Feragat ve Kabulün Şekli
HMK Madde 309
(1) Feragat ve kabul, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır.
(2) Feragat ve kabulün hüküm ifade etmesi, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir.
(3) Kısmen feragat veya kabulde, feragat edilen veya kabul edilen kısmın, dilekçede yahut tutanakta açıkça gösterilmesi gerekir.
(4) Feragat ve kabul, kayıtsız ve şartsız olmalıdır.
HMK Madde 309 Gerekçesi
Maddenin birinci fıkrası, 1086 sayılı Kanunun 93 üncü maddesinin karşılığıdır. Bu fıkrada feragat ve kabul işleminin belli bir geçerlilik şekline tâbi olmadığı, mahkemeye yöneltilmiş bir irade beyanı olarak yapılmasının yeterli olduğu vurgulanmıştır.
İkinci fıkra ile feragat ve kabulün, karşı tarafın veya mahkemenin muvafakatine bağlı olmadığı, böylece tek taraflı irade açıklamasıyla sonuç doğuracağı belirtilmiştir.
Yargılama sırasında taraf usul işlemi olarak ortaya çıkan feragat ve kabulün, davaya son veren işlem olarak hüküm ifade edebilmesi için, irade beyanlarında hiçbir tereddüdün bulunmaması gerekir.
Maddenin son fıkrasında açıklanan kurala göre, feragat ve kabulün kayıtsız ve şartsız yapılmış olması gerekir. Zira, kayıt ve şarta bağlı beyanlarda, kısmen de olsa ihtilaf devam ettirilmekte ve böylece davaya son veren işlem tamamlanmamaktadır.
HMK 309 (Feragat ve Kabulün Şekli) Emsal Yargıtay Kararları
YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2018/4019 Karar : 2018/15637 Tarih : 13.09.2018
-
HMK 309. Madde
-
Feragat ve Kabulün Şekli
Dava, üçüncü kişinin İİK’nin 96. vd. maddelerine dayalı istihkak iddiasına ilişkindir………. 2. …… Hukuk Mahkemesi’nin 26.12.2017 tarih ve 2017/829 Esas, 2017/1127 Karar sayılı kararına karşı davacı 3. kişi tarafından temyiz yoluna başvurulduktan sonra, davalı alacaklı asil 05.07.2018 tarihli dilekçesi ile davayı kabul etmiştir.
Davayı kabul geniş kapsamlı bir beyan olup HMK’nin 309. maddesi gereği kati bir hükmün neticelerini doğurur. Kabulün geçerliliği karşı tarafın muvafakatına da bağlı değildir. Kabul beyanı etkisini onu yapanın tek yönlü irade beyanı ile gösterir.
HMK’nin 310. maddesine göre davayı kabul, hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabilir. 311. maddesinde kabul kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. Karar kesinleşinceye kadar davayı kabulün mümkün olduğuna, Mahkemece bir karar verilip, davadan el çekildikten sonra, istinaf veya temyiz aşamasında dava kabul edildiğinde bu aşamada davayı kabul hakkında karar verme yetkisi Yerel Mahkemesi’ne ait bulunduğuna göre, davayı kabul hususunda karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmektedir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle, davalı asilin kabul beyanı dikkate alınarak bir karar verilmek üzere, Yerel Mahkeme hükmünün İİK’nin 366 ve 6100 sayılı HMK’nin Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nin 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, taraflarca İİK’nin 366/3. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, istek halinde peşin harcın temyiz edene iadesine, 13.09.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/2909 Karar : 2018/3968 Tarih : 26.03.2018
-
HMK 309. Madde
-
Feragat ve Kabulün Şekli
1-Davalı kadın temyiz dilekçesinde adli yardım talebinde bulunmuştur. Adli yardıma ilişkin usul ve esaslar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 334-340. maddelerinde düzenlenmiş olup, aynı Kanunun 336/3. maddesine göre adli yardım talebi kanun yollarına başvuru sırasında Yargıtay’a yapılabilir ve Hukuk Muhakemeleri Kanununun 337/1. maddesi uyarınca da duruşma yapılmaksızın talep hakkında karar verilebilir. Davalının adli yardım talebini içeren dilekçesi ve dosya kapsamındaki belge ve bilgiler birlikte değerlendirildiğinde; davalı kadının kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin gereken kanun yoluna başvuru giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olduğu kanaatine varıldığından davalı kadının adli yardım talebinin temyiz harç ve giderlerine münhasır olarak kabulüne karar vermek gerekmiştir.
2-Davacı asil 28.06.2016 tarihli beyanın da “davalı ile barışmak istemediğini, ancak davaya devam etmekte istemediğini, davadan vazgeçtiğini” beyan etmiş, davalı geri almaya açıkça muvafakat etmemiş, yargılamaya devamla, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece feragat (HMK m. 309) sebebiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davayı sona erdiren kesin bir usul işlemi niteliğinde olan davadan feragatin açık, kesin ve koşulsuz olması, yasa gereğidir (HMK m.309/4). Bu haliyle, davacının 28.06.2016 tarihli beyanı açık, kesin ve koşulsuz feragat ettiğini gösterecek nitelikte bir irade beyanı niteliğinde olmayıp, 6100 sayılı HMK’nın 123. maddesinde düzenlenen davanın geri alınması niteliğindedir. Davacının 28.06.2016 tarihli beyanının HMK 123. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 26.03.2018(Pzt.)
YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/8876 Karar : 2018/1262 Tarih : 28.02.2018
-
HMK 309. Madde
-
Feragat ve Kabulün Şekli
araflar arasında görülen davada;
Davacılar, mirasbırakan … ’ın, 2814, 919, 1199 ve 1374 parsel sayılı taşınmazlarını davalı torunu … ’e, 905 parsel sayılı taşınmazını davalı oğlu … ’e satış suretiyle, 112 parsel sayılı taşınmazını ise ölünceye kadar bakma akdi ve vasiyetnameyle davalı … ’e devrettiğini, temliklerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline, olmazsa tenkise karar verilmesini istemişlerdir.
Davalılar, 2814, 919, 1199, 1374 ve 905 parsel sayılı taşınmazlar bakımından davayı kabul ettiklerini bildirmişler, 112 parsel sayılı taşınmaz bakımından ise temlikin muvazaalı olmadığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, 112 parsel sayılı taşınmaz bakımından dava tefrik edilerek, diğer taşınmazlar bakımından kabul nedeniyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalılar vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 28.02.2018 Çarşamba günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalılar vekili Avukat … ile temyiz edilen davacı vekili Avukat … geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmazsa tenkis isteğine ilişkindir.
Dosya içeriği ve toplanan delilerden, mirasbırakan … ’ın çekişme konusu 905 parsel sayılı taşınmazı 17.03.1986 tarihli akitle davalı … ’e, 1374, 919, 1199 ve 2814 parsel sayılı taşınmazları ise 19.09.2001 tarihli akitle davalı … ’e satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.
Öte yandan, murisin 19.05.2012 tarihinde ölümü ile davanın 08.04.2013 tarihinde 10.000-TL dava değeri gösterilerek açıldığı, davalıların esasa cevap süresi içinde 905, 1374, 919, 1199 ve 2814 parsel sayılı taşınmazlar bakımından davayı kabul ettikleri, mahkemenin kabule rağmen keşif yapıp taşınmazların değerlerini belirleyen bilirkişi raporu aldığı ve bilirkişi raporunda belirlenen değerler üzerinden eksik harcın ikmalinden sonra hüküm kurduğu görülmektedir.
Hemen belirtmek gerekir ki, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 309. ve devamı maddelerinde düzenlendiği üzere; feragat ve kabulün hüküm ifade etmesi, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir (HMK 309/2), feragat ve kabul, hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabilir (HMK 310), feragat ve kabul, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur, irade bozukluğu hâllerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir (HMK 311).
Somut olayda, işlemlerin temeli muvazaalı olup davalılar da muvazaalı akitlerin tarafları olduğundan davanın açılmasına sebebiyet vermişlerdir ve yargılama giderlerinden sorumlu oldukları kuşkusuzdur.
Ne var ki, kabul beyanı karşı tarafın muvafakatine bağlı olmayıp kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurduğundan, kabul beyanından sonra yapılan giderlerden davalıların sorumlu tutulmaları doğru değildir.
Ancak, bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, davanın başlangıçta 10.000-TL değer üzerinden harçlandırılarak açıldığı dikkate alınarak hükmün 4. maddesinin tamamının hüküm fıkrasından çıkartılarak yerine; “Alınması gereken 683,10 TL harcın, peşin olarak alınan 170,80 TL ve yargılama sırasında tamamlanan 5.431,00 TL harçtan mahsubu ile bakiye 4.918,70 TL’nin davacıya iadesine, davacı tarafından yatırılan 683,10 TL harcın davalılardan alınarak davacıya verilmesine” ibaresinin yazılmasına, hükmün 5. maddesinin tamamının hüküm fıkrasından çıkartılarak yerine; “Davacı tarafından yapılan 6 adet tebligat ve 11 adet müzekkere masrafı toplamı 131,00 TL’nin davalılardan alınarak davacılara verilmesine,” ibaresinin yazılmasına, hükmün 6. maddesinin tamamının hüküm fıkrasından çıkartılarak yerine; “Davacılar kendilerini vekille temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte olan AAÜT’ne göre 1.500 TL vekalet ücretinin davalılardan alınarak davacılara verilmesine” ibaresinin yazılmasına, davalıların bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK’nin geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK`nun 438/7. maddesi uyarınca hükmün bu şekliyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 30.12.2017 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz edenler vekili için 1.630.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenlerden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.02.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/14444 Karar : 2018/1616 Tarih : 5.02.2018
-
HMK 309. Madde
-
Feragat ve Kabulün Şekli
… 2. İcra Hukuk Mahkemesi`nin 2016/760 Esas 2017/506 Karar sayılı kararı davalı borçlu vekili tarafından temyiz edildikten sonra, 23.06.2017 tarihinde davacı alacaklı vekili tarafından davadan feragat dilekçesi verildiği, dilekçenin aslının dosyasında olduğu, vekilin usulüne uygun olarak düzenlenmiş vekaletnamesinde davadan feragat yetkisinin mevcut olduğu tespit edilmiştir.
Davadan feragat geniş kapsamlı bir beyan olup HMK`nun 309. maddesi gereği kati bir hükmün neticelerini doğurur. Feragatin geçerliliği karşı tarafın muvafakatına da bağlı değildir. Feragat beyanı etkisini onu yapanın tek yönlü irade beyanı ile gösterir.
HMK’nun 310. maddesine göre davadan feragat, hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabilir. 311. maddesinde feragat kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. Karar kesinleşinceye kadar davadan feragatin mümkün olduğuna, Mahkemece bir karar verilip, davadan el çekildikten sonra, temyiz aşamasında vekaletnamesinde feragate yetkili bulunduğu anlaşılan davacı vekili tarafından verilen dilekçe ile usulüne uygun şekilde davadan ve temyizden feragat edildiğine ve bu aşamada davadan feragat hakkında karar verme yetkisi Yerel Mahkemesi’ne ait bulunduğuna göre, davadan feragat hususunda karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmektedir. (HGK`nun 20.09.1995 tarih, 1995/12-661 Esas, 763 Karar)
SONUÇ: Davacı alacaklı vekilinin davadan feragati hakkında bir karar verilmek üzere Mahkeme kararının İİK’nın 366. ve 6100 sayılı HMK’nın Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalı borçlu vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, taraflarca İİK`nın 366/3. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 05.02.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/4314 Karar : 2018/279 Tarih : 16.01.2018
-
HMK 309. Madde
-
Feragat ve Kabulün Şekli
Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde bedel isteğine ilişkindir.
Davacılar, mirasbırakan …’nin maliki olduğu taşınmazları ara malik kullanmak suretiyle davalı oğullarına satış suretiyle devrettiğini, taşınmazların imar uygulamasına tabi tutulup kat karşılığı inşaat sözleşmesine konu edildiğini, işlemlerin miraçlılardan mal kaçırma amaçlı, bedelsiz ve muvazaalı olduğunu, murisin mal satmaya ihtiyacı olmadığı gibi davalıların da alım güçlerinin bulunmadığını ileri sürerek, 203 ada 8 parsel sayılı taşınmazdaki 1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-11-12-13-14, 1571 ada 1 parsel sayılı taşınmazdaki 1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-11-12-13-14-15-16, 1571 ada 5 parsel sayılı taşınmazdaki 1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-11-12-13-14-15-16, 1583 ada 1 parsel sayılı taşınmazdaki 1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-11-12-13-14-15-16-17 nolu bağımsız bölümler ile 569 parsel, 1541 ada 6-7, 1633 ada 8, 269 ada 5-7, 1571 ada 6 parsel sayılı taşınmazların tapu kayıtlarının iptali ile miras payları oranında adlarına tesciline, olmazsa bedele karar verilmesini istemişlerdir.
Davalılar, zamanaşımı itirazında bulunup, bir kısım taşınmazların mirasbırakan ile ilgisinin bulunmadığını, … ya da üçüncü kişilerden satış suretiyle edindiklerini, muristen taşınmaz satın almadıklarını, temliklerin muvazaalı olmadığını, işlemlerin gerçek olduğunu belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece, muvazaa olgusunun sabit olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabul kısmen reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, mirasbırakan …’nin maliki ve paydaşı olduğu 461 parsel sayılı taşınmazı 04.06.1991, 352 parsel sayılı taşınmazı 27.01.1995 tarihinde dava dışı …’i ara malik kılarak, 604 ada 1 ve 4 parsel sayılı taşınmazları ise 13.04.2004 tarihinde davalı oğullarına satış suretiyle temlik ettiği, taşınmazların bir kısmının imar ve tevhit işlemleriyle parsel numaralarının değişip kat karşılığı inşaat sözleşmelerine konu edilerek bağımsız bölümlerin davalılar adına tescil edildiği, bir kısmının dava dışı 3. kişilere temlik edildiği, 1930 doğumlu murisin 22.04.2009 tarihinde öldüğü, geride mirasçı olarak davacı kızları ile davalı oğulları ve dava dışı eşi …’ın kaldığı anlaşılmaktadır.
Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve özellikle yapılan temliklerin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazalı olduğu saptanmak suretiyle davanın kısmen kabul edilmiş olmasında kural olarak bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Davalıların bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine.
Tarafların diğer temyiz itirazlarına gelince;
Hemen belirtilmelidir ki; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 309/2. maddesinde, feragat ve kabulün hüküm ifade etmesinin karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı olmadığı ve 311. maddesinin birinci cümlesinde, feragatin kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğuracağı düzenlenmiştir.
Yargılama sırasında davacılar vekili 17.04.2014 tarihili duruşmada 269 ada 5 ve 7 parseller ile 569 parsel sayılı taşınmazlara yönelik davalarından feragat ettiklerini beyan etmiş, 12.10.2015 tarihli ıslah dilekçesi ile 1541 ada 6 ve 7, 1633 ada 8, 1571 ada 6 parsel, 1571 ada 1 parsel sayılı taşınmazdaki 1, 2, 3, 4, 5, 8, 13, 14, 15, 16, 1571 ada 5 parsel sayılı taşınmazdaki 1, 2, 4, 5, 6, 7, 8, 1583 ada 1 parsel sayılı taşınmazdaki 6, 7, 8, 9, 10, 16, 17 nolu bağımsız bölümler bakımından davalarını ıslah ettiklerini, anılan taşınmazlar haricindeki sayılmayan diğer taşınmazlar yönünden davadan feragat ettiklerini belirtmişlerdir. Bu nedenle mahkemece, sadece 269 ada 5 ve 7 parseller ile 569 parsel sayılı taşınmaz bakımından feragat nedeniyle reddine karar verilip, feragat edilen diğer taşınmazlar bakımından davacı tarafa harç ikmali yaptırılarak davanın esastan reddine karar verilmesinin doğru olduğu söylenemez. Feragatin, davacının talep sonucundan vazgeçmesi ve kesin hüküm gibi sonuç doğuran taraf işlemlerinden olması dikkate alınarak, feragat edilen taşınmazların tamamı bakımından feragat nedeniyle davanın reddine karar verilmesi ve hükmün ferilerinin de (dava dilekçesinde gösterilen dava değerine itiraz edilmediği de dikkate alınarak) bu doğrultuda oluşturulması gerekmektedir.
Öte yandan mahkemece, gerek davacıların miras paylarının, gerekse bu paylara isabet eden değerlerinin tespiti bakımından birden fazla birbiriyle çelişkili bilirkişi raporları alınmış, raporlar arasındaki çelişki giderilmeden birden çok rapora itibar edilerek sonuca gidilmiştir.
Hâl böyle olunca, davacıların miras payları karşılığı ve bu paylara isabet eden değerlerin tespiti bakımından mahalinde uzman bilirkişi heyeti ile keşif yapılarak, davalıların dava dışı paydaşlardan da pay temliki aldığı ve taşınmazın imar uygulamaları ile ifraz ve tevhit işlemlerine konu edildiği dikkate alınarak, mirasbırakandan temlik edilen payların ne kadarlık bir kısmının güncel tapu kayıtlarına isabet ettiğinin saptanıp önceki raporlar arasındaki çelişkileri de giderir şekilde denetime elverişli rapor alınması, davacıların bir kısım taşınmazlara yönelik feragat beyanları da dikkate alınarak hükmün ferilerinin de bu doğrultuda oluşturulması, toplanan ve toplanacak delillerin bir bütün olarak değerlendirip hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, çelişkili bilirkişi raporlarına itibar edilerek eksik inceleme ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.
Tarafların yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 30.12.2017 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden taraflar vekilleri için 1.630.00.’ar-TL. duruşma vekâlet ücretinin karşılıklı olarak alınıp birbirlerine verilmesine, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 16.01.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/12509 Karar : 2017/18188 Tarih : 26.12.2017
-
HMK 309. Madde
-
Feragat ve Kabulün Şekli
Davacı; davacı ve davalıların ortak murisi … adına kayıtlı olan … İli, … İlçesi, 2. Bölge … Mahallesi, … Mevkii 66 Pafta, 906 Ada 1 parsel nolu taşınmazın üzerine, davacının da para göndererek 4 katlı bina inşaa ettirdiklerini, muris …‘in en çok para gönderene binanın girişindeki dükkan ve bodrum kattaki depoyu vereceğini beyan ettiğini, binanın yapımı için davacının diğerlerine göre daha fazla para gönderdiği için murisin … Noterliğinden yaptığı 08/09/2005 tarihli … yevmiye nolu düzenleme şeklinde vasiyetname ile binanın girişindeki dükkan ile bodrum kattaki depoyu davacıya bırakmayı vasiyet ettiğini, ancak davalılardan …`in muris … üzerinde baskı oluşturarak bu vasiyetnameyi aynı noterlikten 11/08/2009 tarihinde … yevmiye nolu düzenleme şeklinde vasiyetten rücuname ile iptal ettirdiğini, dava konusu taşınmazın giriş katındaki bir adet dükkan ve bodrum katta bulunan bir adet deponun tapu kaydının iptali ile davacı adına tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı …; muris babaları adına kayıtlı dava konusu taşınmaz üzerine kendisi, davacı … ile …`in eşi murise para göndererek 4 katlı bina inşaat ettirdiklerini, murisin en çok para gönderene binanın girişindeki dükkan ve bodrum kattaki depoyu vereceğini beyan ettiğini, bu nedenle açılan davayı kabul ettiğini bildirmiştir.
Diğer davalılar; davanın reddini, dilemişlerdir.
Mahkemece davanın reddine karar verilmiş; davacı vekilinin temyizi üzerine
Dairemizin 13.05.2014 günlü ve 2014/1216 E ve 2014/7454 K.sayılı ilamı ile mahkeme kararının onanmasına karar verilmiş, onama kararına karşı davacı vekili tarafından karar düzeltme istemi üzerine Dairemizin 11.06.2015 gün ve 2015/3643 Esas- 2015/10954 Karar sayılı ilamı ile “….kabule yönelik beyanda bulunan …‘in usulüne uygun kabule yönelik beyanları nazara alınarak davalı … yönünden davanın kabulü cihetine gidilmesi gerekirken ; davalı …`in HMK 308 maddesi uyarınca alınan kabule yönelik beyanları gözardı edilerek davanın tüm davalılar yönünden reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir” gerekçesi ile karar düzeltme talebinin kabulü ile;
Dairemizin 13.05.2014 günlü ve 2014/1216 E.-2014/7454 K.sayılı onama kararının kaldırılmasına, … 3.Asliye Hukuk Mahkemesinin 21.02.2013 Tarih ve 2010/411 E.-2013/50 K.sayılı hükmünün bozulmasına karar verilmiştir.
Mahkemece, yeniden yapılan yargılama sonucunda; davalı … yönünden davanın kabulüne karar verilmiş, yargılama giderleri, vekalet ücreti ve harçlardan davalı …`nin sorumluluğu cihetine gidilmiştir.
Davacı ve davalı … tarafından söz konusu kararın temyizi üzerine; Dairemizin 15.02.2017 günlü ve 2016/5819 E ve 2017/1380 K.sayılı ilamı ile mahkeme kararının onanmasına karar verilmiş, sözkonusu onama kararına karşı davacı vekili ve davalı … vekili tarafından karar düzeltme isteminde bulunulmuştur .
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, davacı vekilinin tüm, davalı … vekilinin sair karar düzeltme istemleri yerinde değildir.
2- Davalı, davanın açılmasından dava hakkında verilen hükmün kesinleşmesine kadar davayı kabul edebilir.
Davayı kabul ile dava konusu uyuşmazlık ve bununla dava, esastan sona erer. Kabul, kayıtsız ve şartsız olacağından (…m.309/4), şarta bağlı kabul geçerli değildir.
Davalının davayı (tamamen) kabul etmesi üzerine, kabulün geçerli olduğu ve bununla dava konusu uyuşmazlığın son bulduğu kanısına varan mahkeme, kabul nedeni ile davanın kabulüne karar verir.
Davayı kabul eden davalı, kural olarak davada aleyhine hüküm verilmiş gibi yargılama giderlerini ödemeye mahkûm edilir (…m.312/1). Kabul talep sonucunun bir kısmına ilişkinse, yargılama giderlerine mahkûmiyet ona göre belirlenir.
Davalı, davanın açılmasına kendi hal ve davranışıyla sebebiyet vermemiş ve yargılamanın ilk duruşmasında da davacının talep sonucunu kabul etmiş ise yargılama giderlerini ödemeye mahkûm edilmez ( …m.312/2).
Somut olay değerlendirildiğinde davacı taraf dava dilekçesinde; davalılardan …`in dava konusu yerlerin davacıya ait olduğunu kabul ettiğini, tapuyu vermeye hazır olduğunu, ancak zorunlu dava arkadaşlığından dolayı kendisine davayı yöneltmek zorunda kaldıklarını ileri sürmüş, davalı … süresinde verdiği cevap dilekçesinde davayı kabul etmiştir.
Bu durumda davalı …`in davanın açılmasına kendi hal ve davranışlarıyle sebebiyet vermediği, süresinde davayı kabul ettiği anlaşıldığından mahkemece yargılama gideri ödemeye mahkum edilmesi doğru görülmemiştir.
Ne var ki, yanlışlığın düzeltilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden hükmün, HUMK`nun 438/7 maddesi gereğince düzeltilerek onanmasına karar verilmesi gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle davacı tarafın tüm, davalı …‘in diğer karar düzeltme itirazlarının REDDİNE, ikinci bentte açıklanan nedenlerle davalı …‘in karar düzeltme isteğinin kabulü ile Dairemizin 15.02.2017 günlü ve 2016/5819 E ve 2017/1380 K.sayılı onama kararının kaldırılmasına, … 3. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 03.12.2015 günlü ve 2015/361 Esas-2015/565 Karar sayılı ilamının 4. maddesinde yer alan “Harçlar Kanunu gereğince alınması gerekli 3.415,50 TL harçtan, toplam alınan 2.970,00-TL harcın mahsubu ile eksik alınan 445,50-TL harcın davalı …‘den tahsili ile hazineye irad kaydına” ifadelerinin çıkarılarak yerine “ Harçlar Kanunu gereğince alınması gerekli 3.415,50 TL harçtan, toplam alınan 2.970,00-TL harcın mahsubu ile eksik alınan 445,50-TL harcın davacıdan tahsili ile hazineye irad kaydına” ifadelerinin yazılmasına, 5 maddesinin hükümden çıkarılmasına, 8 maddesinde yer alan “Davacı tarafından yapılan 17,15 TL başvurma harcı, 742,50 TL peşin harç, 2.227,50 TL tamamlama harcı, 2,75 TL vekalet harcı, 0,60 TL dosya ücreti, 52,40 TL karar düzeltme harcı, 143,30-TL temyiz harcı, 129,20 TL keşif harcı, 118,00 TL tebligat-müzekkere-tanık ücreti, 500,00 TL bilirkişi ücreti, 64,75 TL dosyanın yargıtaya gidiş dönüş masrafı, 97,00 TL dosya fotokopisi masrafı olmak üzere toplam 4.095,15-TL yargılama giderinden kabul ve red oranına göre hesap edilen 1.023,78-TL nin davalı …‘den tahsili ile davacıya ödenmesine, kalan miktarın davacı üzerinde bırakılmasına” ifadelerinin çıkarılarak yerine “ Davacı tarafından yapılan yargılama giderlerinin üzerinde bırakılmasına” ifadelerinin yazılmak suretiyle hükmün düzeltilmesine ve düzeltilmiş bu şekliyle ONANMASINA, peşin alınan karar düzeltme harcının istek halinde karar düzeltme isteyen …`e iadesine, 26.12.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/4157 Karar : 2017/2203 Tarih : 22.03.2017
-
HMK 309. Madde
-
Feragat ve Kabulün Şekli
Davacı vekili, hükmün temyiz edilerek dosyanın Yargıtay’a gönderilmesinden sonra vermiş olduğu 10.03.2017 tarihli dilekçesi ile davasından feragat ettiğini bildirmiştir. Davacı vekilinin 03.12.2013 tarihli ve 19590 yevmiye numaralı vekaletnamesinin incelenmesinde davadan feragate yetkisi bulunduğu anlaşılmıştır.
6100 sayılı HMK’nun 307. maddesinde feragatin, davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesi olduğu belirtilmiştir.
6100 sayılı HMK’nun “Feragat ve kabulün şekli” başlıklı 309. maddesi hükmüne göre de feragat ve kabul, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır. Feragat ve kabulün hüküm ifade etmesi, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir. Kısmen feragat veya kabulde, feragat edilen veya kabul edilen kısmın, dilekçede yahut tutanakta açıkça gösterilmesi gerekir. Feragat ve kabul, kayıtsız ve şartsız olmalıdır.
Yukarıda belirtildiği üzere feragatin kati bir hükmün hukuki neticelerini hasıl edeceği hükme bağlanmıştır. Yine belirtmek gerekir ki feragatin geçerliliği karşı tarafın muvafakatine bağlı değildir. Etkisini onu yapanın tek yönlü irade beyanı ile doğurur. Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamaları da bu doğrultudadır. (11.4.1940 tarihli ve 70 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27.5.1992 tarihli ve 1992/2-250/364 sayılı Kararı)
Bu nedenle kararın davacının davadan feragati hakkında mahkemesince bir karar verilmek üzere bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22.03.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/23442 Karar : 2017/3139 Tarih : 22.03.2017
-
HMK 309. Madde
-
Feragat ve Kabulün Şekli
1-Davalı erkek 23.02.2017 havale tarihli dilekçesinde davacı kadın ile anlaştıklarını, kadının nafaka ve manevi tazminat talebinden vazgeçtiğini, bu sebeple de temyiz isteğinden feragat ettiğini, ancak şartları kabul edilmezse kararı tekrar temyiz edeceğini beyan etmiştir.
Feragat, davacının talep sonucundan kısmen ya da tamamen vazgeçmesidir (HMK m.307/1). Feragat şartsız ve kayıtsız olmalıdır (HMK. m. 309/4). Açıklanan sebeple davalı erkeğin temyizden feragatı hukuki sonuç doğurmayacağından temyiz itirazlarının incelenmesine karar vermek gerekmiştir.
Dava, evlilik birliğinin sarsılması sebebine dayalı olup,mahkemece davalı erkeğin usulüne uygun ihtara rağmen dinlenilmesini talep ettiği tanıklarına ilişkin gideri yatırmadığı gerekçesiyle tanıkları dinlenilmeden hüküm tesis edilmiştir.
Davalı erkek cevap dilekçesinde tanık deliline dayanmış,tanıklarının isim ve adreslerini bildirmiştir. Davalı erkeğe dayandığı tanıklara ilişkin gideri yatırması için düzenlenen tebligat, Tebligat Kanunu`nun 21/2 maddesi gereğince tebliğ edilmiştir.Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa, bilinen en son adresinde yapılır (Teb. K. m. 10/1). Bilinen en son adresin tespitinde, tebliğ isteyenin beyanı, muhatabın veya diğer ilgililerin bildirimleri ya da mevcut belgeler esas alınır (Tebligat Kanunu Uygulama Yönetmeliği m. 16/1). Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya bu adreste tebligat yapılamaması halinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi bilinen en son adres olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır. Başkaca adres araştırması yapılmaz (Teb. K. m. 10/2. Yönetmelik m. 16/2).
Toplanan delillerden davalı erkeğin ikamet adresinin aynı zamanda mernis adresi olduğu, davalı erkeğin hala aynı adreste ikamet ettiği, Tebligat Kanunu`nun 21/2. maddesinin uygulanamayacağı anlaşılmaktadır.
Açıklanan sebeple yapılan tebligat bu sebeple usulüne uygun olmadığı gibi tanıklara ilişkin davalı erkek tarafından ikmal edilmesi gereken meblağ mazbatada belirtilmediği için de geçersizdir. Davalı erkeğe gösterdiği tanıklarının dinlenilmesi için gerekli gideri yatırmak üzere ihtarlı usulüne uygun davetiye tebliği ile sonucu uyarınca bir karar vermek gerekirken usul ve yasaya aykırı şekilde hüküm tesisi bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda (2.) bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 23. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/2677 Karar : 2017/762 Tarih : 13.03.2017
-
HMK 309. Madde
-
Feragat ve Kabulün Şekli
Davacı vekili, süresinde karar düzeltme talebinde bulunduktan sonra 23.02.2017 havale tarihli dilekçe ile davadan feragat etmiştir. Davacı vekilinin kimlik tespiti yapılmış olup, feragat dilekçesinin ekinde sunulan vekaletnamede feragat yetkisinin olduğu anlaşılmaktadır. Davalı vekili de 23.02.2017 havale tarihli dilekçe ile feragati kabul ettiklerine ilişkin dilekçe sunmuştur. Feragat, 6100 sayılı HMK’nın 311. madde hükmü uyarınca, kesin hüküm sonuçlarını doğurduğu gibi, aynı Kanun’un 309/2. maddesi uyarınca karşı tarafın kabulüne de bağlı bulunmamaktadır. Öte yandan, aynı Kanun’un 310. maddesi uyarınca davadan feragat, karar kesinleşinceye kadar her aşamada mümkündür. Bu itibarla, davadan feragat nedeniyle mahkemece bir karar verilmesi gerektiğinden, bunun sağlanabilmesi için hükmün öncelikle bu nedenle bozulması gerekmiştir.
2-Bozma nedenine göre, davalı vekilinin karar düzeltme isteminin şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, hükmün BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin karar düzeltme isteminin şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, 13.03.2017 tarihinden oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/18192 Karar : 2017/1713 Tarih : 6.03.2017
-
HMK 309. Madde
-
Feragat ve Kabulün Şekli
Dava, terekeye temsilci atanması talebine ilişkindir.
Davacılar, miras bırakanları …’ın … Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/167 Esas sayılı dosyasında davacı olduğunu, 22.12.2014 tarihli vefatı ile anılan dosyada miras bırakanın terekesine temsilci atanması için kendilerine süre verildiğini beyan ederek miras bırakanları …’ın terekesine temsilci atanmasını talep etmişlerdir.
Mahkemece davanın kabulüne ve terekeye temsilci atanmasına karar vermiştir.
Hükmü, davacı … temyiz etmiştir.
Davacı … temyiz dilekçesinde, … Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/167 Esas sayılı dosyasının mirasçılar arasında görülmekte olan bir dava olduğunu, mirasçılar arasında görülen davalarda terekeye temsilci atanmasına gerek olmadığını, mirasçılar ile 3. kişiler arasında görülen davalarda terekeye temsilci atanması gerektiğini, kendilerine süre verilmiş olması nedeni ile terekeye temsilci atanmasını istemiş ise de terekeye temsilci tayinine ilişkin kararın usul ve yasaya aykırı olduğunu ve bu kararın ortadan kaldırılması gerektiğini beyan ederek kararın bozulmasını talep etmiştir.
6100 sayılı HMK’nun 307. maddesinde feragatin, davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesi olduğu belirtilmiştir.
6100 sayılı HMK’nun “Feragat ve kabulün şekli” başlıklı 309. maddesi hükmüne göre de feragat ve kabul, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır. Feragat ve kabulün hüküm ifade etmesi, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir. Kısmen feragat veya kabulde, feragat edilen veya kabul edilen kısmın, dilekçede yahut tutanakta açıkça gösterilmesi gerekir. Feragat ve kabul, kayıtsız ve şartsız olmalıdır.
Yukarıda belirtildiği üzere feragatin kati bir hükmün hukuki neticelerini hasıl edeceği hükme bağlanmıştır. Yine belirtmek gerekir ki feragatin geçerliliği karşı tarafın muvafakatine bağlı değildir. Etkisini onu yapanın tek yönlü irade beyanı ile doğurur. Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamaları da bu doğrultudadır. (11.4.1940 tarihli ve 70 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27.5.1992 tarihli ve 1992/2-250/364 sayılı Kararı)
Bu nedenle, davacı …’ın temyiz dilekçesindeki beyanlarının davadan feragat niteliğinde olup olmadığının değerlendirilerek bir karar verilmesi için hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istek halinde yatıranlara iadesine, 06.03.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/17214 Karar : 2017/915 Tarih : 13.02.2017
-
HMK 309. Madde
-
Feragat ve Kabulün Şekli
Dava, önalım hakkından kaynaklanan tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş, hükmü davacılar vekili temyiz etmiştir.
Davacı asiller 02.01.2017 tarihli kimlik tespiti yapılmış dilekçe ile davadan feragat ettiklerini bildirmişlerdir.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 19.12.2012 tarihli, 2012/13-1369 Esas, 2012/1221 sayılı Kararının gerekçesinde ayrıntılı olarak açıklandığı üzere; kural olarak davadan feragatin temyiz isteğinden vazgeçme yanında daha geniş kapsamlı olduğu aşikârdır. Zira birincide temyiz dilekçesinin reddine karar verilmekle yetinilecek, diğerinde ise feragatin hukuki niteliği gereği bu konuda karar verilmek üzere mahkeme kararı bozulacaktır. Aynı zamanda verilen bu iki dilekçenin birbirinin devamı niteliğinde olduğu ve davadan feragatin bir yerde temyizden feragat isteğini de içereceği düşünülerek davadan feragat isteği esas alınarak çözüme ulaşılması gerektiği görüşü benimsenmiştir.
6100 sayılı HMK`nın 307. maddesinde feragatin, davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesi olduğu belirtilmiştir. Aynı yasanın 308. maddesi gereğince de kabul, davacının talep sonucuna davalının kısmen veya tamamen muvafakat etmesidir. Kabul, ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalarda hüküm doğurur.
6100 sayılı HMK`nın “Feragat ve kabulün şekli” başlıklı 309. maddesi hükmüne göre de feragat ve kabul, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır. Feragat ve kabulün hüküm ifade etmesi, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir. Kısmen feragat veya kabulde, feragat edilen veya kabul edilen kısmın, dilekçede yahut tutanakta açıkça gösterilmesi gerekir. Feragat ve kabul, kayıtsız ve şartsız olmalıdır.
Yukarıda belirtildiği üzere feragatin kati bir hükmün hukuki neticelerini hasıl edeceği hükme bağlanmıştır. Yine belirtmek gerekir ki feragatin geçerliliği karşı tarafın muvafakatine bağlı değildir. Etkisini onu yapanın tek yönlü irade beyanı ile doğurur. Bu nedenle mahkemece verilen kararın davacının davadan feragati hakkında mahkemesince bir karar verilmek üzere bozulması gerekir. Yargıtay`ın yerleşmiş uygulamaları da bu doğrultudadır. (11.04.1940 tarihli ve 70 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı, 27.05.1992 tarihli ve 1992/2-250/364 sayılı Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Kararı)
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair hususların şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin yatırılan harcın istek halinde yatırana iadesine, 13.02.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/6685 Karar : 2016/15400 Tarih : 10.11.2016
-
HMK 309. Madde
-
Feragat ve Kabulün Şekli
… …. İcra Hukuk Mahkemesi`nin 2014/63 Esas, 2015/750 Karar sayılı davanın reddine ilişkin kararı davalı alacaklı vekili tarafından temyiz edildikten sonra, ……..2016 tarihinde davacı …. kişi vekili tarafından davadan feragat dilekçesi verildiği, dilekçenin aslının dosyasında olduğu ve UYAP sistemi üzerinden de yerel mahkemeye ulaştırıldığı ve vekilin usulüne uygun olarak düzenlenmiş vekaletnamesinde davadan feragat yetkisinin mevcut olduğu görülmüştür.
Davadan feragat geniş kapsamlı bir beyan olup, HMK`nun 309. maddesi gereği kati bir hükmün neticelerini doğurur. Feragatin geçerliliği karşı tarafın muvafakatına da bağlı değildir. Feragat beyanı etkisini onu yapanın tek yönlü irade beyanı ile gösterir.
HMK’nun 310. maddesine göre davadan feragat, hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabilir. 311. maddesinde feragat kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. Karar kesinleşinceye kadar davadan feragatin mümkün olduğuna, Mahkemece bir karar verilip, davadan el çekildikten sonra, temyiz aşamasında vekaletnamesinde feragate yetkili bulunduğu anlaşılan davacı vekili tarafından verilen dilekçe ile usulüne uygun şekilde davadan ve temyizden feragat edildiğine ve bu aşamada davadan feragat hakkında karar verme yetkisi Yerel Mahkemesi’ne ait bulunduğuna göre, davadan feragat hususunda karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmektedir (HGK`nun ….09.1995 tarih, 1995/…-661 Esas, 763 Karar).
SONUÇ: Davacı …. kişi vekilinin davadan feragati hakkında bir karar verilmek üzere Mahkeme kararının İİK’nun 366 ve 6100 sayılı HMK’nun Geçici …. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalı alacaklının temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, taraflarca İİK`nun 366/…. maddesi gereğince … Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı … gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 29,… TL peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, ……..2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/15713 Karar : 2016/19573 Tarih : 26.10.2016
-
HMK 309. Madde
-
Feragat ve Kabulün Şekli
Davacı, davalı ile aralarında imzalanmış olan 21.06.2010 tarihli gayrimenkul satış sözleşmesi gereğince davalıdan … Toplu Konut Projesi kapsamında inşa edilen koutlardan birini satın aldığını, ancak dairenin sözleşmede belirtilen sürede teslim edilmediğini, bu nedenle doğan kira tazminat alacağının fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak kaydıyla şimdilik 7.500,00 TL` sinin davalıdan faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalı, duruşma öncesi mahkemeye ibraz ettiği dilekçe ile gereksiz yargılama ve masrafa sebebiyet vermemek için davayı kabul ettiğini beyan etmiştir.
Mahkemece, davacı tarafından davalı hakkında açılan davanın vaki kabul nedeni ile kabulüne, 7.500,00 TL.nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine karar verilmiş; hüküm taraflarca temyiz edilmiştir.
1.Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delilerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalının tüm temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2.Dava gayrimenkul satış sözleşmesine dayalı geç teslimden kaynaklı alacak davası olup davacı, davalıdan satın aldığı konutun aralarında akdedilen sözleşmenin ilgili maddesi gereği teslim edilmesi gereken tarihte teslim edilmediğini bu nedenle tazminat alacağı olduğunu iddia ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 7.500,00 TL.nin davalıdan tahsilini istemiş, davalı ise 19.11.2015 havale tarihli dilekçesi ile davayı kabul etmiştir. Mahkemece, vaki kabul nedeniyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Davacı, kira bedelini talep ederken dava dilekçesinde aylık ne kadar kira bedeli istediğini belirtmemiş, geç teslim nedeniyle uğranan kira kaybının mahkemece deliller toplandıktan sonra hesaplanması gerektiğinden bahisle şimdilik 7.500,00 TL üzerinden kısmi dava açmıştır. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun 320. maddesinin 2. bendine göre “ daha önce karar verilemeyen hallerde mahkeme ilk duruşmada dava şartları ve ilk itirazlarla hak düşürücü süre ve zamanaşımı hakkında tarafları dinler. Daha sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tek tek tespit eder. Uyuşmazlık konularının tespitinden sonra hakim, tarafları sulhe teşvik eder. Tarafların sulh olup olmadıkları sulh olmadıkları takdirde anlaşamadıkları hususların nelerden ibaret olduğu tutanağa yazılır, tutanağın altı hazır bulunan taraflarca imzalanır. Tahkikat bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür”. Mahkemece davalının kabul beyanı içeren dilekçesi davacı tarafa tebliğ edilmeden dosya üzerinden hüküm kurulmuştur. Bu şekilde mahkeme, davalının dilekçesine binaen davanın kabulüne karar vermiş ise de kabulün davacının talep ettiği tarihler arasındaki tüm kira kaybına mı yoksa şimdilik talep edilen 7.500,00 TL’ye mi ilişkin olduğunu kesinliğe kavuşturmadan hüküm tesis etmiştir. Ayrıca davalı dilekçesinde miktar belirtmeksizin davanın kabulüne karar verilmesini dilemiştir. 6100 sayılı HMK`nun 309. maddesinin 2.bendinde “feragat ve kabul kayıtsız ve şartsız olmalıdır.” hükmü yer almaktadır. O halde mahkemece, anılan hukuk kurallarına göre değerlendirme yapılmak suretiyle, işin esasına girilip davacının sözleşme hükümlerine ve teslim tutanağına göre hangi tarihler arası kaç aylık alacağı olduğu ve aylık talep belirlendikten sonra hasıl olacak sonuca göre bir hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde eksik inceleme ile davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.
SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle davalının tüm temyiz itirazlarının reddine, 2. bentte açıklanan nedenlerle hükmün davacı yararına BOZULMASINA, 170,77 onama harcının temyiz eden davalıdan alınmasına, oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 6. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/12778 Karar : 2016/5240 Tarih : 7.09.2016
-
HMK 309. Madde
-
Feragat ve Kabulün Şekli
Dava, ihtiyaç nedeniyle tahliye istemine ilişkindir. Yerel mahkemece, istemin kabulüne karar verilmiş, hüküm, davalı tarafından temyiz olunmuştur.
Davacı vekili temyiz aşamasında verdiği 29/06/2016 tarihli dilekçeyle davadan feragat ettiklerini bildirmiştir. Feragat 6100 sayılı HMK`nun 307, 309, 310, 311 ve 312.maddelerinde düzenlenmiş olup feragat davanın her aşamasında nazara alınabilir ve kesin hükmün sonuçlarını doğurur. Feragat karşı tarafın kabulüne bağlı olmayan tek taraflı irade beyanı ile davayı sonuçlandıran işlemdir. Şu halde feragat nedeniyle bir karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 07/09/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/13586 Karar : 2016/12490 Tarih : 28.06.2016
-
HMK 309. Madde
-
Feragat ve Kabulün Şekli
Davacı erkek, Türk Medeni Kanununun 166/son maddesi gereğince iş bu davayı 18.09.2012 tarihinde açmış, davalı kadın ise 23.04.2014 tarihinde vefat etmiştir.
Davalı kadın mirasçıları tarafından Türk Medeni Kanununun 181/2. maddesi gereğince kusur yönünden davaya devam edilmiştir.
Mahkemece, yasal mirasçıların Türk Medeni Kanununun 181/2. maddesi gereğince kusur yönünden davaya devam edebilmelerine yönelik hakkın kanunen sadece davacı mirasçılarına tanındığı gerekçe gösterilerek davalı kadın mirasçılarının bu talepleri karşısında karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilmiş.
Dairemizin 03.12.2015 tarih 2015/6839 esas ve 2015 23004 karar sayılı ilamıyla Taraflardan birinin ölümü halinde kusur yönünden davaya devam edilmesi her iki tarafın mirasçılarına kanunen tanındığı (TMK.m. l81/2) ve davalı kadın mirasçılarının kusura dair talepleri hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi gerektiğine yönelik olarak verilen ilk hüküm bozulmuştur.
Bozmadan sonra davacı erkek ise 25.03.2016 tarihinde davasından feragat etmiştir. Davacı davadan feragat etmeden evlilik birliği ölümle sona ermiştir. Davalı mirasçılarının Türk Medeni Kanununun 181. maddesine göre davaya devam etme hakkı bulunmaktadır. Bu nedenle davacının feragati hüküm doğurmaz. Öyleyse, mahkemece Türk Medeni Kanunun 181/2. maddesi gereğince tarafların kusur durumlarının belirlenmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple ( BOZULMASINA ), işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Türk Medeni Kanununun 181/2. maddesine göre, boşanma davası devam ederken, ölen eşin mirasçılarından birisinin davaya devam etmesi ve diğer eşin kusurunun ispatlanması halinde, sağ eş, ölen eşin yasal mirasçısı olamaz ve boşanmadan önce yapılmış olan ölüme bağlı tasarruflarla kendisine sağlanan hakları, aksi tasarruftan anlaşılmadıkça kaybeder.
Ölen eşin mirasçılarının, TMK.nun.181/2 maddesinde düzenlenen haklarını kullanabilmeleri için en önemli koşul, murisin sağlığında açılmış ve ölümünden sonra da devam eden bir boşanma davasının bulunmasıdır.
Türk Medeni Kanununun 181/2. maddesine göre ölen eşin mirasçılarının hak ve yetkileri, murislerinin sağlığında davacı veya davalı sıfatıyla kendilerine tanınan hak ve yetkilerle sınırlıdır.
Eldeki davayı sağ eş açmıştır. Ölen eş tarafından açılmış bir boşanma davası bulunmamaktadır. Ancak, davacı asil davadan açıkça feragat etmiştir.
Feragat; davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir [HMK m. 307-(1)]. Hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabilir [HMK m. 310-(1)]. Karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir [HMK m. 309-(2)]. Kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur [HMK m. 311-(1)].
Davacının davasından feragat etmesi ile, dava konusu uyuşmazlık sona erer. Kural olarak her davadan feragat edilebilir. Çünkü, hiç kimse kendi lehine olan bir davayı açmaya zorlanamayacağı gibi, açmış olduğu davayı da sonuna kadar takip etmeye zorlanamaz.
Dava konusu üzerinde tarafların tasarruf yetkisi bulunmasa bile ( yani tasarruf ilkesinin tam olarak uygulanmadığı davalarda da), davacı davasından feragat edebilir. Mesala boşanma davasının kabul edilmesi kesin hükmün (m.303) hukuki sonuçlarını doğurmadığı halde davacı boşanma davasından feragat edebilir ve bununla boşanma davası son bulur. ( Prof.Dr. Baki Kuru-Prof. Dr.Ramazan Arslan- Prof.Dr.Ejder Yılmaz, Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 22. baskı,sayfa: 529)
Somut olayda, ortada, davalının mirasçılarının devam edebilecekleri şekilde bir dava kalmamıştır. Çünkü davacının feragatı, davaya son veren taraf işlemi olup kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurmuştur.
Davalı konumundaki muris sağ olsaydı, davacı, davasından nasıl özgür iradesi ile feragat edebilecek ve bu feragat mahkemenin ve davalının muvafakatine bağlı olmadan kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurabilecek idiyse, davalının ölümünden sonra da aynı hukuki durum geçerliliğini korur. Yasa, hüküm kesinleşinceye kadar, davacıya, davasından feragat etme hakkı tanımıştır. Davalının ölümünden sonra bu hak, davacının elinden alınamaz.
Muris ölmeden önce, davacı davasından feragat etseydi, mahkeme ne şekilde karar verecek idiyse, davalı öldükten sonra da davacının davasından feragat etmesi halinde, mahkeme aynı kararı vermek zorundadır.
Feragata rağmen yargılamaya devam edilerek, kusur tespiti yapılıp, davacının, ancak bir evliliğin iptali veya boşanma kararı sonucunda karşılaşabileceği son derece ağır bir sonuçla (eşinin mirasçısı olamama sonucuyla), karşı karşıya bırakılması, usul, yasa ve hukukun genel ilkelerine aykırıdır.
Somut olayda, davacı davasından açıkça, kayıtsız ve şartsız olarak feragat ettiğine göre, mahkemece davanın feragat nedeniyle reddine karar verilmesi doğrudur. Hükmün onanması gerekir.
Bu sebeplerle, sayın çoğunluğun hükmün bozulması yönündeki görüşüne, katılmıyorum.
YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/6005 Karar : 2016/6451 Tarih : 1.06.2016
-
HMK 309. Madde
-
Feragat ve Kabulün Şekli
Davacı … vekili Av. … hükmün temyiz edilerek dosyanın Yargıtay’a gönderilmesinden sonra vermiş olduğu 12.05.2016 tarihli dilekçesi ile davadan feragat etmiş, dosyada mevcut 17.02.2015 tarihli ve 06918 yevmiye numaralı vekaletnamesinden davadan feragate yetkili olduğu anlaşılmıştır.
6100 sayılı HMK`nın 307. maddesinde feragatin, davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesi olduğu belirtilmiştir.
6100 sayılı HMK’nın “Feragat ve kabulün şekli” başlıklı 309. maddesi hükmüne göre de feragat ve kabul, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır. Feragat ve kabulün hüküm ifade etmesi, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir. Kısmen feragat veya kabulde, feragat edilen veya kabul edilen kısmın, dilekçede yahut tutanakta açıkça gösterilmesi gerekir. Feragat ve kabul, kayıtsız ve şartsız olmalıdır.
Yukarıda belirtildiği üzere feragatin kati bir hükmün hukuki neticelerini hasıl edeceği hükme bağlanmıştır. Yine belirtmek gerekir ki feragatin geçerliliği karşı tarafın muvafakatine bağlı değildir. Etkisini onu yapanın tek yönlü irade beyanı ile doğurur. Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamaları da bu doğrultudadır (11.4.1940 tarihli ve 70 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27.05.1992 tarihli ve 1992/2-250/364 sayılı kararı).
Bu nedenle kararın davacının davadan feragati hakkında mahkemesince bir karar verilmek üzere bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/6722 Karar : 2015/10436 Tarih : 16.11.2015
-
HMK 309. Madde
-
Feragat ve Kabulün Şekli
Davacı vekili Av. G.. Y.., hükmün temyiz edilerek dosyanın Yargıtay’a gönderilmesinden sonra UYAP ortamında sunmuş olduğu 16.10.2015 tarihli dilekçesi ile davasından feragat ettiğini bildirmiştir.
6100 sayılı HMK’nun 307. maddesinde, feragatin, davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesi olduğu belirtilmiştir.
6100 sayılı HMK’nın “Feragat ve kabulün şekli” başlıklı 309. maddesi hükmüne göre de, feragat ve kabul, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır. Feragat ve kabulün hüküm ifade etmesi, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir. Kısmen feragat veya kabulde, feragat edilen veya kabul edilen kısmın, dilekçede yahut tutanakta açıkça gösterilmesi gerekir. Feragat ve kabul, kayıtsız ve şartsız olmalıdır.
Yukarıda belirtildiği üzere feragatin kati bir hükmün hukuki neticelerini hasıl edeceği hükme bağlanmıştır. Yine belirtmek gerekir ki feragatin geçerliliği karşı tarafın muvafakatine bağlı değildir. Etkisini onu yapanın tek yönlü irade beyanı ile doğurur. Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamaları da bu doğrultudadır. (11.4.1940 tarihli ve 70 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27.05.1992 tarihli ve 1992/2-250/364 sayılı kararı)
Bu nedenle kararın davacı vekilinin davadan feragati hakkında mahkemesince bir karar verilmek üzere bozulması gerekmiştir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalının temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün ( BOZULMASINA ), oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas: 2016/10-1083 Karar: 2017/247 Tarih: 15.02.2017
-
HMK 309. Madde
-
Feragat ve Kabulün Şekli
Taraflar arasındaki “tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Muğla 1. Asliye Hukuk (İş) Mahkemesince davanın feragat sebebiyle reddine dair verilen 15.01.2015 gün ve 2011/1349 E.-2015/16 K. sayılı kararın temyizen incelenmesi davalı Kurum vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 05.05.2015 gün ve 2015/3236 E., 2015/8771 K. sayılı kararı ile;
(… Dava, 2926 Sayılı Kanun ile 5510 Sayılı Kanun’un 4,b/4. maddesi kapsamında Tarım Bağ-Kur sigortalılığının tespiti ve 6111 Sayılı Kanundan yararlanılması istemine ilişkindir.
Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde, davanın feragat sebebiyle reddine karar verilmiştir.
Sigortalılık süresine dair uyuşmazlık konusu dönemde yürürlükte olan 2926 Sayılı Kanun’un “Sigortalılığın başlangıcı ve zorunlu oluşu” başlığını taşıyan 5. maddesinin birinci fıkrasında, “2. madde kapsamına girenler, on sekiz yaşını doldurdukları tarihi takip eden yıl başından itibaren sigortalı sayılırlar. Ancak, 7. maddede belirtilen süre içinde kayıt ve tescillerini yaptırmayan sigortalıların hak ve yükümlülükleri kayıt ve tescil edildikleri tarihi takip eden ay başından itibaren başlar.”, ikinci fıkrasında, “Bu suretle sigortalı olmak hak ve yükümlülüğünden vazgeçilemez ve kaçınılamaz.” hükmü öngörülmüş olup; sigortalı olmak, kamu düzenine ilişkin, kişiye bağlı, vazgeçilemez ve kaçınılamaz hak ve yükümlülük doğuran bir hukuksal statü meydana getirmektedir. Kişilerin ve sosyal güvenlik kuruluşlarının bu statünün oluşumundaki rolü, yenilik doğurucu ve iradi bir durum değil, kanun gereği kendiliğinden oluşan statüyü belirlemekten ibarettir. Dolayısıyla, sosyal güvenlik hakkından Hukuk Muhakemeleri Kanununun 307. ( madde 91) maddesi kapsamında feragat olanaksızdır ve açılan sigortalılığın ve sigortalı hizmetlerin tespitine dair davadan da vazgeçilemez. Davacı ancak, anılan Kanunun 123. ( md. 185) maddesinde düzenlenen hakkını kullanabilir ve ileride yeniden dava açabilme hakkını saklı tutarak, davalının rızası ile davanın takibinden vazgeçebilir veya Kanunun 150. ( madde 409) maddesi hükmü gereğince davayı takip etmeyerek yenileninceye kadar dosyanın işlemden kaldırılması ve giderek davanın açılmamış sayılması sonucunu elde edebilir.
Bu nedenle; inceleme konusu davada mahkemece tespiti istenilen süreye dair olarak davadan vazgeçilemeyeceği davacı vekiline bildirilmeli, feragat beyanının Hukuk Muhakemeleri Kanununun 123 ve 150. ( madde 185 veya 409) maddelerinde düzenlenen haklardan birinin kullanımı niteliğinde olup olmadığı kendisine sorulmak suretiyle belirlenmeli, beyanın anılan anlamlarda kullanıldığı saptandığı takdirde duruma göre 123. veya 150. maddesinde öngörülen prosedür işletilmeli, aksi durumda ise elde edilecek sonuca göre karar verilmelidir.
Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulduğunda, Mahkemece verilen kararın, usul ve yasaya aykırı olduğu belirgin olup, bozulması gerekmektedir
O halde, davalı Kurum avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, davacının Tarım Bağ-Kur sigortalılık süresinin tespiti ve 6111 Sayılı Kanundan yararlanılması istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin davalı Kurum tarafından 01.03.2006 tarihinden itibaren tescil edildiğini, oysa ilk prim tevkifatından itibaren sigortalılığına karar verilmesi gerektiğini bu sebeple ilk prim tevkifatının Kuruma aktarıldığı tarihi takip eden aybaşından itibaren aralıksız şekilde Tarım Bağ-Kur sigortalısı olduğunun tespitine ve 6111 Sayılı Kanundan yararlandırılmasına karar verilmesini istemiştir.
Davalı Kurum vekili 2926 Sayılı Kanun’un 2. maddesine göre sigortalı olmaları gerektiği halde Kuruma kayıt ve tescilleri yapılmamış çiftçilerin, tevkifatın yapıldığını gösteren belgeleri de eklemek suretiyle talepte bulunmaları halinde söz konusu talepleri tescil için irade beyanı olarak değerlendirildiğini ve sigortalılıkları tevkifatın yapıldığı tarihi takip eden aybaşından başlatıldığını, ayrıca davacının 01.03.2006 tarihinden önce Kuruma intikal etmiş primine rastlanılmadığını belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece davacı vekilinin 25.12.2014 tarihli dilekçeyle 6552 Sayılı Kanundan yararlanmak amacıyla davadan vazgeçtiğini beyan ettiği ve bu kapsamda araştırılacak başka bir husus bulunmadığı gerekçesiyle davanın feragat sebebiyle reddine karar verilmiştir.
Davalı Kurum vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararını, davalı Kurum vekili temyize getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; Tarım Bağ-Kur sigortalılık süresinin tespitini talep eden davacının 6552 Sayılı Kanundan yararlanmak için davadan feragatinin sonuç doğurup doğurmayacağı noktasında toplanmaktadır.
Feragat, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 307. maddesinde, davacının talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesi olarak tanımlanmış; 310. maddesinde ise, hükmün kesinleşmesinden önceki herhangi bir aşamada davadan feragat edilebileceği açıklanmıştır.
Hiçbir kimse kendi lehine olan bir davayı açmaya zorlanamayacağı gibi, davacı da açmış olduğu bir davayı sonuna kadar takip etmeye zorlanamaz. Usul hukukumuzda kural olarak hüküm kesinleşinceye kadar her davadan feragat edilebilir ve bir usul hukuku kavramı olarak davadan feragatin açık, kesin ve koşulsuz olması, yasa gereğidir. 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 309. maddesi aynen; “(1) Feragat ve kabul, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır. (2) Feragat ve kabulün hüküm ifade etmesi, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir. (3)Kısmen feragat veya kabulde, feragat edilen veya kabul edilen kısmın, dilekçede yahut tutanakta açıkça gösterilmesi gerekir. (4) Feragat ve kabul, kayıtsız ve şartsız olmalıdır” şeklindedir.
Davaya son veren taraf işlemlerinden biri olan feragat davacının mahkemeye karşı yapacağı tek taraflı bir irade beyanı ile olur. Feragatin geçerliliği için bunun davalı ve mahkeme tarafından kabul edilmesine gerek yoktur. Davacının davasından feragat etmesi ile davaya konu uyuşmazlık sona erer. Bu sebeple mahkeme henüz feragat sebebiyle davanın reddine karar vermemiş olsa bile, davacı feragatten dönemez; feragati ile bağlıdır.
Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında, üzerinde durulması gereken husus ise açılan hizmet tespiti davasında feragatin sonuç doğurup doğurmayacağıdır.
Sosyal güvenlik hakkı niteliği itibariyle ekonomik ve sosyal haklar arasında yer alan bir hak olmakla birlikte, insan haklarına dair bütün milletlerarası belgelerde kabul edilen bir insan hakkıdır. Ekonomik ve sosyal bir hak olarak sosyal güvenlik hakkı devlete bu hakkı hayata geçirmek için gereken tedbirleri almak ve teşkilatı kurmak gibi yükümlülük yükler. (Arıcı, Kadir, Anayasa Mahkemesi Karaları Işığında Sosyal Güvenlik Hakkı, Sosyal İnsan Hakları Uluslar arası Sempozyumu, Kocaeli, 2015, s. 184-185.)
Sosyal güvenlik hakkının vazgeçilmez ve devredilmez nitelikli temel insan haklarından olduğu başta Anayasa olmak üzere mevzuat hükümlerinde yer aldığı gibi, uyuşmazlıkların çözümü sebebiyle verilen yargısal kararlardaki genel bir yaklaşımı da ifade etmektedir. ( Turan, Ercan, Sosyal Güvenlik Hakkı, Kamu-İş, C:7, S:3/2003, s. 13.)
1982 Anayasasının 12. maddesinde herkesin kişiliğine bağlı dokunulamaz, devredilemez, vazgeçilemez temel hak ve hürriyetlere sahip olduğu, 60. madde de ise herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu hükmüne yer verilmiştir. Bu iki hükmü birlikte değerlendirilecek olursa sosyal güvenlik hakkının kişiye sıkı sıkıya bağlı dokunulamaz ve feragat edilmez bir hak olduğu sonucuna ulaşılır.
2926 Sayılı Kanun’un 7. maddesinin2926 Sayılı Kanun’un 7. maddesinin ikinci fıkrasında “bu suretle sigortalı olmak hak ve yükümlülüğünden vazgeçilemez ve kaçınılamaz.” şeklinde ki düzenleme sosyal güvenlik hakkından feragat edilemeyeceğine dair Anayasa ile paralel düzenleme getirmektedir. Ancak bu durumda dikkat edilmesi gereken nokta somut olayda davadan feragat etmenin sosyal güvenlik hakkından vazgeçmek anlamına gelmeyeceğidir.
6552 Sayılı Kanun’un Geçici 60. maddesinde6552 Sayılı Kanun’un Geçici 60. maddesinde “Bu madde hükümlerinden yararlanmak isteyen borçluların, bu maddelerde belirtilen şartların yanı sıra dava açmamaları, açılmış davalardan vazgeçmeleri ve kanun yollarına başvurmamaları şarttır.” şeklinde düzenleme mevcuttur. Bu durumda davacının 6552 Sayılı Kanundan yararlanmak talebiyle Kuruma başvurması için davadan feragat etmesi kanun gereğidir.
Hizmet tespiti davalarının amacı kişinin hizmetlerinin karşılığı olan sosyal güvenlik haklarının korunmasıdır. Kaldı ki sosyal devlet ilkesinin gereği olarak hizmet tespiti davalarında kurumun sigortalı olması gereken kişiyi resen tescil etme yetkisi bulunmaktadır. Söz konusu dosyada davadan feragat eden davacı sadece açtığı davadan vazgeçmektedir. 6552 Sayılı Kanundan yararlanmak amacıyla davadan feragat edilmesi kişiye sıkı sık bağlı Anayasa ile korunan sosyal güvenlik hakkının varlığını ortadan kaldırmayacaktır. Davacının 6552 Sayılı Kanundan yararlanmak için kuruma yapmış olduğu başvurunun reddi halinde “sigortalı olmak hak ve yükümlülüğünden vazgeçilemeyeceğinden” bu davada ki feragate rağmen her zaman dava açma hakkı bulunduğu gibi feragat olsa dahi kurumun resen tescil yetkisi bulunmaktadır.
Öte yandan Hukuk Muhakemeleri Kanununun 309. maddesinde “ Feragat ve kabulün hüküm ifade etmesi, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir.” şeklinde düzenlemeye yer verilmiştir. Bu durumda hizmet tespiti davalarında sosyal güvenlik hakkından vazgeçilemez ilkesi öne sürülerek feragatin sonuç doğurmayacağını belirtmek Hukuk Muhakemeleri Kanunun 309. maddesinin yanlış uygulanmasına sebep olacaktır. Hizmet tespiti davası da olsa feragatin muvafakate bağlı olmadığı ve sonuç doğurması gerektiği aşikârdır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, hizmet tespiti davalarının amacının hizmetlerin karşılığı olan sosyal güvenlik haklarının korunması olduğu ve davadan feragat eden davacının sadece açtığı davadan değil, “sigortalı olduğunun tespitinden” yani sosyal güvenlik hakkından vazgeçmiş sayılacağı, davadan feragatin kesin hükmün hukuki sonuçlarını doğuracağından feragat halinde hakkın özünden vazgeçileceği, artık Anayasal hak ve yükümlülük olan sosyal güvenlik hakkının mahkemeler önünde ileri sürülme imkanının ortadan kalkacağı, bu sebeple somut olayda olduğu gibi hizmet tespiti davalarında feragatin sonuç doğurmamasının gerektiği belirtilmiş ise de, bu görüş Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.
Şu durumda, yukarıda belirtilen ilke ve maddi olgular dikkate alındığında, yerel mahkemenin davanın feragat sebebiyle reddine dair kararı yerinde olup; usul ve yasaya uygun olan direnme kararının onanması gerekir.
SONUÇ : Davalı Kurum vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda gösterilen sebeplerle ONANMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 15.02.2017 gününde yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas: 2014/10-1007 Karar: 2015/552 Tarih: 21.01.2015
-
HMK 309. Madde
-
Feragat ve Kabulün Şekli
Taraflar arasındaki “Kurum işleminin iptali, tespit” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Ankara 5. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 10.04.2013 gün ve 2013/239 E., 2013/280 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesi’nin 26.09. 2013 gün ve 2013/10364 E., 2013/17498 K. sayılı ilamı ile;
( … 1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, davalı Kurum vekilinin sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2-Mahkemenin, henüz yapılmış bir borçlanma işlemi bulunmadan, sigorta başlangıcına ilişkin kabulü eksik inceleme ve araştırmaya dayalıdır.
Uzun vadeli sigorta kolları bakımından sigortalılık süresini düzenleyen 5510 sayılı Kanunun 38. madde hükmü; malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarının uygulanmasında dikkate alınacak sigortalılık süresinin başlangıcını; sigortalının, 5417,, 6900,, 506,, 1479,, 2925,, 2926 ve 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanununa, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun geçici 20’nci maddesi kapsamındaki sandıklara veya bu Kanuna tâbi olarak malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tabi olarak ilk defa kapsama girdiği tarih olarak kabul edileceğini; kanunun uygulanmasında 18 yaşından önce malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortalarına tâbi olanların sigortalılık süresinin, 18 yaşının ikmal edildiği tarihte başlamış olacağını, bu tarihten önceki süreler için ödenen malûllük, yaşlılık ve ölüm sigortaları primlerinin, prim ödeme gün sayısı hesabına dâhil edileceğini öngörürken, Uluslararası sosyal güvenlik sözleşme hükümlerini saklı tutmuştur.
Kaldı ki, Anayasamızın 90 /son maddesi uyarınca, yöntemince yürürlüğe konulmuş Uluslararası sözleşmeler kanun hükmünde olduğu gibi, normlar hiyerarşisi yönünden uluslararası sözleşme kurallarına uygulamada yasal güç tanınmakta ve bu kuralların uygulanma önceliği de haiz bulunmaktadır.
Konuya ilişkin 10.04.1965 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak 01.11.1965 tarihi itibarıyla yürürlüğe giren Türkiye Cumhuriyeti ile Almanya Federal Cumhuriyeti arasında imzalanan Sosyal Güvenlik Sözleşmesinin uzun vadeli sigorta kollarından olan “malullük, yaşlılık ve ölüm sigortaları ( aylıkları )” başlıklı beşinci bölüme 02.11.1984 tarihinde imzalanıp 05.12.1985 tarihli 3241 sayılı Yasayla onaylanıp yürürlüğe giren Ek Sözleşme ile getirilen sözleşmenin 29’uncu maddesinin 4’üncü bent hükmüne göre, bir kimsenin Türk sigortasına girişinden önce, bir Alman Rant Sigortasına girmiş bulunması halinde, Alman Rant Sigortasına giriş tarihi, Türk Sigortasına giriş tarihi olarak kabul edileceği açıkça ifade edilirken; aynı bölümde düzenlenmiş 27’inci madde hükmü ise, her iki akit taraf mevzuatına göre nazara alınabilecek sigortalılık sürelerinin varlığı halinde, uygulanacak mevzuata göre yardım hakkının doğmasında, diğer akit taraf mevzuatına göre geçen ve aynı zamana rastlamayan, hesaba dahil edilebilir nitelikteki sigortalılık sürelerinin de nazara alınacağını; sigortalılık sürelerinin hangi ölçüde hesaba dahil edilebileceğini ise, hesaba dahil edilebilirliğini tayin eden mevzuata göre tespit edileceği ifade edilmiştir.
Nitekim Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının yurt dışında geçirdikleri çalışma sürelerinin sosyal güvenlikleri açısından değerlendirilebilmesi amacıyla 22.05.1985 tarihli resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiş bulunan 3201 sayılı Yurt Dışında Bulunan Türk Vatandaşlarının Yurt Dışında Geçen Sürelerinin Sosyal Güvenlikleri Bakımından Değerlendirilmesi Hakkında Kanunla, Türk vatandaşlarının yurt dışında 18 yaşını doldurduktan sonra, Türk vatandaşı iken geçen ve belgelendirilen sigortalılık süreleri ve bu süreleri arasında veya sonunda her birinde bir yıla kadar olan işsizlik süreleri ile yurt dışında ev kadını olarak geçen süreleri, bu Kanunda belirtilen sosyal güvenlik kuruluşlarına prim ödenmemiş olması ve istekleri halinde, bu Kanun hükümlerine göre sosyal güvenlikleri bakımından değerlendirileceğini öngörmüştür.
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun, 13.2.2002 gün, 2002/10-21 E., 2002/70 K. sayılı anılan kararında belirtildiği üzere; Sosyal Güvenlik Sözleşmesinin 29’uncu maddesinin 4’üncü bendinde 4’üncü bendinde, “Bir kimsenin Türk sigortasına girişinden önce bir Alman Rant Sigortasına girmiş bulunması halinde, Alman Rant Sigortasına girişi, Türk sigortasına giriş olarak kabul edilir.” Hükmüne yer verilmiş ise de bu hüküm, sözleşmenin 27’inci, 29’uncu maddeyle bir bütün olarak yorumlanmadıkça tek başına uygulanamaz. Nitekim 29’uncu maddenin 3’üncü bendinde 3’üncü bendinde, 27’inci maddeye yollamada bulunularak, “…ancak, sözleşmenin 27’inci maddesine göre bir aylık veya gelir talep etme hakkının mevcut olması halinde, aşağıdaki hükümler uygulanır.” Denmektedir. Kaldı ki, sözleşme hukukunda, sözleşme bir bütün olarak yorumlanıp aleyhe ve lehe olan hükümler birlikte uygulanır. Bu ilke, özel hukuk sözleşmelerinde olduğu gibi sosyal güvenlik sözleşmeleri bakımından da geçerlidir.
Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde, anılan sözleşme hükmünün uygulanabilmesi, Türkiye Cumhuriyeti ile Federal Almanya Cumhuriyeti arasında imzalanan sosyal güvenlik sözleşmesi kapsamında, Türkiye’de sigorta başlangıcına esas olan Alman Rant Sigortasına giriş tarihinin, 3201 sayılı Kanun kapsamında borçlanılması ile mümkündür.
Unutulmamalıdır ki Alman Rant Sigortasına giriş tarihinin Türk sigorta başlangıcı olarak kabulü özünde söz konusu tarih itibariyle bir gün çalışıldığının kabulü anlamını da taşımaktadır. Bu nedenle, Türk sigorta başlangıcı olarak kabul edilen tarihe ilişkin sürenin fiilen borçlanılmış ve Türk sosyal güvenliği bakımından değerlendirilebilir hale getirilmiş olmasını aramak, yerinde olacaktır.
Şu halde yapılması gereken iş; davacı tarafa yöntemine uygun şekilde verilecek mehille, Alman Rant sigortasına giriş tarihini içerecek şekilde ( somut olayda 01.02.1994 tarihi ) ve borçlanma talep tarihinde ki şartlar çerçevesinde yurt dışı borçlanması, son tabi olunan sigortalılığın 4/1-a olması nedeniyle, 5510 sayılı Kanunun 4/1-a madde kapsamında öngörülen sigortalılık niteliğinde olmak üzere, usulünce sağlanmalı ve borçlanmanın varlığı halinde, sigorta başlangıcına hükmedilmelidir.
Şüphesiz 3201 sayılı Kanun kapsamında borçlanılmamış olsa bile, sözleşmede bahsedilen sigorta başlangıcı hükmü kısmi sözleşme aylığında da nazara alınabilecektir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın, eksik inceleme ve araştırmayla yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma gerekir.
O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır… ),
Gerekçesiyle oyçokluğuyla bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, Kurum işleminin iptali ile davacının yurt dışında Türk vatandaşı olarak geçen çalışmalarını 3201 sayılı Kanun kapsamında borçlanma hakkı bulunduğunun tespiti istemine ilişkindir.
Davacı vekili dava dilekçesinde özetle, davalı Kurum’un yurt dışı borçlanma talebini reddeden işleminin iptalini, müvekkilinin 02.03.2011 tarihli borçlanma dilekçesinin geçerli olduğunun ve Alman Rant sigortasına giriş tarihi olan 01.02.1994 tarihinden itibaren borçlanabileceğinin tespiti ile davalı SGK ya başvuru tarihinin ve bu tarihteki prim tutarının borçlanmaya esas teşkil ettiğinin belirlenmesi ve tespitini talep etmiştir.
Davalı Sosyal Sigortalar Kurumu ( SGK ) vekili cevap dilekçesinde özetle, davacı borçlanma talebinde bulunduğu tarihte Türk vatandaşı olmadığından, yurt dışında Türk vatandaşı olarak geçirdiği çalışma sürelerini, 3201 sayılı Kanun’a göre borçlanma imkanı bulunmadığını bu nedenle yapılan işlemlerin 3201 sayılı Kanuna uygun olduğunu belirterek, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davanın kabulü ile davacının Türk vatandaşı iken yurtdışında geçirdiği borçlanmaya esas sürelerinin dilediği kadarını borçlanmaya hakkı bulunduğu ve ilk sigorta başlangıç tarihinin 01/02/1994 olduğunun tespiti ile Kurum tarafından başvuru tarihi olan 02/05/2011 tarihindeki asgari günlük prim tutarı esas alınarak borçlanma bedelinin belirlenmesine, aksine kurum işleminin iptaline dair verilen karar, davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Daire tarafından yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuş, mahkemece, Alman Rant Sigortasına giriş tarihinin, Türk sigortasına giriş olarak kabul edilebilmesi için “borçlanmanın yapılmış olması gerektiği” gibi bir koşulun sözleşmede önkoşul olarak ileri sürülmediği gerekçesiyle, direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nda işin esasının görüşülmesinden önce; davalı vekili tarafından direnme kararının temyizi talep edildikten sonra davacı vekili tarafından müvekkilin sigorta başlangıç tarihinin Alman sigortasına giriş tarihi olan 01.02.1994 olduğu talebinden feragat ettiği beyanını içeren dilekçe verilmesi hususu ön sorun olarak değerlendirilmiştir.
Ön sorunun çözümü için öncelikle feragate ilişkin açıklama yapılmalıdır.
Davaya son veren taraf işlemlerinden biri olan feragat, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ( ) 307. ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olup, anılan yasa hükmüne göre feragat; davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir.
Bilindiği gibi, feragat yalnız mevcut davadan değil, o dava ile istenen haktan da vazgeçme anlamına gelmektedir. Davadan feragat neticesinde feragate konu teşkil eden hak tamamen düşer ve artık bir daha dava konusu yapılamaz.
Hiçbir kimse kendi lehine olan bir davayı açmaya zorlanamayacağı gibi, davacı da açmış olduğu bir davayı sonuna kadar takip etmeye zorlanamaz. Usul hukukumuzda kural olarak hüküm kesinleşinceye kadar her davadan feragat edilebilir ( HMK. m.310 ).
Bir usul hukuku kavramı olarak davadan feragatin açık, kesin ve koşulsuz olması, yasa gereğidir. 6100 sayılı HMK’nın 309. maddesi aynen;
“ ( 1 ) Feragat ve kabul, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır.
( 2 ) Feragat ve kabulün hüküm ifade etmesi, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir.
( 3 ) Kısmen feragat veya kabulde, feragat edilen veya kabul edilen kısmın, dilekçede yahut tutanakta açıkça gösterilmesi gerekir.
( 4 ) Feragat ve kabul, kayıtsız ve şartsız olmalıdır” şeklindedir.
Davadan feragatin, kesin hükmün sonuçlarını doğurucu nitelikte olması nedeniyle bütün bu özellikleri içermesi zorunludur.
Aynı yasanın 311 maddesiAynı yasanın 311 maddesi hükmü uyarınca feragat ve kabul; kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur ve irade bozukluğu hâllerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir.
Feragatin davayı sona erdiren kesin bir usul işlemi olması nedeniyle feragatten dönülmesi olanaksız ise de, davacı taraf feragatin hata, hile veya ikrah nedeniyle geçersiz olduğunu aynı davada ileri sürebilir ( Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Altıncı Baskı, Cilt V, s.3646 vd )
Bu gibi durumlarda yapılması gereken, feragatin geçersizliği iddiasının hadise olarak aynı mahkemede görülüp, sonuçlandırılmasıdır. Feragatin iptali davasının başka bir mahkemede açıldığı durumda ise, asıl davayla birleştirilerek görülmesi gerekmektedir.
Hükmün kesinleşmesinden önceki herhangi bir aşamada davadan feragat edilebilir. Temyiz edilen ve fakat henüz Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca görüşülmeyen bir direnme kararı, usul hukuku çerçevesinde kesinleşmiş olmadığından, bu aşamada davadan feragat mümkündür.
Böyle bir durumda, direnme kararı Hukuk Genel Kurulu’nca temyizen incelenemez.
11.04.1940 gün ve 1939/15 Esas, 1940/70 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, hükümden sonra ortaya çıkan ve temyiz incelenmesine usulen engel oluşturan bu durumun yerel mahkemece değerlendirilip karara bağlanması gerekmektedir.
Nitekim aynı ilkeler Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.10.2012 gün ve 2012/17-429 E. 2012/679 K. ile 29.04.2009 gün ve 2009/13-76 E., 2009/120 K. sayılı ilamlarında da benimsenmiştir.
Somut olayda, davacı vekili 26.06.2014 havale tarihli dilekçe ile müvekkilin sigorta başlangıç tarihinin Alman sigortasına giriş tarihi olan 01.02.1994 olduğu talebinden feragat ettiğini bildirmiştir.
Bu durumda, mahkemece; ortaya çıkan yeni durum değerlendirilerek bir karar verilmesi gerektiğinden, direnme kararının bu değişik gerekçeyle bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile mahkeme kararının yukarıda açıklanan değişik nedenlerle 6217 sayılı Kanun’un 30.maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici madde 3” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 21.01.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.