0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Kesin hüküm

HMK Madde 303

(1) Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.

(2) Bir hüküm, davada veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin hüküm teşkil eder.

(3) Kesin hüküm, tarafların küllî halefleri hakkında da geçerlidir.

(4) Bir dava dolayısıyla ortaya çıkan kesin hüküm, o hükmün kesinleşmesinden sonra dava konusu şeyin mülkiyetini tarafların birisinden devralan yahut dava konusu şey üzerinde sınırlı bir ayni hak veya fer’î zilyetlik kazanan kişiler hakkında da geçerlidir. Ancak, Türk Medenî Kanununun iyiniyetle mal edinmeye ait hükümleri saklıdır.

(5) Müteselsil borçlulardan biri veya birkaçı ile alacaklı arasında yahut müteselsil alacaklılardan biri veya birkaçı ile borçlu arasında oluşan kesin hüküm, diğerleri hakkında geçerli değildir.



HMK Madde 303 Gerekçesi

Bu maddede kesin hüküm, kesin hükmün unsurları ile tarafları ve üçüncü kişiler açısından sonuçları düzenlenmiştir. Kesin hükmün, bir bakıma, davayı etkileyecek nitelikte kesin bir delil teşkil etmesi yönünden deliller bölümünde ele alınması gerekeceği düşünülebilir.

1086 sayılı Kanunda bu madde, deliller faslında yer almış bulunmaktadır. Ancak müessesenin asıl özelliği, hüküm olma niteliğinden ileri gelmektedir. Hükümden sonraki bir safhayı ifade etmesi ve verilecek diğer hükümleri de etkileyecek kuvvette olması bakımından, yakın ve hatta doğrudan doğruya ilgisi sebebiyle bu maddeye “Hüküm” bölümünde yer verilmesi daha uygun bulunmuştur.

Maddenin birinci fıkrasında kesin hükmün “şeklî anlamda kesin hüküm” ve “maddî anlamda kesin hüküm” ayrımı vurgulanarak, kesin hüküm tarif edilmektedir. Bu tarif, maddî anlamda kesin hükmü kapsamaktadır. Bir hükmün maddî anlamda kesin hüküm hâline gelebilmesi için öncelikle o hükmün şeklî anlamda kesinleşmiş olması gerekir. Başka bir deyişle, şeklî anlamda kesin hüküm, maddî anlamda kesin hükmün bir ön koşuludur. Bu bağlamda, bir dava bakımından, diğer bir dava sonunda verilmiş ve usulen kesinleşmiş hükmün, kesin hüküm sayılabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin (vakıaların) ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.

Bir hüküm, dava veya karşılık dava ile ileri sürülen taleplerden, ancak hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin hüküm teşkil eder. Bu bakımdan talep sonuçlarından bir kısmı, maddedeki açıklığa rağmen, hüküm dışı bırakılmış ise olumlu veya olumsuz şekilde hükme bağlanmamış olan o konu hakkında, ayrıca dava açılması mümkün olacaktır. O hâlde kesin hükmün, sadece çekişmeli yargıya ait işlerde söz konusu olacağını ve kesinlik kavramının hüküm sonucu ile sınırlı olduğunu vurgulamakta yarar vardır.

1086 sayılı Kanunun “Kaziyei muhkeme, ancak mevzuunu teşkil eden husus hakkında muteberdir.” hükmü, ikinci fıkrada daha açık ifade edilmiştir. Örneğin, sadece dava şartlarının bulunmaması sebebiyle verilmiş ve kesinleşmiş olan hükmün daha sonra açılan davada esas bakımından kesin hüküm teşkil etmeyeceği daha açık düzenlenmiştir.

Üçüncü fıkraya göre, kesin hüküm davanın taraflarından başka onların küllî halefleri (örneğin; mirasçılar) bakımından da geçerlidir.

Bundan başka kesin hüküm, o hükmün kesinleşmesinden sonra dava konusu olan şeyi taraflardan devralan veya bu şey üzerinde rehin, intifa gibi sınırlı bir aynî hak ya da fer’î zilyetlik kazanan kişiler hakkında da geçerlidir. Şu kadar ki, Türk Medenî Kanununun iyiniyetle mal edinme hükümleri bu hâlde saklıdır.

Beşinci fıkra hükmü, kesin hükmün üçüncü kişilere tesirinin sınırlarını belirleme ve bu konuda hasıl olabilecek tereddüdü ortadan kaldırma amacını taşımaktadır. Müteselsil borçlulardan biri veya birkaçı ile alacaklı arasında yahut müteselsil alacaklılardan biri veya birkaçı ile borçlu arasında oluşan kesin hükmün diğerlerine etkisi olmayacaktır.


HMK 303 (Kesin hüküm) Emsal Yargıtay Kararları


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/25332 Karar : 2018/4256 Tarih : 2.04.2018

  • HMK 302. Madde

  • Kesin hüküm

Mahkemece, davacı kadın tarafından 01.10.2015 tarihinde açılan boşanma davasının, Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/335 esas, 556 karar sayılı ilamı ile feragat seebiyle reddine karar verildiğini belirterek, feragat tarihinden sonra açılan eldeki davanın kesin hüküm sebebiyle reddine karar verilmiştir.

Bir davaya ait şekli anlamda kesinleşmiş hükmün diğer davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gereklidir (HMK m.303/1).Yapılan yargılama ve toplanan delillerden, davacı tarafından feragat edilen davada dayanılan vakıalar ile eldeki dosyada dayanılan vakıalar farklı olup, kesin hükümden bahsedilemez. O halde mahkemece işin esasına girilerek bir karar verilmesi gerekirken, yerinde bulunmayan gerekçe ile davanın kesin hüküm nedeniyle reddi isabetsiz olup, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 02.04.2018 (Pzt.)


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/18903 Karar : 2018/2042 Tarih : 7.03.2018

  • HMK 303. Madde

  • Kesin hüküm

Taraflar arasında görülen davada;

Davacılar, mirasbırakanları … ’in, dava konusu 19 parça taşınmazdaki babasından intikal eden 3/8 miras payını davalıya taşınmaz satış vaadi sözleşmesi ile sattığını, davalı tarafından açılan ferağa icbar davaları neticesinde 3/8 payın yanında mirasbırakan … ’e annesi … ’den gelen 1/8 payın da yolsuz olarak davalı adına tescil edildiğini ileri sürerek taşınmazların 1/8 paya karşılık gelen tapu kayıtlarının iptali ile adlarına tescilini istemişler, 18.01.2011 tarihli feragat dilekçeleri ile çekişme konusu 894 ada 1, 2, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10, 11, 12. 13 ve 17; 895 ada 1 ve 2 parsel sayılı taşınmazlar yönünden davadan feragat etmişler, 6.12.2011 tarihli ıslah dilekçeleri ile tapu iptali ve tescilin mümkün olmaması halinde 115.661,25 TL bedelin tahsilini istemişlerdir.

Davalı, taşınmazların kesinleşen mahkeme kararları neticesinde adına tescil edildiğini, kazandırıcı zamanaşımı süresinin dolduğunu belirtip davanın reddini savunmuştur.

Davanın reddine ilişkin olarak verilen karar Dairece, “Bu durumda, çekişmeye konu edilen 1/8 oranındaki pay yönünden, davalı adına oluşturulan sicil kaydının TMK’nun 1025. maddesinde öngörülen yolsuz tescil niteliğinde olacağı tartışmasızdır. O halde, çekişmeye konu edilen 1/8 pay bakımından,1086 sayılı HUMK’nun 237. (6100 sayılı HMK’nun 303.) maddesinde öngörülen kesin hükmün varlığından söz edilemez. Hal böyle olunca, davada dayanılan yolsuz tescil iddiası yönünden tarafların tüm delillerinin toplanması, toplanan ve toplanacak delillerin birlikte değerlendirilmesi, varılacak sonuç çercevesinde bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle ve yasal olmayan gerekçelerle kesin hükmün varlığından söz edilerek davanın redine karar verilmiş olması doğru değildir.” gerekçesiyle bozulmuş, hükmüne uyulan bozma ilamı doğrultusunda yapılan yargılama neticesinde mahkemece iddianın sabit olduğu gerekçesiyle çekişme konusu 894 ada 3, 14, 15 ve 16 parsel sayılı taşınmazlar ile 353 ada 26 parsel sayılı taşınmaz yönünden davanın kabulüne karar verilmiş, diğer taşınmazlar bakımından ise feragat nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, taraf vekillerince süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 01.03.2018 … günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davacılar vekili Avukat … geldi, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen davalı vekili Avukat gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:

Hükmüne uyulan bozma kararında, gösterildiği şekilde işlem yapılarak karar verilmiştir. Tarafların yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle, usul ve yasaya ve bozma kararının gerekçelerine uygun olan hükmün ONANMASINA, 30.12.2017 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden taraf vekillerinden duruşmaya gelen davacı vekili için 1.630.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin duruşmaya gelmeyen karşı temyiz edenden alınmasına, aşağıda yazılı 14.75.-TL bakiye onama harcının temyiz eden davacıdan ve 1.377.49.-TL bakiye onama harcının da diğer temyiz eden davalıdan alınmasına, 07.03.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/180 Karar : 2017/3474 Tarih : 14.06.2017

  • HMK 303. Madde

  • Kesin hüküm

Dava, çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi istemine ilişkindir.

Davacı, komşu 3 parsel sayılı taşınmazın paydaşı olan davalı …’in … 19. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/184 Esas sayılı dosyası ile açtığı davada, paydaşı olduğu 2 parsel sayılı taşınmaza yaptığı yapının taşkın olduğu gerekçesiyle elatmasının önlenmesine karar verildiğini, mahkemece verilen ve kesinleşen kararın hatalı olup fiili duruma uymadığını, 31.01.2013 tarihli aplikasyon krokisine göre de tespit edilen miktar kadar tecavüzlü olmadığının belirlendiğini, … 19. İcra Müdürlüğü’nün 2013/10430 Esas sayılı dosyasında yapılan tel çekme işlemi ile 3 parsel sayılı taşınmazda oturanların evlerine giriş ve çıkışlarının imkansız hale geldiğini ileri sürerek elatmanın önlenmesine karar verilmesini istemiştir.

Davalı, kesin hüküm itirazında bulunarak davanın esastan da reddini savunmuştur.

Mahkemece, kesin hüküm niteliğinde taraflar arasında görülmüş dava bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Bilindiği ve 6100 sayılı HMK’nun 303. (1086 sayılı HUMK’nun 237.) maddesinde düzenlendiği üzere kesin hükümden söz edilebilmesi için, yeni açılan bir davanın, birinci dava ile taraflarının, dava konusunun ve dava sebebinin aynı olması gerekir.

Oysa, elatmanın önlenmesi bir haksız eylem olduğundan devam ettiği veya yenilendiği müddetçe her zaman yeni bir davanın konusunu teşkil edebilir. Hemen belirtilmelidir ki, kesin hüküm ancak hüküm anındaki durumu tespit eder. Hükümden sonraki döneme etkili olmaz. Bu nedenle yeni meydana gelen vakıalara dayanılarak açılan ikinci davanın, birinci davadaki kesin hükme aykırı olduğu söylenemez ve kesin hüküm oluşturmaz.

Somut olaya gelince, önceden görülen … 19.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/184 Esas ve 2011/404 Karar sayılı davanın elatmanın önlenmesi bakımından kesin hüküm oluşturmayacağı kuşkusuzdur.

Hal böyle olunca; mahalinde yeniden keşif yapılmak suretiyle işin esasının incelenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir.

Davacı vekilinin temyiz itirazı değinilen yön itibariyle yerindedir. Kabulü ile hükmün öncelikle açıklanan nedenden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalının vekalet ücretine yönelik temyiz itirazının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 14.06.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/34067 Karar : 2016/21595 Tarih : 5.12.2016

  • HMK 303. Madde

  • Kesin hüküm

A) Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili; davacının davalı iş yerinin Romanya ülkesindeki şantiyesinde çalıştığını, ancak işçilik hakları ödenmediği için İstanbul 2. İş mahkemesinde kısmi dava açtıklarını ve fazlaya dair haklarını saklı tuttuklarını, kararın kesinleştiğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin kıdem ve ihbar tazminatı haklarının tahsilini talep etmiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili; kısmi davada fazlaya ilişkin istemlerin reddine hükmedildiğini savunarak, davanın reddini talep etmiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece yapılan yargılama sonunda, İstanbul 2. İş Mahkemesinin 2011/119 esas, 2014/255 karar nolu ilamının incelendiği, taraflarının, dava konusu kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı taleplerinin ve dönemlerinin aynı olduğunun görüldüğü, hüküm fıkrası incelendiğinde hükmedilen miktarlar yönünden fazlaya dair hakları saklı tutulmak üzere şeklinde bir karar verilmediği, bilakis fazlaya dair talebin reddine şeklinde belirtildiği, gerekçeli kararda da fazlaya dair miktar yönünden bir bilgiye değinilmediği, hükmün Yargıtay denetiminden geçerek kesinleştiği, o davadaki miktarlar yönü ile fazlaya dair haklar saklı kalmak kaydı ile şerhi düşülmediğinden kıdem ve ihbar tazminatı talepleri yönünden hükmedilen rakamların artık kesin hüküm vasfı taşıdığı gerekçesiyle davanın reddine hükmedilmiştir.

D) Temyiz:

Kararı davacı temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:

Dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile [1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) madde 237; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) madde 114/1-i] çözümlenmiş olması dava şartıdır. Bu şart, olumsuz dava şartı olarak adlandırılır.

6100 sayılı HMK’nun 303/1. maddesi de “Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.” şeklinde benzer bir tanımı içermektedir.

Kesin hükmün ilk koşulu, her iki davanın taraflarının aynı kişiler olması; ikinci koşulu, müddeabihin aynılığı; üçüncü koşulu ise, dava sebebinin aynı olmasıdır.

Kesin hükmün ikinci koşulu olan müddeabih, dava konusu yapılmış olan hak, yani dava ile elde edilmek istenilen sonuçtur. Önceki dava ile yeni davanın müddeabihlerinin (konularının) aynı olup olmadığını anlamak için hakimin, eski davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri sürülen talep sonucunu karşılaştırması gerekir. Eski ve yeni davanın konusu olan maddi şeyler fiziki bakımdan aynı olsa bile, bu şeyler üzerinde talep olunan haklar değişikse, müddeabihler aynı değil demektir.

Diğer taraftan, Kısmi dava 6100 sayılı HMK.’un 109. maddesinde tanımlanmıştır. Maddenin birinci fıkrasına göre “Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir”. Aynı maddenin son fıkrasına göre ise “Dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılması, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmez”.

Somut uyuşmazlıkta davacı kıdem ve ihbar tazminatı yanında işçilik alacaklarının tahsili için İstanbul 2. İş Mahkemesinde kısmi dava açmış ve Mahkemenin 01/04/2014 tarih, 2011/119 esas, 2014/255 karar nolu kararı ile davacının davasının 5.236,79 TL kıdem tazminatı, 2.626,79 TL ihbar tazminatı yönünden sübuta erdiği sonucuna varılarak, 5.236,79 TL kıdem tazminatı, 2.626,79 TL ihbar tazminatının kabulüne, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiş, karar Dairemizin 10/12/2015 tarih, 2014/20404 Esas, 2015/34981 Karar sayılı ilamı ile onanarak kesinleşmiştir.

Kısmi davada mahkemece esas alınan 06/01/2014 tarihli bilirkişi raporunda davacının 6.882,58 TL kıdem tazminatı, 3.451.71 TL ihbar tazminatı alacağı hesaplanmıştır. Mahkemece davacının dava ve ıslah dilekçelerindeki talebi ile bağlı olarak 5.236,79 TL kıdem tazminatı ve 2.626,79 TL ihbar tazminatına hükmedilmiştir. Davacının anılan kısmi davada kıdem ve ihbar tazminatı dışında talep ettiği işçilik alacakları da vardır. Bu alacaklar ise reddedilmiştir. Fazlaya ilişkin istemin reddi kararını reddedilen alacaklar yönünden kabul etmek gerekir. Davacı bu ek dava ile açıkça vazgeçmediği bakiye kıdem ve ihbar tazminatının tahsilini talep etmektedir. Fazlaya ilişkin istemin reddine denilmesi, kısmi davada kıdem ve ihbar tazminatı yönünden fazlaya ilişkin bir istem bulunmadığından sonuca etkili değildir. Bu nedenle bakiye alacaklar için açılan işbu ek davanın yazılı gerekçe ile reddi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.

F) Sonuç:

Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgilisine iadesine, 05/12/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/9965 Karar : 2016/14534 Tarih : 25.10.2016

  • HMK 303. Madde

  • Kesin hüküm

Davacı …. vekili, …. İlçesinde mülkiyeti davalıya ait 522 ada 6 parsel sayılı taşınmazın 46 m2’lik kısmının ve 522 ada 8 parsel sayılı taşınmazın tamamının kıyı kenar çizgisi içinde kalan yerlerden olduğunun tespit edildiğini, Anayasa’nın 43. maddesine ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu`nun 5. maddesine göre kıyılar Devletin hüküm ve tasarrufu altında olup, herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açık olduğunu bu nedenle söz konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kalan miktarının tapusunun iptaline karar verilmesini istemiştir. 24/10/2008 tarihli dilekçesi ile 522 ada 6 parsel yönünden açılan davasını yeni belirlenecek olan kıyı kenar çizgisindeki miktarlar üzerinden ıslah etmiştir.

Davalı Belediye vekili, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemece; uyulan bozma ilamı sonrasında; davanın kısmen kabulü ile …. 522 ada 8 parselin tamamı ( 372 m2 ) ve 522 ada 6 parselin ise bilirkişi raporunda yeşil renkte ve B harfi harfi gösterilen 211 m2 lik kısmının kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı anlaşıldığından davalı adına olan tapu kaydının iptaline karar verilmiş, hüküm davacı …. vekili ve davalı Belediye vekili taraflarından temyiz edilmiştir.

Davanın, hak düşürücü süre nedeniyle reddine dair önceki hüküm davacı …. vekilinin ve davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesi’nin 13.10.2011 tarih ve 2011/8307 Esas, 2011/10299 Karar sayılı ilamı ile özet olarak; “… davanın hak düşürücü süreden reddine ilişkin kurulan kararın Anayasa Mahkemesi`nin anılan iptal kararından sonra doğru olduğu söylenemez. ..Hal böyle olunca; işin esasının 28.11.1997 tarih 5/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre değerlendirilmesi, davanın kısmen veya tamamen kabulü halinde de, 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasa hükümlerinin gözetilmesi suretiyle uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması” gereğine işaret edilmek suretiyle bozulmuştur. Mahkemece, bozma ilamına uyulması kararı verildikten sonra yukarıda yazılı şekilde hüküm kurulmuştur.

Dava, taşınmazın kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığı, bu yerlerin Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olduğu hukuki sebebine dayalı olarak açılan tapu iptali ve terkin isteğine ilişkindir.

1)Dosya muhtevasına, dava evrakı ile yargılama tutanakları münderecatına ve uyulan bozma ilâmında açıklandığı üzere işlem yapılıp sonucu dairesinde hüküm tesis edildiğine göre, davacı …. vekilinin tüm ve davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

2)Davalı vekilinin 8 parsel sayılı taşınmaza yönelik temyiz itirazlarına gelince; dava konusu 8 parsel sayılı taşınmazın, 11/6/1954 tarihli ve 34 sıra nolu tapu kaydının hükmen tescil sonucu oluşabileceği geri çevirme sonrası gelen kayıtlardan düşünülmüştür.

Mahkemece bozma ilamına uyulmuş ise de; bozma gerekleri doğrultusunda yapılan araştırma ve inceleme hüküm vermeye yeterli bulunmamaktadır. Şöyle ki; çekişme konusu taşınmazın 11/6/1954 tarihli ve 34 sıra nolu tapu kaydının ….nin de taraf olduğu …. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 1955/219 Esas, 1955/327 Karar sayılı tescil ilamı veya başka bir tescil ilamı ile hükmen oluşabileceğinin anlaşılmasına karşın hükmün eldeki davaya kesin hüküm oluşturabileceği ve ….`yi bağlayacağı hususlarının mahkemece gözardı edilerek karar verilmesi doğru olmamıştır.

Hal böyle olunca, …. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 1955/219 Esas, 1955/327 Karar sayılı kararının HMK’nun 303. maddesi anlamında eldeki dava bakımından kesin hüküm oluşturabilmesi için tescil hükmüne esas olan kararın verilecek keşif günü ile zemine uygulanması, bilirkişilerden gerekçeli denetime açık rapor alınması, dava konusu yerin tamamının veya bir kısmının karar kapsamında kalıp kalmadığının saptanması, tescil krokisine ait dosyanın bulunduğu yerden getirtilerek keşif sırasında dosya kapsamı göz önünde bulundurularak değerlendirme yapılması, tescil krokisinin uygulanma kabiliyetinin olup olmadığı yönünde görüş istenmesi ondan sonra tescil ilamının tarafı olan ….`yi bağlayıp bağlamayacağının düşünülmesi, davanın kısmen veya tamamen kabulü halinde de, 19.01.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6099 sayılı Yasa hükümlerinin gözetilmesi suretiyle uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması bakımından karar bozulmalıdır.

SONUÇ: Yukarıda (2) nolu bentte açıklanan sebeplerle davalı vekilinin temyiz itirazları yerinde olduğundan kabulü ile Yerel Mahkeme hükmünün 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, davacının tüm ve davalının sair temyiz itirazlarının (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle reddine; taraflarca HUMK`nun 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, 26.10.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/13586 Karar : 2016/12490 Tarih : 28.06.2016

  • HMK 303. Madde

  • Kesin hüküm

Davacı erkek, Türk Medeni Kanununun 166/son maddesi gereğince iş bu davayı 18.09.2012 tarihinde açmış, davalı kadın ise 23.04.2014 tarihinde vefat etmiştir.

Davalı kadın mirasçıları tarafından Türk Medeni Kanununun 181/2. maddesi gereğince kusur yönünden davaya devam edilmiştir.

Mahkemece, yasal mirasçıların Türk Medeni Kanununun 181/2. maddesi gereğince kusur yönünden davaya devam edebilmelerine yönelik hakkın kanunen sadece davacı mirasçılarına tanındığı gerekçe gösterilerek davalı kadın mirasçılarının bu talepleri karşısında karar verilmesine yer olmadığına dair karar verilmiş.

Dairemizin 03.12.2015 tarih 2015/6839 esas ve 2015 23004 karar sayılı ilamıyla Taraflardan birinin ölümü halinde kusur yönünden davaya devam edilmesi her iki tarafın mirasçılarına kanunen tanındığı (TMK.m. l81/2) ve davalı kadın mirasçılarının kusura dair talepleri hakkında olumlu veya olumsuz bir karar verilmesi gerektiğine yönelik olarak verilen ilk hüküm bozulmuştur.

Bozmadan sonra davacı erkek ise 25.03.2016 tarihinde davasından feragat etmiştir. Davacı davadan feragat etmeden evlilik birliği ölümle sona ermiştir. Davalı mirasçılarının Türk Medeni Kanununun 181. maddesine göre davaya devam etme hakkı bulunmaktadır. Bu nedenle davacının feragati hüküm doğurmaz. Öyleyse, mahkemece Türk Medeni Kanunun 181/2. maddesi gereğince tarafların kusur durumlarının belirlenmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple ( BOZULMASINA ), işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

Türk Medeni Kanununun 181/2. maddesine göre, boşanma davası devam ederken, ölen eşin mirasçılarından birisinin davaya devam etmesi ve diğer eşin kusurunun ispatlanması halinde, sağ eş, ölen eşin yasal mirasçısı olamaz ve boşanmadan önce yapılmış olan ölüme bağlı tasarruflarla kendisine sağlanan hakları, aksi tasarruftan anlaşılmadıkça kaybeder.

Ölen eşin mirasçılarının, TMK.nun.181/2 maddesinde düzenlenen haklarını kullanabilmeleri için en önemli koşul, murisin sağlığında açılmış ve ölümünden sonra da devam eden bir boşanma davasının bulunmasıdır.

Türk Medeni Kanununun 181/2. maddesine göre ölen eşin mirasçılarının hak ve yetkileri, murislerinin sağlığında davacı veya davalı sıfatıyla kendilerine tanınan hak ve yetkilerle sınırlıdır.

Eldeki davayı sağ eş açmıştır. Ölen eş tarafından açılmış bir boşanma davası bulunmamaktadır. Ancak, davacı asil davadan açıkça feragat etmiştir.

Feragat; davacının, talep sonucundan kısmen veya tamamen vazgeçmesidir [HMK m. 307-(1)]. Hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabilir [HMK m. 310-(1)]. Karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir [HMK m. 309-(2)]. Kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur [HMK m. 311-(1)].

Davacının davasından feragat etmesi ile, dava konusu uyuşmazlık sona erer. Kural olarak her davadan feragat edilebilir. Çünkü, hiç kimse kendi lehine olan bir davayı açmaya zorlanamayacağı gibi, açmış olduğu davayı da sonuna kadar takip etmeye zorlanamaz.

Dava konusu üzerinde tarafların tasarruf yetkisi bulunmasa bile ( yani tasarruf ilkesinin tam olarak uygulanmadığı davalarda da), davacı davasından feragat edebilir. Mesala boşanma davasının kabul edilmesi kesin hükmün (m.303) hukuki sonuçlarını doğurmadığı halde davacı boşanma davasından feragat edebilir ve bununla boşanma davası son bulur. ( Prof.Dr. Baki Kuru-Prof. Dr.Ramazan Arslan- Prof.Dr.Ejder Yılmaz, Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 22. baskı,sayfa: 529)

Somut olayda, ortada, davalının mirasçılarının devam edebilecekleri şekilde bir dava kalmamıştır. Çünkü davacının feragatı, davaya son veren taraf işlemi olup kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurmuştur.

Davalı konumundaki muris sağ olsaydı, davacı, davasından nasıl özgür iradesi ile feragat edebilecek ve bu feragat mahkemenin ve davalının muvafakatine bağlı olmadan kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurabilecek idiyse, davalının ölümünden sonra da aynı hukuki durum geçerliliğini korur. Yasa, hüküm kesinleşinceye kadar, davacıya, davasından feragat etme hakkı tanımıştır. Davalının ölümünden sonra bu hak, davacının elinden alınamaz.

Muris ölmeden önce, davacı davasından feragat etseydi, mahkeme ne şekilde karar verecek idiyse, davalı öldükten sonra da davacının davasından feragat etmesi halinde, mahkeme aynı kararı vermek zorundadır.

Feragata rağmen yargılamaya devam edilerek, kusur tespiti yapılıp, davacının, ancak bir evliliğin iptali veya boşanma kararı sonucunda karşılaşabileceği son derece ağır bir sonuçla (eşinin mirasçısı olamama sonucuyla), karşı karşıya bırakılması, usul, yasa ve hukukun genel ilkelerine aykırıdır.

Somut olayda, davacı davasından açıkça, kayıtsız ve şartsız olarak feragat ettiğine göre, mahkemece davanın feragat nedeniyle reddine karar verilmesi doğrudur. Hükmün onanması gerekir.

Bu sebeplerle, sayın çoğunluğun hükmün bozulması yönündeki görüşüne, katılmıyorum.


YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/5607 Karar : 2016/9814 Tarih : 23.06.2016

  • HMK 303. Madde

  • Kesin hüküm

Davacı vekili dilekçesinde; tarafların … Aile Mahkemesinin …Karar sayılı ilamı ile boşandıklarını, bu karar ile müşterek çocuk Anıl`ın velayetinin müvekkiline verildiğini, ayrıca müşterek çocuk için 300 TL iştirak nafakası hükmedildiğini, müvekkili için talep edilen yoksulluk nafakasının ise reddine karar verildiğini; ekonomik durumunun daha da kötüye gittiğini, boşanma davasının olduğu dönemde çocuğun 3 yaşında olduğunu, şimdi ise 6 yaşında olduğunu, giderlerinin artığını, bu masrafların üzerine eğitim masraflarının da eklendiğini belirterek; müvekkili lehine aylık 500 TL tedbir (dava sonuçlanınca yoksulluk) nafakası ile velayeti müvekkilinde bulunan müşterek çocuk için takdir edilen iştirak nafakasının 600 TL ye yükseltilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili dilekçesinde; davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; …Tarafların … mahkemesinin … karar sayılı ilamı ile boşandıkları, müşterek çocuk Anıl’ın velayetinin anneye verildiği, çocuk lehine 300 TL tedbir nafakasına hükmedildiği, davacının yoksulluk nafakası talebinin red edildiği, kararın 24/01/2003 tarihinde kesinleştiği, iş bu davamızın dava tarihinin 26/10/2015 tarihi olduğu anlaşılmıştır. TMK’nun 178. Maddesi uyarınca evliliğin boşanma sebebi ile sona ermesinden doğan dava hakları boşanma hükmünün kesinleşmesinin üzerinden 1 yıl geçmekle zaman aşımına uğrar denilmektedir. Yoksulluk nafakasının red edildiği ve boşanma kararının kesinleştiği tarihten itibaren 1 yıl içerisinde yoksulluk nafakası talep edilmediğinden yoksulluk nafakasına ilişkin talep red edilmiştir, Kaldı ki davacı kadın çalışmaktadır, tarafların mali ve içtimai durumlarında boşanma kararının verildiği tarihe göre önemli bir değişiklik olmamıştır. Müşterek çocuğa gelince geçen süre içerisinde çocuk büyümüş, masrafları artmıştır. Tarafların mali ve içtimai durumları araştırılmıştır. Buna göre son ilamdan itibaren dava tarihine kadar geçen sürede paranın satın alma gücündeki azalma, tarafların ve çocukların mali ve içtimai durumlarındaki değişiklikler, Üfe oranı ve hakkaniyet nazara alınarak talep kısmen yerinde görülmüş`` gerekçesiyle, davacının yoksulluk nafakası talebinin reddine, iştirak nafakasının artırılması talebinin kısmen kabulü ile… Aile Mahkemesinin … Karar sayılı ilamı ile müşterek çocuk Anıl için belirlenen iştirak nafakasının aylık 400,00 TL `ye yükseltilmesine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, sair temyiz itirazları yerinde değildir.

Somut olayda, taraflar arasında görülen … Aile Mahkemesinin …. sayılı ilamında tarafların boşanmalarına, müşterek çocuğun velayetinin davacı anneye verilmesine, müşterek çocuk lehine 300 TL iştirak nafakasına hükmedildiği, davacının çalışıyor olması nedeni ile tedbir ve yoksulluk nafakasına yönelik talebin reddine karar verilmiş, söz konusu karar 24.01.2013 tarihinde temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir. Eldeki dava ise, 26.10.2015 tarihinde açılmıştır. Kesin hüküm tarafları ve mahkemeyi bağlayıcıdır. (HMK m. 303) Açılan bir dava hakkında kesin hüküm bulunmaması dava şartlarındandır. (HMK m. 114/1-i) Dava konusu hakkında bir kesin hüküm olması halinde mahkeme diğer dava şartlarında da olduğu gibi bu hususu resen gözetmelidir.

Hal böyle olunca, mahkemece; taraflar arasındaki boşanma davasının ve o davada davacının tedbir ve yoksulluk nafakası talebinin reddine dair kararın kesinleşmesi nedeniyle, eldeki davada davacı kadın için istenilen nafaka talebinin, kesin hüküm nedeniyle reddine karar verilmesi gerekirken; yerinde olmayan yazılı gerekçe ile red kararı verilmiş ise de, sonuç itibariyle doğru olan hükmün gerekçesi değiştirilerek onanması gerekmiştir.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün davacı kadın için talep edilen nafaka yönünden gerekçesi değiştirilerek (ONANMASINA), oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 6. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/9175 Karar : 2016/3662 Tarih : 5.05.2016

  • HMK 303. Madde

  • Kesin hüküm

Dava, kira alacağının tahsiline yöenlik başlatılan icra takibine yapılan itirazın iptali istemine ilişkindir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı kiracı vekili dava dilekçesinde, müvekkilinin arsa vasfındaki gayri menkulü 22/08/2007 tarihinde davalılardan ….’dan satın aldığını, müvekkilinin belirtilen gayrı menkulü aldığında, gayrı menkul üzerinde ….. tesisleri olduğunu, davalılar arasında kira sözleşmesi yapıldığının tespit edilmesi üzerine davalı şirketten kira bedeli talep edildiğini, müvekkilinin oyalandığını ve 05.11.2009 tarihinde müvekkili ve davalı şirket arasında kira sözleşmesi yapıldığını, davalı şirketin müvekkiline 05/11/2009 ve 05/11/2010 tarihleri arasındaki kira borcunu icra dosyasına ödediğini, bu dosyadaki dava konusu bedelin takip ile bir ilgisinin kalmadığını, bu davaya konu takibin 22.8.2007 ila 22.08.2009 dönemlerine ilişkin olduğunu, davalı şirketin gayrı menkulün satıldığını araştırmadan haksız ve yersiz olarak kira bedelini diğer davalı … ‘ya ödeme yaptığını, davalı …‘nın ise aldığı kira bedellerini de müvekkiline ödemediğini belirterek, davalının itirazının iptalini ve borçluların %20 inkar tazminatına mahkum edilmesine karar verilmesini istemiştir. Davalı ….. vekili, ….. Asliye Hukuk Mahkemesi` nin 2010/543 Esas sayılı dosyasında davacının aynı talepte bulunduğunu, kesin hüküm teşkil ettiğini, eski malik ile yapılan sözleşme gereği iki yıllık kiranın eski malike ödendiğini, daha sonra davacı ile sözleşme yapıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece dava tefrik edilerek davalılar yönünden ayrı esaslara kaydedildiği, tefrik sonucunda davalı şirketin taşınmazın satın alındığını araştırmadan 2007-2008 yılları kira bedelini eski malike ödediği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Bilindiği üzere; maddi anlamda kesin hüküm, yargısal ( kazai ) kararlara tanınan yasal gerçeklik ( hakikat ) vasfıdır. Bu vasıf yargısal ( kazai ) kararların gerçeğe ( hakikata ) uygun olarak verildiğinin kabul edilmesini zorunlu kılar. Kesin hüküm kuralı, haklı ve adil kararların korunması yanında, kişiler arasındaki çekişmelerin sonsuza dek davam etmesini önlemek, toplumun istikrar ve düzenini sağlamak, hukukun ve yargının güvenirliğini korumak amacıyla da kabul edilmiştir. Bütün yasal yollar kapandıktan ve verilen hüküm kesinleştikten sonra, aynı davanın tekrar yargı önüne getirilmesi, toplumda sonu gelmeyen çekişmelere, huzursuzluklara, istikrarsızlıklara, kazanılmış hakların her zaman ortadan kaldırılabileceği endişesine neden olur. Çelişkili kararların çıkmasına sebebiyet verir. Bu itibarla, tarafları, mevzuu ve sebebi aynı olan hakimin tarafsız araştırması ve iradesi ile kurulan, tüm yasal yollardan geçmek suretiyle; diğer bir anlatımla şekli yönüyle de kesinleşen önceki hükmün korunmasında kamunun büyük yararı bulunmaktadır.

Hukukumuzda kamu düzeninden sayılan ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 237.(6100 Sayılı HMK 303) maddesinde düzenlenen kesin hüküm tarafların anlaşmaları ile ortadan kaldırılamadığı gibi, mahkemece kendiliğinden ( resen ) gözönünde tutulur. Düzenlediği hak ve çıkar ilişkileri yönünden yasal gerçeklik ( hakikat ) sayıldığından taraflarını bağlar.

Kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemede; (Yargıtay’da) davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, davayı kesin hükümden (dava şartı yokluğundan) reddetmesi gerekir. Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi, ilk defa Yargıtay`da (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) da, dahası bozmadan sonrada ileri sürülebilir. Bu bakımdan usulü kazanılmış hakkın istisnasıdır ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. O nedenle kesin hükmün varlığı, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez.

Kesin hüküm bir dava şartı olup kamu düzenine ilişkindir. Buna göre bir dava karara bağlanıp verilen hüküm kesinleştikten sonra aynı taraflar arasında, aynı konuda aynı hukuki sebebe dayanılarak yeni bir dava açılamaz. Açılması halinde ikinci dava kesin hüküm nedeniyle esasa girilmeden dava şartı yokluğu nedeniyle reddedilir. Kesin hükümden söz edebilmek için biri kesinleşmiş tarafları, konusu ve sebebi aynı olan iki davanın varlığı gerekir. Bir başka deyişle bir davanın konusunu oluşturan uyuşmazlığın kesin bir hükümle çözülmüş olması halinde mahkemece yeniden inceleme konusu yapılmaz.

Olayımıza gelince: davada dayanılan ve hükme esas alınan 05.11.2009 başlangıç tarihli ve 5 yıl süreli kira sözleşmesi konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmamaktadır. Davacı kiraya veren 12.09.2013 tarihinde başlattığı icra takibi ile sözleşme öncesi dönem olan 22.08.2007 ila 22.08.2009 arası olmak üzere 2 yıllık kira bedelinin tahsilini istemiştir. Davalının yasal sürede borca itiraz etmesi üzerine itirazın iptali isteminde bulunmuştur. Dosyada mevcut ….. Asliye Hukuk Mahkemesi` nin 2010/543 esas sayılı dosyasının incelenmesinden davacısının …, davalılarının …. ve …. olduğu, Davanın 22.08.2007 ila 22.08.2009 arası döneme ilişkin 2 yıllık kira bedelinin tahsiline yönelik olduğu, Mahkemece davalı şirketin kira bedellerini ödediği gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, kararın Yargıtay aşamasından geçerek 08.05.2013 tarihinde kesinleştiği anlaşılmaktadır. Bu durumda, bahsi geçen karar davalı şirketin, 22.08.2007 ila 22.08.2009 tarihleri arasını kapsayan iki yıllık kira alacağı yönünden davacı kiraya verene borcu olmadığı noktasında kesin hüküm oluşturur. Mahkemece kesin hüküm dikkate alınarak davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın kabulü doğru değildir.

Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA ve istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyzi edene iadesine, 05.05.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/970 Karar : 2016/10426 Tarih : 7.04.2016

  • HMK 303. Madde

  • Kesin hüküm

Alacaklı tarafından kambiyo senetlerine özgü haciz yoluyla başlatılan takipte, borçlu…. mirasçıları tarafından, takip dosyasında haczedilen taşınmazın, İİK`nun 82/12. maddesi kapsamında haline münasip evleri olduğunu ileri sürerek haczin kaldırılmasını bu mümkün değil ise taşınmazın yeniden kıymet takdirinin yapılması istemiyle icra mahkemesine başvurdurdukları, mahkemece, şikayetin kesin hüküm nedeniyle reddine karar verildiği anlaşılmıştır.

Somut olayda, meskeniyet iddiasına konu taşınmaza 20.03.2015 tarihinde haciz konulduğu, borçlu tarafından 15.05.2015 tarihinde ileri sürülen haczedilmezlik şikayetinin….. İcra Mahkemesi’nin 2015/44 E.- 63 K. sayılı kararı ile süre aşımından reddine karar verildiği, borçlu …t`in 13.09.2015 tarihinde vefatı üzerine yasal mirasçılarına takibin yöneltildiği ve mirasçılara kıymet takdir raporunun 22.10.2015 tarihinde tebliğ edilmesi üzerine yasal süresinde icra mahkemesine başvurarak meskeniyet şikayetinde bulundukları anlaşılmıştır.

Kural olarak icra mahkemesi kararları kesin hüküm teşkil etmez ise de, aynı konuda, aynı taraflar arasında ve aynı icra müdürlüğü ya da takip işlemi hakkında verilmeleri ve kesinleşmeleri koşuluyla sonraki şikayet yönünden birbirlerine karşı kesin hüküm teşkil ederler.

Her ne kadar mahkemece kesin hüküm nedeniyle istemin reddine karar verilmiş ise de,…. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 26.06.2015 tarih ve 2015/44 E.-2015/63 K. sayılı dosyasında, şikayetçi, muris …. olup muris hakkında yapılan takipte murisin haczedilmezlik şikayeti hakkında verilen karar, takibin mirasçılara yöneltilmesinden sonra mirasçıların kendi adlarına yapacakları haczedilmezlik şikayeti yönünden kesin hüküm teşkil etmez. Tarafları aynı olmayan…. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 26.06.2015 tarih ve 2015/44 E.-2015/63 K. sayılı kararı eldeki meskeniyet şikayeti yönünden HMK`nun 303. maddesi anlamında kesin hüküm niteliğini taşımaz.

O halde mahkemece, borçlu mirasçıların meskeniyet şikayetinin esası incelenerek oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmeye dayalı olarak kesin hüküm nedeniyle istemin reddedilmesi isabetsizdir.

SONUÇ:

Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 18. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/4746 Karar : 2015/18041 Tarih : 8.12.2015

  • HMK 303. Madde

  • Kesin hüküm

Davacı dava dilekçesinde; kardeşinin çocuğu olan küçük Osman’a kendisinin baktığını, evlat edinme koşullarının oluştuğunu belirterek kendisi tarafından Osman`ın evlat edinilmesine karar verilmesini istemiş, mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 305. maddesine göre bir küçüğün evlat edinilmesi, evlat edinen tarafından bir yıl süreyle bakılmış ve eğitilmiş olması koşuluna bağlıdır. Evlat edinmenin her halde küçüğün yararına bulunması ve evlat edinenin diğer çocuklarının yararlarının hakkaniyete aykırı bir biçimde zedelenmemesi de gerekir. Aynı Yasa`nın 309/1. maddesinde evlat edinmede, küçüğün ana ve babasının rızasını gerektiği, 311. maddesinde ise ana ve babanın rızasının aranmayacağı durumlardan birisinin küçüğe karşı özen yükümlülüğünün yeterince yerine getirilmemesi olduğu düzenlenmiştir. 316. maddesine göre de evlat edinmeye, ancak esaslı sayılan her türlü durum ve koşulların kapsamlı biçimde araştırılmasından, evlat edinen ile edinilenin dinlenmelerinden ve gerektiğinde uzmanların görüşünün alınmasından sonra karar verilebilir. Araştırmada özellikle evlat edinen ile edinilenin kişiliği ve sağlığı, karşılıklı ilişkileri, ekonomik durumları, evlat edinenin eğitme yeteneği, evlat edinmeye yönelten sebepler ve aile ilişkileri ile bakım ilişkilerindeki gelişmelerin açıklığa kavuşturulması gerekir. Evlat edinenin altsoyu varsa, onların evlat edinme ile ilgili tavır ve düşünceleri de değerlendirilir. 426/2. maddesine göre ise, yasal temsilci ile küçüğün menfaati çatıştığında küçüğe kayyım atanması gerekir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 303/1. maddesine göre, bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.

Dosyadaki belge ve bilgilerden; davacının kardeşinin çocuğunu evlat edinmek için 15.08.2014 tarihinde dava açtığı, davacının kardeşi Nazlı’nın Sedat ile evliliğinden 23.12.2006 tarihinde doğan Osman isimli çocuğunun bulunduğu, Nazlı’nın 24.06.2011 tarihinde boşandığı ve Osman’ın velayetinin annesine verildiği, 07.03.2013 tarihinde davacının kardeşi Nazlı’nın vefat ettiği, kanuni temsilcisiz kalan küçük Osman’a davacının vasi atandığı, vesayet makamı ve denetim makamından gerekli izinleri alarak davacının daha önce de yeğeni olan Osman`ı evlat edinmek için Ergani Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/604 esas sayılı dosyası ile dava açtığı, ancak o zaman davacının evli olması, eşlerin birlikte evlat edinebilmeleri ve eşi olan Merve ile Osman arasında 18 yaş farkının bulunmaması nedeni ile o davanın reddine 22.05.2014 tarihinde karar verildiği, bu kararın 24.06.2014 tarihinde kesinleştiği, davacının 07.07.2014 tarihinde boşandığı, eldeki davada mahkemece Ergani Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/604 esas 2014/965 karar sayılı kararının kesin hüküm oluşturduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği anlaşılmaktadır. Her ne kadar kesin hüküm nedeniyle davanın reddine karar verilmiş ise de; davacının önceki evlat edinme davası sırasında evli olduğu ve tek başına evlat edinemeyeceği gerekçesiyle o davanın reddine karar verilmiş olması, eldeki davanın açıldığı tarihte ise davacının boşanmış olması, koşulların oluşması halinde davacının tek başına evlat edinebilmesinin mümkün olması, evlat edinme talebinin niteliği gereği koşullarının oluşması halinde yeniden dava açılmasının mümkün olması ve her iki davanın dava sebeplerinin ve koşullarının farklı olması gözetildiğinde Ergani Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/604 esas 2014/965 karar sayılı kararının bu dava için kesin hüküm oluşturduğundan söz edilemez.

Yukarıda gösterilen yasal düzenlemeler ve yapılan açıklamalar dikkate alındığında; davacının aynı zamanda evlat edinilmek istenen küçük Osman`ın vasisi olması nedeniyle küçüğe kayyım tayin ettirilip davanın kayyıma yöneltilmesi sonra işin esasına girilerek evlat edinmeye yönelten sebepler ve aile ilişkileri konusunda kapsamlı bir araştırma yapılması, tarafların bu konuda göstereceği deliller toplanarak gerektiğinde uzman görüşünün alınıp bütün delillerin birlikte değerlendirilmesi ve oluşacak sonuç doğrultusunda bir karar verilmesi gerekirken yerinde olmayan gerekçe ve eksik inceleme ile karar verilmesi doğru görülmemiştir.

Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/20344 Karar : 2015/20264 Tarih : 23.11.2015

  • HMK 303. Madde

  • Kesin hüküm

Dava, yersiz tedavi giderlerinin tahsili amacıyla yapılan icra takibinde; itirazın iptali ile takibin devamı ve icra inkar tazminatı istemine ilişkindir.

Mahkeme, ilâmında belirtildiği şekilde davanın, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 114/1-i maddesi gereğince kesin hükümden dolayı usulden ( REDDİNE ) karar vermiştir.

Hükmün, davacı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.

2- Eldeki davada uyuşmazlığın çözümü için öncelikle, yargılama hukuku açısından “dava şartı” ile “kesin hüküm” kurum ve kavramlarının temel hukuki esasları üzerinde durulmasında yarar vardır.

Ayrıntıları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2003/21-30/57 ve 2012/21-176/382 sayılı kararlarında açıkça belirtildiği üzere; dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamada bulunabilmesi için gerekli olan şartlardır.

Başka bir anlatımla; dava şartları, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.

Mahkeme, hem davanın açıldığı günde, hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp, inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir.

Dava şartları dava açılmasından, hüküm verilmesine kadar var olmalıdır.

Dava şartlarının, davanın açıldığı günde bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda, mahkemece, davanın mesmu (dinlenebilir) olmadığından, reddedilmesi gerekir.

Dava konusu uyuşmazlığın; daha önce 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 237 ve 6100 sayılı Hukuk Mahkemeleri Kanununun 114/1-i maddelerinde tanımlanan şekilde bir kesin hüküm ile çözümlenmiş olması da dava şartıdır.

Bu şart olumsuz dava şartı olarak adlandırılır.

Kesin hüküm hem bireyler için hem de devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar.

Bununla, hukuki güvenlik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir.

Hemen belirtilmelidir ki, kesin hükmün amacı; kişiler arasındaki uyuşmazlıkların kesin bir biçimde çözümlenmesidir.

Bu amacın gerçekleşmesinde, hem kişilerin hem de Devletin yararı vardır.

Çünkü kişiler, uyuşmazlığın kesin bir biçimde sonuçlanması için dava sırasında bütün olanaklarını kullanırlar ve dava sonucunda verilecek kararla artık, bu uyuşmazlığın sona ermesini isterler.

Bu açıdan, Devletin de menfaati söz konusudur.

Çünkü Devlet, mahkemelerin sınırsız bir biçimde aynı uyuşmazlık (dava) ile sürekli ve yinelenerek meşgul edilmesini istemez.

Dava konusu uyuşmazlık hakkında kesin hüküm bulunuyorsa, aynı konuda, aynı taraflar arasında ve aynı dava sebebine dayanılarak yeni bir dava açılamaz.

Kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemenin de; (Yargıtay’ın da) davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, davayı kesin hükümden (dava şartı yokluğundan) reddetmesi gerekir.

Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi, ilk defa Yargıtay`da (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) ve dahası bozmadan sonra da ileri sürülebilir.

Bu bakımdan usulü kazanılmış hakkın istisnasıdır ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir.

O nedenle kesin hükmün varlığının, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez.

Maddi anlamda kesin hükmün koşulları 1086 sayılı HUMK’nun 237. maddesinde açıklanmıştır.

Birinci dava ile ikinci davanın müddeabihlerinin (konusunun), dava sebeplerinin (vakıaların) ve taraflarının aynı olması maddi anlamda kesin hüküm oluşturur.

6100 sayılı HMK’nun 303/1. maddesi de “Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.” şeklinde benzer bir düzenleme içermektedir.

Kesin hükmün ilk koşulu, her iki davanın taraflarının aynı kişiler olması; ikinci koşulu, müddeabihin aynılığı; üçüncü koşulu ise, dava sebebinin aynı olmasıdır.

Kesin hükmün ikinci koşulu olan müddeabih, dava konusu yapılmış olan hak, yani dava ile elde edilmek istenilen sonuçtur.

Önceki dava ile yeni davanın müddeabihlerinin (konularının) aynı olup olmadığını anlamak için hakimin, eski davada verilen kararın hüküm fıkrası ile yeni davada ileri sürülen talep sonucunu karşılaştırması gerekir.

Eski ve yeni davanın konusu olan maddi şeyler fiziki bakımdan aynı olsa bile, bu şeyler üzerinde talep olunan haklar değişikse, müddeabihler aynı değil demektir.

Kesin hükmün üçüncü koşulu ise dava sebebinin aynı olmasıdır.

Dava sebebi, hukuki sebep olmayıp, davacının davasını dayandırdığı vakıalardır.

Öyle ise; her iki davanın da dayandığı maddi vakıalar (olaylar) aynı ise, diğer iki koşulun da bulunması halinde kesin hükmün bulunduğundan söz edilebilir.

Kesin hüküm; ancak, konusunu teşkil eden iddia hakkında geçerli olabilir; bu nitelikteki bir hüküm nedeniyle yeniden söz konusu edilemeyecek olan, hüküm fıkrasında karara bağlanan husustur.

Zira hüküm olmayan yerde kesinlik de olamaz.

Bu nedenle olumlu veya olumsuz olarak karara bağlanmamış olan bir iddia her zaman yeni bir davaya konu yapılabilir.

Somut olayda; 01.11.2009 tarihi sonrası yersiz tedavi giderlerinin tahsili amacıyla yapılan icra takibinde; itirazın iptali ile takibin devamı ve icra inkar tazminatı istemine ilişkin eldeki davada; Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 30.09.2013 Tarih ve 2013/7704-17747 sayılı kararı ile kesinleşen Muğla 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2012/362 Esas, 2013/438 Karar sayılı dosyasında, Kurumca 01.11.2009 tarihinden itibaren iptal edilen yaşlılık aylığının yine bu tarihten itibaren bağlanmasına karar verildiği, eldeki davada talep olunan, yersiz tedavi gideri olduğundan dava konusunun farklı olduğu açıktır.

Bu nedenle yaşlılık aylığı almaya hak kazandığı sabit olan davacının 5510 sayılı Yasanın 60/1-f bendi kapsamında genel sağlık sigortalısı olduğu ve yaşlılık aylığı almakta iken yersiz tedavi giderinden söz edilemeyeceği anlaşıldığından davanın (REDDİNE) karar verilmesi gerekirken, müddeabihleri aynı olmamasına rağmen davanın kesin hüküm nedeni ile (REDDİNE) karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

Ne var ki, bu yanlışlığın giderilmesi, yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, hüküm bozulmamalı, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi yollaması ile 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 438. maddesi gereğince düzeltilerek onanmalıdır.

Hükmün gerekçesinin bu kapsamda olduğu gözetilmek sureti ile; Hüküm fıkrasının 1 numaralı bendinde yazılı “Davanın 6100 Sayılı H.M.K`nun 114/1-i Maddesi gereğince kesin hükümden dolayı usulden ( REDDİNE ),” ibaresinin silinerek yerine, “Davanın ( REDDİNE )” sözcüklerinin yazılmasına ve hükmün bu şekli ile ( DÜZELTİLEREK ONANMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/19744 Karar : 2015/5461 Tarih : 24.03.2015

  • HMK 303. Madde

  • Kesin hüküm

Dava, kesinleşen mahkeme kararına karşın ödenmeyen yaşlılık aylıklarının yasal faizleriyle ödenmesi istemine ilişkindir.

Mahkeme, davanın kısmen kabulüne karar vermiştir.

Hükmün, davalı Kurum avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi M.. A.. tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Eldeki davada uyuşmazlığın çözümü için öncelikle, yargılama hukuku açısından “dava şartı” ile “kesin hüküm” kurum ve kavramlarının temel hukuki esasları üzerinde durulmasında yarar vardır.

Ayrıntıları Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2003/21-30 Esas, 2003/57 Karar sayılı ilamında belirtildiği üzere;

Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamada bulunabilmesi için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; Dava şartları, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.

Mahkeme, hem davanın açıldığı günde, hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp, inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartları dava açılmasından, hüküm verilmesine kadar varolmalıdır. Dava şartlarının davanın açıldığı günde bulunmaması yada bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkeme davanın mesmu (dinlenebilir) olmadığından reddetmesi gerekir.

Bu bağlamda, olayla sıkı bağlantısı nedeni ile hemen vurgulayalım ki, dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile (H.M.K. Md.303) çözümlenmiş olması da dava şartıdır. Bu olumsuz dava şartı adıyla adlandırılır. Birinci dava ile ikinci davanın müddeabihlerinin (konusunun), dava sebeplerinin (vakıaların) ve taraflarının aynı olması maddi anlamda kesin hüküm oluşturur (H.M.K.Md.303). Kesin hüküm, hem bireyler için hem de Devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla, hukuki güvenlik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu yararı ile doğrudan ilgilidir. Kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve mahkemede; (Yargıtay’da) davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını kendiliğinden gözetip, davayı kesin hükümden (dava şartı yokluğundan) reddetmesi gerekir. Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa dahi, ilk defa Yargıtay`da (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) da, dahası bozmadan sonrada ileri sürülebilir. Bu bakımdan usulü kazanılmış hakkın istisnasıdır ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir etkiye sahiptir. O nedenle kesin hükmün varlığı, yargılamanın bir kesiminde nazara alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez.

Bu açıklamalar paralelinde eldeki davada; 01.10.2006 tarihinden itibaren davacıya yaşlılık aylığı bağlanması gerektiğinin tespiti kararı verilen ilk hükmün, taraflar arasında kesin hüküm olduğunda kuşku bulunmadığı gibi, taraflar yönünden usulî kazanılmış hak durumu oluşturması nedeniyle bağlayıcılığı tartışmasızdır.

Öte yandan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 138/4 maddesi, “ Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.” Hükmünü; Yürürlükteki yasalar da konuya ilişkin düzenlemeler içermekte olup; ayrıca, ceza hukuku yönünden, yargı kararlarının gereklerini yerine getirmeyen kamu görevlilerinin eylemleri, 765 sayılı Türk Ceza Yasası’nın 228. ve 5237 sayılı Yeni Türk Ceza Yasası`nın 257. maddesi kapsamında suç sayılmaktadır. Uygulamada, yargı kararlarını yerine getirmeyenlerin tazminatla da sorumlu tutulacakları kabul edilmekte, kararın otuz gün içinde uygulanmamış olması kişisel sorumluluk için yeter sayılmaktadır.

22.10.1979 gün ve 1978/7-1979/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da; kişisel kusur, “İdare ajanının kamu görevini yerine getirirken, idare fonksiyonu, kamu görevi gerek ve koşullarına aykırı ve yabancı olan, bu nedenle idareye atıf ve isnat olunamayan, doğrudan doğruya ajanın şahsına isnat olunan ve kişisel sorumluluğunu gerektiren tutum ve davranış” olarak tanımlanmış; açık, kesin ve emredici yasa kurallarına bilerek aykırı davranış kişisel kusur olarak kabul edilmiş… Yargı kararını uygulamak durumunda bulunanların, kararın eksikliğini veya yanlışlığını tartışma yetkileri bulunmadığı gibi, bu kararları eksik uygulamaları, uygulamış gibi davranarak işleme yapay bir görüntü vermeleri de kararın uygulandığı sonucunu doğurmaz,”(Hukuk Genel Kurulu 02.07.2008 T., 2008/4-464 E., 2008/465 K.) hükmü yer almaktadır.

Davalı Kurumun, 01.10.2006 tarihinden itibaren davacıya yaşlılık aylığı bağlaması gerektiği konusunda; kesinleşmiş mahkeme kararının infazını sağlamak üzere yeni hüküm kurulmasının mümkün olmadığı gözetilmeksizin yazılı biçimde karar verilmiş olması; usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenleridir. Ancak, 22.01.2008 – 01.03.2009 döneminde biriken yaşlılık aylıklarına işleyen yasal faizin tahsiline ilişkin herhangi bir kesinleşen mahkeme kararı olmadığı ve davaya konu edilen biriken yaşlılık aylıklarına işleyen yasal faizin tahsili isteminin; eldeki davada sonuçlandırılması gereken diğer bir konu olduğunun bozma üzerine yürütülecek yargılamada özellikle gözetilmesi gerektiği belirtilmelidir.

O halde, davalı Kurum avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA), oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/32820 Karar : 2015/1521 Tarih : 22.01.2015

  • HMK 303. Madde

  • Kesin hüküm

13.12.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6361 Sayılı Kanunun 28. Maddesinde ( ve aynı hükme karşılık gelen mülga 3226 Sayılı Kanun`un 19. Maddesinde) ; kiracının iflası veya icra takibine uğraması halinde finansal kiralama konusu malların takibin dışında tutulmasına veya iflasta tefrikine ilgili memurca karar verileceği, bu karara karşı yedi gün içinde icra mahkemesi nezdinde şikayette bulunulabileceği öngörülmüştür. Yasada öngörülen bu düzenleme ile haczedilmezlik ve istihkak prosedüründen ayrı finansal kiralama konusu malların, haciz veya iflas dışında (takip dışında) bırakılacağı kuralı getirilmiştir. Borçlu kiracı ve finansal kiralama yapan kiralayan yasanın bu hükmünden yararlanarak icra ve iflas müdürüne başvurabilirler. Sözü edilen hükümler kiralayanın doğrudan istihkak davası açmasına engel değildir.

İstihkak davaları, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 97/11.maddesi uyarınca, genel hükümler dâhilinde basit yargılama usulüne tabidir. Kural olarak, hacizli malın değeri ile alacak miktarından hangisi az ise, ona göre belirlenecek dava değeri üzerinden hesaplanacak nispi karar ve ilam harcının başlangıçta 1/4’ünün peşin olarak alınması, vekâlet ücretinin de karar tarihi itibarı ile yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca nispi olarak hesaplanması gerekir. İcra mahkemesine yapılacak şikayetler ise maktu harca tabi olup maktu tarife üzerinden vekalet ücretine hükmedilmesi gerekir. İstihkak davalarının aynı maddenin İİK’nun 97/1.fıkrası gereğince duruşmalı inceleme sonunda karara bağlanması zorundur. İİK’ nun 16. Maddesi kapsamında yapılan şikayetler hakkında ise aynı kanunun 18/2 maddesine göre duruşma yapılıp yapılmayacağı icra mahkemesince takdir edilecek bir husustur. Şikayet üzerine verilen İcra Mahkemesi kararlarının infazı için kesinleşmeleri gerekmez ise de istihkak davası sonucunda verilen ilamların icrası için kesinleşmeleri zorunludur.İcra mahkemesince verilen kararlar kural olarak maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmediğinden bu kararlara karşı yargılamanın yenilenmesi yoluna başvurulamaz. Ancak istihkak davaları sonucu verilen kararlar ( ihalenin feshi isteminin reddi davaları gibi) HMK’nun 303. maddesi anlamında kesin hüküm niteliği taşıdığından aynı kanunun 375.maddesine göre yargılamanın iadesi istenilebileceği halde 16. Madde kapsamında şikayete ilişkin kararlar hakkında yargılamanın iadesi istenemez.

Görüldüğü üzere, somut olayda 3. kişinin istihkak davası şeklinde nispi harç yatırmak sureti ile icra mahkemesine yaptığı başvurunun incelenmesi, borçluların şikayetinden ayrı bir yargılama usulüne tabi olup temyiz mercileri de farklıdır. Bu nedenle, her üç dosyanın birleştirilerek tek dosya üzerinden yargılamanın yürütülüp sonuçlandırılması doğru değildir. O halde, mahkemece, istihkak davası konusunda tefrik kararı verilerek sonuca gidilmesi gerekirken borçluların 6361 Sayılı yasanın 28. Maddesinden kaynaklanan şikayeti ile birleştirilerek yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olup mahkeme kararının bu gerekçe ile bozulmasına karar verilmesi gerekirken Dairemizce onandığı anlaşılmakla karar düzeltme isteminin kabulüne karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ : Alacaklı ve 3. Kişinin karar düzeltme istemlerinin kabulü ile dairemizin 22/09/2014 tarih, 2014/20822-21910 sayılı onama kararının kaldırılmasına, mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), bozma nedenine göre tarafların sair karar düzeltme itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas: 2016/1391 Karar: 2017/3316 Tarih: 05.10.2017

  • HMK 303. Madde

  • Kesin hüküm

Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan eksik ve ayıplı iş bedelinin tahsili istemiyle açılmış, mahkemece davanın kısmen kabulüyle 4.500,00 TL’nin davalıdan tahsiline dair verilen karar, davacı vekilince temyiz olunmuştur.

Davacı vekili, taraflar arasında 24.06.2010 tarihinde sözleşme ile müvekkili şikkete ait 7 katlı eğitim binasının dış cephesinin yapılması hususunda anlaştıklarını, davalının işi süresinde teslim etmemesi sebebiyle sözleşmenin cezayı uyguladıklarını, davalı şirketin işi hızlandırarak 28.10.2010 tarihinde binayı teslim ettiğini, gecikme bedeli olan 28.615,00 TL’nin mahsubu ile bakiye kısmın ödeneceğinin davalıya bildirildiğini, davalı şirketin müvekkili aleyhine 12. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2013/857 Esas sayılı dosyası ile dava açtığını, yargılama aşamasında binanın kullanımı ile ilgili gizli ayıplar ortaya çıkması sebebiyle Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2011/82 D. iş dosyasıyla tespit yaptırıldığını, eksik ve ayıp iş bedeli olan 5.000,00 TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı vekili, davanın reddini istemiştir.

Kesin hüküm, 6100 Sayılı HMK’nın 303. maddesinde “Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir. Bir hüküm, davada veya karşılık davada ileri sürülen taleplerden, sadece hükme bağlanmış olanlar hakkında kesin hüküm teşkil eder. Kesin hüküm, tarafların küllî halefleri hakkında da geçerlidir…” hükmü bulunmaktadır. Bu hükme göre kesin hükümden bahsedebilmek için; a) davanın taraflarının aynı olması ve b) dava sebeplerinin aynı olması ve c) dava konusunun aynı olması olması gerekir. Tarafların aynı olmasından anlaşılması gereken; her iki davada da tarafların aynı kişiler olması anlamına gelir. Hükmün davanın tarafları dışında üçüncü kişilere kural olarak herhangi bir etkisi yoktur. Zaten davada taraf olmayan bir kişiyi kararın bağladığının kabulü hukuki dinlenilme hakkına da aykırılık teşkil eder. İkinci unsur olarak dava sebeplerinin aynı olmasından anlaşılması gereken ise; davacının talep sonucunu dayandırdığı vakıaların aynı olması anlamına gelir. Aynı vakıalara dayanılarak dava açılması halinde kesin hükmün varlığından söz edilir. Üçüncü ve son unsur ise; dava konusunun aynı olmasıdır. Dava konusunun aynı olup olmadığının anlaşılması için yapılacak şey, her iki davanın netice-i talep kısmının aynı olup olmadığına bakmaktır. Her iki davanın talep sonucu kısmı aynı ise kesin hükmün varlığından bahsedilebilir. Öte yandan kesin hükmün varlığı HMK’nın 114. maddesinin (i) bendinde olumsuz dava şartı olarak düzenlenmiştir.

