmaları kapsamında uyuşmazlık konularını tam olarak belirleyeceği, hazırlık işlemleri ile tarafların delillerini sunmaları ve delillerin toplanması için gereken işlemleri yapacağı, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği davalarda onları sulhe veya arabuluculuğa teşvik edeceği ve bu hususların tutanağa geçirileceği belirtilmiştir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise ön inceleme tamamlanmadan ve gerekli kararlar alınmadan tahkikata geçilemeyeceği ve tahkikat için duruşma günü verilemeyeceği belirtilmiştir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`nun 03/04.2013 tarih 2012/18-1355 E, 2013/413 karar sayılı kararı ve sonraki kararlarında istikrar kazanmış ilkesi ön incelemenin duruşmalı yapılması yönündedir.
Ayrıca 6100 sayılı HMK’nun 320. maddesinde ise, “daha önce karar verilemeyen hâllerde mahkeme, ilk duruşmada dava şartları ve ilk itirazlarla hak düşürücü süre ve zamanaşımı hakkında tarafları dinler; daha sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder. Uyuşmazlık konularının tespitinden sonra hâkim, tarafları sulhe (Ek ibare: 07/06/2012-6325 S.K./35.md) veya arabuluculuğa teşvik eder. Tarafların sulh olup olmadıkları, sulh olmadıkları takdirde anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanağa yazılır; tutanağın altı hazır bulunan taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür” düzenlemesi karşısında mahkemece yapılacak iş, taraflara usulüne uygun şekilde duruşma gününü gösterir davetiye tebliği ile duruşma açılarak, HMK`nun 320 vd hükümleri uyarınca gerekli inceleme yapılarak tarafların uzlaştıkları ve uzlaşamadıkları hususlar belirlenerek tahkikat aşamasına geçilmesi, tarafların gösterdiği deliller toplanarak ve tanıklar dinlenerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekir.
Somut olayda; davalı vekili kendisine verilen iki haftalık kesin süre içinde davaya karşı cevaplarını bildirmiş, savunma yapmış, aynı dilekçede deliller bölümünde tanık deliline dayanmış, tanıkların hangi konuda bilgisine başvurulacağını bildirmiş, tanıklarının isimlerini daha sonra vereceğini beyan etmiştir.
Taraflar sulh olmadıklarından davalı vekili tanıklarının isimlerini bildirmesi için süre istemiş, mahkeme HMK`nun 318.maddesini gerekçe göstererek talebi reddetmiş, tanık dinlemeden davayı sürdürüp bitirmiştir. Davalı vekili iki haftalık kesin süre içinde sunduğu dilekçede tanık deliline dayandığına göre davalı tarafa tanıklarının isimlerini, adreslerini bildirmesi için usulüne uygun süre verilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile savunma hakkını kısıtlar biçimde talebin reddi doğru olmamıştır. Mahkemece davalı vekilinin gösterdiği tanıklar dinlenerek yargılama gerçekleştirilmek üzere hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ:
Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı nedenle ( BOZULMASINA ), bozma nedenine göre davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine, oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 21. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/607 Karar : 2014/738 Tarih : 20.01.2014
-
HMK 318. Madde
-
Delillerin İkamesi
Davacı, davalılardan işverene ait işyerinde geçen çalışmalarının tespitine, işçilik alacaklarının tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde, hizmet tespit davasının açılmamış sayılmasına, işçilik davasının feragat nedeniyle reddine karar vermiştir.
Hükmün, davalılardan Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Mehmet Oktar tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre davalı Kurumun aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,
2-Dava, hizmet tespiti ve işçilik alacakları istemine ilişkindir.
Mahkemece, davacı tarafça feragat edilen hizmet tespiti davası hakkında açılamamış sayılmasına; işçilik alacağı davasının feragat nedeniyle reddine karar verilmiş, davalı Kurum lehine yarı oranında maktu vekalet ücretine hükmedilmiştir.
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7/1. maddesine göre “Görevsizlik, yetkisizlik nedeniyle dava dilekçesinin reddine, davanın nakline veya davanın açılmamış sayılmasına; delillerin toplanmasına ilişkin ara kararı gereğinin yerine getirilmesinden önce karar verilmesi durumunda, Tarifede yazılı ücretin yansına, karar gereğinin yerine getirilmesinden sonraki aşamada ise tamamına hükmolunur. Şu kadar ki, davanın görüldüğü mahkemeye göre hükmolunacak avukatlık ücreti ikinci kısmın ikinci bölümünde yazılı miktarları geçemez. ”
Tarifenin 7/1. maddesinde ifadesini bulan “delillerin toplanmasına ilişkin ara kararı gereğinin yerine getirilmesi” kavramının 01. 11. 2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK`nın basit yargılama usulünü düzenleyen 316-322. maddeleri çerçevesinde nasıl anlaşılması gerektiğinin açıklanması gerekmektedir.
HMK`nın 318. maddesine göre “Taraflar dilekçeleri ile birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek; ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadır. “
HMK`nın “Ön İnceleme ve Tahkikat” başlıklı 320. maddesine göre mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verebilir ise de daha önce karar verilemeyen hâllerde mahkeme, ilk duruşmada dava şartları ve ilk itirazlarla hak düşürücü süre ve zamanaşımı hakkında tarafları dinler; daha sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder. Uyuşmazlık konularının tespitinden sonra hâkim, tarafları sulhe teşvik eder. Tarafların sulh olup olmadıkları, sulh olmadıkları takdirde anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanağa yazılır; tutanağın altı hazır bulunan taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür.
Tahkikat, iki tarafın esas dava hakkında göstereceği bütün iddia ve savunmaların birlikte incelendiği, tarafların gösterdikleri delillerin ileride hükme esas alınmak üzere ispat hukuku kurallarına göre değerlendirildiği aşamadır. Ön inceleme aşamasında veya öncesinde HMK’nın 318. maddesine uygun bir biçimde taraflarca deliller sunulmuş olsa dahi tahkikat aşamasına geçilmediği müddetçe delillerin ispat hukuku kuralları çerçevesinde değerlendirilmesine de geçilmez. Bu nedenledir ki tahkikat aşamasına geçilmeyen hallerde delillerin sunulmuş olması Tarifenin 7/1. maddesinde ifadesine göre delillerin toplanmasına ilişkin ara kararı gereğinin yerine getirilmesi olarak nitelendirilemez. Tahkikat aşamasına geçilmesi halinde ise delillerin Yasa`nın 318. maddesine uygun bir biçimde ön inceleme aşamasında veya öncesinde yada tahkikat aşamasında sunulması halinde Tarife ile belirlenen ücretin tamamına hükmedilmesi gerekir.
Yukarıda yer alan hukuki açıklamalar ışığında, mahkemece ön inceleme aşamasında karar verilmesi halinde Tarife ile belirlenen avukatlık ücretinin yarışma, tahkikat aşamasında karar verilmiş ise delillerin tahkikat aşamasında veya daha önce sunulmuş olması koşuluyla Tarife ile belirlenen avukatlık ücretinin tamamına, tahkikat aşamasında karar verilmiş ancak deliller sunulmamış ise yine Tarife ile belirlenen avukatlık ücretinin yarısına hükmedilmesi gerekir.
Öte yandan, iki tarafın esas dava hakkında göstereceği bütün iddia ve savunmalar birlikte incelenmediği takdirde gerçek anlamda tahkikat aşamasına geçildiği kabul edilemeyeceğinden; ön inceleme duruşmasının sona erdiği belirtilerek usulen tahkikat aşamasına geçilmesi veya ön inceleme ile tahkikat aşamasının birleştirilerek aynı oturumda görülmesi hallerinde dahi avukatlık ücretinin yukarıdaki gibi belirlenmesi gerekir.
Somut olayda, davanın 06. 01. 2012 tarihinde açıldığı, mahkemece feragat edilen hizmet tespiti davası hakkında açılmamış sayılmasına karar verildiği, yargılamada iki tarafın esas dava hakkında gösterdiği iddia ve savunmaların incelenmesine ve delillerin değerlendirilmesine geçildiği, gerçek anlamda tahkikat aşamasına geçildiği, bu durumda yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular çerçevesinde “delillerin toplanmasına ilişkin ara karan gereğinin yerine getirildiği” kabul edilerek Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7. maddesine göre Tarife ile belirlenen maktu avukatlık ücretinin tamamına hükmedilmesi gerekirken yazılı biçimde yarıoranında maktu avukatlık ücretine hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Ne var ki bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden HUMK’un 438/7. maddesi uyarınca hüküm bozulmamalı düzeltilerek onanmalıdır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle karardaki hüküm kısmının (7. ) bendinin silinerek, yerine; “Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince 1. 320, 00 TL avukatlık ücretinin davacıdan alınarak davalı Kurum’a ödenmesine, “ rakam ve sözcüklerinin yazılmasına ve hükmün bu düzeltilmiş şekli ile ( ONANMASINA ), oybirliğiyle ile karar verildi.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas: 2015/22-2757 Karar: 2017/824 Tarih: 19.04.2017
-
HMK 318. Madde
-
Delillerin İkamesi
Taraflar arasındaki “fazla çalışma alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İskenderun İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 10.04.2012 gün ve 2011/138 E., 2012/392 K. sayılı kararın davalı … vekili tarafından temyizi üzerine, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 10.07.2012 gün ve 2012/12378 E., 2012/16406 K. sayılı kararı ile;
(… Davacı, asıl işveren belediyede taşeron alt işveren işçisi olduğunu belirtip, çalıştığı süre içerisinde yaptırılan fazla mesainin ücretlerinin ödenmediğini iddia ederek fazla mesai ücret alacağı talebinde bulunmuştur.
Davalı … ise, ihale makamı olduğunu, davacı ile aralarında iş sözleşmesi bulunmadığını, davacının taşeron işçisi olduğunu, iddia edilen talepten belediyenin sorumlu tutulamayacağını savunarak davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, bilirkişi tarafından tanık sözlerine dayanılarak hesaplanan fazla mesai ücretleri hüküm altına alınmıştır.
Hüküm, davalı tarafça temyiz edilmiştir.
Dosyadaki bilgi ve belgelere göre, davacının davalı belediyede, alt işveren işçisi olarak çalıştığı anlaşılmaktadır. Asıl işverenin, işçinin ödenmeyen hak ve alacaklarından alt işverenle birlikte sorumluluğu kanun gereği olmakla birlikte davacıyı çalıştıranın alt işveren olduğu tartışmasızdır. Bu sebeple davacı hakkındaki bilgi ve belgeler onu çalıştıran alt işverenden getirtilmeden doğru bir sonuca varılması mümkün değildir. Dava konusu uyuşmazlıkta, dava alt işverene ihbar olunmadığı gibi, alt işverenin davalı safında davaya katılması yönüne de gidilmemiştir. Dairemizin yerleşik kararlarında, asıl işveren alt işveren ilişkisinin söz konusu olduğu durumlarda başka uyuşmazlıkların doğmasını önlemek ve gerçeğe uygun sonuca varılabilmesi için alt işverenin de davaya davalı olarak katılması içtihat edinilmiştir. Bu itibarla, öncelikle davacının çalışmasının geçtiği alt işverenler de davaya davalı olarak dahil edilmeli ve bu şekilde taraf teşkili sağlanmalı, davaya dahil edilen alt işverenlere delillerini bildirmeleri için süre verilmeli, bildirecekleri delillerin toplanması yoluna gidilmelidir.
Yukarıda belirtilen açıklamalara ilave olarak, yargılama sırasında bilgisine başvurulan tanık beyanlarından, temizlik işçilerinin vardiyalı olarak çalıştırıldıkları anlaşıldığından bu konuda ve ayrıca davacı ve arkadaşlarının alt işveren işçisi olarak çalışmaları hakkında belediyede tutulmuş kayıt ve belgeler getirtilmeli, belediye ve alt işveren arasında düzenlenmiş hizmet alım sözleşmelerindeki şartlarda dikkate alınarak günlük çalışma süresinin belirlenmesi yoluna gidilmeli, nihayet tüm bu bilgi ve belgeler toplandıktan sonra yeniden bilirkişi raporu alınarak, tüm deliller birlikte değerlendirmeye tabi tutularak sonuca göre karar verilmelidir.
Mahkemece, yukarıda belirtilen şekilde araştırma ve inceleme yapılmadan, asıl işveren belediyeye karşı evvelce dava açmış olan işçilerin beyanlarına itibar edilerek sonuca gidilmesi doğru görülmemiştir…),
Gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, fazla çalışma alacağının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin, davalı Belediyeye ait işyerinde alt işverenler nezdinde çalıştığını, asıl işverenin davalı … olduğunu, günde iki saat fazla mesai yaptığını ancak fazla çalışma ücretinin ödenmediğini ileri sürerek fazla çalışma alacağının tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı … vekili şehrin temizlik işlerinin alt işveren firmaya ihale edildiğini, işçilerin alacaklarından alt işveren firmanın sorumlu olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
Yerel Mahkemece dinlenen tanık beyanlarına göre davacının 06:00-17:00 saatleri arasında günde 11 saat mesai yaptığı, 5 saatlik ara dinlenme süresi düşüldüğünde günde 2 saat olmak üzere haftada 14 saat fazla çalışma yaptığı ancak karşılığının ödenmediği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Davalı … vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece davanın ihbarı yönünden talep edilen usuli işlemlerin yapıldığı, davanın re’sen ihbarı yönünde mahkemece yapılacak işlem olmadığı, asıl işveren konumunda bulunan davalının, işçilik hak ve alacaklarından 4857 Sayılı Kanun’un 2/7-8 maddeleri gereği alt işverenlerle birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu, davalı işveren belediye ile davacının çalıştığı diğer alt işverenler arasında işçi alacakları için ihtiyari dava arkadaşlığı bulunduğundan zorunlu dava arkadaşı olmayan alt işverenlere karşı dava açmak üzere mahkemece re’sen davacı tarafa önel verilemeyeceği, Hukuk Muhakemeleri Kanununda “dahili davalı” şeklinde bir kuruma da yer verilmediği, ayrıca fazla çalışma ücreti alacağına dair davada kendiliğinden araştırma ilkesi uygulanamayacağından taraflarca sunulmayan delillerin getirtilemeyeceği gerekçesiyle ve önceki gerekçeler de eklenmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, fazla çalışma ücreti alacağı davasında alt işverenlerin davaya dahil edilmesinde zorunluluk bulunup bulunmadığı ve davalı asıl işveren nezdinde tutulan kayıtların celbinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Alt işverenlerin davaya dahil edilip edilmeyeceğine dair uyuşmazlık yönünden yapılan incelemede;
Davalı Belediyenin 4857 Sayılı Kanun’un 2. maddesi uyarınca asıl işveren olarak sorumlu bulunduğu hususu uyuşmazlık dışında olup Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.10.2013 gün ve 2013/9-1559 E. 2013/1461 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere, anılan madde uyarınca asıl işveren alt işverenlerle birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.
Bilindiği üzere, maddi hukukun, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kişiye karşı kullanılmasını zorunlu kıldığı hallerde, bu hak davaya konu yapıldığı zaman o hakla ilgili birden fazla kişi mecburi (zorunlu) dava arkadaşı konumundadır. Davalılar arasında mecburi dava arkadaşlığının bulunduğu hallerde davacı bütün davalılara karşı birden dava açmak zorundadır.
Dava arkadaşlığının hangi hallerde mecburi (zorunlu) olduğu maddi hukuka göre belirlenir, bunun dışındaki hallerde dava arkadaşlığı ihtiyaridir. Davalı tarafta bulunan müteselsil borçlular ihtiyari dava arkadaşı durumundadırlar, bunlara karşı birlikte dava açılması zorunlu değildir. Alacaklı, müteselsil borçlulardan her birine karşı ayrı ayrı dava açabileceği gibi isterse, müteselsil borçluların birkaçına veya tümüne karşı birlikte dava açabilir.
Bu halde, somut olay yönünden davalı … ile diğer alt işverenler arasında fazla çalışma ücreti alacağı yönünden ihtiyari dava arkadaşlığı bulunup zorunlu dava arkadaşlığı sözkonusu olmadığından mahkemenin, alt işverenlerin davaya dahil edilmesinde zorunluluk bulunmadığına dair kabulünde isabetsizlik bulunmamaktadır.
Mahkemenin davalı … ile dava dışı alt işverenlerde bulunan kayıtların kendiliğinden getirtilmeyeceğine dair direnmesi yönünden ise;
Bilindiği üzere 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 25. maddesinde taraflarca hazırlama ilkesi, 318. maddesinde ise basit yargılama usulüne tabi işlerde delillerin cevap süresi içinde bildirilmesi gerektiği düzenlenmiştir.
“Taraflarca getirilme” ilkesine göre davanın ve savunmanın dayanağı olan vakıaların ve bunların delillerinin taraflarca mahkemeye bildirilmesi gerekmektedir. Bu ilke 6100 Sayılı HMK’nun 24. maddesinde düzenlenen “tasarruf” ilkesinin doğal bir tamamlayıcısıdır. Buna göre hâkim, incelemesini taraflarca kendisine bildirilmiş olan dava malzemesi üzerinde yapar. Hâkim, tarafların bildirmediği hususları veya vakıaları kendiliğinden inceleyemez ve onları hatırlatabilecek hallerde dahi bulunamaz. Taraflarca hazırlama ilkesi delilleri de kapsar. Yani kural olarak deliller taraflarca gösterilir, hâkim delillere kendiliğinden başvuramaz (Kuru B./Arslan R./Yılmaz E.: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 351).
Davacının talebi fazla çalışma ücreti alacağına dair olup gerek mülga 1475 Sayılı İş Kanunu, gerekse halen yürürlükte bulunan 4857 Sayılı İş Kanununda fazla çalışmanın ispatı ile ilgili olarak özel bir hüküm bulunmamaktadır. Bu sebeple fazla çalışmanın ispatı, genel hükümlere tabidir.
4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 6. maddesi4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 6. maddesi uyarınca, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.”
Dolayısıyla fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi, kural olarak, bu iddiasını ispat etmek zorundadır.
Fiili bir olgu sözkonusu olduğundan kural olarak işçi, fazla çalışma yaptığını her türlü delille ispat edebilir ve fazla çalışma ücreti alacağına dair davalarda kendiliğinden harekete geçme ilkesi ve kendiliğinden araştırma ilkeleri uygulanamaz.
Buna göre mahkemenin fazla çalışma ücreti alacağına dair davalarda kendiliğinden araştırma ilkesi uygulanamayacağına dair kabulüyle bu yöndeki direnme gerekçesinde de isabetsizlik bulunmamaktadır.
Hal böyle olunca, Mahkemece davalının işçilik hak ve alacaklarından alt işverenlerle birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu, fazla çalışma ücreti alacağına dair davada kendiliğinden araştırma ilkesi uygulanamayacağından taraflarca sunulmamış delillerin getirtilemeyeceği gerekçesiyle verilen direnme kararı yerindedir.
Ne var ki, davalı … vekilinin işin esasına yönelik temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle direnme uygun bulunduğundan, davalı … vekilinin bozma nedenine göre daha önce incelenmeyen işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Yargıtay 22. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 19.04.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY İÇTİHADI BİRLEŞTİRME GENEL KURULU Esas: 2015/2 Karar: 2017/1 Tarih: 03.03.2017
-
HMK 318. Madde
-
Delillerin İkamesi
A. İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME KONUSUNDAKİ BAŞVURU
Av. Fatih Karamercan 19.11.2014 tarihli dilekçesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ( HMK. ) yürürlüğe girmesinden sonra açılmış olan davalarda “sair deliller-her türlü delil -vs. deliller” ibarelerinin kullanılması halinde tarafların “yemin” deliline de dayandıklarının kabul edilip edilemeyeceği, bu kapsamda hâkimin ispat yükü üzerinde olan tarafa yemin teklif etme hakkını hatırlatmasının gerekip gerekmediği konusunda Daireler arasında ortaya çıkan görüş ayrılıklarının birleştirilmesini istemiştir.
B. YARGITAY BİRİNCİ BAŞKANLIK KURULUNUN KARARI VE İÇTİHADI BİRLEŞTİRMENİN KONUSU
Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 10.12.2015 tarih ve 215/a sayılı Kararı ile;
Aşağıda I-C’de belirtilen kararlar arasında görüş aykırılığı bulunduğu ve farklı uygulamaların sürdürüldüğü sonucuna varıldığından; aykırılığın Hukuk İçtihatları Birleştirme Genel Kurulunca giderilmesi gerektiğine, görüşme tarihi daha sonra Birinci Başkanlıkca belirlenmek üzere, raportör üye olarak Adem Albayrak’ın görevlendirilmesine karar verilmiştir.
İçtihadı Birleştirme konusu ise “6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra açılmış olan davalarda tarafların dava ve cevap dilekçeleri ile delil listelerinde “sair deliller, her türlü delil ve sair deliller” gibi ibarelerin bulunması halinde tarafların yemin deliline başvurmuş sayılıp sayılamayacakları ve bu kapsamda hâkimin ispat yükü kendisine düşen tarafa ‘yemin teklifinde bulunma hakkı’nı hatırlatıp hatırlatamayacağı” olarak belirlenmiştir.
C. GÖRÜŞ AYKIRILIĞININ GİDERİLMESİ İSTEMİNE KONU KARARLAR
İkinci Hukuk Dairesinin 22.01.2014 gün ve E: 2013/18501 K: 09.07.2014 gün ve E: 2014/1250 K:2014/15971; Üçüncü Hukuk Dairesinin 13.01.2014 gün ve E: 2013/15600 K: 17.03.2014 gün ve E: 2013/20098 K:2014/4088,06.05.2014 gün ve E: 2013/21392 K: 02.06.2014 gün ve E: 2014/778 K:2014/8653, 09.06.2014 gün ve E: 2014/8565 K: 16.06.2014 gün ve E: 2014/8179 K:2014/9604; Altıncı Hukuk Dairesinin 03.04.2014 gün ve E: 2013/12712 K:2014/4351, 13.05.2014 gün ve E: 2014/3745 K.2014/6156, 22.05.2014 gün ve E: 2014/4790 K:20I4/6638, 26.05.2014 gün ve E: 2013/15347 K:2014/6797, 12.06.2014 gün ve E: 2013/15109 K:2014/7768, 18.06.2014 gün ve E; 2014/5796 K:2014/8060, 30.06.2014 gün ve E: 2014/7009 K:2014/8663,25.09.2014 gün ve E:2014/8874 K:2014/10427; Onüçüncü Hukuk Dairesinin 12.03.2014 gün ve E: 2013/28263 K:2014/6977, 09.04.2014 gün ve E: 2013/2811 K: 27.05.2014 gün ve E: 2014/2672 K;2014/16451, 05.06.2014 gün ve E: 2014/12325 K; 2014 gün ve E: 2014/8855 K: 2014/27028; Ondokuzuncu Hukuk Dairesinin 24.04.2013 gün ve E: 2013/4822 K: 12.05.2014 gün ve E:2014/4906 K:2014/9037, 02.06.2014 gün ve E: 2014/6872 K:2014/I0385,05.06.2014 gün ve E: 2014/7406 K: 22.09.2014 gün ve E: 2014/9471 K: 2014/13860; Yirmiüçüncü Hukuk Dairesinin 04.02.2014 gün ve E: 2013/6432 K: 01.04.2014 gün ve E: 2013/8570 fi: 2014/2465 sayılı kararları.
D. GÖRÜŞ AYKIRILIĞININ GİDERİLMESİ İSTEMİNE KONU KARARLARDA BELİRTİLEN GÖRÜŞLERİN ÖZETLERİ
- İçtihatların Birleştirilmesi Konusu Kapsamında Kullanılan İbarelerin Yemin Deliline Dayanma Olgusunu Kapsayacağı Görüşünde Olan Daireler
Üçüncü Hukuk Dairesi, Altıncı Hukuk Dairesi ve Onüçüncü Hukuk Dairesi konuyla ilgili olarak Yargıtay Birinci Başkanlığına bildirdikleri görüşlerinde özetle içtihadı birleştirme konusu edilen hususta tarafların dilekçelerinde “sair deliller-her türlü delil-vs. deliller” gibi ibareleri kullanmalarının “delillerin hasredilmesi” kuralına aykırı olmadığı, bu çerçevede hâkimin ilgili tarafa yemin teklif etme hakkını hatırlatmasının davayı aydınlatma ödevi ( HMK. m.31 ) içinde kaldığı ve bu suretle savunma hakkının kısıtlanması ve daraltılması suretiyle hak kaybına sebebiyet verilmemiş olacağı belirtilmiştir.
- İçtihatların Birleştirilmesi Konusu Kapsamında Kullanılan İbarelerin Yemin Deliline Dayanma Olgusunu Kapsamayacağı Görüşünde Olan Daireler
İkinci Hukuk Dairesi, Ondokuzuncu Hukıık Dairesi ve Yirmiüçüncü Hukuk Dairesi konuyla ilgili olarak Yargıtay Birinci Başkanlığına bildirdikleri görüşlerinde özetle içtihadı birleştirme konusu edilen hususta tarafların dilekçelerinde “sair deliller-her türlü delil-vs. deliller” gibi ibareleri kullanmalarının dava dilekçesinin içeriğine ilişkin Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği”, cevap dilekçesinin içeriğine ilişkin “savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin gösterilmiş olmasına ilişkin düzenlemeler ile cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri hakkında, dava ve cevap dilekçesine ilişkin hükümlerin niteliğine aykırı düşmedikçe kıyasen uygulanacağına ilişkin kapsamında yemin deliline başvurulduğu anlamının çıkartılamayacağı; tarafların kapsamında artık iddia ve savunmalarını ispat için gerektiğinde yemin deliline başvurmak istiyorlarsa bunu açıkça bildirmek zorunda oldukları belirtilmiştir.
II. ÖNSORUN
Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında esasa geçilmeden önce konu ile ilgili olarak çeşitli Dairelerce münferit kararlar verildiği ve bu kararların “yerleşik hal” almadığı, diğer bir deyişle müstakar uygulama haline gelmediği; Yargıtay İçtihadı Birleştirme İlke Kararı ( RG. 13.07.1974 gün ve 15294 s. ) uyarınca içtihatları birleştirme için gereken önşartın henüz oluşmadığı belirtilerek içtihatların birleştirilmesine gerek olup olmadığı hususu önsorun olarak gündeme getirilmiştir.
Önsoruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede Yargıtay Kanunu’nun “Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının Görevleri” kenar başlıklı 2 nci bendine göre Yargıtay kararları ile sınırlı olmak üzere iki halde içtihatların birleştirilmesinin söz konusu olduğu ve bunların:
-
Hukuk daireleri arasında veya ceza daireleri arasında içtihat uyuşmazlıkları bulunması,
-
Yargıtay dairelerinden birinin yerleşmiş içtihadından dönmek istemesi ve benzer olaylarda birbirine uymayan kararlar vermiş bulunması,
olarak gösterildiği hususu dikkate alındığında eldeki içtihadı birleştirme konusunda başvurucunun dilekçesinde gösterilenden daha fazla karar bulunduğu ve Daireler bakımından kararlı ve sürekli uygulamanın ve dolayısıyla içtihatların birleştirilmesine ilişkin olarak aranan önşartın sağlanmış olduğuna oyçokluğu ile karar verilmiştir.
III. İÇTİHADI BİRLEŞTİRMEYLE İLGİLİ KAVRAM, KURUM VE YASAL DÜZENLEMELER
A. İÇTİHADI BİRLEŞTİRMEYLE İLGİLİ KAVRAMLAR VE KURUMLAR
- Yemin ve Yeminin Delil Niteliği
a ) Kavramsal Olarak Yemin
Sözlük anlamıyla yemin ( ant ) “Tanrı’yı veya kutsal bilinen bir kişiyi, bir şeyi tanık göstererek bir olayı doğrulamak” demektir ( Türk Dil Kurumu, Güncel Türkçe Sözlük ). Hukuk terminolojisinde ise “bir kimsenin verdiği sözü temin veya sözünün doğruluğunu tasdik için kanun ile muayyen sözleri söylemesi veya hareketleri yapması” ( Türk Hukuk Lügati, 3.b., Ankara s.363 ) olarak tanımlanmıştır.
Hukuk Muhakemeleri Kanununda tanık, bilirkişi ve taraf yeminleri ayrı müesseseler olarak düzenlenmiş fakat yeminin bir tanımı verilmemiştir. Tanık ve bilirkişi yeminleri ilgililerini doğru söylemeye yönelten birer vasıta iken, taraf yemini bir delil olarak kabul edilmiştir.
Öğretide benimsenen tanıma göre taraf yemini “taraflardan birinin, bir vakıanın doğru olup olmadığı hakkında, mahkeme önünde ve kanunun belirlediği şekilde beyanda bulunmasıdır ( Yılmaz, E.: Medenî Yargılama Hukukunda Yemin, 2.b., Ankara s.25 ).
b ) İspat, Vakıa ve Delil Kavramları
Dava konusu yapılan, bir diğer ifade ile davada talep sonucu olarak varlığı ileri sürülen sübjektif bir hakkın var olup olmadığının anlaşılması, maddi hukukun o hakkın doğumunu veya sona ermesini kendisine bağladığı vakıaların doğru olup olmadığının tespit edilmesi sonucunda mümkün olur. Dava konusu hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine ispat denir ( Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.II, İstanbul s. 6196; Postacıoğlu, İ. E./Altay, S.: Medenî Usul Hukuku Dersleri. 7.b, s. n. 1069; Üstündağ, S.: Medeni Yargılama Hukuku, C.I-II, İstanbul s.612; Tanrıver, S.: Medenî Usûl Hukuku, C.I, Ankara s.741; Pekcanıtez. H./Atalay. O./Özekes, M.: Medenî Usûl Hukuku, 13.b., Ankara s.538 ).
Vakıa ( olgu ) kendisine hukuki sonuç bağlanmış olaylardır. Bir vakıanın ispatı için başvurulan araçlara ise delil ( kanıt ) denir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu delilleri senet, yemin, tanık, bilirkişi, keşif ve uzman görüşü olarak sıralamıştır. Bu sayma sınırlayıcı ( tahdidi ) olmayıp, kanunun belirli bir delille ispat zorunluluğu getirmediği hallerde taraflar kanunda düzenlenmemiş diğer delillere de dayanabilirler ( Tanrıver, s.799 ). Öte yandan öğretide deliller “kesin” ve “takdiri” olarak iki grup altında mütalaa edilmektedir ( Kuru, II, s.2032 vd.; Pekcanıez/Atalay/Özekes, s.606 vd.; Tanrıver, s.817 ). Bu kapsamda yemin, kesin delillerdendir; bir başka anlatımla yemin hakkındaki hükümlere uyulmasıyla o vakıa kesin biçimde kanıtlanmış olur.
İspat bir yükümlülük olmayıp, bir yüktür. Yük ( külfet ) hukuk düzeninin bir kimseye, diğer bir kimse karşısında yüklemiş olduğu davranış olup, külfet üzerine yüklenen kişi bu davranışı yerine getirmediği takdirde ya elde etmesi mümkün olan bir hakkı kazanamaz ya da böyle bir hakkı kaybeder ( Eren, F.: Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 16.b., Ankara s.45 ). Buna göre ispat yükü kendisine düşen taraf bunu yerine getirmek zorunda değildir fakat bunun yerine getirilmemesi halinde dava sonucunda ulaşılmaya çalışılan hakka ulaşılamayacak ( Börü. L.: Medeni Usul Hukukunda İddia ve Somutlaştırma Yükü, Ankara s.66 vd. ); üst paragrafta kullanılan ifade ile mahkemede bu yönde bir kanaat oluşturmak mümkün olmayacaktır.
c ) Yeminin Delil Niteliği
Yukarıdaki açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde yemin, taraflardan birinin davanın çözümünü ilgilendiren bir olayın doğru olup olmadığı konusunu, kanunda belirtilen usule uyarak, mahkeme önünde, kutsal sayılan değerlerle teyit eden ve kendisine kesin delil vasfı yüklenmiş sözlü açıklamalardır.
Bütün ispat vasıtalarında olduğu gibi yeminin de konusu davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalardır ( HMK.m.225/1 ).
Bir kimsenin bir hususu bilmesi onun kendisinden kaynaklanan vakıa sayılırken ( HMK.m.225/2 ); tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği vakıalar, bir işlemin geçerliliği için, kanunen iki taraflı irade açıklamalarının yeterli görülmediği haller, yemin edecek kimsenin namus ve onurunu etkileyecek veya onu ceza soruşturması ya da kovuşturması ile karşı karşıya bırakacak vakıalar yeminin konusu olamaz ( HMK.m.226 ).
Yemini, kendisine ispat yükü düşen taraf teklif edebilir. Kendisine ispat yükü düşmeyen tarafın, yemin teklif etmesinin hiçbir hukuki sonucu yoktur.
İçtihadı birleşleştirmeye konu olan husus taraf yeminine ilişkindir. Bu anlamda tarafın bir delili kullanabilmesi için o delile usulüne uygun şekilde dayanmış olması gerekir.
Değerlendirilmesi gereken konu, yemin deliline açıkça dayanılması gerekip gerekmediği bir başka deyişle “sair deliller”, “her türlü delil”, ve “vesair deliller” ibaresinin kullanılması halinde yemin deliline dayanıldığının kabul edilip edilemeyeceği ve yemin deliline dayanılmış olması durumunda bu hakkın hâkim tarafından tarafa hatırlatılıp hatırlatılamayacağı noktasındadır.
- Delillerin Gösterilmesi, İbrazı ve Hâkimin Davayı Aydınlatma Ödevi
a ) Delillerin Gösterilmesi ve İbrazı
Hukuk Muhakemeleri Kanunu 1 inci bendinin ( e ) alt bendinde davacıya, iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini ve ( f ) alt bendinde de iddia ettiği her bir vakıayı hangi delillerle ispat edeceğini göstermek yükümlülüğü getirmiş; bu ilkeyi 2 sayılı bendinde ve ( basit yargılama usulü bakımından ) 1 inci bendinde de tekrarlamıştır.
Benzer bir yük I inci bendinin ( d ) ve ( e ) alt bentleri ile savunma sebep ve vasıtaları bakımından davalıya da yüklenmiştir.
Bu külfet, iddia ve savunma sebeplerinin yargılamanın belirli bir aşamasına kadar ileri sürülmesini, bundan sonra ileri sürülen iddia ve savunma sebeplerinin mahkemece dikkate alınamayacağını ifade eden “teksif ilkesi” ile de ilişkilidir ( Tanrıver, s.362 vd.; Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s.305 vd. ).
b ) Hâkimin Davayı Aydınlatma Ödevi
Hâkimin, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında taraflara açıklama yaptırabilmesine, soru sorabilmesine ve delil gösterilmesini isteyebilmesine “hâkimin davayı aydınlatma ödevi” denir ( HMK.m.31 ).
Taraflarca getirilme ilkesi ( HMK.m.25 ) ile bağlantılı bir kurum olan hâkimin davayı aydınlatması ödevi, hâkimin iddia ve savunma ile sınırlı olarak belirsizlik ve çelişkilerin giderilmesi için öngörülmüş ve doğruya ulaşmak noktasında hâkime yüklenmiş bir görevdir ( Tanrıver. s.365 vd.; Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s.310 vd. ).
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra açılmış olan davalarda tarafların dava ve cevap dilekçeleri ile delil listelerinde “sair deliller, her türlü delil, ve sair deliller” gibi ibarelerin bulunması halinde tarafların yemin deliline başvurmuş sayılamayacakları ve bu kapsamda hâkimin ispat yükü kendisine düşen tarafa “yemin teklifinde bulunma hakkı”nı hatırlatamayacağı hususundadır.
- Yemin Deliline Dayanma
Yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde gerek davacı gerek davalı iddia ya da savunmasını ispatlamak bakımından vakıa ve delil ilişkisini net biçimde kurmalıdır. Bu bağlamda tarafın ( diğer delillerde olduğu gibi ) açıkça yemin deliline başvurması mümkündür.
Çözümlenmesi gereken sorun açıkça yemin deliline başvurmayan tarafın dilekçesinde “sair deliller, her türlü delil, ve sair deliller” gibi ibarelere yer vermesi halinde, bu ibarelerin ilgilinin yemin deliline başvurmuş sayılıp sayılamayacağı ve bu kapsamda hâkimin ispat yükü kendisine düşen tarafa “yemin teklifinde bulunma hakkı”nm hatırlatıp hatırlatamayacağı noktasında toplanmaktadır.
Konu ile ilgili olarak öğretide çeşitli görüşler ileri sürülmüştür.
Pekcanıtez/Atalay/Özekes konu hakkındaki görüşlerini şu şekilde ifade etmektedirler: “Uygulamada Yargıtay, hakimin davayı aydınlatma ödevi çerçevesinde belli bir delili hatırlatma yetkisi bulunmadığım, ancak taraf delilleri arasında yemin deliline dayanmışsa, açıkça- yemine dayanmasa dahi en azından “sair deliller” demişse sair deliller içinde yemin de yer aldığından, hakimin bu tarafa yemin teklif etme hakkı olduğunu hatırlatması gerektiği görüşündedir. Bu hatırlatmanın yapılmaması bozma sebebi sayılmıştır. Ancak gerek sair deliller ibaresinin doğuracağı sonuç, gerekse hakimin yemin hakkını hatırlatma zorunluluğunda olması artık Hukuk Muhakemeleri Kanunu düzenlemesi çerçevesinde geçerli sayılamaz. Çünkü taraf dayandığı delilleri açıkça göstermek durumundadır” ( s.642 ).
Arslan/Yılmaz/Taşpınar Ayvaz, tarafların yemin deliline başvuracaklarını dilekçelerinde belirtmeleri gerektiğini vurgulamış ve ( HMK.m. 119/1 -f, 129/1 -e ) mahkemenin ancak bu ihtimalde yemin teklif etme yükümlülüğünde olduklarına dair kanaat açıklamışlardır ( Arslan, R./Yılmaz. E./Taşpınar Ayvaz, S.: Medeni Usul Hukuku, Ankara s.428 vd. ).
Tanrıver, tarafların dilekçelerinde yemin deliline dayandıklarını açıkça bildirmek zorunda olduğunu, aksi takdirde hâkimin tarafa herhangi bir hatırlatmada bulunamayacağını belirtmektedir ( s.864-865 ).
Karslı, davacının dava dilekçesinde dayandığı vakıaları ispat için delilerinin de neler olduğunu yazması gerektiğini, delillerin genel ifadelerle belirtmesinin yeterli olmadığını ve hangi delillere dayanıldığının da dava dilekçesinde belirtilmesi gerektiğini söylemektedir. Yazar somutlaştırma yükünün ( HMK.m. 194 ) de bu unsuru tamamladığı görüşündedir ( Karslı, A.: Medeni Muhakeme Hukuku -6100 Sayılı Hükümlerine Göre Yargıtay Kararları İşlenmiş ve Gözden Geçirilmiş-, 3. b., İstanbul s.488 ).
Bolayır da Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119/1 -f ve 129/1 -e hükümlerinden bahisle, tarafların dava ve cevap dilekçelerinde dayandıkları delilerin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmelerini zorunlu kıldığını; bu düzenlemelerin ilgili tarafın açıkça yemine dayanmamış olmakla birlikte dilekçesinde “sair deliller”, “her türlü deliller” ve “diğer deliller” gibi ifadelere yer vermiş olması halinde, hâkimin tarafa yemin teklif etme hakkı olduğunu hatırlatması gerektiğine ilişkin olarak Yargıtay tarafından Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde geliştirilmiş uygulamayı ortadan kaldırdığını, buna rağmen Yargıtay’ın önceki uygulamayı sürdürdüğünü ve bunun isabetli olmadığını belirtmektedir ( Bolayır, N.: Hukuk Yargılanmasında Delillerin Toplanmasında Tarafların ve Hâkimin Rolü, İstanbul s. 382-385 ).
Börü, somutlaştırma yükü gereği tarafların vakıaların ispatı için dayandıkları delilleri salt dilekçelerinde göstermelerinin yeterli olmadığını; hangi delilin, hangi vakıanın ispatı için gösterildiğinin açıkça belirtilmesi gerektiğini ( s.208 ); 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu dönemindeki “sair deliller” benzeri ibarelerin yemin ve tanık deliline de dayanıldığının kabulü şeklindeki uygulamanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’ndaki somutlaştırma yüküne ilişkin düzenleme çerçevesinde artık benimsenemeyeceğini; bu tür ibarelerin dilekçelerde yer alması halinde yemin deliline açıkça dayanıldığının kabul edilemeyeceğini ( s.209 ) ifade etmektedir.
B. KONU İLE İLGİLİ YASAL DÜZENLEMELER
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu
Taraflarca getirilme ilkesi
MADDE 25- ( 1 ) Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz.
( 2 ) Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz.
Hâkimin davayı aydınlatma ödevi
MADDE 31- ( 1 ) Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir.
Dava dilekçesinin içeriği
MADDE 119- ( 1 ) Dava dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:
a ) Mahkemenin adı.
b ) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri.
c ) Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası.
ç ) Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri.
d ) Davanın konusu ve malvarlığı haklarına ilişkin davalarda, dava konusunun değeri.
e ) Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.
f ) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.
g ) Dayanılan hukuki sebepler.
ğ ) Açık bir şekilde talep sonucu.
h ) Davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası.
( 2 ) Birinci fıkranın ( a ), ( d ), ( e ), ( f ) ve ( g ) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde, hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır.
Cevap dilekçesinin içeriği
MADDE 129- ( 1 ) Cevap dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:
a ) Mahkemenin adı.
b ) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri; davalı yurt dışında ise açılan dava ile ilgili işlemlere esas olmak üzere yurt içinde göstereceği bir adres.
c ) Davalının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası.
ç ) Varsa, tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri.
d ) Davalının savıınmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.
e ) Savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.
f ) Dayanılan hukuki sebepler.
g ) Açık bir şekilde talep sonucu.
ğ ) Davalının veya varsa kanuni temsilcisinin yahut vekilinin imzası.
( 2 ) hükmü cevap dilekçesi hakkında da uygulanır.
Somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi
MADDE 194- ( 1 ) Taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar.
( 2 ) Tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur.
Yeminin konusu
MADDE 225- ( 1 ) Yeminin konusu, davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalardır. Bir kimsenin bir hususu bilmesi onun kendisinden kaynaklanan vakıa sayılır.
Delillerin ikamesi
MADDE 318- ( 1 ) Taraflar dilekçeleri ile birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek; ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadır.
IV. GEREKÇE
İçtihadı birleştirmenin konusu; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra açılmış olan davalarda tarafların dava ve cevap dilekçeleri ile delil listelerinde “sair deliller, her türlü delil, ve sair deliller” gibi ibarelerin bulunması halinde tarafların yemin deliline dayandıklarının kabul edilip edilemeyeceği, bu kapsamda hakimin, ispat yükü üzerinde olan tarafa, yemin teklif etme hakkını hatırlatmasının gerekip gerekmediği hususundadır.
Hııkuk Muhakemeleri Kanunu’nun “dava dilekçesinin içeriği” kenar başlıklı 1 inci fıkrasının ( c ) bendinde “davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri”nin, ( f ) fıkrasında ise “iddia edilen her bir vakıanın hangi deliller ile ispat edileceğinin” dava dilekçesinde; aynı şekilde 1 inci fıkrasının ( d ) bendinde “davalının savunmasının dayanağı olan bütiin vakıaların sıra numarası altında açık özetleri”nin ve ( e ) fıkrasında da “savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin cevap dilekçesinde gösterilmesi gerektiği düzenlenmiş bulunmaktadır.
Öte yandan Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 2 nci fıkrasında davacının cevaba cevap dilekçesi hakkında dava dilekçesine, davalının ikinci cevap dilekçesi hakkında da cevap dilekçesine ilişkin hükümlerin, niteliğine aykırı düşmediği sürece kıyasen uygulanacağı ilkesi getirilmiştir. Her bir vakıanın hangi delille ispat edileceğinin gösterilmesi zorunluluğu cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri için de geçerlidir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi” kenar başlıklı dayandıkları vakıaların, ispata elverişli şekilde somutlaştırması gerekliliği taraflara yüklenmiştir. Somutlaştırma yükü ile taraflardan, dayandıkları delilleri göstermeleri beklendiği gibi hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini de açıkça göstermeleri beklenmektedir.
Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda bulunmayan bu kural Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile getirilmiştir. Nitekim maddenin gerekçesinde de “maddenin yeni düzenleme olduğu, maddenin amacının bir yandan ispatın genel hükümleri çerçevesinde temel bir kavrama yer vermek iken, diğer yandan da uygulamada genel geçer ifadelerle somut vakıalara dayanmadan davaların açılıp yürütülmesinin önüne geçilmeye çalışıldığı vurgulanmıştır. Aynı şekilde somutlaştırma yükümlülüğünün yargılamanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesi için zorunlu olduğu vakıaların anlaşılması için ayrıca bir araştırma yapılması ya da zaman kaybının önlenmesinin hedef alındığı,vakıaların somut olarak ileri sürülmesinin taraflar için bir yük olduğu, bu yükümlülüp yerine getinneyen tarafın sonuçlarına katlanacağı” hususu belirtilmiştir. Yukarıda yük ( külfet ) konusunda yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı gibi somutlaştırma bir yükümlülük değil fakat bir yüktür. Taraflar vakıa ve delil ilişkisini kurmak zorunda değildirler fakat bundan kaçınmaları dava ile elde etmeyi umdukları hukuki korumadan mahrum kalmaları sonucunu doğurur.
Bu yasal düzenlemeler ve açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde, taraflarca hazırlama ilkesinin geçerli olduğu davalarda yasa koyucunun taraflara hangi delilin, hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtme, yani somutlaşma külfeti getirdiğini, bu düzenlemeye göre de açıkça yemin deliline dayanılmadığı takdirde, tarafın yemin teklif etme hakkının bulunmadığı sonucuna ulaşmak gerekmektedir. Tarafın “sair deliller, her türlü delil, ve sair deliller” gibi ibareleri kullanmış olması yemin deliline açıkça dayanmış olduğu biçiminde yorumlanamaz.
Bu çerçevede tarafın “sair deliller, her türlü delil, ve sair deliller” gibi ibareleri kullanmış olması halinde hâkimin taraflara yemin teklif etme hakkını hatırlatmasının mümkün bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.
V. SONUÇ : 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra açılmış olan davalarda tarafların dava ve cevap dilekçeleri ile delil listelerinde “sair deliller, her türlü delil, ve sair deliller” gibi ibarelerin bulunması halinde tarafların yemin deliline başvurmuş sayılamayacakları ve bu kapsamda hâkimin ispat yükü kendisine düşen tarafa “yemin teklifinde bulunma hakkı”nı hatırlatamayacağına, 03.03.2017 günlü oturumda gerek önsorun gerek esas hakkında üçte ikiyi aşan oyçokluğu ile karar verilmiştir.
KARŞI OY :
Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunun; tarafların dilekçelerinde “sair deliller, her türlü delil, vs. deliller” tabirini kullanmasının, 6100 sayılı döneminde, “yemin delilini” de kapsayıp kapsamayacağı hususuna ilişkin 03.00.01.2017 tarihli toplantısında, tarafların delil listesinde ayrıca ve açıkça “yemin” deliline dayanmamaları halinde, “sair deliller, her türlü delil, vs. deliller” sözcüklerinin kullanmalarının “yemin” delilini kapsamayacağına oyçokluğu ile karar verilmiştir.
1086 sayılı döneminde açılan davalar yönünden, “sair deliller, her türlü delil, vs. deliller” ibarelerinin “yemin” delilini de kapsayacağı hususunda Yargıtay Hukuk Daireleri arasında bir görüş ayrılığı bulunmamaktaydı.
Sayın çoğunluk bir takım gerekçelerle 6100 sayılı döneminde, “sair deliller, her türlü delil, vs. deliller” tabirinin “yemin” delilini içermediğine karar vermiş ise de çoğunluğun bu görüşlerine katılmıyoruz. Şöyle ki;
1- Sayın Çoğunluk, 119/1 -e, -f bentlerinde yer alan;
” ( 1 ) Dava dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:
e ) Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.
f ) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.
( 2 ) Birinci fıkranın ( a ), ( d ), ( e ), ( f ) ve ( g ) bentleri dışında kalan hususların eksik olması halinde, hakim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre İçinde eksikliğin tamamlanmaması halinde dava açılmamış sayılır”.
hükümleri uyarınca dava dilekçesinde, 129’da yer alan mümasil hükümler uyarınca da cevap dilekçesinde, tarafların, hangi maddi vakıayı hangi delillerle ispat edileceğini, dava ve cevap dilekçlcrinde belirtmek zorunda olduklarını ifade etmişlerdir. Bununla birlikte, 119/1 ( e ) ve ( f ) bentleri ile mümasil hükümde, anılan zorunluluğa uyulmamasının müeyyidesi bulunmamaktadır.
2- Sayın çoğunluk, 194’ te yer alan
” ( 1 ) Taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar.
( 2 ) Tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur” hükmü ile,
HMK 318’de yer alan;
” ( 1 ) Taraflar dilekçeleri ile birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek; ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadır.”
hükümleri uyarınca, somutlaştırma yükümlülüğü çerçevesinde, tarafların yargılamada, İspata elverişli şekilde dayandıkları maddi vakıaları somutlaştırmaları, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri gerektiği, bu bağlamda delil listesinde yer alan “sair deliller, her türlü delil, vs. deliller” kavramlarının kullanılmasının somutlaştırma yükümlülüğünü yerine getirmeyeceğini savunmuştur.
Herşeyden önce, yemin m, 225 te kesin deliller arasında sayılmıştır. Bununla birlikte, yemin delili, davanın taraflarınca delil olarak dayanılsa bile hemen ileri sürülmemekte, diğer delillerle ispat edilememesi ve hakim tarafından da bunun ifade edilmesi ve hatırlatılması halinde delil olarak dayanılmaktadır. Bu yüzden, tarafların yargılamanın başında, yemin deliliyle hangi maddi vakıayı ispat edeceklerini söylemeleri gerekmez. Anılan nedenlerle, 194 ve , yemin dışındaki deliller yönünden geçeriidir. Zaten çoğunluk da, delil listesinde yemin deliline açıkça dayanılmış olmasını yeterli görmekte, tarafların ayrıca dayanılan yemin deliliyle hangi maddi vakıayı ispat edeceğini son delil bildirme aşamasında mahkemeye bildirmesi gerektiğini düşünmemektedir. Şayet, 194 ve 318 de yer alan somutlaştırma yükümünün yemin delili bakımından da geçerli olduğu düşünülecek olursa, tarafların açıkça yemin deliline dayanması yeterli olmayacak, ayrıca ve açıkça, dilekçesinde yer alan hangi maddi vakıaları yemin ile ispat etmek istediğini de belirtmesi zorunluluğu ortaya çıkacaktır. Oysa Türk hukukunda, yemin kesin delillerden olmakla birlikte, yüksek riski nedeniyle, diğer delillerle ispat edilememesi halinde, İkame delil ve yedek ispat vasıtası niteliğinde bir delil türüdür. Daha başlangıçta, tarafın yemin ile maddi vakıaları ispat edeceğini söylemesi halinde, mahkeme hakiminin, tanık, keşif, bilirkişi vs. takdiri delil yerine, kesin delil türü olan yemin deliline başvurması riski doğacağı gibi, taraflar yönünden de savunma hakkının kısıtlanması mahiyetine bürünecektir. Ayrıca, diğer delillerle ispat edilen ve edilmeyen maddi vakıalar, diğer delillerin toplanmasından sonra hakim tarafından belirleneceğinden daha yargılamanın başında hangi maddi vakıanın yemin deliliyle ispat edileceğinin delil listesinde somutlaştırılması da mümkün değildir. Diğer delillerle esasa girilmesinden sonra; hangi maddi vakıa için yemin deliline sıra geldiğini, diğer delilleri değerlendiren hakim saptayacak, taraflara bu saptadığı konularda yemin teklif edip etmeyeceklerini soracaktır. İşte bu aşamada delil listesinde “vesair delil, her türlü delil …” biçiminde delil de bildiren tarafa yemini hatırlatabilmelidir. 194 ve Hükümleri yemin delili konusunda uygulanamaz olduğundan, delil gösterilmesi zorunluluğuna ilişkin , hükümleri, 6100 sayılı HUMK’nun m 179., 201. maddelerine paralel düzenlenmiş olmakla ve yürürlüğü zamanında yerleşmiş Yargıtay içtihatlarıyla uygulanan ve bu içtihatları birleştirmeye konu olan hususun yürürlüğe girmesinden soma uygulanmayacağı görüşünün dayanağı bulunmamaktadır.
3- Tarafların, delil listelerinde, yemin delili yerine, her türlü kanunî/hukuki delil kavramını kullanmalarına mani yoktur. Zira, yemin dışındaki diğer kanuni delillerini zaten 194, 318. md. hükümleri kapsamında somutlaştırarak bildireceklerdir, “Çoğun içinde azı da vardır” tabiri hukukun genel ilkeleri arasına girmiştir. Nitekim, Yargıtay hukuk dairelerinin yanında, HGK da bir çok kararında bu ilkeye açıkça değinmiştir. Bu ilke bir HGK kararında “… Bu cümleden olarak, çoğun içinde azı da vardır ilkesi gereğince, tapuda tescil talebi, tapu iptali talebini de içermekle birlikte; salt iptal istemi tescil talebini kapsamadığından, tescil İsteminin bulunmadığı böyle bir durumda, mahkemece tescile karar verilmesi ya da esasa ilişkin nedenlerle davanın reddedilmesi olanaklı değildir” ( 06.05.2009 T. 2009/1 -82 E. -161 K, ), yine bir başka HGK kararında da “tapu kütüğünde veya dayanak kayıtlarında doğum tarihi yazılmış ve bu tarihte yanlışlık varsa, tapu kayıl maliki ile davacının veya murisinin aynı kişi olduğuna ilişkin açılan bu davaların “çoğun içinde azı da vardır” kuralı gereğince dinlenmesi ve tespit kararı verilmesi gerekir” ( HGK 09,05.2013 T. 2012/14-1517 E.-2013/781 K. ) şeklinde yansımıştır. Sonuç olarak, “her türlü hukuki delil, her türlü kanuni delil, her türlü yasal delil, sair deliller” kavramı da “yemin” delilini kapsayacak ve hakim yemin deliline sıra geldiğinde, detil listesinde bu şekilde delil bildiren tarafa yemin teklif edip etmeyeceğini hatırlatacaktır.
Yukarıda anılan sebeplerle, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulu’nun sayın çoğunluğunun görüşlerine katılmıyoruz.
YARGITAY 21. HUKUK DAİRESİ Esas: 2013/22383 Karar: 2014/1999 Tarih: 11.02.2014
-
HMK 318. Madde
-
Delillerin İkamesi
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlere göre davalı Kurum vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,
2-Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın feragat nedeniyle reddine karar verildiği ancak davalılar yararına vekalet ücreti ne hükmedilmediği anlaşılmaktadır.
Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin göre “Anlaşmazlık, davanın konusuz kalması, feragat, kabul ve sulh nedenleriyle; delillerin toplanmasına ilişkin ara kararı gereğinin yerine getirilmesinden önce giderilirse, Tarife hükümleriyle belirlenen ücretlerin yarısına, karar gereğinin yerine getirilmesinden sonra giderilirse tamamına hükmolunur.”
Tarifenin ifadesini bulan “delillerin toplanmasına ilişkin ara kararı gereğinin yerine getirilmesi” kavramının 01.11.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın basit yargılama usulünü düzenleyen çerçevesinde nasıl anlaşılması gerektiğinin açıklanması gerekmektedir.
HMK’nın 318.maddesineHMK’nın 318.maddesine göre “Taraflar dilekçeleri ile birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek; ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadır.”
HMK’nın “Ön İnceleme ve Tahkikat” başlıklı 320.maddesineHMK’nın “Ön İnceleme ve Tahkikat” başlıklı 320.maddesine göre mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verebilir ise de daha önce karar verilemeyen hâllerde mahkeme, ilk duruşmada dava şartları ve ilk itirazlarla hak düşürücü süre ve zamanaşımı hakkında tarafları dinler; daha sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder. Uyuşmazlık konularının tespitinden sonra hâkim, tarafları sulhe teşvik eder. Tarafların sulh olup olmadıkları, sulh olmadıkları takdirde anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanağa yazılır; tutanağın altı hazır bulunan taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür.
Tahkikat, iki tarafın esas dava hakkında göstereceği bütün iddia ve savunmaların birlikte incelendiği, tarafların gösterdikleri delillerin ileride hükme esas alınmak üzere ispat hukuku kurallarına göre değerlendirildiği aşamadır. Ön inceleme aşamasında veya öncesinde HMK’nın 318.maddesine uygun bir biçimde taraflarca deliller sunulmuş olsa dahi tahkikat aşamasına geçilmediği müddetçe delillerin ispat hukuku kuralları çerçevesinde değerlendirilmesine de geçilmez. Bu nedenledir ki tahkikat aşamasına geçilmeyen hallerde delillerin sunulmuş olması Tarifenin 6.maddesinde ifadesine göre delillerin toplanmasına ilişkin ara kararı gereğinin yerine getirilmesi olarak nitelendirilemez. Tahkikat aşamasına geçilmesi halinde ise delillerin Yasa’nın 318.maddesine uygun bir biçimde ön inceleme aşamasında veya öncesinde yada tahkikat aşamasında sunulması halinde Tarife ile belirlenen ücretin tamamına hükmedilmesi gerekir.
Yukarıda yer alan hukuki açıklamalar ışığında, mahkemece ön inceleme aşamasında karar verilmesi halinde Tarife ile belirlenen avukatlık ücretinin yarısına, tahkikat aşamasında karar verilmiş ise delillerin tahkikat aşamasında veya daha önce sunulmuş olması koşuluyla Tarife ile belirlenen avukatlık ücretinin tamamına, tahkikat aşamasında karar verilmiş ancak deliller sunulmamış ise yine Tarife ile belirlenen avukatlık ücretinin yarısına hükmedilmesi gerekir.
Öte yandan, iki tarafın esas dava hakkında göstereceği bütün iddia ve savunmalar birlikte incelenmediği takdirde gerçek anlamda tahkikat aşamasına geçildiği kabul edilemeyeceğinden; ön inceleme duruşmasının sona erdiği belirtilerek usulen tahkikat aşamasına geçilmesi veya ön inceleme ile tahkikat aşamasının birleştirilerek aynı oturumda görülmesi hallerinde dahi avukatlık ücretinin yukarıdaki gibi belirlenmesi gerekir.
Somut olayda, öinceleme duruşması öncesinde davacı asil tarafından davadan feragat edildiği, mahkemece davanın feragat nedeniyle reddine karar verildiği, yargılamada iki tarafın esas dava hakkında gösterdiği iddia ve savunmaların incelenmesine ve delillerin değerlendirilmesine geçilmediği, gerçek anlamda tahkikat aşamasına geçilmediği, bu durumda yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular çerçevesinde “delillerin toplanmasına ilişkin ara kararı gereğinin yerine getirilmediği” kabul edilerek Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 6.maddesine göre Tarife ile belirlenen maktu avukatlık ücretinin yarısına hükmedilmesi gerekirken, avukatlık ücretine hükmedilmemei usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
Ne var ki bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden 438/7.maddesi uyarınca hüküm bozulmamalı düzeltilerek onanmalıdır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle karardaki hüküm kısmına (5.) bend eklenerek; “Karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince 660,00 TL avukatlık ücretinin davacıdan alınarak, davalı Kurum’ a ödenmesine,” rakam ve sözcüklerinin yazılmasına ve hükmün bu düzeltilmiş şekli ile ONANMASINA, 11.02.2014 gününde oybirliğiyle ile karar verildi.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.