0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Bilirkişinin Oy ve Görüşünün Değerlendirilmesi

HMK Madde 282

(1) Hâkim, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir.



HMK Madde 282 Gerekçesi

Maddede yer alan düzenlemeyle, bilirkişinin, raporunda yahut sözlü açıklamalarında işaret ettiği oy ve görüşünü, hâkimin, diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendireceği hususu hüküm altına alınmış; bu suretle bilirkişinin belirteceği oy ve görüşünün, bir takdiri delil niteliği taşıdığına açıkça işaret edilmiştir.

Anılan hüküm çerçevesinde, hâkim, bilirkişi raporunu yeterli görmemekle beraber, raporda yazılı olan özel ve teknik bilgilerden hareketle, bilirkişinin raporunda varmış olduğu sonucun yanlış olduğu kanısına ulaşacak olursa, bunun gerekçelerini açıkça ortaya koymak suretiyle, bilirkişi raporunun aksine de karar verebilecektir. Tersine bir anlayış, hâkimi, bilirkişi raporuyla, hüküm arasında bir aracı hâline getirir ki; bunun hukuk devleti ve onun bir görünüm biçimi olan yargı bağımsızlığı (Anayasanın 2 nci ve 138 inci maddeleri) ile bağdaştırılamayacak olması sebebiyle kabulü mümkün değildir.

Öte yandan, bu kural, hâkim, bilirkişi raporunu yeterli görmezse, bilirkişiden ek rapor almak yahut yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırtmak zorundadır şeklinde de anlaşılamaz. Çünkü, bilirkişiden ek rapor almak yahut yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırtmak, “Bilirkişi raporuna itiraz” başlıklı 285 inci (yasada 281 inci) maddenin ikinci ve üçüncü fıkralarında yer alan düzenlemeler uyarınca, zaten hâkimin sahip olduğu doğal yetkiler arasında bulunmaktadır.


HMK 282 (Bilirkişinin Oy ve Görüşünün Değerlendirilmesi) Emsal Yargıtay Kararları


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/12799 Karar : 2018/11037 Tarih : 5.06.2018

  • HMK 282. Madde

  • Bilirkişinin Oy ve Görüşünün Değerlendirilmesi

Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde bedel isteğine ilişkindir.

Davacı, mirasbırakan … ’nın yaşlı ve akli dengesinin yerinde olmadığını, … parsel sayılı taşınmazın mirasbırakandan alınan vekaletname ile 24.09.2007 tarihinde dava dışı torunu vekil … tarafından mal kaçırmak amacıyla muvazaalı şekilde davalı annesi … ’ya, ondan da 30.11.2007 tarihinde diğer davalı … ’e satış suretiyle devredildiğini ileri sürerek tapu kaydının iptali ile miras payı oranında adına tescilini, mümkün olmadığı takdirde miras payı karşılığının ödenmesini istemiş, yine mirasbırakana ait 6 dönümlük bir arsanın 2003 yılında satılarak satış bedelinin davalı … ’nın borçlarının ödenmesinde kullanıldığını ileri sürerek miras payı karşılığının davalıdan tahsilini istemiştir.

Davalı, … davaya cevap vermemiş, diğer davalı … taşınmazı bedelini ödeyerek satın aldığını, iyiniyetli olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, … parsel sayılı taşınmaz bakımından davalı … ’in iyi niyetli 3. kişi olduğu gerekçesiyle anılan davalı bakımından davanın reddine, diğer davalı bakımından tenkis isteğinin kabulüne, 6 dönümlük taşınmaz bakımından iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden, mirasbırakan … ’nın dava dışı torunu (davalı … ’ın oğlu) … ’a verdiği vekaletname ile vekilin mirasbırakana ait çekişme konusu … parsel sayılı taşınmazı 24.09.2007 tarihinde davalı … ’a, onunda 30.11.2007 tarihinde diğer davalı … ’e satış suretiyle devrettiği, 1927 doğumlu mirasbırakanın 07.03.2011 tarihinde öldüğü, geride mirasçı olarak davacı … ile davalı … ’ın kaldıkları, başkaca mirasçının bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, 6100 sayılı HMK’nın 33. (1086 sayılı HUMK 76.) maddesi hükmü uyarınca olayları bildirmek taraflara hukuki nitelendirmeyi yapmak ve ona uygun yasal düzenlemeyi tayin ve tespit ederek uygulamak mahkemeye aittir.

Eldeki davada, iddianın ileri sürülüş biçimi ve dava dilekçesinin içeriği birlikte değerlendirildiğinde, davacının, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde bedel isteğinde bulunduğu anlaşılmaktadır.

Öte yandan, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 11.4.1990 gün ve 1990/1–152, 1990/236 sayılı kararında vurgulandığı gibi, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. Hukuki sebeplerden bir tanesinin diğer hukuki sebebin incelenmesine olanak verir niteliği bulunduğu sürece önem ve lüzum derecesine göre birden fazla hukuki sebep aynı davada inceleme ve araştırma konusu yapılabilir.

Ne var ki; dayanılan nedenlerden birinin ehliyetsizlik olması halinde kamu düzeniyle ilgili bulunması ve ehliyetsizliğin saptanması halinde öteki nedenlerin incelenme gereğinin ortadan kalkacağı hususları dikkate alındığında öncelikle bu neden üzerinde durulması gerektiği kuşkusuzdur.

Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle şahsın hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlanmış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.

Hemen belirtmek gerekir ki, TMK’nin 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.6.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.

Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.

Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.

Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen TMK’nin 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.

Somut olayda; ehliyetsizlik iddiası yönünden yukarıda değinilen ilke ve düzenlemeler kapsamında bir araştırma yapılmamış ve Adli Tıp Kurumu 4. ihtisas Kurulundan rapor alınmamıştır.

Hal böyle olunca, hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek önemine binaen öncelikle incelenmesi, yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, varsa mirasbırakana ait doktor raporları, reçeteler, hasta müşahade kağıtları vs. temin edilerek vekaletname ve temlik tarihinde mirasbırakanın ehliyetli olup olmadığı yönünde 2659 sayılı Yasanın 7 ve 16.maddeleri gereğince Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınması, tarafların tüm delilleri toplanarak soruşturmanın eksiksiz tamamlanması ve ondan sonra hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ve noksan soruşturma ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir.

Davacının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 30.12.2017 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 1.630.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenlerden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 05.06.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/17235 Karar : 2018/10899 Tarih : 31.05.2018

  • HMK 282. Madde

  • Bilirkişinin Oy ve Görüşünün Değerlendirilmesi

Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil olmadığı takdirde tazminat ile alacak istemine ilişkindir.

Davacı, mirasbırakan … 17131 parseldeki 7 nolu bağımsız bölümünün hasta ve şuurunun yerinde olmamasından yararlanarak davalı kızı … tarafından temellük edildiğini, daha sonra … kızının yakın arkadaşı olan davalı … adına tescilinin sağladığını, yine mirasbırakanın banka hesaplarındaki mevduatının da bu suretle çekildiğini, birleştirilen davasında ise … çekişme konusu taşınmazdaki bağımsız bölümü yakını olan davalı … ‘ye aktardığını, işlemlerin diğer mirasçılardan mal kaçırmak amacı ile yapıldığını ileri sürerek tapu kaydının iptali ile miras payı oranında adına tescilini olmadığı takdirde tazminata, mirasbırakanın mevduat hesabından çekilen paranın miras payı oranında tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Asıl davanın davalısı … , dava konusu taşımazın adına tescil edilmeyip doğrudan mirasbırakan tarafından davalı … ‘e temlik edildiğini, mirasbırakanın bankadaki parasının ihtiyacı olan giderler için harcandığını, asıl davanın davalısı … , taşınmazı bedel karşılığı satın aldığını, muvazanın söz konusu olmadığını, mirasbırakanın tasarruf işlemi yapılmadan önce akıl sağlığının yerinde olduğuna ilişkin … rapor alındığını, taşınmazı Makbule’ye satış suretiyle temlik ettiğini belirterek, öncelikle davanın husumetten reddini aksi halde esastan reddini savunmuşlardır.

./..

Birleştirilen davanın davalısı Makbule, dava konusu taşınmazı tapu kaydına güverek ve bedelini ödeyerek daha önce tanımadığı … satış suretiyle temlik aldığını, davacının kötüniyetli olduğunu belirterek davanın reddi gerektiğini bildirmiştir.

Mahkemece, iddiaların ispatlanamadığı gerekçesiyle bütün istemlerin reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1924 doğumlu mirasbırakan … 17.02.2009 tarihinde ölümü ile geride mirasçı olarak davacı kızı … , kendisinde önce ölen oğlu … çocukları … bıraktığı, mirasbırakanın 09.01.2008 tarihinde maliki olduğu 17131 parseldeki 7 nolu bağımsız bölümü davalı … ‘e satış suretiyle temlik ettiği, … dava tarihinden önce 27.03.2009’da dava dışı … devrettiği, aynı istem ile Makbule’ye karşı açılan davanın eldeki dava ile birleştirildiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. Maddesi, şahsın hak elde edebilmesini, borç (yükümlülük) altına girebilmesini, fiil ehliyetine bağlanmış, 10. maddesi de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.

Hemen belirtmek gerekir ki, TMK’nın 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.6.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.

Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.

Bu durumda, tarafların gösterdikleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddesinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.

Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye, eylem ve işleme göre değişmesi nedeniyle bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle … Kurulundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen TMK’nin 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.

Ne var ki, mahkemece hükme yeterli bir araştırma yapıldığından söz edilemez.

Hal böyle olunca, hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek önemine binaen öncelikle incelenmesi, tarafların bu yönde bildirecekleri tüm delillerin toplanması, varsa miras bırakana ait sağlık kurulu raporları, hasta müşahade kayıtları, reçeteler vs. istenmesi, tüm dosyanın … gönderilmesi, akit tarihinde miras bırakanın ehliyetli olup olmadığı yönünde rapor alınması, ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde muvazaa iddiasının incelenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi; ehliyetsiz olduğunun belirlenmesi halinde ise; miras bırakanın terekesinin elbirliği mülkiyetine tabi olduğu ve davacının terekeye iade değil de pay oranında istekte bulunduğu, saptanan ehliyetsizlik durumunun yapılan temliki olumsuz etkileyeceğinden, esasen muvazaa yönünden bir araştırmaya da gerek kalmayacağı gözönüne alınarak Türk Medeni Kanununun 701. maddesi hükmü gereğince böyle bir isteğin dinlenilme olanağının bulunmadığı, başka bir anlatımla davanın tüm iştirakçilerin katılımıyla ve terekeye iade şeklinde açılmadığından, davanın tümden reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.

Davacının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 31/05/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/11425 Karar : 2018/10514 Tarih : 23.05.2018

  • HMK 282. Madde

  • Bilirkişinin Oy ve Görüşünün Değerlendirilmesi

Dava, ehliyetsizlik,hile ve muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali, olmazsa tenkis isteğine ilişkindir.

Davacı, mirasbırakan annesi… ait 788,712,737,741,743,772 ve 683 parsel sayılı taşınmazları yaşlılığından ve hasta oluşundan yararlanarak davalıların adlarına tescil ettirdiklerini, davalı kardeşlerinin taşınmazları kendisinden kaçırdıklarını ileri sürerek tapu kayıtlarının iptali ile hakkını alabilmesi için gerekli kararın verilmesini istemiş, dava dilekçesinin başlığında tenkis isteğinde de bulunmuştur.

Davalılar, çekişme konusu taşınmazların mirasbırakan tarafından bakım karşılığı verildiğini belirterek davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

Hemen belirtilmelidir ki, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. (HGK. 11-4.990 T. 990/1-152 Esas, 990/236 SK.)

O halde, davada, ehliyetsizlik hukuki sebebi yanında, hile ve muris muvazaası hukuksal nedenine de dayanıldığına göre, hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olması sebebiyle mahkemece kendiliğinden gözetilerek, önemine binaen öncelikle incelenmesi gerekeceği kuşkusuzdur.

Ne var ki, mahkemece ehliyetsizlik yönünden hüküm kurmaya elverişli ve yeterli bir araştırma yapılmış değildir.

Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.

Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)

Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar HUMK’nun 286 (HMK 282) maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.

Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle … rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.

Öte yandan, davacı dava dilekçesinde sadece tapu kaydının iptalini istemiş, tescil isteğinde bulunmamıştır. Bilindiği gibi, tescil isteği iptali kapsar ancak, iptal isteği tescili kapsamaz. Tapu kaydına dayanılarak açılan bir iptal davasında, ayrıca tescil isteğinde bulunulmamış olması iptal davasının reddi için başlı başına bir sebep teşkil etmez. Bu durumda mahkemece yapılacak iş, iptal isteminin tescili kapsamadığı gözetilerek davacıya, ayrıca tescil davası açması için imkan tanımak ve dava açılması halinde her iki dava birleştirilerek karara bağlanmaktan ibarettir. Değişik anlatımla sadece iptal davasının kabulüne ve tapunun iptaline karar verilmesi, tapulu bir taşınmazın sicil dışı (kayıtsız) kalması sonucunu doğurur ki, böyle bir uygulama, devletin bütün taşınmazların hukuki ve geometrik durumlarını belirleyerek sicile bağlama yolunda benimsediği dolu pafta sistemi genel ilkesi ile bağdaşmaz.

Kaldı ki, mahkemece keşfin davanın olmazsa olmaz şartı olduğu, davacının keşif yapılması için gerekli eksik masrafı yatırmadığı gerekçesiyle, dava ispat edilmediğinden reddedilmiş ise de, davacının dava açarken 245,80TL keşif, 250TL bilirkişi, 69TL tanık, 50TL alt ve 120TL taraf tutarı olmak üzere toplam 734,80TL gider avansı yatırdığı, dosya içerisinde davacıya ait halen 602,55TL avansın bulunduğu sabittir.

../..

Hâl böyle olunca, davacı tarafa tescil davası açması için olanak tanınması, açılması halinde eldeki dava ile birleştirilmesi, dosyada bulunmayan dava konusu 683 parsel sayılı taşınmazın tapu kaydı ilk tesisinden itibaren tüm tedavülleri ile getirilmesi, mirasbırakanın taşınmazları temlik ettiği 01.06.2011 tarihi itibariyle medeni haklarını kullanabilir durumda olup olmadığının tespiti açısından mirasbırakana ait sağlık kurulu raporları, hasta müşahade kağıtları, reçeteler, vs. eklenerek Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınması, ehliyetsiz olduğu saptanırsa davacının miras payı oranında davanın kabulüne karar verilmesi, aksi halde(ehliyetli olduğu tespit edilirse) dayanılan diğer hukuki sebepler yönünden değerlendirme yapıldıktan sonra varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, gerek olmadığı halde masraf yatırması için davacıya kesin süre verilerek yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.

Davacının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde yatırana iadesine, 23.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/2390 Karar : 2018/107 Tarih : 18.01.2018

  • HMK 282. Madde

  • Bilirkişinin Oy ve Görüşünün Değerlendirilmesi

Uyuşmazlık eser sözleşmesinden kaynaklanmakta olup; asıl davada davacı-birleşen dosya davalısı iş sahibi, ihale ve sözleşme konusundan farklı ve daha ucuz alternatif malzemelerin teslim edildiği, eksik teslim edilen ve hiç teslim edilmeyen ürünlerin olduğu iddiası ile uğradığı zararların tazminini istemiş; birleşen davada ise davalı-birleşen dosya davacısı yüklenici, ihale ve sözleşme kapsamı dışında yaptığı imalâtların bedellerinin tahsilini talep etmiş; birleşen dava ıslah edilmiş; mahkemece ıslah da gözetilerek asıl davanın fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak tam kabulüne, birleşen davanın ise fazla istemin reddi ile kısmen kabulüne dair verilen karar, taraf vekilleri, asli müdahil … vekili ve fer`i müdahil tarafından temyiz olunmuştur.

Asıl davada davacı iş sahibi, davalı ile imzalanan sözleşme bedelinin tamamını ödediği halde davalı yüklenicinin ihale ve sözleşme konusu malzemelerden farklı ve daha ucuz ürünler teslim etmesi, eksik ve arızalı teslimat yapması, bir kısım malzeme, cihaz, set, ünite ve makineleri hiç teslim etmemesi, uyarı ve ihtarlarına rağmen sözleşme ve şartnameye aykırı davranışlarına devam etmesi nedeniyle haklı olarak 25.12.2002 tarihli olur ile sözleşmeyi feshederek kesin teminatı irad kaydettikleri, … . Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2003/96 D. iş sayılı dosyasında yaptırdığı tespit sonucu düzenlenen bilirkişi raporu ile … . Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2003/293 Esas sayılı dosyasında keşif yapılarak hazırlanan 15.06.2004 günlü bilirkişi heyeti raporunda ve Sayıştay kararı ile uzman denetçilerin inceleme raporlarında uğradığı zararların belirlendiği iddiası ile zararlarının tazminini istemiş, davalı yüklenici asıl davanın reddini savunmuş, iş sahibi aleyhine birleşen … . Asliye Ticaret Mahkemesi`nde açtığı 2008/3 Esas sayılı davasında ihale ve sözleşme konusu tüm edimlerini yerine getirdiğini, geçici kabul tutanakları ile çalışır vaziyette idareye teslim ettiğini, sözleşmenin haksız feshedildiğini, iş sahibi üniversitenin talebi ile ihale kapsamı dışında renovasyon projesine ait ilave imalâtlar yaptığını, sözleşme harici gerçekleştirdiği renovasyon işlerinin bedelinin ödenmediğini belirterek alacağının tahsilini talep etmiş, talebini ıslah dilekçesi ile arttırmış; mahkemece yapılan yargılama sonucunda asıl davada birinci bilirkişi kurulunun düzenlediği 05.11.2007 günlü rapor hükme esas alınıp, fazlaya ilişkin haklar saklı tutularak davanın taleple bağlı kalınarak kabulüne, birleşen davada ise 11.05.2012 tarihinde yapılan keşif sonucu üçüncü bilirkişi heyetinin 04.06.2014 günlü ek raporundaki teknik veriler dikkate alınarak tanzim edilen mali müşavir bilirkişinin 28.10.2014 tarihli raporu dayanak alınarak ıslah da gözetilmek suretiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Yanlar arasında imzalanan 14.12.1998 günlü sözleşme ile davalı-birleşen dosya davacısı yüklenicinin, “… Üniversitesi Tıp Fakültesi … Hastanesi 60 Yataklı Yoğun Bakım Ünitesi Kurulması İşi” için gerekli tüm malzeme, ekipman, aksesuar, yedek parça ve ek cihazların sözleşmenin eklerinde ve şartnamelerde belirtilen nitelik, cins ve miktarlarda temin ve teslimi ile montajını yaparak çalışır vaziyette kullanılır hale getirilmesini 8.900.000 ABD doları bedelle üstlendiği; sözleşmeyi davacı-birleşen dosya davalısı iş sahibinin, yüklenicinin malzemelerin teslim ve montajını şartname ve sözleşmeye uygun yerine getirmediği, garanti kapsamında bulunan birtakım malzemelerin arızalarını gidermediği gerekçesi ile 2886 sayılı Yasa’nın 62. maddesi gereğince 25.12.2002 tarihli olur ile feshettiği ve sözleşmenin feshini 26.12.2002 günlü yazısıyla yükleniciye bildirdiği, sözleşmenin iş sahibince feshinin haklı olduğunun yüklenicinin iş sahibi aleyhine feshin haksız olduğu iddiası ile fesih sonucu irad kaydedilen teminat mektubu bedelinin tahsili ve manevi tazminat istemi ile dava açtığı, Dairemizin temyiz ve karar düzeltme incelemesinden geçerek 08.03.2007 tarihinde kesinleşen … . Asliye Ticaret Mahkemesi`nin 10.11.2004 günlü, 2003/293 Esas 2004/1154 Karar sayılı kararı ile tespit edildiği ihtilâf konusu değildir. Uyuşmazlık asıl davada davacı-birleşen dosya davalısı iş sahibinin, davalı yüklenicinin ihale kapsamında satın alınan cihaz, set, ünite ve malzemeleri idareden onay almadan, sözleşme ve şartnamelere aykırı olarak değiştirip, daha düşük fiyatlı alternatif malzeme ve eksik ürün teslimi ile hiç teslim yapmaması sonucu zarara uğrayıp uğramadığı, iş sahibinin zararı mevcut ise uğradığı zararların tutarının ne olduğu; birleşen davada ise davalı-birleşen dosya davacısı yüklenicinin, iş sahibi üniversitenin talebiyle ihale ile üstlendiği edimlerin dışında renovasyon çalışması yapıp yapmadığı ve gerçekleştirdiği yenileme imalâtlarından dolayı iş sahibinden talep edebileceği ihale ve sözleşme harici fazla imalât bedeli alacağının bulunup bulunmadığı konusunda toplanmaktadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Bilirkişiye başvurulmasını gerektiren hâller” başlıklı 266. maddesinde “Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz.” düzenlemesine yer verilmiştir. Aynı Kanun’un 282. maddesi uyarınca mahkeme, takdiri bir delil olan bilirkişi görüşlerini diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir. Bilirkişi raporlarında görülen eksiklik ya da belirsizliğin tamamlanması veya giderilmesi görevi de, aynı Kanun’un 281/2. maddesine göre mahkemeye aittir. Bu halde, mahkemece re’sen veya tarafların talebi üzerine, Kanun’un 281/3. maddesi uyarınca, ilk raporu veren bilirkişilerden ek rapor alınabileceği gibi yeni bir bilirkişiler kurulu da oluşturulabilir. Nitekim, mahkemece bilirkişi raporunun denetimine imkân tanınması amacıyla Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 279/2. maddesi hükmünce kararda, bilirkişi raporunda inceleme konusu yapılan maddi vakıalar ile varılan sonuçların gerekçelerine yer verilmesi zorunluluğu bulunduğu ifade edilmiştir.

Mahkemece asıl davada hükme esas alınan 05.11.2007 günlü raporu düzenleyen birinci bilirkişi kurulu Dairemiz’in temyiz ve karar düzeltme incelemesinden geçerek kesinleşen … . Asliye Ticaret Mahkemesi`nin 10.11.2004 gün, 2003/293 Esas 2004/1154 Karar sayılı hükmüne esas alınan 15.06.2004 tarihli raporu düzenleyen makine mühendisi, uzman tıp doktoru ve hukukçudan oluşan 3 kişilik heyet ile aynı kişilerden oluşturulmuştur. Bilirkişilerin düzenlediği 05.11.2007 günlü raporda, dosya üzerinden yapılan inceleme ve kesinleşen mahkeme kararındaki tespitler de dikkate alınarak asıl davada davacı-birleşen dosya davalısı iş sahibinin alternatif ve farklı ürün tesliminden, eksik teslim edilen ve hiç teslim edilmeyen malzemelerden kaynaklanan zararı 1.513.095 USD bulunmuş, birleşen davaya yönelik değerlendirme yapılmamış, mahkemece bu rapor esas alınarak taleple bağlı kalınıp asıl davanın kabulüne karar verilmiştir. Ne var ki, mahkemece asıl davada hükme esas alınan 05.11.2007 günlü raporu düzenleyen bilirkişi heyeti, kesinleşen dava dosyasında rapor tanzim eden bilirkişi kurulu ile aynı kişilerden oluştuğu halde, 05.11.2007 tarihli raporlarında, farklı ve daha düşük fiyatlı alternatif ürün teslimi ile eksik teslim edilen ve hiç teslim edilmeyen malzemelerden dolayı davacı-birleşen dosya davalısı iş sahibinin uğradığı zararın tutarının neden kesinleşen dava dosyasında düzenledikleri raporlarındaki tutardan farklı olduğunu, aradaki çelişki ve farklılığın neden kaynaklandığını gerekçeli ve denetime elverişli biçimde açıklamamışlardır. Şu hali ile mahkemece asıl davada 05.11.2007 günlü raporun hükme esas alınması doğru olmamıştır.

Mahkemece … Nöbetçi Asliye Ticaret Mahkemesi aracılığı ile talimat yoluyla alınan, dosya üzerinden ve teknik bilirkişilerin dava konusu yoğun bakım ünitesinin yapıldığı … Üniversitesi`nde yaptıkları tespit ve inceleme sonucu düzenlenen 5 kişiden oluşan ikinci bilirkişi heyeti, 11.09.2009 günlü asıl raporları ile tarafların itirazlarını değerlendirerek asıl rapordaki görüşlerini aynen tekrarladıkları 21.04.2010 ve 03.10.2011 tarihli ek raporlarında; asıl davada teslim edilen ve hiç teslim edilmeyen tıbbi malzemeler bakımından davacı-birleşen dosya davalısı iş sahibi idarenin uğradığı zararın 194.000,00 TL olduğunu, birleşen davada davalı-birleşen dosya davacısı yüklenicinin ihale ve sözleşme konusu tıbbi aletlerin satımı ve yerine monte edilmesi edimi içinde mütalaa edilmesine olanak bulunmayan kapsamlı inşaat işleri yaptığını, ancak bu işlerin bedelini almadığını, yüklenicinin sözleşme kapsamı dışında gerçekleştirdiği renovasyon inşaatları için iş sahibinden toplam 2.285.069 USD talep edebileceğini, takas/mahsup yapılması halinde davacı-birleşen dosya davalısı iş sahibinin alacağının kalmadığını açıklamışlardır.

Mahallinde 11.05.2012 günü tatbiki keşif icrası sonucu düzenlenen 3 inşaat mühendisi, 1 hukukçu ve 1 mali müşavirden oluşan üçüncü bilirkişi heyetinin 13.07.2012 tarihli asıl raporunda; asıl davadaki taleplerle ilgili değerlendirme yapılmamış, birleşen dava açısından davalı-birleşen dosya davacısı yüklenicinin talep ettiği projelendirilmiş havalandırma, inşaat ve elektrik işlerinin sözleşme dahilinde olduğu, yapılan imalâtların projesine uygun olduğu, jeneratör, trafo ve pano odalarını içeren binanın teknik projelerde yer almaması nedeniyle sözleşme dışı iş olup, bina bedelinin dava tarihi itibariyle 52.000,00 TL olduğu belirtilmiştir. Aynı bilirkişi kurulu 22.01.2013 günlü birinci ek raporunda, asıl raporunu aynen tekrarlamış, asıl raporunda sözleşme harici olarak belirlediği jeneratör binasının mahkemenin talebi doğrultusunda 1999 yapıldığı yıl verilerine göre yapı maliyetini 11.961,05 TL hesaplamıştır. Bilirkişi kurulunun 04.06.2014 günlü ikinci ek raporunda; davalı-birleşen dosya davacısı yüklenicinin gerçekleştirdiği ve bedelini talep ettiği imalâtların sözleşme gereği taahhüdünde olup, ayrıca iş sahibinden imalât bedeli talep edemeyeceğine ilişkin asıl raporlarındaki görüşlerinin değişmediği belirtilmiş, ancak mahkemenin ara kararındaki talebe ve davalı-birleşen dosya davacısı yüklenicinin dosyaya sunduğu tablolara göre sözleşme harici yapılan ilave işlerin yapıldığı yıl olan 1999 yılı birim fiyatlarıyla toplam bedelinin 1.025.076,62 TL olduğu saptanmıştır.

Mahkemece keşif sonucu rapor tanzim eden 3. bilirkişi kurulunu oluşturan heyette bulunan mali müşavir bilirkişiden birleşen davada hükme dayanak kabul edilen ek rapor alınmış; mali müşavir bilirkişinin 28.10.2014 tarihli ek raporunda; teknik bilirkişi heyetinin 04.06.2014 tarihli ek raporunda davalının harcama faturaları ile yapılan işlerin karşılaştırılmadığı, 04.06.2014 günlü rapora göre davalı-birleşen dosya davacısı yüklenicinin 1999 yılı birim fiyatları ile inşaat, elektrik tesisat ve makine işleri ile jeneratör binasının yapımından oluşan ilave imalâtlarının toplam bedeli 1.025.076,62 TL tutarında alacaklı olduğu, ancak sözleşme gereği yapılan bu işlerden davalının sorumlu olduğu ve yüklenicinin fazla imalât bedeli alacağının bulunmadığı belirtilmiştir.

Mahkemece … Nöbetçi Asliye Ticaret Mahkemesi’ne yazılan talimat sonucu hukukçu, elektrik-elektronik mühendisi, makine mühendisi ve inşaat mühendisinden oluşan 4 kişilik bilirkişi heyetinin dosya üzerinde yaptığı inceleme ile düzenlediği 12.08.2013 günlü raporunda; asıl dava hakkında değerlendirme yapılmamış, birleşen davada davalı-birleşen dosya davacısı yüklenicinin talebine konu inşaat, elektrik ve mekanik tesisat işlerinin sözleşme dışı fazla işler olarak kabul edilebileceği belirtilmiş, vekâletsiz iş görme hükümleri uyarınca işlerin yapıldığı 1999 yılına ait mahalli piyasa rayiçlerine göre birim fiyat verileri esas alınarak yapılan hesaplamada inşaat ve elektrik işlerinin toplam bedelinin 78.785,86 TL olduğu, mekanik tesisat işlerinin bedeli için davacı-birleşen dosya davalısı iş sahibinin … . Asliye Hukuk Mahkemesi`nin 2003/96 D. iş sayılı dosyasında 14.08.2003 günü yaptırdığı tespit sonucu tıp ve mühendislik fakültesinde görevli 3 kişilik bilirkişi heyetinin 22.09.2003 tarihinde düzenlediği tespit raporundaki verilerin esas alınacağı görüşüne varılmıştır. Bu haliyle dördüncü bilirkişi kurulunun raporunda, ikinci ve üçüncü bilirkişi heyetlerinin raporları arasında oluşan çelişkilerin ve farklılıkların giderildiğinin kabulü mümkün değildir.

Tüm bu açıklamalar ve yukarıda genel hatları ile özetlenen bilirkişi raporları ile tüm dosya kapsamındaki bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde; mahkemece asıl ve birleşen davada uyuşmazlık konusunda uzman bilirkişi heyeti oluşturularak rapor alınmadığı gibi, hükme esas alınan bilirkişi raporlarının eksiksiz ve yeterli derecede kanaat verici olduğundan, raporlarda varılan sonuçların teknik ve hukuki dayanaklarının, dökümlerinin ve ayrıntılarının gösterildiğinden, tarafların teknik itirazlarını karşıladığından ve Yargıtay denetimine elverişli bulunduğundan da söz edilemez. Öte yandan bir kısmı keşif sonucu, bir kısmı ise talimatla dosya üzerinde yapılan inceleme sonucu düzenlenen bilirkişi raporları arasındaki fahiş farklılık ve çelişkiler giderilmemiş, maddi gerçeği ortaya çıkaran, doyurucu ve yeterli rapor alınmamıştır. Nitekim asıl davada hükme esas alınan 05.11.2007 günlü raporu hazırlayan bilirkişi heyeti, kesinleşen dava dosyasındaki bilirkişi kurulu ile aynı kişilerden oluştuğu halde, davacı-birleşen dosya davalısı iş sahibinin zararı farklı hesaplanmış, tutar farklılığının nedeni belirtilmemiş; talimatla İstanbul’dan alınan ikinci bilirkişi kurulunun asıl ve ek raporlarında davacı iş sahibinin zararı birinci rapordakinden daha az hesaplandığı halde, mahkemece birinci ve ikinci bilirkişi kurulunun raporları arasında meydana gelen çelişki ve aykırılıklar giderilmemiş, neden birinci bilirkişi heyetinin 05.11.2007 tarihli raporunun hükme esas alındığı dayanağı ve gerekçesi ile açıklanmamıştır. Birleşen dava yönünden ise talimatla İstanbul’dan alınan ikinci bilirkişi kurulunun asıl ve ek raporlarında davalı-birleşen dosya davacısı yüklenicinin yaptığı işlerin sözleşme dışı işler olduğu, yüklenicinin gerçekleştirdiği renovasyon inşaatları kapsamında iş sahibinden alacaklı olduğu saptanmış iken, mahkemenin yaptığı keşif sonucu hazırlanan üçüncü bilirkişi heyetinin asıl ve ek raporlarında yapılan imalâtların sözleşme hükümleri gereğince yüklenicinin sorumluluğunda olup, sözleşme ve ihale harici iş bulunmadığı açıklanarak mahkemenin talebi ve yüklenicinin dosyaya sunduğu tablolara göre ilave işler bedelini hesapladıkları belirtilmiş; raporlar arasındaki çelişkilerin giderilmesi amacıyla Ankara`dan talimatla alınan dördüncü bilirkişi heyetinin düzenlediği raporda ise farklı bir bedel hesaplanarak çelişkiler denetime elverişli biçimde giderilmediği halde, mahkemece üçüncü bilirkişi heyetinin teknik verilerini esas alarak raporunu düzenleyen mali müşavir bilirkişinin 28.10.2014 günlü ek raporuna göre hüküm kurulmuş, neden bu raporun hükme esas alındığı da gerekçeli olarak açıklanmamıştır. Yargıtay denetimine elverişli olmayan, uzman bilirkişilerden alınmayan, kanaat verici ve yeterli olmayan, maddi gerçeği ortaya çıkarmayan bilirkişi raporları ile karar verilmesi ve raporlar arasında ortaya çıkan fahiş farklılık ve çelişkiler giderilmeden hüküm kurulması doğru olmamıştır.

Tüm bu nedenlerle mahkemece yapılacak iş; 6100 sayılı HMK’nın 281/3. maddesi uyarınca maddi gerçeğin ortaya çıkması için aynı Kanun’un 266. maddesinde düzenlenen usule göre … ya da … bulunan üniversitelerin ilgili ana bilim dallarından seçilecek özellikle Biyomedikal Mühendisliği Bölümü’nden, İnşaat Mühendisliği Bölümü`nden ve Tıp Fakültelerinin Anesteziyoloji ve Reanimasyon Ana Bilim Dalı Bölümünden akademik kariyere sahip 5 kişilik bilirkişi heyeti oluşturularak mahallinde keşif yapılmak suretiyle davalı-birleşen dosya davacısı yüklenicinin ihale ve sözleşme ile üstlendiği iş kapsamında çalışır vaziyette montajını yapmayı ve vermeyi kabul ettiği cihazlarla iş sahibinin kullanımında mevcut bulunan cihazlar arasında karşılaştırma yapılarak özellikle davacı-birleşen dosya davalısı iş sahibinin

… . Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2003/96 D. iş sayılı dosyasında yaptırdığı tespit sonucu düzenlenen tespit raporundaki bulgular, Sayıştay kararları ve Sayıştay ilâmlarına esas alınan uzman denetçilerin inceleme raporları, Dairemizce denetimi yapılarak kesinleşen … . Asliye Ticaret Mahkemesi`nin 2003/293 Esas sayılı dava dosyasındaki tespit ve deliller ile bilirkişi raporundaki saptamalar bütün halinde değerlendirilerek aradaki farklar izah edilmek suretiyle davacı-birleşen dosya davalısı iş sahibinin farklı ve daha düşük fiyatlı alternatif ürün teslimi, eksik teslim edilen ve hiç teslim edilmeyen malzemelerden dolayı uğradığı zararının olup olmadığı belirlenerek şayet zararı var ise, tutarı hesaplattırılarak asıl davada hüküm altına almak; birleşen davada ise oluşturulan bilirkişi kurulundan ihale ve sözleşme harici ilave işlerle ilgili davalı-birleşen dosya davacısı yüklenicinin taleplerinin tereddüde mahal vermeyecek biçimde sözleşme kapsamında olup olmadığının dosyada bulunan önceki bilirkişi heyetlerinin raporlarındaki değerlendirme ve tespitler de gözetilerek belirlemek, ihale ve sözleşme harici ilave işlerin bulunduğu anlaşıldığı takdirde bu imalâtların iş sahibinin yararına olup olmadığı saptanıp, iş sahibi üniversitenin yararına, faydalı ve zaruri işler olduğu belirlenir ise imalâtların yapıldığı yıl mahalli serbest piyasa rayiçleriyle bedelleri hesaplattırılıp hüküm altına almak, ihale konusu ve sözleşme kapsamındaki imalâtlar içinde kalarak sözleşme hükümleri uyarınca yüklenicinin yapmakla yükümlü olduğu işler yönünden ise davalı-birleşen dosya davacısı yüklenicinin istemlerinin reddine karar vermekten ibarettir.

Bu hususlar üzerinde durulmadan, çelişkili bilirkişi raporlarına dayanarak hüküm kurulması doğru olmamış; açıklanan nedenlerle asıl ve birleşen davada verilen kararın taraflar yararına bozulması uygun bulunmuştur.

SONUÇ: Yukarıda yazılı nedenlerle davacı-birleşen dosya davalısı iş sahibinin, davalı-birleşen dosya davacısı yüklenicinin ve davacı-birleşen dosya davalısı iş sahibi idare yanında davaya katılan asli müdahil Hazine Müsteşarlığı ile fer’i müdahilin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün temyiz eden taraflar yararına BOZULMASINA, 1.480,00’er TL duruşma vekillik ücretinin taraflardan karşılıklı olarak alınarak Yargıtay’daki duruşmada vekille temsil olunan diğer tarafa verilmesine, ödedikleri temyiz peşin harçlarının istek halinde temyiz eden davalı-birleşen dosya davacısı ile fer`i müdahile geri verilmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 18.01.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/10091 Karar : 2017/18167 Tarih : 25.12.2017

  • HMK 282. Madde

  • Bilirkişinin Oy ve Görüşünün Değerlendirilmesi

Davacı; muris …` in eşi olduğunu davalının ise murisin oğlu olduğunu, murisin davalıyı vekil tayin ettiğini ancak, vekalet tarihinde murisin fiil ehliyeti bulunmadığını, geçersiz vekalete dayalı olarak yapılan taşınmaz satışları nedeniyle zarara uğradığını, davalı … ile birlikte vekaletnameyi tanzim eden noterin ve mesleki sorumluluk sigortası yapan şigorta şirketinin de sorumlu olduklarını ileri sürerek, fazlaya dair haklarını saklı tutarak 1/4 miras hissesi oranında olmak üzere, şimdilik 45.000,00 TL’nin faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı …; vekaletname tarihinde murisin akıl sağlığının yerinde olduğunu, murisin istek ve amaçlarına uygun şekilde bir kısım taşınmazları satarak satım bedellerini murise verdiğini, iyi niyetli olduğunu, hali hazırda muris adına kayıtlı bir çok taşınmazın bulunduğunu, murisin de vekaletin verildiği 2005 yılından vefat ettiği 2010 yılına kadar pek çok resmi işlemi bizzat gerçekleştirdiğini, taşınmaz satımı da yaptığını savunarak, davanın reddini talep etmiştir.

Davalı …Ş; müvekkili şirket ile Türkiye Noterler Birliği arasında 2004-2007 tarihlerini kapsayan mesleki sorumluluk sigorta poliçesinin düzenlendiğini, noterlerin vekaletname düzenlenirken vekil eden hakkında rapor alması gerektiğine dair bir zorunluluk bulunmadığını savunarak, davanın reddini dilemiştir.

Davalı …; dava konusu vekaletnamenin noter başkatibi tarafından düzenlenip imzalandığını, istihdam edenin sorumluluğuna ilişkin 1 yıllık zaman aşımı süresinin dolduğunu, vekalet ilişkisi taraflarından hastane raporunun, ciddi bir şüphenin bulunması halinde ya da bu hususta bir şikayet olması halinde istendiğini savunarak, davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece; vekaletname tarihinde murisin fiil ehliyetine sahip olduğu, murisin bizzat kendisi tarafından satılan taşınmazlar bulunduğu, davalı … tarafından satılan taşınmaz bedellerinin murise verilmiş olduğu, henüz devredilmemiş muris adına kayıtlı bir çok taşınmazın bulunduğu, satım paralarının davalı tarafından alındığına dair delil niteliğinde bilgi ve belgenin sunulmadığı, davanın tenkis davası da olmadığından, tenkis davasına konu olabilecek iddia ve taleplerin değerlendirilmesine imkan olmadığı, Noterler Birliğince dosyaya sunulan genelgeye göre, noterlerin 65 yaşının üstünde işlem yapan kişilerin ilk bakışta anlaşılabilecek fiil ehliyeti yoksunluklarından sorumlu tutulabilecekleri, bunun dışında doktor raporu alma zorunluluğunun bulunmadığı, murise vasi atanması talebinin de olmadığı gerekçesiyle, kanıtlanamayan davanın reddine karar verilmiştir.

Dava, geçersiz vekalet nedeniyle uğranılan zararın miras payı oranında tazmini istemine ilişkindir.

Uyuşmazlık; muris tarafından davalıya verilen vekaletnamenin geçerli olup olmadığı ve vekaletname geçersiz ise, vekalete dayalı olarak satılan taşınmazların bedelinin miras hissesi oranında davacıya iadesinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.

Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme ve değerlendirme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim, Medeni Kanunu`nun “fiil ehliyetine sahip olan kimse kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9.madde hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlanmış;

10.maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır” hükmünü getirmiştir.

“Ayırtım gücü eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, 13.maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir” denmek suretiyle açıklanmış,

ayrıca; ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir.

Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanunun 15.maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmama nedeniyle kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere yapacağı işlemlere sonuç bağlanamaz. Bu bakımdan bir kimsenin ehliyetinin tespiti şahıs ve mamelek hukuku bakımdan önemlidir.

Bunun yanında, her ne kadar, HMK.nun 282.maddesinde belirtildiği gibi bilirkişilerin “rey ve mütalaası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, akıl zayıflığı gibi psikolojik nedenlerin belirlenmesi çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.

Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması, kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanununun 409/2 maddesi akıl hastalığı ve akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.

Vasiyetname yapabilmek için ayırt etme gücüne sahip olmak gerekir. Ehliyetsiz kişilerin yaptığı vasiyetnameler kendiliğinden batıl olmaz.

Somut olaya bakıldığında ise; muris … 15.01.1933 doğumlu olup, davacı tarafça murisin dava konusu vasiyetnameyi düzenlediği tarih öncesinde akli melekelerinin ve temyiz kudretinin yerinde olmadığı ileri sürülmüş, mahkemece vasiyetname tarihinde murisin hukuki işlem ehliyetine haiz olup olmadığı konusunda tüm deliller toplanarak, ehliyetsiz olduğu iddia edilen murise ait doktor raporları, tıbbi belge, film grafilerinin de getirtilmesi suretiyle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmıştır.

27.Aralık 2013 tarihli raporda ,murisin vasiyetnameyi düzenlediği tarih olan 13.06.2005 tarihi itibariyle hukuki işlem ehliyetine sahip olmadığı yönünde görüş bildirildiği görülmüştür. Rapora davalılar itiraz etmiş, … Devlet hastanesinden alınan 02/09/2009 tarihli raporda murisin akli melekelerinin yerinde olduğuna dair heyet raporunun değerlendirmeye alınmadığı bu yönüyle adli tıp raporunun hatalı olduğu belirtilmiştir. Mahkemece belirtilen itiraz doğrultusunda yeniden rapor alınmak üzere dosya Adli Tıp Kurumuna gönderilmiştir. Bu defa itirazı da karşılar nitelikte olmak üzere heyet raporu temin edilmiştir.

07/07/2014 tarihli adli tıp raporunda muris hakkındaki tüm hastane kayıtları değerlendirilmiştir.

İtiraza konu … Devlet hastanesinden alınan 02/09/2009 tarihli rapordaki “ murisin akli melekelerinin yerinde olduğuna “ dair heyet görüşüne katılımadıklarını zira; önceki tarihli başka hastane raporlarında murise alzheimer- demans tanısı konduğu ve buna göre murisin vekalet tarihinde fiil ehliyetine haiz olmadığı ve akit tarihinde kişide mevcut akli arızanın noter işlemi yapan kişi tarafından anlaşılamayabileceği görüşüne yer verilerek vekaletnamenin düzenlendiği tarihte fiil ehliyetine haiz olmadığı belirtilmiştir.

Bu itibarla; mahkemece, murisin vekalet (temsil yetkisi) verdiği tarihte fiil ehliyetinin bulunmadığı nazara alınarak, bir karar verilmesi gerekirken, hükme esas alındığı bildirildiği halde ve özel ve teknik bilgiyi gerektiren bir konuda görüşüne başvurulan bilirkişi heyet raporundan ( adli tıp raporu) ayrılarak, bunun gerekçeleri dahi karar yerinde gösterilmeden yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, davacının temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz eden davacıya iadesine, 6100 sayılı HMK`nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25.12.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/1788 Karar : 2017/1196 Tarih : 20.03.2017

  • HMK 282. Madde

  • Bilirkişinin Oy ve Görüşünün Değerlendirilmesi

Dava, iş bedelinin tahsili için yürütülen icra takibine davalı tarafından yapılan itirazın iptali, takibin devamı ve icra inkar tazminatının tahsili istemine ilişkin olup, mahkemenin; davanın kabulüne dair kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2-Davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince;

Davacı, davalının…Otoyolunun …Çevre Otoyolu kesimleri muhtelif kilometrelerde hasarlı oto korkuluklar ve tel çitler için malzeme temini ve onarımı işini ihale ile aldığını ve işte kullanılacak tel çit malzemeleri müvekkili şirketten temin ettiğini ve sevk irsaliyesi ile teslimin sağlandığını, 01.04.2013 tarihli 97.498,19 TL bedelli faturaya konu iş bedelinin ödenmediğini ve Ankara 15. İcra Müdürlüğü`nün 2013/5619 esas sayılı dosyası ile yapılan icra takibinde borca itiraz edildiğini, itirazın haksız olduğunu belirterek itirazın iptaline takibin devamına ve icra inkar tazminatına karar verilmesini istemiş, davalı söz konusu işin dava dışı başka firmaya taşeron olarak yaptırıldığını belirterek davanın reddini savunmuş, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, sözleşme tarihine göre uygulanması gereken 818 sayılı mülga BK`nın 355. maddelerde düzenlenen ve konusu istenilen özellikte malzeme temini işi olan eser sözleşmesine dayalı olarak bakiye iş bedelinin ödenmediği iddiasıyla yapılan takibe itiraz nedeniyle İİK 67. maddeye göre açılmış itirazın iptali davasıdır.

Taraflar arasındaki uyuşmazlık eser sözleşmesinden kaynaklanmaktadır. Eser sözleşmeleri, yüklenicinin bir eser meydana getirmeyi, iş sahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşmelerdir. Sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı BK`nın 366. maddesine göre eserin bedeli önceden belirlenmemiş veya yaklaşık olarak belirlenmişse bedel, yapıldığı yer ve zamanda eserin değerine ve yüklenicinin giderine bakılarak belirlenir. Dairemizin bu konudaki yerleşmiş içtihatları ve doktrinde kabul edildiği üzere bundan anlaşılması gereken, işin yapıldığı tarihteki mahalli piyasa rayicine göre bedelin belirlenmesidir.

6100 sayılı HMK hükümlerine göre; mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde, taraflardan birinin talebi üzerine yahut kendiliğinden, bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir (266/1). Taraflar, bilirkişi raporunun, kendilerine tebliği tarihinden itibaren iki hafta içinde, raporda eksik gördükleri hususların, bilirkişiye tamamlattırılmasını; belirsizlik gösteren hususlar hakkında ise bilirkişinin açıklama yapmasının sağlanmasını veya yeni bilirkişi atanmasını mahkemeden talep edebilirler (281/1). Mahkeme, bilirkişi raporundaki eksiklik yahut belirsizliğin tamamlanması veya açıklığa kavuşturulmasını sağlamak için, bilirkişiden, yeni sorular düzenlemek suretiyle ek rapor alabileceği gibi, tayin edeceği duruşmada, sözlü olarak açıklamalarda bulunmasını da kendiliğinden isteyebilir (281/2). Mahkeme, gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla, tekrar inceleme de yaptırabilir (281/3). Hakim, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir (HMK 282/1).

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; taraflar arasında sözlü eser sözleşmesi ilişkisi kurulduğu ancak iş bedelinin belirlenmediği anlaşılmaktadır. İş bedeli belirsiz ise BK 366. madde gereğince mahalli serbest piyasa rayicine göre bedelin belirlenmesi gerekir. Bu konuda ek rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken tebliğ edildiği ve itiraz edilmediği ispatlanmayan ve davalı tarafın ticari defterlerinde yer almayan faturada yazılı miktar esas alınarak yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi doğru olmamış ve kararın temyiz eden davalı yararına bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda 1. bentte yazılı nedenlerle davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, 2. bent uyarınca davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün temyiz eden davalı yararına BOZULMASINA, 1.480,00 TL duruşma vekalet ücretinin davacıdan alınarak Yargıtay`daki duruşmada vekille temsil olunan davalıya verilmesine, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 20.03.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 23. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/10021 Karar : 2017/521 Tarih : 22.02.2017

  • HMK 282. Madde

  • Bilirkişinin Oy ve Görüşünün Değerlendirilmesi

Davacılar vekili, müvekkilleri ile yüklenici davalılar arasında imzalanan 30.05.2007 tarihli arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi gereği taşınmaz üzerinde 2 bodrum + Zemin ve 7 normal kat olmak üzere toplam 10 kattan oluşacak bina yapılmasının kararlaştırıldığını, davalının sözleşmedeki tüm işleri yerine getirdiğini, ancak sözleşmenin dışında ilave bir kat daha yapıldığını, müvekkillerinin inşaatın bitiminden sonra durumu fark ettiklerini ve 8. katta 29, 30 ve 31 no’lu bağımsız bölümlerin fazladan yapılmış olduğunu ve müvekkillerine pay verilmediğini ileri sürerek, 29, 30 ve 31 no’lu çatı arası dubleks dairelerin tapu kayıtlarının iptali ile arsa payları oranında müvekkilleri adına tapuya kayıt ve tesciline, bu talebin mümkün olmaması halinde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak koşulu ile rayiç bedellerinin faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalılar vekili, davacıların kendilerine düşen daireleri 2009 yılında teslim aldıklarını, aradan 3-4 yıl geçtikten sonra dava açılmasının hakkın kötüye kullanılması olduğunu, davalı şirkete husumet yöneltilemeyeceğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporları ve tüm dosya kapsamından; davacılar ve dava dışı arsa sahiplerinin maliki olduğu 3 ve 4 parseller üzerinde, 2 Bodrum + Zemin + 7 kattan oluşan bina yapılması için arsa sahipleri ile, davalılardan … arasında, 30.05.2007 tarihli sözleşme imzalandığı, yüklenici olarak Günpınar İnş. Emlak San. ve Tic. Ltd. Şti. tarafından inşaatın yapılıp tamamlandığı, ilave olarak 1 kat daha yapılıp binanın toplam 2 Bodrum + Zemin + 8 kat şeklinde yapıldığı, fazladan 29, 30 ve 31 no’lu çatı arası dairelerin oluşturulduğu ve üçüncü kişilere satıldığı, somut olayda, sözleşmede kararlaştırılan daire sayısından fazla bağımsız bölüm yapıldığı ve arsa sahiplerine pay verilmediğine göre davacıların fazla yapılan taşınmazdan pay talep etme hakkına sahip bulunduğu ve sözleşmedeki paylaşım oranı göz önüne alınarak tazminat hesaplamasının yapıldığı, taşınmazların üçüncü kişilere satıldığı anlaşıldığından, tescil olanağı bulunmamakla buna yönelik talebin reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle, tapu iptali ve tescil isteminin reddine, tazminat isteminin kabulü ile, 10.000,00 TL alacağın dava tarihi 12.04.2013 tarihinden itibaren, 101.720,00 TL alacağın ıslah tarihi 26.11.2014 tarihinden işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine karar verilmiştir.

Kararı, davalılar vekili temyiz etmiştir.

Dava, arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesinden kaynaklı tapu iptali ve tescil, olmadığı takdirde tazminat istemine ilişkindir.

1- Özel hukukta alacağın sebebi; sözleşme, haksız fiil ve sebepsiz zenginleşme olmak üzere üç noktadan kaynaklanmaktadır. Arsa sahipleri ile davalılardan Nafiz arasında arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi yapılmış olup, davalı şirketin ise, resmi işlemlerde yapı müteahhidi olduğu görülmüştür. Mahkemece, davalı şirketin sözleşmenin tarafı olmamasına rağmen hangi hukuki sebepten ötürü tazminattan sorumlu olduğu doyurucu ve yeterli gerekçeyle açıklanmadan karar verilmesi hatalı olmuştur.

2- 6100 sayılı HMK’nın 266/1. maddesi “Mahkeme, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir” hükmünü içermektedir. Aynı Kanun’un 282. maddesinde belirtilen bilirkişinin oy ve görüşünün hakimi bağlamayacağı ve hakimin bilirkişi raporunu serbestçe takdir edeceği yönündeki hüküm, HMK’nın 281. madde hükmü karşısında hakim bilirkişi raporunu yeter derecede kanaat verici bulmazsa bilirkişiden ek rapor ya da sözlü açıklama alabileceği veya yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırabileceği şeklinde anlaşılmalıdır. Kaldı ki, somut uyuşmazlık, çözümünde bilirkişinin rey ve mütalaasına başvurulmasını zorunlu kılar niteliktedir.

Mahkemece de uyuşmazlık konusu hakkında bilirkişi görüşüne başvurulduğu ve keşif sonucu bilirkişilerden rapor alındığı görülmektedir. Ancak, verilen hüküm, bilirkişi raporunda belirtilen şekilde olmamıştır.

Somut olayda, sözleşme gereği binanın 2 bodrum + zemin + 7 normal kattan olması kararlaştırılmış iken, projesinde ve fiilen 2 bodrum + zemin + 8 kat (çatı arası dubleks) olacak şekilde yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu şekilde inşaat yapılmış ise de, taraflara verilen bağımsız bölümlerin miktar hesabı konusunda bilirkişiler tespitte bulunmuşlardır. Ancak, mahkemece farklı gerekçelerle bilirkişi raporunun aksine karar verilmiştir.

Bu durumda, mahkemece yargılamanın sağlıklı yapılabilmesi ve somut olayın özel ve teknik bilgiyi gerektimesinden dolayı yeniden farklı bilirkişi heyeti oluşturularak, sözleşmede sahipsiz olduğu belirtilen 1/8 hisse konusunda durularak arsa sahiplerine m²’si daha fazla bağımsız bölüm verilmesine rağmen inşaatın ne şekilde 8 kat olarak yapıldığı, sözleşmedeki paylaşım oranının çatı arası dubleks son kattan arsa sahiplerine bağımsız bölüm verilmemesine rağmen dengelemenin ne şekilde olduğu tespit edilip, sonucu itibariyle davacıların fazla yapılan kattan talepte bulunup bulunamayacakları konusunda ayrıntılı, denetime elverişli bilirkişi raporu alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamıştır.

SONUÇ: Yukarıda (1) ve (2) no’lu bentlerde açıklanan nedenlerle, davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, davalılar yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, 1.480,00 TL duruşma vekalet ücretinin davacılardan alınarak davalılara verilmesine kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 22.02.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/15306 Karar : 2016/4528 Tarih : 14.04.2016

  • HMK 282. Madde

  • Bilirkişinin Oy ve Görüşünün Değerlendirilmesi

Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil, olmadığı takdirde tenkis isteğine ilişkindir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; Tarafların mirasbırakanı 1921 doğumlu …’ın 25.04.2004 tarihinde ölümüyle geriye mirasçı olarak davacılar, davalı ve dava dışı çocuklarının kaldıkları, mirasbırakanın arsa vasıflı 6002 parsel sayılı taşınmazını 22.09.1993 tarihinde davalı oğlu …’e ölünceye kadar bakma akti ile temlik ettiği, davacıların mirasbırakanın anılan temliki hukuki işlem yapma ehliyeti olmadığı dönemde gerçekleştirildiği gibi ayrıca mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı yapıldığını ileri sürerek, eldeki davayı açtıkları anlaşılmaktadır.

Dava dilekçesinin açıklanan içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden, davada ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayanıldığı açıktır.

Hemen belirtilmelidir ki; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.4.1990 gün ve 1990/1-152-1990/236 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur.

Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.

Hemen belirtmek gerekir ki, TMK`nin 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.6.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.

Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.

Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafiklerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur.

Bunun yanında, her ne kadar 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.

Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen TMK`nin 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.

Ne varki, mahkemece ehliyetsizlik iddiası yönünden hükme yeterli bir araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme imkanı yoktur.

O halde, hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek ve önemine binaen öncelikle incelenmesi, varsa miras bırakana ait sağlık kurulu raporları, hasta müşahade kağıtları, reçeteler vs. istenmesi, tüm dosyanın Adli Tıp Kurumu’na gönderilmesi, akit tarihinde miras bırakanın ehliyetli olup olmadığı yönünde rapor alınması, ehliyetli olduğunun saptanması halinde de muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı isteğin değerlendirilmesi, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.

Davacıların temyiz itirazı açıklanan nedenlerden ötürü yerindedir. Kabulü ile hükmün BOZULMASINA, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 23. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/8940 Karar : 2015/1235 Tarih : 27.02.2015

  • HMK 282. Madde

  • Bilirkişinin Oy ve Görüşünün Değerlendirilmesi

Davacı vekili, müvekkilinin davalı kooperatif üyesi iken, 29.01.2010 tarihli ihtarname ile ortaklıktan istifa ettiğini, istifanamenin davalı kooperatife 02.02.2010 tarihinde tebliğ edildiğini, istifa edilen 2010 yılı bilançosunun 20.02.2011 tarihli genel kurulda görüşülerek onaylandığını, alacağının bilançonun onaylanma tarihinden 1 ay sonra muaccel olacağını, bu nedenle hesaplamayı 23.03.2011 tarihine göre yaptıklarını, alacağın tahsili amacıyla başlatılan takibe davalının itiraz ettiğini ileri sürerek, itirazın iptali ile %40 oranından az olmamak üzere icra inkâr tazminatının tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, müvekkili kooperatifin esasen, davacının da yönetim kurulu üyesi ve muhasip üye sıfatıyla görev yaptığı önceki yönetim zamanında yapılan usulsüzlükler nedeniyle ekonomik yönden zor durumda bulunduğunu, bu nedenle davacı ve ortaklıktan ayrılan diğer üyelere yapılacak ödemelerin 3 yıl süreyle ertelendiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece iddia, savunma ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; Davacının ortaklıktan çıkma talebinin 04.04.2010 tarihli yönetim kararıyla kabul edilerek ortaklık sıfatının 2010 yılında sona erdiği, davacının çıkma payı alacağının 2010 yılı bilançosunun görüşüldüğü, 20.02.2011 tarihli genel kuruldan 1 ay sonra 21.03.2011 tarihinde muaccel olduğu, ancak 20.02.2011 tarihli genel kurulda alınan kararla istifa eden üyelere yapılacak ödemenin 3 yıl ertelenmesine karar verildiği ve erteleme kararının yerinde olduğu gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

2- Dava çıkma payı alacağının tahsili istemine ilişkindir.

6100 sayılı HMK’nın 266/1. (1086 sayılı HUMK`nın 275.) maddesi “ Mahkeme, çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar verir” hükmünü içermektedir.

Aynı Kanun’un 282. (1086 Sayılı HUMK’nın 286.) maddesinde belirtilen bilirkişinin oy ve görüşünün hakimi bağlamayacağı ve hakimin bilirkişi raporunu serbestçe takdir edeceği hükmü,
HMK’nın 281. (HUMK`nın 283.) madde hükmü uyarınca bilirkişi raporunu yeter derecede kanaat verici bulmazsa bilirkişiden ek rapor ya da sözlü açıklama alabileceği veya yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırabileceği şeklinde anlaşılmalıdır.

Yoksa, hakimin bir kez bilirkişi incelemesine karar verildikten sonra bundan dönerek uyuşmazlığın çözümünün hakimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki ve mesleki bilgi ile çözümlenebileceği kabul edilemez. Kaldı ki, somut uyuşmazlık çözümünde bilirkişinin rey ve mütalaasına başvurulmasını zorunlu kılar niteliktedir.

Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, Kooperatife ait borç toplamının 2.712.296,28 TL olduğu tespit edilmiş olup,
Davacı vekilince çıkan ortaklara yapılacak ödemelerin kooperatif mevcudiyetini tehlikeye düşürüp düşürmeyeceği hususunda yapılan incelemede kooperatifin sadece giderlerinin esas alındığı, gelirlerinin ise incelenmediği ileri sürülerek rapora itiraz edilmiş, davacı vekilinin aynı talebi duruşmada da yinelemesine rağmen bu istemine ilişkin bir ara karar oluşturulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulmuştur.

Bu durumda mahkemece, davalı kooperatifin defter, kayıt ve belgelerinin öncelikle kooperatiften istenilmesi, ibraz edilmezse kooperatifin adresinde defter ve kayıtların incelenmesi için keşif yapılması, buna rağmen inceleme yapılamaz ya da defter ve belgelere ulaşılamaz ise bilanço ve gelir gider cetvelleri ile yönetim ve denetim kurulu raporları, anasözleşmenin 40. maddesi uyarınca ilgili Ticaret Sicil Memurluğundan ya da 41. maddesi gereğince belgelerin gönderildiği Çevre ve Şehircilik Bakanlığı İl Müdürlüğü`nden getirtildikten sonra, çıkan ya da ihraç edilen üyelere yapılacak ödemelerin kooperatifin mevcudiyetini tehlikeye düşürüp düşürmediği hususunda, kooperatif gelirleri de dikkate alınarak ayrıntılı, gerekçeli, denetime elverişli ve davacının itirazlarını da karşılar mahiyette bilirkişi raporu alınarak, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik incelemeye dayalı olarak yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

3- Bozma nedenine göre, davacı vekilinin vekalet ücretine yönelik temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.

4- Kabule göre; Kooperatif üyeliğinden ayrılan ortak, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu`nun 17/1. maddesi ve anasözleşmenin 15 nci maddesi gereğince, ödemiş olduğu aidatın tamamını değil, ayrıldığı yıl sonu bilançosuna göre hesaplanacak olan masraf hissesi düşüldükten sonra bakiyesinin iadesini talep hakkını haiz olup, ayrıldığı yıl sonu bilançosunun genel kurulca kabulü suretiyle kesinleşmesinden itibaren bir ay geçtikten sonra bu hak talep edilebilir.

Aynı Kanun`un 17/2. maddesi uyarınca kooperatifin mevcudiyetini tehlikeye düşüreceği gerekçesiyle ödemelerin 3 yıla kadar geciktirilmesine ilişkin bir kararın, anılan aynı genel kurulda alınması ve mahkemece, ödemenin kooperatifin mevcudiyetini tehlikeye düşürecek nitelikte olduğunun bilirkişi raporu ile yargılama sırasında saptanması halinde, erteleme kararındaki süre geçmeden önce başlatılan icra takibi, alacağın muaccel olmasından önce (erken) başlatılmış olacaktır.

Bu durumda mahkemece, Kooperatifler Kanunu’nun 17/2. maddesi uyarınca alacağın muaccel olmasına ilişkin özel dava şartı noksanlığı bulunması nedeniyle, HMK’nın 114/2 ve 115/2. maddeleri uyarınca dava şartı noksanlığından davanın usulden reddine karar verilmesi ve vekalet ücretinin de Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi`nin 7/2. maddesine göre belirlenmesi gerekirken, davanın esastan reddine karar verilmesi ve davalı lehine nispi vekalet ücretine hükmedilmesi doğru olmamıştır.

Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının reddine, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, davacı yararına ( BOZULMASINA ), (3) numaralı bentte açıklanan nedenlerle, vekalet ücretine yönelik temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, oybirliği ile, karar verildi.


YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/5579 Karar : 2014/11914 Tarih : 23.06.2014

  • HMK 282. Madde

  • Bilirkişinin Oy ve Görüşünün Değerlendirilmesi

Davacı vekili; müvekkilinin inşaat sektöründe faaliyet gösterdiğini, sahip olduğu iş makinelerinden HİTACHİ ZX400LCH-3 paletli ekskavatör ile HİTACHİ ZX350LCH paletli ekskavatörü davalı sigorta şirketinin acentesine sigortalattığını, bu doğrultuda 19.10.2010-05.07.2011 tarihlerini kapsayan 3617698 ve 05.07.2011-01.01.2012 tarihlerini kapsayan 4329135 nolu hareketli makinalar sigorta poliçelerinin düzenlendiğini, sigortalı makinelerden HITACHİ ZX 400LCH-3 model makinenin 02.07.2011 ve 07.08.2011 tarihlerinde iki kez HITACHI ZX 350LCH model makinenin ise 24.10.2011 tarihinde bir kez hasar gördüğünü, hasar nedeniyle davalı sigorta firmasına ihbarda bulunulduğunu, davalı firma eksperlerince yapılan incelemeler neticesinde hasarın teminat dışı olduğunun belirtilmesi neticesinde davalı tarafından hasar bedelinin ödenmediğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak koşuluyla 15.000,00 TL’nin dava tarihinden itibaren işletilecek Merkez Bankası’nın kısa vadeli krediler için öngördüğü reeskont faiziyle birlikte davalıdan tahsilini istemiş, 15.08.2013 tarihli ıslah dilekçesiyle davasını ıslah edip 81.433,56 TL maddi tazminatın 28.882,28 TL`lik kısmının 6120139 nolu hasarın meydana geldiği tarih olan 24.10.2011, 45.130,02 TL’lik kısmının 5977044 nolu hasarın meydana geldiği tarih olan 07.08.2011, 7.421,26 TL’lik kısmının 5906694 nolu hasarın meydana geldiği tarih olan 02.07.2011 tarihinden itibaren işleyecek Merkez Bankasının kısa vadeli krediler için öngördüğü reeskont faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, her iki poliçede de özel koşullar başlıklı kısımda poliçelerin 33944234 numaralı inşaat poliçesinde belirtilen proje adresinde geçerli olduğunun belirtildiğini, bu alan dışında meydana gelen hasarın teminat dahilinde sayılamayacağını, hasarlanan makinelerle poliçede sigorta kapsamına alınan makinelerin seri numaralarının örtüşmediğini, söz konusu makinelerin bu nedenle teminat dahilinde olmadığını, her üç hasarın da makinelerin mutad kullanımından meydana gelmesi nedeniyle teminat kapsamında bulunmadığını, poliçelerde eksik sigortanın sözkonusu olduğunu, bu nedenle hasar bedelinden indirim yapılması gerektiğini, davacının hasar sonrasında yaptığı eylemler nedeniyle hasarın artışına sebebiyet verdiğini, davada ancak dava tarihinden itibaren yasal faizin istenebileceğini savunarak davanın reddini Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre; hasar gören makinelerin taraflar arasında akdedilen sigorta poliçeleri kapsamında bulunduğu, poliçelerin düzenlenmesi esnasında makinelerin satın alındıkları bedel üzerinden değil daha düşük bedel üzerinden sigortalama işleminin yapıldığı, bu nedenle eksik sigortadan söz edilmesinin gerektiği, sigortacının hasar başına 2.000 Euro’dan az olmamak üzere %10 muafiyetinin bulunduğu dosya kapsamında alınan 16.1.2013 tarihli raporun oluşa uygun olduğu gerekçesiyle 57.983,47 TL`nin dava tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalıdan tahsiline, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiştir.

Kararı, taraf vekilleri temyiz etmiştir.

1-) Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı vekilinin tüm itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2-) Davacı vekilinin katılma yoluyla temyizinin incelenmesine gelince;

Dava; hareketli makineler sigorta poliçesinden kaynaklı alacak istemine ilişkindir.

Mahkemece 16.01.2013 tarihli bilirkişi raporu oluşa ve dosya kapsamına uygun görülerek poliçe kapsamına göre eksik sigorta bulunduğunun kabulüyle yazılı şekilde karar verilmiştir. Ancak, hükme esas alınan bu rapora davacı vekilince poliçe bilgilendirme formu ve şartlarına göre sigorta değeri belirlenirken ikame bedel yerine rayiç bedelin esas alınması gerektiği belirtilmek suretiyle itiraz olunmuş, bu doğrultuda bilirkişilerce 05.07.2013 tarihli ek ropor düzenlenmiştir. Bahsi geçen ek raporda taraflar arasında akdedilen sigorta poliçesinde hasar gerçekleştiği tarihteki rayiç bedel üzerinden sigorta değerinin tespit edileceği, bu nedenle meydana gelen hasarlar nedeniyle eksik sigortadan söz edilemeyeceği belirtilmiştir.

Dava dosyasında yer alan sigorta poliçelerinin “E.TAZMİNAT” alt başlığı altında yer alan iki nolu bentlerde “Tazminat ödenmesinin söz konusu olduğu hallerde, sigorta değeri rizikonun gerçekleştiği anda belirlenir. Bu durumda sigorta değeri, rizikonun gerçekleştiği anda sigortalı kıymetin rayiç değeridir” hükmü yer almaktadır. HMK`nın 282. maddesinde belirtilen “Hâkim, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir” hükmü bilirkişi raporunu yeter derecede kanaat verici bulmazsa bilirkişiden ek rapor (HMK md. 281/2) alabileceği veya yeni bir bilirkişi incelemesi yaptırabileceği (HMK md. 281/3) şeklinde anlaşılmalıdır. Yoksa, hakimin bir kez bilirkişiye gittikten sonra bundan dönerek uyuşmazlığın hakimlik mesleğinin gerektirdiği hukuki ve mesleki bilgi ile çözümlenebileceği kabul edilemez.

Kaldı ki, dava konusu edilen hususlar teknik bir konu olup bilirkişinin rey ve mütalaasına başvurulmasını zorunlu kılar niteliktedir. Bu durumda mahkemece yapılan itaraz üzerine bilirkişiden ek rapor alındığı halde denetime elverişli gerekçe gösterilmeksizin yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz olup hükmün bu nedenle temyiz eden davacı yararına bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının (REDDİNE), (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin katılma yoluyla temyiz itirazlarının kabulüyle kararın temyiz eden davacı yararına (BOZULMASINA), aşağıda yazılı bakiye 2.970,30 TL temyiz ilam harcının temyiz eden davalıdan alınmasına, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz eden davacıya (İADESİNE), oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas: 2016/5893 Karar: 2016/9544 Tarih: 20.06.2016

  • HMK 282. Madde

  • Bilirkişinin Oy ve Görüşünün Değerlendirilmesi

Davacı vekili, dava dilekçesi ile; tarafların 2014 yılında boşandıklarını,davacının korkudan mahkemeye gidemediğini, nafakaya ihtiyacı olduğunu ileri sürerek; aylık 1.000.00 TL yoksulluk nafakası ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, cevap dilekçesi ile; davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme ve değerlendirme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim, Türk Medeni Kanunu’nun “Fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlanmış; de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “Ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan her ergin kişinin fiil ehliyeti vardır” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, “Yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes, bu Kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca; ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde yer almışlardır.

Hemen belirtmek gerekir ki, Türk Medeni Kanunu’nun de ifade edildiği üzere; ayırt etme gücü bulunmayan kimsenin, geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamaz.

Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin kişi ve mamelek hukuku bakımdan doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu, somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahade kağıtları film grafilerinin eksiksiz getirilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 282.maddesinde (HUMK. 286 .maddelerinde) belirtildiği gibi bilirkişilerin “rey ve mütalaası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, akıl zayıflığı gibi psikolojik nedenlerin belirlenmesi çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.

Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması, kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan özellikle rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Türk Medeni Kanunu’nun ; akıl hastalığı ve akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.

Somut olayda; davalının, 24.04.1997 tarihli sağlık kurulu raporunda hafif derecede zihinsel özürlü olduğunun ( % 48 ) belirtildiği, 08.06.2015 tarihli sosyal inceleme raporunda davalının sinir hastası olduğunun, vatani görevini ve öğrenimini bu yüzden tamamlayamadığının, yasal vasisinin bulunmadığının açıklandığı, davalının özürlü maaşı aldığı, davalı vekilinin duruşmada davalının aklen malül olduğunu söylediği anlaşılmaktadır.

Mahkemece, dosyadaki bu delillere rağmen, davalının dava tarihi itibari ile fiil ehliyetinin bulunup bulunmadığının, vesayet altına alınmasının gerekip gerekmediğinin araştırılmaması isabetli bulunmamıştır.

Mahkemece; öncelikle davalının dava tarihi itibari ile fiil ehliyetine sahip olup olmadığı konusunda rapor alınarak, varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde hüküm oluşturulması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

Bozma nedenine göre, diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu sebeplerle yerinde olduğundan kabulüyle hükmün 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istenmesi halinde temyiz edene iadesine, 20.06.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas: 2015/4696 Karar: 2016/3429 Tarih: 14.06.2016

  • HMK 282. Madde

  • Bilirkişinin Oy ve Görüşünün Değerlendirilmesi

Dava, ifa edilmediğinden feshedilen sözleşme sebebiyle ödenen bedelin tahsili ve işin başkasına yaptırılması sonucu fazla ödenen bedel sebebiyle uğranılan menfi zarar istemine istemine dair olup, mahkemenin davanın kabulüne dair kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1- )Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve ayrıca usulüne uygun tebliğ yapılmak suretiyle karar verilmiş olduğunun tebliğ belgeleri kapsamından anlaşılmış olmasına göre davalı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.

2- )Davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince;

Davacı taraflar arasında havuz kaplama ve onarımına dair eser sözleşmesi olduğunu, işin süresi içinde ifa edilmemesi sebebiyle sözleşmenin feshedildiğini belirterek bu sözleşme sebebiyle ödenen 2.000 USD ile işin başkasına yaptırılması sebebiyle sözleşmedeki kararlaştırılandan fazla ödeme yapılmakla uğranılan zarar 1.310 USD olmak üzere toplam 3.310 USD karşılığı 6.009,31 TL alacağın reeskont faiziyle tahsiline karar verilmesini istemiş, davalı usulüne uygun olduğu anlaşılan tebliğe rağmen davaya cevap vermemiş ancak temyiz dilekçesinde davanın husumetten reddi gerekirken kabulün doğru olmadığını savunmuş, mahkemece bilirkişi raporu alınmış ve davanın ispatlandığı gerekçesiyle kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava sözleşme tarihine göre uygulanması gereken 818 Sayılı mülgâ 355. vd. maddelerinde düzenlenen ve konusu havuz kaplama ve onarımı işi olan eser sözleşmesine dayalı olarak açılmış alacak davasıdır.

Dosyada alınan bilirkişi raporunda taraflar arasındaki sözleşmeyle ilgili davalının fiyat teklifi verdiği tarihte dolar kurunun 84 TL iken, işin başkasına yaptırıldığı tarihte ise kurun 176 olduğu bu durumda 4.000 USD’lik işin Haziran ayında yapım bedelinin 4.730,40 USD olacağı aynı tarihte işin 5.310 USD’ye yaptırılmasının bu imalâtın dolara ve euroya endeksli olması sebebiyle serbest piyasa rayiçlerine uygun olduğu belirtilmiş ve mahkemece de bu rapora uygun olarak karar verilmiştir.

Davada sözleşmenin ifa edilmemesi nedeniyle; iş başkasına daha yüksek fiyatla yaptırılmak zorunda kalındığından bu zararın tahsili de talep edilmiştir. 1086 Sayılı HUMK’nın 76. maddesi hükmünce hakim re’sen Türk Kanunları gereğince hüküm vereceği, ve 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı HMK’nın 33. maddesi hükmüne göre de hakim Türk Hukukunu re’sen uygulayacağından maddi vakıaları ileri sürüp kanıtlamak taraflara, hukuki vasıflandırma hakime aittir. Bu hükümler gereğince davacının talebinin sözleşmenin yüklenicinin kusuruyla feshi ve işin yeniden başka bir yükleniciye yaptırılmış olması sebebiyle 818 Sayılı Borçlar Kanunu’nun 108 /II. maddesi kapsamındaki menfi zarar olduğu anlaşılmaktadır. Sözleşmeyi haklı olarak fesheden iş sahibi menfi zararının ödetilmesini yükleniciden isteyebilir. Menfi zarar sözleşmenin kurulması ve işin görülmesi için yapılması gereken fiili giderler ile sözleşmenin geçerliliğine inanılarak başka bir sözleşme fırsatının kaçırılması dolayısıyla uğranılan zararlardır. Kaçırılan fırsat sebebiyle menfi zarar da, fesihten itibaren makul sürede sözleşme konusu işlerin bedel dışında aynı şartlarda yapılacak sözleşme sonucu ödenecek bedel ile davalı yüklenici ile sözleşme yapılmamış olsaydı en yakın hangi fiyatla yapılabileceği bedel arasındaki farktır.

Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; hükme esas alınan bilirkişi raporu belirtilen esaslara uygun olmadığı gibi gerekçesi itibarıyla da mantığa aykırı ve bilimsellikten uzaktır. Çünkü yabancı paranın kur karşılığının TL olarak artmış olması ve artış oranı sebebiyle yabancı para miktarının artması söz konusu olmayıp ancak yabancı paranın TL karşılığı artabilir iken bunun yabancı para miktarı için artış nedeni olarak gösterilmesi yanında yapıldığı tarihteki rayice uygunluğun gerekçesi olarak da belirtilmesi raporun hükme esas alınabilecek yeterlilik ve nitelikte tanzim edilmediğini de ortaya koymaktadır. Mahkeme, gerçeğin ortaya çıkması için gerekli görürse, yeni görevlendireceği bilirkişi aracılığıyla, tekrar inceleme de yaptırabilir ( 281/3 ). Hâkim, bilirkişinin oy ve görüşünü diğer delillerle birlikte serbestçe değerlendirir ( 282/1 ). Bu halde mahkemece davacının talep ettiği menfi zararla ilgili yeni bir bilirkişiden az yukarıda açıklanan kaçırılan fırsat esasına göre isteyebileceği menfi zarar konusunda gerekçeli ve denetime elverişli rapor alınıp bu rapor da değerlendirilerek davanın sonlandırılması gerekirken bu esaslara uygun olmayan rapor esas alınarak karar verilmesi doğru olmadığından kararın davalı yararına bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda 1. bentte yazılı sebeplerle davalının diğer temyiz itirazlarının reddine, 2. bent uyarınca temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün temyiz eden davalı yararına BOZULMASINA, ödenen temyiz peşin harcının istenmesi halinde temyiz eden davalıya iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 14.06.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas: 2014/4595 Karar: 2015/4305 Tarih: 26.03.2015

  • HMK 282. Madde

  • Bilirkişinin Oy ve Görüşünün Değerlendirilmesi

Dava, ehliyetsizlik ve hile hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davacı vekili, davacının 7 yıl önce felç geçirdiğini ve akli melekelerini önemli ölçüde yitirdiğini, davalı oğlunun bu durumundan faydalanarak kandırmak suretiyle davacının kayden maliki olduğu 325 ada 9 parsel sayılı taşınmazı 16.1.2008 tarihinde kendi üzerine devrettirdiğini, olaydan bir yıl sonra “Burası benim, evden çıkın” demesi üzerine durumdan haberdar olunduğunu ileri sürerek, tapunun iptaliyle davacı adına tescil istekli eldeki davayı açmıştır.

Davalı, davayı kabul etmediğini, baba oğul anlaşarak işlem yaptıklarını, bu duruma annesiyle kardeşlerinin de belge imzalayarak rıza gösterdiklerini, hile yönünden hak düşürücü sürenin geçtiğini, öte yandan davacının ehliyetsiz olduğu iddiasının da doğru olmadığını, annesiyle eşinin aynı evde yaşarken küsmeleri üzerine eldeki davanın açıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davacının yanılma ve davalı tarafından aldatılma hali içerisinde taşınmazı davalıya devrettiği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacının 325 ada 9 parsel sayılı taşınmazını 16.1.2008 tarihinde davalı oğluna satış göstermek suretiyle devrettiği, Tire Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 23.6.2010 tarihli, 2010/22 Esas, 2010/537 Sayılı kararıyla davacının Türk Medeni Kanunu’nun hükmü gereğince fiil ehliyetinin sınırlandırılmasına ve eşi I.Ş.’in aynı madde gereğince dava açma ve sulh olma dahil bir takım işlemlerde görüşünün alınmak üzere yasal danışman olarak tayinine karar verildiği, davacı ve yasal danışmanın birlikte vekil tayin ettikleri avukatları aracılığıyla eldeki davayı açtıkları görülmektedir.

Hemen belirtmek gerekir ki; Yargıtay H.G.K.nun 11.4.1990 tarihli ve 1990/1-152-1990/236 Sayılı kararında da vurgulandığı üzere davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırılık yoktur.

Dava dilekçesi içeriğinden ve iddianın ileri sürülüş biçiminden, davada, hile hukuki sebebi yanında, ehliyetsizlik hukuksal nedenine de dayanıldığı anlaşılmaktadır.

Ehliyetsizlik iddiasının kamu düzeniyle ilgili olması ve ehliyetsizliğin saptanması halinde diğer nedenlerin incelenmesine gerek kalmayacağı hususları gözetildiğinde, anılan isteğin öncelikle ele alınması gerekir.

Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti ( gücü ) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç ( yükümlülük ) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücüyle ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu yasaya göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasayla öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.

Hemen belirtmek gerekir ki, T.M.K.nın 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.6.1941 tarih 4/21 Sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.

Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin kişi ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.

Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem ( müşahede ) kağıtları, film grafiklerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.

Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen T.M.K.nın 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporuyla belirleneceğini öngörmüştür.

Ne var ki, mahkemece ehliyetsizlik iddiası bakımından bir araştırma yapılmış değildir.

Hal böyle olunca; yukarda değinilen ilkeler çerçevesinde gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, davacıya ait raporlar, reçeteler vs. İstenerek dosyanın Adil Tıp 4. İhtisas Kuruluna gönderilerek akit tarihi itibariyle hukuki ehliyete haiz olup olmadığı yönünde rapor alınması, davacının, ehliyetsiz olduğunun belirlenmesi halinde, öncelikle davacıya vasi tayin edilmesinin sağlanması, vasi tarafından dava takip edildiği takdirde davanın kabulüne karar verilmesi; yok eğer ehliyetli olduğu saptanır ise; hile hukuksal nedenine dayalı isteğin değerlendirilmesi ve varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturmayla yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.

SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerle ( 6100 Sayılı Kanunun geçici 3. maddesi yollaması ile ) 1086 Sayılı 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene iadesine, 26.03.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas: 2014/3524 Karar: 2015/3752 Tarih: 18.03.2015

  • HMK 282. Madde

  • Bilirkişinin Oy ve Görüşünün Değerlendirilmesi

Dava, ehliyetsizlik ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacı, yaşı itibariyle yaptığı işlemlerin hukuki sonuçlarını algılayabilecek durumda olmadığı gibi paydaş olduğu 184 parsel sayılı taşınmazdaki payın davalı kooperatife devri halinde devrettiği payın tam karşılığının imar uygulaması yapılırken düzenleme ortaklık payı kesildikten sonra verileceği yönündeki davalıların telkinlerine inanarak payının satışı için davalı M.’e 03.07.2006 tarih 17273 yevmiye nolu vekaletname verdiğini ve kendisine sunulan belgeleri imzaladığını, anılan vekaletname kullanılarak taşınmazdaki payının 13.04.2007 tarihinde diğer davalı kooperatife satış suretiyle temlik edildiğini, ancak payına karşılık 26.500 m² isabet etmesine rağmen kendisine davalı kooperatif tarafından 16.500 m² yüzölçümlü arsa tahsis belgesi verildiği gibi 26.500 m²lik yerinin 185.000,00 TL ye davalı kooperatife satıldığı halde kooperatif tarafından kendisine tahsis edilen yerin satış bedelinin 92.400,00 TL gösterildiğini ileri sürerek tapu iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalı kooperatif, zamanaşımı itirazında bulunarak, diğer davalı ile birlikte davanın esastan da reddini savunmuştur.

Mahkemece, tanık sözlerine dayanılarak ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı tapu iptal-tescil isteğinin reddine; hile ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğinin ise ispatlanamadığı gerekçesi ile reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; 1929 doğumlu davacının 6218311680/197522841600 oranında paydaş olduğu 842.000 m² yüzölçümlü ağıl yeri niteliğindeki 184 parsel sayılı taşınmazdaki payını 03.07.2006 tarih 17273 yevmiye nolu vekaletname ile vekil kıldığı davalı M. aracılığıyla diğer davalı kooperatife dava dışı başkaca iki paydaşla birlikte 13.04.2007 tarihinde toplam 381.860,00 TL bedelle satış yoluyla devrettiği; çekişmeli taşınmazın imar uygulaması sonucu birçok imar parseline gittiği ve bu imar parsellerinden birçoğunun davalı kooperatif adına kayıtlandığı, davacının 19.12.2006 tarihinde davalı kooperatife ortak olduğu, davalı kooperatif tarafından davacıya 16.500 m² yüzölçümlü arsa tahsis edildiği ve 92.400,00 TL bedelli “tahsilat fişi” verildiği anlaşılmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön olmadığı gibi vekaletnamenin hile ile alındığı iddiası, vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasını da içerir.

Davada, ehliyetsizlik hukuki sebebi yanında vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuki sebebine de dayanıldığına göre, hukuki ehliyetin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek önemine binaen öncelikle inceleme yapılması gerekeceği kuşkusuzdur.

Ne var ki, mahkemece ehliyetsizlik yönünden yapılan araştırmanın hüküm kurmaya elverişli ve yeterli olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.

Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.

Hemen belirtmek gerekir ki, TMK’nın 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.06.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.

Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.

Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.

Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen TMK’nın 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.

Diğer taraftan, Borçlar Kanununun temsil ve vekaletaktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.

6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) aynen; “Vekil, vekalet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hallerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.

Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekalet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.

Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekaletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK’nın 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.

Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK’nın 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.

Hal böyle olunca, öncelikle dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilerek temliki işlemde kullanılan vekaletnamenin düzenlendiği (03.07.2006) tarihte davacının hukuki ehliyete sahip olup olmadığının raporla saptanması, ehliyetsizliğin saptanması halinde davanın kabul edilmesi aksi halde vekalet görevinin kötüye kullanılmasına ilişkin yukarıda değinilen ilkeleri karşılayacak şekilde soruşturmanın tamamlanması ve ondan sonra bir hüküm kurulması gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir.

Sonuç: Davacı vekilinin bu yönlere değinen temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3. maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’nın 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 18.03.2015 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.Dava, ehliyetsizlik ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacı, yaşı itibariyle yaptığı işlemlerin hukuki sonuçlarını algılayabilecek durumda olmadığı gibi paydaş olduğu 184 parsel sayılı taşınmazdaki payın davalı kooperatife devri halinde devrettiği payın tam karşılığının imar uygulaması yapılırken düzenleme ortaklık payı kesildikten sonra verileceği yönündeki davalıların telkinlerine inanarak payının satışı için davalı M.’e 03.07.2006 tarih 17273 yevmiye nolu vekaletname verdiğini ve kendisine sunulan belgeleri imzaladığını, anılan vekaletname kullanılarak taşınmazdaki payının 13.04.2007 tarihinde diğer davalı kooperatife satış suretiyle temlik edildiğini, ancak payına karşılık 26.500 m² isabet etmesine rağmen kendisine davalı kooperatif tarafından 16.500 m² yüzölçümlü arsa tahsis belgesi verildiği gibi 26.500 m²lik yerinin 185.000,00 TL ye davalı kooperatife satıldığı halde kooperatif tarafından kendisine tahsis edilen yerin satış bedelinin 92.400,00 TL gösterildiğini ileri sürerek tapu iptali ile adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Davalı kooperatif, zamanaşımı itirazında bulunarak, diğer davalı ile birlikte davanın esastan da reddini savunmuştur.

Mahkemece, tanık sözlerine dayanılarak ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı tapu iptal-tescil isteğinin reddine; hile ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğinin ise ispatlanamadığı gerekçesi ile reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; 1929 doğumlu davacının 6218311680/197522841600 oranında paydaş olduğu 842.000 m² yüzölçümlü ağıl yeri niteliğindeki 184 parsel sayılı taşınmazdaki payını 03.07.2006 tarih 17273 yevmiye nolu vekaletname ile vekil kıldığı davalı M. aracılığıyla diğer davalı kooperatife dava dışı başkaca iki paydaşla birlikte 13.04.2007 tarihinde toplam 381.860,00 TL bedelle satış yoluyla devrettiği; çekişmeli taşınmazın imar uygulaması sonucu birçok imar parseline gittiği ve bu imar parsellerinden birçoğunun davalı kooperatif adına kayıtlandığı, davacının 19.12.2006 tarihinde davalı kooperatife ortak olduğu, davalı kooperatif tarafından davacıya 16.500 m² yüzölçümlü arsa tahsis edildiği ve 92.400,00 TL bedelli “tahsilat fişi” verildiği anlaşılmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön olmadığı gibi vekaletnamenin hile ile alındığı iddiası, vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasını da içerir.

Davada, ehliyetsizlik hukuki sebebi yanında vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuki sebebine de dayanıldığına göre, hukuki ehliyetin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek önemine binaen öncelikle inceleme yapılması gerekeceği kuşkusuzdur.

Ne var ki, mahkemece ehliyetsizlik yönünden yapılan araştırmanın hüküm kurmaya elverişli ve yeterli olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur.

Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.

Hemen belirtmek gerekir ki, TMK’nın 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.06.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.

Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar.

Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.

Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen TMK’nın 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.

Diğer taraftan, Borçlar Kanununun temsil ve vekaletaktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.

6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) aynen; “Vekil, vekalet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hallerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.

Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekalet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür.

Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır.” hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekaletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK’nın 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır.

Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.

Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK’nın 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.

Hal böyle olunca, öncelikle dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilerek temliki işlemde kullanılan vekaletnamenin düzenlendiği (03.07.2006) tarihte davacının hukuki ehliyete sahip olup olmadığının raporla saptanması, ehliyetsizliğin saptanması halinde davanın kabul edilmesi aksi halde vekalet görevinin kötüye kullanılmasına ilişkin yukarıda değinilen ilkeleri karşılayacak şekilde soruşturmanın tamamlanması ve ondan sonra bir hüküm kurulması gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir.

Sonuç: Davacı vekilinin bu yönlere değinen temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3. maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’nın 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 18.03.2015 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.


YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas: 2014/9904 Karar: 2015/3101 Tarih: 26.02.2015

  • HMK 282. Madde

  • Bilirkişinin Oy ve Görüşünün Değerlendirilmesi

Davacı dilekçesi ile; babası E. Ö.’ün 30.10.2011 tarihinde vefat ettiğini, ölümünden önce Elazığ 1. Noterliği’nin 23.1.2003 tarih ve 1699 yevmiye numaralı vasiyetnamesi ile tek tasarrufunu davalı tarafa bıraktığını, murisin vasiyetnameyi hazırladığı tarihte Alzheimer hastası olduğunu ayrıca vasiyetnamenin şekil şartına uyulmadan yapıldığını belirterek, vasiyetnamenin iptaline karar verilmesini dava etmiştir.

Davalı vekili, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece; usulüne uygun olarak hazırlanan ve murisin ehliyetli olarak yaptığı vasiyetnamenin iptalini gerektirecek bir sebep bulunmadığı gerekçesiyle; davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından süresinde temyiz edilmiştir.

Davada; davacı tarafından, muris babasının alzheimer hastası olduğunu, bu hususta dinletmek istediği tanıklarının olduğunu, muris babasının Elazığ Akıl ve Ruh Sağlığı Hastanesi’de tedavi gördüğünü belirterek, vasiyetnamenin iptali talep edilmektedir. Fiil ehliyeti yokluğu; yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.

H.U.M.K.nun 275, 6100 Sayılı H.M.K.’nun 282 vd. maddelerinde bilirkişilik müessesi düzenlenmiş olup, bu maddeler uyarınca çözümü özel veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde hakim, re’sen bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına karar vermelidir. Nitekim somut olayda da murisin, vasiyetnamenin düzenlenmesi sırasında hukuki ehliyetinin olup olmadığının tespiti uzmanlık gerektirir.

Hal böyle olunca mahkemece; davacıdan, murisin vasiyetname tarihindeki sağlık durumunu gösterir hastane kayıt, reçete, rapor, sağlık karnesi vs. gibi delilleri re’sen sorulup istenerek, vasiyetnamenin tanzim tarihinde murisin hukuki ehliyete sahip olup olmadığı hususunda Adli Tıp Kurumu’ndan rapor alınarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yeterli olmayan sağlık raporuna dayanılarak eksik inceleme sonucu yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.

Bozma nedenine göre şimdilik diğer hususların incelenmesine gerek görülmemiştir.

Sonuç: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu sebeplerle yerinde olduğundan kabulüyle hükmün 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istenmesi halinde temyiz edene iadesine, 26.02.2015 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas: 2013/22222 Karar: 2014/14018 Tarih: 11.09.2014

  • HMK 282. Madde

  • Bilirkişinin Oy ve Görüşünün Değerlendirilmesi

Dava; ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece, temliki işlemin muvazaalı olduğu iddiasının sabit olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; tarafların miras bırakanı S. K.’ın, çekişme konusu 768 ada 17 parsel sayılı taşınmazdaki payını 06.02.2001 tarihinde satış suretiyle davalı oğluna temlik ettiği, mirasbırakanın ölümüyle geriye mirasçı olarak davanın tarafları dışında M., G., İ., S., R., A., V., E., Ö., S. ile Ö.’in kaldığı, Adana 3. Sulh Hukuk Mahkemesinin sayılı kararı ile murisin terekesine temsilci olarak davacının atandığı anlaşılmaktadır.

Dava dilekçesinde açıkça; çekişmeye konu temlikin mirastan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğu yanında ehliyetsizlik hukuksal nedenine de dayanıldığı açıktır.

Hemen belirtmek gerekir ki; Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.4.1990 gün ve 1990/1-152-1990/236 sayılı kararında da vurgulandığı üzere; davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur.

Mahkemece, muvazaa iddiası yönünden inceleme, araştırma ve değerlendirme yapılarak sonuca gidilmiştir.

Ne var ki; ileri sürülen ehliyetsizlik iddiası yönünden mahkemece yeterli bir araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.

Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “biçimindeki hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış,. de, “fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.

Hemen belirtmek gerekir ki, Türk Medeni Kanununun de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)

Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 sayılı HMK’nun 282. maddesinde ( 286 maddesinde) belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mütalaası”(oy ve görüşü) hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.

Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.

Somut olayda; yukarıda değinilen ilke ve düzenlemeler kapsamında bir araştırma yapılmamış ve Adil Tıp Kurumundan rapor alınmamıştır.

Hal böyle olunca; hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu, ehliyetsizliğin saptanması halinde öteki nedenlerin incelenmesi gereğinin ortadan kalkacağı gözetilerek ehliyetsizlik iddiasının öncelikle incelenmesi, tarafların bu yönde bildirecekleri tüm delillerin toplanması, varsa miras bırakana ait sağlık kurulu raporları, hasta müşahede kayıtları, reçeteler vs. istenmesi, tüm dosyanın Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi, (2659 Sayılı Yasanın 7, 16. maddesi gereğince) akit tarihinde miras bırakanın ehliyetli olup-olmadığı yönünde rapor alınması, miras bırakanın ehliyetli olduğunun saptanması halinde muris muvazaası yönünden değerlendirme yapılması gerekirken, ehliyetsizlik iddiası üzerinde durulmadan yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.

Sonuç: Davalının bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3. maddesi yollaması ile) 1086 sayılı 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 11.09.2014 tarihinde oybirliğiyle, karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS