Uzman Görüşü
HMK Madde 293
(1) Taraflar, dava konusu olayla ilgili olarak, uzmanından bilimsel mütalaa alabilirler. Sadece bu nedenle ayrıca süre istenemez.
(2) Hâkim, talep üzerine veya resen, kendisinden rapor alınan uzman kişinin davet edilerek dinlenilmesine karar verebilir. Uzman kişinin çağrıldığı duruşmada hâkim ve taraflar gerekli soruları sorabilir.
(3) Uzman kişi çağrıldığı duruşmaya geçerli bir özrü olmadan gelmezse, hazırlamış olduğu rapor mahkemece değerlendirmeye tabi tutulmaz.
HMK Madde 293 Gerekçesi
Maddede yer alan düzenlemeyle, Anglo–Sakson kökenli bir kurum olan “taraf bilirkişisi” veya “uzman tanık” kurumu hüküm altın alınmıştır. Esasında bu kural, Ceza Muhakemesi Kanunundaki düzenlemeye paralel bir hükmü içermektedir.
Uzman görüşüne başvurulması bilirkişilikten farklıdır. Gerekli hâllerde bilirkişiye başvurulmasına mahkeme kendiliğinden veya talep üzerine karar verebilir. Ancak, tarafların bilirkişi dışında uzmanından bilimsel nitelikli görüş almaları da mümkündür. Böylelikle, özel ve teknik konularda da tarafların uzman görüşünden yararlanmaları ve iddia veya savunmalarını bu görüşlerle desteklemeleri mümkün olacaktır. Bu gerekçelerle birinci fıkrada, ihtiyaç duyulduğunda uzman görüşüne başvurulmasına imkân tanınmıştır. Fakat, taraflara sırf bu sebeple yeni bir süre verilemez ve yargılama ertelenemez. Hâkim dosyaya sunulan uzman görüşünü serbestçe takdir edecektir.
Uzman görüşüne başvuracak tarafın bu konudaki gerekli masrafları kendisinin karşılayacağı doğaldır. Mahkemeden veya karşı taraftan bu giderlerle ilgili herhangi bir talepte bulunulamaz ve bu giderler yargılama giderleri içerisinde sayılmaz.
İkinci fıkrada, görüşü alınan uzman kişinin mahkemede dinlenebileceği açıkça düzenlenmiştir. Tarafın iddia veya savunmasını desteklemek için görüşüne başvurduğu uzman kişi, talep üzerine veya re’sen mahkemeye çağrılarak dinlenebilir. Uzman kişinin dinlendiği duruşmada hâkim veya taraflar gerekli gördükleri soruları da sorabilirler. Uzman kişinin dinlenmesi imkânının getirilmesiyle bir yandan uzmanlık gerektiren konuların daha iyi aydınlatılabilmesi, diğer yandan da çelişkili ya da eksik veya yanlış bilgilerle yargılamanın olumsuz etkilenmesinin önüne geçilmesi amaçlanmıştır.
Uzman kişinin çağrıldığı duruşmaya geçerli bir özrü olmaksızın gelmemesi hâlinde, yargılamanın gecikmesini önlemek amacıyla hâkimin hazırlanan raporu değerlendirmeyeceği hususuna da bir vurgu yapılmıştır. Ayrıca hazırlanan raporla ilgili şüpheler ancak ilgili uzman dinlenerek giderilebileceğinden ve kendisi de gelmediğinde bu rapora dayanmak doğru olmayacağından böyle bir yaptırım düzenlenmiştir.
HMK 293 (Uzman Görüşü) Emsal Yargıtay Kararları
YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/966 Karar : 2017/1981 Tarih : 9.05.2017
-
HMK 293. Madde
-
Uzman Görüşü
Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan iş bedelinin tahsili amacıyla yürütülen icra takibine itirazın iptali ve icra inkar tazminatının tahsiline ilişkin olup, mahkemenin görevsizlik nedeniyle davanın usulden reddine dair kararı davalı vekili tarafından yasal süresi içinde temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlık, 6100 sayılı HMK’nın 114/c maddesi gereğince dava şartı olan “mahkemenin görevli olması” şartı hakkında taraf teşkili sağlanmadan karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Dava, 6100 sayılı HMK’nın yürürlükte olduğu 02.02.2016 tarihinde açılmıştır. 6100 sayılı HMK’da ilk derece yargılamasında yazılı yargılama usulü beş aşamadan oluşacak şekilde düzenleme yapılmıştır. Bunlar; …-Davanın açılması ve dilekçeler aşaması, (Madde 118,126-136) …-Ön inceleme, (Madde 137-142) …-Tahkikat (Madde 143-293) …-Sözlü yargılama (Madde 184-186) ve …-Hükümdür (madde 294). Dava şartları ve ilk itirazlar ön incelemede sonuca bağlanır. Ön inceleme ise dilekçelerin karşılıklı olarak verilmesinden sonra yapılır (HMK. m.137/…, 139/… ilk cümle). Buna göre, usule ilişkin kararın verilebilmesi için; dava dilekçesinin davalıya tebliği, cevap süresinin (HMK. m. 127/…) beklenmesi, süresi içinde cevap verilmesi halinde davacıya tebliği, onun cevaba cevap verme süresinin (HMK. m.136/…) beklenmesi, davacı dilekçe verdiğinde bunun davalı tarafa tebliği ve davalının ikinci cevap süresinin beklenmesi zorunludur. Mahkemenin, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar verebileceğini öngören aynı Kanun’un 138. maddesi hükmü, dilekçelerin karşılıklı verilmesi zorunluluğunu ortadan kaldırmaz. Bu hüküm, hakime belirtilen hususlar hakkında gerekmiyorsa ön inceleme duruşması yapmaksızın karar verebilme yetkisi tanır. Ön inceleme duruşması yapmaksızın dosya üzerinden karar verilebilmesi için de davanın ön inceleme aşamasına getirilmiş olması gereklidir. Yasa’nın 137/…‘inci fıkrasında, ön incelemenin dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra yapılacağının açıkça öngörülmüş olması karşısında, dava şartlarının mevcut olup olmadığının davanın her aşamasında hakim tarafından kendiliğinden gözetileceğine ilişkin 115/…‘inci madde hükmü de bu hususlarda, davalıya dava dilekçesi tebliğ edilmeden karar verilebileceğine izin verir tarzda bir yoruma elverişli değildir.
Diğer yandan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, 1086 sayılı Kanun’dan farklı olarak iddia ve savunmanın genişletilmesi yahut değiştirilmesi yasağını dava ve cevap dilekçesinin verilmesiyle başlatmamış; bu yasağı, dilekçelerin karşılıklı verilmesinin tamamlanmasına, bazı hallerde ön inceleme duruşmasına kadar ileriye ötelemiştir. Tarafların bu haklarını kullanabilmeleri, dilekçelerin karşılıklı olarak verilmesini veya bunun için kanunda belirlenen sürelerin geçmesini gerekli kılar. 6100 sayılı HMK’nın 138’inci maddesi uyarınca dava şartları hakkında dosya üzerinden karar verilebilir ise de; bunun için dava dilekçesinin davalıya tebliğ edilerek savunma hakkı tanınması gerekir.
Bu genel anlatımlar ışığında somut olaya gelince; mahkemece davalıya dava dilekçesi tebliğinin yapılmayıp, dilekçeler aşaması tamamlanmadan görevsizlik nedeniyle usulden ret kararı verilmesi Anayasanın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin …. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan hukuki dinlenme hakkına aykırıdır.
Bu nedenlerle Mahkemece 6100 sayılı HMK ile öngörülen yargılama aşamalarına uyulmadan, dava dilekçesi davalıya tebliğ edilmeyip dilekçeler aşaması tamamlanmadan görevsizlik nedeniyle usulden ret kararı verilmek suretiyle davalının hukuki dinlenilme hakkına aykırı davranılması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
Kabule göre de; Dava konusu uyuşmazlıkta tarafların tacir olduğu ve işin tarafların ticari işletmesi ile ilgili olduğu, davanın taraflarının sıfatı nazara alındığında davanın asliye ticaret mahkemesinde görülmesi gerekli olduğundan mahkemenin dosyayı görevli ticaret mahkemesine göndermesi gerekirken yazılı şekilde tüketici mahkemesine göndermesi de usul ve yasaya aykırıdır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 09.05.2017 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
- K A R Ş I O Y -
Mahkemenin görevli olması Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) 114/…-c maddeye göre dava şartıdır. Göreve ilişkin kurallar kamu düzenindendir (HMK …. md.). “Mahkeme, dava
şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler” (HMK 115. md.).
Yasada açıkça dava şartlarının her aşamada mahkemece kendiliğinden araştırılacağı düzenlendiğinden henüz taraflara tebliğ yapılmadan tensip aşamasında dahi mahkemenin görevsiz olması halinde usulden red kararı verilebilir. HMK 137, 138 ve 140. maddedeki ön inceleme aşamasında dava şartlarının inceleneceğine dair düzenlemeler, henüz incelenmemiş ise tahkikata geçilmeden önce dava şartlarının incelenmesi zorunluluğunu belirtmekte olup görev yönünden bu incelemenin en erken değil, en geç ne zaman yapılması gerektiğini göstermektedir.
Konuya ilişkin HMK 138. maddenin yasa gerekçesi şöyledir: “Usule ilişkin hususlar, şeklî nitelik taşıdıklarından yargılamanın başında, dosya üzerinden de incelenerek karara bağlanabilir. Ancak, mahkeme, kararını vermek için tarafların dinlenmesine ihtiyaç duyuyorsa, bunu da tahkikat aşamasında değil, ön inceleme oturumunda yapacaktır. Böylece dava şartları ve ilk itirazlarla ilgili sorunların, en geç tahkikat başlamadan, ön inceleme duruşması sonunda karara bağlanması amaçlanmıştır”. Bu gerekçe ile de her aşamada görev hususunun incelenebileceğine açıklık getirilmiştir.
HMK hükümlerine göre her aşamada dava şartlarının incelenerek karar verilmesi mümkün olduğu için, kararın hukuka uygunluğu yönünden inceleme yapılması gerekirken, “dilekçeler safhası dolmadan görev konusunda karar verilemeyeceği” gerekçesiyle kararın bozulması” yönünde olan değerli çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/1513 Karar : 2017/1381 Tarih : 28.03.2017
-
HMK 293. Madde
-
Uzman Görüşü
Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanmış olup, ayıplı ifa nedeniyle ödenen iş bedelinin iadesi istemine ilişkindir. Mahkemece ıslahla arttırılan miktar da dikkate alınarak davanın kabulüne dair verilen karar, davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Lüleburgaz Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2013/D.iş sayılı delil tespit dosyasında düzenlenen 14.08.2013 tarihli teknik bilirkişi raporunda dava konusu jeneratörün depoda demonte şeklinde bulunduğu bu nedenle kesin arıza tespiti yapılmasının güç olduğu, motor bloğu ve piston yuvalarında aşınmalar ve çatlakların gözle görülecek büyüklükte olduğu tespit edilmiş, ayıp ve arızanın yüklenicinin ya da iş sahibinin kusurundan kaynaklanıp kaynaklanmadığı hususunda bir değerlendirme yapılmamıştır.
Dava konusu jeneratörün ilk defa arızalanması üzerine davalı yüklenici tarafından rektefe ve onarımından sonra düzenlenen 19.12.2012 tarih 361 nolu jeneratör servis formunda, jeneratörün bağlantı ve kontrolleri yapılıp test edildiği ve jeneratörün 3 saat çalıştıktan sonra filtrelerin değişmesi, jeneratör setinin çalıştığı ortamın temiz tutulması gerektiği konusunda teslim yapılan iş sahibi yetkilisine bildirimde bulunulduğu belirtilerek tutanak servis elemanı ve iş sahibi yetkilisince imzalanmıştır. Yine 2. arıza üzerine 16.03.2013 tarihli jeneratör servis bilgi formunda aşırı yükten dolayı piston kol kopmasından dolayı motorun kilitlendiği ve yerinde tamir olma imkanının bulunmadığı belirtilmiştir.
Davalı yüklenicinin başvurusu üzerine …. Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanlığı’nca görevlendirilen 3 kişilik bilirkişi heyeti dekanlığın 19.07.2013 tarihli yazısına ek raporlarında, davaya konu olup aynı seri numarası ile markayı ihtiva eden jeneratör motorunun aşırı yük binmesi ve kullanılan yakıtın kullanıma elverişsiz bir yakıt olması dolayısıyla hasara uğradığını bildirmişlerdir. Söz konusu inceleme mahkemece ve delil tespiti sonucu düzenlenmemiş olmakla birlikte 6100 sayılı HMK’nın 293/1. maddesi hükmünce, taraflar dava konusu olayla ilgili olarak uzmanından bilimsel mütalaa alabileceklerinden söz konusu rapor uzman görüşü niteliğindedir. Mahkeme, uzman görüşü ile bağlı olmamakla birlikte delil olarak değerlendirmeye tabi tutmak zorundadır.
Mahkemece mahallinde yapılan keşif sonrası düzenlenen bilirkişi kurulu raporunda dava konusu jeneratör makinesinin 2. kez arızalanmasının kirli yakıt kullanımı, jeneratör setinin bulunduğu yerin kullanım şartları ve fabrikayı besleyecek kapasitede olmamasından kaynaklanmadığı, rektefe esnasında kullanılan malzeme ve yapılan işlemlerin kullandıkça zaman içinde ortaya çıkarak arızaya sebep olabileceği kanaatini bildirmişlerdir.
Bu durumda hükme esas alınan bilirkişi kurulu raporu ile uzman görüşü niteliğindeki … Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanlığı’nca görevlendirilen öğretim üyelerince düzenlenen rapor arasında farklılık bulunduğundan mahkemece, konusunda uzman ve gerekirse üniversite öğretim üyelerinden oluşturularak teknik bilirkişi kurulundan dosyadaki mevcut delil, tutanak ve belgeleri göz önünde tutarak uzman görüşü ile hükme esas alınan bilirkişi raporundaki özellikle davalının yaptığı rektefeden sonra ortaya çıkan arıza ve hasarın nedeni konusunda gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınıp tüm dosya kapsamıyla birlikte değerlendirilerek sonucuna uygun bir karar verilmesi gerekirken bu husus üzerinde durulmadan eksik inceleme ile davanın kabulü doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur.
SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 28.03.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/196 Karar : 2017/1217 Tarih : 21.03.2017
-
HMK 293. Madde
-
Uzman Görüşü
Dava, davacı ile davalı … arasında imzalanan; …Kuzey Marmara Bölge Kan Merkezi Tadilat İşlerine ilişkin imzalanan sözleşmenin feshinden kaynaklanan kesintiler sebebiyle açılmış tazminat davası olup, mahkemece dava dilekçesi ve ekleri davalı tarafa tebliğ edilmeden dosya üzerinde yapılan inceleme ile görevsizlik kararı verilmiş, karar davalı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlık, 6100 sayılı HMK`nın 114/c maddesi gereğince dava şartı olan “mahkemenin görevli olması” şartı hakkında taraf teşkili sağlanmadan karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Dava, 6100 sayılı HMK’nın yürürlükte olduğu 17.05.2016 tarihinde açılmıştır. 6100 sayılı HMK`da ilk derece yargılamasında yazılı yargılama usulü beş aşamadan oluşacak şekilde düzenleme yapılmıştır. Bunlar; 1-Davanın açılması ve dilekçeler aşaması, (Madde 118,126-136) 2-Ön inceleme, (Madde 137-142) 3-Tahkikat, (Madde 143-293) 4-Sözlü yargılama (Madde 184-186) ve 5-Hükümdür (madde 294). Dava şartları ve ilk itirazlar ön incelemede sonuca bağlanır. Ön inceleme ise dilekçelerin karşılıklı olarak verilmesinden sonra yapılır (HMK. m.137/1, 139/1 ilk cümle). Buna göre, usule ilişkin kararın verilebilmesi için; dava dilekçesinin davalıya tebliği, cevap süresinin (HMK. m. 127/1) beklenmesi, süresi içinde cevap verilmesi halinde davacıya tebliği, onun cevaba cevap verme süresinin (HMK. m.136/1) beklenmesi, davacı dilekçe verdiğinde bunun davalı tarafa tebliği ve davalının ikinci cevap süresinin beklenmesi zorunludur.
Mahkemenin, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar verebileceğini öngören aynı Kanun’un 138. maddesi hükmü, dilekçelerin karşılıklı verilmesi zorunluluğunu ortadan kaldırmaz. Bu hüküm, hakime belirtilen hususlar hakkında gerekmiyorsa ön inceleme duruşması yapmaksızın karar verebilme yetkisi tanır. Ön inceleme duruşması yapmaksızın dosya üzerinden karar verilebilmesi için de davanın ön inceleme aşamasına getirilmiş olması gereklidir. Yasa’nın 137/1. fıkrasında, ön incelemenin dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra yapılacağının açıkça öngörülmüş olması karşısında, dava şartlarının mevcut olup olmadığının davanın her aşamasında hakim tarafından kendiliğinden gözetileceğine ilişkin 115/1`inci madde hükmü de bu hususlarda, davalıya dava dilekçesi tebliğ edilmeden karar verilebileceğine izin verir tarzda bir yoruma elverişli değildir.
Diğer yandan 6100 sayılı HMK’nın 1086 sayılı Kanun’dan farklı olarak iddia ve savunmanın genişletilmesi yahut değiştirilmesi yasağını dava ve cevap dilekçesinin verilmesiyle başlatmamış; bu yasağı, dilekçelerin karşılıklı verilmesinin tamamlanmasına, bazı hallerde ön inceleme duruşmasına kadar ileriye ötelemiştir. Tarafların bu haklarını kullanabilmeleri, dilekçelerin karşılıklı olarak verilmesini veya bunun için kanunda belirlenen sürelerin geçmesini gerekli kılar. 6100 sayılı HMK`nın 138’inci maddesi uyarınca dava şartları hakkında dosya üzerinden karar verilebilir ise de; bunun için dava dilekçesinin davalıya tebliğ edilerek savunma hakkı tanınması gerekir.
Bu genel anlatımlar ışığında somut olaya gelince; mahkemece davalıya dava dilekçesi tebliğinin yapılmayıp, dilekçeler aşaması tamamlanmadan görevsizlik sebebiyle usulden red kararı verilmesi Anayasanın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan hukuki dinlenme hakkına aykırıdır.
Bu nedenlerle Mahkemece 6100 sayılı HMK ile öngörülen yargılama aşamalarına uyulmadan, dava dilekçesi davalıya tebliğ edilmeyip dilekçeler aşaması tamamlanmadan görevsizlik sebebiyle usulden red kararı verilmek suretiyle davalının hukuki dinlenilme hakkına aykırı davranılması usül ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 21.03.2017 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
- K A R Ş I O Y-
Mahkemenin görevli olması Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) 114/1-c maddeye göre dava şartıdır. Göreve ilişkin kurallar kamu düzenindendir. (HMK 1. md.) “Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.” (HMK 115. md.)
Yasada açıkça dava şartlarının her aşamada mahkemece kendiliğinden araştırılacağı düzenlendiğinden henüz taraflara tebliğ yapılmadan tensip aşamasında dahi mahkemenin görevsiz olması halinde usulden red kararı verilebilir. HMK 137, 138 ve 140. maddedeki ön inceleme aşamasında dava şartlarının inceleneceğine dair düzenlemeler, henüz incelenmemiş ise tahkikata geçilmeden önce dava şartlarının incelenmesi zorunluluğunu belirtmekte olup görev yönünden bu incelemenin en erken değil, en geç ne zaman yapılması gerektiğini göstermektedir.
Konuya ilişkin HMK 138. maddenin yasa gerekçesi şöyledir: “Usule ilişkin hususlar, şeklî nitelik taşıdıklarından yargılamanın başında, dosya üzerinden de incelenerek karara bağlanabilir. Ancak, mahkeme, kararını vermek için tarafların dinlenmesine ihtiyaç duyuyorsa, bunu da tahkikat aşamasında değil, ön inceleme oturumunda yapacaktır. Böylece dava şartları ve ilk itirazlarla ilgili sorunların, en geç tahkikat başlamadan, ön inceleme duruşması sonunda karara bağlanması amaçlanmıştır.” Bu gerekçe ile de her aşamada görev hususunun incelenebileceğine açıklık getirilmiştir.
HMK hükümlerine göre her aşamada dava şartlarının incelenerek karar verilmesi mümkün olduğu için, kararın hukuka uygunluğu yönünden inceleme yapılması gerekirken, “dilekçeler safhası dolmadan görev konusunda karar verilemeyeceği” gerekçesiyle kararın bozulması” yönünde olan değerli çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.
YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/14720 Karar : 2017/1779 Tarih : 2.03.2017
-
HMK 293. Madde
-
Uzman Görüşü
Kadastro sırasında…köyü, Değirmen Yanı mevkii, 230 ada 16 ve 17 parsel sayılı sırasıyla 3818,64 m² ve 1061,05 m² yüzölçümündeki taşınmazlar, tarla niteliğiyle öncesinde dava dışı 230 ada 9 ilâ 12, 14, ve 15 sayılı parsellerle bir bütün olarak atalarından intikal ettiği, miras ve 1985 yılında yapılan taksim ile … ve …‘ye müştereken kaldıkları ve 16.04.1986 tarihli senet ile …‘a sattıkları, …‘ın da 23.05.2006 tarihli senet ile 16 sayılı parseli …‘a sattığı, 17 sayılı parselin ise karayolu istimlak sahasında kaldığı belirtilerek zilyedi adına tesbitinin yapılması gerektiği, ancak asliye 1. hukuk mahkemesinin 199/118 Esasında davalı olduklarından malik haneleri açık bırakılmak suretiyle kadastro mahkemesine devir edilmişlerdir.
Davacı …, davalılar…köyü tüzel kişiliği ve Hazineye husumet yönelterek 08.03.1990 tarihli dava dilekçesinde sınırlarını bildirdiği 2,5 dekar yüzölçümündeki taşınmazı 16.04.1986 tarihli senet ile …‘dan satın aldığından eklemeli zilyetliğin yararına oluştuğu iddiasıyla adına tescili talebi ile açtığı 1990/118 Esas sayılı dava ile;
Davacılar … ve …, davalılar …, …,…köyü tüzel kişiliği, Hazine, … Yönetimi ve … Genel Müdürlüğü aleyhine 30.03.1989 tarihinde, mevkii ve sınırlarını bildirdiği üç parça taşınmazın ortak murisleri…‘den kaldığı, diğer mirasçıların taksime rıza göstermedikleri, iştirak halinde mülkiyet hükümlerine göre tasarruf edildiği, zilyetlikle taşınmaz edinme koşullarının yararlarına oluştuğu iddiasıyla miras payları oranında adlarına tescili istemiyle açtıkları 1989/166 E. sayılı dava ile;
… mirasçıları ve mirasçılarından … mirasçıları terekesi mümessili… Üye tarafından davalı Hazine ve köy tüzel kişiliği ve … ve… taraf gösterilerek, tescil davasına konu taşınmazların Temmuz 1969 gün 63 ve 64 ile Şubat 1962 tarih ve 4 sıra numaralı tapu kaydı kapsamında kaldığı, tapu kayıtlarının taviz bedelleri ödenmiş icareteynli vakıf kaydına sahip bulunduklarından, tescil davasının reddi ile … ve …‘nin elatmasının önlenmesine karar verilmesi istemiyle açtıkları 1989/331 Esas ve 1990/435 Esas sayılı davalar birleştirilmiş ve Ayten Şerefli’nin davasının açılmamış sayılmasına karar verildikten sonra, 3402 sayılı Kanunun 27. maddesi gereğince kadastro mahkemesine gönderilmiştir.
19.02.2010 havale tarihli dilekçe ile, 23.05.2006 tarihli harici satış senedi ve eklemeli zilyetliğe dayalı olarak adına tesbit ve tescili istemi ile … davaya katılmıştır.
Mahkemece, davacı …‘ın davasının kabulüne, diğer davaların reddine ilişkin verilen karar Hazine, … Yönetimi, …ve arkadaşları vekili Avukat … ve…Genel Müdürlüğü tarafından temyiz edilmekle, Dairenin 22.05.2012 gün 2012/5119-7748 sayılı kararı ile bozulmuştur.
Dairenin az yukarıda belirtilen bozma kararında bozma kapsamı dışındaki yönlerin incelenmediği belirtilerek özetle; “…davacılardan …’nin öldüğünün, adı geçenin tüm mirasçılarına yöntemince tebliğe edilerek, dava hakkında bilgilendirilmeleri ve davacı sıfatıyla davayı takip edebilmelerine olanak tanınması, bu şekilde taraf teşkilinin sağlanması…” gereğine değinilmiştir.
Mahkemece, bozma kararına uyulduktan ve taraf teşkili sağlandıktan sonra, katılan …‘ın davasının kabulüne, diğer davacıların davasının reddine, dava konusu 230 ada 16 ve 17 parsel sayılı taşınmazların kadastro tesbit tutanağındaki vasıfla katılan … adına tesbit ve tesciline karar verilmiş, hükmün davacılar…mirasçıları ve arkadaşları vekili ile davalılar Hazine, … Yönetimi ve Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 05/11/2013 tarih ve 2013/8019 – 9590 sayılı kararı ile hükmün bozulmasına karar verilmiştir.
Bozma kararında özetle “…1) … Yönetiminin temyiz itirazlarının incelenmesi sonucunda; incelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye, uzman … bilirkişi tarafından kesinleşmiş … tahdit haritası ile eski tarihli hava fotoğrafları ve memleket haritasına dayalı olarak yöntemine uygun biçimde yapılan inceleme ve araştırmada, çekişmeli taşınmazların … tahdidi dışında kalan ve öncesi itibariyle de … sayılmayan yerlerden olduğu anlaşıldığına göre, … Yönetiminin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.
2) Hazine vekili, muteriz davacılar … mirasçıları ve arkadaşları vekili ile Karayolları Genel Müdürlüğü vekilinin temyiz itirazları yönünden;
Mahkemece, davacı gerçek kişilerin tapu kaydının zilyetleri yararına hukukî kıymetini yitirdiği ve katılan … yararına eklemeli zilyetlik yolu ile zilyetlikle kazanım koşullarının oluştuğu kabul edilerek hüküm kurulmuş ise de, yapılan araştırma ve inceleme hüküm kurmaya yeterli ve elverişli değildir.
Mahkemece, çiftlik tapu kaydına tutunan davacı gerçek kişilerin iddiaları ve sundukları deliller, dayandıkları tapu kayıtları yöntemince uygulanmamış, tapu kaydı uygulaması yönünden, Kadastro Mahkemesinin 05.04.2001 gün ve 1996/11-16 sayılı kararı kesin hüküm olarak kabul edilmiş ve bu dosyadaki tapu uygulamasına dayanılmışsa da, bu karar, o davanın tarafı olan tapu malikleri…ve paydaşları yönünden Kadastro Kanunun 34. maddesi gereğince kesin hüküm oluştursa da, Kadastro Mahkemesinin sözü edilen 1996/11 E. sayılı dosyasında taraf olmayan Hazine ve bu dosyanın davacıları olan ve zilyetlikle edinme iddiasında bulunan gerçek kişiler yönünden kesin hüküm oluşturmayacağı gözetilmemiştir.
Tapu kaydına dayanan davacıların tapuları hakkında verilen Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 22.11.1978 gün ve 1977/11819-13674 sayılı ve 16. Hukuk Dairesinin 24.04.2001 gün ve 2001/418 - 2033 sayılı kararlarında açıklandığı gibi, Medenî Kanunun 04 Nisan 1926 tarihinde yayınlanıp 04 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra 29 Mayıs 1926 tarihli ve 864 sayılı Tatbikat (Uygulama) Kanunu’nun 43. maddesinin “Kanunu Medeniye, Borçlar Kanunu ve bu Tatbikat Kanununa aykırı olan hükümler ile “mecelle mülgadır” hükmüyle, Mecelle ve Medenî Kanuna aykırı olan diğer eski mevzuat açıkça yürürlükten kaldırıldığı halde, 1274 (1858) tarihli Arazi Kanunu, kaldırılan bu kanunlar arasında sayılmamıştır.
Mahkemece, tapu kaydının çekişmeli parselleri kapsamadığı, bir an için kapsadığı kabul edilse bile, taşınmazların Medenî Kanunun yürürlüğünden önce tapu malikleri dışındaki kişiler tarafından 10 yıldan fazla süreyle zilyet edilmesi nedeniyle, Arazi Kanunnamesinin 20. ve 78. maddeleri gereğince tapu kaydına değer verilemeyeceği kabul edildiğine göre, dayanılan tapu kayıtlarının çekişmeli taşınmaza uyup uymadığı, başka bir anlatımla dava konusu taşınmazın davacılar ve katılan gerçek kişilere ait tapu kaydı kapsamında kalıp kalmadığı konusunda yapılan uygulamanın yetersiz olması bir yana, zilyetliğe dayanan davacı ve önceki zilyetlerin
Medenî Kanunun yürürlüğe girdiği 1926 yılından önce zilyet olup olmadıkları, zilyetlikleri varsa ne zaman ve ne şekilde başladığı, zilyetliğin çekişmesiz, aralıksız, malik sıfatıyla devam edip etmediği konularındaki araştırma ve bu konuda toplanan deliller de hüküm kurmaya yeterli değildir. Çiftlik sahibi tapu kaydı maliklerinin dayandığı kesinleşmiş mahkeme kararları, komisyon kararları, vergi kayıtları, şer’i mahkeme ilâmları, kamulaştırma kararları, … Yönetiminin yaptığı incelemeler ve raporlar ile şer’iye defteri örnekleri, bir kısım köylülerin çiftlik arazilerini kira ve icar vererek kullandıklarına dair 1940 yılından sonra noterde verdikleri taahhütnameler ile diğer deliller karşısında, yerel bilirkişi ve tanık sözlerine ne şekilde değer verildiği, çekişmeli taşınmaza önce ya da şimdi zilyet olan gerçek kişiler ile bu deliller arasında bağlantı bulunup bulunmadığı, zilyetliğe esas sözleri hükme esas alınan yerel bilirkişi ve taraf tanıkları ile bir kısım tapu malikleri muteriz davacılar arasında aynı nitelikte davalar olup olmadığı araştırılmamış ve irdelenmemiştir.
O halde, mahkemece; aynı tapu kayıtlarına dayanılarak açılan bir çok davanın bulunduğu, bunlardan bir kısmının sonuçlandırılıp bir kısmının halen devam ettiği anlaşıldığından, halen görülmekte olan dava dosyalarının birleştirilmesi, yargılamayı geciktirip, para ve emek sarfına yol açacağı ve yıllardan beri devam eden davaları daha da karmaşık ve içinden çıkılamaz hale getireceği gözönünde bulundurularak; dava dosyaları birleştirilmeden, yukarıda sözü edilen delillerin eksiksiz olarak toplandığı aynı nitelikteki dava dosyalarından birisi kılavuz dosya seçilerek;
Tapu kayıtlarında geçen…köylerinin bulunabilecek en eski tarihli idari sınırlarına ait harita ve diğer belgeler, gerektiğinde eski kayıt ve defterler üzerinde inceleme ve araştırma yapabilecek nitelikte konunun uzmanı bilirkişiler tayin edilerek, … 1208, Zilhicce 1207 (9 Ocak 1794) Tarihli Mülkname, …Vakfıyesine ilişkin 21 …1209 (1795) tarih ( 12 … 1263 (1847) ) tarih 477 sayılı…, 25… 1291 (1876) tarihli t…,…Çiftliği Mart 1290 tarih D.9 V.18… …) Çiftliği Mart 1290 tarih D.9V.19, …ve …Mart 1290 tarih D.9V.20 sayılı tapu kayıtları ile bu sicillerden gelen Ağustos 1326 (1910) tarih ve 3 numaralı…(…) Çiftliği, Ağustos 1326 (1910) tarih ve 2 numaralı … Çiftliği, Ağustos 1326 (1910) tarih ve 4,…Çiftliği tapu kayıtları ile bu kayıtların gittileri ve tedavülleri olan diğer tapu kayıtları ve bu kayıtların revizyonları Yerel Yönetim ve Genel Müdürlükten getirtilerek bir sıra dahilinde dosya arasına konulmalı,
Bu tapu kayıtlarının revizyon gördüğü ya da hükmen bu tapuların uyduğu belirlenen kadastro parselleri, gerekirse mahkemedeki tüm dosyalar ve tapu sicile devredilmiş tüm dosyalar üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle saptanmalı, bu parsellerin tesbit tutanakları, tesbitleri kesinleşmişse bu yolla oluşan tapu kayıtları, hükmen kesinleşenlerin bilirkişi raporları dosyaya eklenmeli,
Belirlenen revizyon parselleri ile aynı şekilde dava konusu edilen tüm parselleri bir arada gösteren pafta örnekleri getirtilmeli,
Sözü edilen tapu kaydına dayanılarak halen … Asliye, Sulh ve Kadastro Mahkemelerinde devam eden davaların konusu ve kimler arasında görüldüğü, sonuçlanan davalar varsa bunların konusu ve neticesi hakkında tarafların hazırlayacağı dava listesi kendilerinden alınmalı, esas defterleri üzerinde inceleme yaptırılarak aynı türden uyuşmazlıklar tutanak ile belgelenmeli,
Vakıf Taşınmazları ve Vakıf Hukuku Konusunda uzman bilirkişiler belirlenip, dosyadaki tarafların tutunduğu mülknameden başlanarak tüm kayıtlar ve belgeler incelettirilmeli, … Vakfının mülk araziden tahsis suretiyle edinilip edinilmediği, sahih vakıflardan olup olmadığı yönünde rapor düzenlettirilmeli, muteriz davacıların tapu kayıtlarının tesis ve tedavüllerinin nitelikleri ve mevzuat karşısındaki geçerlilikleri konuları üzerine değişik zamanlarda, üniversite öğretim üyelerinden 6100 sayılı H.M.K.’nun 293. maddesi hükmü uyarınca aldıkları bilimsel mütalaalar incelenmeli, gerekirse bu uzman kişiler H.M.K.’nun 293/2. maddesi uyarınca dinlenilmeli,
Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yere ait, en eski tarihlisinden en yeni tarihte düzenlenen memleket haritaları dahil, yöreye ait tüm memleket haritalarının orijinalinden renkli ve onaylı fotokopi örnekleri ile hava fotoğrafları ve amenajman planları, çekişmeli taşınmazın bulunduğu yer ve mevki ismi, varsa yakın kadastro parsel numaraları yazılmak suretiyle, çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerin 2863 sayılı Kanun hükümlerine göre doğal ya da kültürel sit alanı olup olmadığı sorulmalı, ilgili karar ve harita örnekleri getirtilerek dosyasına eklenmeli,
Tapu kayıtlarındaki sınırları ve memleket haritasındaki mevkileri bilecek ve bu davalar ile ilgisi olmayan, olabildiğince yaşlı ve yansız yerel bilirkişiler tesbit edilmeli, gerektiğinde tapu kayıtlarının bilinmeyen sınırlarında yardımcı olacak ve zilyetlik konusunda bilgi verecek tanık isimleri taraflardan istenmeli, önceki keşiflere katılmamış üç … yüksek mühendisi, üç harita mühendisi, üç jeolog bilirkişi ve üç ziraat uzmanı bilirkişinin ismi yöntemince belirlenmeli, bu bilirkişilere tarafların itirazları olursa değerlendirilerek, gerektiğinde onların yerine başkaları seçilmeli,
Bilahare kılavuz dosya üzerinden yapılacak keşifte; … Vakfiyesi ve 17 …1295 tarihli… sureti: …Menteşe sancağında, …kazasında … bir tarafı … ve bir tarafı … ve bir tarafı… ve . Hududuna müntehi olup işbu hudut ile mahdut mahal derununda…Çiftliği denmekle arif bir kıta çiftlik,… Çiftliği denmekle arif bir … çiftlik ve …çiftliği denmekle arif bir kıta çiftlik sınırları ve ilk tesisi Mart 1290 tarih D.9, V.18 , aynı tarih Varak 19, aynı tarih Varak 20 sayılı tapu kayıtları tüm tesis ve tedavülleri ile, bu kayıtlardan önce oluşturulmuş ise, bu kayıtların, Ağustos 1326 tarihli tedavüllerinde yönlendirilmiş sınırları ve Eylül 1340 tarihli tedavülleri ile Mayıs 1969 tarihinde yapılan ifrazlara göre oluşan yeni sınırları itibariyle yerel bilirkişiler yardımıyla yerine uygulanmalı, bu çiftlik sınırları için ayrıca oluşturulan çiftliğe ait tarla ve bina nitelikli tapu kayıtları varsa, onlar dahi uygulanmalı, uygulama sırasında, tutunulan ….. Çiftliği,…Çiftliği ve… Çiftliği tapularında Mezar Gediği,…sınırlarının ortak sınır, Kırvasil (…), …(içmeler) sınırlarının köy ya da çiftlik sınırları olduğu, tapu kayıtlarının eşcar-ı müsmire ve gayr-ı… müştemil çiftlik kayıtları olup, bu sınırlar içinde Devlet Ormanları, dereler, taşlık ve kayalık niteliğindeki Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerin bulunduğu, sınırlarının mevki ya da nokta sınırlar olduğu, bu sınırların çoğunluğunun Devlet Ormanı içinde kalması nedeniyle sabit kabul edilemeyeceğinden, 3402 sayılı Kanunun 20/C maddesi gereğince kayıt kapsamının yüzölçümüne değer verilerek saptanacağı,…Çiftliğine ait tapu kaydının aynı köy 1 ilâ 169 sayılı parselle uygulandığı, ancak bu parseller hakkında tapuya dayanmayan ve zilyetlikle kazanma iddiasında bulunan gerçek kişiler tarafından itiraz edilip, birçok dava açıldığı, ……Çiftliği tapusunun Çamlık köyü 373 ilâ 633 sayılı parsellere uygulandığı gözönünde bulundurularak, tapu kayıtları yerine uygulanmalı; bilinmeyen sınırlar konusunda tarafların gösterecekleri tanıklar dinlenmeli, yerel bilirkişi ve tanık sözleri, komşu parsel kayıtları ve eski tarihli memleket haritaları, köy isimleri ve sınırlarına ilişkin tüm kayıtlarla denetlenmeli, yerel bilirkişi ve tanıklar tarafından tarif edilen ve gösterilen sınırlardaki çelişkilerin yöntemince giderilmeli, revizyon parselleri ile … (…) ve … (İçmeler) Köyleri (ya da Çiftlikleri) ile memleket haritasında Löngöz köyü olarak işaretlenmiş bulunan sınırlar gözetilerek sabit sınırların nereler olabileceği değerlendirilerek kayıtlar 3402 sayılı Kanunun 20 ve 21. maddeleri hükmüne göre, sabit sınırlarla bağlantısı kesilmemek suretiyle, bu sınırlardan başlanarak, genel kadastroda revizyon gördüğü, çiftlik tapu sahipleri adına kesinleşen parseller de dikkate alınmak suretiyle uygulanarak, kayıtların yüzölçümüyle kapsadığı alanlar tereddüte yer bırakmayacak biçimde belirlenmeli, harita mühendisi bilirkişi ve fen bilirkişilere tapu kaydının sınırları itibariyle kapsadığı alanı ve yüzölçümüyle geçerli kapsamını ayrı ayrı gösteren ayrı renkli kalemlerle işaretli müşterek imzalı kroki düzenlettirilmeli;
Daha sonra, dosyaya getirtilen en eski tarihli hava fotoğrafları, memleket haritaları, amenajman planları ve … kadastro haritası ile kadastro paftası ve dayanılan tapu kayıtlarının sınırları ve yüzölçümüyle geçerli kapsamını gösteren bilirkişi krokisi ve haritası, fen ve uzman -5-
.
… bilirkişiler eliyle yöntemince uygulanarak, tapu kaydının yüzölçümüyle kapsadığı alanlar içinde kalıp 4785 sayılı Kanun hükümlerine göre devletleştirilen … alanları belirlenmeli, yüzölçümüyle geçerli kapsamı dışında kalan … alanlarının, 3116 sayılı Kanun hükümlerine göre zaten devlet ormanı sayılması nedeniyle, devletleştirmeye ve iadeye konu edilemeyeceği gözetilmeli, devletleşen … alanları var ise bu alanlarının yüzölçümü, tapu kayıtlarının yüzölçümünden düşüldükten sonra, artan bölümün tarım alanları ve yerleşim alanları için hüküm ifade edeceği, başka deyişle birbirlerine sınır olduğu ve toplam 14000 dönüm yüzölçümünde olduğu anlaşılan bu üç tapu kaydının yüzölçümüyle kapsadıkları alan içinde kalan ormanların devletleştirme kapsamında olduğu gözönünde bulundurularak, devletleştirilen … alanının yüzölçümü, tapu kaydı miktarından düşüldükten sonra, kalan miktarın bir bütün halinde çiftliğin tapu kaydı kapsamındaki diğer araziler olabileceği düşünülerek muteriz davacıların tapu kayıtlarının kapsamı belirlenmeli, orijinal-renkli (renkli fotokopi) memleket haritasının ölçeği kadastro paftası ölçeğine, yine kadastro paftası ölçeği de memleket haritası ölçeğine çevrildikten sonra, her iki harita komşu ve yakın komşu parselleri de içine alacak şekilde birbiri üzerine aplike edilmek suretiyle, aynı yörede dava konusu edilen taşınmazların konumunu çevre taşınmazlarla birlikte bu harita ve fotoğraflar üzerinde bir arada gösterecekleri, tapu kayıtlarının sınırları, yüzölçümü ile kapsadığı alanları ve devletleştirilen … alanlarını birlikte gösterir ayrı renklerle işaretli ve bilirkişilerin onayını taşıyan, kroki düzenlettirilmeli ve düzenlenen bu rapor ve krokiler aynı nitelikteki tüm dava dosyalarına konulmalıdır.
Yukarıda anlatılan şekilde yapılacak uygulama ve değerlendirme sonucunda, dava konusu taşınmazın muteriz davacıların dayandığı tapu kaydı kapsamı içinde kaldığı belirlendiği takdirde; kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği yoluyla taşınmaz edinme iddiasında bulunan davacı gerçek kişi ve katılan taraf ile tapu kaydına tutunan muteriz davacı tarafların ve Hazinenin tanıkları ve yerel bilirkişiler taşınmaz başında dinlenip, zilyetliğin nasıl ve ne zaman başladığı; kaç yıl süre ile ne şekilde devam ettiği, zilyetliğin kiracı yada malik sıfatıyla olup olmadığı, Medenî Kanunun yürürlüğünden en az 10 yıl öncesine dayanan zilyetlik varsa, zilyetliğin Başlangıcının ne şekilde hatırlandığı veya kendilerine bu bilgilerin ne şekilde aktarıldığı sorulup, somut olaylara dayalı yeterli ve kesin yanıtlar alınarak, bir birinin tekrarı niteliğindeki soyut sözlerle yetinilmemeli, yöreye ait en eski tarihli hava fotoğrafları ve memleket haritası ile daha sonraki yıllarda düzenlenen (özellikle dava tarihi olan 30.09.1989 tarihinden 15-20 yıl öncesine ait) tüm hava fotoğrafı ve haritalar özel streaskop aletleriyle incelenip dava konusu taşınmazın bu belgelerle ne olarak göründüğü, özellikle kullanılan tarım arazisi olarak görünüp görünmediği belirlenerek bilirkişi ve tanık beyanlarının doğruluğu denetlenmeli, hava fotoğraflarının düzenlendiği tarihlerde tarım arazisi olarak kullanılmayan yerlerle ilgili bilirkişi ve tanık sözlerine değer verilemeyeceği nazara alınmalı, yukarıda sayılan deliller ve diğer deliller ile özellikle Asliye Hukuk Mahkemesinin 1988/333 E., 1994/51 K., ve Asliye Hukuk Mahkemesinin 1960/104 E. 1961/25 K. sayılı kararları ile 1189/103 E. sayılı dava dosyası krokileri yerine uygulanmalı, çiftlik ve tapu sahipleri tarafından sunulan kiralamaya ilişkin 1940 yılından sonra noterde düzenlenen taahhüt senetleri kendilerine okunarak, bu belgelerde söz edilen kişi ve taşınmazlar ile çekişmeli taşınmazın ve taşınmaza zilyet olanın ilgisinin olup olmadığı hususundaki bilgileri sorulmalı, bu deliller karşısında bazı dosyalarda davacı, bazılarında davalı durumunda olan köylülerin zilyetliğinin asli zilyetlik olup olmadığı değerlendirilmeli, Türkiye genelinde 1936-1937 yıllarında arazi ve bina vergi yazımı yapıldığından…, …(…), …) Köyleri’nde bu yıllarda vergiye kayıt edilen arazi ya da bina olup olmadığı Özel İdare Müdürlüğünden sorularak varsa getirtilip yerine uygulanmalı, bu köyde, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanan gerçek kişiler, bunların bayi yada murislerinin, o yıllara ait hiç vergi kaydı yoksa bunun nedeni araştırılmalı, 1926 yılından önce asli zilyet olan kişilerin 1936-1938 yıllarında sahip oldukları yerleri vergiye kayıt ettirmemiş olmalarının hayatın olağan akışına uygun olup olmadığı, köylülerin vergi kayıtları olmayıp, çiftlik sahiplerinin vergi kayıtları olması halinde bu durumun köylülerin Karaca Köyü arazilerine o yıllarda aslî zilyet olmadıklarının karinesi sayılıp sayılmayacağı tartışılıp değerlendirilmeli,
Dava konusu taşınmazın muteriz davacıların dayandığı tapu kaydı kapsamı dışında kaldığı belirlendiği veya tapu kayıtlarının zilyedi yararına hukukî kıymetini kaybettiği kabul edildiği takdirde ise, davacı … ve … tarafından açılan 1989/166 Esas sayılı dava dosyasına konu olduğu anlaşılan ve Dairece aynı gün temyiz incelemesi yapılan mahkemenin 2012/83 E. - 2013/10 K., 2012/82 E. - 2013/14 K., 2012/87 E. - 2013/22 K. ve 2012/77 E. - 2013/23 K. sayılı dosyaları arasında mirasın taksim edilip edilmediği yönünden bağlantı bulunduğundan biri hakkında verilecek kararın diğerini etkileyeceğinden birleştirilmeleri gerektiği, ayrıca açılan tescil davasına konu olduğu tesbit edilen veya … terekesine dahil olduğu belirlenen başkaca taşınmazlara ilişkin açılan dava dosyaları derdest ise birleştirilmeleri, karara çıkmış ise kesinleşme şerhli onaylı suretleri getirtilmeli, yine murisin terekesine dahil başkaca taşınmazlar olup olmadığı araştırılmalı, belgesizden tesbit gören yerlere ilişkin tüm mirasçı ve muris bırakan yönünden araştırma yapılıp, adlarına tesbit gören yerlerin kadastro tesbit tutanakları getirtilmek suretiyle kanunî sınırlamanın aşılıp aşılmadığı belirlenmeli, bundan sonra taşınmaz başında yeniden yapılacak keşifte, karayolları kamulaştırma haritaları uygulanıp, taşınmazın karayolları istimlak sahasında kalıp kalmadığı, kalmamakta ise bu haritalarda kim ya da kimleri zilyet olarak gösterdiği belirlenmeli, taraf tanıkları ve yerel bilirkişiden zilyetliğin nasıl ve ne zaman başladığı; kaç yıl süre ile ne şekilde devam ettiği, zilyetliğin kiracı yada malik sıfatıyla olup olmadığı ile muris Hüseyin Şahin’e ait terekenin paylaşılıp paylaşılmadığı saptanmalı, ispat külfetinin taksime dayanan tarafa ait olduğu gözönünde bulundurulmalı, iştirak halinde mülkiyet hükümlerine tâbi taşınmazlardan paydaşlardan biri veya birilerinin paydaşlar dışında üçüncü kişilere pay satışının geçersiz olduğu düşünülmeli, bundan sonra toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilmek suretiyle oluşacak sonucu göre hüküm oluşturulmalı ve 3402 sayılı Kanunun 31/3. maddesi gereğince davada haklı çıkan ve kendini avukat ile temsil ettiren yararına taktir edilecek avukatlık ücretinin, davada haksız çıkan taraftan alınarak, bu kişi ile karşılıklı davalı ya da davacı sıfatı bulunan ve davada haklı çıkan tarafa verilmesi gerektiğinde gözönünde bulundurulmalıdır.
Açıklanan hususlar gözetilmeksizin yetersiz araştırma ve eksik incelemeyle yazılı olduğu biçimde karar verilmesi usûl ve kanuna aykırıdır…” denilerek hüküm bozulmuştur.
Mahkemece; davacıların taşınmazı kullanmadıkları, tutundukları tapu kayıtlarının sınırları ve miktarı itibariyle araziye uygulanmasının mümkün olmadığı, geçerli bir tapu kaydı niteliğinde bulunmadıkları, çekişmeli parseli kapsamadıkları, bir an için kapsadığı kabul edilse dahi, taşınmazın Medenî Kanunun yürürlüğünden önce tapu malikleri dışındaki kişiler tarafından 10 yıldan fazla süreyle zilyet edilmesi nedeniyle, Arazi Kanunnamesinin 20 ve 78. maddeleri gereğince tapu kaydına değer verilemeyeceği, katılan …‘ın bir insan ömrünü aşan eklemeli zilyetliğinin bulunduğu, katılan yararına kazandırıcı zamanaşımı yoluyla taşınmaz edinme koşullarının oluştuğu gerekçesiyle önceki kararda direnilmesine, katılan … davasının kabulüne, diğer davacıların davalarının reddine, dava konusu taşınmazların kadastro tesbit tutanağındaki gibi katılan … adına tespit ve tapuya tesciline, taşınmazın tescil harici kalan kısımları yönünden mahkemenin görevsizliğine karar verilmiş, hüküm Hazine vekili, … Yönetimi, Krayolları Genel Müdürlüğü vekili ile…mirasçıları ve arkadaşları vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, kadastro tespitine itiraza ilişkindir.
Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde tespit tarihinden önce 1967 yılında yapılıp kesinleşen … kadastrosu ile daha sonra dava tarihinde kesinleşen aplikasyon ve 1744 sayılı Kanunla değişik 6831 sayılı Kanunun 2. madde uygulaması ve 1988 ilâ 1990 yılları arasında yapılıp 08.07.1991 tarihinde ilân edilerek dava tarihinde kesinleşmemiş olan aplikasyon, sınırlandırması yapılmamış ormanların kadastrosu, 2896 ve 3302 sayılı kanunlarladeğişik 2/B madde uygulaması vardır.
Mahkemece verilen karar usûl ve kanunu aykırıdır. Şöyle ki; dosya kapsamından; davacılardan …’nun direnme kararından önce … Sulh Hukuk Mahkemesinin
04/05/2015 gün ve 2014/594-390 sayılı kararı ile akıl hastalığı sebebiyle kısıtlandığı ve kendisine oğlu …’nun vasi atandığı, anılan kararın kesinleştiği, davanın vasiye ihbar edilmediği, vasinin vesayet makamından husumet izni alması suretiyle davaya katılımı sağlanmadan karar verildiği, direnme kararının vasiye tebliğ edildiği, ancak husumet izni kararının alınmadığı anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere, 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun 448. maddesinde, vasinin, vesayet altındaki kişiyi bütün hukukî işlemlerinde temsil edeceği; 462. maddesinin 8. bendinde de, vasinin, vesayet makamından izin almak koşuluyla kısıtlı adına dava açabileceği hususları düzenlenmiştir.
Değinilen düzenlemeler karşısında, hüküm tarihinden önce kısıtlanan …’na tayin edilen vasiye davanın ihbar edilmesi, vasininde vesayet makamından izin alması halinde taraf sıfatını haiz olacağı açıktır. Dava ehliyeti, taraf sıfatı ve kanunî temsil 6100 sayılı HMK’nın 114. maddesi uyarınca dava şartı olup aynı kanunun 115/2. maddesi uyarıncada dava şartı eksikliğinin giderilmesi mümkündür. Hukuk Genel Kurulunun 03.03.1993 gün 773/82 sayılı kararında da, dava şartlarının davanın açıldığı tarihten hükmün kurulduğu tarihe kadar varlığını devam ettirmesinin temel kural olduğu açıkça vurgulanmıştır.
Mahkeme hâkiminin, dava şartlarının mevcut olup olmadığını kendiliğinden (re’sen) araştırmak zorunda olması yanında, dava şartlarının yargılama sırasında tamamlanması halinde davanın esasına girerek sonuçlandırması gerekeceği kuşkusuzdur.
Diğer taraftan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 27. maddesinde düzenlenen “Hukukî Dinlenilme Hakkı” gereğince, davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukukî dinlenilme hakkına sahip olup, bu hak yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içermektedir. Mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Anayasanın 36. maddesinde ve … Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir.
O halde davanın, davacılardan …‘na vasi atanan …’na ihbar edilerek husumet izni alması suretiyle davaya katılımının sağlanması, delil ve belgelerinin istenmesi, ondan sonra işin esasının incelenmesi gerekirken anılan usulî eksiklik giderilmeden, kısıtlının hukukî dinlenilme hakkı ve savunma hakkı ihlal edilerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, Hazine vekili, … Yönetimi vekili Karayolları Genel Müdürlüğü vekili ile…mirasçıları ve arkadaşları vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile Dairenin 05/11/2013 tarih ve 2013/8019 – 9590 sayılı RED-BOZMA KARARININ KALDIRILMASINA, yerel mahkeme hükmünün açıklanan sebeplerle değişik gerekçe ile BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, temyiz harcının istek halinde temyiz edenlere iadesine 02/03/2017 günü oy birliği ile karar verildi.
YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/5081 Karar : 2016/4905 Tarih : 29.11.2016
-
HMK 293. Madde
-
Uzman Görüşü
Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan iş bedelinin tahsili için yürütülen icra takibine yapılan itirazın iptâli, takibin devamı ve %20 icra inkâr tazminatının tahsili istemine ilişkin olup, mahkemece dava dilekçesi ve ekleri davalıya tebliğ edilmeksizin dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda yetkili bir icra dairesinde yapılmış olan geçerli bir icra takibi bulunmadığından davanın usulden reddine karar verilmiş, karar davacı vekili tarafından yasal süresi içerisinde temyiz edilmiştir.
Uyuşmazlık, itirazın iptâli davalarında özel bir dava şartı olan yetkili icra dairesinde başlatılmış bir icra takibi bulunması koşulu hakkında taraf teşkili sağlanmadan karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Dava, 6100 sayılı HMK’nın yürürlükte olduğu 23.12.2015 tarihinde açılmıştır. 6100 sayılı HMK’da ilk derece yargılamasında yazılı yargılama usulü beş aşamadan oluşacak şekilde düzenleme yapılmıştır. Bunlar; 1-Davanın açılması ve dilekçeler aşaması (Madde 118, 126-136), 2-Ön inceleme (Madde 137-142), 3-Tahkikat (Madde 143-293), 4-Sözlü yargılama (Madde 184-186) ve 5-Hükümdür (madde 294). Dava şartları ve ilk itirazlar ön incelemede sonuca bağlanır. Ön inceleme ise dilekçelerin karşılıklı olarak verilmesinden sonra yapılır (HMK. m.137/1, 139/1 ilk cümle). Buna göre, usule ilişkin kararın verilebilmesi için; dava dilekçesinin davalıya tebliği, cevap süresinin (HMK. m. 127/1) beklenmesi, süresi içinde cevap verilmesi halinde davacıya tebliği, onun cevaba cevap verme süresinin (HMK. m.136/1) beklenmesi, davacı dilekçe verdiğinde bunun davalı tarafa tebliği ve davalının ikinci cevap süresinin beklenmesi zorunludur. Mahkemenin, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar verebileceğini öngören aynı Kanun’un 138. maddesi hükmü, dilekçelerin karşılıklı verilmesi zorunluluğunu ortadan kaldırmaz. Bu hüküm, hakime belirtilen hususlar hakkında gerekmiyorsa ön inceleme duruşması yapmaksızın karar verebilme yetkisi tanır. Ön inceleme duruşması yapmaksızın dosya üzerinden karar verilebilmesi için de davanın ön inceleme aşamasına getirilmiş olması gereklidir. Yasa’nın 137/1’inci fıkrasında, ön incelemenin dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra yapılacağının açıkça öngörülmüş olması karşısında, dava şartlarının mevcut olup olmadığının davanın her aşamasında hakim tarafından kendiliğinden gözetileceğine ilişkin 115/1`inci madde hükmü de bu hususlarda, davalıya dava dilekçesi tebliğ edilmeden karar verilebileceğine izin verir tarzda bir yoruma elverişli değildir.
Diğer yandan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, 1086 sayılı Kanun’dan farklı olarak iddia ve savunmanın genişletilmesi yahut değiştirilmesi yasağını dava ve cevap dilekçesinin verilmesiyle başlatmamış; bu yasağı, dilekçelerin karşılıklı verilmesinin tamamlanmasına, bazı hallerde ön inceleme duruşmasına kadar ileriye ötelemiştir. Tarafların bu haklarını kullanabilmeleri, dilekçelerin karşılıklı olarak verilmesini veya bunun için kanunda belirlenen sürelerin geçmesini gerekli kılar. 6100 sayılı HMK`nın 138’inci maddesi uyarınca dava şartları hakkında dosya üzerinden karar verilebilir ise de; bunun için dava dilekçesinin davalıya tebliğ edilerek savunma hakkı tanınması gerekir.
Bu genel anlatımlar ışığında somut olaya gelince; mahkemece davalıya dava dilekçesi tebliğinin yapılmayıp, dilekçeler aşaması tamamlanmadan icra dairesinin yetkisi incelenip usulden red kararı verilmesi Anayasa’nın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi`nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan hukuki dinlenme hakkına aykırıdır.
Bu nedenlerle Mahkemece 6100 sayılı HMK ile öngörülen yargılama aşamalarına uyulmadan, dava dilekçesi davalıya tebliğ edilmeyip dilekçeler aşaması tamamlanmadan icra dairesinin yetkisi incelenip usulden red kararı verilmek suretiyle davalının hukuki dinlenilme hakkına aykırı davranılması usül ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/136 Karar : 2016/5064 Tarih : 3.05.2016
-
HMK 293. Madde
-
Uzman Görüşü
Kadastro sırasında … köyü 177 ada 2 parsel sayılı taşınmaz, tarla niteliğiyle 8925,76 m2 yüzölçümü ile, 10.12.2003 tarih 1 sıra numaralı tapu kaydı ile … adına kayıtlı ise de; … Asliye Hukuk Mahkemesinin 1988/3 E. sayılı dosyasında dava konusu edildiğinden söz edilerek malik hanesi açık bırakılmak suretiyle tesbit edilmiştir.
Davacılar …, … ve …, … ili, … ilçesi, … köyünde bulunan ve dilekçesinde hudutlarını bildirdikleri davaya konu taşınmazın davalılar ile ortak murisleri olan …‘a ait olduğunu, …`ın ölümü ile mirasçılarına intikal ettiğini, mirasçılar arasında taksim olmadığını, … mirasçıları yararına zilyetlikle mülk edinme koşullarının oluştuğunu belirterek davalılar …, …, … ile …, … köyü tüzel kişiliği ve … Yönetimi aleyhine Asliye Hukuk Mahkemesinde açmış oldukları tescil davası ile … ve arkadaşlarının tescil davasına konu taşınmazın evveliyatı 3 çiftlik arazisine ait tapu kayıtları kapsamı içerisinde kaldığını, tapuların dış hudutlarının … Gediği, … iskelesi, …, …, …, … gediği, …, … çiftliği, … dışındaki … Taş, … çiftliği ve … beli noktalarını okuduğunu, bu hudutların askeri haritalarda yer aldığı ve müteaddit defalar uygulandığının kadastroya ibraz edilen resmî vesikalardan anlaşıldığını, davalı veya murislerinin 1952 yılına kadar bu arazilerde %25 hasılat kirası vererek fer’i zilyet sıfatıyla ziraat ettiklerini, bu tarihten itibaren … köylülerinin tapu iptali davası açmalarından etkilenen davalı veya murislerinin hukuk dışı eylemlerle taşınmazı sahiplenmeye çalıştıklarını, geldi kayıtlarında icareteynli vakıf olarak yazılı tapu kaydının 1961 yılında taviz bedeli ödenmek sureti ile vakıfla ilişiğinin kesildiğini, bu vakıfların zilyetlikle iktisabının mümkün olmadığını, kadastro çalışmaları sırasında ise bilirkişilerin gerçekleri sakladıklarını, sabit hudutlu olmaları nedeniyle miktarına itibar edilmesi gereken tapuların kapsamındaki ormanların, 4785 sayılı Kanunla devletleştirilmesinden dolayı bunların bedelleriyle ilgili olarak … Asliye Hukuk Mahkemesinde açtıkları davanın devam ettiğini belirterek açmış oldukları tescile itiraz davaları birleştirildikten sonra yapılan yargılama aşamasında davaya konu taşınmazın kadastro tespiti görerek 177 ada 2 parsel numarasını aldığı ve görevsizlikle kadastro mahkemesine gönderildiği, hukuk mahkemesinde davalı olduğundan bahisle malik hanesi açık olarak kadastro tespit tutanağının da kadastro mahkemesine tevdi olunduğu anlaşılmıştır.
Davacı … Yönetimi kadastro mahkemesine sunduğu dilekçe ile özetle; … ili, … ilçesi, … köyünde bulunan davaya konu 177 ada 2 parsel sayılı taşınmazın orman tahdit sınırları içinde kaldığını belirterek davaya konu taşınmazın orman vasfıyla … adına tespit ve tescilini talep etmiştir.
Müdahil davacı … vekili asliye hukuk mahkemesine sunduğu dilekçe ile; … ili, … ilçesi, … köyünde bulunan davaya konu 177 ada 2 parsel sayılı taşınmazın 10.12.2003 tarih ve 1 sıra numaralı tapu kaydı ile kendisine ait olduğunu, taşınmazı satın aldığı tarihten bu yana kesintisiz zilyetliğinin devam ettiğini belirterek davaya konu taşınmazın adına tespit ve tescilini talep etmiş, mahkemece tüm davalar birleştirilerek yapılan yargılama sonucu; davacı … Yönetiminin davasının kısmen kabul kısmen reddine, diğer davacı ve müdahil davacıların davalarının reddi ile, 177 ada 2 parsel sayılı taşınmazın orman vasfıyla … adına tespit ve tapuya tesciline, taşınmazın 1. derece doğal sit alanında kaldığının tapunun beyanlar hanesinde gösterilmesine karar verilmiş, hüküm davacı … Yönetimi, davacı … mirasçıları ve arkadaşları vekili, davacı … mirasçıları ve arkadaşları vekili, davalı …, davalı … ve davalı - katılan … tarafından temyiz edilmiştir
Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, kadastro tesbitine itiraza ilişkindir.
Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerde tesbit tarihinden önce 1967 yılında yapılıp kesinleşen orman kadastrosu, daha sonra dava tarihinde kesinleşen aplikasyon ve 1744 sayılı Kanunla değişik 6831 sayılı Kanunun 2. madde uygulaması ve 1988 ila 1990 yıllarında yapılıp 08.07.1991 tarihinde ilan edilerek dava tarihinde kesinleşmemiş olan aplikasyon, sınırlandırması yapılmamış ormanların kadastrosu ve 2896 ve 3302 sayılı kanunlarla değişik 2/B uygulaması vardır.
1)Davacı … Yönetimin temyiz itirazları bakımından;
İncelenen dosya kapsamına göre, davacı … Yönetimi tarafından dava konusu taşınmazın kesinleşen orman sınırları içerisinde kaldığı iddiası ile dava açıldığı, mahkemece dava konusu taşınmazın tamamının değil bir kısmının kesinleşen orman sınırları içerisinde kaldığı belirlenerek … Yönetiminin davasının kısmen kabulüne karar verildiği, kesinleşen orman sınırı dışında kalan kısımların ise orman içi açıklık olması nedeni ile orman vasfıyla … adına tesciline karar verildiği, sonuç olarak taşınmazın tamamının orman vasfıyla tesciline karar verildiği gözönünde bulundurulduğunda, … Yönetimi aleyhine herhangi bir hüküm oluşturulmadığı anlaşılmakla, kararı temyiz etmekte hukukî yararı bulunmadığı anlaşılan … Yönetiminin temyiz dilekçesinin hukukî yarar yokluğundan reddine karar vermek gerekmiştir.
2)Davalı …, …, davacı … ve arkadaşları ile davacı … ve arkadaşları ve katılan …`nin temyiz itirazları bakımından;
Mahkemece, dava konusu taşınmaza ilişkin tapu kayıtlarının zilyedi yararına hukukî kıymetlerini kaybettikleri, taşınmazın kısmen kesinleşen orman sınırı içinde kaldığı, orman sınırı dışında kalan kısmının ise dört tarafının ormanla çevrili olup orman içi açıklık niteliğinde olduğu, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine konu olmayacağı, katılanın dayandığı tescil tapusunun ise, taşınmazın …‘a ait iken ölümü ile mirasçılarına kaldığı, mirasçılar arasında rızai taksim yapılmadığı buna rağmen mirasçılardan …`ın taşınmazı satmasının hukukî geçerliliği olmadığı, geçerliliği olmayan satıştan sonra taşınmazı satın alan kişinin açtığı tescil davası sonucu oluşan tapu kaydına değer verilemeyeceği gerekçesiyle, … Yönetimi dışındaki davacıların davasının reddine karar verilmiş ise de davacıların dayandıkları tapu kayıtlarının uygulamasına ilişkin olarak yapılan araştırma ve inceleme hüküm kurmaya yeterli ve elverişli değildir.
Muteriz davacılar tarafından açılan davada; çekişmeli taşınmazların Temmuz 1969 tarih 63, 64 ve Şubat 1962 tarih 4 sıra sayılı tapuların kapsamında kaldığından katılanların dayandığı tapu kaydının mükerrer tapu olduğunu savunmuşlar, yargılama aşamasında başkaca delillere de dayanmalarına rağmen dayanılan tapu kayıtları ve delilleri taşınmazlara denetime elverişli ve yeterli kanaat oluşturacak şekilde uygulanmadığı gibi davanın tarafları arasında çözülmesi gereken, çekişmeli taşınmazların, cinsi … Vakfı olan …, … ve … - … çiftlik tapuları kapsamında olup olmadığı, bu tapu kayıtları kapsamında ise, geldisi olan … Vakfının mülk araziden tahsis edilen, sahih ve icareteynli vakıf olup olmadığı, Mart 1290 tarih 18, 19 ve 20 numaralı çiftlik tapularından paylaşım ve intikal yoluyla oluşan Ağustos 1326 tarih 2, 3 ve 4 numaralı tapularda malik olarak görülen … kızı … Hanım’ın kök tapu kaydı maliki … (…) Efendi`nin kızı olup olmadığı, tapu kayıtlarının doğru temele dayanıp dayanmadığı ve düzenli şekilde intikallerinin yapılıp yapılmadığı ve yine 1948 yılında ölen … kızı … Hanımın davacı kişilerin miras bırakanı olup olmadığı, tapu kayıtlarının sahih esasa dayanıp dayanmadığı, çekişmeli taşınmazın bilinen en eski tarihte kimin tarafından kullanıldığı, kimden kime kaldığı, kadastro mahkemesine aktarılan tescil davasında dayanılan zilyetliğin Medenî Kanunun yürürlüğünden 10 yıl önceye uzanıp uzanmadığı, Arazi Kanunnamesinin 20 ya da 78. madde hükümlerinin yürürlükte olup olmadığı ve somut olayda uygulanıp uygulanamayacağı; davacıların dayandığı tapu kayıtlarının … (… çiftliği), … (… çiftliği) ve … (… Çifliği) köylerinde yapılan kadastro işlemlerinde revizyon görüp görmediği, görmüş ise hangi parsellere revizyon gördüğü, hükmen uygulanmış ise hangi parsellere uygulandığı, harita, plan ya da krokisinin bulunup bulunmadığı, değişebilir sınırlar içerip içermediği, sınırları itibariyle ya da miktarı ile çekişmeli parselleri kapsayıp kapsamadığı, kayıt fazlasının nereden kaynaklandığı, zilyetlik yoluyla edinilip edinilemeyeceği, zilyetlik yoluyla kazanma iddiasında bulunan kişiler için bu koşulların oluşup oluşmadığı, adlarına tescil kararı verilen kişilerin zilyetliklerinin kiracı sıfatıyla mı yoksa malik sıfatıyla mı olduğu, zilyetlerin, tapu malikleri ve maliki evvellerine kira ya da benzeri bir ödeme yapıp yapmadıkları, çiftlik tapu malikleri ile … köyünden 79 kişi arasında görülüp kesinleşen … Asliye Hukuk Mahkemesinin 1988/333 - 51 sayılı kararının ve davacıların sunduğu diğer kararların, davanın tarafları için kesin hüküm niteliğinde bulunup bulunmadığı, çekişmeli taşınmazların bu kararların kapsamında kalıp kalmadığına ilişkin hususlar çözüme kavuşturulmamış, taraflarca ileri sürülen deliller gerektiği şekilde irdelenmemiş, hangi delile niçin değer verildiği ya da niçin değer verilmediği, hangisinin diğerine üstün tutulduğu, katılanların dayandığı tescil tapusu ile katılanların dayandığı tapuların dava konusu taşınmaza uyduğu takdirde hangi tapu kaydına değer verileceği konusunda yeterli açıklama yapılmamış, iddia ve savunmada ileri sürülen hususlar cevaplanmamıştır.
3402 sayılı Kanunun 26 ve devamı maddelerinde kadastro mahkemesinin yargılama usûlü düzenlenmiştir. İstisnalar dışında, kadastro mahkemesi de, genel mahkemelerde olduğu gibi, tarafların iddiaları ve savunmaları ile bağlı olup, aynı yere ilişkin olsa bile, farklı dosyalarda sunulan delillere dayanılarak, hüküm kurulamaz. Başka deyişle, istisnalar dışında, kadastro mahkemesinde de, delillerin taraflarca sunulması ve dosyasının taraflarca oluşturulması ilkesi geçerlidir. Tarafların ileri sürdüğü iddia ve savunmalar ile dayanılan deliller, kesin ya da takdiri delil olmasına göre mahkemece tek tek değerlendirilmelidir.
Mahkemece, çiftlik tapu kaydına tutunan davacı gerçek kişilerin iddiaları ve sundukları deliller, dayandıkları tapu kayıtları yöntemince uygulanmamış, tapu kaydı uygulaması yönünden, Kadastro Mahkemesinin 05.04.2001 gün ve 1996/11 - 16 sayılı dosyadaki tapu uygulamasına dayanılmışsa da, bu karar, o davanın tarafı olan tapu malikleri Necip … ve paydaşları yönünden Kadastro Kanununun 34. maddesi gereğince kesin hüküm oluştursa da, kadastro mahkemesinin sözü edilen 1996/11 E. sayılı dosyasında taraf olmayan … ve bu dosyanın davacıları olan ve zilyetlikle edinme iddiasında bulunan gerçek kişiler yönünden kesin hüküm oluşturmayacaktır.
Tapu kaydına dayanan davacıların tapuları hakkında verilen Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 22.11.1978 gün ve 1977/11819 - 13674 sayılı ve 16. Hukuk Dairesinin 24.04.2001 gün ve 2001/418 - 2033 sayılı kararlarında açıklandığı gibi, Medenî Kanunun 04 Nisan 1926 tarihinde yayımlanıp 04 Ekim 1926 tarihinde yürürlüğe girmesinden sonra 29 Mayıs 1926 tarihli ve 864 sayılı Tatbikat (Uygulama) Kanununun 43. maddesinin “Kanunu Medeniye, Borçlar Kanunu ve bu Tatbikat Kanununa aykırı olan hükümler ile “mecelle mülgadır” hükmüyle, Mecelle ve Medenî Kanuna aykırı olan diğer eski mevzuat açıkça yürürlükten kaldırıldığı halde, 1274 (1858) tarihli Arazi Kanunu, kaldırılan bu kanunlar arasında sayılmamıştır.
Medenî Kanunun yayınlandığı tarihten sonra ve fakat yürürlük tarihinden önce, kabul edilen 02.05.1926 tarih 837 sayılı Kanunla, Arazi Kanunnamesinin 68, 69, 70, 71, 74, 76, 84 ve 85. maddeleri yürürlükten kaldırıldığına göre, Arazi Kanunnamesinin diğer maddelerinin (özellikle Arazi Kanununun mera, yaylak ve kışlaklarla Medenî Kanuna aykırı olmayan diğer hükümlerinin) yürürlükte olduğunun kabul edilmesi gerektiği, nitekim 28 Şubat 1998 tarihinde yürürlüğe giren 4342 sayılı Mera Kanununun 36. maddesi ile Arazi Kanunnamesinin 97, 98, 99, 100, 101, 102 ve 105. maddelerinin yürürlükten kaldırılmış olması ve 27.01.1943 gün ve 5/7 sayılı ve yine 09.02.1944 gün ve 4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararlarında, 1274 (1858) tarihli Arazi Kanunnamesinin 45. maddesinin, Medenî Kanunun 658 ve 659. maddeleriyle zımnen yürürlükten kaldırıldığı, ancak, diğer maddelerinin halen yürürlükte olduğunun kabul edilmesi, yine Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 27.04.1949 gün ve 1948/7 - 1949/7 sayılı kararıyla da Arazi Kanunnamesinin 78. maddesi hükmüne değer verilmesi nedenleriyle, Arazi Kanunnamesinin Medenî Kanuna aykırı düşmeyen hükümlerinin, bu arada konuyla ilgili 20 ve 78. maddelerinin yürürlükte olduğunun kabulü ile somut olayda anılan kanun hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının araştırılıp tartışılması gerekmektedir.
Mahkemece, tapu kaydının çekişmeli parselleri kapsamadığı, bir an için kapsadığı kabul edilse bile, taşınmazların Medenî Kanunun yürürlüğünden önce tapu malikleri dışındaki kişiler tarafından 10 yıldan fazla süreyle zilyet edilmesi nedeniyle, Arazi Kanunnamesinin 20 ve 78. maddeleri gereğince tapu kaydına değer verilemeyeceği kabul edildiğine göre, dayanılan tapu kayıtlarının çekişmeli taşınmaza uyup uymadığı, başka bir anlatımla dava konusu taşınmazın davacılar ve katılanlara ait tapu kaydı kapsamında kalıp kalmadığı konusunda yapılan uygulamanın yetersiz olması bir yana, zilyetliğe dayanan davacı ve önceki zilyetlerin Medenî Kanunun yürürlüğe girdiği 1926 yılından önce zilyet olup olmadıkları, zilyetlikleri varsa ne zaman ve ne şekilde başladığı, zilyetliğin çekişmesiz, aralıksız, malik sıfatıyla devam edip etmediği konularındaki araştırma ve bu konuda toplanan deliller de hüküm kurmaya yeterli değildir. Çiftlik sahibi tapu kaydı maliklerinin dayandığı kesinleşmiş mahkeme kararları, komisyon kararları, vergi kayıtları, şer’i mahkeme ilamları, kamulaştırma kararları, … Yönetiminin yaptığı incelemeler ve raporlar ile şer’iye defteri örnekleri, bir kısım köylülerin çiftlik arazilerini kira ve icar vererek kullandıklarına dair 1940 yılından sonra noterde verdikleri taahhütnameler ile diğer deliller karşısında, yerel bilirkişi ve tanık sözlerine ne şekilde değer verildiği, çekişmeli taşınmazlara önce ya da şimdi zilyet olan gerçek kişiler ile bu deliller arasında bağlantı bulunup bulunmadığı, zilyetliğe esas sözleri hükme esas alınan yerel bilirkişi ve taraf tanıkları ile bir kısım tapu malikleri muteriz davacılar arasında aynı nitelikte davalar olup olmadığı araştırılmamış ve irdelenmemiştir.
Oysa, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 27. maddesinde yer bulan “Hukukî Dinlenilme Hakkı” gereğince, davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukukî dinlenilme hakkına sahip olup, bu hakkın yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içermektedir. Mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Anayasanın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hakime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir.
O halde, mahkemece; aynı tapu kayıtlarına dayanılarak açılan bir çok davanın bulunduğu, bunlardan bir kısmının sonuçlandırılıp bir kısmının halen devam ettiği anlaşıldığından, halen görülmekte olan dava dosyalarının birleştirilmesi, yargılamayı geciktirip, para ve emek sarfına yol açacağı ve yıllardan beri devam eden davaları daha da karmaşık ve içinden çıkılamaz hale getireceği gözönünde bulundurularak; dava dosyaları birleştirilmeden, muteriz davacılar … mirasçıları ve arkadaşlarının dayandığı delillerin eksiksiz olarak toplandığı aynı nitelikteki dava dosyalarından birisi kılavuz dosya seçilerek;
Tapu kayıtlarında geçen …, … (…-…, …), … (…), …, … (…) köylerinin bulunabilecek en eski tarihli idari sınırlarına ait harita ve diğer belgeler, gerektiğinde eski kayıt ve defterler üzerinde inceleme ve araştırma yapabilecek nitelikte konunun uzmanı bilirkişiler tayin edilerek, Cemaziyelahir 1208, Zilhicce 1207 (9 Ocak 1794) Tarihli Mülkname, … Vakfıyesine ilişkin 21 Zilhicce 1209 (1795) tarih (12 Ramazan 1263 (1847) tarih 477 sayılı Temessük, 25 Safer 1291 (1876) tarihli temessük, … çiftliği Mart 1290 tarih D.9 V.18 … (…) çiftliği Mart 1290 tarih D.9V.19, … ve … çiftliği Mart 1290 tarih D.9V.20 sayılı tapu kayıtları ile bu sicillerden gelen Ağustos 1326 (1910) tarih ve 3 numaralı … (…) çiftliği, Ağustos 1326 (1910) tarih ve 2 numaralı … - … çiftliği, Ağustos 1326 (1910) tarih ve 4, … çiftliği tapu kayıtları ile bu kayıtların gittileri ve tedavülleri olan diğer tapu kayıtları ve bu kayıtların revizyonları yerel yönetim ve genel müdürlükten getirtilerek bir sıra dahilinde dosya arasına konulmalı,
Bu tapu kayıtlarının revizyon gördüğü ya da hükmen bu tapuların uyduğu belirlenen kadastro parselleri, gerekirse mahkemedeki tüm dosyalar ve tapu sicile devredilmiş tüm dosyalar üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmak suretiyle saptanmalı, bu parsellerin tesbit tutanakları, tesbitleri kesinleşmişse bu yolla oluşan tapu kayıtları, hükmen kesinleşenlerin bilirkişi raporları dosyaya eklenmeli,
Belirlenen revizyon parselleri ile aynı şekilde dava konusu edilen tüm parselleri bir arada gösteren pafta örnekleri getirtilmeli,
Sözü edilen tapu kaydına dayanılarak halen … Asliye, Sulh ve Kadastro Mahkemelerinde devam eden davaların konusu ve kimler arasında görüldüğü, sonuçlanan davalar varsa bunların konusu ve neticesi hakkında tarafların hazırlayacağı dava listesi kendilerinden alınmalı, esas defterleri üzerinde inceleme yaptırılarak aynı türden uyuşmazlıklar tutanak ile belgelenmeli,
Vakıf Taşınmazları ve Vakıf Hukuku Konusunda uzman bilirkişiler belirlenip, dosyadaki tarafların tutunduğu mülknameden başlanarak tüm kayıtlar ve belgeler incelettirilmeli, … Vakfının mülk araziden tahsis suretiyle edinilip edinilmediği, sahih vakıflardan olup olmadığı yönünde rapor düzenlettirilmeli, muteriz davacıların tapu kayıtlarının tesis ve tedavüllerinin nitelikleri ve mevzuat karşısındaki geçerlilikleri konuları üzerine değişik zamanlarda, üniversite öğretim üyelerinden 6100 sayılı HMK’nın 293. maddesi hükmü uyarınca aldıkları bilimsel mütalaalar incelenmeli, gerekirse bu uzman kişiler HMK`nın 293/2 maddesi uyarınca dinlenilmeli,
Çekişmeli taşınmazın bulunduğu yere ait, en eski tarihlisinden en yeni tarihte düzenlenen memleket haritaları dahil, yöreye ait tüm memleket haritalarının orijinalinden renkli ve onaylı fotokopi örnekleri ile hava fotoğrafları ve amenajman planları, çekişmeli taşınmazların bulunduğu yer ve mevki ismi, varsa yakın kadastro parsel numaraları yazılmak suretiyle, çekişmeli taşınmazın bulunduğu yerin 2863 sayılı Kanun hükümlerine göre doğal ya da kültürel sit alanı olup olmadığı sorulmalı, ilgili karar ve harita örnekleri getirtilerek dosyasına eklenmeli, Tapu kayıtlarındaki sınırları ve memleket haritasındaki mevkileri bilecek ve bu davalar ile ilgisi olmayan, olabildiğince yaşlı ve yansız yerel bilirkişiler tesbit edilmeli, gerektiğinde tapu kayıtlarının bilinmeyen sınırlarında yardımcı olacak ve zilyetlik konusunda bilgi verecek tanık isimleri taraflardan istenmeli, önceki keşiflere katılmamış üç orman yüksek mühendisi, üç harita mühendisi, üç jeolog bilirkişi ve üç ziraat uzmanı bilirkişinin ismi yöntemince belirlenmeli, bu bilirkişilere tarafların itirazları olursa değerlendirilerek, gerektiğinde onların yerine başkaları seçilmeli,
Bilahare kılavuz dosya üzerinden yapılacak keşifte; … Vakfiyesi ve 17 Rabiulevvel 1295 tarihli İcmali Hakani sureti: …… sancağında, … kazasında vaki bir tarafı … ve bir tarafı … ve bir tarafı … beli ve … hududuna müntehi olup işbu hudut ile mahdut mahal derununda … çiftliği denmekle arif bir kıta çiftlik, … çiftliği denmekle arif bir kıta çiftlik ve … çiftliği denmekle arif bir kıta çiftlik sınırları ve ilk tesisi Mart 1290 tarih D.9, V.18 , aynı tarih Varak 19, aynı tarih Varak 20 sayılı tapu kayıtları tüm tesis ve tedavülleri ile, bu kayıtlardan önce oluşturulmuş ise, bu kayıtların, Ağustos 1326 tarihli tarihinde yapılan ifrazlara göre oluşan yeni sınırları itibariyle yerel bilirkişiler yardımıyla yerine uygulanmalı, bu çiftlik sınırları için ayrıca oluşturulan çiftliğe ait tarla ve bina nitelikli tapu kayıtları varsa, onlar dahi uygulanmalı, uygulama sırasında, tutunulan … maa … çiftliği, … çiftliği ve … çiftliği tapularında … Gediği, …taş, … sınırlarının ortak sınır, … (…), … (…) sınırlarının köy ya da çiftlik sınırları olduğu, tapu kayıtlarının eşcar-ı müsmire ve gayr-ı eşcarı müsmireyi müştemil çiftlik kayıtları olup, bu sınırlar içinde devlet ormanları, dereler, taşlık ve kayalık niteliğindeki devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerin bulunduğu, sınırlarının mevki ya da nokta sınırlar olduğu, bu sınırların çoğunluğunun Devlet …ı içinde kalması nedeniyle sabit kabul edilemeyeceğinden, 3402 sayılı Kanunun 20/C maddesi gereğince kayıt kapsamının yüzölçümüne değer verilerek saptanacağı, … çiftliğine ait tapu kaydının aynı köy 1 ila 169 sayılı parsele uygulandığı, ancak bu parseller hakkında tapuya dayanmayan ve zilyetlikle kazanma iddiasında bulunan gerçek kişiler tarafından itiraz edilip, birçok dava açıldığı, … Maa … çiftliği tapusunun … köyü 373 ila 633 sayılı parsellere uygulandığı gözönünde bulundurularak, tapu kayıtları yerine uygulanmalı; bilinmeyen sınırlar konusunda tarafların gösterecekleri tanıklar dinlenmeli, yerel bilirkişi ve tanık sözleri, komşu parsel kayıtları ve eski tarihli memleket haritaları, köy isimleri ve sınırlarına ilişkin tüm kayıtlarla denetlenmeli, yerel bilirkişi ve tanıklar tarafından tarif edilen ve gösterilen sınırlardaki çelişkiler yöntemince giderilmeli, revizyon parselleri ile … (…) ve … (…) köyleri (ya da çiftlikleri) ile memleket haritasında … köyü olarak işaretlenmiş bulunan sınırlar gözetilerek sabit sınırların nereler olabileceği değerlendirilerek kayıtlar 3402 sayılı Kanunun 20 ve 21. maddeleri hükmüne göre, sabit sınırlarla bağlantısı kesilmemek suretiyle, bu sınırlardan başlanarak, genel kadastroda revizyon gördüğü, çiftlik tapu sahipleri adına kesinleşen parseller de dikkate alınmak suretiyle uygulanarak, kayıtların yüzölçümüyle kapsadığı alanlar tereddüte yer bırakmayacak biçimde belirlenmeli, harita mühendisi bilirkişi ve fen bilirkişilere tapu kaydının sınırları itibariyle kapsadığı alanı ve yüzölçümüyle geçerli kapsamını ayrı ayrı gösteren ayrı renkli kalemlerle işaretli müşterek imzalı kroki düzenlettirilmeli;
Daha sonra, dosyaya getirtilen en eski tarihli hava fotoğrafları, memleket haritaları, amenajman planları ve orman kadastro haritası ile kadastro paftası ve dayanılan tapu kayıtlarının sınırları ve yüzölçümüyle geçerli kapsamını gösteren bilirkişi krokisi ve haritası, fen ve uzman orman bilirkişiler eliyle yöntemince uygulanarak, tapu kaydının yüzölçümüyle kapsadığı alanlar içinde kalıp 4785 sayılı Kanun hükümlerine göre devletleştirilen orman alanları belirlenmeli, yüzölçümüyle geçerli kapsamı dışında kalan orman alanlarının, 3116 sayılı Kanun hükümlerine göre zaten devlet ormanı sayılması nedeniyle, devletleştirmeye ve iadeye konu edilemeyeceği gözetilmeli, devletleşen orman alanları var ise, bu alanlarının yüzölçümü, tapu kayıtlarının yüzölçümünden düşüldükten sonra, artan bölümün tarım alanları ve yerleşim alanları için hüküm ifade edeceği, başka deyişle birbirlerine sınır olduğu ve toplam 14000 dönüm yüzölçümünde olduğu anlaşılan bu üç tapu kaydının yüzölçümüyle kapsadıkları alan içinde kalan ormanların devletleştirme kapsamında olduğu gözönünde bulundurularak, devletleştirilen orman alanının yüzölçümü, tapu kaydı miktarından düşüldükten sonra, kalan miktarın bir bütün halinde çiftliğin tapu kaydı kapsamındaki diğer araziler olabileceği düşünülerek muteriz davacıların tapu kayıtlarının kapsamı belirlenmeli, orijinal-renkli (renkli fotokopi) memleket haritasının ölçeği kadastro paftası ölçeğine, yine kadastro paftası ölçeği de memleket haritası ölçeğine çevrildikten sonra, her iki harita komşu ve yakın komşu parselleri de içine alacak şekilde birbiri üzerine aplike edilmek suretiyle, aynı yörede dava konusu edilen taşınmazın konumunu çevre taşınmazlarla birlikte bu harita ve fotoğraflar üzerinde bir arada gösterecekleri, tapu kayıtlarının sınırları, yüzölçümü ile kapsadığı alanları ve devletleştirilen orman alanlarını birlikte gösterir ayrı renklerle işaretli ve bilirkişilerin onayını taşıyan, kroki düzenlettirilmeli ve düzenlenen bu rapor ve krokiler aynı nitelikteki tüm dava dosyalarına konulmalıdır.
Ayrıca yapılacak keşif sırasında katılan …`nin dayandığı 10.12.2003 tarih 1 numaralı tapu kaydı ve tüm geldileri yapılacak keşif sırasında uygulanarak bu tescil tapusunun kapsadığı alan çizilecek kroki ile gösterilmelidir.
Yukarıda anlatılan şekilde yapılacak uygulama ve değerlendirme sonucunda, dava konusu taşınmazın, muteriz davacıların dayandığı tapu kaydı kapsamı ile kesinleşmiş orman kadastrosu sınırları içinde kaldığının belirlenmesi halinde, taşınmazın orman vasfı ile tesciline karar verilmelidir.
Şayet, dava konusu taşınmazın orman tahdidi dışında ancak davacılar … ve arkadaşlarının dayandığı tapu kaydı kapsamı içinde kaldığı belirlendiği, davacıların dayandıkları tapu kayıtlarının, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği yoluyla taşınmaz edinme iddiasında bulunan davacı ve davalı gerçek kişiler yararına hukukî değerini yitirip yitirmediği, davacı ve davalıların tanıkları ve yerel bilirkişiler taşınmaz başında dinlenip, zilyetliğin kiracı ya da malik sıfatıyla olup olmadığı, Medenî Kanunun yürürlüğünden en az 10 yıl öncesine uzanan zilyetlik olup olmadığı, varsa zilyetliğin başlangıcının ne şekilde hatırlandığı veya kendilerine bu bilgilerin ne şekilde aktarıldığı sorulup, somut olaylara dayalı yeterli ve kesin yanıtlar alınmalı, bir birinin tekrarı niteliğindeki soyut sözlerle yetinilmemeli, tarafların dayandıkları deliller ile özellikle Asliye Hukuk Mahkemesinin 1988/333 E. - 1994/51 K., ve Asliye Hukuk Mahkemesinin 1960/104 E. - 1961/25 K. sayılı kararları ile 1989/103 E. sayılı dava dosyası krokileri yerine uygulanmalı, Çiftlik ve tapu sahipleri tarafından sunulan kiralamaya ilişkin 1940 yılından sonra noterde düzenlenen taahhüt senetleri kendilerine okunarak, bu belgelerde söz edilen kişi ve taşınmazlar ile çekişmeli taşınmazların ve taşınmazlara zilyet olanın ilgisinin olup olmadığı hususundaki bilgileri sorulmalı, bu deliller karşısında bazı dosyalarda davacı, bazılarında davalı durumunda olan köylülerin zilyetliğinin asli zilyetlik olup olmadığı değerlendirilmeli, Türkiye genelinde 1936-1937 yıllarında arazi ve bina vergi yazımı yapıldığından …, … (……, …), …, … (…) köylerinde bu yıllarda vergiye kayıt edilen arazi ya da bina olup olmadığı Özel İdare Müdürlüğünden sorularak varsa getirtilip yerine uygulanmalı, bu köyde, kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanan gerçek kişiler, bunların bayi ya da murislerinin, o yıllara ait hiç vergi kaydı yoksa bunun nedeni araştırılmalı, 1926 yılından önce asli zilyet olan kişilerin 1936 - 1938 yıllarında sahip oldukları yerleri vergiye kayıt ettirmemiş olmalarının hayatın olağan akışına uygun olup olmadığı, köylülerin vergi kayıtları olmayıp, çiftlik sahiplerinin vergi kayıtları olması halinde bu durumun köylülerin … köyü arazilerine o yıllarda aslî zilyet olmadıklarının karinesi sayılıp sayılmayacağı tartışılmalı, muteriz davacıların dayandığı tapu kaydı kapsamında kalması ve tapuların sahih ve geçerli olduğunun kabul edilmesi halinde davacı gerçek kişiler adına tesciline karar verilmelidir.
Yukarıda anlatılan şekilde yapılacak uygulama ve değerlendirme sonucunda, dava konusu taşınmazların muteriz davacıların dayandığı tapu kaydı kapsamı ve orman tahdidi dışında kaldığı belirlendiği ya da tapu kaydı kapsamında kalmakla birlikte tapu kaydının, davalı yararına hukukî kıymetini kaybettiği kabul edildiği takdirde ise, kazandırıcı zamanaşımı koşullarının oluşması nedeniyle davalı gerçek kişiler adına tesbit gibi tesciline karar verilmelidir.
Tüm bunlardan başka dava konusu taşınmazın hem davacılar … ve arkadaşlarının dayandığı hem de katılanın dayandığı tescil tapu kaydı içinde kaldığı belirlendiğinde, aynı yere uyan iki ayrı tapu kaydından hangisine değer verileceği tartışılmalı, … ve arkadaşlarının dayandığı tapu kaydı kapsamı dışında ancak katılanın dayandığı tescil tapusu içinde kaldığı belirlenir ise; bu tescil tapusunun oluşumuna esas mahkeme kararında … ve … Yönetiminin taraf olduğu, … ve orman açısından kesin hüküm teşkil edeceği, tescil tapusunun oluşumuna esas mahkeme kararında dava konusu taşınmazın …`ın satışı ile 3. kişinin eline geçtiği, 3. kişinin açtığı dava sonucu taşınmazın 3. kişi adına tescil edildiği, tescil hükmünden sonra taşınmazın katılan şirkete satıldığı, temyize konu dosyada dava açan … mirasçılarının ise, dava konusu taşınmazın murislerine ait olup mirasçılar arasında taksim yapılmadığını, taşınmazın tüm mirasçılar adına tescilinin gerektiğini iddia ettikleri ve tescil tapusunun oluşumuna esas mahkeme kararının taşınmazı satan … dışında diğer tarafları bağlamayacağı hususları da dikkate alınarak, taşınmazın muristen kalıp kalmadığı, mirasçılar arasında taksim edilip edilmediği, kimin taşınmazı ne şekilde kullandığı, hususları da araştırılarak oluşacak sonuca göre karar verilmelidir.
Kabule göre de; temyize konu dava dosyasında …’nun … Sulh Hukuk Mahkemesinin 04/05/2015 gün ve 2014/594 - 390 sayılı ilamıyla kısıtlandığı ve vasi olarak oğlu …’nun atandığı anlaşılmakla vasi … tarafından vesayet makamından husumete izin kararı alınıp alınmadığının da araştırılması gerekmektedir.
SONUÇ: 1) Yukarıda birinci bentde açıklanan nedenlerle, davacı … Yönetiminin temyiz itirazlarının REDDİNE,
2)İkinci bentde açıklanan nedenlerle, davalılar … ve … ile davacılar … ve arkadaşları ile … ve arkadaşları ve katılan …‘nin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde iadesine, Yargıtay temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılması nedeniyle 1.100.-TL vekalet ücretinin davacı … Yönetiminden alınarak davalı … ve davacılar … mirasçıları ve arkadaşlarına verilmesine, taraflarca 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi atfıyla HUMK’nın 388/4. (HMK m. 297/ç) ve HUMK`nın 440/I maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine oy birliği ile karar verildi.
YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas: 2015/5127 Karar: 2016/4635 Tarih: 10.11.2016
-
HMK 293. Madde
-
Uzman Görüşü
Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan ayıplı imalât nedeniyle doğan alacağın tahsili talebinden ibarettir.
Davacı şirket iş sahibi, davalı şirket yüklenicidir. Davacı şirket vekili, davacı şirkete ait binanın inşâsı ile ilgili davalı yüklenici şirket ile 04.02.2009 ve 21.05.2009 tarihli iki ayrı sözleşme imzalandığını ve sözleşmeler çerçevesinde imalâtların yapıldığını imalâtların eksik olması nedeniyle tarafların 05.03.2010 tarihli tasfiye protokolü düzenlediklerini ve yapı kullanım belgesi alınmasından sonra bodrum katta su yalıtım hatası olmasından dolayı rutubetlenmeler olduğunu ve bu durumun arttığını, bunun üzerine davalı yükleniciye başvurduklarını ve bu başvurunun sonuçsuz kalması üzerine Değişik iş sayılı dosyası ile tespit yaptırdıklarını bilirkişi raporunun davalıya tebliğ edildiğini ve bu rapora itiraz edildiğini, davacı müvekkilinin gerekli imalâtları dava dışı başka bir firmaya yaptırmak zorunda kaldıklarını ve iki fatura bedeli olan 50.150,00 TL’nin ve 00 TL tespit giderinin tahsilini istemiş, davalı vekili; binadaki çatlakların binanın statik durumuna etki eden tasdikli proje haricindeki ağırlıklardan kaynaklandığını ve binanın üstüne konulan ağırlıkların ve titreşim yapan cihazların çatlamaya sebebiyet verdiğini ve kullanım hatası bulunduğunu ve sorumluluğun davacıda olduğunu savunarak davanın reddini talep etmiş, mahkemece yapılan yargılama sonucunda davanın kabulüne karar verilmiş, verilen karar davalı yüklenici şirket tarafından süresinde temyiz edilmiştir.
Mahkemece yapılan yargılama sürecinde mahallinde keşif yapılmak suretiyle; inşaat mühendisi bilirkişiden 23.03.2015 tarihli bilirkişi raporu alınmış, raporun taraflara tebliği üzerine davalı vekili bilirkişi raporuna esaslı itirazlarda bulunmuş, bu itirazlar ek rapor alınmak suretiyle değerlendirilmeden bilirkişi raporuna göre hüküm oluşturulmuştur. Alınan bilirkişi raporuna davalı vekili esaslı itirazlarda bulunmuş ve bu itirazlarına 6100 sayılı HMK’nın 293. maddesi gereğince alınan uzman görüşünü dayanak olarak eklemiştir. Bilindiği üzere 6100 sayılı HMK’nın 293. maddesinde düzenlenen uzman görüşü, tarafların uyuşmazlığın aydınlanabilmesi, anlaşılabilmesi ve iddia ve savunmaların ispatı içen kendisinin belirlediği özel ve teknik bilirkişiden bir konuda bilgi alması olarak düzenlenmiş olup, uygulamada özel bilirkişi adı da verilmektedir. Taraflar kendi menfaatlerini koruyabilmek ve alınan bilirkişi raporundan tatmin olmamaları halinde olayın tam olarak aydınlanmasını sağlamak ve doğru ve adil kararın verilmesi için uzman görüşü alıp mahkemeye ibraz edebilecektir. Mahkeme özellikle özel ve teknik bilgiyi gerektiren konularda, tarafın sunduğu uzman görüşünün dava konusuyla ilgili olması halinde mutlaka dikkate almak ve değerlendirmek zorundadır. Bu anlamda alınan bilirkişi raporuna, taraflardan biri, uzman görüşüne dayanmak suretiyle itiraz etmiş ve bu itirazlar mahkeme tarafından hiç değerlendirmeye alınmamış ve itirazlar gerekçeli bir şekilde karşılanmamış ise uzman görüşüne dayanan tarafın 6100 sayılı HMK’nın 27., Anayasa’nın 36. ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan hukuki dinlenme hakkını ihlal etmiş olabilecektir.Dosyaya ibraz edilen uzman görüşünde bilirkişi raporu ile tespit edilen görüşlerinin aksine tespit ve görüşler ileri sürülmüş olup, bilirkişi raporu ile uzman görüşü ciddi şekilde çelişkiler içermektedir. Alınan bilirkişi raporu ile uzman görüşü arasındaki çelişkinin giderilmesi amacıyla dosyanın yeni bir bilirkişi heyetine tevdii edilmesi yerine yetersiz ve esaslı itiraza uğrayan rapora dayanılarak uzman görüşü kararda gerekçeli olarak değerlendirilip tartışılmadan karar verilmiş olması doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.
O halde mahkemece yapılması gereken iş; 6100 sayılı HMK’nın 266 ve devamı madde hükümlerine uygun olarak seçilecek aralarında statik ve izolasyon konusunda uzman inşaat mühendisi bilirkişinin de bulunduğu bilirkişiler kurulu aracılığıyla gerektiğinde yerinde keşif yapılmak suretiyle bilirkişi heyetinden denetimine elverişli rapor alınarak davalı yüklenicinin yaptığı imalatlarda ayıp bulunup bulunmadığı belirlenmeli, ayıp var ise bunun kullanım hatasından olup olmadığı araştırılmalı,taraf iddia ve savunmaları üzerinde durularak alınacak rapora itiraz edilmesi halinde bu itirazları karşılayacak ek rapor alınmak suretiyle oluşacak kanaate göre hüküm kurmaktan ibaret olmalıdır.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün temyiz eden davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine, 10.11.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ Esas: 2014/9404 Karar: 2015/1400 Tarih: 10.03.2015
-
HMK 293. Madde
-
Uzman Görüşü
Taraflar arasındaki yargılamanın yenilenmesi davasının yapılan yargılaması sonunda kurulan 11.07.2014 günlü hükmün Yargıtay’ca duruşmalı olarak incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmekle, tayin olunan 10.03.2015 günü için yapılan tebligat üzerine, temyiz eden davacılar vekili geldi, diğer taraftan Orman İdaresi vekili ve Hazine vekili geldi, başka gelen olmadı, açık duruşmaya başlandı. Süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçelerinin kabulüne karar verildikten sonra, gelenlerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi. İş karara bırakıldı. Daha sonra dosya içindeki tüm belgeler incelenip, gereği düşünüldü;
Davacılar vekili 20.03.2014 hakim havale tarihli dilekçeler ile, U… Köyü 397 parselde 3302 sayılı Kanuna göre yapılan çalışması sonucu, bu parselden müfrez 414 parsel sayılı taşınmazın, orman niteliğiyle tesciline ilişkin Kemer Kadastro Mahkemesi tarafından verilen 17.07.2002 gün ve 1994/1085-16 sayılı kararın 05.05.2006 tarihinde kesinleştiği, ancak, Sulh Ceza Mahkemesi’nin 24.07.1979 gün ve 1978/269-879 sayılı kararında “1744 sayılı Kanuna göre çalışma yapan komisyonun evvelce sınırlama dışında bırakılan sahaları yeniden orman içine alma yetkisinin bulunmadığı ve çalışmanın yok hükmünde olduğuna” karar verildiği. Orman Bölge Şefliği’nin 25.08.1971 tarihli yazısında tapulama dışı kalmış, fakat, orman sayılan yerlerden olan bahis konusu sahaların ölçülmemesinin istendiği belirtilerek, Orman Müfettişi Zekeriya tarafından düzenlenen 03.07.1971 tarihli rapor, Şube 5/B Müdürü Ertuğrul tarafından yazılan 2 Temmuz 1971 tarihli yazısı, Bölge Tapulama Müdürlüğü’nün 22.06.1973 tarihli yazısı, 1957 yılı hava fotoğraflarının hatalı değerlendirildiğine değinilerek kendilerinin isteği sonucu İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi öğretim görevlileri Prof. Dr. Kamil, Prof. Dr. Yusuf, Yrd. Doç. Dr. Adil ve Yrd. Doç. Dr. Necmettin tarafından düzenlenen rapora dayanılarak 375/1-b ( 445/1-9 mad.) maddesi gereğince yargılamanın yenilenmesine ve Kemer Kadastro Mahkemesi’nin 17.07.2002 gün ve 1994/1085-16 sayılı kararının kaldırılarak, davalarının kabulüne karar verilmesi istemiyle ayrı ayrı dava açmış, mahkemece tüm davalar birleştirilmiştir.
Mahkemece, yargılamanın yenilenmesi isteminin reddine karar verilmiş, hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dava, 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesinin atfıyla 1086 sayılı HUMK’nın 445 maddesinin 1. ve 1. ve 5. bentlerine dayalı olarak açılan yargılamanın yenilenmesi davasıdır.
Yörede ilk orman kadastrosu, 3116 sayılı Kanun hükümlerine göre 1946 yılında yapılıp kesinleşmiş, 1976 yılında yapılan aplikasyon, orman kadastrosu ve 6831 sayılı Kanunun 1744 sayılı Kanun ile değişik 2. madde uygulaması 14.04.1977 tarihinde ilan edilerek kesinleşmiştir. Daha sonra 1989 yılında aplikasyon ve 3302 sayılı Kanun ile değişik 2/B madde uygulaması yapılmış ve 18.04.1990 tarihinde ilan edilmiş, 3 numaralı Orman Kadastro Komisyonu tarafından 6831 sayılı Kanunun 4999 sayılı Kanun ile değişik 9. maddesi gereğince yapılan teknik hataların düzeltilmesi çalışması da 07.09.2007 tarihinde ilan edilmiştir. Daha sonra 3402 sayılı Kanuna 5831 sayılı Kanunla eklenen ek madde 4 uyarınca yapılıp, 01.04.2011 ila 02.05.2011 tarihleri arasında ilan edilen sınır ve yüzölçümü düzeltme çalışması vardır.
Taşınmazların bulunduğu yerde genel arazi kadastrosu işlemi, 1981 yılında yapılıp 13.01.1982 ila 15.02.1982 tarihleri arasında ilan edilmiş ve kesinleşmiştir.
Yargılamanın iadesi yolu, kesin hükme bağlanmış olan bir davaya yeniden bakılamayacağına ilişkin kuralın en önemli istisnasıdır. Buna göre, bazı ağır yargılama yanlışlıklarından dolayı, kesin hükmün tekrar gözden geçirilmesine ve aynı dava hakkında yeni bir hüküm verilmesine istisnai olarak müsaade edilmektedir.
Yargılamanın iadesi sebepleri 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 445. maddesinde tahditi olarak sayılmıştır. Bu sebeplerin kıyas yolu ile genişletilmesi söz konusu değildir (Baki Kuru- Hukuk Muhakemeleri Usulü - 6. Baskı - Cilt 5-sayfa 5156-5164,5171).
Yargılamanın iadesi davası üç safhada (aşamada) incelenir.
a) Mahkeme, ilk önce yargılamanın iadesi davasının mesmu (dinlenilebilir) olup olmadığını kendiliğinden (re’sen) araştırır. Mahkeme, burada genel dava şartlarından başka, yargılamanın iadesi davacısının davayı süresi içinde açıp açmadığını, teminat gösterip göstermediğini ve kanunda ( m. 375, mülga 1086 s. m. 445) yazılı bir yargılamanın iadesi sebebine dayanıp dayanmadığını kendiliğinden (re’sen) inceler. Mahkeme, bu şartlardan birinin mevcut olmadığı kanısına varırsa, yargılamanın iadesi davasını (esasa girmeden) mesmu olmadığından dolayı reddeder.
Mahkeme, bu halde, yargılamanın iadesini isteyen tarafı para cezasına mahkum eder.
b) Mahkeme, (birinci aşamada) yargılamanın iadesi davasının mesmu olduğu kanısına varırsa, esasa girerek, ileri sürülen yargılamanın iadesi sebebinin doğru (varit) olup olmadığını araştırır.
Mahkeme, tarafların ikrar veya kabulü ile bağlı olmaksızın, ileri sürülen yargılamanın iadesi sebebinin varit olup olmadığını re’sen araştırır. Yargılamanın iadesi sebebinin varlığını ispat yükü, davacıya aittir. Bu araştırma sonucunda, mahkeme, ileri sürülen yargılamanın iadesi sebebinin doğru (varit) olmadığı kanısına varırsa, yargılamanın iadesi davasını reddeder.
c) Mahkeme, ileri sürülen yargılamanın iadesi sebebinin doğru olduğu kanısına varırsa, yargılamanın iadesi talebini kabul ederek, asıl dava hakkında yeni bir karar verir (Baki Kuru, a.g.e, sayfa 5254,, 5256, 5257).
Yargılamanın iadesi talebi üzerine mahkeme, ön inceleme yapmak amacıyla tarafları davet edip dinledikten sonra, talebin kanuni süre içerisinde yapılmış olup olmadığını, yargılamanın iadesi yoluyla kaldırılması istenen hükmün kesin olarak verilip verilmediğini ya da kesinleşip kesinleşmediğini, ileri sürülen yargılamanın iadesi sebebinin kanunda yazılı sebeplerden olup olmadığını kendiliğinden inceler (6100 sayılı HMK m. 379,1). Bu koşullardan biri eksikse, hakim davayı esasa girmeden reddeder ( m. 379/2). Bu sebeplerin varlığını davacı ispat edemezse dava reddedilir. İnceleme sonunda, dayanılan yargılamanın iadesi sebebi sabit görülürse, yeniden yargılama yapılarak ortaya çıkacak duruma göre verilmiş olan karar onanır veya kısmen yahut tamamen değiştirilir (Baki Kuru- Ramazan Arslan- Ejder Yılmaz, Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 24. baskı, sayfa 608,609).
Bu itibarla davaya bakan hakimin yargılamanın yenilenmesi davasında her şeyden önce davanın dinlenilebiliriik (mesmu) koşullarının mevcut olup olmadığını kendiliğinden araştırması gerekir. Bu husus kamu düzenine ilişkin olduğundan, davanın her aşamasında hakim tarafından re’sen gözetilmelidir. Hakimin daha önce bu koşulları denetlemeyi ihmal etmesi davacı lehine kazanılmış hak oluşturmaz.
Davacı taraf eldeki davada, HUMK’nın 445. maddesinin 1. bendinde 1. bendinde düzenlenen “Muhakeme esnasında esbabı mücbireye veya lehine hükmolunan tarafın fiiline binaen elde edilemeyen bir senet veya vesikanın hükmün itasından sonra ele geçirilmiş olması” ve 5. bendinde düzenlenen “Ehlihibrenin kasten hilafı hakikat ihbaratta bulunduğunun hükmen tahakkuk etmesi” nedenlerine dayalı olarak yargılamanın yenilenmesini istemiştir.
445.maddenin 1. bendi uyarınca, yeni ele geçirilen senet veya belge davaya bakıldığı sırada mevcut olmalı, hükmü etkileyecek (karara müessir) nitelikte olmalı, hüküm verilmesinden sonra ele geçirilmiş olmalı, yargılama sırasında (hükümden önce) ya bir mücbir sebepten dolayı ya da lehine hüküm verilen tarafın fiilinden dolayı elde edilememiş olmalıdır.
445.maddenin 5. bendi uyarınca ise, bilirkişinin kasten gerçeğe aykırı olarak beyanda bulunduğunun (rapor tanzim ettiğinin) bir ceza mahkemesi hükmü ile sabit olması ve bu raporun hükme esas alınmış olması gerekir.
Yukarıda belirtilen hallerde, yargılamanın iadesinin yeni vesaikin elde edildiği ve bilirkişi hakkında yapılan ihbar ve şikayette ilgili olarak ceza mahkemesi kararının kesinleştiği tarihten itibaren üç ay içinde talep edilmiş olması gerekir ( m. 447).
Kasten gerçeğe aykırı rapor tanzim ettiği ileri sürülen bilirkişi hakkında, delil yokluğundan başka bir sebeple (örneğin af, ölüm, gaiplik, zamanaşımı gibi) ceza kovuşturmasına başlanamamış veya karar verilememiş ise, ceza mahkemesi kararı aranmadan, doğrudan hukuk mahkemesinde yargılamanın iadesi davası açılabilir. Bu davada öncelikle bilirkişinin gerçeğe aykırı rapor verdiğinin ispatlanması gerekir.
Somut olayda, 397 parsel sayılı taşınmazdan müfrez 414 parsel sayılı 65446 m² yüzölçümlü taşınmazın orman niteliğiyle tesciline ilişkin Kadastro Mahkemesinin 1994/1085 E 2002/16 K sayılı kararının 05.05.2006 tarihinde kesinleştiği, 20.03.2014 hakim havale tarihli dilekçe ile, davacılar tarafından tanzimi istenen ve 6100 sayılı HMK’nın 293. maddesinde düzenlenen bilimsel mütalaa niteliğinde bulunan ve Prof. Dr. Kamil, Prof. Dr. Yusuf, Yrd. Doç. Dr. Adil ve Yrd. Doç. Dr. Necmettin tarafından düzenlenen “A… İli K… İlçesi, U… Köyü, Ç… Mahallesinde Bulunan Taşınmazlar İçin Hazırlanan Hukuksal ve Teknik İnceleme Raporu” adlı rapor ile Orman Yönetiminin kendi iç yazışmaları ve 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 1978/269-897 sayılı kararına dayanarak yargılamanın yenilenmesi istemiyle dava açılmış; aynı rapora dayanılarak Cumhuriyet Başsavcılığına bilirkişiler hakkında suç duyurusunda bulunulmuş ve bilirkişiler hakkında zamanaşımı nedeniyle kamu davası açılmasına yer olmadığına kararı verilmiştir.
Davacılar, Orman Yönetiminin kendi iç yazışmaları ile 2. Sulh Ceza Mahkemesi kararını, 1086 sayılı HUMK’nın 445/1, kendilerinin isteği üzerine düzenlenen raporu ise aynı Kanunun 445/5. maddesiyle ilgili delil mahiyetinde ibraz etmişlerdir.
Yargılamanın yenilenmesi isteminde bulunulan davada, dava konusu 414 parsel sayılı taşınmazın orman niteliğinde bulunup bulunmadığı araştırılırken, yörede yapılan orman kadastrosu, aplikasyon ve 6831 sayılı Kanunun 1744 sayılı Kanunla değişik 2. madde ile 3302 sayılı Kanunla değişik 2/B madde tutanaklarından, eski tarihli memleket haritası ve hava fotoğraflarından yararlanılmış ve ilgili evraklar dosya arasına getirtilmiştir. Bu evraklar dışında Orman Yönetiminin kendi iç yazışmalarına ilişkin evraklar, yenilenmesi istenen dava yönünden HUMK’nın 445/1. maddesi anlamında yeni delil oluşturmayacaktır.
Davacı tarafça dayanılan 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 1978/269 - 897 sayılı kararı yönünden ise, ceza mahkemesi kararlarının hukuk davasına etkisi, hukukumuzda 6098 sayılı Borçlar Kanununun 74. maddesinde (eski 53. madde) düzenlenmiş olup, hukuk hakimi ceza mahkemesinin kesinleşmiş kararları karşısında ilke olarak bağımsız kılınmıştır. Ancak, hukuk hakiminin bu bağımsızlığı sınırsız değildir. Gerek öğretide ve gerekse Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatlarında, ceza hakiminin tespit ettiği maddi olaylarla ve özellikle “fiilin hukuka aykırılığı” konusu ile hukuk hakiminin tamamen bağlı olacağı kabul edilmektedir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları ve yasak eylemleri saptayan ceza mahkemesi kararı, taraflar yönünden kesin delil niteliğini taşır.
Ceza Mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir. Bunun nedeni, ceza yargılamasındaki ispat araçları bakımından ceza hakiminin hukuk hakiminden çok daha elverişli konumda bulunmasıdır.
2.Sulh Ceza Mahkemesi’nin anılan kararındaki “evvelce orman sınırı dışında kalan sahaların yeniden orman içine alınmasına komisyonların yetkisinin bulunmadığı” şeklinde belirlemesi, ceza mahkemesinde sanık olan kişi yönünden kesin delil teşkil edecek olup, yargılamanın yenilenmesi istenen davada ise bu kişi taraf olmadığından, anılan ceza mahkemesi kararı 445/1. maddesi anlamında, hükmü etkileyecek bir belge niteliğinde değildir.
Davacıların son olarak dayandığı, kendi istemleri sonucu 293. maddesi anlamında bilimsel mütalaa niteliğinde bulunan rapor ise, bilirkişilerin kasten gerçeğe aykırı rapor düzenlediğine delil olarak kabul edilemez. Şöyle ki, hükme esas alınan raporu tanzim eden bilirkişiler aleyhinde olarak, başka dosyalarda ibraz ettikleri raporlar nedeniyle açılmış bir soruşturma veya açılmış bir dava yahut kesinleşmiş bir mahkumiyet kararı bulunmadığı gibi, bilirkişiler tarafından kasten gerçeğe aykırı rapor tanzim ettiklerine dair resmî bir kurum veya mahkeme huzurunda söylenmiş bir beyanda bulunmamaktadır. Davacılar, kendilerinin istemi üzerine düzenlenen rapora dayanarak suç duyurusunda bulunmuşlardır. Davacıların bu neviden aldıkları rapor yargılamanın iadesi istenen davada ibraz edilmiş olsa idi, HMK’nın 293. maddesi uyarınca, rapor tanzim eden uzmanların dinlenip dinlenmemesi hususu ile mahkemece değerlendirmeye tabi tutulup tutulmayacağı hususu hakimin takdirine bağlı olacaktı. Bu nitelikteki bir rapor ve bu rapora dayanılarak yapılan suç duyurusu sonucu, bilirkişiler hakkında zamanaşımı nedeniyle verilen kamu davası açılmasına yer olmadığına ilişkin karar nedeniyle, bilirkişilerin kasten gerçeğe aykırı rapor düzenlediklerine ilişkin olarak yargılamanın yenilenmesi istemi kabul edilerek, yeniden araştırma yapılamaz. Aksi halde, bu durum kötüniyetli kişilerin korunması sonucunu doğurur ki, hukuk, kötüniyeti korumaz.
Sonuç: Tüm dosya kapsamı ve yukarıda anlatılan olgular nazara alınarak, davacıların yargılamanın iadesi için ileri sürdüğü yeni belge ve hükme esas alınan bilirkişi raporunun, kasten gerçeğe aykırı tanzim edildiği hususu, davacılar tarafından ispatlanamadığı ve iade nedeni oluşturmadığından, mahkemece yazılı olduğu şekilde davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya uygun olup, davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile hükmün ONANMASINA, temyiz incelemesinin duruşmalı yapılması nedeniyle 1.100.- TL vekalet ücretinin davacılardan alınarak davalı Orman Yönetimi ve Hazineye verilmesine, taraflarca 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi atfıyla HUMK’nın 388/4. ( m. 297/ç) ve HUMK’nın 440/1 maddeleri gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, onama harcının temyiz edenlere yükletilmesine 10.03.2015 gününde oybirliği ile, karar verildi.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.