Hüküm Nüshası
HMK Madde 301
(1) Hüküm yazılıp imza edildikten ve mahkeme mührü ile mühürlendikten sonra, nüshaları yazı işleri müdürü tarafından taraflardan her birine makbuz karşılığında verilir ve bir nüshası da gecikmeksizin diğer tarafa tebliğ edilir. Hükmün bir nüshası da dosyasında saklanır.
(2) Taraflardan her birine verilen hüküm nüshası ilamdır.
(3) Tarafların elinde bulunan hüküm nüshalarının farklı olması hâlinde karar kartonundaki esas alınır.
HMK Madde 301 Gerekçesi
Madde “Hüküm nüshası” başlığını taşımakta olup, birinci ve ikinci fıkra hükümleri 1086 sayılı Kanunun 392 nci maddesinin günümüz Türkçesiyle ifade edilmiş şeklidir. 1086 sayılı Kanundaki “mahkeme mührünün bulunması”na ilişkin düzenleme, sistematik açıdan daha uyumlu olacağı düşüncesiyle bu maddeye alınmıştır.
Taraflara verilen hüküm suretleri ilâm adını almaktadır.
Suret deyiminin taşıdığı anlam bakımından, bunların her birinin aslıyla aynı olmasını gerektirir. Ancak, herhangi bir sebeple nüshalar arasında fark bulunduğu takdirde, karar kartonundaki nüshanın esas alınacağı vurgulanmıştır.
HMK 301 (Hüküm Nüshası) Emsal Yargıtay Kararları
YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/3988 Karar : 2018/11818 Tarih : 4.07.2018
-
HMK 301. Madde
-
Hüküm Nüshası
Karar düzeltme dilekçesinde yazılı nedenler HUMK’nun 440. maddesinde gösterilen dört halden hiçbirine uymamaktadır. Bu nedenle, 6100 sayılı Yasanın geçici 3. maddesi yollamasıyla karar düzeltme isteklerinin REDDİNE, HUMK’nun 442/3. maddesi ve 4421 sayılı Yasa gereğince takdiren 310,00.-TL para cezası ve 492 sayılı Harçlar Kanunu uyarınca bakiye 9.40.-TL karar düzeltme harcının davalı … ‘dan alınmasına, 04.07.2018 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
-K A R Ş I O Y Y A Z I S I-
Muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı davanın kabulüne ilişkin karar, yargıtay denetiminden geçerek 22.03.2010 tarihinde kesinleşmiştir.
Keşinleşen hükmün tavzihi talebi, 20.06.2011 tarihinde kabul edilmiş, davacıların temyizi üzerine, “tavzih talebinin reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi doğru değildir.” gerekçesiyle bozulması üzerine, bu kez mahkemece , “tavzih talebinin reddine,… tarafların yokluğunda verilen kararın tebliğinden itibaren 1 ay içinde temyiz yolu açık olmak üzere karar verildi” yönündeki 04.10.2016 günlü ek karar davalıya 17.02.2017 tarihinde tebliğ edilmiş, 17.03.2017 tarihinde davalı tarafça ek karar temyiz edilmiştir.
Ek kararın temyizi üzerine, Dairece, “ Hüküm davalı … vekiline 17.02.2017 tarihinde tebliğ edilmiş, temyiz dilekçesi ise 17.03.2017 tarihinde verilmiştir. Bu durumda, 15 günlük temyiz süresi geçmiş bulunduğundan 6100 sayılı HMK’nun geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 432/4 maddesi ve Yüksek Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 01.06.1990 tarih ve 3/4 sayılı İnançları Birleştirme Kararı uyarınca davalı vekilinin temyiz dilekçesinin süreden reddine” karar verilmiştir.
Dairenin 25.04.2017 gün, 2017/1866 Esas, 2017/2142 karar sayılı, “Temyiz dilekçesinin süreden reddine” ilişkin kararı davalı tarafça, “ Anayasanın 40/2, HMK’nun 292,, 298, 299, 301, 302 maddelerine aykırı olarak, kararda, tarafların TC numaralarının yazılmadığı, temyiz süresi 1(bir) ay olarak belirtilerek tarafların yanıltıldığı, kanun yoluna başvurulma şekli ve başvurulmadığında hükmün kesinleşeceği hususlarının gösterilmediği” gerekçeleriyle daire kararının kaldırılarak esas yönünden mahkamenin ek kararının temyizen incelenerek bozulması talep edilmiştir.
Uyuşmazlık, davalıların temyizinin süresinde olup olmadığına ilişkindir.
Bilindiği üzere; 12.01.2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun geçici 3. maddesi, “ 1- Bölge adliye mahkemelerinin, 26.09.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun geçici, 2nci maddesi uyarınca Resmi Gazetede ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki uygulanmasına devam olunur. 2- Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar 1086 sayılı Kununun 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ila 454’üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olnur. 3- Bu Kanunda bölge adliye mahkemelerine görev verilen hallerde bu mahkemelerin göreve başlama tarihine kadar 1086 sayılı Kanunun bu Kanuna aykırı olmayan hükümleri uygulanır.” şeklinde düzenlenmiştir
1086 sayılı HUMK’nun, temyiz süresi, usulü ve tebliğ şeklini düzenleyen 432. maddesine göre, asliye mahkemesi kararlarına karşı temyiz süresi onbeş gündür. Bu süre usulen taraflardan herbirine tebliğ ile başlar.
Yine, anılan kanunun, kararın kapsadığı hususları düzenleyen, 388/4 maddesi ile aynı yönde düzeleme getiren 6100 sayılı HMK’nun 297/1-ç maddesinde , “… varsa kanun yolları ve süresini” demek suretiyle, hakime kanun yolu ve süresini taraflara bildirme yükümlülüğü getirilmiştir.
Anayasa Mahkemesi 26.06.2014 gün, 2012/855 sayılı kararında; usul hükümlerine göre mahkeme kararlarının hüküm kısmında, kanun yolu ve süresinin belirtilmesi gerekliliğini, davada uygulanan yargılama usulü ile verilen karara karşı kanun yolları bakımından tarafların doğru bilgi sahibi olmalarını sağlayarak, tarafların kararlara karşı temyiz haklarını zamanında ve usulüne uyguın olarak kullanmalarına hizmet ettiği belirtilmiştir.
Somut olayda, davanın kabulüne ilişkin Yargıtay denetiminden geçerek 22.03.2010 tarihinde keşinleşen hükmün tavzihi talebi, 20.06.2011 tarihinde kabul edilmiş, davacıların temyizi üzerine, Dairece, “tavzih talebinin reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi doğru değildir.” gerekçesiyle bozulması üzerine, bu kez mahkemece , “tavzih talebinin reddine,… tarafların yokluğunda verilen kararın tebliğinden itibaren 1 ay içinde temyiz yolu açık olmak üzere karar verildi” yönündeki 04.10.2016 günlü ek karar, davalıya 17.02.2017 tarihinde tebliğ edilmiş, 17.03.2017 tarihinde davalı tarafça ek karar temyiz edilmiştir.
Açıklanan olgular ve anılan yasal düzenlemelere göre, temyiz incelemesinde 1086 sayılı HUMK’nun uygulanması gerektiği, asliye mahkemesi kararlarının temyiz süresinin tebliğden itibaren onbeş (15) gün olduğu açıktır.
Ne varki; asliye hukuk mahkemesi, kararında, temyiz süresi “ 15 gün “ olmasına rağmen
“1 ay” olarak belirlemiş, bu hüküm kararı temyiz eden davalılar vekiline 17.02.2017 tebliğ edilmiş, mahkemenin belirlediği 1 aylık süre içinde 17.03.2017 tarihinde karar temyiz edilmiştir.
Somut uyuşmazlıkta, kanun yolu başvurusunda, mahkemece hatalı belirlenen sürenin mi, kanunda belirlenen sürenin mi uygulanması gerektiği, mahkeme kararında belirtilen sürenin kabul edilmemesi halinde adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan mahkemeye erişim hakkının engellenip engellenmediğinin incelenmesi gerekir.
Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiş, yine taraf olduğumuz, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde de, herkesin kişisel hak ve yükümlülükleriyle ilgili her türlü iddiasını mahkeme önüne getirme hakkı güvence altına alınmış olup, bu madde kapsamında, mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı, adil yargılanma hakkı kapsamındadır.
Yasal düzenlemeler ve belirtilen olgular ışığında değerlendirildiğinde; davalı, mahkemenin kararında belirtilen süreye uyarak, bu süre içinde temyiz başvurusunda bulunmuştur. Hakim, uyuşmazlıkta uygulanacak kanun hükmünü tespit edip uygulamakla yükülüdür (1086 sayılı HUMK.m.76, 6100 sayılı HMK 33. maddesi). Mahkemenin, kanun yolunu ve süresini taraflara doğru gösterme yükümlülüğü göz önüne alındığında, mahkeme tarafından kanun yolu süresinin hatalı gösterilmesi sonucu davanın taraflarının kanun yolu başvuru talebinin süreden reddedilmesi, hatanın tüm sonuçlarının davanın taraflarına yüklenmesi, adil yargılanma hakkı kapsamında adalete erişim hakkının sınırlandırılmasıdır.
Bu gibi hallerde, usul kurallarının mahkemeye erişim hakkını kısıtlayacak şekilde katı uygulanmaması, mahkemenin kanun yolu ve süresini hatalı belirlemesi halinde, kararda belirtilen süreye uyularak yapılan kanun yolu başvurusunun, adil yargılanma hakkı ve mahkemeye erişim hakkı kapsamında süresinde yapıldığının kabül edilmesi gerektiği ve karar düzeltme talebinin kabulüyle, temyiz başvurusu süresinde kabul edilerek, temyiz incelemesinin yapılması gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan, çoğunluğun kararına katılamıyoruz.
YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/14342 Karar : 2017/6873 Tarih : 5.06.2017
-
HMK 301. Madde
-
Hüküm Nüshası
Davacı, davalıdan yemek odası takımı ve TV ünitesi aldığını, ürünün markasının “… Mobilya” olduğu söylenmesine rağmen buna ilişkin amblem olmadığını, ürünü teslim almadan önce tüm borcu içeren senet imzalatıldığını, ürünler teslim edildikten sonra tüm parçalarında defolar ve ayrıca montaj hataları olduğunu tespit ettiğini, durumu bildirdiği halde sonuç alamadığını, ürünlerin teslim edildiğine dair fatura bırakılmadığını ve herhangi bir garanti belgesi de verilmediğini belirterek, ürünlerin iadesi ile senedin iptaline karar verilmesini istemiştir.
Davalı; davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, davanın kabulüne, taraflar arasındaki satış sözleşmesinin davacı tarafça haklı nedenle fesih edildiğinin tespitine, satış bedeli olan 2.800,00-TL’nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, satış bedeli davacıya iade edildiğinde ayıplı ürünler olan yemek odası takımı ve televizyon ünitesinin davalıya iadesine karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
1-Davalı şirketin ünvanının karar başlığında … Alışveriş Merkezi olarak yazılması doğru değil ise de bu hususun HMK 301. maddesi gereğince talep üzerine veya her zaman mahallinde düzeltilebilmesi mümkün olduğundan bozma sebebi yapılmamıştır.
2-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalının aşağıdaki bendin dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
3-Davacı tarafından ayıplı mal satışı sebebiyle sözleşmenin feshi, sözleşmeye konu malların iadesi ve sözleşmeye istinaden davalı şirkete vermiş olduğu senetten dolayı borçlu olmadığının tespiti istemli davada, satışa konu malların ayıplı olması nedeniyle davacının sözleşmeden dönmesi yerinde olmakla birlikte, mahkemece ödemeler hususunda yapılan incelemenin yeterli olmadığı açıktır. Şöyle ki; davacı dahi tam bir ödeme yaptığını iddia etmediğine ve vermiş olduğu senetten dolayı borçlu olmadığının tespitini talep ettiğine göre, bu talepler yönünden denetime elverişli inceleme yapılmadan ve bilirkişi raporu alınmadan, özellikle alınan senet miktarı, yapılan ödemeler sağlıklı olarak tespit edilmeden, tüm malın karşılığı olan bedelin iadesine karar verilmesi hatalıdır. Bu durumda, tarafların iddia ve savunmaları değerlendirilerek tarafların borç ve alacak durumlarının tespiti ve neticeden sonucuna göre bedel yönünden bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte belirtilen hususun açıklanan nedenle bozma sebebi yapılmamasına, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalının sair temyiz itirazlarının reddine, (3) nolu bentte açıklanan nedenle temyiz olunan kararın davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/III-1 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 05/06/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/17297 Karar : 2015/20396 Tarih : 24.11.2015
-
HMK 301. Madde
-
Hüküm Nüshası
Mahkemece, bozma ilamına uyulduktan sonra yapılan yargılama sonucu ilâmında belirtildiği şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hükmü, tarafların avukatlarının temyiz etmeleri üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Hukuk Muhakemeleri Kanununun 26`ncı maddesi uyarınca; “Hakim tarafların talep sonuçlarıyla bağlıdır; ondan fazlasına veya başka bir şeye karar veremez. Duruma göre, talep sonucundan daha azına karar verebilir. “
Aynı Kanunun 294–301 maddelerinde ise mahkeme kararlarının nasıl olması gerektiği belirlenmiştir.
Bu düzenlemelere göre Mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir.
Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür.
Kanunun 297`nci maddesinin (2). fıkrasında “ Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir. ” hükümleri öngörülmüş olup; Hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.
Zira tarafların o dava yönünden, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri ve Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için, ortada, usulüne uygun şekilde oluşturulmuş; hükmün hangi nedenle o içerik ve kapsamda verildiğini ayrıntılarıyla gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması, zorunludur.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 294`üncü maddenin (4) fıkrasındaki “Zorunlu nedenlerle sadece hüküm sonucunun tefhim edildiği hâllerde, gerekçeli kararın tefhim tarihinden başlayarak bir ay içinde yazılması gerekir.” hükmü gereği zorunlu nedenlerle yalnız hüküm sonucunun tefhim edildiği hallerde, gerekçeli kararın sonradan belli süre içinde yazılması mümkündür.
Bu gibi hallerde de Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 294 ve 297’inci maddelerine uygun olarak tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren kısa karar ile daha sonra yazılan gerekçeli kararın birbirine uygun olması zorunludur.
Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hâkimin artık bu kararını değiştirmesine yasal imkan da yoktur.
Kısa kararla gerekçeli kararın birbirinden farklı olması yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim olunmasına ilişkin Anayasa’nın 141’inci maddesi ile Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum yaratır.
Öte yandan, 10.04.1992 tarih, 1991/7 Esas ve 1992/4 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme kararında da değinildiği gibi, hâkimin tefhim etmiş olduğu kısa kararla gerekçeli karar uyum içinde olmalıdır. Öyle ki, İçtihadı Birleştirme Kararında bu konuya çok büyük bir önem verilmiş, çelişkinin varlığı tespit edildiği takdirde, başka hiçbir incelemeye gerek görülmeksizin ve tarafların bu konuyu temyiz sebebi yapıp yapmadıklarına bakılmaksızın kararın salt bu nedenle bozulması gerektiğine işaret edilmiştir.
Bu çerçevede somut olayda; mahkemece, tefhim edilen kısa kararda, davacıya borç çıkarılmasına ilişkin Kurum işleminin ana paraya ilişkin 8065,15 TL sinin doğru olduğuna karar verilmesine karşın, gerekçeli kararda asıl borç tahakkuk işleminin doğru olduğuna karar verilmiş olmakla kısa karara açıkça aykırı olacak şekilde karar verildiği belirgin olmakla; açıklanan yasal düzenlemelere uygun olacak ve infazda tereddüte neden olmayacak biçimde karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O hâlde, tarafların avukatlarının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm sair yönleri incelenmeksizin bozulmalıdır.
Temyiz edilen hükmün yukarda açıklanan nedenlerle sair yönleri incelenmeksizin ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2013/17884 Karar : 2014/1861 Tarih : 10.02.2014
-
HMK 301. Madde
-
Hüküm Nüshası
Davacı, kayden maliki olduğu 13 parsel sayılı taşınmazı davalının kendisini hileye düşürmek suretiyle ve bedelsiz olarak devraldığını, temlik işleminin iradi olmadığını ileri sürerek, tapu iptali ve tescile karar verilmesini istemiştir.
Davalı, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, bir yıllık hak düşürücü sürenin geçirildiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresi içerisinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi M… D…`nın raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve
özellikle mahkemece davanın bir yıllık hak düşürücü süre geçtikten sonra açıldığı gerekçesiyle davayı reddetmesinde bir isabetsizlik bulunmadığı gibi Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 301. vd. maddeleri gereğince mahkeme mührünün ilamda bulunması gerekli ise de bu eksikliğin mahallinde giderilmesi her zaman mümkün olduğuna göre davacı vekilinin temyiz itirazı yerinde değildir.
Reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün (ONANMASINA), oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY İÇTİHADI BİRLEŞTİRME GENEL KURULU Esas: 2014/1 Karar: 2017/2 Tarih: 17.03.2017
-
HMK 301. Madde
-
Hüküm Nüshası
A.İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME KONUSUNDAKİ BAŞVURULAR
Avukat A.D. ve Avukat E.T. 08.10.2013 tarihli dilekçesi ile ilama dayalı para alacağının tahsili için ilamsız takip yolu ile takibe geçilip geçilemeyeceği konusunda Hukuk Genel Kurulu ile Daireler arasında ortaya çıkan görüş ayrılıklarının birleştirilmesini istemiştir.
B.YARGITAY BİRİNCİ BAŞKANLIK KURULUNUN KARARI VE İÇTİHADI BİRLEŞTİRMENİN KONUSU
Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 06.11.2014 gün ve 183 sayılı kararıyla “ilamların ilamsız icra takibine konu edilip edilemeyeceği” konusunda Hukuk Genel Kurulu ile Daireler arasında görüş aykırılığı bulunduğu ve farklı uygulamaların sürdüğü sonucuna varılarak, bu aykırılığın içtihatların birleştirilmesi yoluyla giderilmesine ve toplantı günü daha sonra belirlenmek üzere raportör üye olarak 19. Hukuk Dairesi üyesi A. H.G.’ın atanmasına karar verilmiştir.
C.GÖRÜŞ AYKIRILIĞININ GİDERİLMESİ İSTEMİNE KONU KARARLAR
İstem sahibinin dilekçesinde sunduğu kararlar: Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2004 gün ve 2004/13-722 E.-2004/707 K. ve 16.02.2005 gün ve 2005/12-57 E.-2005/72 K; Dördüncü Hukuk Dairesinin 08.06.1990 gün ve 1989/10029 E.-1990/4992 K.; Onikinci Hukuk Dairesi 25.10.2005 gün ve 2005/16562-20786 E.K., 10.06.2013 gün ve 2013/10325-21720 EK., 27.05.2013 gün ve 2013/9819-19458 E.K., 23.05.2000 gün ve 2000/7926-8433 E.K., Onüçüncü Hukuk Dairesi 22.10.1990 gün ve 1990/1571-6573 E K. ve 28.03.2003 gün ve 2002/12176 E.-2003/362I K. sayılı kararlardır
Ancak yapılan araştırmada Sekizinci Hukuk Dairesinin de bu yönde kararlarının bulunduğu anlaşılmıştır.
Ç.GÖRÜŞ AYKIRILIĞININ GİDERİLMESİ İSTEMİNE KONU KARARLARDA BELİRTİLEN GÖRÜŞLERİN ÖZETLERİ
1.İlama Bağlanmış Para Alacakları İçin Genel Haciz Yolu ile İlamsız Takip Yapılabileceğine İlişkin Karar Veren Hukuk Genel Kurulu ile Dairelerin Görüş Özetleri
Hukuk Genel Kurulu Başkanlığı, Dördüncü Hukuk Dairesi, Dokuzuncu Hukuk Dairesi ve Onüçüncü Hukuk Dairesi görüş yazılarında özetle para alacaklarının cebri icra yolu ile tahsilinde alacaklının elinde herhangi bir belge bulunmasının yeterli görüldüğü, elinde ilam veya ilam niteliğinde bir belge bulunan alacaklının ilamsız icra takibi yapmasını engelleyen yasal bir düzenlemenin bulunmadığı: alacaklının kendisi için daha avantajlı olan “ilamlı takip” yapmak yerine avantajlı olmayan “ilamsız takip” yoluna başvurmasının salt icra inkar tazminatı alabilmek amacıyla bu yola gittiğinin kabulüne hukuken olanak bulunmadığı, öte yandan borca haksız şekilde itiraz ettiği tartışmasız olan borçlunun da talep halinde inkar tazminatına mahkum edileceğini bilebilecek durumda bulunduğunun açık olduğu vurgulanarak ilama bağlanmış para alacakları için ilamsız takip yapılabileceği görüşü açıklanmıştır.
2.İlama Bağlanmış Para Alacakları İçin Genel Haciz Yolu ile İlamsız Takip Yapılamayacağına İlişkin Karar Veren Dairelerin Görüş Özetleri
Sekizinci Hukuk Dairesi ve Onikinci Hukuk Dairesi görüş yazılarında özetle İcra ve İflas Kanunu’nun bir arada yorumlanmasından takip talebi ekinde ilam sunulması halinde icra müdürünün “icra emri” çıkartmak zorunda olduğu ve ödeme emri çıkartılmasının yasaya uygun düşmediği; aksinin kabulü halinde borçlunun tehir-i icra (İİK.m.36) imkanından yararlanma hakkının elinden alınacağı ve takibin devamının engellenebilmesi için elde kalan tek yol olan “itiraz” yolunun kullanılması halinde de tazminat sorumluluğunun (İİK.m.67, 68) doğacağı, bu hususun da Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 29/1 inci maddesinde düzenlenen dürüstlük kuralına aykırı olduğu belirtilerek ilama bağlanmış para alacakları için ilamsız takip yapılamayacağı görüşü açıklanmıştır.
II. ÖNSORUN VE ÖNSORUN İNCELEMESİ
A. ÖNSORUN
Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında esasa geçilmeden önce:
-2012 yılı öncesinde Onikinci Hukuk Dairesinin elinde para alacağının tahsiline ilişkin ilam bulunan alacaklının ilamsız takip yapabileceğine dair kararlar verirken, bu tarihten sonra görüş değiştirdiği ancak Hukuk Genel Kurulunun ve Onüçüncü Hukuk Dairesinin bu tarihten sonra verilmiş aksine bir kararının bulunmadığı,
-Hukuk Genel Kurulunun çelişkili olduğu ileri sürülen (15.12.2004 gün ve 2004/13-722 E.-2004/707 K. sayılı) kararının asıl konusunun “ilamların genel haciz yolu ile ilamsız takibe konu edilip edilmeyeceği” noktasında olmadığı, sadece gerekçenin açıklanması sırasında bir değinmeden ibaret kaldığı ve anılan kararın bu konuyla ilgili olduğunun kabul edilemeyeceği,
-Hukuk Genel Kurulunun çelişkili olduğu ileri sürülen kararının mahkemece verilmiş bir ilama (HMK.m.301/2) değil, hakem kararına ilişkin olduğu ve Hukuk Genel Kurulunca bu kararın “ilam” niteliğinde olmadığının benimsendiği: uyuşmazlığın esasının ise kötüniyet tazminatının şartlarında toplandığı, bu haliyle aykırılığı ileri sürülen Hukuk Genel Kurulu kararının gerçekte tarihsel öncelik ve konu bakımından yeni oluşan Daire kararlarında benimsenen görüş ile aykırılık içermediği ve Yargıtay Kanunu’nun 16 ncı maddesinin 5 inci bendindeki 5 inci bendindeki düzenleme karşısında içtihadı birleştirme görevinin Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulunda değil Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunda olduğu, nitekim avın Yasanın 15 inci maddesinin 2 nci bendinin 2 nci bendinin (b) alt bendinde bu yönde açık hüküm bulunduğu ileri sürülerek önsorun gündeme getirilmiştir.
Önsorunun kabul edilip edilmemesi hususunda yapılan görüşmeler sırasında Yargıtay Kanunu’nun “İçtihadların birleştirilmesini istemek yetkisi ve bağlayıcılığı” kenar başlıklı 45 inci maddesinin ikinci fıkrasında “Diğer merci veya kişilerin gerekçe göstererek yazılı başvurmaları halinde, içtihadı birleştirme yoluna gitmenin gerekip gerekmediğine Birinci Başkanlık Kurulu karar verir. Bu karar kesindir” hükmünün bulunduğu, bu kesinliğin inceleme görevinin Birinci Başkanlık Kurulunca görevli olarak belirlenen ve kendisine tevdi edilen Kurulu da bağlayacağı; Birinci Başkanlık Kurulunun incelemesi sırasında aykırılığı değerlendirerek işin Büyük Genel Kurulda çözülmesi yönünde verdiğin kararın tartışılamayacağı ileri sürülmüş ise de içtihatları birleştirmeye ilişkin görevlendirmenin de Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 1 inci maddesinde ifadesini bulduğu şekilde kamu düzenine ilişkin olduğu ve Büyük Genel Kurulun görev hususunda karar verebileceği gerekçesiyle önsorunun incelenmesine geçilmiştir.
B. ÖNSORUN İNCELEMESİ VE GEREKÇE
Önsoruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede içtihatların birleştirilmesine ilişkin incelemenin hangi Kurul tarafından yapılacağı hususunun açıklığa kavuşturulması gerekmiştir.
Yargıtay Kanunu’nun “Yargıtay Büyük Genel Kurulunun Görevleri” kenar başlıklı 16 ncı maddesinin 5 inci bendi
“Hukuk Genel Kurulunun benzer olaylarda birbirine aykırı biçimde verdiği kararları ile Ceza Genel Kurulunun yine benzer olaylarda birbirine aykırı olarak verdiği kararları veya Hukuk Genel Kurulu ile Ceza Genel Kurulu: Hukuk Genel Kurulu ile bir hukuk dairesi: Hukuk Genel Kurulu ile bir ceza dairesi veya Ceza Genel Kurulu ile bir ceza dairesi: Ceza Genel Kurulu ile bir hukuk dairesi veya bir hukuk dairesi ile bir ceza dairesi arasındaki içtihat uyuşmazlıklarını gidermek ve içtihatları birleştirmek” görevini Büyük Genel Kurula bırakmıştır.
Aynı Yasanın “Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının Görevleri” kenar başlıklı 15 inci maddesinin 2 nci bendi 2 nci bendi ise “Hukuk daireleri arasında veya ceza daireleri arasında içtihat uyuşmazlıkları bulunması” halinde bu aykırılığın giderilmesi görevini Hukuk Genel Kuruluna vermiştir.
Hukuk Genel Kurulunun 15.12 2004 gün ve 2004/13-722 E.-2004/707 K. sayılı kararının asıl konusunun hakem kurulu kararının ilam niteliğinde sayılıp sayılmayacağı ve buna dayalı olarak girişilen ilamsız icra takibine itiraz üzerine verilen kararda kötüniyet tazminatına karar verilip verilemeyeceği olduğu; bu bakımdan kararda geçen “Kaldı ki, anılan belge ilam hükmünde olsa bile, bozma ilamında da açıklandığı üzere, elinde ilam hükmünde bir belge bulunan alacaklının ilamsız icra takibi yapmasını engelleyen herhangi bir yasa hükmü yoktur” ibaresinin sadece açıklama amacıyla karara dercedildiği ve o karara konu uyuşmazlığın çözümü ile ilgisinin bulunmadığı; bu haliyle esas uyuşmazlığa temas etmeyen ibarenin Hukuk Genel Kurulunun nihai görüşünü yansıtmadığı kabul edilmiştir.
Bu durumda Hukuk Genel Kurulunun anılan kararı ile Yargıtay Dairelerinin kararları arasında çelişki olduğunun kabulüne olanak bulunmamaktadır Yargıtay Kanunu’nun 15 inci maddesinin ikinci bendindeki görev düzenlemesine dönüldüğünde, ortada sadece hukuk daireleri arasında içtihat aykırılığı bulunduğu gözetilerek içtihatları birleştirme görevinin Büyük Genel Kurulda değil Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulunda olduğu tartışmasızdır,
Önsorunun görüşülmesi sırasında Hukuk Genel Kurulu kararının yoruma elverişli olmayacak kadar açık biçimde hukuki görüş ortaya koyduğu ve bu haliyle anılan kararın, yukarıda listelenen kararlarla bir arada değerlendirilmesi ile aykırılık kapsamında bulunduğu ve içtihatların birleştirilmesi görevinin Yargıtay Kanunu’nun 16 ncı maddesinin 5 inci bendi 5 inci bendi uyarınca Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kuruluna ait olduğu ileri sürülmüşse de yukarıda belirtilen nedenlerle bu görüş benimsenmemiştir.
Açıklanan gerekçelerle içtihadı birleştirme evrakının, talebi incelemekle görevli Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kuruluna gönderilmek üzere Yüksek Birinci Başkanlığına tevdiine karar vermek gerekmiştir.
III. SONUÇ
“İlamların genel haciz yolu ile ilamsız takibe konu edilip edilmeyeceği” hususunda içtihatların birleştirilmesi isteminin incelenmesi görevinin Yargıtay içtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kuruluna ait olduğu anlaşılmakla, evrakın adı geçen Kurula gönderilmek üzere Yüksek Birinci Başkanlığına tevdiine, 17.03.2017 günlü oturumda oyçokluğu ile karar verilmiştir.
KARŞI OY :
Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu önünde görüşülen içtihatların birleştirilmesi isteminin konusu “ilamların genel haciz yolu ile ilamsız takibe konu edilip edilmeyeceğedir.
Yargıtay Kanunu içtihatların birleştirilmesi görevini iki ayrı kurula vermiş ve bunlar arasındaki görev ayrımını, somut olayla sınırlı olarak, çelişkili olduğu kabul edilen kararlar arasında Hukuk Genel Kurulunca verilmiş bir karar olup olmaması kriterine bağlamıştır.
Gerçekten de Yargıtay Kanunu’nun “Yargıtay Büyük Genel Kurulunun Görevleri” kenar başlıklı 16 ncı maddesinin 5 inci bendine 5 inci bendine göre “… Hukuk Genel Kurulu ile bir hukuk dairesi…” arasındaki içtihat uyuşmazlıklarını gidermek ve içtihatları birleştirmek görevi Büyük Genel Kurula aittir.
Eğer çelişkili olduğu ileri sürülen kararlar arasında Hukuk Genel Kurulunca verilmiş bir karar bulunmuyorsa bu kez, aynı Yasanın “Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının Görevleri” kenar başlıklı 15 inci maddesinin 2 nci bendi 2 nci bendi uyarınca bu görev Hukuk Genel Kuruluna bırakılmıştır.
Büyük Genel Kurul önüne getirilen önsorun Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2004 gün ve 2004/13-722 E.-2004/707 K. sayılı kararında içtihatların birleştirilmesi istenen konuda bir hukuki sonuca varılmış olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre birleştirme talebinin Büyük Genel Kurulca mı, yoksa Hukuk Genel Kurulunca mı inceleneceği noktasında toplanmıştır.
Mahkeme kararlarının gerekçesi -kural olarak- bağlayıcı değilse de mahkemenin hukuki görüşünü ortaya koyması ve vardığı sonucun dayanağını teşkil etmesi noktasında kararın ayrılmaz ve önemli bir parçasıdır. Gerekçesiz bir kararın, tekemmül etmiş bir karar olarak kabulü mümkün değildir; bu husus sıradan bir hukuki anlayış olmayıp Anayasayla getirilmiş mutlak bir düzen kuralıdır (m.141/111). Hukuk yargılamasında gerekçe hukuki dinlenilme hakkının (HMK.m.27/2-c) ve aleniyet ilkesinin (HMK.m.28/3) tartışmasız güvencesidir. Öte yandan gerekçe, karar için öylesine ayrılmaz bir parçadır ki kararın tefhimi (HMK.m.294/4,321/2), yazılması (HMK.m.297 /l-e, 298/2-3,353/1-ğ) ve temyiz süresinin başlaması gibi usulî hakların doğumuna ve hatla kaybedilmesine ilişkin işlemlere temel teşkil etmektedir.
Gerekçenin önemi kendisini, sonucu itibariyle doğru olan kararlar bakımından da istinaf ve temyiz incelemeleri sırasında üst derece mahkemelerince “değiştirilebilir” ve “düzeltilebilir” olmasında da göstermektedir (HMK.m.353/l-b-3,370/4). Gerçekten de tarafların eksik ya da hatalı gerekçe ile sonuca gidilmesi ile yaşadıkları hukuki tatminsizliği gidermenin gerekliliği yasa koyucu tarafından benimsenmiş ve bu suretle gerekçenin, infaz bakımından değilse de hukuki dayanağı göstermesi bakımından olmazsa olmaz şart (condictio sine qua non) niteliğinde bulunduğu yönünde bir hukuki ve normatif kabul oluşmuştur.
Sırf gerekçesizlik dahi kararın bozulmasına tek başına yeter sebeptir.
Gerekçenin önemine dair bu açıklamalardan sonra “ratio decidendi” üzerinde de durmakta yarar vardır. Bilindiği gibi anglo-sakson hukuk sisteminde kararın temel dayanağı ve uyuşmazlığın çözümü noktasında merkez alman ilkeler ratio decidendi olarak nitelendirilir. Bu ilkeler mahkemenin her benzer olayda dikkate alacağı temel hukuki anlayışı ifade eder. Ratio decidendi dışında kalan ve karara etkisi olmayan kısımların (obiter dictum) bir bağlayıcılığı yoktur. Bu nitelemenin Türk hukuku için de dikkate alınması gerektiği kabul edilebilir.
Somut olaya dönüldüğünde; Hukuk Genel Kurulunun anılan kararında açıkça “Kaldı ki, anılan belge ilam hükmünde olsa bile, bozma ilamında da açıklandığı üzere, elinde ilam hükmünde bir belge bulunan alacaklının ilamsız icra takibi yapmasını engelleyen herhangi bir yasa hükmü yoktur” belirlemesi yapılmıştır.
Yukarıdaki açıklamalardan ve Hukuk Genel Kurulunun anılan kararında kullanılan belirgin ifadenin değerlendirilmesinden varılan sonuç, gerekçede yer alan ve özellikle vurgulanan bir hukuki belirlemenin artık o karar bakımından temel ilke (ratio decidendi) sayılması gerektiğidir. Hukuk Genel Kurulu kararlarının ait olduğu dava bakımından bağlayıcı olduğu, benzer diğer dosyalar için de içtihat niteliğinde bulunduğu ve yol gösterici vasıf taşıdığı düşünüldüğünde, kararda vurgulanan görüşün, mahkemenin hukuki değerlendirme ve iradesini yansıtmayacağını (veya “öylesine” oraya yazıldığını) düşünmek, bunu “obiter dictum” saymak yönünde oluşan çoğunluk kabulü benimsenebilir değildir.
Gerekçede yer alan bu netlik karşısında Hukuk Genel Kurulunun ilamların genel haciz yolu ile ilamsız takibe konu edilebileceği yönündeki hukuki görüşünün varlığı ve bunun açıkça izhar edildiği inkar edilemez. Varılan noktada Hukuk Genel Kurulunun anılan kararının, içtihadı birleştirme istemi konusunda çelişen kararlar arasında sayılması ve Yargıtay Kanunu’nun 16 ncı maddesinin 5 inci bendi 5 inci bendi çerçevesinde inceleme görevinin Büyük Genel Kurula ait olduğu düşüncesiyle çoğunluğun kararına katılamıyoruz.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.