Hükmün Müzakeresi
HMK Madde 295
(1) Hüküm, gizli müzakere edilerek hazırlanır ve alenen tefhim olunur.
(2) Hükmü, yargılamanın sona erdiğinin bildirildiği duruşmada hazır bulunan hâkim veya hâkimler verir. Bu şekilde hüküm verebilecek hâkimlerin tamamı hazır bulunmadıkça hüküm hakkında görüşme yapılamaz.
(3) Hükmün müzakeresi sırasında, yargılamanın sona erdiğinin bildirildiği duruşmada hazır bulunan hâkim bulunmuyorsa, gerekli görüldüğü takdirde tarafların sözlü açıklamaları tekrar dinlendikten sonra müzakere edilir ve hüküm verilir.
HMK Madde 295 Gerekçesi
Madde “hükmün müzakeresi” başlığını taşımakta olup, ilk iki fıkra 1086 sayılı Kanundaki hükümlerin günümüz Türkçesiyle ifadesini yansıtmaktadır. Üçüncü fıkra hükmü ile bir boşluk doldurulmakta ve yargılamanın sözlü safhasında bulunmuş olan hâkimlerin hükmün müzakeresi sırasında bulunmamaları hâlinde ne yapılacağı düzenlenmektedir.
HMK 295 (Hükmün Müzakeresi) Emsal Yargıtay Kararları
YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ Esas: 2013/11310 Karar: 2014/15081 Tarih: 04.11.2014
-
HMK 295. Madde
-
Hükmün Müzakeresi
Davacı vekili; davalıya zorunlu mali sorumluluk sigortalı aracın müvekkilinin yolcu olarak bulunduğu motosiklete çarpması sonucu meydana gelen kazada müvekkilinin yaralandığını belirterek, fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla beden gücü kaybı ve geçici-sürekli iş göremezlik nedeniyle 1.500 TL maddi tazminatın temerrüt tarihinden itibaren yasal faiziyle tahsiline karar verilmesini talep etmiş, 08.02.2013 tarihli ıslah dilekçesi ile talebini 45.065,39 TL’ye yükseltmiştir.
Davalı Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi vekili, dava konusu miktarın hesaplanabilecek durumda olması nedeniyle kısmi dava açmakta davacının hukuki yararı bulunmadığını, müvekkiline sigortalı araç sürücüsünün kusurlu olmadığını, dava açılmadan önce müvekkiline ihbarda bulunulmadığından yargılama giderlerinden ve vekalet ücretinden sorumlu tutulmasının mümkün olmadığını, müvekkilinin davadan önce temerrüde düşürülmediğini öne sürerek, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece, davacının taşındığı motosikletin sürücüsünün kusurlu olmaması nedeniyle Güvence Hesabı’na yönelik davanın reddine, bilirkişi raporu benimsenerek ve ıslah doğrultusunda diğer davalı sigorta şirketine yönelik davanın kabulüne, 45.065,39 TL’nin kaza tarihinden itibaren yasal faiziyle davalı Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi’nden tahsiline karar verilmiş; hüküm, davalı sigorta şirketi vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, trafik kazasından kaynaklanan yaralanma nedeniyle maddi tazminat istemine ilişkindir.
1-1086 sayılı HUMK.’nun 381.- (6100 sayılı HMK m.294-297), hükmün tefhimi, nasıl tesis edileceği ve sonrasında kararın nasıl yazılacağı etraflıca düzenlenmiştir. HUMK.’nun 388. maddesinde ( m. 297/II); hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesinin zorunlu olduğu açıklanmıştır. Başka bir anlatımla, tesis edilen hüküm, infazı kabil ve uygulanabilir olmalıdır.
Somut olayda, mahkemece 14.03.2013 tarihli celsede, kısa kararda sadece “davalı sigorta şirketi yönünden ıslah edilen davanın kabulüne” denilmekle yetinilerek, taraflara yüklenen borç ve tanınan haklara ilişkin hüküm kurulmaması doğru görülmemiştir.
Kabule göre de;
2-Tazminatın kapsamı ile ilgili olarak hazırlanan ve yerel mahkemece de benimsenen bilirkişi raporunda; davacının 18 yaşında askere gideceği ve 19 yaş 3 aylıkken gelir elde etmeye başlayacağı varsayılarak hesaplama yapılmış olup, askerlik yaşının 20 olduğu gerçeği karşısında hatalı değerlendirme yapılan bilirkişi raporunun hükme esas alınması doğru görülmemiştir.
3-2918 sayılı KTK.’nun 99/1. maddesi ve Zorunlu Mali Sorumluluk Sigortası Genel Şartları’nın B.2.b. maddesi uyarınca, rizikonun bilgi ve belgeleri ile birlikte sigortacıya ihbar edildiği tarihten itibaren 8 iş günü içinde sigortanın tazminatı ödeme yükümlülüğü bulunmakta, bu sürenin sonunda ödememe halinde temerrüt gerçekleşmektedir. Sigortacıya başvurulmadan dava açılması veya icra takibi başlatılması halinde ise bu tarihlerde temerrüt gerçekleşir.
Somut olayda, davalı sigorta şirketi dava açılmadan önce temerrüde düşürülmemiştir. O halde sigorta şirketinin hükmedilen tazminat yönünden dava tarihinden itibaren faizle sorumluluğuna karar verilmesi gerekirken kaza tarihinden itibaren sorumluluğuna karar verilmesi isabetli değildir.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı Anadolu Anonim Türk Sigorta Şirketi vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalı sigorta şirketine geri verilmesine 04.11.2014 günü oybirliğiyle, karar verildi.
YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ Esas: 2014/296 Karar: 2014/12699 Tarih: 02.07.2014
-
HMK 295. Madde
-
Hükmün Müzakeresi
Davacı vekili, müvekkilinin halen davalı şirketin ortağı olduğunu, %29 oranında hissedarı ve yönetim kurulu üyesinden biri iken müvekkilinin katılımı ve tüm yasal haklarının kullanılmasının engellenerek gıyabında gerçekleştirilen 02.01.2006 tarihli yönetim kurulu ve 07.03.2006 tarihli genel kurul toplantısında alınan kararlarla yönetim kurulu üyeliğinin sona erdirildiğini, şirket sermayesinin artırılmak suretiyle diğer paydaşların hisse payları artırılırken müvekkilinin hisse oranının düşürüldüğünü, müvekkili tarafından 02.01.2006 tarihli yönetim kurulu ve 07.03.2006 tarihli genel kurul toplantısında alınan kararlar aleyhine dava açıldığını ve anılan toplantıların yok hükmünde olduğunun tespitine karar verildiğini, ayrıca açılan davalar nedeniyle şirketin 11.04.2008 tarihli olağan genel kurul toplantısında dönem karı ve geçmiş dönem karlarının dağıtılmaması yönünde alınan 4 no’lu genel kurul kararının iptaline, 01.03.2007 tarihli genel kurul toplantısında alınan 2 no’lu yönetim kurulu üyelerinin ibrası, 3 no’lu bilançonun onayı ve 5 no’lu sermayenin artırılmasına ilişkin kararların iptaline, 29.05.2009 tarihli genel kurulda alınan 4 no’lu dönem karı ve geçmiş dönem karlarının dağıtılmaması, 5 no’lu yönetim kurulu üyelerinin ibra edilmelerine ilişkin kararların iptaline karar verildiğini, 10.02.2010 tarihli olağanüstü genel kurulu ve 26.02.2010 tarihli genel kurulunda alınan kararların iyiniyet kurallarına, ana sözleşmeye ve ilgili yasa hükümlerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptalleri istemiyle açılan davanın da derdest olduğunu, işbu davaya konu 27.03.2012 tarihli olağan genel kurul toplantı gündeminin görüşülüp karara bağlanarak toplantı tutanağına aynı sırayla işlenen kararların, konuya ilişkin yargı kararlarına, iyiniyet kurallarına, ana sözleşme hükümlerine, ilgili anayasa hükümlerine ve hukuka açıkça aykırı olduğunu ileri sürerek, iptallerine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece iddia, savunma, toplanan deliller, benimsenen bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, genel kurul gündeminin bilanço ve gelir tablosu hesaplarının okunması, müzakeresi ve tasdiki ile dönem karı ve geçmiş dönem dağıtımıyla ilgili tekliflerin görüşülerek kabulü veya reddi konularının görüşülerek dönem kârının dağıtılmamasına ilişkin kararın yerinde olmadığı, kâr payı almanın 6762 sayılı TTK’nın 385/2 maddesi gereği müftesef hak olduğu, bu hakkın sınırlanmasının makûl bir sebebe dayanması gerektiği, bir önceki genel kurullarda alınan bu yöndeki kararların mahkemelerce iptal edildiği, bu genel kurulda da haklı bir nedene dayanılmadan alındığı, genel kurul gündeminin 5 no’lu maddesinde alınan yönetim kurulu üyeleri ve denetçilerin yönetim kurulu üyesi olmayan ortakların oyu ile verilmiş ibra Kararının yasaya uygun olduğu, gündemin 6. maddesinde yer alan ortakların koydukları sermayeleri için faiz ve şirketteki hizmetleri sebebiyle ücret verilmesi ve ücretlerin yönetim kurulunca takdiri konusunda yönetim kuruluna yetki verilmesine yönelik kararın huzur hakkı miktarı ve sermayeye verilecek faiz oranının genel kurul tarafından tespiti gerektiği, şirket ana sözleşmesinde bu yönde hüküm bulunduğuna dair delil sunulmadığı, genel kurulun bu yetkisinin yönetim kuruluna devredilmesinin mümkün bulunmadığından yasaya uygun olmadığı, gündemin 7. maddesinde yer alan şirket sermayesinin 3.000 TL’den 3.600.00 TL’ye çıkarılmasına ilişkin kararın sermayenin artırılmasına ilişkin daha önce alınan genel kurul kararlarının mahkeme kararları ile iptal olunduğu ve Yargıtay’ca onanmış olduğundan iptal olunan kararlara dayanılarak yeniden sermaye artırımının hukuka aykırı bulunduğu, gündemin 8. maddesinde yönetim kurulu başkan ve üyelerine aylık net 30.000 TL ücret ve huzur hakkı ödenmesine ilişkin kararın, üç yönetim kurulu üyesine verilecek tutarın yıllık 1080.000,00 TL tuttuğu, brüt tutarın daha fazla olacağı, şirketin 2011 yılı dönem net kârının 64.284,24 TL olduğu, 2012 yılında yaklaşık tutarda kâr etmiş olması halinde yıllık kârın yönetim kurulu başkan ve üyelerinin bir aylık huzur haklarının karşılamasını olanaksız olduğu, bu nedenle kararlaştırılan miktarın çok yüksek ve şirket menfaatleri ve hakkaniyet kurallarına aykırı bulunduğu, gündemin 9. maddesinde yönetim kurulu üyeleri ve denetçi seçimi yapılmasının gündeme konulmadığı, TTK’nın 369. maddesi uyarınca gündemde gösterilmeyen hususların görüşülemeyeceği, bu nedenle 9 no’lu kararın dayanağının olmadığı, gerekçesiyle, davanın kısmen kabulü ile, davalı şirketin 27.03.2012 tarihli olağan genel kurul toplantısında alınan kârın dağıtılmamasına ilişkin 4 no’lu, yönetim kurulunun yetki devrine ilişkin 6 no’lu, sermaye artırımına ilişkin 7 no’lu ve gündemde bulunmadan görüşülen 9 no’lu kararlarının iptaline, diğer taleplerin reddine karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
1- Dava, anonim şirket genel kurul kararının iptali istemine ilişkin olup, mahkemece yukarıda özetlendiği şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası yargılamanın açıklığı ilkesini kabul etmiştir. Gerek mülga 1086 sayılı HUMK’nın 382 ve devamı maddelerinde gerekse yürürlükte bulunan 6100 sayılı HMK’nın 294 ve devamı maddelerinde hükmün nasıl tesis edileceği ve sonrasında kararın nasıl yazılacağı etraflıca hükme bağlanmıştır. Yargılamanın açık bir şekilde yapılması ve tesis edilen hükmün açıkça belirtilmesi ilke olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle hükmün açık, anlaşılır ve şüpheye yer vermeyecek şekilde infazı kabil olarak kurulması ve de en önemlisi sonradan yazılacak gerekçeli kararın kısa karara uygun bulunması gerekir. Aksi halde, yargılamanın açıklığı ilkesi dolayısıyla kamu vicdanı zedelenmiş ve mahkeme kararlarına duyulan güven sarsılmış olacaktır. Kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki olmaması gerektiği gibi gerekçe ile hüküm fıkrası arasında da çelişki bulunmaması yasal bir zorunluluk olup, HMK’nın 298/2. maddesinde gerekçeli kararın tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamayacağı düzenlenmiştir. Kararların bu hususlara aykırı oluşturulması mahkeme kararlarına duyulan güveni sarsacağı gibi verilen kararların hukuki denetiminin yapılmasını da olanaksız kılmaktadır.
Somut olayda mahkemece, hükme esas alınan bilirkişi raporu doğrultusunda dava konusu genel kurul toplantısının 8. gündem maddesinde yönetim kurulu başkan ve üyelerine aylık net 30.000 TL ücret ve huzur hakkı ödenmesine ilişkin kararın 3 yönetim kurulu üyesine verilecek tutarın yıllık 1080.000,00 TL, brüt tutarın ise daha fazla olacağı, şirketin 2011 yılı dönem net kârının 64.284,24 TL olup, 2012 yılında yaklaşık tutarda kâr etmiş olması halinde yıllık karın yönetim kurulu başkan ve üyelerinin bir aylık huzur haklarını karşılamasının olanaksız olduğu, bu nedenle kararlaştırılan miktarın çok yüksek ve şirket menfaatleri ile hakkaniyet kurallarına aykırı bulunduğu belirtildikten sonra gerekçeye uygun şekilde hüküm kurulması gerekirken “davanın kısmen kabulü ile davalı şirketin 27.3.2012 tarihli olağan genel kurul toplantısında alınan karın dağıtılmamasına ilişkin 4 no’lu, yönetim kurulunun yetki devrine ilişkin 6 no’lu, sermaye artırımına ilişkin 7 no’lu ve gündemde bulunmadan görüşülen 9 no’lu kararların iptaline, diğer taleplerin reddine” şeklinde karar verilmiştir. Bu durumda, gerekçe ile hüküm birbiriyle çeliştiğinden verilen karar, yukarıda açıklanan yasa ve içtihat hükümlerine aykırı olduğundan, kararın re’sen bozulması gerekmiştir.
2- Bozma sebep ve şekline göre, davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.
Sonuç: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, kararın re’sen BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz eden davalıya iadesine, 02.07.2014 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.
YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ Esas: 2014/5918 Karar: 2014/11968 Tarih: 24.05.2014
-
HMK 295. Madde
-
Hükmün Müzakeresi
Davacı vekili, müvekkilinin 2009/40220 sayılı tanınmış “sirix” markası ve bu markayla satışa sunulan cipslerin ambalajında kullandığı 2010/66673 sayılı “Sirix” ibareli şekil markalarının bulunduğunu, davalının müvekkili markalarıyla iltibas yaratacak şekilde ürettiği cips ambalajlarında “SIRIK” ibaresini kullandığı gibi, müvekkilinin ürün ambalajını, kompozisyon ve renklerini, markanın ürün üzerine yerleştirilişini, dizaynını da taklit ettiğini ileri sürerek, marka hakkına tecavüz ve haksız rekabetin tespitine, önlenmesine, ortadan kaldırılmasına, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak şimdilik 10.000,00 TL maddi, 10.000,00 TL manevi tazminatın tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş, ıslah beyanıyla maddi tazminat talebini toplam 70.752,78TL’ye çıkarmıştır.
Davalı vekili, müvekkilinin “Grindy” markasının bulunduğunu, müvekkilinin “GRINDY Sırık” şeklindeki kullanımının davacının markalarıyla iltibas oluşturmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, benimsenen bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre, “SIRIK” ve “sirix” ibarelerinin ayırt edilemeyecek derecede benzer olduğu, aynı emtia üzerinde kullanıldığı söz konusu bu kullanımın ürünün potansiyel alıcısı olan tüketici nezdinde iltibas yaratacağı ve KHK’nın kapsamında markaya tecavüz oluşturacağı, davalıya ait ürünlerin üzerinde kullanılan karakter ve şekillerle tasarımların markaya tecavüz ve haksız rekabet oluşturmayacağı, manevi tazminat şartlarının oluştuğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüyle davalının davacı tarafa ait tescilli marka hakkına tecavüz ve bu suretle haksız rekabette bulunduğunun tespitine, “SİRİX” ibaresini içeren ürün ambalajları, kutu sair tanıtım malzemelerinin imalinin, satışının ve dağıtımının önlenmesine, 7.500,00 TL manevi, 00 TL maddi tazminatın tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.
Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.
1-Dava, markaya tecavüz ve haksız rekabetin tespiti meni, maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, yargılamanın açıklığı ilkesini kabul etmiştir. 6100 sayılı HMK’nın 294 ve devamı (Mülga HUMK’nın 382 ve devamı) maddelerinde hükmün nasıl tesis edileceği ve sonrasında kararın nasıl yazılacağı etraflıca düzenlenmiştir. Yargılamanın açık bir şekilde yapılması, tesis edilen hükmün açıkça belirtilmesi esastır. Bu nedenle hükmün, açık, anlaşılır, infaz edilebilir şekilde tesis edilmesi gerekir. Hükmün kapsamı başlıklı HMK’nın 297/1-(c) bendi “Tarafların iddia ve savunmalarının özetini, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları, çekişmeli vakıalar hakkında toplanan delilleri, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesini, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebepleri” hükmünü haiz olup, gerekçeli kararda hangi hususların yer alması gerektiği tek tek sayılmıştır.
Somut olayda, gerekçeli kararda geçen dava dilekçesi ve cevap dilekçesinin özetlendiği kısmın dava konusu dosyayla hiçbir ilgisinin bulunmadığı anlaşılmakla, kararın bozulması gerekmiştir.
2-Bozma sebep ve şekline göre davalı vekilinin sair, davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.
Sonuç: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün davalı yararına BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin sair, davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, ödedikleri temyiz peşin harcın istekleri halinde temyiz edenlere iadesine, 24.05.2014 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.
YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/25573 Karar : 2017/3130 Tarih : 21.03.2017
-
HMK 295. Madde
-
Hükmün Müzakeresi
1- Dava, 27.04.2012 tarihinde ikame edilmiştir. 11.01.2011 tarihinde 6099 sayılı Kanunun 3. maddesiyle 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 10. maddesine eklenen 2. fıkraya göre; “bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır.” Tebligat Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmeliğin bilinen adreste tebligat başlıklı 16/2. maddesinde “Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır” denilmiştir. Yukarıda açıklanan kanun ve yönetmelik hükümlerine göre öncelikle bildirilen adrese tebligat çıkarılacak, çıkarılan tebligatın bila tebliğ iade edilmesi halinde ise, bu kez muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine Tebligat Kanununun 21/2. maddesine göre çıkarılacaktır. Tebligat Kanununun 10/2 ve 21/2. maddelerini farklı şekilde yorumlayarak muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine doğrudan doğruya 21/2. maddesine göre tebligat çıkartılması Anayasanın 36. maddesine aykırı olur ve muhatabın savunma hakkının kısıtlanması anlamına gelir. Mahkemece, davalı … de dava dilekçesi ve ön inceleme duruşma günü doğrudan davalının mernis adresine tebligat zarfının üstüne mernis adresi olduğu belirtilerek Tebligat Kanunun 21/2. maddesi uyarınca tebliğ edilmiştir. Bu durumda dava dilekçesi ve ön inceleme duruşma günü tebliğleri usulsüz olup, davalının savunma hakkı kısıtlanmıştır (Yargıtay HGK. 17.12.2014 tarih. 2013/1372 Esas - 2014/1065 Karar). O halde, mahkemece yapılacak iş; davalıya usulüne uygun şekilde dava dilekçesinin tebliği, cevap dilekçesi sunma hakkı tanınması, dilekçeler teatisi tamamlandıktan sonra ön inceleme duruşma gününün tebliği, bundan sonra tarafların iddia ve savunmaları çerçevesinde anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususların tespiti (HMK m. 140) taraflarca üzerinde anlaşılamayan ve uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar için usulüne uygun şekilde delil gösterildiği taktirde tahkikat aşamasına geçilerek gösterilen delillerin toplanması ile bir sonuca ulaşmaktan ibarettir. Açıklanan bu hususlara riayet edilmeksizin yazılı şekilde davalının yokluğunda hüküm tesisi hukuki dinlenilme hakkının (HMK m. 27) ihlali niteliğinde olup, bozmayı gerektirmiştir.
2- Davacı …, 08.01.2008 doğumlu davalılardan evlilik dışı ilişkisinden doğduğunu ancak diğer davalı eşi çocuğu olarak nüfusa kayıt ettirildiğini, davalı …’in suçlu kişiliği ve ahlak dışı yaşam sürdüğünü iddia ederek velayetin kaldırılması ile kendisine verilmesini talep etmiş, mahkemece davanın kabulü ile velayetinin değiştirilerek davacıya verilmesine karar verilmiştir.
Olayları açıklamak taraflara, hukuki nitelendirme hakime aittir (HMK m.33). Davacının talebi velayetin kaldırılmasına ilişkindir. Davada, davalı anne ve küçük çocuk arasında menfaat çatışması vardır. Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Sözleşmesinin 4. ve 9. maddeleri ve Türk Medeni Kanununun 426/2. maddesi gereğince çocuğu bu davada temsil etmek üzere temsil kayyımı atanması için vesayet makamına ihbarda bulunulması, açılan davanın sonucunun beklenilmesi, çocuğu temsilen kayyımın davaya katılımının sağlanarak, gösterdiği takdirde delillerinin toplanması ve tüm deliller birlikte değerlendirilerek hasıl olacak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, eksik hasım ve eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.
3- Ana ve babanın evli olmaması halinde, velayet anaya aittir (TMK m.337/1). Çocuk ile baba arasındaki soybağı, ana ile evlilik, tanıma ya da hakim hükmüyle kurulabilmektedir. (TMK m.282/2). Davacı ile davaya konu küçük arasında açıklanan şekillerde bir soybağı ilişkisinin kurulmadığı anlaşılmaktadır. Tanıma, babanın aile mahkemesine yazılı başvurusu ile de yapılabilir (TMK m.295/1). Olayları anlatmak taraflara, hukuki niteleme hakime ait olduğundan; davacının aile mahkemesine yönelik dava dilekçesindeki bu talebinin aynı zamanda tanıma istemini de içerdiği kabul edilmelidir. Türk Medeni Kanununu’nun 296/1. maddesinde mahkemeye yapılan tanıma beyanının babanın ve çocuğun kayıtlı olduğu nüfus memurluğuna bildirilmesi gerektiği düzenlenmiştir. O halde mahkemece kanundaki tanıma koşullarının gerçekleşmiş olup olmadığı da değerlendirilip, tanıma konusunda bir işlem gerçekleştirilmeden (HMK m.295,296), yazılı şekilde hüküm kurulması da usul ve kanuna aykırıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda (1.), (2.) ve (3.) bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer yönlerin incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 21.03.2017(Salı)
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.