Taraflar arasında görülüp sonuçlandırılan 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2011/12 Esas ve 2012/351 Karar sayılı dava dosyasında davacı yüklenici tarafından bakiye iş bedelinin tahsili için başlatılan takibe itiraz üzerine davanın açıldığı, mahkemece nefaset bedeli indirilmek suretiyle 48.596,00 TL üzerinden itirazın iptâline dair verilen karar davacının temyizi üzerine Dairemizce “…davanın 53.096,00 TL üerinden kabulü gerekirken, davacının bakiye alacağından ayrıca nefaset indirimi yapılmak suretiyle kısmen kabulü doğru olmamış…” gerekçesiyle yüklenici lehine bozulmuş, mahkemece bozmaya uyularak davanın 53.096,00 TL üzerinden kabulüne karar verilmiş, bu karar temyiz edilmemek suretiyle kesinleşmiştir. Davacı iş sahibi vekili bu kez, önceki davada alınan bilirkişi raporunda 5.000,00 TL özensiz işçilik ve uygulama hatası olduğu ve tespit dosyası ile bu hususun belirlendiğini bildirerek eldeki bu davayı açmıştır. Oysa Mahkemece tartışılan ve hüküm altına alınan miktar 4. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2011/12 bozulmakla, 2013/857 Esas ve 2014/15 Karar sayılı kararda tartışılmış ve bahse konu indirim yapılmadan alacak hüküm altına alınmıştır. Bu durumda mahkemece re’sen gözetilmesi gereken kesin hüküm bulunması sebebiyle davanın dava şartı yokluğundan reddi gerekirken kısmen kabulü doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle temyiz olunan hükmün BOZULMASINA, ödenen temyiz peşin harcının istenmesi halinde temyiz eden davalıya iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 05.10.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ Esas: 2017/4469 Karar: 2017/10213 Tarih: 05.07.2017

  • HMK 303. Madde

  • Kesin hüküm

Şikayetçi üçüncü kişi icra mahkemesine başvurarak, kendisine gönderilen 17.10.2014 tarihli 135. maddesine göre düzenlenen tahliye emrinin iptalini talep ettiği mahkemece; kira sözleşmesine dair tapuda şerh bulunmadığı ve delil de sunulmadığı gerekçesi ile şikayetin reddine karar verildiği görülmektedir.

İcra mahkemesi kararlarının, maddi anlamda kesin hüküm teşkil etmeseler de, kendi aralarında kesin hüküm oluşturdukları uygulamada kabul edilmektedir.

HMK.nun 303/1. maddesi; “Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.” şeklinde düzenlemiştir.

HMK 114/1-i maddesi uyarınca kesin hüküm dava şartı olup, 115/2. maddesi, dava şartı noksanlığı sebebiyle davanın usulde reddedilmesini zorunlu kılmıştır.

Somut olayda; alacaklı … tarafından borçlular …, …, …, …, …, …, … aleyhine kambiyo senetlerine mahsuz haciz yolu ile takibe geçildiği, … ili, … İlçesi, … mah, 651 ada 6 parsel numaralı taşınmazın 13.12.2012 tarihinde tarihinde …‘ya ihale ediliği, ihale alıcısı tarafından taşınmazın 13.08.2013 tarihinde …‘e satılarak devredildiği, 07.11.2013 tarihinde taşınmazda bulunan …, …, …, …, … ve …‘nın tahliye ediliği, … vekilinin 29.04.2014 tarihinde icra memuruna başvurarak taşınmazın çatısında …‘nın gsm anteninin kaldırılması için …‘ya 135. maddesine göre tahliye emrinin gönderilmesini talep ettiği, icra memurluğunca 30.04.2014 tarihinde bu hususta şirkete yazı yazılmasına, gelen cevaba göre tahliye emrinin düşünülmesi yönünden işlem tesis edildiği, …‘ya gönderilen 30.04.2014 tarihli muhtırada “…yeni malikin 135/2 maddesi gereğince cihazın tahliyesini talep ettiğinden cihazın sökülmesi ve tahliyesinin yapılmasına engel bir durum var ise iş bu muhtıranın tebliğinden itibaren 7 gün içinde müdürlüğümüz dosyasına bilgi verilmesine, aksi takdirde 135/2 maddesi gereğince şirketinize tahliye emri tebliğ edileceği ve cebri icra yolu ile işlem başlatılacağının” bildirildiği, üçüncü kişi …‘nın 19. İcra Hukuk Mahkemesi’ne başvurarak 30.04.2014 tarihli muhtıranın iptalini talep ettiği, İstanbul 19. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 14.07.2014 tarih, 2014/669E- 2014/777K. Sayılı kararı ile şikayetin kabulüyle tahliye muhtırasının iptaline karar verildiği, yeni malik … vekilinin 17.10.2014 tarihinde icra memurluğuna başvurarak İstanbul 19. İcra Hukuk Mahkemesi’nin kararında taraf olmadığından bahisle üçüncü kişi …‘ya 135/2 maddesi gereğince tahliye emri gönderilmesini talep ettiği ve 17.10.2014 tarihinde 135. maddesine göre tahliye emrinin düzenlendiği, iş bu tahliye emrine karşı üçüncü kişi …‘nın temyize konu eldeki dosyada şikayet yoluna başvurduğu anlaşılmaktadır.

İstanbul 19. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 14.07.2014 tarih, 2014/669E- 2014/777K. Sayılı dosyasının incelenmesinde; mahkeme kararının yasal hasım olduğundan, ilgili sıfatı ile … vekiline 09.12.2015 tarihinde tebliğ edildiği, vekilin temyiz yoluna başvurması üzerine mahkeme kararının, Dairemizin 28.12.2016 tarih, 2016/5746 E- 2016/26322 K. Sayılı ilamı ile onandığı ve mahkeme kararının 28.02.2017 tarihinde kesinleştiği görülmektedir.

Bu durumda, daha önce kesin hükümle karara bağlanan İstanbul 19. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 14.07.2014 tarih, 2014/669E- 2014/777K. sayılı dosyasındaki talepler ile temyiz incelemesine konu İstanbul 19. İcra Hukuk Mahkemesi’nin 03.11.2014 tarih, 2014/1392 E- 2014/1172 K. sayılı dosyasındaki talepler şikayet sebepleri ve taraflar aynı olduğundan, mahkemece şikayetin 114 /1-i maddesi uyarınca kesin hüküm sebebiyle reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ : Şikayetçinin temyiz itirazlarının kabulüyle mahkeme kararının yukarıda yazılı sebeplerle 366. ve 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan harcın istenmesi halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 05.07.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas: 2015/10-3038 Karar: 2017/429 Tarih: 08.03.2017

  • HMK 303. Madde

  • Kesin hüküm

Taraflar arasındaki “rücuen tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara 10. İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 28.03.2014 gün ve 2013/2165 E., 2014/377 K. sayılı kararın temyizen incelenmesinin davalı … Havacılık Uzay Sanayi A.Ş. vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 10. Hukuk Dairesinin 11.09.2014 gün ve 2014/13953 E., 2014/17226 K. sayılı kararı ile;

(… Dairemiz bozma kararı ile, davalı … Havacılık Uzay San AŞ’ye ait hangar inşaatının ‘‘dış cephe ve çatı kaplama’’ işini alan davalı limited şirkette işçi olarak çalışan sigortalının seyyar iskelenin ayağındaki tekerleğin piminin çıkması sonucu 4-5 metre yükseklikten düşerek yaralanması şeklinde gerçekleşen iş kazasında, … Havacılık Uzay San AŞ’nin işten tamamen el çekmesi ve asıl işveren sıfatının bulunmaması nedeniyle, 506 Sayılı Kanun’un 26/2. maddesi uyarıca üçüncü kişi olarak bir kusurunun bulunup bulunmadığı yönünde irdeleme yapılması gerektiği belirtildiği ve bozma ilamına uyulduğu halde, bozma sonrası, sigortalının davalılara karşı açtığı tazminat dosyasındaki rapor hükme esas alınmışsa da, bu raporda davalı … Havacılık Uzay San AŞ’e asıl işveren sıfatıyla kusur verildiği, bu haliyle hüküm kurmaya elverişli olmadığı anlaşılmaktadır.

Mahkemece, konusunda ve işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında uzman bilirkişilerden yeniden rapor alınarak … Havacılık Uzay San AŞ’nin 506 Sayılı Kanun’un 26/2. maddesi uyarıca üçüncü kişi olarak iş kazasının meydana gelmesinde kusuru bulunup bulunmadığı yönünde irdeleme yapılması sağlanmalıdır.

O hâlde, davalılardan … Havacılık Uzay San AŞ. vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır…),

Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava kusur ve miktar yönünden fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 4.000 TL’nin gelirlerin onay tarihinden, masrafların ödeme tarihinden işleyecek faizleriyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen rücuen tahsiline karar verilmesi istemine ilişkindir.

Davacı SGK vekili Kurum sigortalılarından O. U.’nun … Havacılık ve Uzay San. AŞ.’nin asıl işveren, diğer davalı … Yapı İnş. İzolasyon Otom. San. Tic. Ltd. Şti.’nin alt işveren olduğu hangar inşaat işinde çalışmakta iken 17.11.2007 tarihinde geçirmiş olduğu iş kazası neticesinde yaralandığını ve çalışma gücünün %39’unu kaybettiğini, Kurum tarafından 18.11.2009 onay tarihli 80.680,96 TL gelir bağlandığını, sigortalının istirahatli kaldığı 17.11.2007 ile 09.02.2009 tarihleri arasında 5.588,98 TL geçici iş görmezlik ödeneği ödendiğini, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın İş Müfettişliği Raporu ve … Rehberlik ve Teftiş Başkanlığı Raporlarında davalıların kazanın meydana gelmesinde kusurlu olduklarının tespit edildiğini ileri sürerek kusur ve miktar yönünden fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 4.000 TL’nin gelir bağlama onay tarihinden, masrafların ise ödeme tarihinden itibaren faizleriyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen rücuen tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı … Türk Havacılık ve Uzay Sanayi A.Ş. vekili müvekkil şirketin B510 Hangarı Çatı/Cephe Kaplamaları ile Alüminyum Doğrama İşlerini diğer davalı şirket …Yapı Ltd. Şti.’ne anahtar teslim olarak yapılması için ihale ettiğini, işin tamamını ihale yoluyla ve götürü sabit bedelle anahtar teslim usulü alan diğer davalı …Ltd. Şti’nin müvekkil şirketin alt işvereni değil asıl işveren olduğunu, yapılan işte müvekkil şirketin işçilerinin çalışmasının da kesinlikle söz konusu olmadığını, müvekkil şirket ile diğer davalı …Yapı Ltd. Şti. arasında yapılan sözleşmenin 6.2. maddesinde iş kazalarında hukuki sorumluluğun …Yapı Ltd. Şti.’ye ait olduğunun düzenlendiğini, müvekkil şirkete husumet yöneltilemeyeceğini, kaldı ki meydana gelen kazada müvekkil şirketin hiçbir kusurunun bulunmadığını belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.

Davalı …Yapı İnş. İzolasyon Otomotiv Taş. San. Tic. Ltd. Şti. Vekili öncelikle usule dair olarak Kurum sigortalısı O. U.’ya ödenen geçici iş göremezlik ödeneğinin bir yıllık süre içerisinde istenmediğinden zamanaşımı sebebiyle reddinin gerektiğini, esasa dair olarak ise … Havacılık ve Uzay San. AŞ.’ye ait hangar şantiyesinde kullanılmakta olan hareketli iskelenin tekerleklerinden birisinin kırıldığını, iskele üzerinden çalışmakta olan işçilerin dengelerinin kaybolması ve iskelenin devrilebileceği korkusuyla iskelenin üzerinden zemine atladıklarını, taşeron firma olan davalı müvekkil şirketin işçisi olarak çalışan O. U.’nun da 2 ve 3 metre kodunda, 20 cm genişliğinde bulunan cephe kuşaklarına basarak bir üst cephe kuşağına kemerle bağlı vaziyette panellerin geçişine (yerine sürülmesine) yardım etmekte iken yere atlaması ile ayağından yaralandığını, meydana gelen olayda Kurum sigortalısı O. U.’nun iskele üzerinde olmadığını, diğer işçilerin iskele üzerinden atladıklarını görerek iskele ile ilgisi olmamasına rağmen yere atladığını, Kurum sigortalısının yaralanmasında müvekkilin hiçbir kusurunun bulunmadığını, iskelenin taşeron şirket olan müvekkil ve diğer davalı şirketin yetkili teknik çalışanları tarafından sürekli kontrol edildiğini, iş güvenliği önlemlerinin tamamının alındığını, öte yandan sigortalının tedavi sonrası sağlığına kavuştuğunu, bu sebeple çalışma gücü kaybı oranına da itiraz ettiklerini belirtmiştir.

Mahkeme 31.10.2012 tarihli kararında, alınan bilirkişi raporunda kazanın meydana gelmesinde asıl işveren … Türk Havacılık ve Uzay Sanayi AŞ’nin %20, alt işveren Yapı İnş. İzolasyon Oto. Taş. San. Tic. Ltd. Şti.’nin %60, kazazede işçi O. U.’nun ise %20 oranında kusurlu olduğunun belirtildiği, … Türk Havacılık ve Uzay Sanayi A.Ş’nin inşaat işinin bir bölümünü diğer davalı … Yapı İnş. İzolasyon Oto. Taş. San. Tic. Ltd. Şti. verdiğinden 4857 Sayılı Kanun’un 2. maddesi uyarınca aralarında asıl - alt işveren ilişkisinin bulunduğu, davacı Kurumun bağlanan gelirden dolayı %80 işveren kusuruna isabet eden 65.544,69 TL, geçici iş göremezlik ödeneğinden dolayı 4.841,06 TL zararının olduğu, Kurumun 506 Sayılı Kanun’un 26. maddesi ve 4857 Sayılı İş Kanunu’nun 2. maddesi uyarınca belirtilen zararını davalılar asıl ve alt işverene müştereken ve müteselsilen rücu edebileceği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Hükmü davacı Kurum ve davalı … Havacılık ve Uzay Sanayi A.Ş. vekilleri temyiz etmişlerdir.

Özel Daire 19.09.2013 tarihli kararında … Havacılık Uzay San. A.Ş’nin asıl işveren sıfatının bulunmadığının gözetilmediği, Mahkemece konusunda ve işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında uzman bilirkişilerden yeniden rapor alınarak … Havacılık Uzay San. A.Ş’nin 506 Sayılı Kanun’un 26/2. maddesi uyarınca üçüncü kişi olarak iş kazasının meydana gelmesinde kusuru bulunup bulunmadığı yönünde irdeleme yapılması gerektiği gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilmiştir.

Mahkemece bozmaya uyularak verilen 28.03.2014 tarihli ikinci kararda sigortalının davalılar aleyhine açmış olduğu maddi ve manevi tazminat davasında … Havacılık Uzay San. A.Ş’nin %20, İnş. İzolasyon Oto. Taş. San. Tic. Ltd. Şti’nin %60 kusur oranına göre hüküm kurulduğu, verilen kararın Yargıtay 21. Hukuk Dairesince onandığı, kesin hüküm sebebiyle artık TAİ’nin kusurunun araştırılmasına gerek kalmadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Hükmün davalı … Havacılık ve Uzay Sanayi A.Ş. vekili tarafından temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece Yargıtay bozma kararına uyma gerekçesinin “Bozma eksik incelemeye dair olduğundan TAİ’nin kusurunun araştırılması yönünden bozma ilamına uyulmasına karar verildiği” şeklinde olduğu, bu sebeple bozmaya uyma kararının taraflara usuli kazanılmış hak oluşturmayacağı ve kesin hükmün herkesi bağlayacağı, Yargıtay bozma kararına uyulmasını usulü kazanılmış hak gibi değerlendirilerek … A.Ş’yi üçüncü kişi kabul etmesi kesin hüküm sebebiyle usul ve yasaya aykırı olduğundan bozma gerekçesinin yerinde görülmediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararını davalı … Havacılık ve Uzay Sanayi A.Ş. vekili temyize getirmektedir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda kazalı sigortalının açmış olduğu ve onanarak kesinleşen maddi ve manevi tazminat davasında davalı … Havacılık ve Uzay Sanayi AŞ.’nin asıl işveren olarak kabulü karşısında, görülmekte olan rücuen tazminat davasında … Havacılık ve Uzay Sanayi A.Ş.’nin asıl işveren yerine üçüncü kişi olarak kabul edilip edilemeyeceği ve mahkemenin Yargıtay bozma kararına uymasının usuli kazanılmış hak oluşturup oluşturmadığı noktasında toplanmaktadır.

Bilindiği üzere bir davada mahkemenin veya tarafların yapmış oldukları bir usul işlemi sebebiyle taraflardan biri lehine, dolayısıyla diğeri aleyhine doğan ve gözetilmesi zorunlu olan hakka, usuli kazanılmış hak denilir.

Örneğin mahkemenin Yargıtay bozma kararına uymasıyla bozma kararı lehine olan taraf bakımından kazanılmış hak doğar.

Bir mahkemenin Yargıtay Dairesince verilen bozma kararına uyması sonunda, kendisi için o kararda gösterilen biçimde inceleme ve araştırma yapmak ve yine o kararda belirtilen hukuksal esaslar gereğince karar vermek yükümlülüğü oluşur. Bu itibarla mahkemenin sonraki hükmünün bozma kararında gösterilen ilkelere aykırı bulunması, usule uygun olmadığından bozma nedenidir.

Bozma kararı ile dava, usul ve yasaya uygun bir hale sokulmuş demektir. Bozmaya uyulduktan sonra buna aykırı karar verilmesi usul ve yasaya uygunluktan uzaklaşılması anlamına gelir ki, böyle bir sonuç kamu düzenine açıkça aykırılık oluşturur. Buna göre Yargıtay’ın bozma kararına uymuş olan mahkeme bu uyma kararı ile bağlıdır. Bozma kararında gösterilen biçimde inceleme yapmak ya da gösterilen biçimde yeni bir hüküm vermek zorundadır.

Aynı ilke Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 05.02.2003 gün ve 2003/8-83 E., 2003/72 K.; 17.02.2010 gün ve 2010/9-71 E., 2010/87 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.

Yargıtay içtihatları ile kabul edilen “usuli kazanılmış hak” olgusunun, birçok hukuk kuralında olduğu gibi yine Yargıtay içtihatları ile geliştirilmiş istisnaları bulunmaktadır. Mahkemenin bozmaya uymasından sonra yeni bir İçtihadı Birleştirme Kararı (09.05.1960 gün ve 21/9 Sayılı YİBK) ya da geçmişe etkili bir yeni kanun çıkması karşısında, Yargıtay bozma ilamına uyulmuş olmakla oluşan usuli kazanılmış hak hukukça değer taşımayacaktır. Benzer şekilde uygulanması gereken bir kanun hükmü, hüküm kesinleşmeden önce Anayasa Mahkemesi’nce iptaline karar verilirse, usuli kazanılmış hakka göre değil, Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararından sonra oluşan yeni duruma göre karar verilebilecektir (HGK’nun 21.01.2004 gün ve 2004/10-44 E., 19 K.; 03.02.2010 gün ve 2010/4-40 E., 2010/54 K.).

Bu sayılanların dışında ayrıca görev, hak düşürücü süre, kesin hüküm itirazı, harç ve maddi hataya dayanan bozma kararlarına uyulmasında olduğu gibi kamu düzeni ile ilgili konularda usuli kazanılmış haktan söz edilemez (Kuru B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü - C. V, 6. b İstanbul 2001, s 4738 vd).

Usuli kazanılmış hakkın hukuki sonuç doğurabilmesi için bir davada ya taraflar ya mahkeme ya da Yargıtay tarafından açık biçimde yapılmış olan ve istisnalar arasında sayılmayan bir usul işlemi ile taraflardan biri lehine doğmuş ve kendisine uyulması zorunlu olan bir hakkın varlığından söz edilebilmesi gerekir.

Kaldı ki usuli kazanılmış hak ilkesi kamu düzeni ile ilgili olup temyiz aşamasında kendiliğinden dikkate alınması gerekir.

Öte yandan, maddi anlamda kesin hükmün koşulları: 1086 Sayılı 237 .maddesinde açıklanmıştır. Birinci dava ile ikinci davanın müddeabihlerinin (konusunun), dava sebeplerinin (vakıaların) ve taraflarının aynı olması, maddi anlamda kesin hüküm oluşturur.

6100 Sayılı HMK’nun 303/1.maddesinde6100 Sayılı HMK’nun 303/1.maddesinde ise “Bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.” şeklinde benzer bir tanım yapılmıştır.

Kesin hükmün ilk koşulu, her iki davanın taraflarının aynı kişiler olması; ikinci koşulu, dava sebebinin aynı olması; üçüncü koşulu ise, ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olmasıdır.

Tüm bu hususlar bir arada değerlendirildiğinde somut olayda, Mahkeme kararı Özel Dairece … Havacılık Uzay San. A.Ş’nin asıl işveren sıfatının bulunmadığının gözetilmediği, Mahkemece konusunda ve işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında uzman bilirkişilerden yeniden rapor alınarak … Havacılık Uzay San. A.Ş’nin 506 Sayılı Kanun’un 26/2. maddesi uyarınca üçüncü kişi olarak iş kazasının meydana gelmesinde kusuru bulunup bulunmadığı yönünde irdeleme yapılması gerektiği gerekçesiyle bozulmuş, bozma sonrası Mahkemece bu karara uyulması ile davalılar yararına usuli kazanılmış hak oluşmuştur.

Kaldı ki sigortalı tarafından işverene yönelik açılan maddi ve manevi tazminat davasının tarafları ve sebebi farklı olup maddi manevi tazminat davasının hüküm fıkrası ile rücuen tazminat davasına ait talep sonucu aynı değildir. Bu sebeple sigortalı tarafından işverene yönelik açılan maddi ve manevi tazminat davasının Kurum tarafından işverenlere yönelik olarak açılan rücuen tazminat davasında 6100 Sayılı HMK’nun 303/1. maddesi uyarınca kesin hüküm teşkil etmesine imkan bulunmamaktadır. Sonuç itibariyle usuli kazanılmış hakkın gerçekleşmesine engel olacak kesin hüküm gibi istisnai bir durum da bulunmadığına göre, Mahkemece Özel Dairece belirtilen gerekçelerle ve gösterilen biçimde hüküm verilmelidir. Artık … Havacılık Uzay San. A.Ş’nin asıl işveren olarak kabulü mümkün olmayacaktır.

Hal böyle olunca, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalı … Havacılık Uzay Sanayi A.Ş. vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istenmesi halinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 08.03.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS