0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Davayı Kabul

HMK Madde 308

(1) Kabul, davacının talep sonucuna, davalının kısmen veya tamamen muvafakat etmesidir.

(2) Kabul, ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalarda hüküm doğurur.



HMK Madde 308 Gerekçesi

1086 sayılı Kanunun 92 nci maddesindeki düzenlemede, davayı kabul, hatalı bir biçimde iki tarafça da yapılması mümkün olan bir işlem olarak tanımlanmakta idi. Oysa, davayı kabul, ancak kendisine karşı bir talepte bulunulan davalı tarafından yapılabilecek bir işlemdir.

Maddede, kabulün davalı tarafça yapılacak bir işlem olduğuna açıklık getirilmiş, ayrıca kısmen kabulün de mümkün olduğu vurgulanmıştır.

Maddenin ikinci fıkrasında, kabulün, sadece tarafların, konusu üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalarda mümkün olduğu ve davayı sona erdirici bir etki doğuracağı açıklanmıştır. Doktrin ve mahkeme içtihatları da bu yöndedir.


HMK 308 (Davayı Kabul) Emsal Yargıtay Kararları


Hukuk Genel Kurulu 2023/218 E. , 2025/30 K.

  • HMK 308
  • Davayı kabul nedir?
  • Şarta bağlı kabul beyanı geçersiz olup hukuki sonuç doğurmaz.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Davayı kabul” başlıklı 308/1. maddesi; “Kabul, davacının talep sonucuna, davalının kısmen veya tamamen muvafakat etmesidir.”, aynı Kanun’un 309/1. maddesi; “Feragat ve kabul, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır.”, 311/1. maddesi ise, “Feragat ve kabul, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. İrade bozukluğu hâllerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir.” şeklinde düzenlenmiştir.

Açıklanan bu hükümlerden de anlaşılacağı üzere davayı kabul, davalının mahkemeye ulaşması gerekli tek taraflı irade beyanı ile davacının dava dilekçesindeki talep sonucu kısmına kısmen veya tamamen muvafakat etmesi şeklinde tanımlanabilir (Baki, Kuru; Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, C. IV., İstanbul 2001, s. 3674; Süha, Tanrıver; Mahkeme Huzurunda Yapılan Kabuller, AÜHFD, 1995/I, s. 221).

Kabul, davayı sona erdiren usul işlemi olmasının yanı sıra aynı zamanda davalı, davacının istemiş olduğu hakkın varlığını da kabul ettiğinden bir maddi hukuk işlemidir (Kuru, s. 3677). Davayı kabul, her şeyden önce bir usul işlemi olduğundan, kabulün şartları ve etkileri usul hukuku bakımından düzenlenir. Kabulün şekli (yapılış biçimi), davayı sona erdirmesi ve kabul nedeniyle davanın kabulüne ilişkin mahkeme kararının istinaf/temyiz edilmesi usul hukukuna tabidir.

Davayı kabulden söz edilebilmesi için dört koşulun bir arada bulunması gerekir. Bunlardan ilkini; davalı tarafından mahkemeye yöneltilmiş bulunan tek taraflı ve varması gereken bir irade beyanının mevcudiyeti oluşturur (Tanrıver, s. 221). Bu irade beyanının kendisinden beklenen hüküm ve sonuçları doğurabilmesi mahkeme veya davacı tarafından kabul edilmesine bağlı değildir (Kuru, s. 3691). Bu yönü ile davayı kabul beyanı davadan feragatle benzerlik gösterirken, mahkeme huzurunda yapılan sulhlerden ayrılır. Zira mahkeme huzurunda yapılan sulh için tarafların karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanlarına ihtiyaç vardır.

Diğer bir koşul, davayı kabule ilişkin irade beyanının kayıtsız, şartsız ve açık olması gereklidir (HMK md. 309/4). Usul işlemleri kural olarak şarta bağlı olarak yapılamayacağından, şarta bağlı olarak bir kabul beyanında bulunulmuş ise, davalının bu beyanının davayı kabul olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Davalının, davanın kabulüne ilişkin davayı kabul eden irade beyanı, kayıtsız ve şartsız olmasının yanı sıra, açık ve tereddüte yer vermeyecek bir biçimde kesin de olmalıdır. Zımni olarak davayı kabul de mümkün değildir (Kuru, 3692-3694).

Diğer taraftan, davalının kabule ilişkin irade beyanının davacının talep sonucunu konu alması gerekir. Davalı sözü edilen irade beyanı ile davacının dava dilekçesinin talep sonucu kısmına rıza gösterir. Davayı kabul davacının dava dilekçesinin talep sonucunun tamamına ilişkin olabileceği gibi talep sonucunun bir kısmına ilişkin de olabilir (md. 309/3).

Son koşul olarak kabul, ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabilecekleri uyuşmazlıkları konu alan davalarda hüküm doğurur (HMK md. 308/2). Medeni Usul Hukukunda kural olarak tasarruf ilkesi (md. 24) uygulandığından, bu ilkeden hareketle davalı da dava konusu üzerindeki tasarruf yetkisine dayanarak açılmış bir davayı kabul edebilir. Bu suretle davalının kabulü davayı sona erdirir. Buna karşın, iki tarafın arzusuna tâbi olmayan ve kamu düzenini yakından ilgilendiren davalarda (örneğin velayete, nesebe ilişkin davalarda) yapılan kabuller geçerlilik taşımaz ve davayı sona erdirmezler (Kuru, s. 3675; Tanrıver, s. 218, İlhan, E. Postacıoğlu; Medeni Usul Hukuku, İstanbul 1975, s. 480).

Kural olarak davayı kabul ancak davalı tarafından yapılabilir. Nitekim HMK’nın 308/1. maddesinde kabul, davacının talep sonucuna, davalının kısmen veya tamamen muvafakat etmesi şeklinde ifade edilmiştir. İhtiyari dava arkadaşlığının varlığı hâlinde her bir dava arkadaşı sadece kendisi bakımından etki doğuracak olan usul işlemlerini yapabildiği ve sadece dava konusunun kendisine ilişkin bulunan kısmı üzerinde tasarrufta bulunabildiğinden her davalı kendisi bakımından etki doğuracak şekilde davayı kabul edebilir.

Kabul, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılabilir (HMK md. 309/1). Kabulün zamanı ise Kanun’un 310. maddesinde düzenlenmiş ve feragatta olduğu gibi hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabileceği öngörülmüştür. Böyle olunca mahkemece verilen bir kararın temyizi aşamasında, usul hukuku çerçevesinde kesinleşmiş bir karar olmadığından davanın kabul edilmesi mümkündür.

Kabul, davayı sona erdiren kesin bir usul işlemidir. Davayı kabul ile mevcut olduğu tespit edilen veya yeni … hak, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava konusu yapılamaz (md. 311). Davanın kabulü, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur (md. 311/1, 1.c).

Kabulden dönülmesi ve kabulden sonra ıslah yapılması olanaksız ise de, irade bozukluğu hâllerinde kabulün iptali istenebilir (md. 311, Kuru, s. 3677 vd.). Çünkü, bir hukuki işlemin geçerli ve amacına uygun hukuki sonuç doğurabilmesi için o hukuki işlemi yapan kişi veya kişilerin sağlıklı bir şekilde oluşmuş iradelerinin bulunması ve yine bu iradelerinin istenilen hukuki sonuca uygun şekilde açıklanması gerekmektedir. İrade bozukluğu hâlleri 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 30 ilâ 39. maddeler arasında “Yanılma”, “Aldatma” ve “Korkutma” başlıkları altında düzenlenmiştir. Türk Hukukunda irade bozukluğuna bağlanan yaptırım ise kesin hükümsüzlük (butlan) hâli değildir. HMK’nın 311. maddesinde de açıkça belirtildiği gibi irade bozukluğu hâllerinde kişiye iptal hakkı tanınmıştır.

Davayı kabul, davalının mahkemeye karşı (hitaben) yaptığı tek taraflı bir irade beyanı ile tamamlandığından, mahkemece, sadece davalının beyanının gerçekten davayı kabul olup olmadığı ve kanunun öngördüğü şekilde (md. 309, md. 154/3-ç) yapılıp yapılmadığı araştırılır, davalının beyanının gerçekten davayı kabul olduğu ve kanunun öngördüğü şekilde yapıldığı tespit edilirse kabul nedeniyle davanın kabul edilmesine karar verilmekle yetinilir.

Aynı hususlar Hukuk Genel Kurulunun 07.07.2020 tarihli ve 2017/(18)20-1994 Esas, 2020/528 Karar sayılı kararında da açıkça vurgulanmıştır.

Davalı tarafından davanın kısmen veya tamamen kabulü mümkün ise de; kabulün şarta bağlı olarak yapılması mümkün değildir. Kabul ile dava konusu uyuşmazlık esastan sona erdiğinden, davalının gerçek amacının davayı kabul etmek olduğu açıkça anlaşılmalıdır. Beyanından, taşıdığı amacın davanın tamamı ya da bir kısmını koşulsuz şekilde kabul etmek olduğu anlaşılmıyor ise mahkemenin davalıya amacının ne olduğunu açıklatması (md. 31) ve beyanını ona göre değerlendirmesi gerekmektedir. Kayıt ve şarta bağlanmış beyanlarda, ihtilafın gerçek anlamda sona erdiğinden söz edilemeyeceğinden, koşula bağlanmış bir kabul beyanı geçerli olmayacaktır. Diğer bir anlatımla koşula bağlanmış kabul ile davanın sona erdiği kabul edilemez (Hukuk Genel Kurulunun 04.10.2022 tarihli ve 2020/1-464 Esas, 2022/1234 Karar sayılı kararı).

Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacı paydaşın satış bedelinde muvazaa yapıldığını ileri sürerek önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil istemiyle açtığı eldeki davada, davalı vekili dosyaya sunduğu cevap dilekçesinde davacının resmî akitte yazılı olan 825.000,00 TL satış bedeli, 16.500,00 TL tapu alım harcı ve 327,00 TL döner sermaye masrafı olmak üzere toplam 841.827,00 TL şuf’a bedelini mahkemece verilecek kesin süre içinde depo etmesi kaydıyla davanın kabul edildiğini beyan etmiş, ancak davacının muvazaaya ilişkin iddialarının gerçeği yansıtmadığını belirterek muvazaa iddiasının reddi gerektiğini savunmuştur.

Bununla birlikte İlk Derece Mahkemesince yapılan 27.09.2016 tarihli ön inceleme duruşmasında davacı vekili; “…Davalının davayı kabulünü biz kabul etmiyoruz, çünkü tapuda fahiş bir rakamla işlem yapılmıştır, biz keşif yapılsın değer belirlensin ve şirketin defterleri incelensin istiyoruz…” şeklinde beyanda bulunmuş, davalı vekili de cevap dilekçesinde bildirdiği nedenlerle 841.827,00 TL satış bedeli üzerinden davayı kabul ettiklerine dair ifadesini aynen tekrarlamış, mahkemece aynı celsede ön inceleme safhası bitirilerek bir numaralı ara kararda tahkikat aşamasına geçilmiş, dört numaralı ara karar ile de dava konusu taşınmazın satış tarihindeki değerinin tespiti için uzman bilirkişi heyetiyle birlikte mahallinde keşif yapılmasına karar verilmiştir.

Şu hâlde taraflar arasında önalım bedeli konusundaki uyuşmazlığın hâlen sürmekte olduğu, İlk Derece Mahkemesince de davacı tarafından ileri sürülen bedelde muvazaa iddiasına yönelik inceleme ve araştırma yapıldığı görülmektedir. Bu durumda bedelde muvazaa iddiası nedeniyle önalım bedeli konusunda uyuşmazlığın devam etmesine rağmen kabul beyanının kesin hüküm gibi sonuç doğurması mümkün değildir. Somut olayda şarta bağlanmış bir kabul beyanı bulunduğu gözetilmeksizin davanın kabul nedeniyle sona erdiğinden bahisle sonuca gidilmesi doğru olmamıştır.

Vurgulamakta fayda var ki, eldeki davada hem İlk Derece Mahkemesinin hem de Bölge Adliye Mahkemesinin kabulünde olduğu üzere fiili taksim olgusunun varlığı sabit olup, davanın her aşamasında fiili taksim savunmasında bulunulabileceği gibi taraflarca ileri sürülmese dahi fiili taksimin varlığı dosya kapsamından anlaşılıyor ise hâkim tarafından da resen dikkate alınması zorunludur. Bu gibi hâllerde savunmanın genişletilmesinden de söz edilemez. Önalım davasına konu payın bulunduğu taşınmaz paydaşlarca özel olarak kendi aralarında taksim edilip paydaşlar belirli bir kısmı kullanırken bunlardan biri kendisinin kullandığı yeri ve bu yere tekabül eden payı üçüncü bir şahsa satarsa, zamanında bu yerde hak iddia etmeyen davacının tapuda yapılan pay satışı nedeniyle önalım hakkını kullanmasının TMK’nın 2. maddesinde yer alan dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı, taraflar arasında varlığı sabit olan fiil taksim nedeniyle önalım davasının dinlenemeyeceği ve redde mahkûm olduğu açıktır.

Sonuç olarak Bölge Adliye Mahkemesince davalı tarafından usulünce yapılmış bir kabul beyanı bulunmadığından davanın fiili taksim nedeniyle reddine dair verilen direnme kararı usul ve yasaya uygun olup, kararın onanması gerekmektedir.


Hukuk Genel Kurulu 2017/1941 E. , 2019/475 K.

  • HMK 308
  • Boşanma davasında davalının kabul beyanı bağlayıcı değildir. Davalı kabul beyanı ile boşanma davasını kabul etse bile kabul beyanını hükmün kesinleşmesine kadar geri alıp boşanma davasına çekişmeli olarak devam edebilir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, anlaşmalı olarak açılan boşanma davasında, davalının anlaşma iradesinden dönmesinin mümkün olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre anlaşmalı olarak açılan boşanma davasının çekişmeli olarak görülmeye devam edip etmeyeceği noktasında toplanmaktadır

Öncelikle, ilgili kanun maddesinin incelenmesinde yarar görülmektedir

TMK’nın 166. maddesinin 3. fıkrasında; “Evlilik en az bir yıl sürmüş ise, eşlerin birlikte başvurması ya da bir eşin diğerinin davasını kabul etmesi halinde, evlilik birliği temelinden sarsılmış sayılır. Bu halde boşanma kararı verilebilmesi için, hakimin tarafları bizzat dinleyerek iradelerinin serbestçe açıklandığına kanaat getirmesi ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda taraflarca kabul edilecek düzenlemeyi uygun bulması şarttır. Hakim, tarafların ve çocukların menfaatlerini göz önünde tutarak bu anlaşmada gerekli gördüğü değişiklikleri yapabilir. Bu değişikliklerin taraflarca da kabulü halinde boşanmaya hükmolunur. Bu halde tarafların ikrarlarının hakimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz “ düzenlemesi yer almaktadır

Uygulamada anlaşmalı boşanma adı verilen ve yukarıya alıntılanan fıkra uyarınca boşanma kararı verilebilmesi için ilk koşul; evlilik birliğinin en az bir yıl sürmesidir. Aksi takdirde hâkim diğer şartları incelemeden boşanma davasını reddetmelidir.

İkinci koşul, eşlerin mahkemeye birlikte başvurması veya bir eşin diğerinin açtığı boşanma davasını kabul etmesidir. Burada önemli olan tarafların boşanma iradelerini aynı anda ve duruşmada hâkime beyan etmesidir. Üçüncü koşul, eşlerin iradelerini hâkime bizzat açıklamalarıdır. Hâkimin eşleri dinleyerek serbest iradelerinin oluşup oluşmadığına karar vermesi gerekir. Madde hükmü, duruşmada tarafların her türlü baskı ve tehditten uzak olarak özgür iradeleri ile beyanda bulunduklarının denetlenmesini amaçladığından hâkimin bu hususta her türlü özeni göstermesi gerekmektedir (Kılıçoğlu A: Aile Hukuku, Ocak 2019, s.113). Son koşul ise; anlaşmalı olarak boşanmak isteyen eşlerin boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hususunda da anlaşmış olmaları ve buna ilişkin düzenlemeyi hâkimin onayına sunmaları gerekir. Taraflar bu hususta mahkemeye bir protokol sunabilecekleri gibi, belirtilen tüm bu hususlarda mahkemeye sözlü olarak da beyanda bulunabilirler. Ancak ikinci durumda sözlü beyanın zapta geçirilmesi ve taraflarca imzalanması gerekir (Akıntürk T: Türk Medeni Hukuku Aile Hukuku, İkinci Cilt, Ocak 2019, s.271).

“Boşanmanın mali sonuçları” ile kastedilen maddi ve manevi tazminat ile yoksulluk nafakası talepleridir (TMK m. 174/1-2; m. 175). “Çocukların durumu” ile kastedilen ise, ortak çocukların velâyetinin kime verileceği, velayet verilmeyen eş ile çocuklar arasında kurulacak kişisel ilişki ve çocuklar için ödenecek iştirak nafakası ile ilgili düzenlemelerdir.

Madde metninden anlaşıldığı üzere, boşanma, boşanmanın mali sonuçları ve çocukların durumu hakkındaki düzenlemeler hakkında tarafların serbest iradelerinin uyuşması gerekmekte ise de, aynı zamanda hâkimin bu anlaşmayı onaylaması gerekmektedir. Görüldüğü üzere, taraflar anlaşma konusunda tamamen özgür bırakılmamıştır. Bu nedenle, hâkim tarafından onaylanmayan anlaşmalar hukuki sonuçlarını doğurmayacağı gibi, tarafların da kendilerine önerilen değişikliği kabul etmesi hâlinde anlaşma geçerli olacak ve boşanma kararı verilebilecektir.

Önemle belirtilmelidir ki, taraflarca yapılan ve hâkim tarafından onaylanan anlaşma hükümleri infazda sıkıntı doğurmaması için hüküm fıkrasında aynen yer almalıdır.

Anlaşmalı boşanmanın koşulları bu şekilde ana hatlarıyla belirtildikten sonra uyuşmazlığın çözümü bakımından “ikrar” ve “kabul” kavramlarının irdelenmesi gerekmektedir.

Bilindiği üzere, 4721 sayılı TMK’da, boşanma davaları için özel yargılama kurallarına yer verilmiştir. Şöyle ki, 184. maddesinin birinci fıkrasının (1) nolu bendinde hâkimin, boşanma veya ayrılık davasının dayandığı olguların varlığına vicdanen kanaat getirmedikçe, bunları ispatlanmış sayamayacağı ve (3) numaralı bendinde ise tarafların bu konudaki her türlü ikrarlarının hâkimi bağlamayacağı belirtilmiştir.

İkrar, bir tarafın, diğer tarafın ileri sürdüğü vakıanın doğru olduğunu bildirmesidir. İkrarın konusu ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. İkrar, tek tek vakıalar hakkında olup, talep sonucuna ilişkin değildir. Bir tarafın talep sonucunun diğer tarafça kabul edilmesi, davayı sona erdiren bir taraf işlemi olup davayı (kabul) ismini alır. Kabulde, karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalara değil, onlardan çıkardığı talep sonucuna rıza gösterilmektedir (Kuru, B./Arslan, R./ Yılmaz, E.: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara 2013, s.366).

Kural olarak, boşanma davalarında hâkim ikrarla bağlı olmadığı gibi kabulle de bağlı değildir. Bu durum, Türk Medeni Kanunu’nda “irade ilkesine” dayanan bir boşanma sisteminin olmayışından kaynaklanır. Çünkü irade ilkesine göre tarafların karşılıklı rızaları boşanma kararı verilmesi için yeterlidir. TMK’da ise kusur ilkesi, irade ilkesi ve evlilik birliğinin sarsılması ilkeleri gibi tek tipten oluşmayan karma bir sisteme yer verildiği görülmektedir (Gençcan, Ö.U: Boşanma Tazminat ve Nafaka Hukuku, Ankara 2017, s.118).

Uyuşmazlığın temelini teşkil eden anlaşmalı boşanma davaları kısmen irade ilkesinin uygulandığı davalardır. Bu durum, maddede yer alan “Bu halde tarafların ikrarlarının hakimi bağlamayacağı hükmü uygulanmaz” cümlesinden de anlaşılmaktadır. Evlilik birliğinin kurulması sırasında karşılıklı iradelerine önem verilen tarafların boşanma konusunda da istek ve beyanlarının dikkate alınması anlaşmalı boşanmanın gereğidir. Ne var ki, TMK’nın 166/3. maddesinde sayılan diğer koşulların hepsinin gerçekleşmediği bir durumda davalının boşanma davasını kabul etmesinin hiçbir anlamı yoktur.

Bu nedenledir ki, TMK’nın 166/3. maddesi uyarınca davanın kabulü, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 308. maddesinde düzenlenen “kabul” kavramından ayrılmaktadır. HMK’nın 308. maddesi uyarınca davayı kabul, davalının mahkemeye yönelik olarak yapacağı tek taraflı bir irade beyanı ile olmakta ve dava konusu uyuşmazlık esastan sona ermektedir. Kabulün geçerliliği davacı veya mahkemenin kabulüne bağlı değildir. Oysa anlaşmalı boşanma davalarında kabul, tek başına davayı sona erdirmediği gibi, TMK 166. maddenin 3. fıkrası; hâkimin boşanma isteğinin serbest iradeye dayanıp dayanmadığını saptamasını ve boşanmanın mali sonuçları ile çocukların durumu hakkında düzenlemeleri uygun bulmasını ve uygun bulmadığı takdirde bu düzenlemelere açık müdahalesini aramaktadır.

Öte yandan, usul hukuku anlamında kabul, kesin hükmün sonuçlarını doğurur ve ancak irade bozukluğu hâllerinde kabulün iptali istenebilir (HMK m.311). Diğer bir anlatımla davalı irade fesadı hâlleri dışında kabulden dönemez. Yukarıda belirtildiği üzere anlaşmalı boşanma davalarında ise “kabulün” doğurduğu tek sonuç evlilik birliğinin sarsıldığı olgusunun ispatlandığıdır, diğer bir anlatımla mahkemece bu yönde bir araştırma yapılmasına gerek yoktur ancak “yalın kabul” boşanma kararı vermeye yetmemektedir. Bu nedenle, TMK’nın 166/3. maddelerinin uygulandığı bir davada davanın kabulü şekli ve maddi hukuk anlamında hükmün kesinleşmesi sonucunu doğurmadığından hükmün kesinleşmesine kadar davalının kabul beyanından dönmesi mümkündür. Çünkü bu durumda anlaşmalı boşanma koşullarının gerçekleştiğinden söz edilemez (Özdemir, N: Türk Hukukunda Anlaşmalı Boşanma, Doktora Tezi, s.176-177; Gençcan, s.780). Taraflardan birinin anlaşmadan dönme iradesi davanın samimi bir iradenin mahsülü olmadığına, hâkimin anlaşmalı boşanma şartlarının oluşup oluşmadığı konusunda gerekli her türlü araştırmayı yapmadığına işaret eder.

Esasen yapılan bu değerlendirmeler, Türk toplumunun temeli olan ve eşler arasında eşitliğe dayanan aile kurumunun, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 41. maddesi ile özel olarak güvence altına alınmasından kaynaklanmaktadır. Devlet ailenin korunması için gerekli her türlü tedbiri alır ve boşanma davalarının toplumu ilgilendiren yapısı nedeniyle de üzerine düşen yükümlülükleri mahkemeler/hâkimler vasıtasıyla yerine getirir. Bu nedenle, TMK’nın 166/3. maddesine dayalı davalarda da hâkim, bir yandan tarafların ikrarı ile bağlıyken, aynı zamanda bir denetim yetkisine sahiptir. Buradan hareketle, genel hükümlere dayalı bir alacak davasında olduğu gibi davayı sona erdiren “kabul” beyanının, toplumun temeli olan aile kurumu için de boşanma kararı verme zorunluluğu getirdiği ve tarafların da kararın kesinleşmediği sürece bu kabul beyanlarıyla bağlı olduğu söylenemeyecektir.

Diğer yandan anlaşmalı boşanma davasında feragat hakkı bulunan davacıya bir nevi anlaşmayı bozma hakkı verilirken anlaşmanın diğer tarafı olan eşin bu anlaşmayla sonuna kadar bağlı olması silahların eşitliği ilkesine de aykırılık teşkil ettiğinden anlaşmayı bozma hakkının davalıya da verilmesi gerekmektedir.

Bu açıklamalar karşısında somut olay değerlendirildiğinde; tarafların 04.06.2004 tarihinde evlendiği, bu evlilikten 12.03.2007 doğumlu müşterek çocuklarının bulunduğu, davacı kadının anlaşmalı boşanma isteğiyle mahkemeye başvurduğu ve dilekçe ekinde iki tarafın imzaladığı 23.06.2014 tarihli protokolde boşanma, boşanmanın mali sonuçları ve çocukların durumu hakkında düzenlemelerin yer aldığı, 27.06.2014 tarihli duruşmada tarafların protokol içeriğine göre boşanmak istediklerini bildirdikleri ve bu beyanlarını imzaladıkları, mahkemece de TMK 166/3. maddesi uyarınca anlaşmalı olarak boşanma kararı verdiği görülmektedir. Davalı ise aralarındaki protokol şartları ve boşanmaya sebep olan hadiselerin farklılığı sebebiyle anlaşamadıklarını, anlaşmalı boşanmanın irade fesadı hâllerinin varlığı altında gerçekleştiğini, davadan feragat ettiğini beyanla hükmü süresinde temyiz etmiştir. Anlaşmanın diğer tarafı olan eşin hüküm kesinleşinceye kadar anlaşma iradesinden dönmesini engelleyici yasal bir hüküm bulunmadığından, taraflara iddia ve savunmalarını bildirmesi ve delillerini sunması için imkân verilerek davaya “çekişmeli boşanma” (TMK m. 166/1-2) olarak davaya devam edilmesi gerekir.


Hukuk Genel Kurulu 2017/1223 E. , 2021/285 K.

  • HMK 308
  • Davayı kabul beyanı, dosyanın Yargıtay’da bulunduğu aşamada yapıldığı takdirde, dosya ek karar verilemek üzere yerel mahkemeye gönderilir.

Dava ecrimisil istemine ilişkin olup, Mahkemece verilen direnme kararı davacı Vakıflar Genel Müdürlüğü vekili tarafından 22.11.2016 tarihinde temyiz edilmiştir.

Davaya son veren taraf işlemleri olan feragat, kabul ve sulh, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 307 ilâ 315. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Tasarruf ilkesinin bir sonucu olarak davaya son veren taraf işlemleri hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabilir. Bir başka ifade ile taraflar davayı kabul ederek ya da davadan feragat ederek veya sulh sözleşmesi yaparak yargılamanın her aşamasında ve hatta kanun yollarında herhangi bir hükme gerek kalmaksızın davayı sona erdirebilirler.

HMK’nın 308. maddesine göre kabul; davacının talep sonucuna, davalının kısmen veya tamamen muvafakat etmesidir. Bu hükümle kabulün davalı tarafça yapılacak bir işlem olduğuna açıklık getirilmiş ve aynı zamanda kabulün ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalarda hüküm doğuracağı öngörülmüştür.

Feragat veya kabulün hükmün verilmesinden sonra yapılması hâlinde ne gibi işlem yapılacağı hususu 28.07.2020 tarihli ve 31199 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7251 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkındaki Kanun’un 29. maddesiyle HMK’nın 310. maddesine eklenen 2 ve 3. fıkralarında hüküm altına alınmış ve dosyanın temyiz incelemesine gönderilmiş olup olmadığı esas alınarak ikili bir düzenleme yapılmıştır. HMK’nın 310. maddesinin 3. fıkrasında göre, feragat veya kabul dosyanın temyiz incelemesine gönderilmesinden sonra yapılmışsa, Yargıtay temyiz incelemesi yapmaksızın dosyayı feragat veya kabul hususunda ek karar verilmek üzere hükmü veren mahkemeye gönderir.

Somut olayda da dosya temyiz incelemesi için Hukuk Genel Kuruluna gönderildikten sonra davalı … yerel mahkemeye dilekçe sunarak, hakkındaki davayı kabul ettiğini ve 7256 sayılı Kanun kapsamında dava konusu ecrimisil ile yargılama gideri ve vekâlet ücretini davacı Vakıflar Genel Müdürlüğüne ödediğini bildirmiştir.

Bu durumda, davanın kabulüne ilişkin olarak davalı tarafından sunulan dilekçenin değerlendirilerek sonucuna göre HMK’nın 310. maddesinin 3. fıkrası uyarınca ek bir karar verilmesi gerekmektedir. O hâlde, davanın kabulü hakkında ek karar verilmek üzere dosya hükmü veren mahkemeye gönderilmelidir.


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/3255 Karar : 2017/7426 Tarih : 31.10.2017

  • HMK 308. Madde

  • Davayı Kabul

Davacı tarafından, aksi kurum işleminin iptali, 5510 sayılı Yasanın 81. maddesini ı bendinde öngörülen prim teşvikinden yararlandırılması gerektiğinin tespiti amacıyla açılan davanın yargılaması sonucu … 12. İş Mahkemesince istemin usulden reddine dair verilen hükme karşı davacı Şirket vekilince istinaf yoluna başvurulması ve … Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesince, istinaf başvurusunun reddine dair verilen kararın temyizen incelenmesi davacı Şirket vekilince istenilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Çekişmeli yargıda kural olarak, “tasarruf ilkesi” geçerlidir ve taraflar dava konusu üzerinde serbestçe tasarrufta bulunabilirler. Bu suretle davaya son verilebilmesinin bir yöntemi davadan feragattir ve anılan kurum 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 307 ila 312. maddelerinde (mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 91 ila 94. maddelerinde) düzenlenmiştir.

Hükmün kesinleşmesinden önceki herhangi bir aşamada davadan feragat edilebilir. Temyiz edilen ve fakat henüz temyiz Dairesince görüşülmeyen bir karar, usul hukuku çerçevesinde kesinleşmiş olmadığından, bu aşamada davadan feragat mümkündür.

Hâkim, gördüğü davada tahkikatı bitirip hüküm kurduktan sonra davadan elini çekmiş olur ve kural olarak dava sonunda verilen karar temyiz edilip bozulmadan ve bu suretle yargılamaya yeniden başlanmadan davanın esası ile ilgili hiç bir karar veremez.

Feragat, davayı kesin olarak sonuçlandıran bir hukuki neden olduğundan, hâkim karar verdikten sonra dahi belgelendirilen feragat üzerine davanın bu nedenle reddine karar verebilir ise de, Yargıtay uygulamalarında (örneğin Hukuk Genel Kurulunun 21.10.1981 gün 1981/2-551, 1981/683 ve 02.06.1982 günlü 1982/376-547 sayılı Kararları ile 11.04.1940 gün ve 1939/15-1940/70 sayılı tevhidi içtihat Kararının gerekçesinden esinlenen uygulama) hüküm temyiz edildikten sonra vaki feragat üzerine mahkemece kendiliğinden bir karar verilmeyerek Yargıtay`ın bu konuda (feragat konusunda) mahkemece bir karar verilmek üzere hükmün bozulmasına dair verilecek kararından sonra ancak dosyayı ele alabilir ve feragate dayanarak davayı reddedebilir.

Bu itibarla, somut olayda davacının temyiz aşamasında verdiği dilekçe ile feragat edildiğini açıkça ve koşulsuz olarak bildirdiğinden, hükümden sonra ortaya çıkan ve temyiz incelenmesine usulen engel oluşturan bu hukuki olgu çerçevesinde, yeniden inceleme yapılmak üzere mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi gerekmektedir.

O hâlde, hükmü temyiz eden davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve … Bölge Adliye Mahkemesi 10. Hukuk Dairesinin istinaf başvurusunun reddine ilişkin kararının kaldırılarak İlk Derece Mahkemesince verilen hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: … Bölge Adliye Mahkemesi 10. Dairesi kararının HMK’nın 373/1 maddesi gereği kaldırılarak temyiz edilen ilk derece mahkemesi hükmünün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, dosyanın İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine, 31.10.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/34 Karar : 2017/5079 Tarih : 30.03.2017

  • HMK 308. Madde

  • Davayı Kabul

Borçlu tarafından 838 parsel sayılı taşınmaza ilişkin 21.7.2015 tarihli ihalenin feshinin talep edildiği, mahkemece istemin süreden reddine karar verildiği, verilen kararın borçlu tarafından temyiz edilmesinin ardından alacaklı vekili Av. …‘nın 24.3.2016 tarihli e-imzalı dilekçesi ile davayı kabul ettiklerini bildirdiği, ancak adı geçen vekilin davayı kabule ilişkin bu dilekçesinin fiziki dosyaya temyiz incelemesinden sonra girmesi nedeniyle alacaklının kabul beyanı değerlendirilmeksizin mahkeme kararının Dairemizce onandığı, borçlunun karar düzeltme dilekçesinde alacaklının davayı kabul beyanının nazara alınması gerektiğini talep ettiği anlaşılmaktadır.

6100 sayılı HMK’nun 308. maddesi gereğince, kabul, davacının talep sonucuna, davalının kısmen veya tamamen muvafakat etmesidir. Aynı maddenin ikinci fıkrası hükmüne göre, kabul, ancak, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalarda hüküm doğurur. Öte yandan davayı kabul, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur (HMK’nun 311/1). Davalının davayı kabul etmesi ile dava konusu uyuşmazlık sona erer.

İhalenin feshi istemi, HMK’nun 308/2. maddesinde belirtilen tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri bir dava olmadığına göre, ihalenin feshi davalarında davayı kabul mümkün olup, kabulün sonuç doğurması için, borçlu tarafından yapılan şikayette hem alacaklı hem de ihale alıcısının davayı kabul etmesi gerekir.

Somut olayda, aynı zamanda ihale alıcısı olan alacaklının, vekili aracılığı ile, 24.3.2016 tarihinde mahkemeye sunduğu e-imzalı dilekçesi ile davanın kabulüne karar verilmesini talep ettiği görülmektedir.

Hal böyle olunca, karar düzeltme isteminin kabulü ile, mahkemece alacaklı vekilinin vekaletnamesinde davayı kabul yetkisi bulunup bulunmadığı da incelenmek suretiyle kabul beyanı değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi için mahkeme kararının bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Şikayetçi borçlunun karar düzeltme isteminin kabulü ile Dairemizin 28.3.2016 tarih, 2016/3846 Esas - 2016/9001 Karar sayılı onama ilamının kaldırılmasına, aynı zamanda ihale alıcısı olan takip alacaklısının davayı kabulü hakkında karar verilmek üzere mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366. ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), 30/03/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/12969 Karar : 2017/412 Tarih : 20.01.2017

  • HMK 308. Madde

  • Davayı Kabul

Davacı vekili, … 7. Asliye Hukuk Mahkemesi kanalıyla Dairemize göndermiş olduğu 06.12.2016 tarihli dilekçesiyle, davadan feragat ettiklerini bildirmiştir.

Dosyada mevcut, … 5. Noterliğinin 16.12.2013 tarihli ve 21946 yevmiye numaralı vekaletnamesine göre davacı vekilinin davadan feragate yetkili olduğu anlaşılmıştır.

6100 sayılı HMK`nın 307. maddesinde feragatin, davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesi olduğu belirtilmiştir. Aynı yasanın 308. maddesi gereğince de kabul, davacının talep sonucuna davalının kısmen veya tamamen muvafakat etmesidir. Kabul, ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalarda hüküm doğurur.

6100 sayılı HMK`nın “Feragat ve kabulün şekli” başlıklı 309. maddesi hükmüne göre de feragat ve kabul, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır. Feragat ve kabulün hüküm ifade etmesi, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir. Kısmen feragat veya kabulde, feragat edilen veya kabul edilen kısmın, dilekçede yahut tutanakta açıkça gösterilmesi gerekir. Feragat ve kabul, kayıtsız ve şartsız olmalıdır.

Yukarıda belirtildiği üzere feragatin kati bir hükmün hukuki neticelerini hasıl edeceği hükme bağlanmıştır. Yine belirtmek gerekir ki feragatin geçerliliği karşı tarafın muvafakatine bağlı değildir. Etkisini onu yapanın tek yönlü irade beyanı ile doğurur. Bu nedenle mahkemece verilen kararın davacının davadan feragati hakkında mahkemesince bir karar verilmek üzere bozulması gerekir. Yargıtay`ın yerleşmiş uygulamaları da bu doğrultudadır. (11.04.1940 tarihli ve 70 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 27.05.1992 tarihli ve 1992/2-250/364 sayılı kararı)

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin davadan feragatı nedeniyle hükmün BOZULMASINA, ödenen temyiz harcının talep halinde yatırana iadesine, 20.01.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/21962 Karar : 2017/565 Tarih : 18.01.2017

  • HMK 308. Madde

  • Davayı Kabul

Borçlu vekilinin ihalenin feshi istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, ihale alıcısı … Yapı..Ltd.Şti. yetkilisinin 04.02.2016 tarihli duruşmada ihalenin feshi istemine yönelik davayı kabul ettiklerini bildirdiği, mahkemece ihale alıcısı davalının kabul beyanı nedeniyle şikayetin kabulüne karar verildiği, ancak; takip alacaklısının davanın kabulüne yönelik beyanının bulunmadığı görülmektedir.

6100 Sayılı HMK’nun 308. maddesi gereğince, kabul, davacının talep sonucuna, davalının kısmen veya tamamen muvafakat etmesidir. Aynı maddenin ikinci fıkrası hükmüne göre, kabul, ancak, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalarda hüküm doğurur. Öte yandan davayı kabul, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur (HMK’nun 311/1). Davalının davayı kabul etmesi ile dava konusu uyuşmazlık sona erer.

İhalenin feshi istemi, HMK’nun 308/2. maddesinde belirtilen tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri bir dava olmadığına göre, ihalenin feshi davalarında davayı kabul mümkün olup, kabulün sonuç doğurması için, borçlu tarafından yapılan şikayette hem alacaklı hem de ihale alıcısının davayı kabul etmesi gerekir.

Somut olayda ihaleye konu taşınmaz yönünden takip alacaklısının kabul beyanı bulunmadığından tüm ilgililerin davayı kabulü koşulu gerçekleşmemiş olup, mahkemece ihalenin feshi isteğine ilişkin sebepler incelenerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile istemin kabulü yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 18.01.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/24450 Karar : 2016/16293 Tarih : 30.11.2016

  • HMK 308. Madde

  • Davayı Kabul

Davacılar vekili, dava konusu … parselde davalı adına kayıtlı 136/1536 payın aslında vekil edenlerine ait olduğunu, taşınmaz hisseli olduğu için tapuda intikal yaptıramadıklarını açıklayarak 136/1536 payın vekil edenleri arasında eşit oranda tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalı …, davayı kabul ettiğini beyan edip duruşma zabtını imzalamıştır.

Mahkemece; İmar Kanunu`nun 18/son maddesi uyarınca davanın reddine karar verilmiştir.

3194 sayılı İmar Kanunu`nun 18/son maddesinde, veraset yolu ile intikal eden, tarım, hayvancılık, turizm, sanayi ve depolama amacı için yapılan hisselendirmeler ile cebri icra yolu ile satılanlar hariç imar planı olmayan yerlerde her türlü yapılaşma amacıyla arsa ve parselleri hisselere ayıracak özel parselasyon planları ve satış vaadi sözleşmeleri yapılamayacağı belirtilmiştir. Anılan kanun maddesi karşısında, imar planı olan yerlerde hisse devri suretiyle satış mümkündür.

Her ne kadar Mahkemece; 3194 sayılı İmar Kanunu’nun 18/son maddesi gereğince davanın reddine karar verilmiş ise de, dosya içerisinde mevcut … Belediye Başkanlığı İmar ve Şehircilik Müdürlüğü`nün 04.04.2014 tarihli cevabi yazısında; davaya konu parselin 26.09.2009 onaylı … Bölgeleri 1/100 Ölçekli Koruma Amaçlı Revizyon Uygulama İmar Planında, orman alanı, mesire alanı ve kısmen ayrıntılı jeoteknik etüt gerektiren alan olarak planlandığının bildirildiği, bu durumda dava konusu taşınmazın imar planı kapsamında kaldığı belirlendiğinden bahsi geçen kanun maddesinin somut olayda uygulanma imkanı bulunmadığı anlaşılmıştır.

Davalı, dava konusu … parselde adına kayıtlı 136/1536 payın davacılara ait olduğunu 21.03.2014 havale tarihli ve kimlik tespitli cevap dilekçesi ve 21.04.2014 tarihli duruşmada kabul etmiştir. 6100 sayılı HMK`nun 308 maddesinde “..kabul, davacının talep

sonucuna davalının tamamen veya kısmen muvafakat etmesi …”, HMK`nun 311 maddesinde ise,” kabul, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur.” ifadeleri yer almaktadır.

Hal böyle olunca, davalının kabul beyanı gereğince davanın kabulü ile dava konusu taşınmazda davalıya ait hissenin davacılar adına hisseli olarak tesciline karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde somut olayda uygulanma imkanı bulunmayan 3194 sayılı İmar Kanunu`nun 18/son maddesi gereğince davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının açıklanan nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK`nun 440/1 maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve 25,20 TL peşin harcın istek halinde temyiz eden davacılara iadesine, 30.11.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/6023 Karar : 2016/15128 Tarih : 7.11.2016

  • HMK 308. Madde

  • Davayı Kabul

Davacı vekili, dava konusu 224 ve 225 parsel sayılı taşınmazlar üzerinde bulunan ve dava dilekçesinde gösterilen muhdesatların tespitine karar verilmesini istemiştir.

Davalılardan … ile davalı … vekili davayı kabul ettiğini beyan etmişlerdir.

Mahkemece; 224 nolu parselin üzerindeki 345.128,00.-TL değerinde tüm muhdesatların …‘a ait olduğunun, 225 nolu parselin üzerindeki muhdesatlardan ….367,00.-TL değerindeki … katlı bina, keson kuyu ve tesisatı ile … katlı binanın …‘a ait olduğuna, diğer muhdesatların toplam değeri 440.900,00.-TL olup …`a ait olduklarının tespitine ilişkin olarak davanın kısmen kabulüne ve ….01.2015 tarihli bilirkişiler ….. ve …….tarafından hazırlanan raporun kararın eki sayılmasına karar verilmesi üzerine; hüküm, davalılardan … vekili ve davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

6100 sayılı HMK’nun 308 inci maddesine göre; kabul davacının talep sonucuna kısmen ya da tamamen muvafakat edilmesidir. Yine aynı Kanun`un 310 uncu maddesi uyarınca kabul hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabilir.

Somut olayda; davalılardan …, ….04.2014 tarihli bizzat imzaladığı dilekçe ile, davalı … vekili ise ……..2014 tarihli ön inceleme tutanağında davayı kabul ettiğini beyan etmişlerdir.

O halde; davalılarca, davacının talep sonucunun tamamı kabul edildiğine göre, yukarıda açıklanan kanun maddeleri gereğince, davanın kabul nedeniyle kabulüne karar verilmesi gerekirken, kısmen kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle 6100 sayılı HMK’nın Geçici ….maddesi yollaması ile 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince hükmün BOZULMASINA, bozmanın niteliğine göre davalılardan … vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, taraflarca HUMK’nun 440/I maddesi gereğince … Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı … gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve ….280,… TL peşin harcın istek halinde davacıya, 27,70 TL peşin harcın istek halinde davalı …`e iadesine 07…..2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/926 Karar : 2015/4748 Tarih : 28.04.2015

  • HMK 308. Madde

  • Davayı Kabul

Dava, satış vaadi sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş, hükmü davalı vekili temyiz etmiştir.

Dosyanın Yargıtay`a gönderilmesinden sonra verilmiş olan 28.04.2015 havale tarihli davacı vekili ve davalı vekili tarafından müşterek imzalı dilekçeleri ile davacı vekili davasından feragat ettiğini, davalı vekili de temyizden feragat ettiğini bildirmiştir

Feragat, kati bir hükmün hukuki neticelerini doğurur. Hem davadan hem temyiz isteminden feragat edilmesi halinde öncelikle davadan feragat hususunun değerlendirilmesi gerekir.

6100 sayılı HMK`nın 307. maddesinde feragatin, davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesi olduğu belirtilmiştir.

Aynı yasanın 308. maddesi gereğince de; kabul, davacının talep sonucuna, davalının kısmen veya tamamen muvafakat etmesidir.

Kabul, ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalarda hüküm doğurur.

6100 sayılı HMK`nun “Feragat ve kabulün şekli” başlıklı 309. maddesi hükmüne göre de feragat ve kabul, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır. Feragat ve kabulün hüküm ifade etmesi, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir. Kısmen feragat veya kabulde, feragat edilen veya kabul edilen kısmın, dilekçede yahut tutanakta açıkça gösterilmesi gerekir. Feragat ve kabul, kayıtsız ve şartsız olmalıdır.

Yukarıda belirtildiği üzere feragatin kati bir hükmün hukuki neticelerini hasıl edeceği hükme bağlanmıştır. Yine belirtmek gerekir ki feragatin geçerliliği karşı tarafın muvafakatine bağlı değildir. Etkisini onu yapanın tek yönlü irade beyanı ile doğurur. Yargıtay`ın yerleşmiş uygulamaları da bu yoldadır. ( 11.4.1940 tarihli ve 70 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı, Hukuk Genel Kurulunun 16.11.1966 tarihli ve 1438/290 sayılı, 27.05.1992 tarihli ve 1992/2-250/364 sayılı Kararları )

Mahkemece bir karar verilip davadan el çekildikten sonra temyiz aşamasında davadan feragat edildiğinden ve bu aşamada dahi feragat hakkında bir karar verilmesi gerektiğinden hükmün davacının davadan feragati hakkında mahkemesince bir karar verilmek üzere bozulması gerekmiştir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün ( BOZULMASINA ), kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ Esas: 2015/31986 Karar: 2016/6415 Tarih: 07.03.2016

  • HMK 308. Madde

  • Davayı Kabul

1- Tarafların icra takibine yönelik şikayetler hakkındaki icra mahkemesi kararlarına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Tarafların iddia ve savunmalarına, dosya içeriğindeki bilgi ve belgelere ve kararın gerekçesine göre tarafların temyiz itirazlarının REDDİNE;

2- Tarafların ihalenin feshi istemine yönelik icra mahkemesi kararına ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Alacaklı tarafından başlatılan ipoteğin paraya çevrilmesi yoluyla ilamlı takipte borçlunun ihalenin feshi istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece istemin reddine karar verildiği, kararın taraflarca temyiz edildiği anlaşılmaktadır.

6100 Sayılı HMK’nun 308. maddesi6100 Sayılı HMK’nun 308. maddesi gereğince, kabul, davacının talep sonucuna, davalının kısmen veya tamamen muvafakat etmesidir. Aynı maddenin ikinci fıkrası hükmüne göre, kabul, ancak, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalarda hüküm doğurur. Davayı kabul, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur ( 311/1 ). Davalının davayı kabul etmesi ile dava konusu uyuşmazlık sona erer.

Somut olayda, aynı zamanda alacağa mahsuben ihale alıcısı olan alacaklı vekilinin UYAP sistemi üzerinden gönderdiği cevap dilekçesinde davanın kabulüne karar verilmesini talep ettiği görülmektedir. Alacaklı vekilinin bu beyanı, davayı kabul anlamında olup, vekaletnamesinde kabul yetkisi bulunduğuna ve dava da 308/2.maddesinde belirtilen tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri bir dava olmadığına göre, mahkemece, alacaklı vekilinin kabul beyanı değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi için tarafların temyiz isteminin kabulü ile mahkeme kararının belirtilen nedenle bozulması gerekmiştir ( HGK’nun 20.09.1995 tarih, 1995/12-661 E.-1995/763 K. sayılı kararı ).

SONUÇ : Tarafların ihalenin feshi istemine yönelik karara ilişkin temyiz itirazlarının kısmen kabulü ile mahkeme kararının yukarıda ( 2 ) nolu bentte yazılı nedenlerle 366 ve 428. maddeleri uyarınca ( BOZULMASINA ), bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının reddine, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07.03.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ Esas: 2015/29183 Karar: 2015/30385 Tarih: 19.10.2015

  • HMK 308. Madde

  • Davayı Kabul

Davacı, davalıların birlikte hareket ederek bir kısım taşınmazlardaki hisselerinin satışı için kendilerine verilen vekaletleri, yapılan alacağın temliki sözleşmesini ve protokolü kötüye kullanarak dolandırıldığını, taşınmazların bedelini tahsil ettiklerini ancak kendisine ödeme yapmadıklarını, satılan taşınmazların hissesine karşılık gelen 700.000,00-TL bedelin işleyecek yasal faizi ile davalılardan müşterek ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davacı, önincelemeden sonra yapılan ilk tahkikat duruşmasında dosyaya 13.11.2014 tarihli protokol sunarak aralarında anlaştıklarını, davalıların davaya konu taşınmazların davacıya devrini veya belirtilen ödemeleri yapmadığı takdirde; 700.000,00.-TL taşınmaz bedelinin işleyecek yasal faizi, yargılama masrafı ve avukatlık ücreti ile birlikte ödemeyi kabul ettiklerini bildirmiştir.

Mahkemece, davanın kabulüne, dava konusu 700.000,00 TL alacağın yasal faizi ile davalılardan tahsiline, davalıların davayı ön inceleme aşamasında kabul ettikleri göz önünde bulundurularak alınması gereken karar ve ilam harcından 2/3 oranında indirim yapılarak 15.939,00.-TL karar ve ilam harcının davalılardan alınarak hazineye gelir kaydına, tarafların yargılama gideri ve avukatlık ücreti talebi olmadığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına, karar verilmiş; hüküm, yargılama giderleri ve vekalet ücreti yönünden davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacının temyizi yargılama giderleri ve vekalet ücretine yöneliktir. Hemen belirtmek gerekir ki mahkemece, taraflar arasındaki 13.11.2014 tarihli sulh protokolünde davalıların dava konusu alacağı, davacıya ödemeyi kabul ettikleri gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. 6100 sayılı HMK’nın 308. maddesindeki tanıma göre kabul, davacının talep sonucuna, davalının kısmen veya tamamen muvafakat etmesi olup, gerçekten de anılan protokole göre, davalı taraf davacıya 700.000,00 TL yi ödemeyi kabul ettiği anlaşılmaktadır. Ne var ki, bu kabul beyanı, 16.10.2014 tarihli ön inceleme duruşmasından sonraki aşamada, 13.11.2014 tarihli tahkikat duruşmasında taraflarca 13.11.2014 tarihli protokol ile sunulmuş olup, öninceleme duruşmasından önce kabulün gerçekleştiğinden söz edilemez. 6100 sayılı HMK’nın 312.maddesine göre kabul beyanında bulunan taraf, davada aleyhine hüküm verilmiş gibi yargılama giderlerini ödemeye mahkûm edileceği hüküm altına alınmıştır. O halde mahkemece, yargılama harç ve giderleri ( 492 sayılı Harçlar Kanunun uyarınca dava değeri üzerinden alınması gereken 47.817,00 TL nispi karar ve ilam harcı ile 68,50 TL’lik posta gideri ) ile karar tarihinde yürürlükte bulunan 2014 yılı A.A.Ü.T. 19.10.2015nin 12/1 maddesi uyarınca hesap edilen 41.000 TL ‘lik nispi vekalet ücretinin tamamının davalı tarafa yükletilmesine karar verilmesi gerekirken; yazılı şekilde, karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. Ne var ki, bu yanlışlıkların giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden hükmün düzeltilerek onanması HUMK.’nun 438/7. maddesi gereğidir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın, “hüküm” başlıklı bölümünün 3. Bendinin karardan çıkartılarak yerine “3- 492 sayılı Harçlar Kanunun uyarınca dava değeri üzerinden alınması gereken 47.817,00 TL nispi karar ve ilam harcının davalılardan alınarak Hazineye gelir kaydına,” “hüküm” başlıklı bölümünün 4. bendinin çıkartılarak yerine iki ayrı bent olarak aynen “4-Davacı tarafından yapılan 8 adet 64,00 TL’lik tebligat gideri ve 3 adet 4,50 TL’lik müzekkere gideri olmak üzere toplam 68,50 TL posta masrafının davalılardan alınarak davacıya verilmesine,” ve “5- Karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT’nin 12/1. Maddesi uyarınca hesap edilen 41.000,00 TL nispi vekalet ücretinin davalılardan alınarak davacıya verilmesine” ibarelerinin yazılmasına, hükmün düzeltilmiş bu şekli ile ONANMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19.10.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS