0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

HMK Madde 294

(1) Mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür.

(2) Hüküm, yargılamanın sona erdiği duruşmada verilir ve tefhim olunur.

(3) Hükmün tefhimi, her hâlde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur.

(4) Zorunlu nedenlerle sadece hüküm sonucunun tefhim edildiği hâllerde, gerekçeli kararın tefhim tarihinden başlayarak bir ay içinde yazılması gerekir.

(5) Hükmün tefhimini, duruşmada bulunanlar ayakta dinler.

(6) Hükme ilişkin hususlar, niteliğine aykırı düşmedikçe, usule ilişkin nihai kararlar hakkında da uygulanır.



HMK Madde 294 Gerekçesi

Maddenin birinci fıkrasında karar ile hükmün ne olduğu ifade edilmiştir.

İkinci ve üçüncü fıkra hükümleri hükmün verilmesinin şekli ve zamanını içermektedir. Burada hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilmesi öngörülmüş, böylece tefhim edilen hüküm sonucunun, sonradan başka suret ve şekilde kaleme alınması veya böyle iddiaların ortaya atılması tehlikesinin önlenmesine çalışılmıştır.

Dördüncü fıkra hükmünde ise zorunlu nedenlerle sadece hüküm sonucunun tefhim edildiği hâllerde, gerekçeli kararın tefhim tarihinden başlayarak bir ay içerisinde yazılması zorunluluğu getirilmiştir.

Hükmün tefhiminin nasıl yapılacağını belirten beşinci fıkra yeni bir hüküm olup, uygulamadaki tereddütleri ortadan kaldıracak niteliktedir.

Altıncı fıkrada, usule ilişkin kararlarda hangi hususların geçerli olacağına değinilmiştir.


HMK 294 (Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi) Emsal Yargıtay Kararları


YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2018/12480 Karar : 2018/15773 Tarih : 17.09.2018

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

Davacı 3. kişi vekili, 16.12.2014 tarihli haciz esnasında mülkiyeti müvekkiline ait malların haczedildiğini öne sürerek davanın kabulü ile hacizlerin kaldırılmasını istemiştir.

Davalı alacaklı vekili, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece; davaya konu menkuller üzerindeki haczin kaldırıldığı anlaşılmakla konusu kalmayan davada karar verilmesine yer olmadığına; vekalet ücreti yönünden davacının sorumlu tutulmasına karar verilmiş, karar davacı 3. kişi vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, üçüncü kişinin İİK’nin 96. vd. maddelerine dayalı istihkak iddiasına ilişkindir.

1-T.C. Anayasası, yargılamanın açıklığı ilkesini kabul etmiştir. 6100 sayılı HMK’nin 294 ve devamı maddelerinde hükmün nasıl tesis edileceği ve sonrasında kararın nasıl yazılacağı düzenlenmiştir. Yargılamanın açık bir şekilde yapılması, tesis edilen hükmün açıkça belirtilmesi esastır. Bu nedenle hükmün, açık, anlaşılır, infaz edilebilir şekilde tesis edilmesi, en önemlisi yazılacak gerekçenin, verilen hükme uygun olması gerekmektedir. Aksi halde yargılamanın açıklığı ilkesi dolayısıyla kamu vicdanı zedelenmiş ve mahkeme kararlarına güven sarsılmış olacaktır. Yazılacak kararın gerekçesiyle, hüküm kısmı arasında bütünsellik esastır. Başka bir anlatımla gerekçe ile hüküm birbirine bağlı olup, çelişki bulunmaması gerekir.

Ne var ki mahkemece, gerekçe kısmında “dava konusuz kaldığından davacı lehine maktu vekalet ücreti takdirine dair hüküm kurulduğu” belirtilmesine karşın hüküm kısmında davacı aleyhine vekalet ücretine hükmedilmiştir. Bu durumda hüküm ile gerekçe arasında çelişki olduğundan kararın bozulması gerekmiştir.

2-Bozma sebep ve şekline göre, davacı 3. kişi vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı 3. kişi vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün İİK’nin 366 ve 6100 sayılı HMK’nin Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nin 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenle davacı 3. kişi vekilinin sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek olmadığına, taraflarca İİK’nin 366/3. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine 17.09.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/22755 Karar : 2018/9244 Tarih : 17.09.2018

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

Mahkemece kısa kararda davacı kadının manevi tazminat talebinin reddine karar verildiği halde, gerekçeli kararda bu konuda olumlu ya da olumsuz bir hüküm kurulmayarak gerekçeli karar ve kısa karar arasında çelişki yaratılmıştır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 294/3. maddesi uyarınca, hükmün tefhimi, her halde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur. Gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz (HMK m.298/2). Buna göre, tefhim edilen hüküm sonucu yanlış da olsa, gerekçeli kararın, tefhim edilen hüküm sonucuna uygun düzenlenmesi gerekmektedir. Yanlışlık ancak temyiz/kanun yoluna başvurulması ve kararın bozulması halinde düzeltilebilir. Tefhim edilen ve duruşma tutanağına geçirilen hüküm sonucu ile gerekçeli karar arasındaki aykırılık diğer yönler incelenmeden tek başına bozma sebebi olur.

O halde mahkemece yapılacak iş, 10.04.1992 tarihli 7/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı gözetilerek yeniden karar oluşturmaktan ibarettir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre, diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 17.09.2018(Pzt.)


YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ Esas : 2018/1951 Karar : 2018/7620 Tarih : 4.07.2018

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

Davacılar, asıl ve birleşen davalar ile, davalıdan gayrimenkul satış vaadi ve kat karşılığı inşaat sözleşmesi uyarınca aldıkları taşınmazların, teslim süresi ve taahhüt edilen inşai faaliyetler bakımından, ayıplı ve eksik ifalar nedeniyle maddi-manevi tazminat ve gecikme bedeli talebinde bulunmuşlardır.

Davalı, davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, 1-a-2014/3 dava dosyasında 2010/86E sayılı, 2009/1014E sayılı, 2009/1018E sayılı dava dosyaları ile ilgili davanın kısmen kabulü ile 8.585,00TL’nin davalıdan alınarak davacılara dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine, b-Birleşen 2009/1012E sayılı dava dosyası ile ilgili davanın kısmen kabulü ile 8.282,00TL’nin davalıdan alınarak davacılara dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine, c-Birleşen 2009/1013 E sayılı dava dosyası ile ilgili davanın kısmen kabulü ile 8.484,00TL’nin davalıdan alınarak davacılara dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine, d-Birleşen 2009/1015E sayılı dava dosyası ile ilgili davanın kısmen kabulü ile 8.282,00TL’nin davalıdan alınarak davacılara dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine, e-Birleşen 2009/1016E sayılı dava dosyası ile ilgili davanın kısmen kabulü ile 8.686,00TL’nin davalıdan alınarak davacılara dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine, f-Birleşen 2009/1017E sayılı dava dosyası ile ilgili davanın kısmen kabulü ile 8.787,00TL’nin davalıdan alınarak davacılara dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine, g-Birleşen 2009/1140E sayılı dava dosyası ile ilgili davanın kısmen kabulü ile 8.686,00TL’nin davalıdan alınarak davacılara dava tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte ödenmesine, 2-Davacıların manevi tazminat taleplerinin reddine karar verilmiş; hüküm, taraflarca temyiz edilmiştir.

1-Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 2009/19-109 Esas ve 2009/123 Karar sayılı ilamında değinildiği üzere, 10.04.1992 tarih, 1991-7 Esas 1992-4 Karar Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı, hakimin tefhim etmiş olduğu kısa kararla gerekçeli kararın uyum içinde olması gerektiğini öngörmektedir. Yargı erkinin görev ve yetkisi, Anayasa ile yasaları amaçlarına uygun olarak yorumlayıp uygulamak, keza İçtihadı Birleştirme Kararlarının bağlayıcılığını gözetmekten ibarettir. Kısa kararla gerekçeli karar arasındaki çelişkiye cevaz verilmemesinin amacı, kamunun mahkemelere olan güveninin sarsılmamasına yöneliktir. Tefhim edilen hüküm başka, gerekçeli karardaki hüküm başka ise bu durumun mahkemelere olan güveni sarsacağı tartışmasızdır.

Öyle ki, İçtihadı Birleştirme Kararında bu konuya çok büyük bir önem verilmiş, çelişkinin varlığı tespit edildiği takdirde, başka hiçbir incelemeye gerek görülmeksizin ve tarafların bu konuyu temyiz sebebi yapıp yapmadıklarına bakılmaksızın kararın salt bu nedenle bozulması gerektiğine işaret edilmiştir. Ayrıca 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 294. ve 297. (Eski HUMK 381, 388. ve 389. mad.) maddelerinde düzenlenmiş olup, hüküm fıkrasında nelerin yer alacağı açıklanmış; 297. maddesinin son fıkrası(eski HUMK 388/son) ile “Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.” hükmü getirilmiştir.

Somut uyuşmazlıkta, 26.02.2015 tarihinde yapılan son celse zaptı ile birlikte kısa karar tefhim edilmiş; bu zaptın bir çıktısının davacı vekiline verildiği aynı gün mahkemece tutulan tutanakla tespit edilmiş ancak hakim imzasına sunulan kısa kararın eksik olduğu anlaşılmakla imzalanmamış; kısa karar tamamlanarak yeniden oluşturulan son celse zaptı ve kısa karar imzalanarak, buna uyumlu gerekçeli karar yazıldığı anlaşılmıştır. Bu şekilde tefhim edilen kısa kararla, gerekçeli karar arasında çelişki oluşturulduğu açıktır. Benzer durum, Hukuk Genel Kurulu’nun 2015/22-548E-2017/133K. sayılı ilamı ile de bozma nedeni sayılmıştır. O halde, açıklanan bu durum, HMK’nun 297/son(eski HUMK 388/son) madde ve fıkrası gereğince hükmün bozulmasını gerektirmiştir.

2-Bozma nedenine göre, tarafların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenle hükmün BOZULMASINA, 2.bent gereğince tarafların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan 1.341,98 TL harcın istek halinde davalıya iadesine, HUMK’nun 440/III-1 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 04/07/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/11429 Karar : 2018/11365 Tarih : 20.06.2018

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

Asıl ve birleştirilen davalar, tapu kaydında kimlik bilgilerinin düzeltilmesi isteğine ilişkindir.

Asıl davada davacılar, mirasbırakanları adına kayıtlı … parsel sayılı taşınmazın tapu kayıtlarında maliklerin isminin … oğlu … (mirasçıları), … oğlu … (mirasçıları), … (mirasçıları), … kızı … mirasçıları olarak yazılı olduğunu ileri sürerek tapu kayıt maliklerinden … ’nin soyadının … , … ve … ’nin soyadının … , … ’in adının … ve soyadının da … olarak yazılmasına ,29.11.2010 tarihli ıslah dilekçesi ile maliklerden … isminin … olarak düzeltilmesine, soyadı olarak Ünalan, baba adı olarak … isminin eklenmesine karar verilmesini istemişler, birleşen davada davacı … parsel sayılı taşınmazda malik olarak yer alan … ‘ nin soyadının … olarak tapu kaydına yazılmasına karar verilmesini istemiştir.

Asıl ve birleştirilen davalarda davalı, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, asıl davanın kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar 14.Hukuk Dairesince, “Dosya içerisinde bulunan belgeler incelendiğinde, davacıların “… “ ve “… ‘nin” mirasçısı olduğu anlaşılamamaktadır. Mahkemece, davacılar ile “… “ ve “… “ arasındaki mirasçılık ilişkisini gösterir veraset belgesi tamamlatılarak davacıların aktif dava ehliyetinin olup olmadığı araştırılmadan karar verilmesi

doğru olmamıştır. Nüfusa kaydedilmeden ölmüş veya herhangi bir nedenle nüfusta kaydı bulunmayan kişilerin tapu kaydındaki kimlik bilgilerinin düzeltilmesi mümkün değil ise de bu gibi durumlarda tapu malikinin davacıların murisi ile aynı kişi olduğunun ispatlanması halinde “çoğun içerisinde az da vardır” kuralı gereğince bu yönde bir “tespit kararı” verilmelidir. Eldeki davada davacıların murisi olduğunu iddia ettikleri “… “ ve “… ‘nin” nüfus kayıtları dosya içerisinde bulunmamaktadır. Mahkemece nüfus müdürlüğünden yeterince araştırma yapılarak davacıların murisinin nüfusa kayıtlı olup olmadığı tespit edilmeli nüfusu kayıtlı olmadığı anlaşılması halinde ise tapu maliklerinin, davacının murisi olduğu sonucuna varılır ise tespit hükmü kurmakla yetinilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır. Mahkemece “… “, “… “ ve “… oğlu … ‘ın” nüfus kayıtları ve veraset belgeleri tamamlandıktan sonra bu belgeler tapu kayıtlarındaki bilgiler ile karşılaştırılarak oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve araştırma ile hüküm kurulması doğru olmamıştır.” gerekçesi ile bozulmuş, mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde asıl ve birleştirilen davalarda, davacıların … kızı … yönüyle açtıkları davanın mahkememizin 2009/768 E. 2011/423 K. ve 08/06/2011 tarihli ilamı ile … hakkındaki davanın reddine karar verildiği ve verilen karar da kesinleştiğinden bu konuda yeniden hüküm kurulmasına yer olmadığına, davacıların tapu maliki … yönüyle açtığı dava takip edilmediğinden açılmamış sayılmasına, davacıların diğer malikler … ve … hakkındaki davasının kabulüne karar verilmiştir.

Bilindiği üzere; tarafların tüm delilleri toplanıp, tetkik edildikten, son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hakimin, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun (HUMK) 388, 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 298. maddesi uyarınca kararı gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu HUMK’un 389., yine HMK’nin 297/2. maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır.

Ne var ki, uygulamada HUMK’un 381.maddesinin son fıkrasının HMK’nin 294. maddesinin getirdiği imkândan faydalanarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağı geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır.

İşte bu gibi hallerde, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hakimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak yoktur. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasanın 141. maddesi ile HMK’nin yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum oluşturur. Ayrıca anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hakime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama yargı, yargıç ve kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.

Somut olaya gelince; değinilen yasal düzenlemeler ve ilkeler gözardı edilerek, kısa kararda; ‘’ maliklerden … ve … yönünden davanın kabulüne” karar verilmiş olmasına rağmen, gerekçeli kararda, “Mahkememizin 2012/104 E. ve işbu davayla birleşen … 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/316 E. 2013/667 K. sayılı dava dosyasında; 1-Davacıların … kızı … yönüyle açtıkları davanın mahkememizin 2009/768 E. 2011/423 K. ve 08/06/2011 tarihli ilamı ile … hakkındaki davanın reddine karar verildiği ve verilen karar da kesinleştiğinden bu konuda yeniden hüküm kurulmasına yer olmadığına, 2-Davacıların tapu maliki Hacıbekir yönüyle açtığı dava takip edilmediğinden açılmamış sayılmasına,.. 3-Davacıların diğer malikler … ve … hakkındaki davasının kabulü ile; … ili, … ilçesi, … Mahallesi, … parselde ¼ hisse ile … oğlu …

(mirasçıları) adına olan tapu kaydındaki malik sütununun … oğlu … (mirasçıları ), … ili, … ilçesi, … Mahallesi, … parselde ¼ hisse ile … oğlu … (mirasçıları) adına olan tapu kaydındaki malik sütununun … oğlu … (mirasçıları ) olarak tashihlerine,” yazılmak suretiyle kısa karara çelişkili olarak gerekçeli karar oluşturulması doğru değildir.

Öte yandan, asıl davada mirasbırakan … yönünden verilen hüküm kurulmasına yer olmadığına ve mirasbırakan Hacıbekir yönünden verilen davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kısımlar yönünden, kendisini vekillle temsil ettiren davalı lehine vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği hususu ve yine davalar birleştirilse de, birleşen her dava ayrı dava olma özelliğini yitirmeyeceğinden her bir dava bakımından ayrı ayrı avukatlık ücretine hükmedilmesi gerektiği hususu gözardı edilerek, asıl ve birleştirilen davalar yönünden davalı lehine vekalet ücretine karar verilmemesi de hatalıdır.

Kabule göre de; bozma ilamında da belirtildiği üzere, nüfusta kaydı bulunamayan maliklerden A… yönünden davacıların mirasbırakanı ile aynı kişi olduğunun ispatlanması halinde “çoğun içerisinde az da vardır” kuralı gereğince bu yönde bir “tespit kararı” verilmesi gerektiği hususu gözardı edilerek yazılı şekilde tashih kararı verilmesi de isabetsizdir.

Davalının temyiz itirazları değinilen yönler itibari ile yerindedir. Kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 20.06.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2018/1703 Karar : 2018/9465 Tarih : 25.04.2018

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tazminat, olmazsa tenkis isteğine ilişkindir.

Davacı, mirasbırakan … ‘nun 1249 ada 17 parsel sayılı taşınmazdaki 2 nolu bağımsız bölümdeki ½ payını davalıya temlik ettiğini, devrin mal kaçırmak amacı ile yapıldığını ve saklı payına tecavüz edildiğini ileri sürerek satış işleminin muvazaalı olması nedeni ile şimdilik miras payına tekabül eden 8500TL bedelin temerrüt tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, bu talebin kabul edilmemesi halinde saklı paya tecavüzden kaynaklı şimdilik 8500 TL’nin temerrüt tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesi istemiştir.

Davalı, hak düşürücü sürenin geçtiğini, yapılan satışın muvazaalı olmadığını, bu iddianın ileri sürülmesinin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar Dairece “… mahkemece yazılan kararda, dosyaya toplanan belgeler ve delillerin açıklanması dışında kararın bir gerekçe içerdiğini söyleyebilme olanağı yoktur. Anayasanın 141. maddesi hükmü gereği bütün mahkemelerin her türlü kararlarının gerekçeli olarak yazılması zorunludur. Tarafların tüm delilleri toplanıp, tetkik edildikten ve 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 186. maddesine göre son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra hakimin, aynı Yasanın 297. maddesi uyarınca kararını gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu 294. madde de öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır. Hükmün sonuç bölümünde de istek sonuçlarından her biri hakkında taraflara yüklenen borç ve hakların birer birer açıkça şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde yazılması zorunludur. Mahkemece, kurulan hükmün Anayasa ve Usul Kanunu’nun değinilen hükümlerine uygun olmadığı anlaşılmaktadır… ” gerekçesiyle bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden, mirasbırakan … ’nun 03.09.2005 tarihinde ölümü ile eşi … ile … ’den olan kızları davacı … , davalı … ve dava dışı … ’in kaldıkları, çekişme konusu 1249 ada 17 parsel sayılı 106m2 miktarlı arsa nitelikli taşınmazın 140/832 payı yarı yarıya mirasbırakan .. ve eşi … adına kayıtlı iken yapılan apartmanda toplam 140/832 arsa paylı 2 nolu bağımsız bölüm lehine adlarına şerh konulduğu, mirasbırakan … ’in 1983 yılında ölümü ile 25.01.1985 tarihinde 70/832 payın, eşi … , kızları … ,… ve … adına veraseten iştirak olarak tescil edildiği, davacı … tarafından … 4. Sulh Hukuk Mahkemesinin 1997/849Esas sayılı dosyasında ortaklığın giderilmesi davası açıldığı, davaya ilişkin tapu kaydına 04.07.1997 tarihinde şerh düşüldüğü, mirasbırakan … ’nın 2 nolu bağımsız bölümde adına kayıtlı 70/832 payını 28.08.1997 tarihli satış işlemi ile 140milyon bedelle davalı … ’ye devrettiği, ortaklığın giderilmesi davası neticesinde 2 nolu bağımsız bölümün tamamının davacı … ’ya satıldığı, bilahare taşınmazı dava dışı 3. kişilere devrettiği, mirasbırakanın, 4045 ada 248 parsel sayılı 625,67m2 miktarlı avlulu ev nitelikli taşınmazını da bir yardım derneğine 27.05.1997 tarihinde satış suretiyle temlik ettiği, bu taşınmaza ilişkin olarak davacı … tarafından … 6. Asliye Hukuk Mahkemesinde açılan 15.04.2008 tarih 2006/413Esas, 2008/137Karar sayılı kararında temliğin muvazaalı olduğu gerekçesiyle pay oranında iptal tescile karar verildiği, kararın derecattan geçerek kesinleştiği, dinlenen davalı tanığı mirasbırakanın eşi … ’nıın mirasbırakanın davacıya ev aldığını, ancak davacının giriş katta olduğu için evi beğenmediğini ve sattığını beyan ettiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği gibi; uygulamada ve öğretide “muris muvazaası” olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay içtihatlarında ve 01.04.1974 tarihli 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 706., Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 237. (Borçlar Kanunu’nun (BK) 213.) ve Tapu Kanunu’nun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, mirasbırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alım gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Somut olayda, mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin hükme yeterli ve elverişli olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.

Hal böyle olunca, yukarıda belirtilen ilke ve olgular doğrultusunda gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, mirasbırakanın davacı … ’ya taşınmaz alıp almadığının mirasbırakan adına kayıtlı başkaca aktif-pasif tapu kaydı bulunup bulunmadığının taraflardan da sorulmak suretiyle araştırılması, varsa tapu kayıtlarının istenilmesi, toplanan ve toplanacak deliller birlikte değerlendirilerek mirasbırakanın iradesinin duraksamaya yer bırakmayacak şekilde saptanması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir.

Öte yandan; davacı tapu iptali ve tescil talep edebileceği gibi tazminat talebinde de bulunabileceğinden, temliğin muvazaalı olduğunun saptanması halinde taşınmazın dava tarihindeki değerine ve bu tarihten itibaren faize hükmedilmesi gerektiği göz ardı edilerek yazılı şekilde hüküm tesisi de doğru değildir.

Tarafların yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün açıklanan nedenden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 25.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/10038 Karar : 2018/9423 Tarih : 24.04.2018

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

Dava, tenkis isteğine ilişkindir.

Davacı, murisleri … ve … ‘ın düzenleme şeklindeki vasiyetnameleri ile … ‘taki paralarını Türk EğitimVakfı’na vasiyet ettiklerini; ayrıca, yarı yarıya maliki oldukları 1308 sayılı parseldeki 1 nolu meskenin çıplak mülkiyetini … ‘na koşulsuz hibe suretiyle devrettiklerini ileri sürerek tenkis isteğinde bulunmuştur.

Davalı Vakıf, hak düşürücü sürenin geçtiğini, ayrıca saklı payı zedeleme kastının da bulunmadığını belirtip davanın reddini savunmuştur.

Davanın kısmen kabulüne ilişkin mahkeme kararı Dairece araştırma noksanlığından bozulmuş; mahkemece, bozmaya uyularak tamamlanan yargılama sonunda davanın kabulüne karar verilmiştir.

Ne var ki, bozmaya uyulduğu halde bozma gereklerinin yerine getirildiğini söyleyebilmek mümkün değildir.

Somut olayda, bilirkişi raporlarının hükme yeterli bulunmadığı Daire bozma ilamında vurgulanmasına rağmen; bozma sonrasında, yeterli görülmeyen bilirkişi raporları üzerinden hesap bilirkişilerine düzenlettirilen raporlar esas alınarak hüküm kurulmuştur.

Diğer taraftan, hükmün kuruluşu bakımından infaza elverişli bulunmadığı görülmektedir. Hemen belirtilmelidir ki, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 297. maddesi uyarınca kararın gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazılması ve hüküm sonucunun 294. maddede öngörülen şekilde tefhim etmesi asıldır. Hükmün sonuç bölümünde de, istek sonuçlarından her biri hakkında taraflara yüklenen borç ve hakların birer birer açıkça, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde yazılması zorunludur.

Hal böyle olunca; konusunda uzman hukukçu bilirkişilerden oluşacak heyetten bozma ilamında açıklanan ilkeler çerçevesinde tenkis yönünden; hesap bilirkişilerinden de uyarlama yönünden raporlar alınması ve sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, bozma gerekleri yerine getirilmeksizin yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru olmadığı gibi; kabule göre de, hükmün infazda şüphe ve tereddüt uyandıracak biçimde yazılması isabetsizdir.

Davalının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 30.12.2017 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 1.630.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 24/04/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/16973 Karar : 2017/17560 Tarih : 26.12.2017

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

Davacı … vekili, dava dilekçesinde belirtilen taşınmaz nedeniyle mal rejiminin tasfiyesi ile alacak isteğinde bulunmuştur.

Davalı … vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemenin dava konusu taşınmazın davacı tarafından davalıya evlenme nedeniyle hibe edildiği, taşınmazın davalının kişisel malı olduğu, satış olduğu kabul edilse dahi bir eşin eşine satarak parasını alıp harcadığı malın sonradan edinilmiş mal olduğunu ileri sürerek hak talep etmesinin hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olduğu gerekçesiyle davanın reddine dair ilk kararı, davacı vekilinin temyizi üzerine

Dairenin 15.06.2016 tarih, 2015/2873 esas-2016/10533 karar sayılı kararı ile “ …Somut olayda, tapuda satış görünen işlemin bağış olduğu yani resmi işlemin muvazaalı yapıldığı yazılı belge ile kanıtlanamamıştır. TMK’nun 222/son. maddesine göre davalı eş satın aldığı tasfiyeye konu taşınmazın kişisel malı olduğunu kanıtlayamamıştır. Tasfiyeye konu taşınmazın TMK`nun 219.maddesi uyarınca edinilmiş mal olduğunun kabulü ile davacının artık değere katılma alacağının bulunduğunun kabulü gerekir…. Mahkemece, tüm taraf delilleri birlikte değerlendirilerek, yukarıda belirtilen ilkeler nazara alınarak ve talep miktarı da gözetilerek sonucuna göre işin esasına ilişkin bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması doğru olmamıştır….” gereğine işaret edilerek bozulmuş,

davalı vekilinin karar düzeltme talebinde bulunması üzerine Dairenin 19.06.2017 tarih, 2016/16508 esas-2017/9268 karar sayılı kararı ile karar düzeltme isteminin reddine karar verilmiş,

mahkemece önceki hükümde direnilmesine karar verilmesi üzerine, anılan direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

02.12.2016 tarihinde yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 45. maddesi ile 6100 sayılı HMK`na eklenen geçici 4/1. maddesi uyarınca, inceleme yapılmak üzere, dosya Dairemize gönderilmiştir.

Mahkemece, kısa kararda, “Mahkememizin eski kararında ısrar edilmesiyle” şeklinde karar verilmesine karşın, gerekçeli kararda,“Mahkememiz kararında ısrar edilmesiyle davanın reddine,” denilmek suretiyle kısa kararla gerekçeli karar arasında çelişki yaratılmıştır. Kısa kararla gerekçeli karar arasındaki bu çelişki mahkemelere olan güveni sarsmaktadır.

Gerekçeli karar tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz (HMK md.298/2).

6100 sayılı HMK`nun 298/2. maddesine göre, gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz.

Kısa kararla gerekçeli karar arasındaki uyumsuzluk mahkemelere olan güveni sarsar. Hükümlerin kurulmasında esas olan kısa karardır. Gerekçeli karar ile kısa kararın uyumlu olması gerekir.

Bu konuya ilişkin 10.04.1992 gün ve 1991/7 Esas, 1992/4 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; “1-Kısa kararla gerekçeli kararın aykırı olması bozma nedenidir. 2-Yerel mahkeme bozmadan sonra önceki kısa karara bağlı olmaksızın çelişkiyi kaldırmak kaydıyla hakimin vicdani kanaatine göre karar verebilir.” denilmiştir.

Hüküm, bu nedenle HMK`nun 298/2. maddesine, tarih ve numarası anılan Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına aykırı olarak tesis edilmiştir.

Bu açıklamaya göre, usulüne uygun olarak verilmiş bir direnme kararının bulunmadığı kabul edilmelidir.

Mahkemece yapılacak iş, HMK. 294, 297 ve 298. maddelerine uygun şekilde, tefhim edilen kısa karara uygun gerekçeli karar ve buna uygun hüküm oluşturmak olup buna aykırı direnme kararı usul yönünden bozulmalıdır.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarda gösterilen sebeplerle 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3.maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, taraflarca HUMK`nun 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 26.12.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/31224 Karar : 2017/8053 Tarih : 4.07.2017

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

Davacılar, 08.07.2012 tarihinde murisleri … … ölümüyle ilgili açılan ceza davasında şirket yetkililerin cezalandırılmasına karar verildiğini, ceza dosyasında alınan raporda olaya neden olan patosun kayış kasnağındaki volanın hatalı imalatlı olduğunun tespit edildiğini ileri sürerek, … için 70.000,00TL, her bir çocuk için 40.000,00TL olmak üzere toplam 150.000,00TL manevi tazminat ile, fazlaya ilişkin haklar saklı kalarak 45.000,00TL maddi tazminatın olay tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemişlerdir. Davalılar, davanın reddini dilemişlerdir.

Mahkemece, davanın kısmen kabulüne, 391.262,96 TL maddi tazminatın 08.07.2012 tarihinden itibaren yasal faizi (en yüksek kamu faizi) ile birlikte, … için 20.000,00 TL, …için 10.000,00 TL,… için 10.000,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faizi (en yüksek kamu faizi) ile birlikte müştereken ve müteselsilen davalılardan tahsiline karar verilmiş; hüküm, taraflarca temyiz edilmiştir.

1-6100 sayılı HMK’nun 294. maddesi gereğince mahkeme, yargılamanın sona erdiği duruşmada hükmü vererek tefhim eder. Hükmün tefhimi, her halde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur. Zorunlu nedenlerle sadece hüküm sonucunun tefhim edildiği hallerde, gerekçeli kararın tefhim tarihinden başlayarak bir ay içinde yazılması gerekir. HMK’nun 297/2. maddesi gereğince, hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir. Yine HMK’nun 298/2. maddesi gereğince de, gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz. Kararın gerekçesi ile hükmün de birbirine uyumlu olması gerekir. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hakimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak da yoktur. Kısa kararla gerekçeli kararın birbirinden farklı olması yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim olunmasına ilişkin Anayasanın 141. maddesi ile HMK.nun yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum yaratır. Ayrıca bu husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hakime yükletilmiş bir görevdir. Somut olayda; mahkemece kararın gerekçe kısmında hükme esas alınan hesap bilirkişisi raporunda davacı eş …‘in destek zararının 391.262,96 TL, davacı…‘in destek zararının 121.932,67 TL, davacı …‘in destek zararının 63.474,27 TL olduğu belirtilmiş, usulüne uygun bilirkişi raporuna itibar edilerek hüküm tesis edildiği kabul edilmişken, hüküm kurulurken davanın kısmen kabulüne, 391.262,96 TL maddi tazminatın 08.07.2012 tarihinden itibaren yasal faizi (en yüksek kamu faizi) ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacılara verilmesine karar verilerek hüküm ile gerekçe arasında çelişki oluşturulması usul ve yasaya aykırı olup 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 297. maddesi gereğince hükmün bozulmasını gerektirmiştir.

2-6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun Hükmün Kapsamı başlıklı 297. maddesinde mahkeme kararında nelerin yazılması zorunlu olduğu tek tek açıklanmıştır.

Somut uyuşmazlıkta, mahkemece davanın kısmen kabulüne dair hüküm kurulurken, karar başlığında davalı …Tarım Mak. Pet. Ürünleri… Tic. Ltd. Şti ve … Döküm San. Tic. Ltd. Şti. gösterilmemiş, adı geçen davalı şirketler hakkında herhangi bir açıklama ve gerekçeye yer verilmemiş, olumlu ya da olumsuz bir hüküm kurulmamıştır. Oysa ki yukarıda açıklandığı üzere mahkemelerin her türlü kararlarının usulün 297/2 maddesinde yer alan hususları kapsaması zorunludur. Mahkemece değinilen bu yön göz ardı edilerek, usulün 297/2 maddesine aykırı biçimde hüküm kurulmuş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

2-Bozma nedenlerine göre tarafların kusur, hesap raporu, faiz, harç ve yargılama giderleri gibi hususlardaki sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) ve (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle temyiz edilen hükmün taraflar yararına BOZULMASINA, (3) nolu bentte yazılı nedenlerle tarafların sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, 1480,00 TL duruşma avukatlık parasının karşılıklı alınarak birbirlerine ödenmesine, peşin alınan harcın istek halinde taraflara iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 04/07/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/1297 Karar : 2017/4049 Tarih : 3.07.2017

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

Davacılar vekili, müvekkilinin ve çocuklarının iş yerinde tüp gaz sızmasından kaynaklanan patlama sonucu ağır şekilde yaralandığını, uzun süre tedavi gördüklerini ve psikolojik tedavilerinin devam ettiğini, müvekkili iş yerinde davalı şirkete ait tüpün kullanıldığını, davalı şirketin de diğer davalı … şirketi nezdinde tüpgaz mali mesuliyet sigortası ile sigortalı olduğunu, olay nedeniyle müvekkillerinin maddi ve manevi zarara uğradığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak ve manevi tazminat istemi yönüyle davalı … şirketinin sorumlu tutulmaması kaydıyla, şimdilik … için 60.000,00 TL, … için 20.000,00 TL, … için 20.000,00 TL manevi tazminatın davalı ….’den, … için yüzünde sabit eser nedeniyle ekonomik geleceğinin sarsıldığını bu nedenle hayatta kazanma gücü kaybı için şimdilik 1.000,00 TL maddi tazminatın ve … için 1.000,00 TL maddi tazminat ile … için 1.000,00 TL maddi tazminatın ayrıca iş yerinde oluşan maddi hasar için şimdilik 9.542,00 TL maddi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen 18/08/2010 olay tarihinden itibaren işleyecek faiziyle tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı …. vekili, davacıya ait iş yerinde birçok firmaya ait muhtelif LPG tüplerinin bulunduğunu, sızıntının diğer firmaların tüplerinden ya da bodrumda bulunduğu belirtilen davacıya ait mini yemek ocağının açma/kapatma düğmesinin bozuk veya davacılarca açık unutulmasından yahut mini yemek ocağının arızalı olması sonucu gaz sızıntısından meydana gelmiş olup, sigortalının tüplerinden kaynaklanmadığını ve bu tüplerde herhangi bir sızıntı ve imalat hatasının bulunmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

Davalı … A.Ş. vekili, davacı iş yerinde değişik markalı 14 adet tüp bulunduğunu, bu durumun yasal mevzuata aykırı olması nedeniyle meydana gelen olayın sorumluğunun davacıya ait olduğunu, patlamaya müvekkili şirkete ait tüpün sebebiyet vermediğini, davacı iddialarının yersiz olup, ispatı gerektiğini, tazminat taleplerinin de fahiş olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece iddia, savunma, toplanılan deliller, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, 10/03/2014 tarihli uzman bilirkişi kurulu raporu dosya kapsamına uygun düşmekle, bilirkişi kurulu raporu ve Dairemizin 26/03/2013 tarih, 2010/13384 E-2013/5909 K. sayılı tarihli kararı nazara alınarak, bilirkişi kurulu raporunda belirtildiği üzere … yönünden maddi tazminata hak kazanması nedeniyle, manevi tazminatın da bu davacı açısından kısmen kabulüne karar vermek gerektiği gerekçesiyle, davanın kısmen kabulü ile, davacılar … ve … tarafından açılan davanın sübut bulmadığından reddine, diğer davacı …‘in davasının kabulü ile dava ve ıslah dilekçesi dikkate alınarak davalı … şirketi poliçe limiti dahilinde sorumlu olmak kaydıyla toplam 13.500,00 TL’nin dava tarihinden itibaren yasal faiziyle davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline ayrıca, talep edilen 6.902,36 TL’nin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, sigorta şirketinin sorumluluğunun poliçe limiti ile sınırlı olmasına, manevi tazminat davasının kısmen kabulü ile, davacı … için 19.000,00 TL manevi tazminatın davalı … A.Ş.’den 18.08.2010 tarihinden itibaren yasal faiziyle tahsiline, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.

Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.

1- Dava, tüp gaz patlamasından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkin olup, mahkemece yazılı şekilde karar verilmiştir.

Ancak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası yargılamanın açıklığı ilkesini kabul etmiştir. Gerek mülga 1086 sayılı HUMK 382 ve devamı maddelerinde gerekse yürürlükte bulunan 6100 sayılı HMK’nın 294 vd. maddelerinde hükmün nasıl tesis edileceği ve sonrasında kararın nasıl yazılacağı etraflıca hükme bağlanmıştır. Yargılamanın açık bir şekilde yapılması ve tesis edilen hükmün açıkça belirtilmesi ilke olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle hükmün açık, anlaşılır ve şüpheye yer vermeyecek şekilde infazı kabil olarak kurulması ve de en önemlisi sonradan yazılacak gerekçeli kararın kısa karara uygun bulunması gerekir. Aksi halde, yargılamanın açıklığı ilkesi dolayısıyla kamu vicdanı zedelenmiş olacaktır. Kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki olmaması gerektiği gibi, gerekçe ile hüküm fıkrası arasında da çelişki bulunmaması yasal bir zorunluluk olup, HMK’nın 298/2. maddesinde gerekçeli kararın tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamayacağı düzenlenmiştir. Kararların bu hususlara aykırı oluşturulması mahkeme kararlarına duyulan güveni sarsacağı gibi, verilen kararların hukuki denetiminin yapılmasını da olanaksız kılmaktadır.

Somut olayda mahkemece, 10/03/2014 tarihli bilirkişi raporunun benimsendiği belirtilerek herhangi bir gerekçe de belirtilmeksizin “davanın kısmen kabulü ile davacılar … ve … tarafından açılan davanın sübut bulmadığından reddine, diğer davacı …’in davasının kabulü ile dava ve ıslah dilekçesi dikkate alınarak davalı … şirketi poliçe limiti dahilinde sorumlu olmak kaydıyla toplam 13.500,00 TL’nin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline ayrıca, dava dilekçesinde talep edilen 6.902,36 TL’nin davalılardan müştereken ve müteselsilen, manevi tazminat davasının kısmen kabulü ile davacı … için 19.000,00 TL manevi tazminatın davalı … A.Ş.’den tahsiline” şeklinde hüküm tesisi cihetine gidilmiş ise de, hükme esas alındığı belirtilen 10/03/2014 tarihli bilirkişi raporunda, davalı … A.Ş.’nin meydana gelen olayda bir kusuru bulunmadığı ve bu nedenle talep edilebilecek tazminatın davalı … şirketinden tahsili gerektiği belirtilmesine rağmen, hükmedilen maddi tazminatın davalılardan müştereken ve müteselsilen, manevi tazminatın ise, davalı … A.Ş.’den tahsiline karar verilmesi, gerekçe ile hüküm arasında çelişki yarattığı gibi, … ve … tarafından açılan davanın sübut bulmadığından reddine karar verildiği de anlaşılmakla, denetime elverişli şekilde, karar gerekçesi belirtilmeksizin yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş ve ayrıca patlamanın meydana geldiği iş yerinde çalışmakta olan baba ve oğul olan davacılar tarafından açılan işbu davada, dava dilekçesi ile maddi ve manevi tazminat talep edildiği, 05/04/2011 tarihli dilekçe ile de maddi tazminat taleplerinin açıklandığı, maddi tazminat kalemleri arasında iş yerinde oluşan maddi hasarların da bulunduğu ve mahkemece de bu maddi hasarlar yönünden 6.902,36 TL’nin davalılardan tahsiline karar verildiği görülmekle, hem … dışındaki davacıların davalarının sübut bulmadığından reddine karar verilmesi hem de davacılarca talep edilen iş yerinde meydana gelen maddi hasarın tahsili hükmü kurulması da çelişkili olduğundan, yukarıda da açıklandığı üzere, denetime elverişli bir gerekçe belirtilmeden, yazılı olan gerekçe ile de hüküm ve aynı zamanda hükmün kendi içerisinde dahi çelişki yaratır şekilde karar verilmesi doğru olmadığından, tarafların iddia ve savunmaları, davacı tarafın 05/04/2011 tarihli dilekçesi ile belirtilen tazminat isteminin mahiyet, kapsam ve tutarları değerlendirilmek ve Yargıtay denetimine elverişli ve infazda tereddüt oluşturmayacak şekilde gerekçeli bir karar verilmek üzere hükmün re’sen bozulması gerekmiştir.

2- Bozma sebep ve şekline göre, taraf vekillerinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, kararın re’sen BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, taraf vekillerinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz edenlere iadesine, 03.07.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/19348 Karar : 2017/11527 Tarih : 3.07.2017

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

A) Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili, müvekkilinin sözleşmesinin haklı ve geçerli bir neden olmaksızın 31/12/2015 tarihinde feshedildiğini bu nedenle feshin geçersizliğini iddia ederek müvekkilinin işe iadesine, kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süreye ilişkin 4 aylık ücret ve diğer haklarına karar verilmesini talep etmiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili,davacı iddialarının haksız ve hukuka aykırı olduğunu, iş akdinin geçerli nedenle feshedildiğini, her türlü işçilik ücret ve alacaklarının ödendiğini savunarak haksız açılan davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti ve Yargılama Süreci:

Mahkemece, toplanan deliller doğrultusunda iş akdinin haksız feshedildiği gerekçesiyle işe iade kararı verilerek ,işe iade kararının gereği doğrultusunda işe başlatmama tazminatı olarak takdiren 6 aylık brüt ücret tutarı üzerinden tazminata hükmedilmiş ve davanın kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz:

Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası yargılamanın açıklığı ilkesini kabul etmiştir. Karar tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı HMK’nın 294 ve devamı maddelerinde hükmün nasıl tesis edileceği ve sonrasında kararın nasıl yazılacağı etraflıca düzenlenmiştir. Yargılamanın açık bir şekilde yapılması, tesis edilen hükmün açıkça belirtilmesi esastır. Bu nedenle hükmün açık, anlaşılır, infaz edilebilir şekilde tesis edilmesi ve de en önemlisi sonradan yazılacak gerekçeli kararın, kısa karara uygun olması gerekmektedir. Aksi halde, yargılamanın açıklığı ilkesi, dolayısıyla kamu vicdanı zedelenmiş ve mahkeme kararlarına güven sarsılmış olacaktır.

Duruşmada tefhim edilen ve hükmün esasını teşkil eden hüküm özeti ile gerekçe arasında çelişki olması 10.04.1992 gün ve 1991/7 Esas, 1992/4 Karar sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına aykırıdır.

Diğer taraftan 6100 sayılı HMK. 298/2. maddesinde kısa karar ile gerekçeli kararın çelişkili olamayacağı yukarıda belirtilen Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’na uygun bir biçimde yeniden düzenlenmiştir.

6100 sayılı HMK.nun 298/2. maddesine göre “Gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz.”

Somut uyuşmazlıkta, Mahkeme karar gerekçesinde davacının kıdemi ve fesih nedenleri göz önünde bulundurularak, takdiren 6 aylık brüt ücret tutarı üzerinden tazminata hükmedildiği belirtilmesine rağmen hükümde davacının kıdemi ve fesih nedeni göz önünde bulundurularak takdiren 8 aylık brüt ücreti tutarında tazminatın hüküm altına alındığı anlaşılmıştır. Hüküm ile gerekçe arasında bu şekilde çelişki yaratılması hatalı olup, hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

F) SONUÇ:

Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, bozma sebebine göre davalının sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 03/07/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/7020 Karar : 2017/5924 Tarih : 28.06.2017

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

Dava, ortaklığın giderilmesi istemine ilişkindir.

… 7. Sulh Hukuk Mahkemesince, görevli mahkemenin Ahkam-ı Şahsiye Mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir.

… 3. Sulh Hukuk Mahkemesi ise taşınmaza yönelik ortaklığın giderilmesine ilişkin davaya bakmanın münhasıran Ahkam-ı Şahsiye Mahkemesi tarafından bakılması gereken davalardan olmadığı gerekçesiyle görevsizlik kararı yönünde hüküm kurmuştur.

İki mahkemenin de görevsizlik veya yetkisizlik kararı vermesi ve bu kararların kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleşmiş bulunması durumunda, 6100 sayılı HMK’nın 21. maddesinde davaya bakacak mahkemenin tayini için yargı yeri belirlenmesi yoluna başvurulacak haller arasında sayılmaktadır. 6100 sayılı HMK’nın 22/2. maddesi uyarınca da, “İki mahkemenin aynı dava hakkında göreve veya yetkiye ilişkin olarak verdikleri kararlar kanun yoluna başvurulmaksızın kesinleştiği takdirde, görevli veya yetkili mahkeme, ilgisine göre bölge adliye mahkemesince veya Yargıtayca belirlenir.” Buna göre, burada, usûle ilişkin nihai kararlardan olan ve yazılması, kapsamı ve kanun yolları bakımından, hükümler gibi işlem görecek olan (HMK’nın 294/6.maddesi) ve HMK`nın 21 ve 22. maddelerinde yargı yeri belirlenmesi bakımından mevcudiyeti şart koşulan nitelikte “Yetkisizik-görevsizlik kararı” bulunmadığından, merci tayini (yargı yeri belirlenmesi) için öngörülen koşullar gerçekleşmemiştir.

Öte yandan, bir yerde aynı mahkemeden birden fazla bulunuyorsa, bunlar arasındaki ilişki genel anlamda iş dağılımı ilişkisidir. Diğer anlatımla, bir yerde bulunan aynı ad ve nitelikteki asliye hukuk veya sulh hukuk mahkemelerinin (birbirleri, yani asliye hukuk mahkemeleri ile sulh hukuk mahkemeleri arasındaki değil), kendi aralarındaki ilişki, iş dağılımı ilişkisidir.

Dar ve teknik anlamdaki işbölümü ise, aynı yerde asliye hukuk mahkemesi yanında asliye ticaret mahkemesi bulunması durumunda ortaya çıkmaktaydı. Gerçekten, asliye ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi (ve diğer hukuk mahkemeleri) arasındaki ilişki, hem 29/6/1956 tarihli ve 6762 sayılı Türk Ticaret Kanununda (m.5) hem de 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun kanunlaşan ilk halinde (m.5/3-4), iş bölümü ilişkisi olarak kabul edilmişti. Ancak, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 5. maddesinde, 26/6/2012 tarihli ve 6335 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, asliye ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi ve diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki, işbölümü ilişkisi olmaktan çıkarılmış ve görev ilişkisi olarak değiştirilmiş ve böylece buna ilişkin itiraz da ilk itiraz olmaktan çıkarılıp, davanın her aşamasında ileri sürülebilecek ve hakim tarafından re’sen gözetilebilecek bir dava şartı haline getirilmiştir.

Konuyla ilgili olarak, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.04.2011 tarihli ve 2011/11-61 E- 2011/188 K. sayılı ilamında şu açıklamalara yer verilmiştir: “Ayrı bir (veya daha fazla) ticaret mahkemesi bulunan yerlerde, asliye hukuk ve ticaret mahkemeleri arasında görev değil, işbölümü ilişkisi olduğu belirtilmişti (Esasen, bir yerdeki birden fazla asliye hukuk mahkemesi arasındaki ilişki de bir işbölümü ilişkisidir. Ancak, buradaki işbölümü ilişkisi, gerçekte bir iç ilişki niteliğindedir. Aynı şekilde, bir yerdeki birden fazla ticaret mahkemelerinin ve birden fazla sulh hukuk mahkemelerinin kendi aralarındaki ilişki de, gerçekte iç ilişki niteliği taşıyan bir işbölümü ilişkisidir). Bir yerdeki birden çok aynı tür mahkeme; örneğin birden çok asliye hukuk mahkemesi arasındaki işbölümü ilişkisi (iç ilişki) ile, o yerdeki asliye hukuk ve ticaret mahkemeleri arasındaki işbölümü ilişkisi arasında şu iki önemli fark vardır: İlkin, ticaret mahkemesi ile asliye hukuk mahkemesi arasındaki işbölümü, yukarıda belirtildiği üzere kaynağını kanundan almaktadır. Şöyle ki: Türk Ticaret Kanununun 4. maddesinde ticari davalar sayılmış; 5. maddenin birinci fıkrasında aksine hüküm bulunmadıkça, müddeabihe göre ticari davaların sulh veya asliye hukuk mahkemelerince de görüleceği açıklanmış; ikinci fıkrada, ayrı ticaret mahkemesi bulunan yerlerde, asliye hukuk mahkemesinin görevinde olan ve 4. madde uyarınca ticari sayılan davalara ticaret mahkemesince bakılacağı belirtilmiş; üçüncü fıkrada ise, kural olarak (münhasıran iki tarafın arzusuna tabi olmayan işlerle ilgili olanlar hariç olmak üzere) iş alanı (işbölümü) itirazının taraflarca ancak ilk itiraz olarak ileri sürülebileceği öngörülmüştür. Kanunun düzenlediği bu işbölümüne göre, bir yerdeki ticaret mahkemesi kanunda belirtilmiş olan ticari davalara; asliye hukuk mahkemesi ise bunun dışındaki hukuk davalarına (dar anlamda) bakacaktır. İkinci fark şudur: Birden fazla asliye hukuk mahkemesi bulunan bir yerdeki asliye hukuk mahkemelerinden birinde görülmekte olan bir davada, tarafların, o davanın, aynı yerdeki başka bir asliye hukuk mahkemesinde görülmesi gerektiği yönünde işbölümü itirazında bulunması mümkün olmadığı halde; o yerdeki asliye hukuk ve ticaret mahkemeleri yönünden böylesi bir işbölümü itirazının örneğin, asliye hukuk mahkemesinde açılmış bir davayla ilgili olarak, oradaki ticaret mahkemesinin görevli bulunduğunun veya bunun tersinin ileri sürülmesi mümkündür.”

Keza, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.06.2004 tarihli ve 2004/4-337 E. - 2004/337 K. sayılı ilamında da, bir yerdeki birden fazla ticaret mahkemeleri arasındaki ilişkinin “işbölümü ilişkisi” olmayıp, yalnızca bir “iç ilişki” olduğuna değinilmiştir.

Yukarıda zikredilen Yargıtay Hukuk Genel Kurulu kararlarından da anlaşılacağı üzere, uygulamada, bir yerdeki birden çok aynı tür mahkeme, örneğin birden çok sulh hukuk mahkemesi arasındaki ilişki bakımından; bazen bu ilişkinin işbölümü ilişkisi olmayıp, yalnızca bir iç ilişki olduğuna değinilmiş, bazen de bu ilişki (geniş anlamda) işbölümü ilişkisi olarak nitelendirilmiş, ancak, bu işbölümü ilişkisinin, gerçekte bir iç ilişki niteliğinde olduğu da açıkça belirtilmiştir.

Birden fazla sulh hukuk mahkemesi bulunan bir yerdeki sulh hukuk mahkemelerinden birinde görülmekte olan bir davada, tarafların, o davanın, aynı yerdeki başka bir sulh hukuk mahkemesinde görülmesi gerektiği yönünde teknik anlamda “iş dağılımı veya iç ilişki” (geniş anlamda işbölümü) itirazında bulunabilmeleri de mümkün değildir.

26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanunun “Hukuk mahkemelerinin kuruluşu” başlıklı 5. maddesinin 17/4/2013 tarihli ve 6460 sayılı Kanunun 10. maddesiyle değişik beşinci fıkrası hükmüne göre; “İş durumunun gerekli kıldığı yerlerde hukuk mahkemelerinin birden fazla dairesi oluşturulabilir. Bu daireler numaralandırılır. Özel kanunlarda başkaca hüküm bulunmadığı takdirde, ihtisaslaşmanın sağlanması amacıyla, gelen işlerin yoğunluğu ve niteliği dikkate alınarak, daireler arasındaki iş dağılımı Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenebilir. Bu kararlar Resmi Gazetede yayımlanır.

Daireler, tevzi edilen davalara bakmak zorundadır.” Görüldüğü üzere, bu fıkra hükmünde de, açıkça, bir yerdeki birden çok aynı tür mahkeme arasındaki “iş dağılımı”ndan bahsedilmiş; iş dağılımını belirleme yetkisi Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna verilmiş ve dairelerin, belirlenen iş dağılımına göre tevzi edilen davalara bakmak zorunda oldukları hükme bağlanmıştır.

Yukarıda değinilen hususlar, mevzuat hükümleri ve yapılan açıklamalar doğrultusunda anılan mahkemeler arasındaki ihtilaf değerlendirildiğinde, gerçek anlamda (HMK m. 20) bir görev veya teknik anlamda bir işbölümü ilişkisi mevcut olmayıp, “iş dağılımı” ilişkisi bulunduğu anlaşıldığından, merci tayini (yargı yeri belirlenmesi) yoluyla davaya bakacak görevli mahkemenin belirlenmesine olanak ve gerek bulunmamakta; sorunun, kısmen değinilen ilgili mevzuat hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gerekmektedir.

Somut sorunda geçerli hukuksal nedene dayanan devir kararı verilmiş olmakla, bu anlamda devir kararı görevsizlik niteliğinde değildir. Merci inceleme koşulu, karşılıklı verilmiş olması gerekli 2 (iki) ayrı görevsizlik ya da yetkisizlik kararının bulunmasıdır.

SONUÇ: Yukarıda belirtilen nedenlerle; anılan mahkemeler arasındaki ihtilaf bakımından, merci tayini (yargı yeri belirlenmesi) yoluyla davaya bakacak görevli mahkemenin belirlenmesine olanak ve gerek bulunmadığından, dosyanın MAHAL MAHKEMESİNE İADESİNE, 28/06/2017 tarihinde oy birliği ile karar verildi.


YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/3662 Karar : 2017/8743 Tarih : 5.06.2017

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

Şikayetçi borçluların ayrı ayrı şikayette bulunarak ihalenin feshi istemi ile icra mahkemesine başvurdukları, mahkemenin 28/08/2015 tarih ve 2015/696-779 sayılı kararı ile 2015/696 Esas sayılı dosyanın, aynı mahkemenin 2015/607 Esas sayılı dosyası ile birleştirilmesine karar verildiği görülmektedir.

Birleştirilen davalar birlikte incelenip karara bağlanır. Yani davaların tahkikat safhası müşterektir. Mahkemece, kararda, birleşen ve birleştirilen davaların ayrı ayrı belirtilmesi ve hükümde, birleştirilen her dava için ayrı ayrı karar verilerek, her dava için verilen kararın, ayrı ayrı gösterilmesi gerekirken, asıl dava ile birleştirilen dosya hakkında, 6100 Sayılı HMK`nun 297/2. maddesine aykırı olarak tek hüküm kurulması doğru olmadığından kararın belirtilen nedenle bozulması gerekmiştir.

Öte yandan, HMK’nun 294/3. maddesi gereğince hükmün tefhimi, her halde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur. Anılan Kanun`un 297/2. maddesine göre hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.

HMK’nun 298/2. maddesinde de; gerekçeli kararın tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamayacağı düzenlenmiştir. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hakimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak da yoktur. Kısa kararla gerekçeli kararın birbirinden farklı olması, yargılamanın aleniyeti ve kararların alenen tefhim olunmasına ilişkin Anayasa’nın 141.maddesi ile HMK.’nun yukarıda değinilen emredici nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum yaratır. Ayrıca bu husus kamu düzeni ile ilgili olup, re`sen gözetilmesi yasa ile hakime yüklenmiş bir görevdir.

Somut olayda; mahkemece, tefhim edilen kısa kararda, “Davacının ihale bedelinin %10’u olan 112.610,00 TL para cezası ile cezalandırılmasına” karar verilmiş, gerekçeli kararın hüküm kısmında ise, “Her iki davacının ayrı ayrı ihale bedelinin %10`u olan 112.610,00 TL para cezası ile cezalandırılmasına” hükmedilmiştir. Dolayısıyla, duruşmada tefhim edilen hükümde, para cezasının muhatabının, asıl davanın şikayetçisi mi yoksa birleşen davanın şikayetçisi mi olduğu belirtilmediği halde, gerekçeli kararın hüküm kısmında, her iki şikayetçi hakkında ayrı ayrı para cezasına hükmedilerek çelişki meydana getirilmesi de, yukarıda belirtilen yasa hükmüne aykırılık teşkil ettiğinden kararın bu yönden de bozulmasını gerektirmiştir.

SONUÇ:

Mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/31840 Karar : 2017/10015 Tarih : 27.04.2017

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

A)5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 8. maddesine göre iş mahkemesinden verilen kararlar tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren 8 gün içinde temyiz olunabilir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesinin 1. fıkrasında; “Bölge adliye mahkemelerinin, 26.09.2004 tarihli ve 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un geçici 2. maddesi uyarınca Resmî Gazete’de ilan edilecek göreve başlama tarihine kadar, mülga 1086 sayılı Kanunun temyize ilişkin yürürlükteki hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.” 2. fıkrasında ise; “Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce aleyhine temyiz yoluna başvurulmuş olan kararlar hakkında, kesinleşinceye kadar mülga 1086 sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 427 ilâ 454 üncü madde hükümlerinin uygulanmasına devam olunur.” denmiştir.

6100 sayılı Kanun’un hükmü düzenleyen 294. maddesinde de;

(1)Mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür.

(2)Hüküm, yargılamanın sona erdiği duruşmada verilir ve tefhim olunur.

(3)Hükmün tefhimi, her hâlde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur.

(4)Zorunlu nedenlerle sadece hüküm sonucunun tefhim edildiği hâllerde, gerekçeli kararın tefhim tarihinden başlayarak bir ay içinde yazılması gerekir.

(5)Hükmün tefhimini, duruşmada bulunanlar ayakta dinler.

(6)Hükme ilişkin hususlar, niteliğine aykırı düşmedikçe, usule ilişkin nihai kararlar hakkında da uygulanır.” denmiştir.

Yukarıda yazılı kanun hükümleri kapsamında, Mahkemece duruşmada tefhim edilen hüküm gerekçe taşımayıp sadece hüküm sonucunu (kısa kararı) içeriyorsa gerekçeli kararın her halükarda davanın taraflarına (taraflar kendilerini vekille temsil ettiriyorlar ise vekillerine) tebliğ edilmesi gerekmektedir. Bir başka anlatımla, sadece hüküm sonucunun (kısa kararın) tefhim edildiği durumlarda, taraflar (ya da vekilleri) duruşmada hazır olsalar dahi gerekçeli kararın taraflara veya vekillerine tebliğ edilmesi gerekir.

Öte yandan, 6100 sayılı Kanun’un geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmasına devam olunan mülga 1086 sayılı Kanun 26.09.2004 tarih ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 433. madde hükmü gereğince tarafların kararın temyiz edildiğinden haberdar edilmeleri ve katılma yoluyla temyiz talebinde bulunma haklarını kullanmaları için temyiz dilekçelerinin de diğer tarafa tebliğ edilmesi gerekir.

Somut olay açısından yapılan tespit ve değerlendirmede, gerekçeli kararın taraflara tebliğ edilip edilmediği dosya kapsamından anlaşılamamaktadır.

Bu sebeple;

1-Taraflara gerekçeli karar tebliğ edilmişse tebliğe ilişkin evrakın dosyaya eklenmesi,

2-Tebliğ edilmemişse gerekçeli kararın taraflara tebliği ile buna ilişkin evrakın dosya içine alınması ve temyiz süresinin beklenmesi,

3-Davalı Bakanlık ile davacı tarafın da hükmü temyiz etmesi halinde, temyiz dilekçesinin hukuki dinlenilme hakkının sağlanması açısından karşı tarafa tebliğ edilmesi ;

B)6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 321. maddesinin 2. fıkrasında, “Kararın tefhimi, mahkemece hükme ilişkin tüm hususların gerekçesi ile birlikte açıklanması ile gerçekleşir. Ancak zorunlu hâllerde, hâkim bu durumun sebebini de tutanağa geçirmek suretiyle, sadece hüküm özetini tutanağa yazdırarak kararı tefhim edebilir. Bu durumda gerekçeli kararın en geç bir ay içinde yazılarak tebliğe çıkartılması gerekir.” hükmü düzenlenmiştir. Bu sebeplerle basit yargılamada 6100 sayılı Kanun’un 297/2. maddesindeki unsurları taşıyan hükmün, 6100 sayılı Kanun’un 321. maddesi uyarınca gerekçeli olarak açıklanması zorunludur.

6100 sayılı Kanun’un 321. maddesindeki “hükme ilişkin tüm hususlar”dan kastedilen 6100 sayılı Kanun’un 297. maddesindeki unsurlardır. Taraflarca süre tutum dilekçesinin verilmesi gerekçeli kararın tebliğ edilmemesinden kaynaklanmaktadır. Gerekçeli karar tebliğ edildiğinde taraflar gerekçeli temyiz dilekçesi ile temyiz haklarını kullanabileceklerdir. 6100 sayılı Kanun’un “hukuki dinlenilme” başlıklı 27. maddesi, Anayasa’nın hak arama hürriyetini düzenleyen 36. maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil yargılanma hakkına ilişkin 6. maddesi nazara alındığında gerekçeli kararın taraflara tebliğ edilmesi gerektiği açıktır.

Öte yandan, 6100 sayılı Kanun’un geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmasına devam olunan mülga 1086 sayılı Kanun 26.09.2004 tarih ve 5236 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki 433. madde hükmü gereğince tarafların kararın temyiz edildiğinden haberdar edilmeleri ve katılma yoluyla temyiz talebinde bulunma haklarını kullanmaları için temyiz dilekçelerinin de diğer tarafa tebliğ edilmesi gerekir.

Dosya içeriğine göre; davalı temyizinin davacıya tebliğ edildiğine ilişkin tebliğ belgesinin bulunmadığı anlaşılmakla, tebliğ edilmiş ise tebliğ belgesinin eklenmesi, tebliğ edilmemiş ise yöntemince tebliğ edildikten ve temyiz süresi beklendikten sonra gönderilmek üzere dosyanın mahkemesine GERİ ÇEVRİLMESİNE, 27.04.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 21. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/20284 Karar : 2017/2825 Tarih : 6.04.2017

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.

Hükmün, davalı vekili tarafından duruşmalı, olarak temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan ve temyiz konusu hükme ilişkin dava, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 369. maddesinde sayılı ve sınırlı olarak gösterilen hallerden hiçbirine uymadığından Yargıtay incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasına ilişkin isteğin reddine karar verildikten sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

Dava, iş kazası nedeniyle maluliyete dayalı manevi tazminat istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile 10000,00 TL manevi tazminatın 02.05.2006 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiz ile birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin talebin ise reddine karar verilmiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2009/19-109 Esas ve 2009/123 Karar sayılı ilamında değinildiği üzere, 10.04.1992 tarih, 1991-7 Esas 1992-4 Karar Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı Hâkimin tefhim etmiş olduğu kısa kararla gerekçeli kararın uyum içinde olması gerektiğini öngörmektedir. Yargı erkinin görev ve yetkisi, Anayasa ile yasaları amaçlarına uygun olarak yorumlayıp uygulamak, keza İçtihadı Birleştirme Kararlarının bağlayıcılığını gözetmekten ibarettir. Kısa kararla gerekçeli karar arasındaki çelişkiye cevaz verilmemesinin amacı, kamunun mahkemelere olan güveninin sarsılmamasına yöneliktir. Öyle ki, İçtihadı Birleştirme Kararında bu konuya çok büyük bir önem verilmiş, çelişkinin varlığı tespit edildiği takdirde, başka hiçbir incelemeye gerek görülmeksizin ve tarafların bu konuyu temyiz sebebi yapıp yapmadıklarına bakılmaksızın kararın salt bu nedenle bozulması gerektiğine işaret edilmiştir.

Bilindiği üzere tarafların tüm delilleri toplanıp, tetkik edildikten ve son sözleri dinlenip duruşmanın bittiği bildirildikten sonra Hâkimin, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 298.maddesi uyarınca kararlarını gerekçesi ile birlikte (tam olarak) yazması ve hüküm sonucunu HMK’nın 297/2. maddesinde öngörülen biçimde tefhim etmesi asıldır. Mahkemece yargılama sonunda verilen bu kısa karar, bir davayı sona erdiren temyizi mümkün olan (nihai) son kararlardandır. Bu kararla mahkeme davadan elini çeker ve davayı sona erdirmiş olur. Bu aşamadan sonra yapılması zorunlu iş, gerekçeli kararı kısa karar doğrultusunda ve yasal gerekçeleriyle birlikte mahkemenin yazmasından ibarettir. Artık bu karardan dönme (rücu) olanaklı olmadığı gibi, kararın asli unsurlarından olan gerekçenin de hüküm fıkrasına uygun biçimde yer alması gerekir (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 1991/7 E. ve 1992/4 K. sayılı ve 10.4.1992 günlü kararı).

Esasen ilamın tefhim edilen karara uygun yazılması ve gerekçe taşıması kamu düzeni ile doğrudan ilgili temel kurallardan olup, bu kurala kanun koyucu HMK’nın 294 ve 298. maddeleriyle varlık kazandırmıştır.

Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı ise HMK’nın 297. maddesinde belirtilmiştir. Buna göre, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir. Ne var ki, uygulamada HMK’nın 294. maddesinin getirdiği imkândan faydalanarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağa geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır. İşte bu gibi hallerde, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan Hâkimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak yoktur. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasanın 141. maddesi ile HMK’nun buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum oluşturur. Ayrıca anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile Hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama Yargı, Yargıç ve Kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.

Bu açıklamalar ışığında; temyize esas gerekçeli kararda dava dışı Talat Dede’den alt işveren sıfatı ile bahsedilerek iş bu dosya davalısı ile müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğuna karar verildiği ile davanın kabulü üzerine 15000,00 TL üzerinden manevi tazminata hükmedildiği belirtilmiş ise de; tefhim edilen kısa karar ve hükümde davanın kısmen kabulü ile davacı lehine 10000,00 TL manevi tazminat verildiği açık olduğundan, hüküm ve gerekçeli karar uyumlu olmayıp verilen karar bu yönden isabetsiz olmuştur.

Mahkemece, yukarıda belirtilen maddi ve hukuksal olgular gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O halde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının sair yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 06.04.2017 gününde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 23. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/2334 Karar : 2017/978 Tarih : 30.03.2017

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

Asıl ve birleşen davalarda davacı TMSF vekili, 22.12.1999 tarih ve 23914 sayılı mükerrer Resmi Gazetede yayımlanan, 21.12.1999 tarih ve 99/13765 sayılı Bakanlar Kurulu kararıyla, … Bankası A.Ş.’nin, temettü hariç ortaklık hakları ile yönetim ve denetimlerinin Fona devredildiğini, adı geçen bankanın yöneticisi ve deneticisi olan davalıların, kanuna aykırı karar ve işlemleri ile bankanın zarara uğratıldığını ileri sürerek, ortaya çıkan zararın davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini, aksi takdirde davalıların şahsi iflaslarını talep ve dava etmiştir.

Asıl ve birleşen davalarda davalılar vekilleri, yapılan işlemlerin bankalar kanunu ve uygulamalarına aykırı olmadığını, bu işlemler nedeniyle bir zarar oluşmadığını, kredilerin pek çoğunun kapatıldığını savunarak, davaların reddini istemişlerdir.

Mahkemece, iddia, savunma ve dosya kapsamına göre, 5411 sayılı Bankalar Kanun’nun 132/10. maddesinde “Fon, takip ettiği alacaklar ile ilgili olarak iskonto da dahil olmak üzere, her türlü tasarrufta bulunmaya, sulh olmaya, satmaya, geri almaya, alacağına mahsuben menkul ve gayrimenkul mallar ile her türlü hak ve alacakları belirleyeceği koşullar ile devralmaya ve alacağın yeniden itfa planına bağlanması da dahil olmak üzere borçlularla anlaşma yapmaya ve borçlularla yaptığı anlaşmalar kapsamında Fon Kurulunca belirlenecek usul ve esaslar dahilinde muhafaza tedbiri uygulayıp uygulamamaya, dava açıp açmamaya veya açılmış bulunan hukuk davalarının yapılan anlaşma süresince durdurulmasını mahkemeden istemeye yetkilidir.” hükmüne yer verildiği, davacı Fonun, … Bank A.Ş.’nin

hakim hissedarı … Grubu ve bağlantılı gerçek ve tüzel kişiler ile alacakların tahsili ve tasfiyesi hususunda 23.03.2010 tarihinde bir protokol imzaladığı, anılan yasal düzenleme ve protokol hükümlerine dayalı olarak ihtiyati tedbir kararları devam etmek kaydıyla, davanın durdurulmasını talep ettiği, 5411 sayılı Yasa gereğince durdurma isteminin yasal koşullarının oluştuğu gerekçesiyle, davanın dudurulmasına ve davalılar hakkında ihtiyati tedbir kararlarının devamına karar verilmiştir.

Kararı, davalılar … ve … vekillleri temyiz etmiştir.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davalılar … ve … vekillerinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalılar … ve … vekillerinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harçlarının temyiz edenlerden alınmasına, kararın tebliğinden itibaren 10 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 30.03.2017 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

MUHALEFET ŞERHİ

Mahkeme, usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir.Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai kararlar, hükümdür.(HMK.m.294/1) Bu madde, bir kararın ara karar mı, nihai karar mı olduğunun tespitinde, verilen kararın davayı sona erdirip erdirmemesine göre belirleneceğini ortaya koymaktadır.Eğer mahkemenin kararı ihtilafı nihai olarak sona erdirmiyorsa; bu karar, ara kararı niteliğindedir ve bu karara rağmen dava derdest olmaya devam eder.

Somut olayda, davalıların … Bankasını zarara uğrattıkları belirtilerek, zararın tazmini bunun mümkün olmaması halinde, iflaslarına karar verilmesi talep edilmiştir. Yargılama sırasında, davacı taraf, 5411 sayılı Kanunun 132/10 maddesine istinaden, taraflar arasında protokol yapıldığını belirtilerek, protokol süresince davanın durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Mahkeme “…protokol yürürlükte kaldığı sürece davalılar hakkındaki davanın durdurulmasına esasın bu şekilde kapatılmasına, bu dosyadan verilen tedbir kararlarının devamına” karar vermiştir.

Öncelikle, anılan kararın HMK nın 294/1. fıkrası anlamında nihai bir karar olmadığı ara kararı niteliğinde olduğunda kuşku yoktur. Zira bu kararla, davanın konusu olan zararın tazminine veya davalıların iflasına karar verilmesine dair taleple ilgili bir hüküm içermediği ortadadır. Dolayısıyla anılan kararla, dava protokol süresince “olduğu yerde” sadece durdurulmalıdır. Kararın “tedbirlerin devamına” dair kısmı, verilen kararın ara kararı mahiyetinde olduğu kanaatimizi teyid etmektedir.

Hal böyle olunca mahkeme kararının “…esasın bu şekilde kapatılmasına” dair kısmı “ara kararının” mahiyetine uygun düşmemiştir. Taraflar arasındaki protokolün ihlali halinde, davaya kaldığı yerden devam edilmesi gerekirken; mahkemenin “…esasın kapatılmasına” dair kararı ile, dava hakkında nihai bir karar verilmeden davanın sonlandırılması ve kararın anılan kısmının HMK nın 26, 27, 30 ve 33. maddelerine aykırılık teşkil etmesi nedeniyle resen dikkate alınması gerekir. Öte yandan davanın esası kapatıldığı için davalı tarafın “tedbirlerin kaldırılmasına” dair taleplerinin usul ekonomisine uygun bir şekilde değerlendirilip karara bağlanması imkanları da ellerinden alınmıştır.

Bu nedenlerle, yerel mahkeme kararındaki “…esasın bu şekilde kapatılmasına” dair kısmının isabetsiz olduğu vurgulanarak “…davanın durdurulmasına” ilişkin kısmın ise ara kararı mahiyetinde olduğu ve temyizi kabil olmadığı gerekçesi ile TEMYİZ İSTEMİNİN REDDİNE karar verilmesi gerekirken Sayın çoğunluğun, doğrudan hükmün onanmasına dair kararına karşıyım.


YARGITAY 21. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/5673 Karar : 2017/2484 Tarih : 28.03.2017

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

Davacı, murisinin iş kazası sonucu ölümünden doağan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.

Hükmün davacılar ve davalılardan …vekillerince temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici nedenlerle, temyiz kapsamı ve nedenlerine göre davacılar vekilinin tüm, davalı … Elektirik Dağıtım A.Ş. (…) vekilinin ise aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki diğer temyiz itirazlarının reddine,

2- Dava, 16.04.2006 tarihli iş kazasında sigortalının vefatı nedeniyle anne ve kardeşlerinin maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece, maddi tazminat isteminin reddine, davacı anne lehine 15.000 TL, davacı kardeşlerin her biri lehine ise 2.000 TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek faiziyle davalılar … ve …’nden müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmiştir.

Dosya kapsamındaki bilgi ve belgelerden, sigortalı…’in Davalı …’ın taşeronu …. ve Tic. Ltd. Şti işçisi olarak, elektirik direğinde arızayı gidermek için direğe çıktığı sırada iş kazası geçirerek vefat ettiği, … Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2006/286 E, 2007/20 K. sayılı ilamıyla sigortalının çalıştığı ekibin şefi … ile Elektrik Mühendisi …’ın sanık olarak yargılandığı ve mahkum oldukları, iş güvenliği uzmanı heyetinden alınan 02.11.2009 tarihli bilirkişi raporunda iş kazasının gerçekleşmesinde …’ın % 20,…Şirketinin %50, …’in %5, …’ın %5 ve Sigortalının %20 oranında kusurlu olduğunun tespit edildiği, mahkemece açıklanan gerekçede iş bu rapora itibar edildiği belirtilmekle beraber, hükümde tazminat alacağından davalı şirketlerin sorumlu tutulduğu davalı … ile … hakkında tazminatlardan sorumluluklarına ilişkin karar verilmediği anlaşılmıştır.

Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı HMK’nın 297. maddesinde belirtilmiştir. Buna göre, hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra numarası altında birer birer açık şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.

Ne var ki, uygulamada HMK’nın 294. maddesinin getirdiği imkândan faydalanarak bazı zorunlu nedenlerle sadece hükmün sonucu tutanağı geçirilip tefhim edilmekte, gerekçeli karar daha sonra yazılmaktadır.

İşte bu gibi hallerde, tarafların hak ve yükümlülüklerini açıkça gösteren tefhim ile aleniyet ve hukuki varlık kazanan kısa karara daha sonra yazılan gerekçeli kararın uygun olması zorunludur. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hâkimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak yoktur. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması, yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim edilmesine ilişkin Anayasanın 141. maddesi ile HMK’nun yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum oluşturur. Ayrıca anılan husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hâkime yükletilmiş bir ödevdir. Aksine düşünce ve uygulama yargı, yargıç ve kararlarının her türlü düşünceden uzak, saygın ve güvenilir olması ilkesi ile de bağdaşmaz.

Birden çok kimsenin birlikte neden oldukları zarardan sorumluluklarını düzenleyen 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 50. maddesi ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 60. maddesi(tam dayanışmalı sorumluluk) ya da birden çok kimsenin değişik nedenlerle meydana getirdikleri aynı zarardan sorumluluklarını düzenleyen Borçlar Kanunu’nun 51. maddesi ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 60. maddeleri(eksik dayanışmalı sorumluluk) uyarınca davacı, zararının tümünü müteselsil sorumlulardan biri aleyhine açacağı bir dava ile isteyebileceği gibi, sorumluların hepsi aleyhine açacağı tek bir dava ile de talep edebilir.

İş kazalarından kaynaklanan maddi ve manevi tazminat davalarında zararlandırıcı olaya neden oldukları ileri sürülen kişi veya kişilerin kusur oranlarının kesin olarak tespiti hem maddi hem de manevi tazminat miktarını doğrudan etkilemesi bakımından önem taşımaktadır. Zira maddi tazminat davalarında sigortalının kazanç kaybının hesaplanmasında davacının kendi kusuru oranında tespit olunan kazanç kaybından indirim yapılacağı gibi yine manevi tazminat davalarında hükmedilecek manevi tazminat miktarının takdirinde tarafların kusur durumu mahkemece öncelikle dikkate alınacaktır.

Ayrıca, Borçlar Kanunu’nun 74. maddesi ve yerleşik Yargıtay uygulamasına göre; hukuk hâkimi,ceza davasındaki kesinleşen ceza mahkemesi kararıyla saptanmış maddi olgular ile bağlıdır.

Somut olayda, davalı … ile …’ın Ceza Mahkemesinde mahkum oldukları ve alınan kusur bilirkişi heyet raporunda da iş bu davalılara kusur verildiği, mahkemece açıklanan gerekçede de iş bu rapora işaret edildiği belirtilmekle, iş bu davalıların tazminattan sorumluluklarına karar verilmesi gerekirken; gerekçe ile hüküm arasında çelişki oluşturacak şekilde ve ceza mahkemesinde kesinleşen maddi vakalara aykırı mahiyette davalı … ile … hakkında manevi tazminat istemleri yönünden davanın reddine karar verilmesi doğru olmamıştır.

Yapılacak iş; davalı …, … Ve Tic. Ltd. Şti ile beraber davalı … ve …’ın da manevi tazminat istemilernden sorumluluklarına karar vermekten ibarettir.

Mahkemece, yukarda belirtilen maddi ve hukuksal olgular gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

O halde, davalı … vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde temyiz eden davalı …’a iadesine 28.03.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/17431 Karar : 2017/453 Tarih : 23.01.2017

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

Davacı, …, 1990 ada 3 parsel, 1530 ada 1, 2, 3, 4, 5 parseller ve 1537 ada, 7 ve 8 parsel sayılı taşınmazların mülkiyeti belediyeye ait iken sahte encümen kararlarıyla dava dışı S.S. …Yapı Kooperatifine satıldığını, imar uygulamaları ile taşınmazların 2035 ada 3 parsel ve 1504 ada 3 parsele şuyulandırıldıklarını, Kooperatif tarafından da dava konusu taşınmazların davalıya tahsisen satıldığından bahisle 1540 ada 3 parsel ve 2035 ada 3 parsel sayılı imar parsellerinin tapu kaydının iptali ile adına tescili isteminde bulunmuştur.

Asli Müdahil davacı Hazine ise, dava konusu taşınmazların davacı Belediyeye 775 sayılı kanun kapsamında devredildiğini ancak devir amacına aykırı hareket edildiğini belirterek dava konusu 1540 ada 3 parsel ve 2035 ada 3 parsel sayılı taşınmazların tapu kaydının iptali ile Hazine adına tescili talebinde bulunmuştur.

Mahkemece “…davacı … açısından davanın reddine, asli müdahil davacı Hazine açısından davanın kabulü ile 1504 ada 3 parsel ve 2035 ada 3 parsel sayılı taşınmazların davalı adına olan tapu kaydının iptali ile Hazine adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmiştir.

Hükmü, davacı … ve davalı temyiz etmişlerdir.

HMK`nın “Hüküm, hükmün verilmesi ve tefhimi” başlıklı 294. maddesinde açıklandığı üzere, mahkeme usule veya esasa ilişkin bir nihai kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür. Hüküm, yargılamanın sona erdiği duruşmada verilir ve tefhim olunur.

Aynı Kanunun, “Hükmün kapsamı” başlıklı 297. maddesi gereğince hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.

“Hükmün yazılması” başlıklı 298. maddesi gereğince de gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz.

Somut olayda; temyiz edilen kararın gerekçe bölümünde, “… dava konusu 2002 ada 4 parsel sayılı taşınmazın ilk geldisi ve fiilen bulunduğu yerin hükmen Antalya Bahçecilik kooperatifi adına tescil edilen 685 ve 688 parsel sayılı taşınmazlar olduğu…dava konusu taşınmazın davalı Mustafa Fenercioğlu adına kayıtlı olduğu….” şeklinde, davanın tarafları ve dosyayla ilgisi olmayan açıklamalara yer verildiği görülmekle; müphem ve çelişkili ifadeler içeren bu açıklamaların kararın infazında tereddüt yaratacağı açıktır. hüküm HMK`nın 297. maddesine aykırıdır. Bu haliyle gerekçe ile hüküm arasında uyumsuzluk söz konusudur.

Kararın gerekçesiyle hüküm sonucunun çelişkili bulunması, müphem ve kendi içerisinde çelişkili, infazda tereddüt oluşturacak şekilde yazılmış olması bozma nedenidir. Mahkemece bozma sonrasında, önceki kararla bağlı olmaksızın çelişkiyi kaldırmak kaydıyla vicdani kanaatine göre karar verilebilir.

Bu itibarla gerekçeli kararın gerekçe kısmı ile hüküm sonucunun uyumsuz olması nedeniyle kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair hususların incelenmesine yer olmadığına, temyiz harcının istek halinde yatıranlara iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23.01.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/10845 Karar : 2016/23409 Tarih : 15.12.2016

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

Davacı, Şirketleri ile davalı Kurum arasında 07.01.2009 tarihli Sağlık Hizmeti Satın Alma Sözleşmesi imzalandığını, bu sözleşme kapsamında sağlık hizmeti sunumu devam etmekte iken davalı kurum hekimleri tarafından yapılan fatura incelemesinde şirketlerine ait tıp merkezi göz polikliniğinde muayene olan hastaların katarak, glakom gibi tanılarını takip eden ameliyat, lazer, gonyoplasti gibi işlemler için dava dışı Atagöz Hastalıkları Dal Merkezine başvurdukları ve burada paket işlemlere ait kontrol muayenelerinin de tekrar Şirketlerine ait tıp merkezinde yapıldığı gerekçeleri ile incelemelerin başlatıldığını, yapılan bu incelemeler neticesinde sözleşmenin 3.1.14 maddelerine aykırı davrandığı gerekçesiyle 5.1.10 maddesi uyarınca 10.000,00.-TL ve 11 aylık dönem için olmak üzere 110.000,00 TL cezai şart işlemi uygulandığının bildirdiğini, ancak söz konusu cezai işlemin hukuka aykırı olduğunu, hasta yönlendirmesinin söz konusu olmadığını ileri sürerek cezai şart uygulamasının iptaline karar verilmesini istemiştir.

Davalı, davacının sözleşme hükümlerine aykırı davranması nedeniyle hakkında uygulanan cezai işlemin hukuka uygun olduğunu savunarak davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, davanın kısmen kabulüne, davalı tarafından uygulanan cezai şartın 19.224,00 TL`lik kısmı üzerinde olan bölümünün iptaline, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

1-6100 sayılı HMK’nun 294. maddesi gereğince mahkeme, yargılamanın sona erdiği duruşmada hükmü vererek tefhim eder. Hükmün tefhimi, her halde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur. Zorunlu nedenlerle sadece hüküm sonucunun tefhim edildiği hallerde, gerekçeli kararın tefhim tarihinden başlayarak bir ay içinde yazılması gerekir. HMK’nun 297/2. maddesi gereğince, hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir. Yine HMK’nun 298/2. maddesi gereğince de, gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz. Kararın gerekçesi ile hükmün de birbirine uyumlu olması gerekir. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hakimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak da yoktur. Kısa kararla gerekçeli kararın birbirinden farklı olması yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim olunmasına ilişkin Anayasanın 141. maddesi ile HMK.nun yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum yaratır. Ayrıca bu husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hakime yükletilmiş bir görevdir. Somut olayda kararın gerekçe kısmında “Mahkememizce yapılan araştırma neticesinde bu şekilde yönlendirilen hastaların …, ….. ve … olduğu belirlenmiştir. Bu hastaların davacı tıp merkezine muayene yapılmak üzere giriş yaptığı ve akabinde tıp merkezinde herhangi bir operasyon yapılamayacağından dava dışı … Göz Hastalıkları Dal Merkezine yönlendirildikleri dinlenilen tanık anlatımları ve celp edilen belgelerle sabittir. O halde davacı tıp merkezi bu hastalar yönünden davalı kurum ile imzaladığı sözleşmenin 3.1.14.maddesine aykırı davranmıştır.” denilmek suretiyle davalının, cezai işleminin gerekçesi olarak ileri sürdüğü hasta yönlendirme iddiasının Mahkemece kabul edilmesine rağmen hüküm kısmında, sözleşmenin 11.1.10 maddesi gereği, SUT`ta belirtilen kurallar uyarınca kuruma fatura edilmemesi gereken bir işlemin fatura edilmesi hükmüne aykırılık nedeniyle bilirkişi tarafından hesaplanan tutar üzerinden kısmen kabul kararı verilmiş olması nedeniyle, kararın gerekçe kısmı ile hüküm kısmı arasında çelişki yaratılmıştır. Bu husus, az yukarıda açıklanan gerekçeli karar ve hüküm fıkrasının birbirine uygun olması gerektiğine ilişkin ilke ve yasa hükümlerine aykırı olduğu gibi, 10.4.1992 gün ve 1991/7 esas ve 1992/4 sayılı İBK.nada aykırıdır. Mahkemenin değinilen bu yönü gözardı ederek, gerekçe ile hüküm fıkrası arasında çelişki oluşturacak şekilde karar vermesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

2-Bozma nedenine göre davalının temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle; temyiz olunan kararın bozulmasına, (2) numaralı bent uyarınca davalıların diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/32379 Karar : 2016/15140 Tarih : 23.06.2016

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

A) Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili; müvekkilinin iş akdinin davalı iş veren tarafından haksız feshedildiğini iddia ederek feshin geçersizliğine ve müvekkilinin işe iadesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili; müvekkili şirketin…. ve diğer havayolu şirketlerine ikram hizmeti sağladığını, bu hizmetin ikram ürünlerinin üretilmelerini, satın alınmasını, depolanmasını, planlamasını ve yüklemelerini kapsamakta olup, uçakların planlanan seferlerine başlamasından önce, kalktıkları ve indikleri havaalanlarında gerekli malzeme ve ürünlerin müvekkili şirket araçları ile uçaklara yüklenmesi şeklinde olduğunu, davacının 12.01.2015 tarihinde ikram malzemelerinden bir başkasına verdiğini tespit edildiğini, davacının uçaklara yüklenmek için kendisine teslim edilen ikram ürünlerini üçüncü kişilere verme yetkisi bulunmadığını, eylemin müvekkili şirket nezdinde güveni sarsıcı olup iş sözleşmesinin feshinin haklı nedene dayandığını, davacının disiplin kuruluna sevkedildiğini, kurulun iş akdinin feshine oy birliğiyle karar verdiğini, feshin haklı olduğunu savunarak davanın reddini savunmuştur.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece feshe gerekçe yapılan eylemin, davacı tarafından işlendiğinin sabit olduğu, bu hususu savunmasında da ikrar ettiği, eyleminin 4857 sayılı yasanın 25/II maddesi gereğince haklı feshi gerektirecek nitelikte olduğu gerekçesiyle hüküm kısmında feshin geçerli nedene dayandığı açıklanarak davanın reddine karar verilmiştir.

D) Temyiz:

Kararı taraf vekilleri temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:

Somut uyuşmazlıkta davacının iş sözleşmesi uçaklara yüklenmek için kendisine verilmiş ikram ürünlerini üçüncü kişilere vermesi nedeniyle 4857 sayılı İş Kanunu’nun 25/II maddesi uyarınca feshedilmiştir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 294/4, 297/2, 321/2 maddeleri gereğince tefhim edilen hükümle, daha sonra açıklanan gerekçe arasında çelişki ve tereddüt uyandıracak ifadelerin yer almaması gerekir.

Mahkemece hükümde davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedene dayandığından reddedildiği, gerekçeli kararın gerekçe bölümünde ise feshin haklı nedene dayandığı açıklanarak gerekçeyle hüküm arasında çelişki oluşturulması hatalıdır.

Davacının savunması, davalı tanık anlatımları ve sunulan belgeler değerlendirildiğinde davacının fesih nedeni yapılan eyleminin doğruluk ve bağlılığa aykırı güven sarsıcı olduğu, davacının iş akdinin feshinin haklı olduğu anlaşıldığından davanın reddine karar verilmesi gerekmiştir.

4857 sayılı İş Yasasının 20/3 maddesi uyarınca Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.

HÜKÜM :

Yukarıda açıklanan gerekçe ile;

1.Mahkemenin kararının BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA,

2.Davanın REDDİNE,

3.Harç peşin alındığından yeniden alınmasına yer olmadığına,

4.Davacının yaptığı yargılama giderinin üzerinde bırakılmasına, davalının yaptığı 100.00 TL yargılama giderinin davacıdan tahsili ile davalıya ödenmesine,

5.Karar tarihinde yürürlükte bulunan tarifeye göre belirlenen 1.800 TL ücreti vekaletin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,

6.Peşin alınan temyiz harcının isteği halinde davalıya iadesine,

Kesin olarak 23.06.2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/18871 Karar : 2016/11415 Tarih : 9.06.2016

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, tarafların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-Mahkemece, taraflar eşit kusurlu kabul edilerek boşanmalarına karar verilmiş ise de; yapılan yargılama ve toplanan delillerden davacı-davalı erkeğin cinsel ilişkinin gerçekleşmemesi nedeniyle kadının kusurunu ispatlayamadığı, kadının bu hususta kusurunun bulunmadığı, mahkemece belirlenen diğer gerçekleşen kusurlu davranışlara göre boşanmaya neden olan olaylarda davacı-davalı erkeğin daha fazla kusurlu olduğu anlaşılmaktadır. Kusur durumu böyleyken, mahkemenin tarafları eşit kusurlu kabul etmesi ve buna bağlı olarak davalı-davacı kadının maddi ve manevi tazminat (TMK m. 174/1-2) isteklerini reddetmesi isabetsiz olmuştur.

3-Mahkemece, taraflara tefhim edilen kısa kararda ve gerekçeli kararın hüküm fıkrasında ziynet eşyaları ve para yönünden davanın kısmen kabulü ile, miktar ve nitelikleri belirtilmek suretiyle 7 adet bilezik, 4 adet bilezik, 16 adet küçük altın, 1 adet kolyenin aynen değil ise 20.192 TL bedelin ve düğünde davalı-davacıya takılan 2.770 TL olmak üzere toplam 22.962 Tinin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsiline karar verildiği halde gerekçeli kararda davalı-davacıya takılan paranın 980 TL olduğunu, sehven o miktar yazıldığını, bunun tahsiline karar verildiği belirtilmiş, ve gerekçeli karar ile hüküm arasında çelişki oluşturulmuştur. Mahkemece daha sonra gerekçeli kararın altına düzeltme şerhi yapılarak çelişki giderilmeye çalışılmıştır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 294/3. maddesi uyarınca, hükmün tefhimi, her halde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur. Gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz. (HMK m. 298/2) Buna göre, tefhim edilen hüküm sonucu yanlış da olsa, gerekçeli kararın, tefhim edilen hüküm sonucuna uygun düzenlenmesi gerekmektedir. Yanlışlık ancak temyiz/kanun yoluna başvurulması ve kararın bozulması halinde düzeltilebilir. Tefhim edilen ve duruşma tutanağına geçirilen hüküm sonucu ile gerekçeli karar arasındaki aykırılık diğer yönler incelenmeden tek başına bozma sebebi olur. O halde mahkemece yapılacak iş, 10.04.1992 tarihli 7/4 sayılı içtihadı birleştirme kararı gözetilerek kadının ziynet, ve takı para alacağı davasına yönelik yeniden karar oluşturmaktan ibarettir.

4-Mahkemece tarflarca yapılan yargılama giderlerinin karşı taraftan tahsiline karar verilmiştir. Yargılama giderlerine, mahkemece resen hükmedilir (HMK m. 332/1). Yargılama gideri, tutarı, hangi tarafa ve hangi oranda yükletildiği ve dökümü hüküm altında gösterilir (HMK m. 332/2). Kararda hangi yargılama giderlerine hükmedildiği hüküm altında belirtilmemiştir. Açıklanan sebeple yargılama giderleri hakkında infaza elverişli hüküm kurulmak üzere kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda 2., 3. ve 4..bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, bozma sebebine göre davalı-davacı kadının yargılama giderlerine yönelik sair temyiz itirazlarnın ve davacı-davalı erkeğin ziynet ve takı para alacağına yönelik sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu bölümlerinin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas: 2017/3180 Karar: 2018/11 Tarih: 17.01.2018

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

Mahkeme kararlarında nelerin yazılacağı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297. maddesinde belirtilmiştir. Hüküm sonucu kısmında gerekçeye ait her hangi bir söz tekrar edilmeksizin isteklerin her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gerekir.

6100 sayılı HMK’nın 294. maddesinin 3 fıkrasında ise “Hükmün tefhimi herhalde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur” hükmüne yer verilmiştir.

Ayrıca, bozma kararı ile ilk hüküm hayatiyetini yitirdiğinden ona atıf suretiyle hüküm tesisinin yukarıda açıklanan kurallara uygun düşmeyeceği de aşikardır.

Nitekim Yargıtay’ın yerleşmiş görüşü de bu yöndedir (Hukuk Genel Kurulunun 05.04.2017 gün 1610-668 sayılı; 24.05.2017 gün 1265-1005 sayılı kararları).

Somut olaya gelince; mahkemece aslolan kısa kararda yukarıda açıklanan mevzuata uygun hüküm fıkrası oluşturulmamış sadece “Mahkememizce verilen 12/03/2015 tarih ve 2012/760 Esas 2015/90 Karar sayılı hükmünde direnilmesine” denilmekle yetinilmiş, dosya kapsamı dikkate alınarak taraflara yüklenen borç ve tanınan hakkın sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde, usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar kurulmamıştır.

Bu durumda, yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde usulün öngördüğü anlamda oluşturulmuş bir hüküm bulunmadığı gibi, direnme kararlarını denetleyen Hukuk Genel Kurulu tarafından incelenebilecek nitelikte teknik anlamda bir direnme hükmü de bulunmadığı her türlü duraksamadan uzaktır.

Şu durumda mahkemece yapılacak iş; dosya kapsamı dikkate alınarak taraflara yüklenen borç ve tanınan hakkın sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde, usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar oluşturulmasıdır.

Mahkemenin, yukarıda ayrıntılarıyla açıklanan biçimde usulün öngördüğü niteliklere haiz bulunmayan kısa karar usule uygun karar değildir.

Direnme kararının bu nedenle bozulması gerekmiştir.

S O N U Ç : Direnme kararının yukarıda gösterilen nedenden dolayı BOZULMASINA, bozma

nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, istek halinde temyiz peşin harcın yatırana geri verilmesine, 17.01.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.


YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ Esas: 2015/21454 Karar: 2017/10558 Tarih: 01.11.2017

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

Davacı, davalının 02.04.2008 tarihli inşaat yapım sözleşmesi ile … ilçesinde 685 ada 1 parsel üzerinde inşaat yapım karşılığı …‘deki bir kısım taşınmazların mülkiyetini daire olarak taşeron firmaya devredeceği hususunda anlaştığını, taşeron firmaya bırakılan dairelerden B 5 Blok 52 numaralı daireyi taşeron firma … yapıdan devraldığını, davalının bu tarihten sonra tüm daire maliklerinden inşaat yapım sözleşmesinde belirtildiği gibi inşaatın tamamlanarak maliklerine teslimi için vekaletname aldığını, ancak davalının dava dışı taşeron firmaya borcunu ödemediğinden firmaca davalı hakkında icra takibi başlatıldığını, davalının 01.06.2010 tarihinde bizzat kendisinin sattığı dairleri tamamladığını, ancak kendi dairesinin tamamlanmadığını ileri sürerek; 01.06.2010 tarihinden takip tarihine kadar 13 ay 12 gün kira kaybı olan 9.380,00 TL, 2.500,00 TL eksik imalat bedeli ve 1.220,00 TL ortak gider payı toplamı 13.100,00 TL’nin tahsili amacıyla başlatılan takibe vaki itirazın iptaline ve icra inkar tazminatına karar verilmesini istemiştir.

Davalı, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, davanın kısmen 8.358 TL üzerinden kabulüne, 9. İcra Müdürlüğü’nün 2011/9893 E sayılı dosya üzerindeki takibin bu miktar düşüldükten sonraki kısmı için devamına karar verilmiş; hüküm, taraflarca temyiz edilmiştir.

1- )6100 Sayılı HMK.nun 294.maddesi gereğince mahkeme, yargılamanın sona erdiği duruşmada hükmü vererek tefhim eder. Hükmün tefhimi her halde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur. Zorunlu sebeplerle sadece hüküm sonucunun tefhim edildiği hallerde, gerekçeli kararın tefhim tarihinden başlayarak bir ay içinde yazılması gerekir. 297/2 maddesi gereğince hükmün sonuç kısmında taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir. 298/2 maddesi gereğince de gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hakimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak da yoktur. Kısa kararla gerekçeli kararın birbirinden farklı olması yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim olunmasına dair Anayasanın 141. maddesiyle yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum yaratır. Ayrıca bu husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi yasa ile hakime yükletilmiş bir görevdir.

Somut olayda mahkemece hüküm kurulurken kısa kararda “Davanın kısmen kabulüne, 8.358,00 TL’nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine,” denilmiş, gerekçeli kararın hüküm kısmında ise kısa karardan farklı olarak “davanın kısmen 8.358,00 TL üzerinden kabulüne, 9. İcra Müdürlüğünün 2011/9893 E sayılı dosya üzerindeki takibin bu miktar düşüldükten sonraki kısmı için devamına” denilmiş olmakla kısa kararla gerekçeli karar arasında çelişki oluşmuş olup, bu ise az yukarıda açıklandığı üzere usul ve yasaya aykırıdır. Kararın bu sebeple bozulması gerekmiştir.

2- )Bozma şekil ve sebebine göre tarafların temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda ( 1 ) numaralı bentte açıklanan sebeplerle temyiz edilen hükmün BOZULMASINA, ( 2 ) numaralı bentte yazılı sebeplerle tarafların temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan 142,73 TL harcın istenmesi halinde davalıya iadesine, 440/III-1 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 01.11.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 21. HUKUK DAİRESİ Esas: 2016/944 Karar: 2017/4351 Tarih: 23.05.2017

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

1- ) Yerel Mahkemece, davalı vekilince verilen 29.05.2015 tarihli temyiz dilekçesinin, ( 8 ) günlük temyiz süresi geçtikten sonra verildiği gerekçesiyle 02.06.2015 tarihli ek kararla davalının temyiz talebinin reddine karar verilmiştir. Davalıya , kısa kararın 14.05.2015 tarihinde tefhim edildiği, gerekçeli kararın da 18.06.2015 tarihinde tebliğ edildiği görülmektedir.

Davalı vekili, temyiz talebinin reddine dair ek kararı süresinde temyiz etmiştir.

6100 Sayılı HMK’nın 294/3.maddesine göre “Hükmün tefhimi, her hâlde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur.”

HMK’nın 297/2.maddesineHMK’nın 297/2.maddesine göre “Hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.”

Yerel Mahkemenin tefhim ettiği kısa karar ( hüküm sonucu ), HMK’nın 297 /2.maddesindeki unsurları içerir biçimde yapılmadığından Yasa’da öngörülen ( 8 ) günlük temyiz süresinin geçtiğinden sözedilemez. Kaldı ki gerekçeli karar, davacıya 21.01.2015 tarihinde tebliğ edilmiş olup, tebliğ tarihine göre temyiz talebi de süresi içinde yapılmıştır. Hal böyle olunca, davalının hükmü süresinde temyiz ettiği anlaşıldığından Yerel Mahkemenin temyiz isteminin reddine dair ek kararının bozularak kaldırılması ve asıl hükmün temyizini amaçlayan temyiz itirazlarının incelenmesi gerekir.

2- ) Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayanağı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davalının yerinde bulunmayan bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün onanması gerekmiştir.

SONUÇ : Yerel Mahkemenin davalının temyiz isteminin reddine dair 02.06.2015 tarihli ek kararının bozularak kaldırılmasına ve usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı temyiz harcının temyiz edene yükletilmesine, 23.05.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ Esas: 2017/102 Karar: 2017/2319 Tarih: 24.03.2017

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

Dairemizin 26.09.2012 gün ve 2012/8910 E.- 2012/11044 K. sayılı Kararı ile yerel mahkemenin 21.03.2012 tarihli ve 2012/1 E. - 2012/53 Sayılı hükmünün bozulmasına karar verilmiş ve mahkeme 09.11.2013 tarihli ve 2012/213 E. - 2013/5 Sayılı Kararıyla ilk hükmünde direnmiştir.

Direnme kararı, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı dava dilekçesinde, murisine ait … ilçesi … Köyü … Mevkiinde kain 877 parsel sayılı taşınmazdaki malik sütunundaki … isminin nüfus kayıtları uyarınca … olarak düzeltilmesini istemiştir.

Davalı adına hazine vekili davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş, hükmü davalı vekili temyiz etmiştir. Dairemizce hüküm, eksik inceleme sebebiyle bozulmuş, mahkemece bozma doğrultusunda yapılan inceleme sonucu, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Hükmü davalı vekili temyiz etmiş, Dairemizce tapu maliki ile düzeltilmesi istenen kişinin farklı kişiler oldukları, davanın reddi gerektiği gerekçesiyle bozma kararı verilmiştir.

Mahkemece bu bozma kararına karşı direnme hükmü kurulmuştur.

Direnme kararı Hukuk Genel Kuruluna gönderilmiş ise de 24.11.2016 tarihinde kabul edilen 6763 tarihli Kanunla, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemesi Kanununa eklenen ikinci fıkrası uyarınca, direnme kararı incelenmek üzere Dairemize gönderilmiştir.

6100 Sayılı HMK’nun “Hüküm, hükmün verilmesi ve tefhimi” başlıklı 294. maddesinde6100 Sayılı HMK’nun “Hüküm, hükmün verilmesi ve tefhimi” başlıklı 294. maddesinde açıklandığı üzere mahkeme, usule veya esasa dair bir nihai kararla davayı sona erdirir. Yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karar, hükümdür. Hüküm, yargılamanın sona erdiği duruşmada verilir ve tefhim olunur.

Aynı Kanun’un Aynı Kanun’un “Hükmün kapsamı” başlıklı 297. maddesi gereğince hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.

“Hükmün yazılması” başlıklı 298. maddesi gereğince de gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz.

Temyiz edilen gerekçeli kararın tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olduğu görülmüştür.

10.04.1992 tarihli ve 1991/7-1992/4 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararında kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili bulunmasının bozma nedeni oluşturacağı, bozmadan sonra mahkemenin önceki kısa kararla bağlı olmaksızın çelişkiyi kaldırmak kaydı ile vicdani kanaatine göre karar verebileceği öngörülmüştür. Somut olayda kısa kararda sadece direnme hükmü kurulmuş, gerekçeli kararda ise davanın kabulüne karar verilmiştir.

Bu itibarla gerekçeli karar ile hüküm sonucunun çelişkili olması doğru görülmemiş, hükmün bu sebeple bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Mahkemece verilen direnme hükmünün yukarıda yazılı sebeplerle bozulmasına, bozma nedenine göre sair hususların şimdilik incelenmesine yer olmadığına, hükmün yukarıdaki gerekçeyle BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istenmesi halinde yatırana iadesine, 24.03.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ Esas: 2014/23963 Karar: 2017/2866 Tarih: 21.03.2017

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

Davacılar vekili, davalıların işleteni, sürücüsü ve trafik sigortacısı olduğu aracın, davacı … ve …‘nın çocuğu, davacı …‘in kardeşi olan …‘ın idaresindeki araca çarpmasıyla oluşan kazada, …‘nın ve kardeşi …‘in öldüğünü, iki çocuklarını kaybeden davacı anne babanın ölenlerin desteğinden yoksun kaldıklarını, ölenin yakını olan davacılar ile kaza anında araç içinde yolcu olarak bulunan davacıların manevi zarara uğradıklarını, davalı … A.Ş.’nin desteğin sürücüsü olduğu aracın trafik sigortacısı olduğunu belirterek, fazlaya dair hakları saklı kalmak ve davalı … şirketleri poliçe limitleriyle sınırlı sorumlu olmak kaydıyla, davacı … ve … için …‘er TL. destekten yoksun kalma tazminatı ile 200.000,00’er TL. manevi tazminatın, davacı … için 50.000,00 TL. manevi tazminatın, diğer davacılar için …‘er TL. manevi tazminatın, kaza tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılardan müteselsilen tahsilini istemiştir.

Davalı … A.Ş. vekili, desteğin idaresindeki aracın trafik sigortacısı olduklarını, kazada davacılar desteği sürücünün asli kusurlu olduğunu, bu sebeple davacıların destek tazminatı talep haklarının bulunmadığını, yasal sorumlulukları olmadığı halde iyiniyet çerçevesinde davacı anne …‘ya … TL. ve davacı baba …‘ya … TL. ödeme yaptıklarını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Davalı Ş. vekili, davacıların desteği olan sürücünün, kazada tam kusurlu olduğunun kaza tespit tutanağı ile sabit olduğunu, sigortalı araç sürücüsünün kazada kusuru olmadığından tazminat sorumlulukları bulunmadığını, manevi tazminatın teminat dışı olduğunu, davadan önce yapılmış başvuru olmadığından temerrüde düşürülmediklerini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Davalı … Nakl. Ltd. Şti. vekili ve davalı … vekili, kazada davacılar desteği sürücünün ağır kusurlu olduğunu ve bu kusurun illiyet bağını kestiğini, davalıların zarardan sorumlu olmadığını, talep edilen manevi tazminatların fahiş olduğunu belirterek davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, iddia, savunma, yapılan yargılama ve toplanan delillere göre; davanın kısmen kabulüyle davacı anne … için … TL. ve davacı baba … için … TL. destekten yoksun kalma tazminatının, kaza tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı … ve … Nakl. Ltd. Şti’den tahsiline, bu miktarların tahsilde tekerrür olmamak kaydıyla davalı …‘dan dava tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte müteselsilen tahsiline, fazlaya dair isteğin reddine, davalı … şirketlerince davacılara yapılmış ödeme varsa infazda dikkate alınmasına; davacı … ve … için …‘er TL. ve diğer davacılar için …‘er TL. manevi tazminatın, kaza tarihinden işleyecek yasal faiziyle birlikte … şirketleri dışındaki davalılardan tahsiline karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili, davalı … A.Ş. vekili, davalı Ş. vekili, davalı … Nakl. Ltd. Şti. ve … vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, ölümlü ve yaralamalı trafik kazası nedeniyle, maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir.

10.04.1992 gün 7/4 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı , hakimin tefhim etmiş olduğu kısa kararla gerekçeli kararın uyum içinde olmasını öngörmektedir. Kısa kararda hükmedilen bir yükümlülüğün gerekçeli kararda hüküm altına alınmamış olmasının, hükmün gerekçe kısmında kabul edildiği bildirilen bir yükümlülüğün, hüküm fıkrasında karar altına alınmayışının çelişki teşkil etmediğini söylemek mümkün değildir. Yargı erkinin görev ve yetkisi Anayasa ile yasaları amaçlarına uygun olarak yorumlayıp uygulamak, keza İBK’nın bağlayıcılığını gözetmekten ibarettir. Kısa kararla gerekçeli karar arasındaki çelişkiye cevaz verilmemesinin amacı, kamunun mahkemelere olan güveninin sarsılmamasına yöneliktir. Tefhim edilen hüküm başka, gerekçeli karardaki hüküm başka ise, bu durumun mahkemelere olan güveni sarsacağı tartışmasızdır. Öyle ki İBK ile bu konuya çok büyük bir önem verilmiş,çelişkinin varlığı tespit edildiği takdirde başka bir incelemeye gerek görülmeksizin ve tarafların bu konuyu temyiz sebebi yapıp yapmadıklarına bakılmaksızın kararın salt bu sebeple bozulması gerektiğine işaret edilmiştir.

Diğer taraftan 1086 Sayılı HUMK’nun 381-389. maddelerinde ( 6100 Sayılı HMK’nun 294-297. maddeleri ), hükmün tefhimi, nasıl tesis edileceği ve sonrasında kararın nasıl yazılacağı etraflıca düzenlenmiştir. 388 . maddesinde ( 297/II maddesi ); hüküm sonucu kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesinin zorunlu olduğu açıklanmıştır. Başka bir anlatımla, tesis edilen hüküm, infazı kabil ve uygulanabilir olmalı ve tereddüt yaratıcı olmamalıdır.

Bu hükümler yargıda açıklık ve netlik prensibinin gereği ve kamu düzeni ile ilgili olup, Kanun’un aradığı anlamda oluşturulacak kısa ve gerekçeli kararların hüküm fıkralarının açık, anlaşılır, çelişkisiz, uygulanabilir olmasının gerekliliği kadar, kararın gerekçesinin de, sonucu ile tam bir uyum içinde, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıkta olması zorunludur.

Yargıtay’ın hukuka uygunluk denetimini yapabilmesi için de ortada usulüne uygun şekilde oluşturulmuş bir hükmün bulunması gerektiği açıktır.

Somut uyuşmazlıkta, yerel mahkemenin kısa kararı ile gerekçeli kararının hüküm fıkrası birbiriyle uyumlu olması yanında kararın gerekçesiyle sonucu arasında da çelişki bulunmaması gereklidir. Yerel mahkemece, gerekçeli karar yazımı sırasında, davacıların maddi tazminat talepleriyle ilgili olarak alınan hesap bilirkişi raporunun bir bölümüne kararın gerekçe kısmında yer verilmiş; bu raporun son kısmında yer alan, “davacıların toplam …, … TL. maddi zararının tüm davalılardan müteselsilen tahsilinin gerektiği” ibaresi, kararın gerekçesine de konulmuş, raporun mahkemece denetlendiği belirtilmiş olmasına rağmen; kararın hüküm fıkrasında, davalı … şirketlerinden sadece … A.Ş. hakkında hüküm kurulmuş, davalı Ş. hakkında hüküm kurulmamış, bu suretle kararın gerekçesi ile sonucu arasında çelişki yaratılmıştır. Mahkemenin gerekçeli kararı, davalı … yönünden davanın kabul edilip edilmediği konusunda, ifade olunan sebeplerle, infazda tereddüt uyandıracak mahiyette olduğu gibi çelişkili bir hal taşımaktadır. Bu durum Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 294. maddesine aykırılık teşkil ettiğinden 10.04.1992 gün ve 1991/7Esas, 1992/4 karar sayılı İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı uyarınca; infazda tereddüt uyandırmayacak, her bir davalının sorumluluğunun net biçimde belirlendiği bir hüküm kurulmak üzere kararın bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

Bozma neden ve şekline göre, taraf vekillerinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda 1 numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davalı Ş. vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün BOZULMASINA; 2 numaralı bentte belirtilen bozma neden ve şekline göre, davalı Ş. vekilinin sair temyiz itirazları ile, davacılar vekilinin, davalı … A.Ş. vekilinin, davalı … Nakl. Ltd. Şti. ve … vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına; peşin alınan harcın istenmesi halinde temyiz eden davacılar ile davalılar … Nakliyat Ltd. Şti. ve davalı … ile … A.Ş. ve … … A.Ş’ye iadesine, 21.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas: 2015/22-1492 Karar: 2017/235 Tarih: 08.02.2017

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

Davacı vekili 20.06.2007 ile 14.03.2012 tarihleri arasında, pozisyonundan başka pozisyonda görevlendirilen müvekkilinin TİS’in uyarınca hak ettiği seyyar görev tazminatının ödenmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili davacı bakımından seyyar görev tazminatı şartlarının oluşmadığını bildirerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece TİS kapsamında seyyar görev tazminatına hak kazanan davacı lehine 8.000,-TL seyyar görev tazminatının tahsiline dair verilen karar, davalı vekilinin temyiz itirazı üzerine Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde belirtilen karar ile bozulmuştur.

Bozma üzerine mahkemece önceki kararda direnilmiş direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Temyiz incelemesi sırasında davalı vekilince tarafların sulh olduğuna dair belge sunulmuştur.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında işin esasına geçilmeden önce temyiz aşamasında tarafların sulh olması karşısında mahkeme kararının sulh nedeni ile bozulmasına mı, yoksa Bölge Adliye ve Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Cumhuriyet Başsavcılıkları İdarî ve Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmeliğin dikkate alınarak sulh konusunda mahkemece ek karar verilmesi amacıyla dosyanın geri çevrilmesine mi karar verilmesi gerektiği hususu önsorun olarak tartışılmıştır.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda da bu konuda açık bir düzenleme getirilmemiş, ancak Kanuna dayanılarak çıkarılan Resmi Gazete’nin 06.08.2015 gün ve 29437 Sayılı nüshasında yayımlanan) Bölge Adliye ve Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Cumhuriyet Başsavcılıkları İdarî ve Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair Yönetmeliğin “Hükmün kesinleşmesinden önce davadan feragat, davayı kabul veya sulh hâlinde, hâkim dosya üzerinden bu konuda ek karar verir. Taraflarca kanun yoluna başvurulmuş olsa dahi sırf bu sebeplerle dosya istinaf veya temyiz incelemesine gönderilmez” düzenlemesi getirilmiştir.

Hukuk Muhakemeleri Kanununda belirtildiği gibi yargılama sonunda uyuşmazlığın esası hakkında verilen nihai karara “hüküm” denilir (…m.294/1) ve hükmü veren mahkeme artık o davadan elini çekmiş olur. Davadan elini çekmiş olan hakim hükmü değiştirmesi ve ondan dönmesi mümkün değildir. Yargıtay’ca temyizen incelenip bozulmadan, hakimin el çektiği davaya tekrar bakması mümkün değildir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.II, İstanbul s.3004 vd. ve s.3164 vd.). Yargıtay uygulaması da bu yöndedir (HGK., 12.12.1984 gün ve 1982/7-864 E., 1984/1051 K.).

Diğer taraftan normlar hiyerarşisi dikkate alındığında daha alt basamakta yer alan ve tamamen idarenin düzenleyici tasarrufu niteliğinde olan yönetmelikle, daha üst basamakta bulunan ve yasama organı tarafından objektif, soyut ve genel nitelikte bir yasama tasarrufu niteliğinde bulunan kanuna aykırı düzenleme getirilmesi mümkün değildir. Yönetmelik kaynağını kanundan alır ve ancak kanunun uygulanmasını gösterir. Kanunda bulunmayan bir düzenlemenin, yönetmelikle ihdası ve bu yolla kanunun önüne geçen bir uygulamanın benimsenmesi hukukun genel teorisine de aykırıdır.

Yukarıda açıklanan sebeplerle hükme bağlanıp hakimce el çekilen davaya, bir yönetmelik hükmüne istinaden hakimin tekrar bakabileceğinin kabulü mümkün değildir. O halde taraflar arasında gerçekleşen mahkeme dışı sulhün değerlendirilmesi ve o çerçevede bir sonuca bağlanması için yerel mahkeme kararının bozulması gerekir.

Anılan Yönetmelikle yürürlükten kaldırılan fakat benzer bir hükmü içeren “Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliği” döneminde yapılan benzer bir başvuru üzerine de Hukuk Genel Kurulunca aynı sonuca varılmıştı (HGK., 19.12.2012 gün ve 2012/13-1369 E., 2012/1221 K.).

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında Yönetmelikte mevcut bu düzenleme dikkate alındığında Yargıtay’ın yukarıda belirtilen uygulamasından dönülmesi gerektiği, temyiz aşamasında da olsa dava üzerindeki tasarruf yetkisini ellerinde bulunduran tarafların sulh olmaları sebebiyle Yargıtay’ın temyiz incelemesine gerek kalmadığı, bu sebeplerle dosyanın mahkemesine geri çevirme yoluyla sulh hakkında mahkemesinin ek karar vermesinin uygun olacağı, bunun usul ekonomisi açısında daha yerinde olacağı ileri sürülmüş ise de bu görüş kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Direnme kararı yukarıda açıklanan gerekçe ile bozulmalıdır.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeple direnme kararının BOZULMASINA, istenmesi halinde temyiz peşin harcının yatırana iadesine, karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 08.02.2017 gününde oyçokluğu ile karar verildi.


YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ Esas: 2016/9267 Karar: 2017/737 Tarih: 23.01.2017

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

1)İşin niteliği bakımından temyiz tetkikatının duruşmalı olarak yapılmasına, 438. ve İİK.’nun hükümleri müsait bulunmadığından bu yoldaki isteğin reddi oybirliğiyle kararlaştırıldıktan sonra işin esası incelendi:

2)294/3. maddesi gereğince hükmün tefhimi, her halde hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur. 297/2. maddesine göre hükmün sonuç kısmında, gerekçeye ait herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir.

Diğer taraftan, 298/2. maddesinde de; gerekçeli kararın tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamayacağı düzenlenmiştir. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hakimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak da yoktur. Kısa kararla gerekçeli kararın birbirinden farklı olması, yargılamanın aleniyeti ve kararların alenen tefhim olunmasına ilişkin Anayasa’nın 141.maddesi ile HMK.’nun yukarıda değinilen emredici nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum yaratır. Ayrıca bu husus kamu düzeni ile ilgili olup, re’sen gözetilmesi yasa ile hakime yüklenmiş bir görevdir.

Somut olayda; borçlu tarafından takibe konu bonodaki imzaya itiraz edilmiş, mahkemece, tefhim edilen kısa kararda, “davanın reddine, asıl alacağın 894.320,00 TL’nin %20’si oranında tazminatın davacıdan alınarak davalıya verilmesine, davalının asıl alacak 894.320,00 TL’nin % 10’u oranında para cezasına mahkumiyetine,” hükmedilmesine rağmen gerekçeli kararda “davanın reddine” ilişkin kısım hüküm fıkrasından çıkartılarak “asıl alacak 894.320,00 TL’nin % 20’si oranında tazminatın davacıdan alınarak davalıya verilmesine, davalının asıl alacak 894.320,00 TL’nin % 10’u oranında para cezasına mahkumiyetine” hükmedilmiş, bu suretle, kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişki meydana getirilmiştir. 10.04.1992 tarih ve 1991/7 E.-1992/4 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararına göre, kısa kararla gerekçeli kararın çelişkili olması bozma nedenidir.

Öte yandan gerekçeli kararın hüküm fıkrasında yer verilmeyen bir hususun tavzih yoluyla hüküm fıkrasına ilave edilemeyecek olması tabiidir.

Bu durumda, mahkemece yapılacak iş, önceki kararlar ile bağlı olmaksızın çelişkinin giderilmesi için vicdani kanaatine göre yeni bir karar vermekten ibarettir. Bu nedenle, hükmün bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Mahkeme kararının yukarıda (2) nolu bentte yazılı nedenlerle 366 ve 428. maddeleri uyarınca re’sen (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 23.01.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas: 2015/3237 Karar: 2016/13534 Tarih: 08.11.2016

  • HMK 294. Madde

  • Hüküm, Hükmün Verilmesi ve Tefhimi

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 294’üncü maddesi gereğince mahkeme, hazır olan tarafların iddia ve savunmalarını dinledikten sonra yargılamanın sona erdiğini bildirerek kararını tefhim eder. Kararın tefhimi hüküm sonucunun duruşma tutanağına geçirilerek okunması suretiyle olur. 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 297. maddesi gereğince de istek sonuçlarından her biri hakkında verilen hükümle taraflara yüklenilen borç ve tanınan hakların, mümkünse sıra numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir. Anılan 294. maddenin 4. fıkras 4. fıkrası uyarınca zorunlu sebeplerle sadece hüküm sonucu tefhim edilebilir, ancak tefhimden itibaren bir ay içinde gerekçeli kararın yazılması gerekir. Yine aynı Kanunun 298. maddesinin 2. fıkrası açık hükmü uyarınca gerekçeli karar, tefhim edilen hüküm sonucuna aykırı olamaz. Esasen kısa kararı yazıp, tefhim etmekle davadan elini çekmiş olan hâkimin artık bu kararını değiştirmesine yasal olanak da yoktur. Öte yandan, kısa kararla gerekçeli kararın birbirinden farklı olması yargılamanın aleniyeti, kararların alenen tefhim olunmasına dair Anayasa’nın 141’inci maddesiyle 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yukarıda değinilen buyurucu nitelikteki maddelerine de aykırı bir durum yaratır. Ayrıca bu husus kamu düzeni ile ilgili olup, gözetilmesi kanun ile hâkime yükletilmiş bir görevdir.

Dava dosyası incelendiğinde, dava dilekçesinde, davalı Kurum tarafından gönderilen 2012/16984 numaralı ödeme emrinin 1. sayfasında 13.081,28 TL lik prim borcu, 2. sayfasında 18.286,05 TL lik işsizlik sigortası primi borcu, 3. Sayfasında 166.443,14 TL lik prim borcunun gönderildiği ne var ki, davacıların bu borçtan

doğrudan sorumluluğunun bulunmadığı belirtilerek davaya konu ödeme emirlerinin iptalinin istenildiği, davalı Kurumca Mahkemeye cevabi yazıda, “…. numaralı evraka dair tüm belgeler” ibaresiyle davaya konu ödeme emirlerine dair bilgi ve belgelerin gönderildiği ve mahkemece, ….nolu ödeme emirlerinin iptaline karar verildiği anlaşılmış ise de; 2012/16984 numaralı ödeme emrinin 2011/9 dönemine dair 13.081,28 TL lik prim borcuna ait olduğu, 2011/9-2012/4 arası dönemlerine dair 18.286,05 TL lik işsizlik sigortası prim borcundan gönderilen ödeme emrinin 2012/21850 numaralı ödeme emri olduğu, 2011/11-2012/4 dönemine dair 166.443,14 TL lik prim borcundan gönderilen ödeme emrinin 2012/21851 numaralı ödeme emri olduğu belirgin bulunmakla, yazılı şekilde karar verilerek, kısa karar ile gerekçeli karar arasında çelişkiye sebebiyet verildiğinden, kararın bozulması gerekmektedir.

O halde, davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm sair yönler incelenmeksizin bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan sebeplerle sair yönler incelenmeksizin BOZULMASINA, 08.11.2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS