0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Basit Yargılama Usulüne Tabi Dava ve İşler

HMK Madde 316

(1) Basit yargılama usulü, kanunlarda açıkça belirtilenler dışında, aşağıdaki durumlarda uygulanır:

a) Sulh hukuk mahkemelerinin görevine giren dava ve işler.

b) Doğrudan dosya üzerinden karar vermek konusunda kanunun mahkemeye takdir hakkı tanıdığı dava ve işler.

c) İhtiyati tedbir, ihtiyati haciz, delil tespiti gibi geçici hukuki koruma talepleri ile deniz raporlarının alınması, dispeççi atanması talepleri ve bunlara karşı yapılacak olan itirazlar.

ç) Her çeşit nafaka davaları ile velayet ve vesayete ilişkin dava ve işler.

d) Hizmet ilişkisinden doğan davalar.

e) Konkordato ve sermaye şirketleri veya kooperatiflerin uzlaşma suretiyle yeniden yapılandırılmasına ilişkin açılacak davalar.

f) Tahkim hükümlerine göre, mahkemenin görev alanına giren dava ve işler.

g) Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işler.



HMK Madde 316 Gerekçesi

Maddede, yazılı yargılama usulü dışında kalması gereken, daha kısa ve basit şekilde sonuçlanmasında yarar bulunan dava ve işlerin basit yargılama usulüne tâbi tutulması amaçlanmıştır.

Bu çerçevede, daha önce 1086 sayılı Kanunda yer alan basit, seri ve sözlü yargılama usulüne tâbi dava ve işler incelenerek, bunların içinden hukuken ve fiilen uygulanma imkânı kalmayanlar maddeye alınmamış, bunun dışında kalanlarda ise gerçekten özel bir yargılama usulünün uygulanması gerekenler, basit yargılama usulüne tâbi tutulmuştur.

Maddede hem özel olarak sayım hem de genel atıf söz konusudur. Özel olarak sayılanlar dışında, kendi özel hükümlerinde basit yargılama usulünün uygulanacağı ya da 1086 sayılı Kanun dikkate alınarak seri ve sözlü yargılama usulünün uygulanacağı belirtilen dava ve işlerin de basit yargılama usulüne tâbi olacağı öngörülmüştür. Böylece yeni düzenlemeyle bir boşluğun doğması ve tereddüt edilmesinin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.


HMK 316 (Basit Yargılama Usulüne Tabi Dava ve İşler) Emsal Yargıtay Kararları


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2017/2452 Karar : 2018/1295 Tarih : 4.07.2018

  • HMK 316. Madde

  • Basit Yargılama Usulüne Tabi Dava ve İşler

Dava, boşanma tarihinden sonra doğan çocuğun velayetinin düzenlenmesi istemine ilişkindir.

Davacı (anne), davalı ile boşandıklarını, boşanma kararının verilmesinden sonra dünyaya gelen Ceren`in hâlen yanında kaldığını, davalının bir yardımı olmadığını ileri sürerek küçüğün velayetinin kendisine verilmesini ve Ceren için her ay 700,00 TL nafakaya hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.

Mahkemece, boşanma tarihinden sonra dünyaya gelen ve hâlen anne yanında kalan müşterek çocuğun velayeti anneye verilerek küçük yararına tedbir ve iştirak nafakasına hükmedilmiştir.

Davalı (baba) vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında yer alan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece, velayet ve nafakaya ilişkin davaların basit yargılama usulüne tabi olduğu, basit usule tabi davalarda usul ekonomisi açısından yargılamanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 320.maddesinin üçüncü fıkrası gereğince tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemlerinin yapılması hâlinde tamamlanmış olacağı, HMK`nın 321/1 maddesi gereğince tahkikatın tamamlanmasından sonra yargılamanın sona erdiğinin bildirilerek kararın tefhim edilmesi gerektiği, 147. maddenin yazılı usule tabi davalarda uygulanması gerektiği, tensip zaptında 01.06.2015 tarihli duruşmanın ön inceleme duruşması olduğunun belirtildiği, tanığın dinlenmesi suretiyle fiilen tahkikata geçilmiş olduğu gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı, davalı (baba) vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; velayetin düzenlemesine ilişkin davada, ön inceleme duruşmasının usulüne uygun yapılıp yapılmadığı ve tahkikat duruşması için gün tayini ile davalıya tebligat yapılması zorunluluğunun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

HMK`nın 382/2-b-13. ve 316/1-ç maddelerine göre velayetle ilgili davalar bir “çekişmesiz yargı” işidir. Çekişmesiz yargı işlerinde kural olarak “basit yargılama usulü” uygulanır (HMK m.385/1.)

Hemen bu noktada uyuşmazlığın çözümü için basit yargılama usulünün özellikleri üzerinde durulmasında yarar vardır.

6100 sayılı HMK`da iki temel yargılama usulü düzenlenmiştir. Bunlar; yazılı (m. 118-186) ve basit (m.316-322) yargılama usulleridir.

Davanın açıldığı mahkemeye veya uyuşmazlığın niteliğine göre uygulanacak yargılama usulü farklılık göstermektedir. Örneğin, asliye hukuk mahkemelerinde kural olarak yazılı yargılama usulü uygulanırken, sulh hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanır.

6100 sayılı HMK’nın “Basit yargılama usulüne tabi dava ve işler” başlıklı 316’ncı maddesinin (g) bendi düzenlemesi uyarınca; “Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işler” basit yargılama usulüne tabidir.

Basit yargılama usulü, daha çabuk sonuçlandırılması gereken, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş daha basit, daha seri bir yargılama usulüdür.

Basit yargılama usulünde, dava ve davaya cevap verilmesi yazılı yargılama usulünde olduğu gibi dilekçe ile olur (m.317/1). Ancak dava ve cevap dilekçeleri, yönetmelikte belirlenecek formun doldurulması suretiyle de verilebilir (m.317/4). Burada amaç, basit işlerde avukat tutamayanlara kolaylık ve böyle bir durumda dahi dava ve cevap dilekçelerinin bir düzen içinde mahkemeye verilmesini sağlamak, ayrıca hak kayıplarının önüne geçmektir.

Basit yargılama usulünde cevap süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak, mahkeme duruma göre, bu sürede cevap dilekçesi verilmesi zor ise, bu süre içinde başvurulmak kaydıyla bir defaya mahsus olarak ve iki haftayı geçmeyecek ek bir süre verebilir (m.317/2).

6100 sayılı HMK`nın 317’nci maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, basit yargılama usulünde, dava ve cevap dilekçesi dışında cevaba cevap (replik) ve ikinci cevap (düplik) dilekçesi verilmez. Bu çerçevede, taraflar dilekçeleriyle birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek, ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de, bunların bulunabilmesini sağlayacak bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadırlar. Dilekçe sayısı, bu usulde görülecek işlerin basit olması ve kısa sürede karara bağlanmasını sağlamak amacıyla sınırlandırıldığından, birer defa dilekçe vermek durumunda olan tarafların daha dikkatli davranmaları gerekmektedir.

Basit yargılama usulünde iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı, yazılı yargılama usulünden farklı olarak dava açılmasıyla ve cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar (m.319).

6100 sayılı HMK’nın basit yargılama usulünde “Ön inceleme ve tahkikat” başlıklı 320’nci maddesi uyarınca; “Mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir. Daha önce karar verilemeyen hâllerde mahkeme, ilk duruşmada dava şartları ve ilk itirazlarla hak düşürücü süre ve zamanaşımı hakkında tarafları dinler; daha sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder.”

Anılan madde gerekçesinde de söz edildiği üzere basit yargılama usulünde, yazılı yargılama usulünden farklı olarak ön inceleme ve tahkikat işlemleri de basitleştirilmiştir. Bu kapsamda eğer, dosya üzerinden karar verilmesi mümkünse (örneğin, geçici hukuki korumalarda), taraflar duruşmaya çağrılmadan sadece dilekçe ve delilleri dikkate alınarak karar verilebilir.

Buna göre; HMK`nın 320’nci maddesinin açık düzenlemesi karşısında mahkeme, basit yargılama usulüne tabi dava ve işlerde, dava şartları yoksa davayı usulden reddedebilir; ilk itirazlar hakkında ya da dilekçelere eklenen deliller yeterli görülürse davanın esası hakkında karar da verebilir. Dilekçeler aşamasının tamamlanmasından sonra, tarafların dilekçelerine ekledikleri ya da ilgili yerlerden getirtilmesini istedikleri delillerin toplanması ile mahkemece tarafların iddia ve savunmaları ile delilleri incelenmiş olacaktır. Bu nedenle ön inceleme duruşması yapılmadan dosya üzerinden, mevcut deliller ile dava şartları ve ilk itirazlardan başka, davanın esası hakkında da karar verilmesi mümkündür. Bu şekilde dosya üzerinden karar verildiğinde, taraflara dava ve cevap dilekçesinin tebliği ile bu dilekçelerinde bildirdikleri deliller toplanmış olacağından, hukuki dinlenilme hakkının ihlal edildiğinden de söz edilemeyecektir.

Yukarıda açıklandığı üzere, dosya üzerinden karar verilemiyorsa, bu durumda mahkeme ön inceleme yapar. Burada da, mahkeme dava şartları ve ilk itirazların varlığını inceleyerek, hak düşürücü süreler ve zamanaşımı süreleri hakkında tarafları dinler. Bundan sonra hâkim, tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit ederek, tarafları sulhe teşvik eder. Tarafların sulh olup olmadıkları; sulh olmamışlarsa anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanağa yazılır ve tutanak hazır bulunanlarca imzalanır. Tahkikat bu tutanağa göre yürütülür (m.320/2).

Yukarıda belirtilen ön incelemeden sonra mahkeme, tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikatın yürütülmesi için en fazla iki duruşmada yargılamayı tamamlamak zorundadır ve duruşmaların arası da en fazla bir ay olmalıdır (m.320/3-c.l).

Basit yargılama usulünde tahkikat tamamlandıktan sonra, yazılı yargılama usulünde olduğu gibi sözlü yargılama için ayrı bir kesit öngörülmemiştir; bunun için ayrıca süre verilmez. Hâkim tahkikatın tamamlandığı duruşmada, tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini belirterek hükmünü tefhim eder (m. 321/1).

Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.03.2014 gün ve E:2013/10-777, K:2014/396; 26.06.2013 gün ve E:2013/18-18, K:2013/891; 30.04.2014 gün ve E:2013/21-1655, K:2014/558 sayılı ilamlarında da aynı hususlar vurgulanmıştır.

Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında, somut uyuşmazlığın incelenmesinde; mahkemece tensip zaptı düzenlendiği, tensip zaptında; davanın basit yargılama usulüne tabi olduğu, dava dilekçesi ve eklerinin davalıya HMK`nın 317. maddesi gereğince tebliği, yine bu tutanağın duruşma günü ile birlikte taraflara tebliği ve 01.06.2015 tarihinde ön inceleme duruşmasının yapılacağı hususlarının yer aldığı ancak davalının davaya cevap vermediği, delil bildirmediği ve ön inceleme duruşmasına da mazeretsiz olarak katılmadığı anlaşılmıştır.

Öncelikle, tensip zaptına; “01.06.2015 tarihinde ön inceleme duruşmasının icra edileceği” hususunun yazılması ve sözü edilen tutanağın davalıya tebliğ edilmesi karşısında duruşma zaptında “ön inceleme duruşması” ibaresinin yer almasının zorunlu olmadığı vurgulanmalıdır.

Diğer taraftan ön inceleme duruşmasında mahkemece davacının beyanı tespit edilip, hazır olan tanığı da dinlenerek fiilen tahkikat aşamasına geçilmiş ve nihai hüküm kurulmuştur. Yukarıda değinildiği üzere davalı cevap vermediğine, delil bildirmediğine ve mazeretsiz olarak da ön inceleme duruşmasına katılmadığına göre mahkemece yapılan iş ve işlemlerde usule aykırı bir yön bulunmadığının kabulü gerekmektedir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, ön inceleme duruşmasının HMK’da belirtilen usule uygun yapılmadığı, sözü edilen Kanun`un 320. maddesi gereğince davalının tahkikat duruşmasına çağrılması gerektiği, aksi hâlde hukuki dinlenilme hakkının ihlal edilmiş sayılacağı, Özel Daire bozma kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Bu itibarla, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre mahkemece verilen direnme kararı yerindedir

Ne var ki, davanın esasına ilişkin temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu yönlere ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daire’ye gönderilmelidir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararı yerinde olup davanın esasına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3’üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu`nun 440’ıncı maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 04.07.2018 gününde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2016/1737 Karar : 2017/1629 Tarih : 13.12.2017

  • HMK 316. Madde

  • Basit Yargılama Usulüne Tabi Dava ve İşler

Dava işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.

Davacı vekili müvekkilinin dava dışı … Madencilik San. ve Tic. A.Ş. nezdinde çalışırken iş sözleşmesinin haklı sebep olmaksızın feshedildiğini, işçilik alacaklarının ödenmesi talebiyle açtıkları dava sonucu verilen kararın Yargıtay tarafından onanmakla kesinleştiğini ancak şirketin iflas ettiğini ve müvekkilinin alacaklarının tahsilinin imkansız hale geldiğini, bu nedenle asıl işveren olan davalıya karşı dava açtıklarını, kesinleşen işçilik alacaklarının tahsilde tekerrür olmamak kaydı ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı TKİ Garp Linyitleri İşletmesi Müessesesi Müdürlüğü vekili zamanaşımı itirazında bulunduklarını, kesinleşmiş bir karar söz konusu olduğundan müvekkili aleyhine açılan davanın yok hükmünde olduğunu, müvekkilinin ihale makamı olduğunu, müvekkili ile davacı arasında sözleşme veya bir bağ olmadığından müvekkilinin taraf sıfatının bulunmadığını, yüklenici firmanın iflas etmediğini bildirerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece dava açılışında gider avansının eksik alınmış olduğu gözetilerek 04.05.2015 tarihli tensip ara kararı ile davacı tarafa eksik gider avansını yatırmak üzere Hukuk Muhakemeleri Kanununun 115. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca iki haftalık kesin süre verildiği, ihtaratlı davetiye 21.05.2015 tarihinde davacı vekiline tebliğ edildiği halde süresi içerisinde gider avansı eksiğinin ikmal edilmediği, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 120’nci maddesinde gider avansının düzenlendiği, 30.09.2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Gider Avansı Tarifesinin 1’inci maddesinde tarifenin amacının dava açılırken mahkeme veznesine yatırılacak olan gider avansının miktarı ile avansın ödenmesine ilişkin usul ve esasları belirlemek olduğunun açıklandığı, Tarifenin 6’ncı maddesinde “Bu Tarifenin yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan davalarda, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 120’nci maddesinin ikinci fıkrasına göre gider avansı ikmal ettirilir.” düzenlemesinin getirildiği, anılan düzenlemelerden ve dava şartı müessesesinden, gider avansının davanın açılması sırasında alınmasının şart olmadığı, mahkemenin sonradan bu eksikliği kesin süre vererek ikmal ettirebileceğinin anlaşıldığı, buradan hareketle davanın her aşamasında aranan gider avansı dava şartının HMK’nın 114/1-g, 115/2 ve 120’nci maddeleri gereği gözetilmesi gerektiğinin ortaya çıktığı, davanın açıldığı tarihte eksik veya hiç gider alınmamış olsa bile gider avansının dava şartı olmakla hüküm verilinceye kadar ikmal ettirilebileceği, ister gider avansı isterse tamamlama avansı olarak tanımlansın ikmal edilmesi gereken paranın hukuk yargılamasındaki nitelemesinin dava şartı olarak gösterilen gider avansı olduğu, gider avansının yatırılmaması veya ikmal edilmemesi halinde dava usulden reddedileceği gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece 6100 sayılı HMK’nın 120’nci maddesinin gerekçesi ile 6100 sayılı Kanun uyarınca düzenlenen ve 30.09.2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Kanunu Gider Avansı Tarifesinin 1’inci maddesinde, “Delil İkamesi İçin Avans” başlıklı 6100 sayılı HMK`nın 324’üncü maddesinin gerekçesinden bahsedilerek, aynı Kanunun “basit yargılama usulüne tabi dava ve işler” başlıklı 316/1-g maddesine göre iş mahkemelerinde uygulanacak yargılama usulünün basit yargılama usulü olduğu, bu yargılama usulünde, dilekçeler aşaması, ön inceleme, tahkikat ve hüküm aşaması dışında yazılı yargılamada olduğu gibi tahkikatın tamamlanmasından sonra sözlü yargılama için ayrıca bir aşama öngörülmediği, bu düzenlemelerden ve kanun gerekçesinden açıkça anlaşılacağı üzere kanun koyucunun dava şartı olarak yargılama giderlerinin davanın açılmasıyla yaklaşık olarak mahkemece hesaplanarak davacıdan peşin olarak tahsilini öngördüğü, bu arada her türlü tebligat ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderlerini madde kapsamında değerlendirdiği, aynı Kanunun 324’üncü maddesiyle getirilen düzenlemenin ise daha ziyade davalı tarafça sunulacak deliller için uygulanacağının açıklandığı, kanun koyucunun açık iradesine rağmen 6100 sayılı Kanunun 324’üncü maddesi hükmünü, gider avansının dava şartı olarak düzenlenmesine ilişkin aynı Kanunun 120’inci maddesini sınırlayan bir hüküm olarak yorumlamanın, yargılamanın hızlandırılmasına ilişkin temel amaca ket vuracağı gibi reform niteliğindeki bu düzenlemeyi büsbütün anlamsız hale getireceği, zira tarafların duruşmaya daveti ile sınırlı olarak yapılacak tebligat masrafı dışında yargılama aşamasında yapılan masrafların tümünün delil ikamesine ilişkin olduğu, kanun koyucunun iradesinin uygulamaya tam olarak geçirilmesi durumunda, ön inceleme aşamasında dilekçelerin teatisi tamamlandıktan sonra ilk duruşmada tahkikat aşamasına geçilerek delillerin incelenmesi ve tartışılması için gereksiz fasılalar verilmesinin engellenmesi yönünde olduğu, bozma kararının yeni usul kanununun amacına ve özellikle gerekçesi ile gösterilen çözüm yoluna uyarlı olmadığı belirtilerek önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, mahkemece dava dilekçesinde tanık deliline dayanıldığı gerekçesiyle eksik tanık masrafının tamamlanması için davacı vekiline tebliğ edilen muhtıra gereğinin yerine getirilmemesinin gider avansı eksikliği teşkil edip etmeyeceği ve burada varılacak sonuca göre davanın usulden reddine karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle gider avansına ilişkin yasal düzenleme ve ilkelerin ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 114/1-g maddesinde gider avansı dava şartı olarak düzenlenmiştir.

HMK’nın “harç ve avans ödenmesi” başlıklı 120’inci maddesinde;

“(1) Davacı, yargılama harçları ile her yıl Adalet Bakanlığınca çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı, dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır.

(2) Avansın yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması hâlinde, mahkemece, bu eksikliğin tamamlanması için davacıya iki haftalık kesin süre verilir.” düzenlemesi bulunmaktadır.

Anılan maddenin gerekçesinde ise; “Madde ile, dava açılırken yargılama harçlarının mahkeme veznesine yatırılması zorunluluğu düzenlenmiştir.

Maddede ayrıca, 1086 sayılı Kanunda yer almayan, yeni bir düzenleme yapılarak, her türlü tebligat ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderleri karşılayacak tutarın, avans olarak davacı tarafından dava açarken yatırılması zorunluluğu getirilmiştir. Bu avansın yetmemesi durumunda ise tamamlanması için davacıya kesin süre verileceği hususu hüküm altına alınmıştır.

Avans miktarının, davanın türü ve özelliklerine göre her yıl Adalet Bakanlığınca ilan edilecek tarifeye göre belirleneceği, maddede yer almıştır.

Maddede yapılan bu düzenlemeyle, gerekli masrafların zamanında yatırılmamasından dolayı davaların gecikmesinin önüne geçilmesi amaçlanmıştır” ifadelerine yer verilmek suretiyle, her türlü tebligat ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderleri karşılayacak tutarın, avans olarak davacı tarafından dava açarken yatırılması zorunluluğu getirildiği vurgulanmıştır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “delil ikamesi için avans” başlıklı 324’üncü maddesinde ise “ (1) Taraflardan her biri ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorundadır. Taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak öderler.

(2) Taraflardan birisi avans yükümlülüğünü yerine getirmezse, diğer taraf bu avansı yatırabilir. Aksi hâlde talep olunan delilin ikamesinden vazgeçilmiş sayılır.

(3) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işler hakkındaki hükümler saklıdır.”

Hükmü getirilmiştir.

Anılan madde gerekçesinde de; “harç ve avans ödenmesi” başlıklı 125’inci maddede davacının dava masraflarının karşılığı olarak avans ödemesi öngörülmüştür. Bu avans, davacının delillerinin toplanması için yapılması gereken harcamaları da kapsar. Bu maddede ise daha çok davalının delillerinin toplanması için ödenmesi gereken avans düzenlenmiştir. Öte yandan davacının avansı yönünden “dava şartları” başlıklı 119’uncu maddede hüküm getirilmiştir. Davacının avansı yatırmış olması dava şartlarındandır. Şu hâlde davacı avansının yargılamanın devamı sırasında yetersiz kalması hâlinde, uygulanacak hüküm, bu maddeden ziyade 125’inci madde hükmüdür…” ifadelerine yer verilmek suretiyle, gider avansının davacının dava masraflarının karşılanması amacıyla, delil avansının ise daha çok davalının delillerinin toplanması amacıyla getirildiği belirtilmiştir.

Uyuşmazlık tarihinde yürürlükte bulunan ve 03.04.2012 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliği’nin 45’inci maddesinde: “(1) Davacı, yargılama harçları ile her yıl Bakanlıkça çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. Gider avansı, her türlü tebligat ve posta ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderler için davacıdan alınan meblağı ifade eder.

(2) Adli yardım talebiyle açılan dava ve işlerde adli yardım konusunda bir karar verilinceye kadar harç, gider ve delil avansı alınmaz. Kanunlardaki özel hükümler saklıdır.

(3) Gider avansının yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması halinde, mahkemece bu eksikliğin tamamlanması için davacıya iki haftalık kesin süre verilir. Dava şartı olan gider avansının yatırılmaması veya tamamlanmaması halinde, dava, dava şartı yokluğundan reddedilir.

(4) Taraflardan her biri ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorundadır. Delil avansı, tarafların dayandıkları delillerin giderlerini karşılamak üzere mahkemece belirlenen kesin süre içinde ödemeleri gereken meblağı ifade eder. Taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak öderler. Taraflardan biri avans yükümlülüğünü yerine getirmediğinde, diğer taraf bu avansı da yatırabilir. Delil avansını yatırmayan taraf, o delilin ikamesinden vazgeçmiş sayılır. Tarafların üzerinde tasarruf edemeyecekleri dava ve işlerle, kanunlardaki özel hükümler saklıdır.

(5) Delil avansının ödenmesine, hâkim tarafından dilekçelerin verilmesi, ön inceleme aşaması veya tahkikatın başında karar verilir…” hükmüne yer verilmiştir.

Anılan Yönetmeliğin 45’inci maddesinde gider avansı ve delil avansı birlikte düzenlenmiş olup, gider avansının, her türlü tebligat ve posta ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderler için davacıdan alınan meblağı ifade ettiği, davacının, her yıl Bakanlıkça çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorunda olduğu, delil avansının ise tarafların dayandıkları delillerin giderlerini karşılamak üzere mahkemece belirlenen kesin süre içinde ödemeleri gereken meblağı ifade ettiği belirtilmiştir.

Uyuşmazlık tarihinde yürürlükte bulunan ve 30.09.2011 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Gider Avansı Tarifesinin 1’inci maddesinde tarifenin amacının; dava açılırken mahkeme veznesine yatırılacak olan gider avansının miktarı ile avansın ödenmesine ilişkin usul ve esasları belirlemek olduğu açıklanmıştır. Tarifenin 4’üncü maddesinde gider avansı olarak, taraf sayısının beş katı tutarında tebligat gideri, dava dilekçesinde tanık deliline dayanılmış ve tanık sayısı belirlenmiş ise tanık sayısınca tanık asgari ücreti ve tebligat gideri, tanık sayısı belirtilmemiş ise en az üç tanık asgari ücreti ve tebligat gideri, dava dilekçesinde keşif deliline dayanılmış ise keşif harcı avansı ile birlikte 75,00-TL ulaşım gideri, dava dilekçesinde bilirkişi deliline dayanılmış ise Bilirkişi Ücret Tarifesinde davanın açıldığı mahkeme için öngörülen bilirkişi ücreti, diğer iş ve işlemler için 50,00-TL`nin davacı tarafından ödeneceği belirtilmiştir.

Yukarıda açıklandığı üzere, Yönetmelikte gider avansının içinde delil avansı için gerekli giderler de gösterilmiştir. Gider avansının yatırılmaması hâlinde açılan dava, dava şartı yokluğundan reddedilir (Yön. m. 45/3); delil avansının yatırılmaması hâlinde ise, o delilden vazgeçilmiş sayılır. (Yön. m. 45/4). Bu durumda Yönetmeliğin 45’inci maddesinin birinci fıkrası ile dördüncü ve beşinci fıkraları arasında uyum bulunmadığından, HMK.’nın 324’üncü maddesi gözetilerek Yönetmeliğin 45’inci maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarının öncelikle uygulanması gerekir (Pekcanıtez H./Atalay O./ Özekes., M., Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku 13. Bası, Ankara 2012, s.354 ).

Bu itibarla, her ne kadar Yönetmeliğin 45’inci maddesinin birinci fıkrasında “keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi” delillere ilişkin meblağ da gider avansı kavramı kapsamında ifade edilmiş ise de, aynı maddenin üçüncü fıkrasında yer alan “Dava şartı olan gider avansının yatırılmaması veya tamamlanmaması” ifadesinden deliller için yatırılması gereken avans dışındaki meblağın anlaşılması gerekmektedir. Nitekim üçüncü fıkrada sadece “gider avansının yatırılmaması veya tamamlanmaması” ifadesi kullanılabilecekken, bu ifadenin önünde bilinçli olarak “Dava şartı olan” ibaresinin de kullanıldığı görülmektedir.

Dolayısıyla yukarıda belirtilen Yönetmelik hükümleri, 6100 sayılı Kanun’un 120’inci maddesindeki gider avansı ile ilgili düzenleme ve 324’üncü maddedeki delil ikamesi için avans kuralı birlikte değerlendirilerek, dava şartı olan gider avansının delillerin ikamesi dışındaki yargılama giderleri için dikkate alınması, tanık dinlenmesi, bilirkişi raporu alınması ve keşif gideri gibi delil ikamesine yönelik giderlerin ise gider avansı içinde değerlendirilmemesi gerekir.

Açıklanan bu maddi ve hukuki olgular ışığında somut uyuşmazlık değerlendirildiğinde; davacı vekilince dava açılırken tebligat ile diğer iş ve işlemler gideri karşılığı olarak 145,00-TL gider avansının mahkeme veznesine yatırıldığı, ardından mahkemece 04.05.2015 tarihli tensip zaptının 8’inci bendinde yer alan ara karar ile tanık gideri karşılığı olarak 87,00-TL’yi iki hafta içerisinde yatırması için davacı tarafa kesin süre verildiği ve belirtilen tutarın kesin süre içerisinde yatırılmadığı takdirde HMK`nın 115’inci maddesi gereği dava şartı yokluğu sebebiyle davanın usulden reddedileceği ihtar edilerek bu hususları içeren ara kararın davacı vekiline tebliğ edildiği anlaşılmaktadır.

Bununla birlikte, davacı vekili tarafından iki haftalık sürede masrafın yatırılmaması sonrasında, mahkemece davacı vekilinin verilen kesin süre içinde belirtilen masrafı yatırmaması nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmiş ise de, tanık deliline dayanılması sebebiyle istenilecek giderin delil avansı olduğu kabul edilip, HMK’nın 324’üncü maddesi uygulanmak suretiyle sonuca gidilmesi gerekirken bu masrafların gider avansı olarak kabul edilerek davanın usulden reddine karar verilmesi hatalıdır.

Nitekim HGK’nın 05.04.2017 gün ve 2017/12-1141 E., 2017/641 K. sayılı kararında da aynı sonuca varılmıştır.

O hâlde yukarıda belirtilen gerekçelerle mahkemece Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan direnme kararının bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 13.12.2017 gününde oy birliği ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2017/1822 Karar : 2018/752 Tarih : 4.04.2018

  • HMK 316. Madde

  • Basit Yargılama Usulüne Tabi Dava ve İşler

Dava; tüketici kredisi sözleşmesi kapsamında haksız olarak tahsil edilen masrafların iadesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun (HMK) 320’nci maddesi uyarınca dosya üzerinden yapılan inceleme sonunda davanın kabulüne dair verilen karar, davalı banka vekilinin temyizi üzerine Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş; yerel mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.

Direnme hükmü davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: tüketici mahkemesinde basit yargılama usulüne tabi eldeki davada 6100 sayılı HMK’nın 320’nci maddesi uyarınca; taraflar duruşmaya davet edilmeden, dosya üzerinden karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Gerek mülga 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 23’üncü maddesinin ikinci fıkrası, gerekse yürürlükte bulunan 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 73’üncü maddesinin ikinci fıkrasında, tüketici mahkemelerinde “basit yargılama usulü”nün (6100 sayılı HMK. m.316 vd.) uygulanacağı hüküm altına alınmıştır.

Hemen bu noktada uyuşmazlığın çözümü için basit yargılama usulünün özellikleri üzerinde durulmasında yarar vardır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)`da iki temel yargılama usulü düzenlenmiştir. Bunlar; yazılı (m. 118-186) ve basit (m.316-322) yargılama usulleridir. Davanın açıldığı mahkemeye veya uyuşmazlığın niteliğine göre uygulanacak yargılama usulü farklılık göstermektedir. Örneğin, asliye hukuk mahkemelerinde kural olarak yazılı yargılama usulü uygulanırken, sulh hukuk mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanır.

6100 sayılı HMK’nın “Basit yargılama usulüne tabi dava ve işler” başlıklı 316’ncı maddesinin (g) bendi düzenlemesi uyarınca; “Diğer kanunlarda yer alan ve yazılı yargılama usulü dışındaki yargılama usullerinin uygulanacağı belirtilen dava ve işler” basit yargılama usulüne tabidir.

6100 sayılı HMK’da yazılı yargılama usulü ayrıntılı olarak düzenlenmiş, basit yargılama usulü ise temel özellikleri ve farklı noktalarıyla belirtilmiş olup, hüküm bulunmayan hâllerde yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümlerin uygulanacağı ifade edilmiştir (m.322/1).

Basit yargılama usulü, daha çabuk sonuçlandırılması gereken, daha kısa bir incelemeye ihtiyaç duyan ve daha kolay bir inceleme ile sonuçlandırılabilecek dava ve işler için kabul edilmiş daha basit, daha seri bir yargılama usulüdür.

Basit yargılama usulünde, dava ve davaya cevap verilmesi yazılı yargılama usulünde olduğu gibi dilekçe ile olur (m.317/1). Ancak dava ve cevap dilekçeleri, yönetmelikte belirlenecek formun doldurulması suretiyle de verilebilir (m.317/4). Burada amaç, basit işlerde avukat tutamayanlara kolaylık ve böyle bir durumda dahi dava ve cevap dilekçelerinin bir düzen içinde mahkemeye verilmesini sağlamak, ayrıca hak kayıplarının önüne geçmektir.

Basit yargılama usulünde cevap süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak, mahkeme duruma göre, bu sürede cevap dilekçesi verilmesi zor ise, bu süre içinde başvurulmak kaydıyla bir defaya mahsus olarak ve iki haftayı geçmeyecek ek bir süre verebilir (m.317/2).

6100 sayılı HMK`nın 317’nci maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, basit yargılama usulünde, dava ve cevap dilekçesi dışında cevaba cevap (replik) ve ikinci cevap (düplik) dilekçesi verilemez. Bu çerçevede, taraflar dilekçeleriyle birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek, ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de, bunların bulunabilmesini sağlayacak bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadırlar. Dilekçe sayısı, bu usulde görülecek işlerin basit olması ve kısa sürede karara bağlanmasını sağlamak amacıyla sınırlandırıldığından, birer defa dilekçe vermek durumunda olan tarafların daha dikkatli davranmaları gerekmektedir.

Basit yargılama usulünde iddia ve savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı, yazılı yargılama usulünden farklı olarak dava açılmasıyla ve cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar (m.319).

6100 sayılı HMK’nın basit yargılama usulünde “Ön inceleme ve tahkikat” başlıklı 320’nci maddesi uyarınca; “Mahkeme, mümkün olan hâllerde tarafları duruşmaya davet etmeden dosya üzerinden karar verir. Daha önce karar verilemeyen hâllerde mahkeme, ilk duruşmada dava şartları ve ilk itirazlarla hak düşürücü süre ve zamanaşımı hakkında tarafları dinler; daha sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder.”

Görüldüğü üzere, basit yargılama usulünde, yazılı yargılama usulünden farklı olarak ön inceleme ve tahkikat işlemleri de basitleştirilmiştir. Bu kapsamda eğer, dosya üzerinden karar verilmesi mümkünse (örneğin, geçici hukuki korumalarda), taraflar duruşmaya çağrılmadan sadece dilekçe ve delilleri dikkate alınarak karar verilebilir.

Buna göre; HMK`nın 320’nci maddesinin açık düzenlemesi karşısında mahkeme, basit yargılama usulüne tabi dava ve işlerde, dava şartları yoksa davayı usulden reddedebilir; ilk itirazlar hakkında ya da dilekçelere eklenen deliller yeterli görülürse davanın esası hakkında karar da verebilir. Dilekçeler aşamasının tamamlanmasından sonra, tarafların dilekçelerine ekledikleri ya da ilgili yerlerden getirtilmesini istedikleri delillerin toplanması ile mahkemece tarafların iddia ve savunmaları ile delilleri incelenmiş olacaktır. Bu nedenle ön inceleme duruşması yapılmadan dosya üzerinden, mevcut deliller ile dava şartları ve ilk itirazlardan başka, davanın esası hakkında da karar verilmesi mümkündür. Bu şekilde dosya üzerinden karar verildiğinde, taraflara dava ve cevap dilekçesinin tebliği ile bu dilekçelerinde bildirdikleri deliller toplanmış olacağından, hukuki dinlenilme hakkının ihlal edildiğinden de söz edilemeyecektir.

Yukarıda açıklandığı üzere, dosya üzerinden karar verilemiyorsa, bu durumda mahkeme ön inceleme yapar. Burada da, mahkeme dava şartları ve ilk itirazların varlığını inceleyerek, hak düşürücü süreler ve zamanaşımı süreleri hakkında tarafları dinler. Bundan sonra hâkim, tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit ederek, tarafları sulhe teşvik eder. Tarafların sulh olup olmadıkları; sulh olmamışlarsa anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanağa yazılır ve tutanak hazır bulunanlarca imzalanır. Tahkikat bu tutanağa göre yürütülür (m.320/2).

Yukarıda belirtilen ön incelemeden sonra mahkeme, tarafların dinlenmesi, delillerin incelenmesi ve tahkikatın yürütülmesi için en fazla iki duruşmada yargılamayı tamamlamak zorundadır ve duruşmaların arası da en fazla bir ay olmalıdır (m.320/3-c.l).

Basit yargılama usulünde tahkikat tamamlandıktan sonra, yazılı yargılama usulünde olduğu gibi sözlü yargılama için ayrı bir kesit öngörülmemiştir; bunun için ayrıca süre verilmez. Hâkim tahkikatın tamamlandığı duruşmada, tarafların son beyanlarını alır ve yargılamanın sona erdiğini belirterek hükmünü tefhim eder (m. 321/1).

Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.03.2014 gün ve E:2013/10-777, K:2014/396; 26.06.2013 gün ve E:2013/18-18, K:2013/891; 30.04.2014 gün ve E:2013/21-1655, K:2014/558 sayılı ilamlarında da aynı hususlar vurgulanmıştır.

Somut uyuşmazlığın incelenmesinde; Mahkemece, tensip zaptı düzenlenerek, taraflara delillerini bildirmeleri yönünde ara kararı alındığı ve davanın taraflarına anılan bu tutanağın tebliğ edildiği, yine davalı bankadan kredi sözleşmesi ve eklerinin istenilerek dosyaya getirtildiği ve dosya üzerinden yapılan inceleme sonucu taraflar duruşmaya davet edilmeden nihai kararın verildiği anlaşılmaktadır.

6100 sayılı HMK`nın 320’nci maddesinin birinci fıkrasında, “mümkün olan hâllerde” taraflar duruşmaya davet edilmeksizin karar verileceği düzenlenmiş olup, mahkemece, resen delil toplanmakla, dosyada mevcut delillerin karar verilmesine yeterli görülmediğinin kabulü zorunludur. Bu durumda somut olayda, dosya üzerinden karar verilebilmesi için “mümkün olan hâller” bulunmadığından, davalıya hukuki dinlenilme hakkı tanınmadan ve taraflar duruşmaya davet edilmeden karar verilmesi isabetsizdir.

Hâl böyle olunca; yerel mahkemece, aynı yöne işaret eden ve Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ: Davalının temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3’üncü maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429’uncu maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun`un 440/III-3’üncü maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 04.04.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2016/1762 Karar : 2017/1650 Tarih : 13.12.2017

  • HMK 316. Madde

  • Basit Yargılama Usulüne Tabi Dava ve İşler

Dava işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.

Davacı vekili müvekkilinin dava dışı … Madencilik San. ve Tic. A.Ş. nezdinde çalışırken iş sözleşmesinin haklı sebep olmaksızın feshedildiğini, işçilik alacaklarının ödenmesi talebiyle açtıkları dava sonucu verilen kararın Yargıtay tarafından onanmakla kesinleştiğini ancak şirketin iflas ettiğini ve müvekkilinin alacaklarının tahsilinin imkansız hale geldiğini, bu nedenle asıl işveren olan davalıya karşı dava açtıklarını, kesinleşen işçilik alacaklarının tahsilde tekerrür olmamak kaydı ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı TKİ Garp Linyitleri İşletmesi Müessesesi Müdürlüğü vekili zamanaşımı itirazında bulunduklarını, kesinleşmiş bir karar söz konusu olduğundan müvekkili aleyhine açılan davanın yok hükmünde olduğunu, müvekkilinin ihale makamı olduğunu, müvekkili ile davacı arasında sözleşme veya bir bağ olmadığından müvekkilinin taraf sıfatının bulunmadığını, yüklenici firmanın iflas etmediğini bildirerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece dava açılışında gider avansının eksik alınmış olduğu gözetilerek 05.05.2015 tarihli tensip ara kararı ile davacı tarafa eksik gider avansını yatırmak üzere Hukuk Muhakemeleri Kanununun 115. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca iki haftalık kesin süre verildiği, ihtaratlı davetiye 21.05.2015 tarihinde davacı vekiline tebliğ edildiği halde süresi içerisinde gider avansı eksiğinin ikmal edilmediği, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 120’nci maddesinde gider avansının düzenlendiği, 30.09.2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Gider Avansı Tarifesinin 1’inci maddesinde tarifenin amacının dava açılırken mahkeme veznesine yatırılacak olan gider avansının miktarı ile avansın ödenmesine ilişkin usul ve esasları belirlemek olduğunun açıklandığı, Tarifenin 6’ncı maddesinde “Bu Tarifenin yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan davalarda, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 120’nci maddesinin ikinci fıkrasına göre gider avansı ikmal ettirilir.” düzenlemesinin getirildiği, anılan düzenlemelerden ve dava şartı müessesesinden, gider avansının davanın açılması sırasında alınmasının şart olmadığı, mahkemenin sonradan bu eksikliği kesin süre vererek ikmal ettirebileceğinin anlaşıldığı, buradan hareketle davanın her aşamasında aranan gider avansı dava şartının HMK’nın 114/1-g, 115/2 ve 120’nci maddeleri gereği gözetilmesi gerektiğinin ortaya çıktığı, davanın açıldığı tarihte eksik veya hiç gider alınmamış olsa bile gider avansının dava şartı olmakla hüküm verilinceye kadar ikmal ettirilebileceği, ister gider avansı isterse tamamlama avansı olarak tanımlansın ikmal edilmesi gereken paranın hukuk yargılamasındaki nitelemesinin dava şartı olarak gösterilen gider avansı olduğu, gider avansının yatırılmaması veya ikmal edilmemesi halinde dava usulden reddedileceği gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece 6100 sayılı HMK’nın 120’nci maddesinin gerekçesi ile 6100 sayılı Kanun uyarınca düzenlenen ve 30.09.2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Kanunu Gider Avansı Tarifesinin 1’inci maddesinde, “Delil İkamesi İçin Avans” başlıklı 6100 sayılı HMK`nın 324’üncü maddesinin gerekçesinden bahsedilerek, aynı Kanunun “basit yargılama usulüne tabi dava ve işler” başlıklı 316/1-g maddesine göre iş mahkemelerinde uygulanacak yargılama usulünün basit yargılama usulü olduğu, bu yargılama usulünde, dilekçeler aşaması, ön inceleme, tahkikat ve hüküm aşaması dışında yazılı yargılamada olduğu gibi tahkikatın tamamlanmasından sonra sözlü yargılama için ayrıca bir aşama öngörülmediği, bu düzenlemelerden ve kanun gerekçesinden açıkça anlaşılacağı üzere kanun koyucunun dava şartı olarak yargılama giderlerinin davanın açılmasıyla yaklaşık olarak mahkemece hesaplanarak davacıdan peşin olarak tahsilini öngördüğü, bu arada her türlü tebligat ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderlerini madde kapsamında değerlendirdiği, aynı Kanunun 324’üncü maddesiyle getirilen düzenlemenin ise daha ziyade davalı tarafça sunulacak deliller için uygulanacağının açıklandığı, kanun koyucunun açık iradesine rağmen 6100 sayılı Kanunun 324’üncü maddesi hükmünü, gider avansının dava şartı olarak düzenlenmesine ilişkin aynı Kanunun 120’inci maddesini sınırlayan bir hüküm olarak yorumlamanın, yargılamanın hızlandırılmasına ilişkin temel amaca ket vuracağı gibi reform niteliğindeki bu düzenlemeyi büsbütün anlamsız hale getireceği, zira tarafların duruşmaya daveti ile sınırlı olarak yapılacak tebligat masrafı dışında yargılama aşamasında yapılan masrafların tümünün delil ikamesine ilişkin olduğu, kanun koyucunun iradesinin uygulamaya tam olarak geçirilmesi durumunda, ön inceleme aşamasında dilekçelerin teatisi tamamlandıktan sonra ilk duruşmada tahkikat aşamasına geçilerek delillerin incelenmesi ve tartışılması için gereksiz fasılalar verilmesinin engellenmesi yönünde olduğu, bozma kararının yeni usul kanununun amacına ve özellikle gerekçesi ile gösterilen çözüm yoluna uyarlı olmadığı belirtilerek önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, mahkemece dava dilekçesinde tanık deliline dayanıldığı gerekçesiyle eksik tanık masrafının tamamlanması için davacı vekiline tebliğ edilen muhtıra gereğinin yerine getirilmemesinin gider avansı eksikliği teşkil edip etmeyeceği ve burada varılacak sonuca göre davanın usulden reddine karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle gider avansına ilişkin yasal düzenleme ve ilkelerin ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 114/1-g maddesinde gider avansı dava şartı olarak düzenlenmiştir.

HMK’nın “harç ve avans ödenmesi” başlıklı 120’inci maddesinde;

“(1) Davacı, yargılama harçları ile her yıl Adalet Bakanlığınca çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı, dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır.

(2) Avansın yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması hâlinde, mahkemece, bu eksikliğin tamamlanması için davacıya iki haftalık kesin süre verilir.” düzenlemesi bulunmaktadır.

Anılan maddenin gerekçesinde ise; “Madde ile, dava açılırken yargılama harçlarının mahkeme veznesine yatırılması zorunluluğu düzenlenmiştir.

Maddede ayrıca, 1086 sayılı Kanunda yer almayan, yeni bir düzenleme yapılarak, her türlü tebligat ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderleri karşılayacak tutarın, avans olarak davacı tarafından dava açarken yatırılması zorunluluğu getirilmiştir. Bu avansın yetmemesi durumunda ise tamamlanması için davacıya kesin süre verileceği hususu hüküm altına alınmıştır.

Avans miktarının, davanın türü ve özelliklerine göre her yıl Adalet Bakanlığınca ilan edilecek tarifeye göre belirleneceği, maddede yer almıştır.

Maddede yapılan bu düzenlemeyle, gerekli masrafların zamanında yatırılmamasından dolayı davaların gecikmesinin önüne geçilmesi amaçlanmıştır” ifadelerine yer verilmek suretiyle, her türlü tebligat ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderleri karşılayacak tutarın, avans olarak davacı tarafından dava açarken yatırılması zorunluluğu getirildiği vurgulanmıştır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “delil ikamesi için avans” başlıklı 324’üncü maddesinde ise “ (1) Taraflardan her biri ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorundadır. Taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak öderler.

(2) Taraflardan birisi avans yükümlülüğünü yerine getirmezse, diğer taraf bu avansı yatırabilir. Aksi hâlde talep olunan delilin ikamesinden vazgeçilmiş sayılır.

(3) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işler hakkındaki hükümler saklıdır.”

Hükmü getirilmiştir.

Anılan madde gerekçesinde de; “harç ve avans ödenmesi” başlıklı 125’inci maddede davacının dava masraflarının karşılığı olarak avans ödemesi öngörülmüştür. Bu avans, davacının delillerinin toplanması için yapılması gereken harcamaları da kapsar. Bu maddede ise daha çok davalının delillerinin toplanması için ödenmesi gereken avans düzenlenmiştir. Öte yandan davacının avansı yönünden “dava şartları” başlıklı 119’uncu maddede hüküm getirilmiştir. Davacının avansı yatırmış olması dava şartlarındandır. Şu hâlde davacı avansının yargılamanın devamı sırasında yetersiz kalması hâlinde, uygulanacak hüküm, bu maddeden ziyade 125’inci madde hükmüdür…” ifadelerine yer verilmek suretiyle, gider avansının davacının dava masraflarının karşılanması amacıyla, delil avansının ise daha çok davalının delillerinin toplanması amacıyla getirildiği belirtilmiştir.

Uyuşmazlık tarihinde yürürlükte bulunan ve 03.04.2012 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliği’nin 45’inci maddesinde: “(1) Davacı, yargılama harçları ile her yıl Bakanlıkça çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. Gider avansı, her türlü tebligat ve posta ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderler için davacıdan alınan meblağı ifade eder.

(2) Adli yardım talebiyle açılan dava ve işlerde adli yardım konusunda bir karar verilinceye kadar harç, gider ve delil avansı alınmaz. Kanunlardaki özel hükümler saklıdır.

(3) Gider avansının yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması halinde, mahkemece bu eksikliğin tamamlanması için davacıya iki haftalık kesin süre verilir. Dava şartı olan gider avansının yatırılmaması veya tamamlanmaması halinde, dava, dava şartı yokluğundan reddedilir.

(4) Taraflardan her biri ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorundadır. Delil avansı, tarafların dayandıkları delillerin giderlerini karşılamak üzere mahkemece belirlenen kesin süre içinde ödemeleri gereken meblağı ifade eder. Taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak öderler. Taraflardan biri avans yükümlülüğünü yerine getirmediğinde, diğer taraf bu avansı da yatırabilir. Delil avansını yatırmayan taraf, o delilin ikamesinden vazgeçmiş sayılır. Tarafların üzerinde tasarruf edemeyecekleri dava ve işlerle, kanunlardaki özel hükümler saklıdır.

(5) Delil avansının ödenmesine, hâkim tarafından dilekçelerin verilmesi, ön inceleme aşaması veya tahkikatın başında karar verilir…” hükmüne yer verilmiştir.

Anılan Yönetmeliğin 45’inci maddesinde gider avansı ve delil avansı birlikte düzenlenmiş olup, gider avansının, her türlü tebligat ve posta ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderler için davacıdan alınan meblağı ifade ettiği, davacının, her yıl Bakanlıkça çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorunda olduğu, delil avansının ise tarafların dayandıkları delillerin giderlerini karşılamak üzere mahkemece belirlenen kesin süre içinde ödemeleri gereken meblağı ifade ettiği belirtilmiştir.

Uyuşmazlık tarihinde yürürlükte bulunan ve 30.09.2011 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Gider Avansı Tarifesinin 1’inci maddesinde tarifenin amacının; dava açılırken mahkeme veznesine yatırılacak olan gider avansının miktarı ile avansın ödenmesine ilişkin usul ve esasları belirlemek olduğu açıklanmıştır. Tarifenin 4’üncü maddesinde gider avansı olarak, taraf sayısının beş katı tutarında tebligat gideri, dava dilekçesinde tanık deliline dayanılmış ve tanık sayısı belirlenmiş ise tanık sayısınca tanık asgari ücreti ve tebligat gideri, tanık sayısı belirtilmemiş ise en az üç tanık asgari ücreti ve tebligat gideri, dava dilekçesinde keşif deliline dayanılmış ise keşif harcı avansı ile birlikte 75,00-TL ulaşım gideri, dava dilekçesinde bilirkişi deliline dayanılmış ise Bilirkişi Ücret Tarifesinde davanın açıldığı mahkeme için öngörülen bilirkişi ücreti, diğer iş ve işlemler için 50,00-TL`nin davacı tarafından ödeneceği belirtilmiştir.

Yukarıda açıklandığı üzere, Yönetmelikte gider avansının içinde delil avansı için gerekli giderler de gösterilmiştir. Gider avansının yatırılmaması hâlinde açılan dava, dava şartı yokluğundan reddedilir (Yön. m. 45/3); delil avansının yatırılmaması hâlinde ise, o delilden vazgeçilmiş sayılır. (Yön. m. 45/4). Bu durumda Yönetmeliğin 45’inci maddesinin birinci fıkrası ile dördüncü ve beşinci fıkraları arasında uyum bulunmadığından, HMK.’nın 324’üncü maddesi gözetilerek Yönetmeliğin 45’inci maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarının öncelikle uygulanması gerekir (Pekcanıtez H./Atalay O./ Özekes., M., Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku 13. Bası, Ankara 2012, s.354 ).

Bu itibarla, her ne kadar Yönetmeliğin 45’inci maddesinin birinci fıkrasında “keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi” delillere ilişkin meblağ da gider avansı kavramı kapsamında ifade edilmiş ise de, aynı maddenin üçüncü fıkrasında yer alan “Dava şartı olan gider avansının yatırılmaması veya tamamlanmaması” ifadesinden deliller için yatırılması gereken avans dışındaki meblağın anlaşılması gerekmektedir. Nitekim üçüncü fıkrada sadece “gider avansının yatırılmaması veya tamamlanmaması” ifadesi kullanılabilecekken, bu ifadenin önünde bilinçli olarak “Dava şartı olan” ibaresinin de kullanıldığı görülmektedir.

Dolayısıyla yukarıda belirtilen Yönetmelik hükümleri, 6100 sayılı Kanun’un 120’inci maddesindeki gider avansı ile ilgili düzenleme ve 324’üncü maddedeki delil ikamesi için avans kuralı birlikte değerlendirilerek, dava şartı olan gider avansının delillerin ikamesi dışındaki yargılama giderleri için dikkate alınması, tanık dinlenmesi, bilirkişi raporu alınması ve keşif gideri gibi delil ikamesine yönelik giderlerin ise gider avansı içinde değerlendirilmemesi gerekir.

Açıklanan bu maddi ve hukuki olgular ışığında somut uyuşmazlık değerlendirildiğinde; davacı vekilince dava açılırken tebligat ile diğer iş ve işlemler gideri karşılığı olarak 145,00-TL gider avansının mahkeme veznesine yatırıldığı, ardından mahkemece 05.05.2015 tarihli tensip zaptının 8’inci bendinde yer alan ara karar ile tanık gideri karşılığı olarak 87,00-TL’yi iki hafta içerisinde yatırması için davacı tarafa kesin süre verildiği ve belirtilen tutarın kesin süre içerisinde yatırılmadığı takdirde HMK`nın 115’inci maddesi gereği dava şartı yokluğu sebebiyle davanın usulden reddedileceği ihtar edilerek bu hususları içeren ara kararın davacı vekiline tebliğ edildiği anlaşılmaktadır.

Bununla birlikte, davacı vekili tarafından iki haftalık sürede masrafın yatırılmaması sonrasında, mahkemece davacı vekilinin verilen kesin süre içinde belirtilen masrafı yatırmaması nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmiş ise de, tanık deliline dayanılması sebebiyle istenilecek giderin delil avansı olduğu kabul edilip, HMK’nın 324’üncü maddesi uygulanmak suretiyle sonuca gidilmesi gerekirken bu masrafların gider avansı olarak kabul edilerek davanın usulden reddine karar verilmesi hatalıdır.

Nitekim HGK’nın 05.04.2017 gün ve 2017/12-1141 E., 2017/641 K. sayılı kararında da aynı sonuca varılmıştır.

O hâlde yukarıda belirtilen gerekçelerle mahkemece Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan direnme kararının bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 13.12.2017 gününde oy birliği ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2017/2109 Karar : 2017/1041 Tarih : 31.05.2017

  • HMK 316. Madde

  • Basit Yargılama Usulüne Tabi Dava ve İşler

Dava, kıdem ve ihbar tazminatlarının tahsili istemine ilişkindir.

Davacı vekili müvekkilinin hazır beton işi ile iştigal eden davalı şirketin taşıma işini hizmet alımı suretiyle üstlenen dava dışı firma işçisi olarak 01.03.1996-01.02.2002 tarihleri arasında aralıksız çalıştığını, ancak iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğini ve kanuni haklarının ödenmediğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla kıdem ve ihbar tazminatlarının davalı şirketten tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Çimsa Çimento San. Tic. A.Ş. vekili davacının, nakliye işini alan dava dışı firmanın işçisi olduğunu, dava dışı firma ile asıl-alt işveren ilişkisinin söz konusu olmadığını, müvekkil şirketin taraf sıfatının bulunmadığını, kaldı ki davanın zamanaşımına uğradığını belirterek davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece davacının davalı şirkete ait iş yerinde hizmet alımı suretiyle iş üstlenen dava dışı firma işçisi olarak 01.03.1996 tarihinden 01.02.2002 tarihine kadar çalıştığı, son olarak asgari ücretin % 50 fazlası olan 333,00-TL net ücret aldığı, ancak iş sözleşmesinin ihbarda bulunulmadan haksız olarak feshedildiği gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Hükmün davalı Çimsa Çimento San. Tic. A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine karar Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.

Mahkemece davalı şirket vekilinin ıslah dilekçesine karşı zamanaşımı savunmasında bulunmadığı, ıslah dilekçesinin tebliğ edildiği 28.05.2013 tarihli celsede karar verileceği düşüncesi ile önceki savunmalarını tekrar ettiğini bildirdiği, bu yönü ile ıslah dilekçesine karşı zamanaşımı savunmasında bulunma iradesinin olmadığı, aksi takdirde bu hususu ifade edeceği, zamanaşımı savunmasının bir defi olduğu ve açıkça ileri sürülmesinin gerektiği, buna göre davalı şirket vekilinin ıslah dilekçesine karşı zamanaşımı itirazında bulunduğunun kabul edilmesinin mümkün bulunmadığı belirtilerek ve önceki karardaki gerekçeler de tekrarlanmak suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davalı Çimsa Çimento San. Tic. A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu döneminde açılan eldeki davada davalının, bilirkişi raporuna itirazlarını içeren dilekçesinde zamanaşımı savunmasında bulunduktan sonraki bir tarihte ıslah dilekçesinin duruşmada elden tebliği üzerine “önceki beyanlarımızı aynen tekrar ediyoruz” şeklindeki ifadesinin zamanaşımı savunması olarak kabul edilerek ıslah edilen miktarlara yönelik zamanaşımı definde bulunduğunun kabul edilip edilmeyeceği, burada varılacak sonuca göre kıdem ve ihbar tazminatları yönünden ek rapor alınması gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.

Dava 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu döneminde açılmış olup öncelikle uyuşmazlık ile ilgili yasal düzenlemelere değinilmelidir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 141. maddesine göre, “ Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilirler yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir. Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez.

İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır”.

Islahın zamanı ve şekli başlıklı 177. maddeye göre, “Islah tahkikatın sona ermesine kadar yapılabilir. Islah sözlü veya yazılı olarak yapılabilir. Karşı taraf duruşmada hazır değilse veya ıslah talebi duruşma dışında yapılıyorsa, bu yazılı talep veya tutanak örneği, haber vermek amacıyla karşı tarafa bildirilir.”

İş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanmakta iken 6100 sayılı HMK’nın 447. maddesi ile diğer kanunların sözlü yahut seri yargılama usulüne atıf yaptığı hallerde bu Kanunun basit yargılama usulü ile ilgili hükümlerinin uygulanacağının düzenlenmesi karşısında iş mahkemelerinde artık basit yargılama usulü uygulanmaktadır.

Basit yargılama usulü HMK’nın 316 vd. maddelerinde düzenlenmiş olup 322. maddesinde de basit yargılama usulü ile ilgili hüküm bulunmayan hallerde yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümlerin uygulanacağı belirtilmiştir.

Buna göre; Dilekçelerin verilmesi başlıklı 317. maddesi uyarınca, “ Dava açılması ve davaya cevap verilmesi dilekçe ile olur. Cevap süresi, dava dilekçesinin davalıya tebliğinden itibaren iki haftadır. Ancak mahkeme durum ve koşullara göre cevap dilekçesinin bu süre içinde hazırlanmasının çok zor yahut imkansız olduğu durumlarda, yine bu süre zarfında mahkemeye başvuran davalıya, bir defaya mahsus ve iki haftayı geçmemek üzere ek bir süre verebilir. Ek cevap süresi talebi hakkında verilen karar taraflara derhal bildirilir.”

İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı başlıklı 319. maddesine göre de, “ İddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı dava açılmasıyla; savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar.”

Zamanaşımı ise alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve alacağın dava edilebilme özelliğini ortadan kaldırır.

Dava konusu kıdem ve ihbar tazminatları yönünden zamanaşımı süresi 10 yıl olup bu süre fesih tarihinden itibaren işlemeye başlayacaktır.

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, dava dilekçesi davalı tarafa 17.01.2012 tarihinde tebliğ edilmiş, cevap dilekçesi ise 24.04.2012 tarihinde sunulmuştur. Bu hali ile cevap dilekçesinin süresinde ibraz edilmediği anlaşılmaktadır.

Mahkemece bilirkişi raporu aldırılmış, raporun taraflara tebliği üzerine davacı vekili 20.05.2013 havale ve harç ödeme tarihli ıslah dilekçesi ile davasını ıslah etmiş; davalı şirket vekili ise 20.05.2013 tarihli dilekçesi ile rapora itirazlarını sunmuş ve ayrıca itiraz dilekçesinde alacakların zamanaşımına uğradığını savunmuştur.

Davacı tarafından verilen ıslah dilekçesi davalı vekiline 28.05.2013 tarihli duruşmada elden tebliğ edilmiş olup davalı vekilinin duruşmada, “önceki beyanlarımızı tekrar ederiz, davanın reddine karar verilmesini talep ederiz, mahkeme aksi kanaatte ise davacı asgari ücretle çalışmış olduğu için asgari ücrete göre yapılan hesaplamanın esas alınmasını talep ederiz” şeklinde beyanda bulunduğu görülmüştür.

Aynı duruşmada davacı vekili de davalı vekilinin bilirkişi raporuna karşı verdiği dilekçeyi ve bilirkişi raporundaki aleyhe olan hususları kabul etmediklerini, ıslah dilekçesi doğrultusunda davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir.

Görüldüğü üzere davalı vekilince süresinde cevap dilekçesi ibraz edilmediği, davalı vekilinin bilirkişi raporunun tebliği sonrasında verdiği dilekçe ile alacakların zamanaşımına uğradığını savunduğu ancak ıslah dilekçesinin kendisine tebliği üzerine ıslah dilekçesine karşı açıkça bir zamanaşımı savunmasında bulunmaksızın önceki beyanlarını tekrarla yetindiği, bununla birlikte davalının tekrarla yetindiği önceki beyanlarına karşı davacı tarafında açıkça itiraz ettiği anlaşılmıştır.

Başka bir deyişle davalının savunmasına karşı davacının açık muvafakatinin bulunmadığı somut olayda davalı vekilinin usulüne uygun bir zamanaşımı savunmasında bulunduğu söylenemez.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında davalı vekilinin önceki beyanlarını tekrar etmesinin zamanaşımı savunmasını da içerdiği, dolayısıyla Özel Daire bozma kararının isabetli olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda belirtilen nedenlerle çoğunluk tarafından benimsenmemiştir.

Hal böyle olunca mahkemece zamanaşımı savunmasının def`i olup açıkça ileri sürülmesi gerektiği, buna göre davalı şirket vekilinin ıslah dilekçesine karşı zamanaşımı savunmasında bulunduğunun kabul edilmesinin mümkün olmadığı gerekçeleriyle verilen davanın kısmen kabulüne dair direnme kararı yerindedir.

Açıklanan nedenlerle direnme kararı yerinde olup onanmalıdır.

SONUÇ: Davalı şirket vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararının ONANMASINA, aşağıda dökümü yazılı (126,61-TL) harcın temyiz edenden alınmasına, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 31.05.2017 gününde oyçokluğu ile karar verildi.


YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/784 Karar : 2017/1543 Tarih : 15.03.2017

  • HMK 316. Madde

  • Basit Yargılama Usulüne Tabi Dava ve İşler

İhtiyati haciz talep eden vekili, müvekkili ile … Ltd. Şti. arasında genel kredi sözleşmesi imzalandığını, karşı tarafın müteselsil kefil olarak sözleşmeyi imzaladığını, sözleşmeden doğan alacağının vadesi geçtiği halde ödenmediğini, karşı tarafın temerrüde düştüğünü, mal kaçırma çabası içerisine girdiğini ileri sürerek ihtiyati haciz kararı verilmesini talep ve dava etmiştir.

Mahkemece, tüm dosya kapsamına göre, ihtiyati haciz istenen bankaya ait 771.420,80 TL borcun davalı tarafından gayrimenkul ipoteği verilerek rehinle temin edilmiş olduğu, ihtiyati haciz talep eden bankanın öncelikle rehnin paraya çevrilmesi yolu ile takip yapması gerektiği, olağan takip usullerini uygulaması gerektiği, ipotekle temin edilmiş olan alacakla ilgili mal kaçırma iddiasında bulunamayacağı, ihtiyati haciz istenemeyeceği gerekçesiyle ihtiyati haciz talebinin reddine karar verilmiştir.

Kararı, ihtiyati haciz talep eden vekili temyiz etmiştir.

1- HMK’nın 316/1-c maddesi uyarınca ihtiyati haciz istemlerinin incelenmesi basit yargılama usulüne tabi ise de, aynı Kanun maddesinden de açıkça anlaşılacağı üzere, basit yargılama usulü sadece ve münhasıran sulh hukuk mahkemesinde değil asliye hukuk ve asliye ticaret mahkemelerinin görev alanına giren pek çok dava ve iş bakımından da uygulanan bir yargılama usulü niteliğindedir. Öte yandan, ihtiyati haciz istemi, mahiyeti gereği, 6100 sayılı HMK’nın 2. maddesinde belirtildiği üzere gerek istemde bulunanın ve gerekse de aleyhine istemde bulunulanın mal varlığı haklarına ilişkin bir “iş” niteliğinde olup aksine bir düzenleme söz konusu olmadığı için bu işler bakımından asıl görevli mahkeme asliye hukuk ve/veya işin mahiyetine göre asliye ticaret mahkemesidir. Bu durumda, açık yasa hükümlerine karşın, mahkemece somut istemde yerel mahkemenin görevli olmadığının gözden kaçırılarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.

2- Bozma sebep ve şekline göre, ihtiyati haciz talep eden vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle kararın resen BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle ihtiyati haciz talep eden vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, ödediği peşin temyiz harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 15.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/23821 Karar : 2017/318 Tarih : 12.01.2017

  • HMK 316. Madde

  • Basit Yargılama Usulüne Tabi Dava ve İşler

Nafaka davaları basit yargılama usulüne tabidir (HMK m.316/1-ç).

Basit yargılama usulünde yapılan ilk duruşmada dava hakkında hüküm verilmeyen durumlarda, ön inceleme duruşması için taraflar duruşmaya davet edilir, ön inceleme ve tahkikat aşamaları kanuna uygun tamamlanarak karar verilir. Mahkemece, ilk duruşma günü ve dava dilekçesi aynı tebligat ile davalıya tebliğ edilmiş, davalı ilk duruşma günü için mazeret dilekçesi vermiş ve mazereti 07/07/2015 tarihli celsede kabul edilmiştir.

Davalıya sonraki duruşma günü tebliğ edilmemiş, 17/11/2015 tarihli duruşmada usulüne uygun olmadan ön inceleme duruşması yapılmış, tahkikata geçilmiş davacı tanığı da dinlendikten sonra karar verilmiştir. Taraflar ön inceleme ve tahkikat aşamalarına usulüne uygun davet edilerek ön inceleme ve tahkikat aşamaları kanuna uygun olarak tamalanarak, gösterdikleri takdirde tarafların delilleri de toplanarak hasıl olacak sonuç uyarınca bir karar verilmesi gerekirken, bu işlem ve aşamalar tamamlanmadan eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre davalının diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/8588 Karar : 2016/20520 Tarih : 21.11.2016

  • HMK 316. Madde

  • Basit Yargılama Usulüne Tabi Dava ve İşler

A) Davacı isteminin özeti:

Davacı vekili, davacının 1. dönem çalışmasına ilişkin iş aktinin bayram genel tatil ücretlerinin ödenmemesi, sefer primlerinin tam ödenmemesi, asgari ücret+sefer primi şeklindeki ücretlendirmeye rağmen sefer priminin sigorta matrahına yansıtılmaması nedeni ile davacı tarafından haklı nedenle feshedildiğini, ,,,, 2. dönem çalışmasına ilişkin iş aktinin emeklilik sureti ile sona erdiğini, ama eksik kıdem tazminatı ödendiğini, 1. ve 2. dönem birleştirilerek bakiye kıdem tazminatı ödenmesi gerektiğini, 3. dönem çalışmasına ilişkin iş aktinin davalı tarafından haksız feshedildiğini, davacının tüm çalışması boyunca uluslararası tır şoförü olarak istihdam edilmesine rağmen davalı bünyesinde yurt içi dorse yükleme –boşaltma işinde istihdam edilen şoförler bulunmasına rağmen sırf davacıyı yıpratmak için, davacının Avrupa’ya gidecek dorselerin yüklenme işinde çalıştırılmak istendiğini, yurt içi tır şoförlerine yükelen boşalan dorse başına sefer primi verilmemesine rağmen, davacıya bir prim hatta yemek ücreti dahi verilmemesi karşısında davacı en azından yemek ücretinin verilmesini isteyince davalı yetkilisi …’ın davacıya aracını boşaltması ve yönetim katına gelmesini söylediğini, yönetim katında da davacıya hesabını kesmesinin, işinin sona erdiğinin dendiğini, davalının iş aktini haksız feshettiğini, bu dönemin de kıdem tazminatı ile ihbar tazminatının verilmesi gerektiğini, davacının asgari ücret+sefer primi ile çalışmasının kararlaştırıldığını ama 2009 yılı başına kadar asgari ücret olarak ayda sadece 400 TL. ödendiğini, 2009 yılı başından itibaren ise asgari ücretlerin tam ödendiğini, ama o güne dek 450-500 Euro olarak ödenen sefer priminin sefer başı 375-400 Euro sefer primine düşürüldüğünü, yani, sefer primlerinden kesildiğini, 01/01/2011 tarihinden sonra da akaryakıt oranları nedeni ile de sefer priminden 1870 Euro kesildiğini, bir kısım işçilik alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek 2. Çalışma dönemi sonu itibari ile fark kıdem tazminatı, 3. Çalışma dönemi sonu itibari ile kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, ücret, yıllık izin ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti ve sefer primi alacaklarını istemiştir.

B) Davalı cevabının özeti:

Davalı vekili, taleplerin zamanaşımına uğradığını, bir şoför … hattında çalışıyor ise o şoföre gittiği ülkeye göre sabit ücret verildiğini, gideceği kilometreye göre içinde mazot, gişeler ve sair masraflar ile birlikte en az 200 Euro kalacak şekilde ücret verildiğini, …’ya çalışıyorsa da doğrudan iaşe bedeli ödendiğini, iaşe bedelinin düşürülmediğini, bir şoförün iaşe bedelini almadan sefere çıkmayacağını, bir işverenin işten çıkardığı bir çalışanını 3 kere işe almasının hayatın olağan akışına ve çalışma kurallarına ters olduğunu, hele de iş koşullarını kabul etmeyen bir çalışanı 3 kere işe almasının veya ücretleri eksik ödendiği için işten ayrılan işçinin aynı yerde 3 kere çalışmaya başlamasının kabul edilemeyeceğini, davacının her seferinde başka iş bulması nedeni ile davalıdan ayrıldığını, gittiği firmadaki koşulları beğenmeyince tekrar davalıda işe girmek için döndüğünü ve davalının, davacının çalışması ile sorunu olmadığından davacıyı işe aldığını, davacının ayrılır ayrılmaz iş bulamayacağından önce başka yerde işi bulduğunu sonra ayrılmak için bahane ürettiğini, 1.dönem çalışmasının ulusal bayram, genel tatil ücreti ödenmemesi, sefer primlerinin eksik ödenmesi, sefer primlerinin sigortaya yansıtılmaması nedeni ile davacının feshettiği iddialarının gerçek dışı olduğunu, her 3 çalışma döneminde de davacının aynı koşullarla çalıştığını, hakları eksik ödendi ise neden tekrar davalıda çalıştığını?, davacının 1. dönemi iş aktini haksız feshettiğini, 2. dönem çalışmasının emeklilik nedeni ile sona erdiğini ve davalının kıdem tazminatını ödediğini, 3.dönem açısından; Türkiye içindeki yükleme-boşaltma yerine kadar gidip gelmenin davacının görevi içinde olduğunu, işin devamı olduğunu, davalıda yurt içi yükleme boşaltma işi için başka şoförlerin istihdam edildiğini davacı ileri sürüyor ise bu şoförlerin adını tek tek belirtmesini, davalıda yurt içi dorse yükleme boşaltma işinde çalıştırılan şoförler bulunduğu iddiasının gerçek dışı olduğunu, davacının da birlikte ihtar keşide ettikleri diğer işçinin de yıllardır aynı koşullarda çalıştığını, bir seferinde ücret istemeleri nedeni ile iş akitlerinin sona erdirildiğini ileri sürmelerinin tesadüf olmadığını, tamamen iş aktini feshetmek için bahane üretmek olduğunu, bir şoförün yurt içinde ayrı bir iş yaparsa, taşıma yaparsa buna ilişkin yeme içme gibi günlük ihtiyaçlarının davalı tarafından karşılandığını, davacıya çalışsa da çalışmasa da maaşının ödendiğini, ama davalının gene günlük masrafı için bir ödeme yaptığını, yıllardır böyle olduğunu, bu durumun sadece yurt içindeki taşımalar için geçerli olduğunu, davacının iş aktini feshetmesinin, bir başka dorseyi yüklemek istememesi olduğunu, davacının başka dorse taşımam diyerek iş aktini feshetmesinin haksız bir fesih olduğunu, “ben sadece belli bir aracı kullanırım” deme hakkının bulunmadığını, kendisine hangi araba verilirse o arabayı kullanmak zorunda olduğunu, davacıya iş yoğunluğu nedeni ile başka bir dorseyi götürme görevinin verildiğini, ama davacının götürmem dediğini, dorsenin sefere hazır hale getirildiğini, davacıya bu dorseyi götürme talimatı verildiğini, davacının bir başka şirkette işe başlamak için iş aktini feshettiğini, davalıdan ayrılır ayrılmaz başka yerde işe başladığını, iddia ve taleplerin yersiz olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.

C) Yerel Mahkeme kararının özeti:

Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna göre, davacının davasının 23.01.2013 tarihinde açmış olduğu gözetildiğinde davacının kıdem tazminatı talebinin zamanaşımına uğradığı, davacının 13.02.2008 tarihinde emeklilik sebebiyle işine son verdiği hususunda taraflar arasında itilaf bulumadığını, davacı vekilinin, davacının iş akdinin son kez 20.12.2012 tarihinde bildirimsiz ve haksız olarak sonlandırdığını iddia ettiği, bu hususta ihtarname ibraz ettiği, feshin haklı olup olmadığının ispat külfetinin davalıya ait olduğu, davalı işveren tarafından davacıdan yine şirkete ait bir başka dorse ile sefere gitmesinin söylendiği davacının başka dorse ile sefere gitmeyeceğini söyleyerek işyerini terkedip gittiğinin anlaşıldığı, işyerinde devamsızlık tutanakları tutulduğu, tutanak mümzilerinin tanık olarak dinlendiği, davacı tanığı esaslı değişiklik istendiğini ve davacının da bunu kabul etmediğini, bunun üzerine işten çıkarıldığını beyan etmiş ise de bu iddianın davacı tarafından ispat edilemediğini, iş aktinin ilk olarak 13.02.2008 tarihinde emeklilik nedeniyle kıdem tazminatı ödenmesini gerektirir şekilde fesih edildiği 20.12.2012 tarihinde ise davalı işveren

tarafından haklı nedenle feshedildiği davacının kıdem ve ihbar tazminatı talep hakkının olmadığı, diğer işçilik alacaklarının da olduğu, ıslah dilekçesi de dikkate alınarak bayram ve genel tatil alacaklarından 1/3 oranında hakkaniyet indirimi yapıldığı gerekçesi ile ihbar tazminatı ve sefer primi dışındaki taleplerin kısmen kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz:

Karar süresi içinde davacı vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

E) Gerekçe:

1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre tarafların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2- Somut uyuşmazlıkta, kıdem tazminatı açısından, davacının 1. dönem çalışmasının sona erdiği 23/12/2002 tarihi ile 2. dönem çalışmasının başladığı 12/10/2004 tarihleri arasında 10 yıl dolmadığı için davacının 1. dönem çalışması zamanaşımına uğramamıştır. Mahkeme tarafından davacının 1. dönem çalışması ile 2. dönem çalışmasına ilişkin süreler birleştirilerek bu süreler üzerinden kıdem tazminatı hesaplanmış ve ödenen kıdem tazminatı düşülerek fark kıdem tazminatına hükmedilmiştir. Dosya kapsamındaki delillere göre Mahkeme tarafından verilen bu karar yerinde olup bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Diğer yandan, davacının 3. dönem çalışması için kıdem tazminatı hüküm altına alınmamıştır. Oysa, davacı … ve Dairemiz tarafından aynı tarihte birlikte incelenen …. İş Mahkemesi’nin 2013/45 Esas sayılı dosyası davacısı … (Dairemizin 2015/5146 Esas sayılı dosyası) hakkında ortak olarak tutulan 20/12/2012 tarihli işveren tutanağı dosya kapsamında mevcuttur.

Bu tutanak kapsamında; “…yıl sonu işler yoğun olduğu ve başka dorselerin yükleneceği kendilerine (davacılara) bildirildi, ama “biz başka dorseleri yüklemeyiz” diyerek bu dorseleri yüklemekten kaçındılar ve şirketi terkettiler” yönünde açıklamada bulunulmuştur.

Her ne kadar davalı tanıklarından …’in beyanında, davacının, “başka dorse ile sefere çıkmayı reddettiği ve işyerini terkederek bir daha da dönmediği” belirtilmiş ise de davalı tanığı … beyanında “dorse boşaltmayı reddeden davacının işi bırakıp gittiği” yönünde beyanda bulunarak davalı tanığı …’i desteklememiştir.

Esasen, davalı işverenliğin 20/12/2012 tarihli işyeri tutanağının içeriği de davalı tanığı …’in beyanı da, davalının cevap dilekçesinde yer alan “davacının başka dorse yüklemem, kullanmam” savunmasından daha ziyade, davacının iddiasındaki “davacının Avrupa’ya gidecek dorselerin yüklenme işinde çalıştırılmak istendiği” hususunu desteklemektedir. Zira, işyeri tutanağında davacının başka bir aracı kullanmayacağından değil sadece ve sadece başka dorseyi yükleme işini reddettiğinden bahsedilmektedir. Davacı tanığı … de durumu bir kez daha teyit eder mahiyette beyanda bulunmuştur.

Davacıya yaptırılmak istenen yükleme işinin sadece yurt dışına sefere çıkaracağı araca ilişkin olduğunu davalı ispatlayamamıştır. Yurt dışı tır şoförü olan ve sefer primi ile çalışan davacının salt yükleme işi ile ilgilenmesini beklemek işçi aleyhine esaslı değişiklik olacağından yerinde değildir. Savunması ve delilleri arasında çelişkiye düşen davalı feshi nasıl gerçekleştiğini ispatlayamadığından, davacının iddia ettiği gibi davacının 3. dönem olan son dönem çalışmasının davalının haksız feshi ile son bulduğu kabul edilerek kıdem ve ihbar tazminatı alacakları hesaplanmalı, bilirkişi hesabı Mahkeme tarafından denetlenerek hüküm altına alınmalıdır.

Diğer yandan, davacının 1. ve 2. dönem çalışmalarındaki hizmet süresi birleştirilmiş, ödenen kıdem tazminatı masup edilerek davacı vekilinin talebi gibi kıdem tazminatı farkına hükmedilmiştir. Bu nedenler ile davacının 2. dönem çalışmasının son bulduğu 13/02/2008 öncesi dönem bu şekilde ayrıca hükme tabi tutulduğu için, davacının 3. dönem çalışması olan 27/12/2008-20/12/2012 tarihleri arasındaki hizmet süresi önceki çalışmalarından bağımsız, başlı başına ayrı bir hizmet dönemi kabul edilerek , bu 3. dönem çalışması süresi üzerinden kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı alacakları hesaplanarak hüküm altına alınmalıdır. Davacı vekilinin dava dilekçesindeki talebi de bu yöndedir.

3- Ücret alacağının ödendiği, işveren tarafından imzalı ücret bordrosu veya banka kayıtları gibi yazılı belgeler ile ispatlanmalıdır.

Ücret alacağı bakımından, örnek olarak 2007 yılı Aralık ayı, 2008 yılı Ocak, Şubat ayları bordrolarında davacıya atfen imza bulunmakta iken, bu aylara ilişkin asgari ücret bakiyelerinin neden hesaplandığının, hesaplanması gerekip gerekmediğinin denetime elverişli şekilde açıklanmaması hatalıdır.

4- Taraflar arasında, işçilik alacaklarının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı konusunda uyuşmazlık bulunmaktadır.

Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere zamanaşımı, alacak hakkını sona erdirmeyip sadece onu “eksik bir borç” haline dönüştürür ve “alacağın dava edilebilme özelliği”ni ortadan kaldırır.

Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.

Zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan yargıç tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden göz önünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumu ile ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve yasal bir engel bulunmamaktadır.

Hemen belirtmelidir ki, gerek İş Kanununda, gerekse Borçlar Kanununda, kıdem ve ihbar tazminatı alacakları için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmemiştir.

Uygulama ve öğretide kıdem tazminatı ve ihbar tazminatına ilişkin davalar, hakkın doğumundan itibaren, eski 818 sayılı Borçlar Kanununun 125 inci maddesi uyarınca on yıllık zamanaşımına tabi tutulmuştur. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren yeni 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146 ıncı maddesinde de genel zamanaşımı 10 yıl olarak belirlenmiştir.

Tazminat niteliğinde olmaları nedeni ile sendikal tazminat, kötüniyet tazminatı, işe başlatmama tazminatı, 4857 sayılı İş Kanununun; 5 inci maddesindeki eşit işlem borcuna aykırılık nedeni ile tazminat, 26/2 maddesindeki maddi ve manevi tazminat, 28 inci maddedeki belgenin zamanında verilmemesinden kaynaklanan tazminat, 31/son maddesi uyarınca askerlik sonrası işe almama nedeni ile öngörülen tazminat istekleri on yıllık zamanaşımına tabidir.

Bu noktada, zamanaşımı başlangıcına esas alınan kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı hakkının doğumu ise, işçi açısından hizmet aktinin feshedildiği tarihtir.

Zamanaşımı, harekete geçememek, istemde bulunamamak durumunda bulunan kimsenin aleyhine işlemez. Bir hakkın, bu bağlamda ödence isteminin doğmadığı bir tarihte, zamanaşımının başlatılması hakkın istenmesini ve elde edilmesini güçleştirir, hatta olanaksız kılar.

İşveren ve işçi arasındaki hukuki ilişki iş sözleşmesine dayanmaktadır. İşçinin sözleşmeye aykırı şekilde işverene zarar vermesi halinde, işverenin zararının tazmini amacı ile açacağı dava da tazminat niteliğinde olduğundan on yıllık zaman aşımına tabidir.

4857 sayılı Kanundan daha önce yürürlükte bulunan 1475 sayılı Yasada ücret alacaklarıyla ilgili olarak özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediği halde, 4857 sayılı İş Kanunun 32/8 maddesinde, işçi ücretinin beş yıllık özel bir zamanaşımı süresine tabi olduğu açıkça belirtilmiştir. Ancak bu Kanundan önce tazminat niteliğinde olmayan, ücret niteliği ağır basan işçilik alacakları ise 818 sayılı Borçlar Kanununun 126/1 maddesi uyarınca beş yıllık zamanaşımına tabidir. 01.06.2012 tarihinden sonra yürürlüğe giren 6098 Sayılı TBK.’un 147. Maddesi ise ücret gibi dönemsel nitelikte ödenen alacakların beş yıllık zamanaşımına tabi olacağını belirtmiştir.

Kanundaki zamanaşımı süreleri, 6098 Sayılı TBK 148. Maddesi gereğince tarafların iradeleri ile değiştirilemez.

İş sözleşmesi devam ederken kullanılması gereken ve iş sözleşmesinin feshi ile alacak niteliği doğan yıllık izin ücreti alacağının zamanaşımı süresinin fesih tarihinden başlatılması gerekir (HGK. 05.07.2000 gün ve 2000/9-1079 E, 2000/1103 K).

Sözleşmeden doğan alacaklarda, zamanaşımı alacağın muaccel olduğu tarihten başlar. (TBK. m. 149(818.BK.128). Türk Borçlar Kanununun 117 inci maddesi uyarınca, borcun muaccel olması, ifa zamanının gelmiş olmasını ifade eder. Borcun ifası henüz istenemiyorsa muaccel bir borçtan da söz edilemez.

6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151 inci maddesinde zamanaşımının nasıl hesaplanacağı belirtilmiştir. Bu maddenin birinci fıkrası, zamanaşımının alacağın muaccel olduğu anda başlayacağı kuralını getirmiştir(818 sayılı BK.128). Aynı yönde düzenleme 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 151 inci maddesinde yer almaktadır.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 152. maddesi gereğince, asıl alacak zaman aşımına uğradığında faiz ve diğer ek haklar da zamanaşımına, uğrar. Diğer bir deyişle faiz alacağı asıl alacağın tabi olduğu zamanaşımına tabi olur(818 sayılı BK.131).

Türk Borçlar Kanunu’nun 154. maddesi (818 Sayılı BK 133/2) uyarınca, alacaklının dava açmasıyla zamanaşımı kesilir. Ancak zaman aşımının kesilmesi sadece dava konusu alacak için söz konusudur.

6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 153/4 maddesinde “Hizmet ilişkisi süresince, ev hizmetlilerinin onları çalıştıranlardan olan alacakları için” zamanaşımının işlemeyeceği ve duracağı belirtilmiştir. Bu maddenin iş sözleşmesiyle bağlı her kişiye uygulanması olanağı bulunmamaktadır. Hizmetçiden kastedilen, kendisine ev işleri için ücret ödenen, iş sahibiyle aynı evde yatıp kalkan, aileden biriymiş gibi ev halkı ile sıkı ilişkileri olan kimsedir (818 sayılı BK. Mad.132).

6098 Sayılı TBK 154. Maddesinde (818 sayılı BK. 133) zamanaşımını kesen nedenler gösterilmiştir. Bunlardan borçlunun borcunu ikrar etmesi (alacağı tanıması), zamanaşımını kesen nedenlerden biridir. Borcun tanınması, tek yanlı bir irade bildirimi olup; borçlunun, kendi borcunun devam etmekte olduğunu kabul anlamındadır. Borç ikrarının sonuç doğurabilmesi için, eylem yeteneğine ve malları üzerinde tasarruf yetkisine sahip olan borçlunun veya yetkili kıldığı vekilinin, bu iradeyi alacaklıya yöneltmiş bulunması ve ayrıca zamanaşımı süresinin dolmamış olması gerekir. Gerçekte de borç ikrarı, ancak, işlemekte olan zamanaşımını keser; farklı anlatımla zamanaşımı süresinin tamamlanmasından sonraki borç ikrarının kesme yönünden bir sonuç doğurmayacağından kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır.

Aynı maddenin 2.fıkrası uyarınca, dava açılması veya icra takibi yapılması zamanaşımını kesen nedenlerdendir. Kanunun 156. maddesi ise, zamanaşımının kesilmesi halinde yeni bir sürenin işlemesi gerektiğini açıkça belirtmiştir. Madde açıkça düzenlemediğinden ihtiyati tedbir istemi ile mahkemeye başvurma veya işçilik alacaklarının tespiti ve ödenmesi için Bölge Çalışma İş Müfettişliğine şikâyette bulunma zamanaşımını kesen nedenler olarak kabul edilemez. Ancak işverenin, şikâyet üzerine Bölge Çalışma Müdürlüğünde alacağı ikrar etmesi, zamanaşımını keser.

Uygulamada, fazlaya ilişkin hakların saklı tutulması, dava açma tekniği bakımından, tümü ihlal ya da inkâr olunan hakkın ancak bir bölümünün dava edilmesi, diğer bölümüne ait dava ve talep hakkının bazı nedenlerle geleceğe bırakılması anlamına gelir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca benimsenmiş ilkeye göre, kısmi davada fazlaya ilişkin hakların saklı tutulmuş olması, saklı tutulan kesim için zamanaşımını kesmez, zamanaşımı, alacağın yalnız kısmi dava konusu yapılan miktar için kesilir.

Zamanaşımı, dava devam ederken iki tarafın yargılamaya ilişkin her işleminden ve hâkimin her emir ve hükmünden itibaren yeniden işlemeye başlar ve kesilmeden itibaren yeni bir süre işler.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 155. maddesi hükmü, “Zamanaşımı müteselsil borçlulardan veya bölünemeyen borcun borçlularından birine karşı kesilince, diğerlerine karşı da kesilmiş olur.” kuralını içermektedir. Bu maddeye göre, müteselsil borçlulardan birine karşı zamanaşımının kesilmesi diğer müteselsil borçlulara karşı da zamanaşımını keser. (818 sayılı BK. Mad.134)

Türk Borçlar Kanununun 160. maddesinde (818 Sayılı BK 139), zamanaşımından feragat düzenlenmiştir. Anılan maddeye göre, borçlunun zamanaşımı defini ileri sürme hakkından önceden feragati geçersizdir. Önceden feragatten amaç, sözleşme yapılmadan önce veya yapılırken vaki feragattir. Oysa daha sonra vazgeçmenin geçersiz sayılacağına ilişkin yasada herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. O nedenle borç zamanaşımına uğradıktan sonra borçlu zamanaşımı defini ileri sürmekten feragat edebilir. Zira, burada doğmuş bir defi hakkından feragat söz konusudur ve hukuken geçerlidir. Bu feragat; borçlunun, ileride dava açılması halinde zamanaşımı definde bulunmayacağını karşılıklı olarak yapılan feragat anlaşmasıyla veya tek yanlı iradesini açıkça bildirmesiyle veyahut bu anlama gelecek iradeye delalet edecek bir işlem yapmasıyla mümkün olabileceği gibi, açılmış bir davada zamanaşımı definde bulunmamasıyla veya defi geri almasıyla da mümkündür.

5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanununun 7 nci maddesinde, iş mahkemelerinde sözlü yargılama usulü uygulanır. Ancak 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 447 inci maddesi ile sözlü yargılama usulü kaldırılmış, aynı yasanın 316 ve devamı maddeleri gereğince iş davaları için basit yargılama usulü benimsenmiştir.

Sözlü yargılama usulünün uygulandığı dönemde zamanaşımı def`i ilk oturuma kadar ve en geç ilk oturumda yapılabilir. Ancak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde 319 uncu madde hükmü uyarınca savunmanın değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin verilmesiyle başlayacağından, zamanaşımı defi cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. 01.10.2011 tarihinden sonraki dönemde ilk oturuma kadar zamanaşımı definin iler sürülmesi ve hatta ilk oturumda sözlü olarak bildirilmesi mümkün değildir.

Dava konusunun ıslah yoluyla arttırılması durumunda, 1086 sayılı HUMK hükümlerinin uygulandığı dönemde, ıslah dilekçesinin tebliğini izleyen ilk oturuma kadar ya da ilk oturumda yapılan zamanaşımı defi de ıslaha konu alacaklar yönünden hüküm ifade eder. Ancak Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamada, 317/2 ve 319. maddeler uyarınca ıslah dilekçesinin davalı tarafa tebliği üzerine iki haftalık süre içinde ıslaha konu kısımlar için zamanaşımı definde bulunulabileceği kabul edilmelidir.

Cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürülmemiş ya da süresi içince cevap dilekçesi verilmemişse ilerleyen aşamalarda 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 141/2 maddesi uyarınca zamanaşımı defi davacının açık muvafakati ile yapılabilir.

1086 sayılı HUMK yürürlükte iken süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı define davacı taraf süre yönünden hemen ve açıkça karşı çıkmamışsa (suskun kalınmışsa) zamanaşımı defi geçerli sayılmakta iken, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun uygulandığı dönemde süre geçtikten sonra yapılan zamanaşımı definin geçerli sayılabilmesi için davacının açıkça muvafakat etmesi gerekir. Başka bir anlatımla 01.10.2011 tarihinden sonraki uygulamalar bakımından süre geçtikten sonra ileri sürülen zamanaşımı define davacı taraf muvafakat etmez ise zamanaşımı defi dikkate alınmaz.

Zamanaşımı definin cevap dilekçesinin ıslahı yoluyla ileri sürülmesi de mümkündür (Yargıtay HGK. 04.06.2011 gün 2010/ 9-629 E. 2011/ 70. K.).

Somut uyuşmazlıkta, aylık ücret alacağı bakımından, davalı vekili tarafından davaya karşı süresi içinde zamanaşımı savunması yapılmıştır. Bu nedenle davaya karşı süresinde yapılan zamanaşımı savunmasının gözetilmemesi hatalıdır.

5- Ulusal bayram, genel tatil ücreti alacağının net miktarının hesaplanmasında gelir vergisi ve damga vergisi yanında sigorta priminin ve işsizlik priminin de düşülmesi gerektiğinin düşünülmemesi hatalıdır.

6- Dosya kapsamından davacının asgari ücrete ilaveten sefer primi şeklindeki ücretlendirme ile çalışan uluslar arası tır şoförü olduğu noktasında tereddüt yoktur.

Sefer primi ücret alacağı kapsamına girer ve ücretin ödendiğini işveren imzalı bordro ya da banka ödeme kaydı gibi yazılı belge ile ispatlamalıdır.

Davacıya ileri sürdüğü sefer primi kesintilerinin ödendiği davalı tarafından yazılı belge ile ispatlanamadığından hüküm altına alınmalıdır. Yazılı gerekçe ile reddi hatalıdır.

7-Yıllık izin ücreti açısından;

Davacının 3 dönem halinde davalı işverenlik nezdinde çalıştığı dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Çalışma dönemleri arasında davalı nezdinde çalışmadığı dönemler -her kesinti dönemi bakımından- 5 yıldan kısadır. En son dönemde iş aktinin son bulma tarihi 2012 yılı olup dava 2013 yılında açılmış ve ıslah 2014 yılında yapılmıştır. Bu nedenle, her ne kadar davalı vekili davaya ve ıslaha karşı süresinde zamanaşımı savunması yapmış ise de yıllık izin bakımından davaya karşı veya ıslaha karşı zamanaşımı hiç bir çalışma dönemi için gerçekleşmemiştir.

Bu nedenle davacının 1. dönem, 2. dönem ve 3. dönem çalışma süreleri toplanarak yıllık izin ücreti bakımından toplam hizmet süresi bulunmalıdır. Bu çalışma sürelerinin 1475 sayılı eski İş Kanunu döneminde geçen kısmı için 1475 sayılı İş Kanunu’na göre, 4857 sayılı İş Kanunu döneminde geçen çalışma süreleri için 4857 sayılı İş Kanunu`na göre kıdemi için kanunlarda öngörülen yıllık izin süreleri hesaplanarak toplam 13 yıl 11 ay 27 günlük hizmet süresi için kanunen kullandırılması gereken toplam yıllık izin süresi tespit edilmelidir. Bilirkişi raporunda her çalışma döneminin kapsadığı yıl sayısına göre yıllık izin ücreti hesaplanması ve önceki hizmet sürelerinin sıfırlandığının varsayılması hatalıdır.

İşçinin yıllık iznini kullandığı işveren tarafından yazılı belge ile ispatlanmalıdır.

Yıllık izin ücreti açısından, dosyaya bir kısım yıllık izin kullanımına ilişkin belge fotokopisi ibraz edilmiştir. Ancak bu belgeler kararda irdelenmeden sonuca gidilmiştir. Bizatihi davacı asıldan bu belgeler sorularak bu belgelerin neticeye etkisi irdelenerek sonuca gidilmeli, varsa yıllık izin ücreti alacağı hüküm altına alınmalıdır.

Şunu da eklemek gerekir ki, çalışma sürerken yıllık izin kullanılmaksızın ücretinin ödenmesi, iş aktinin sona ermesinden sonra aynı dönem için yıllık izin ücretinin talep edilmesine engel değildir. Zira, çalışma sürerken yıllık iznin kullandırılması yerine ücretinin ödenmesi yıllık izin hakkını ortadan kaldırmaz. Çalışma devam ederken yıllık ücretli izin paraya tahvil edilemez.

F) SONUÇ:

Temyiz olunan kararın yukarda yazılı sebeplerden BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/11831 Karar : 2016/12562 Tarih : 28.06.2016

  • HMK 316. Madde

  • Basit Yargılama Usulüne Tabi Dava ve İşler

Dava, 07.09.2015 tarihinde açılmış olup, velayetin değiştirilmesi talebine ilişkindir.

Velayet davaları 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri kanunda “çekişmesiz yargı” işi olarak kabul edilmiş (HMK m. 382/2-b-13) ve basit yargılama usulüne tabidir (HMK m. 316/1 -ç).

Mahkemece ön inceleme duruşması tamamlanıp, tahkikat aşamasına geçildiğine göre, davalının Hukuk Muhakemeleri Kanunun 147. maddesi gereğince tahkikat duruşmasına davet edilmesi zorunludur. Bu yasal zorunluluğun gereği yapılıp, davalının tahkikat duruşmasında bulunmasına imkan sağlamaksızın, davanın esası hakkında hüküm kurulması, davalının hukuki dinlenilme hakkına (HMK m. 27) aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple ( BOZULMASINA ), bozma sebebine göre temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadğına, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/13091 Karar : 2014/15948 Tarih : 3.06.2014

  • HMK 316. Madde

  • Basit Yargılama Usulüne Tabi Dava ve İşler

Alacaklı tarafından borçlu şirket aleyhine bonolara dayalı olarak kambiyo senetlerine mahsus haciz yoluyla yapılan icra takibinde, keşideci şirket vekili, usulsüz tebligat şikayeti ile birlikte takip dayanağı bonodaki imzanın şirket yetkilisine ait olmayıp, İ…G… isimli şahsa zorla imzalattırıldığını ileri sürerek borca itiraz ettiği, mahkemece, usulsüz tebligat şikayetinin kabulüne, ancak Menderes 1. Noterliğince düzenlenen ve borçlu şirket yetkilisince İ.G. vekil tayin edildiği, vekalette vekilin borçlandırma yetkisinin olmadığı belirtilmişse de anılan vekaletnameye istinaden söz konusu kişinin bonoyu imzaladığı, dolayısıyla İdris`in yetkisinin olmadığının ileri sürülmesinin hakkın kötüye kullanımı olduğundan bahisle borca itirazın reddine karar verildiği görülmektedir.

Türk Borçlar Kanunu`nun 504.maddesi gereğince vekilin kambiyo taahhüdünde bulunabilmesi için özel yetkiyi haiz olması gerektiği gibi, ticari vekilin böyle bir taahhüt altına girmesi de aynı Kanunun 551.maddesinde özel yetkinin bulunması koşuluna bağlanmıştır.

Somut olayda takip dayanağı bonodaki imzanın şirket yetkilisi H…G…‘ye ait olmayıp İ…G…‘ye ait olduğu tarafların kabulündedir. Menderes 1. Noterliğinin 08.08.2011 tarih ve 6898 yevmiye no’lu vekaletnamesi ile şirket yetkilisince İ…G…`ye, üçüncü kişilerle şirket ve iştigal konuları ile ilgili her türlü sözleşme yapma yetkisi verilmiş ise de, kambiyo taahhüdüne ilişkin açıkça bir yetkinin olmadığı görülmektedir.

Öte yandan takibe konu senedi imzalayan İ.G., verilen vekalete göre TBK`nın 548 ve devamı maddelerinde öngörülen ticari temsilci de değildir. Her ne kadar ticari temsilcinin (yani ticari mümessil) kambiyo taahhüdünde bulunmaya yetkisi varsa da, limited şirketlerde ticari temsilciyi atama yetkisi genel kurula ait olup somut olayda böyle bir durum da söz konusu değildir.

Diğer taraftan, icra mahkemeleri İİK’nın 18.maddesi delaletiyle 6100 sayılı HMK`nın 316-322. maddeleri arasında düzenlenen basit yargılama usulüne göre yargılama yapar. İcra mahkemelerinin kuruluş amacı, icra organlarınca yürütülen cebri icra yetkisinin, hukuka ve kanuna uygunluğunu, icra ve iflas hukuku çerçevesinde denetlemektir. İcra dairelerinin işlemleriyle ilgili olarak yapılan şikayet ve itirazlara ilişkin uyuşmazlıkları sınırlı ve biçimsel olarak incelemek ve en seri şekilde karara bağlamak icra mahkemelerinin görevidir. Bu nedenle icra mahkemelerinin yargılama yetkileri, genel mahkemelere göre sınırlıdır. Ekseriyetle sadece yazılı belge üzerinden inceleme yaparak uyuşmazlığı çözüme kavuşturmak zorundadırlar. Yetkisi sınırlı icra mahkemesi, sadece itiraz konusu kambiyo senedi ile ilgili imza incelemesi yaptırıp sonucuna göre bir karar vermekle yükümlüdür.

Bu durumda kambiyo taahhüdünde bulunma yetkisi olmayan vekilin imzaladığı bonodan dolayı borçlu şirket sorumlu tutulamayacağından mahkemece borca itirazın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile istemin reddi isabetsizdir.

Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle ( BOZULMASINA ), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/784 Karar : 2014/1620 Tarih : 4.02.2014

  • HMK 316. Madde

  • Basit Yargılama Usulüne Tabi Dava ve İşler

Dava, İİK 257. maddesine dayalı ihtiyati haciz istemine ilişkindir.

Davalı, haksız ve yersiz ihtiyati haciz isteminin reddini savunmuştur.

Yerel Mahkemece, sulh hukuk mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle mahkemenin görevsizliğine dair verilen karar, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlık, İİK 257. maddesine dayalı olarak asıl alacaktan bağımsız olarak yapılan ihtiyati haciz isteminde hangi mahkemenin görevli olduğu noktasında toplanmaktadır.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK`nın 1-4. maddelerinde mahkemelerin görevi düzenlenmiş olup aynı Kanunun 4. maddesinde; Sulh Hukuk Mahkemesinin görev alanına giren dava ve işler sayılmış, 4/1-Ç bendinde de bu kanun ve diğer kanunların sulh hukuk mahkemesi ve hakimini görevlendirdiği davalar şeklinde ifadeye yer verilmiştir.

Basit yargılama usulü 6100 sayılı HMK`nın 316-322 maddelerinde düzenlenmiş olup, 316/1-a maddesinde; Sulh Hukuk Mahkemelerinin görev alanına giren tüm dava ve işlerin basit yargılama usulüne göre yapılacağı, 316/1-c maddesinde de ihtiyati haciz isteminin basit yargılama usulüne tabi işlerden olduğu belirtilmiştir.

6100 sayılı HMK`ya göre Asliye Hukuk Mahkemesi genel yetkili mahkemedir.

Yukarıda açıklanan yasal düzenlemelerden; İhtiyati haciz isteminin basit yargılamaya tabi işlerden olduğu ancak ihtiyati haciz isteminin sulh hukuk mahkemesinde görüleceğine dair açık bir düzenlemeye yer verilmediği gibi basit yargılamaya tabi olan tüm işlerin de Sulh Hukuk Mahkemesinde görüleceğine dair bir düzenlemenin olmadığı açıktır. HMK 316/1-a maddesinde belirtilen husus; Sulh Hukuk Mahkemesinin görev alanına giren tüm işlerin basit yargılama usulüne göre yapılacağı olup, basit yargılamaya tabi tüm işlerin Sulh Hukuk Mahkemesinde görüleceğine ilişkin değildir. İhtiyati Haciz isteminin Sulh Hukuk Mahkemesinde görüleceğine ilişkin açık bir düzenleme bulunmadığına göre eldeki davada görevli mahkeme genel yetkili Asliye Hukuk Mahkemesidir.

Şu halde yerel mahkemece işin esası incelenerek varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde görevsizlik kararı verilmiş olması doğru değildir. Bu nedenle kararın bozulması gerekmiştir.

Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenle ( BOZULMASINA ), bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ Esas : 2013/17940 Karar : 2014/31 Tarih : 6.01.2014

  • HMK 316. Madde

  • Basit Yargılama Usulüne Tabi Dava ve İşler

İhtiyati hacze itiraz eden borçlu vekili, ihtiyati haciz şartlarının oluşmadığını ileri sürerek verilen ihtiyati haciz kararının kaldırılmasını istemiştir.

İhtiyati haciz talep alacaklı vekili, itirazın yerinde olmadığını savunarak reddini istemiştir.

Mahkemece, bozma sonrası yapılan yargılamada iddia, savunma ve tüm dosya kapsamı uyarınca;İ İ.İ.K.nın 257 vd. maddeleri uyarınca ihtiyati haciz taleplerinde görevli mahkemenin genel hükümlere göre belirleneceği, H.M.K.nın 316/1-c maddesinde basit yargılama usulüne tabi bir iş olarak düzenlenen ve H.M.K.daki bu açık hüküm sebebi ile H.M.K.nın 4/ç bendi kapsamında nitelendirilmesi gereken bu ihtiyati hacze itiraz taleplerinde asliye hukuk mahkemesinin görevli olduğuna dair açık bir düzenlemenin bulunmadığı, basit yargılama usulüne tabi olan dava ve işlerde genel görevli mahkeme olan sulh hukuk mahkemesinin ihtiyati haciz talebine dair işlerde de görevli olduğu gerekçesiyle; mahkemenin görevsizliğine, talep halinde dosyanın asıl ve yetkili Nevşehir Sulh Hukuk Mahkemesi`ne gönderilmesine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Temyiz olunan karar ihtiyati haciz kararına itiraza ilişkindir.

H.M.K.nın 316/1-c maddesi uyarınca; İhtiyati haciz istemlerinin incelenmesi basit yargılama usulüne tabi ise de, aynı kanun maddesinden de açıkça anlaşılacağı üzere, basit yargılama usulü sadece ve münhasıran sulh hukuk mahkemesinde değil asliye hukuk ve asliye ticaret mahkemelerinin görev alanına giren pek çok dava ve iş bakımından da uygulanan bir yargılama usulü niteliğindedir.

Öte yandan, ihtiyati haciz istemi, mahiyeti gereği, 6100 Sayılı H.M.K.nın 2. maddesinde belirtildiği üzere gerek istemde bulunanın ve gerekse de aleyhine istemde bulunulanın mal varlığı haklarına dair bir “iş” niteliğinde olup aksine bir düzenleme söz konusu olmadığı için bu işler bakımından asıl görevli mahkeme asliye hukuk ve/veya işin mahiyetine göre asliye ticaret mahkemesidir.

Bu durumda, açık yasa hükümlerine karşın, yerel mahkemece istemin görevsizlik sebebiyle dava şartı yokluğundan ötürü reddedilmesi doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.

Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, ihtiyati hacze itiraz eden ( borçlu ) vekilinin temyiz itirazının kabulüyle yerel mahkeme kararının (BOZULMASINA), ödenen temyiz peşin harcın istemi halinde temyiz edene iadesine, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ Esas: 2016/11362 Karar: 2017/1379 Tarih: 06.03.2017

  • HMK 316. Madde

  • Basit Yargılama Usulüne Tabi Dava ve İşler

Dava, 257. maddesine dayalı ihtiyati haciz istemine ilişkindir.

Talep eden; 02.03.2013 tarihli kredi sözleşmesinde müşterek borçlu ve kefil olan karşı tarafın 130.794,44 TL kredi borcunu ödemediğini, mal kaçırma ve ikamet değiştirme işlemlerinde bulunabilecekleri gerekçesi ile borca yeter miktarda malları üzerine ihtiyati haciz konulması talebinde bulunmuştur.

Yerel Mahkemece, sulh hukuk mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle mahkemenin görevsizliğine dair verilen karar, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlık, 257. maddesine dayalı olarak asıl alacaktan bağımsız olarak yapılan ihtiyati haciz isteminde hangi mahkemenin görevli olduğu noktasında toplanmaktadır.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı HMK’nın 1-4. maddelerinde mahkemelerin görevi düzenlenmiş olup aynı Kanun’un 4. maddesinde; sulh hukuk mahkemesinin görev alanına giren dava ve işler sayılmış, 4/1-Ç bendinde de bu Kanun ve diğer kanunların sulh hukuk mahkemesi ve hakimini görevlendirdiği davalar şeklinde ifadeye yer verilmiştir.

Basit yargılama usulü 6100 Sayılı HMK’nın 316-322 maddelerinde düzenlenmiş olup, 316/1-a maddesinde; sulh hukuk mahkemelerinin görev alanına giren tüm dava ve işlerin basit yargılama usulüne göre yapılacağı, 316/1-c maddesinde de ihtiyati haciz isteminin basit yargılama usulüne tabi işlerden olduğu belirtilmiştir.

6100 Sayılı göre asliye hukuk mahkemesi genel yetkili mahkemedir.

Yukarıda açıklanan yasal düzenlemelerden; İhtiyati haciz isteminin basit yargılamaya tabi işlerden olduğu, ancak ihtiyati haciz isteminin sulh hukuk mahkemesinde görüleceğine dair açık bir düzenlemeye yer verilmediği gibi basit yargılamaya tabi olan tüm işlerin de sulh hukuk mahkemesinde görüleceğine dair bir düzenlemenin olmadığı açıktır. 316/1-a maddesinde belirtilen husus; sulh hukuk mahkemesinin görev alanına giren tüm işlerin basit yargılama usulüne göre yapılacağı olup, basit yargılamaya tabi tüm işlerin sulh hukuk mahkemesinde görüleceğine dair değildir. İhtiyati haciz isteminin sulh hukuk mahkemesinde görüleceğine dair açık bir düzenleme bulunmadığına göre eldeki davada görevli mahkeme genel yetkili asliye hukuk mahkemesidir.

Şu halde yerel mahkemece işin esası incelenerek varılacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde görevsizlik kararı verilmiş olması doğru değildir. Bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan sebeple BOZULMASINA ve peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, 06.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ Esas: 2013/36217 Karar: 2015/10231 Tarih: 16.03.2015

  • HMK 316. Madde

  • Basit Yargılama Usulüne Tabi Dava ve İşler

Davacı vekili; fark kıdem tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı vekili, zamanaşımı ve husumet itirazlarında bulunarak davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, toplanan deliller ve bilirkişi raporuna dayanılarak davanın kabulüne karar verilmiştir. Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.

Taraflar arasında fark kıdem tazminatı alacağının zamanaşımına uğrayıp uğramadığı yönünden uyuşmazlık bulunmaktadır.

Zamanaşımı, alacak hakkının belli bir süre kullanılmaması yüzünden dava edilebilme niteliğinden yoksun kalmasını ifade eder. Bu itibarla zamanaşımı savunması ileri sürüldüğünde, eğer savunma gerçekleşirse hakkın dava edilebilme niteliği ortadan kalkacağından, artık mahkemenin işin esasına girip onu incelemesi mümkün değildir.

Zamanaşımı, bir maddi hukuk kurumu değildir. Diğer bir anlatımla zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, salt doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Bu bakımdan zamanaşımı alacağın varlığını değil, istenebilirliğini ortadan kaldırır. Bunun sonucu olarak da, yargılamayı yapan hakim tarafından yürüttüğü görevinin bir gereği olarak kendiliğinden göz önünde tutulamaz. Borçlunun böyle bir olgunun var olduğunu, yasada öngörülen süre ve usul içinde ileri sürmesi zorunludur. Demek oluyor ki zamanaşımı, borcun doğumuyla ilgili olmayıp, istenmesini önleyen bir savunma olgusudur. Şu durumda zamanaşımı, savunması ileri sürülmedikçe, istemin konusu olan hakkın var olduğu ve kabulüne karar verilmesinde hukuksal ve kanuni bir engel bulunmamaktadır.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 316/l-d maddesine6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 316/l-d maddesine göre, iş mahkemelerinde basit yargılama usulü uygulanır. Aynı Kanun’un 319. maddesine göre ise, savunmanın genişletilmesi ya da değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar.

Somut olayda, davalı vekilinin cevap dilekçesinde zamanaşımı defi ileri sürmesi söz konusudur. Dosya içeriğine göre, dava tarihi itibariyle talep konusu alacağın zamanaşımına uğradığı anlaşılmakla, bu sebeple davanın reddi gerekirken davalı tarafın süresinde ileri sürdüğü zamanaşımı defi dikkate alınmadan yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın, yukarda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, 16.03.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS