Tanıklara İtiraz
HMK Madde 255
(1) Tanığın davada yararı bulunmak gibi tanıklığının doğruluğu konusunda kuşkuyu gerektiren sebepler varsa, bunu iki taraftan biri iddia ve ispat edebilir.
HMK Madde 255 Gerekçesi
“Tanıklara itiraz” başlığını taşıyan bu maddede, 1086 sayılı Kanunun 254 üncü maddesindeki düzenleme, hukukî dinlenilme hakkının bir gereği olarak aynen korunmuştur.
HMK 255 (Tanıklara İtiraz) Emsal Yargıtay Kararları
YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/18487 Karar : 2018/6856 Tarih : 29.05.2018
-
HMK 255. Maddde
-
Tanıklara İtiraz
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı-davacı kadının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2-Mahkemece davalı-davacı kadının tam kusurlu olduğu belirtilerek kadının boşanma davasının reddine, erkeğin boşanma davasının kabulüyle tarafların boşanmalarına hükmedilmiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden; davalı-davacı kadının birlik görevlerinin ihmal ettiği; davacı- davalı erkeğin ise eşine sürekli fiziksel şiddet uyguladığı ve eşinin ailesiyle görüşmesini kısıtladığı, bu sebeple boşanmaya sebep olan olaylarda davacı-davalı erkeğin ağır kusurlu olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda, kadın tarafından açılan boşanma davasının da kabulü gerekirken, reddi doğru değildir. Ancak, davacı-davalı erkek tarafından açılan boşanma davasının kabulü ile verilen boşanma hükmü temyizin kapsamı dışında bırakılmak suretiyle usulen kesinleşmiştir. Bu durumda davalı-davacı kadının boşanma davasındaki boşanma talebinin konusu kalmamıştır. O halde, bu husus gözetilerek kadının boşanma talebi hakkında “konusuz kaldığından karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde hüküm kurmak ve yargılama giderleri ile vekalet ücreti yönünden haklılık durumuna göre karar verilmek üzere hükmün bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
3- Yukarıda 2. bentte açıklandığı üzere boşanmaya neden olaylarda davacı-karşı davalı erkek ağır kusurlu olup, gerçekleşen kusurlu davranışlar aynı zamanda kadının kişilik haklarına saldırı teşkil eder niteliktedir. Türk Medeni Kanununun 174/1-2. maddesi koşulları kadın yararına oluşmuştur. Bu duruma göre davalı-karşı davacı kadın yararına uygun miktarda maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.
4-Boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için diğer taraftan mali gücü oranında süresiz olarak nafaka isteyebilir. Nafaka yükümlüsünün kusur aranmaz (TMK m. 175). Toplanan delillerle, boşanmaya sebep olan olaylarda davalı-davacı kadının az kusurlu olduğu, herhangi bir geliri ve malvarlığının bulunmadığı, boşanma yüzünden yoksulluğa düşeceği gerçekleşmiştir. O halde, davalı-davacı kadın yararına geçimi için uygun miktarda yoksulluk nafakası takdiri gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir.
5-Davalı-davacı kadın ziynetlerin davacı-davalı erkek tarafından alındığını ve kendisine iade edilmediğini ileri sürerek ziynetlerinin bedelinin ödenmesini talep etmiştir.
Mahkemece davalı-davacı kadın tanığı …’nin beyanlarına, uzun yılllar önce gerçekleşen bir olayı hatırlayamayacağı gerekçesiyle itibar edilmeyerek ziynet alacağı davasının reddine dair hüküm kurulmuş ise de, yapılan yargılama ve toplanan delillerden bahsedilen tanığın beyanlarını değerden düşürecek maddi bir olayın varlığı iddia ve ispat edilememiş olup aslolan tanığın doğruyu söylemiş olmasıdır. (HMK m. 255). Dosyada, adı geçen tanığın olmamışı olmuş gibi ifade ettiğini kabule yeterlı delil ve olgu da yoktur. O halde; dinlenen bu tanığın beyanlarından davalı-davacı kadının talebiyle bağlı kalınarak 90 adet çeyrek altın ve 8 adet Cumhuriyet altınının, erkeğin babasının borçlarını ödemesi için verildiği ispatlanmış olup, kadının bu kısma yönelik ziynet alacağı davasının kabulü gerekir. Talep edilen diğer ziynet eşyalarının davacı-davalı erkek tarafından alındığı ispatlanamamıştır. Ne var ki, davalı - davacı kadın birleşen dava dilekçesinde ziynetler hakkındaki iddiasıyla ilgili olarak “yemin” deliline de dayanmıştır. O halde, davalı-karşı davacı kadına ziynetlerle ilgili iddiasında ispatlanamayan bölüm yönünden diğer tarafa yemin teklif etme hakkının hatırlatılması, yemin teklif edildiği takdirde ise, usulünce yemine ilişkin yargılama işlemlerinin yerine getirilmesi (HMK m. 227-228), ziynet eşyalarının dava tarihi itibariyle değerlerinin belirlenmesi için bilirkişi raporu da alınarak sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken hatalı değerlendirme ve eksik inceleme ile hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2., 3., 4. ve 5. bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerinin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 29.05.2018 (Salı)
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2015/1774 Karar : 2018/794 Tarih : 18.04.2018
-
HMK 255. Madde
-
Tanıklara İtiraz
Dava işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili müvekkilinin davalıya ait iş yerinde 2007 yılı Ağustos ayında işe başlayıp 2010 yılının başlarında işten ayrıldığını, iki yıl süreyle davalı işveren tarafından sigortasız çalıştırıldığını, Filistin ülkesi vatandaşı olan müvekkilinin birden fazla yabancı dil bilip davalının dış ticaret işlerinin neredeyse tümüyle ilgilendiğini, çalıştığı süre boyunca 5.000,00-TL ücretin yanı sıra satılan her ürün başına % 2 prim aldığını, dış ilişkiler pazarlama müdürü unvanı ile yaklaşık üç yıl çalışması bulunan davacıya ücret alacağı ve diğer haklarının ödenmediğini belirterek bir kısım işçilik alacaklarının davalıdan tahsilini istemiştir.
Davalı vekili, davacının müvekkili iş yerinde 06.02.2010-30.03.2010 tarihleri arasında pazarlama bölümü personeli olarak çalıştığını, 2009 yılı Ekim ayında müvekkil firmanın ihtiyaç duyması hâlinde bazı işlerinde yardımcı olma teklifinde bulunduğunu bunun üzerine kendisinden belli işler için dışarıdan yardım alınmaya başlandığını ve bu dönemde sadece haftanın bazı günlerinde birkaç saat için iş yerine uğradığını ve sürekli bir çalışmasının bulunmadığını, yaptığı işle ilgili olarak ücretlerinin ödendiğini, son aylık ücretinin net 1.054,00-TL olduğunu, herhangi bir satış primi ödemesinin söz konusu olmadığını, davacının gerek çalıştığı iki aylık dönem ve gerekse dışarıdan destek mahiyetinde yaptığı çalışmalar nedeniyle tüm haklarının ödendiğini, daha önce sürekli çalışması bulunmayan davacının T.C. vatandaşı olması üzerine iş yerinde 06.02.2010 tarihinde resmî şekilde çalışmaya başladığını, müvekkili işveren uhdesinde herhangi bir hak ve alacağının bulunmadığını ileri sürerek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, davacı tarafından dosyaya ibraz edilen ve davalı tarafından itiraz edilmeyen 13.06.2008 tarihli sözleşme içeriğine göre davacı ile şirket arasındaki iş sözleşmesinin bu tarihte imzalandığı, yine davalı şirket tarafından aynı tarihte davacı ile anlaşma sağlandığının Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na bildirildiği, bu tarihten önceki çalışma olgusu ise davacı tarafından ispatlanamadığından iş yerinde 13.06.2008 tarihinde çalışmaya başladığının kabul edildiği, yapılan emsal ücret araştırmasında davacı konumundaki bir çalışanın alabileceği ücret miktarının 3.500,00-TL net olabileceği bildirildiği gibi davalı şirket tarafından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na hitaben yazılan yazıda davacının Arapça ve İngilizce bildiği, Orta Doğu ile Kuzey Afrika ülkelerinde ilişkilere sahip olmasından faydalanılmak suretiyle ayrıca fuar, organizasyon, ithalat, ihracat konusuna hakim olmasından dolayı kendisiyle anlaşma sağlandığının belirtildiği, tüm bu nedenlerle davacının yaptığı işin niteliği ve davalı tarafından belirtilen vasıflar da dikkate alınarak kuruma bildirilen ücret miktarının gerçeği yansıtmadığı, yine 5.000,00-TL ücret aldığını iddia eden davacı tarafından bilirkişi raporunda esas alınan ücret miktarına itirazda bulunulmaması sebebiyle ücret ile ilgili olarak emsal ücret miktarının esas alındığı, davacının davalı şirkette çalışmakta iken iş sözleşmesinin işveren tarafından haklı sebep olmaksızın feshedildiği, ispat külfeti üzerinde olan davalı işveren tarafından davacı ücretlerinin eksiksiz ödendiğine ilişkin yazılı bir belge ibraz edilemediği, iş yerinde ücret yanında primle çalıştığının davacı tarafından ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
Hüküm davalı vekilinin temyizi üzerine,
Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece iş bu davanın nevi itibariyle taraflarca getirilme ilkesine tabi olduğu, hâkimin kendiliğinden delil toplayamayacağı, işçilik alacaklarında hizmet süresi yönünden varılacak sonucun resen araştırma ilkesine tabi Sosyal Güvenlik Kurumunun da taraf olduğu hizmet tespit davalarında kesin hüküm teşkil etmeyip sadece delil olarak göz önünde bulundurulduğu, bozma kararında bordro tanıklarının dinlenmesi gerektiği belirtilmiş ise de, bu davada tanık olarak gösterilmeyen kişilerin dinlenmesinin mümkün olmadığı, davacı tarafından dosyaya ibraz edilen belgeler ve tanık beyanları birlikte değerlendirildiğinde ve 13.06.2008 tarihli iş anlaşması, bu anlaşma çerçevesinde davalı tarafından Çalışma Bakanlığına yazılan yazı, davacı tanığının 2009 yılı Nisan ve Mayıs aylarında işe başladığında davacının da işyerinde çalıştığını beyan etmesi ve davalı tanıklarının da davacının resmî olarak kayıtlara intikal eden süreden önce zaman zaman iş yerine gelip gittiğini beyan etmeleri, diğer taraftan davalının cevap dilekçesinde 2009 yılı Ekim ayından itibaren bazı işler için davacının dışarıdan yardımının alındığını açıklaması dikkate alındığında, davacının çalışma süresi ile ilgili iddiasını ispatladığı kanaatine ulaşıldığı, öte yandan Çalışma Bakanlığı’ndan izin alınmamasının fiili olarak çalışmayı bertaraf etmeyeceği, iş bu davada hâkimin resen delil toplaması mümkün olmadığından hizmet süresi yönünden yapılan bozma sebebinin yerinde görülmediği, davacının aylık ücret miktarı konusunda uyuşmazlık bulunduğundan emsal ücret araştırması yapıldığı, 13.06.2008 tarihli iş anlaşması içeriğinden davacının Arapça ve İngilizceyi çok iyi bildiği, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde faydalı ticari ilişkilere sahip olduğu ve ihracat bölge sorumlusu olarak çalışmak üzere anlaşma sağlandığının belirtildiği, Çalışma Bakanlığı’na yazılan yazıda da davacının Arapça ve İngilizce bildiğinin belirtildiği dolayısıyla İstanbul Ticaret Odası tarafından bildirilen asgari ücretin %10 fazlası ücretle çalışılabileceğinin kabulünün mümkün olmadığı, Tez-Koop İş Sendikası tarafından davacı konumundaki bir çalışanın net ücretinin 3.500,00-4.000,00-TL civarında olabileceğinin bildirildiği, davacının yaptığı işin niteliği ve bildiği yabancı diller ile 14.03.2009 tarihli yazı içeriği dikkate alındığında ve Tez-Koop tarafından bildirilen miktarın davacı iddiasından da az olması nedeniyle bu miktarın alt sınırının emsal ücret olarak kabul edildiği, kaldı ki ücret uyuşmazlığı ile ilgili olarak sendika tarafından bildirilen ücret miktarının esas alınmasının mümkün olduğu, mahkemece gerekli emsal ücret araştırmasının da yapılmış olması sebebi ile ücret ile ilgili yeniden araştırma yapılması yönündeki bozma sebebinin yerinde görülmediği, davacının ücretlerinin uzun süre ödenmemiş olması sebebiyle davalı tarafından delil listesinde yemin deliline dayanılmış olduğundan mahkemece davacıya yemin teklifinde bulunulması gerektiği belirtilmiş ise de;
Davalı tarafından davacının 06.02.2010 tarihinden önce işyerinde sürekli bir çalışmasının olmadığının belirtildiği, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda hâkimin resen yemin teklif etmesine yönelik 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda yer aldığı şekliyle bir düzenlemenin bulunmadığı, bu nedenle resen yemin teklifinin mümkün olmadığı, davalı tarafından cevap dilekçesinde yemin deliline dayanılmış olmasına rağmen daha sonraki aşamalarda verilen dilekçelerde davacıya yemin teklif edeceklerine yönelik herhangi bir açıklamanın bulunmadığı, yemin teklifinin hatırlatılması için ispat ile yükümlü olan tarafın tüm delilleri toplandıktan sonra ve ancak bu delillerle iddianın veya savunmanın ispatlanamaması gerektiği, davalı tarafça davacının işyerinde 06.02.2010 tarihinden önce hizmet akdine bağlı olarak çalışmadığının belirtilmiş olması sebebi ile hizmet akdine bağlı olarak ücretin ödenip ödenmediği yönündeki yemin delilinin hatırlatılmasının savunma ile açıkça çelişki teşkil edeceği, kaldı ki çalışma süresine ilişkin ispat yükünün davacıda olduğu, davacı tarafından bu yönde gösterilen delillerin mahkemece karar verilmeden önce yeterli bulunduğu, bu nedenle ücret konusunda davalıya yemin delilinin hatırlatılacak olmasının aynı zamanda hizmet süresine ilişkin olarak da kanaat açıklaması olarak değerlendirilebileceğinden yeminin hatırlatılmasının mümkün görülmediği ve davalı tarafça kendiliğinden bu delilin kullanılacağına ilişkin de bir talepte bulunulmadığından, bu yöndeki bozma sebebinin de yerinde görülmediği gerekçeleriyle; direnme kararı verilmiş,
karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: davacının hizmet süresinin tespiti bakımından, iş bu davanın nevi ve taraflarca getirilme ilkesi uyarınca mahkemece resen bozma kararının iki numaralı bendinde yer alan hususların araştırılmasının ya da yerine getirilmesinin mümkün olup olmadığı, dosyada mevcut bilgi ve belgeler ile davacının 13.06.2008 tarihinde davalı iş yerinde çalışmaya başladığının ispat edilip edilemediği, davacıya ödenen aylık ücret miktarının tespiti bakımından davacının emsal ücret araştırması yapılması ile yemin deliline dayanan davalıya uzunca bir süre için hesaplanan ücret alacağına ilişkin olarak mahkemece yemin teklif hakkının bulunduğunun hatırlatılmasının gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
I-)Özel Daire bozma kararının 2 numaralı bendinde yer alan bozma sebebine yönelik verilen direnme kararının incelenmesinde;
Uyuşmazlığın çözümü için, hâkimin davayı aydınlatma yükümü ile davanın dayanağını oluşturan ve davacının işçilik alacaklarının hesabına esas hizmet süresinin tespiti açısından taraf delilleri arasında yer almayan delillerin mahkemece kendiliğinden dikkate alınıp alınamayacağı, işçilik alacakları davalarında belirlenen hizmet süresinin, resen araştırma ilkesine tabi Sosyal Güvenlik Kurumunun da taraf olduğu hizmet tespiti davalarına etkisi ile davacının iddiasını ispat koşulları üzerinde durulmasında yarar bulunmaktadır.
Bilindiği üzere, ispat yükü kural olarak davacıya düşer; yani davacı, davasını, dayandırdığı olguları ispat etmelidir.
Yine, kural olarak herkes iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür. Kendisine ispat yükü düşen taraf iddiasını ispat edemezse, kendisine ispat yükü düşmeyen diğer tarafın onun iddiasının aksini ispat etmesine gerek yoktur; o olgu ispat edilmemiş sayılır.
Fakat, kendisine ispat yükü düşmeyen taraf, ispat yükü kendisinde olan diğer tarafın iddiasını ispat etmesini beklemeden, onun iddiasının aksini ispat için delil gösterebilir. İşte bu delile, karşı (mukabil) delil denir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun konuya ilişkin ve “somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi” başlıklı 194. maddesi: “(1)Taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar. (2)Tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur.” şeklinde düzenleme içermektedir.
Hükmün gerekçesine göre; “ Bu hükümle, somutlaştırma yükünün (HMK. madde 194/1) delillerle ilişkisi ortaya konulmuştur. Dava açılırken ve cevap dilekçesi verilirken taraflar, dayandıkları vakıaların hangi delillerle ispat edileceğini de belirtmek zorundadırlar.
Ancak iki durumu birbirinden ayırt etmek gerekmektedir:
A) Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da duruşma bitinceye kadar delil gösterebilirler. Dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hâkimin de görevli olmasına, kendiliğinden araştırma ilkesi denir. Bu ilke kamu düzenini ilgilendiren çekişmeli davalarda ve çekişmesiz yargı işlerinde önem arz eder.
B) Taraflarca getirilme (hazırlama) ilkesinin uygulandığı davalarda, deliller kural olarak taraflarca gösterilir; hâkim, delillere kendiliğinden başvuramaz.
Dava malzemesinin taraflarca getirilme ilkesi, dava malzemelerinin mahkemeye kimin tarafından getirileceği hususunu düzenleyen bir ilkedir. Buna göre, hâkim, kendiliğinden, taraflarca ileri sürülmemiş vakıaları araştıramaz, hükmüne esas alamaz.
Mahkeme, sadece tarafların getirdiği vakıalara göre talep sonucunu inceleyip karar verir.
Taraflarca getirilme ilkesi Hukuk Muhakemeleri Kanununun 25. maddesinde şu şekilde ifade edilmiştir: “ (1) Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. (2) Kanunda belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz. “
Bu ilkenin bir sonucu olarak mahkeme, sadece taraflarca ileri sürülen vakıaları inceleyebilir. Buna kural olarak deliller de dâhildir (m. 25/2).
Fakat hâkim, bilirkişi ve keşif delillerine kendiliğinden başvurabilir (m. 266 ve m. 288). Hâkim isticvaba da kendiliğinden karar verebilir (m. 169/1). Bundan başka hâkim, davanın her safhasında, iki tarafın iddiaları sınırı içinde olmak üzere, tarafları dinleyebilir ve gerekli olan delillerin gösterilmesini ve verilmesini emredebilir (m. 31) (Kuru,B./Arslan,R./Yılmaz,E.: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, Ankara 2011, 22. Baskı, s.377, 378).
Belirtilmelidir ki hâkim olayın aydınlatılması için tarafların delil ikamesini isteyebilir, ancak tarafa belli bir delili hatırlatamaz.
Mahkemenin hüküm vermesi için, kendisine yöneltilen talebin formüle edilmesi ve ileri sürülmesi tarafların yükümlülüğünde ise de, bunları anlamlandırmak veya gerektiğinde açıklattırmak hâkimin görevidir. Ancak bu durum, hâkimin tarafların ileri sürmediği vakıaları ileri sürmelerine imkân vermesi veya hatırlatması anlamını taşımaz. Burada mevcut olmayanın talep edilmeyenin ortaya çıkartılması değil, talep edilenin netleştirilmesi, aydınlatılması, belirlenmesi söz konusudur.
Taraflarca getirilme ilkesi, hâkimin soru sorma ve davayı aydınlatma ödevi (m. 31) çerçevesinde yumuşatılmıştır (Pekcantez,H./ Atalay,O./Özekes,M.: Medeni Usul Hukuku, 2011, 11. Bası, s. 248 vd).
6100 sayılı Kanunun “hâkimin davayı aydınlatma görevi” başlıklı 31. maddesine göre, “hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu olduğu durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir, soru sorabilir, delil gösterilmesini isteyebilir.”
Hâkimin davayı aydınlatma ödevi olarak ifade edilen bu düzenleme ile doğru hüküm verebilmesi ve maddi gerçeğin bulunabilmesi amaçlanmıştır. Düzenlemede her ne kadar “açıklama yaptırabilir” denilmişse de, bunun, hâkimin davayı aydınlatması için bir “ödev” olduğunu kabul etmek gerekir. Çünkü davayı aydınlatma ödevi sayesinde hâkim, iddia ve savunmanın doğru ve tam olarak anlaşılmasını sağlayacak ve bu şekilde doğru olmayan bir kararın verilmesini önleyecektir (Pekcanıtez/Atalay/Özekes: age, s. 248 vd).
Görüldüğü üzere hâkimin davayı aydınlatma ödevine ilişkin 31. maddede, hâkimin uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz ya da çelişkili gördüğü konular hakkında taraflara açıklama yaptırabileceği, soru sorabileceği, kanıt gösterilmesini isteyebileceği belirtilmiştir.
Diğer taraftan, hizmet süresinin tespiti bakımından işçilik alacağı davaları ile Sosyal Güvenlik Kurumunun da taraf olduğu hizmet tespiti davalarına kısaca değinmek gerekmektedir.
Sosyal Güvenlik Hukukunun; hem kamu hukuku, hem de özel hukuk alanında kalan özellikleri dikkate alındığında, özellikle hizmet tespiti davalarında kendiliğinden araştırma ilkesinin ağır bastığı görülür. Gerçekten hizmet tespiti davaları, taraflarca hazırlama ilkesi kapsamı dışında olup, kendiliğinden araştırma ilkesi söz konusudur.
Sigortalılık başlangıç tarihi ve hizmet tespitine yönelik davaların kamu düzenini ilgilendirdiği ve bu nedenle özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesinin icap ettiği Yargıtay’ın yerleşmiş içtihadı olduğundan, kamu düzenini ilgilendiren hizmet tespiti davalarında, hâkimin özel bir duyarlılık göstererek delilleri kendiliğinden toplaması ve sonucuna göre karar vermesi gerekir. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı bu davalarda ispat yükü, bir tarafa yüklenemez.
Öte yandan, işçilik alacağı davalarında taraflarca hazırlama ilkesi geçerli olup, bu davalarda hizmet süresi yönünden varılacak sonuç, resen araştırma ilkesine tabi Sosyal Güvenlik Kurumunun da taraf olduğu hizmet tespit davalarında kesin hüküm teşkil etmez, sadece delil olarak göz önünde bulundurulur. Nitekim bu tür davalarda taraflara yeniden delil bildirme imkânı tanınması ya da taraflarca bildirilmeyen delillerin mahkemece resen dikkate alınması usul ve yasaya aykırılık oluşturur.
Bu aşamada davanın dayanağını oluşturan işçilik alacağının hesabına esas hizmet süresinin ispat koşulları üzerinde de durulması gerekir.
Öncelikle belirtilmesi gerekir ki, çalışma olgusunu işçi kanıtlamak zorundadır. İşçi hizmet süresini usul hukukunun öngördüğü her türlü delille ispatlayabilecektir.
Bu kapsamda davacı işçi tarafından tanık deliline dayanılması hâlinde; gerek mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 254. maddesi gerekse 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 255. maddesi uyarınca, aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça tanıkların gerçeği söylemiş olmalarının asıl olduğu ilkesi gözetilerek değerlendirme yapılmalıdır.
Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz ise de, işveren aleyhine dava açan kişiler davacı tanığı olarak dinlenmiş ise bu işçilerin tanıklıklarına kural olarak itibar edilmemesi; birbirlerine tanıklık eden kişilerin beyanlarına ihtiyatla yaklaşılması ile bu tanıkların beyanlarının diğer yan delillerle birlikte değerlendirilerek sonuca gidilmesi gerekir.
Somut olaya gelince; davacı işçi davalı iş yerinde 2007 Ağustos ayında işe başlayıp 2010 yılı başlarında işten ayrıldığını, iki yıl süreyle davalı işveren tarafından sigortasız çalıştırıldığını iddia ederek bir kısım işçilik alacaklarının ödetilmesini talep etmiştir. Davalı vekili ise davacının müvekkili iş yerinde 06.02.2010-30.03.2010 tarihleri arasında çalıştığını, 2009 yılı Ekim ayında firmanın bazı işleri için kendisinden dışarıdan yardım alınmaya başlandığını, bu dönemlerde sadece haftanın bazı günlerinde birkaç saat için iş yerine uğradığını, daha önce sürekli bir çalışması bulunmayan ve Filistin ülkesi vatandaşı olan davacının T.C. vatandaşı olması üzerine 06.02.2010 tarihinde resmî şekilde iş yerinde çalışmaya başladığını savunmuştur.
Bununla birlikte 15.12.2009 tarihinde Türk Vatandaşlığı kazanan ve aynı zamanda Filistin Devleti vatandaşı olan davacının Sosyal Güvenlik Kurumu kayıtlarından 06.02.2010-30.03.2010 tarihleri arasında davalı iş yerinde sigortalı olarak çalışmasının bulunduğu görülmektedir.
Davacının 13.06.2008 tarihinde davalı iş yerinde çalışmaya başladığının kabulüne ilişkin mahkemenin ilk kararı Özel Dairece; taraflar arasında ihtilaflı olan hizmet süresine ilişkin yapılan inceleme ve araştırmanın yetersiz olduğu, hizmet süresinin nitelikçe kamu düzenini ilgilendirdiği bu sebeple araştırmanın genişletilmesi gerektiğine işaret edilerek bozulmuştur.
Özel Dairece bu kapsamda uyuşmazlık konusu dönemi kapsayacak şekilde dönem bordrolarının getirtilmesi, bordro tanıklarının resen tespit edilerek dinlenilmesi, yine komşu iş yeri işverenleri ile tanıklarının da gerek görüldüğü takdirde tespiti ile dinlenilmesi, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından davacıya çalışma izninin ne zaman verildiğinin belirlenmesi, davacının çalıştığı birimin belge ve kayıtları üzerinde adının bulunup bulunmadığının gerekirse iş yerinde keşif yapılarak denetlenmesi, davacıya yapılan ücret ödemelerine ilişkin belgelerin istenmesi suretiyle tüm delilerin birlikte değerlendirilerek davacının hizmet süresinin tespitinin gerektiği belirtilmiştir.
Az yukarda da belirtildiği üzere eldeki dava işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkin olup taraflarca getirilme ilkesine tabidir. İş bu davalarda dava konusu alacaklara hak kazanılıp kazanılmadığı tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri bir konudur. Bu sebeple taraflarca gösterilmeyen delillere mahkemenin kendiliğinden başvurması usul ve yasaya aykırılık teşkil edeceği gibi taraflara yeni delil bildirme imkânı verilmesi de hukuken olanaklı değildir. Diğer taraftan işçilik alacağı istemli bu tür davalarda işçinin hizmet süresi yönünden varılacak sonucun Sosyal Güvenlik Kurumunun taraf olduğu davalarda sadece delil olarak göz önünde bulundurulacağı gerçeği karşısında, mahkemenin direnme kararında bu yönüyle bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Öte yandan, davacı tarafından 13.06.2008 tarihli iş anlaşması, aynı tarihli iş teklif kabulü başlıklı belge ile davalı tarafından Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na aynı tarihte yazılan belgeler sunulmuştur. Davalının herhangi bir itirazına uğramayan bu belgelerden taraflar arasında 13.06.2008 tarihinde iş sözleşmesi imzalandığı ve bu sözleşmeye istinaden işveren tarafından davacı adına Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından çalışma izni istendiği anlaşılmaktadır. Davacı tanığı davalı şirkette 2009 yılı Nisan veya Mayıs aylarında çalışmaya başladığını, davacının yurt dışı işleri ile ilgilendiğini, kendisinin ise yurt içi pazarlama elemanı olarak çalıştığını, görevi nedeniyle ayın iki ya da üç haftasını il dışında geçirdiğini, il dışında bulunmadığı zamanlarda davacının düzenli olarak iş yerinde bulunan bir personel olduğunu bildirmiştir. Diğer taraftan davalı şirket adına düzenlenen 22.12.2008-2010 yılları arasını kapsayan bir kısım proforma, irsaliyeli fatura, gümrük beyanname örneklerinin de davacı tarafından düzenlendiği görülmektedir. Davalı tanıkları da davacının resmî olarak kayıtlara intikal eden süreden önce zaman zaman iş yerine gelip gittiğini beyan etmişlerdir.
Dolayısıyla bütün deliller birlikte değerlendirildiğinde, Davacının hizmet süresi yönünden iddiasını 13.06.2008 tarihinden itibaren ispatladığının kabulü dosya içeriğine uygun düşecektir. Bunun yanında 15.12.2009 tarihinde Türk Vatandaşlığı kazanan davacı adına Bakanlıktan çalışma izni alınmış ya da alınmamış olması sonucu değiştirecek mahiyette değildir. Bu hususun fiili olarak çalışmayı bertaraf etmeyeceği açıktır.
Hâl böyle olunca, mahkemece davacının 13.06.2008 tarihi itibariyle davalı iş yerinde çalışmaya başladığının kabulü ile verdiği direnme kararı yerindedir.
Bu nedenle, usul ve yasaya uygun bulunan direnme kararının onanması gerekmektedir.
II) Özel Daire bozma kararının 3 numaralı bendinde yer alan bozma sebebine yönelik verilen direnme kararının incelenmesinde;
4857 sayılı İş Kanunu’nun 32`nci maddenin ilk fıkrasında genel anlamda ücret, bir kimseye bir iş karşılığında işveren veya üçüncü kişiler tarafından sağlanan ve para ile ödenen tutar olarak tanımlanmıştır.
Ücret kural olarak dönemsel (periyodik) bir ödemedir. Kanunun kabul ettiği sınırlar içinde tarafların sözleşme ile tespit ettiği belirli ve sabit aralıklı zaman dilimlerine, dönemlere uyularak ödenmelidir.
İş sözleşmesinin tarafları, asgari ücretin altında kalmamak kaydıyla sözleşme özgürlüğü çerçevesinde ücretin miktarını serbestçe kararlaştırabilirler. İş sözleşmesinde ücretin miktarının açıkça belirtilmemiş olması, taraflar arasında iş sözleşmesinin bulunmadığı anlamına gelmez.
Nitekim 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 401`inci maddesinde, “ İşveren, işçiye sözleşmede veya toplu iş sözleşmesinde belirlenen; sözleşmede hüküm bulunmayan hâllerde ise, asgari ücretten az olmamak üzere emsal ücreti ödemekle yükümlüdür.” hükmüne yer verilmiştir.
İş sözleşmesinin sona ermesi hâlinde işçilik alacaklarının miktarı belirlenirken bu hesabı doğrudan etkileyecek olan işçinin gerçek ücretinin saptanması gerekmektedir. Gerçek ücret; işçinin kıdemi, yaptığı işin özelliği ve niteliğine göre işçiye ödenmesi gereken ücrettir.
Uygulamada taraflar arasında ücretin miktarı konusunda uyuşmazlık daha çok görünüşte bir ücret belirlemeleri ancak bu ücretin aralarında kararlaştırdıkları gerçek ücret olmaması durumunda ortaya çıkmaktadır. Bazen taraflar arasında kararlaştırılmış olan gerçek ücret-SGK primlerini daha az ödemek veya daha düşük vermek amacı ile -bordroya yansıtılmamakta ya da çift bordro düzenlenmekte, görünüşte daha düşük-örneğin asgari ücret olarak- gösterilmektedir (Süzek, S.: İş Hukuku, Yenilenmiş 11. Baskı, İstanbul 2015, s. 394,395).
Böyle bir durumda gerçek ücretin tespiti önem kazanmakta olup iş sözleşmesinin tarafları arasında ücret miktarı konusunda çıkabilecek ihtilaflarda gerçek ücretin her türlü delille ispatı mümkündür. Aylık ücreti gösteren para makbuzları, banka kayıtları, ticari defter kayıtları, tanık beyanları gibi delillerle işçinin imzasını taşıyan ücret bordroları veya iş sözleşmesinde yazılı olan ücretin gerçek olmadığı kanıtlanabilir. Ücretin mevcut delillerle şüpheye yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi mümkün bulunmayan kimi durumlarda, yapılan iş, hizmet süresi ve diğer belirleyici özellikler belirtilmek suretiyle ilgili meslek örgütlerinden sorulmak suretiyle de belirlenebilir.
Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 02.07.2003 gün ve 2003/21-440 E.- 2003/440 K., 28.06.2006 gün ve 2006/9-479 E.-2006/484 K., 22.10.2008 gün ve 2008/9-641 E.-2008/649 K. ve 18.11.2015 gün ve 2014/9-1557 E.-2015/2648 K. sayılı kararlarında da benzer ilkeler benimsenmiştir.
Somut olaya gelince; davacı vekili müvekkilinin birden fazla yabancı dil bildiğini, davalı şirketin dış ticaret işlerinin tümüyle ilgilendiğini, dış ilişkiler pazarlama müdürü olarak çalışıp net 5.000,00-TL ücret aldığını iddia etmiş iken; davalı vekili davacının pazarlama bölümü personeli olarak çalıştığını, son aylık ücretinin ise net 1.054,00-TL olduğunu savunmuştur.
Bunun yanında 30.03.2010 tarihinde iş sözleşmesi sona eren davacının 2010 yılı Mart ayı ücret bordrosunda 30 günlük normal çalışma karşılığı aylık gelirinin toplam brüt 1.396,85-TL olduğu ve kesintilerden sonra asgari geçim indirimi dâhil net tahakkukun 1.054,68-TL olduğu görülmektedir.
Mahkemece davacının gerçek ücretinin tespiti bakımından İstanbul Ticaret Odası, Hizmet İş Sendikası ve Tez-Koop İş Sendikası Başkanlıklarına yazılan yazılarda, iş yerinin PVC mamülleri imalat-ihracat faaliyeti yürüttüğü, davacının 2007-2010 yılları arasında dış pazarlama satış müdürü olarak çalıştığı belirtilerek, çalıştığı dönemleri kapsayacak şekilde alabileceği aylık emsal ücretin yıllara göre ayrı ayrı tespiti istenmiştir. Bu kapsamda İstanbul Ticaret Odası 06.03.2012 tarihli yazısında, davacının emsali olan bir işçinin 2010 yılında alabileceği aylık ücretin asgari ücretin %10 fazlası olabileceğini belirtmiş iken, Tez-Koop İş Sendikası ise 18.04.2012 tarihli yazısında davacının dış pazarlama satış müdürü olarak çalıştığı, yaklaşık 4 yıllık kıdeme sahip dış pazarlama satış müdürlerinin 2010 döneminde aylık çıplak net ücretlerinin 3.500,00-4.000,00-TL (sosyal haklar hariç) civarında olduğunu bildirmiştir.
Diğer taraftan 13.06.2008 tarihli iş anlaşması başlıklı belgede ve aynı tarihte davalı tarafından Çalışma Bakanlığı’na yazılan yazıda, davacının Arapça ve İngilizce dillerini iyi bildiği, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde faydalı ticari ilişkilere sahip olduğu ve ihracat bölge sorumlu olarak çalışmak üzere kendisiyle anlaşma sağlandığının belirtilmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Tez-Koop İş Sendikası tarafından bildirilen miktarın alt sınırını emsal ücret olarak kabul eden mahkemenin ilk kararı Özel Dairece, davacının ücretinin belirlenmesi noktasında emsal ücret araştırması yapılmasının gerektiği, eksik inceleme ile sonuca gidilmesinin hatalı olduğu gerekçesiyle bozulmuş, mahkemece davacının yaptığı işin niteliği, bildiği yabancı diller, Tez-Koop İş Sendikası tarafından bildirilen ücretin davacı iddiasından da az olması nedeniyle bu miktarın alt sınırının emsal ücret olarak kabul edildiği, ücret uyuşmazlığında sendika tarafından bildirilen ücretin esas alınabileceği, mahkemece emsal ücret araştırması yapıldığından ücret ile ilgili olarak yeniden araştırma yapılması yönündeki bozma nedeninin yerinde olmadığı gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Gerçekten de mahkemece emsal ücret araştırması yapılmış ise de, Özel Daire bozma kararında belirtildiği üzere araştırmanın yeterli olduğundan bahsedilemez. Nitekim davacının sendikalı olduğuna dair dosya kapsamında herhangi bir bilgi ve belge bulunmamaktadır. Davalı şirketin faaliyet konusu ve davacının da dış ticaret, ihracat işiyle ilgilenmesi karşısında İhracatçılar Birliğinden dahi davacı emsali bir işçinin alabileceği ücret miktarının sorulmadığı görülmektedir. Ayrıca mahkemece emsal ücret araştırması yazısında davacının 2007-2010 yılları arasında çalıştığı belirtildiği gibi Tez-Koop İş Sendikasının emsal ücret yazısında 4 yıllık kıdeme sahip bir işçinin alabileceği ücret miktarı bildirilmiş olup, davacının, davalı iş yerinde 13.06.2008-30.03.2010 tarihleri arasında çalıştığı ve buna göre 4 yıllık bir kıdeme sahip olmadığı da açıktır. Diğer taraftan davacı tarafından davalı şirket adına düzenlenen 22.12.2008-2010 yılları arasını kapsayan bir kısım proforma, irsaliyeli fatura ve gümrük beyanname örneklerinde davacının unvanı satış elemanı olarak belirtilmiş iken bir kısmında ise satış müdürü olarak belirtilmiştir.
Buna göre, davacının davalı iş yerinde hangi sıfatla çalıştığı belirlendikten sonra 13.06.2008-30.03.2010 tarihleri arasında çalışan davacının belirtilen çalışma süresi, davalının itirazına uğramayan belgelerde yer verilen mesleki tecrübesi, bildiği yabancı diller ve sendikalı olmadığı hususu da belirtilerek emsal ücretinin ne olabileceği detaylı bir şekilde araştırılmak suretiyle gerçek ücretinin tespiti gerekmektedir.
Bu durumda, davacının sendikalı olmadığının belirtilmediği ve fiili çalışma süresinin de hatalı olarak bildirildiği emsal ücret araştırmasına göre sonuca gidilmesi doğru olmamıştır.
Hâl böyle olunca, direnme kararı yukarıda açıklanan bu değişik neden ve gerekçe ile bozulmalıdır.
III) Özel Daire bozma kararının 4 numaralı bendinde yer alan bozma sebebine yönelik verilen direnme kararının incelenmesinde;
Ücretin ödendiğinin ispat yükü işverene ait olup, İş Kanununda ödemenin hangi yolla ispat edileceği konusunda herhangi bir düzenleme yer almamış, sadece ücret hesap pusulasına ilişkin bir hükme yer verilmiştir. Bu kapsamda 4857 sayılı İş Kanunu’nun 37. maddesinin birinci fıkrası ile işveren, işyerinde veya bankaya yaptığı ödemelerde işçiye ücret hesabını gösterir imzalı veya işyerinin özel işaretini taşıyan bir pusula vermekle zorunlu tutulmuştur.
İşveren ücret ödeme borcunu yerine getirdiğini, işçinin imzasını taşıyan ücret bordroları, hesap pusulası, makbuz ya da ibraname gibi belgelerle ispatlamak durumundadır. Ücretin bankaya yatırıldığı durumlarda banka kayıtları ile de ödemenin ispatı mümkün ise de tanıkla ispatı mümkün değildir.
Somut olayda , davacı çalıştığı süre boyunca ücretlerinin ödenmediği iddiası ile ücret alacağı talebinde bulunmuş, davalı işveren ise davacının tüm ücretlerinin ödendiğine dair savunma yapmıştır.
Ne var ki davacının ücretinin ödendiği savunmasına karşılık davalı işveren tarafından dosyaya herhangi bir ödeme belgesi veya banka kaydı sunulmamıştır.
Mahkemece davacının tüm çalışma dönemi esas alınarak (13.06.2008-30.04.2010) hesaplanan bilirkişi raporuna istinaden ücret alacağı hüküm altına alınmıştır.
Yukarıda da vurgulandığı üzere ispat yükü üzerinde olan işveren tarafından eldeki davada ücretlerin ödendiği, belirtilen ve davacının imzasını taşıyan yazılı bir belge ile kanıtlanamamış ise de, davalının 27.05.2011 havale tarihli cevap dilekçesi ve 22.06.2011 havale tarihli delil listesinde açıkça yemin deliline dayandığı anlaşılmaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki, henüz 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu yürürlüğe girmeden cevap dilekçesi ve tekrarında delil listesinde yemin deliline dayanıldığından eldeki davada uyuşmazlık, mülga 1086 Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu (HUMK) hükümlerine göre çözümlenmelidir.
Bilindiği gibi, davanın çözümlenmesine etkisi olan bir vakıanın ispatı için, ispat yükü kendisine düşen tarafın diğer tarafa teklif ettiği yemine, taraf yemini veya kesin yemin denir (HUMK m.344).
Hâkim tarafından resen teklif edilen yemin (HUMK m.355-362) karşıtı olarak kullanılan taraf yemininde, yemin teklifini taraflardan biri diğerine yapmaktadır. Buradan hareketle, yemin teklifini ispat yükü kendisine düştüğü hâlde iddiasını veya savunmasını başka delillerle ispat edememiş taraf yapar.
Bu hâlde, ilk önce diğer delillerin incelenmesi ve bunlar ile iddia veya savunma ispat edilememişse ancak bu takdirde yemin deliline başvurulması gerektiği kuşkusuzdur. Başka bir anlatımla, diğer delilleri ile birlikte yemin delilini de bildirmiş olan taraf, diğer delillerle iddia veya savunmasını ispat edemezse, o zaman kendisine yemin teklifi hakkı kullandırılmalıdır.
Kuşkusuz, kesin delil niteliğinde bulunan yemin deliline dayanan taraf, bu delile sıra gelmiş olduğunu başka türlü bilemeyeceğinden; mahkeme, yemin teklif etmek hakkı bulunduğunu istek sahibine hatırlatmakla yükümlüdür. Şu durumda kural olarak, yemin teklifi hakkı kullandırılmadan karar verilemez.
Yeri gelmişken belirtilmelidir ki, mahkemece yemin teklif etme hakkının hatırlatılması ancak ispat yükü kendisine düşen tarafın yemin deliline başvuru hakkının varlığı ile mümkündür. Yasal olarak kullanılma hakkı bulunmayan bir hakkın varlığının mahkemece hatırlatılması da düşünülemez.
Yemin deliline dayanılabilmesi de ancak, ya tarafların delil listelerinde açıkça bu delili bildirmeleri veya davacının dava dilekçesinde, davalının da cevap dilekçesinde yemin deliline dayanması ile mümkündür.
O hâlde, ücretlerin ödendiğinin ispatı yönünde yazılı delil sunulmayan davada “yemin” deliline dayanılmış olduğundan mahkemece, ödeme iddiasının kanıtlanması amacıyla davacıya yemin önerme hakkının bulunduğu davalıya hatırlatılarak sonucuna göre karar verilmesi gereklidir.
Hâl böyle olunca, iki yıla aşkın bir süre hiç ücret alınmadan çalışıldığı iddia edildiğinden cevap dilekçesi ve delil listesinde açıkça yemin deliline dayanan davalıya HUMK döneminde tamamlanmış bir işlem olarak bu hakkının hatırlatılması zorunlu olduğu gözetilmeden yerinde olmayan gerekçelerle direnme kararı verilmesi doğru olmamıştır.
Ne var ki, bozma kararında uzun süre ücretlerin ödenmemesi iddiası karşısında cevap dilekçesinde yemin deliline dayanan davalıya yemin teklif hakkının olduğunun hatırlatılmasının gerektiği belirtilmesini takiben bir sonraki paragrafta “davacının ücret alacağı uzun süre için hesaplanmış olup, davalı delil listesinde yemin deliline dayandığına göre mahkemece davacıya yemin teklifinde bulunulmalı ve oluşacak sonuca göre bir karar verilmelidir” ifadesinin maddi hataya dayalı olarak kararda yer aldığı Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında kabul edildiğinden, maddi hataya dayalı bu ifade bozma kararından çıkartılarak, direnme kararı bu değişik neden ve gerekçe ile bozulmalıdır.
S O N U Ç :
1-Yukarıda ( I ) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda gösterilen gerekçelerle ONANMASINA,
2-Yukarıda ( II ) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı BOZULMASINA,
3-Yukarıda ( III ) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen bu değişik gerekçe ve nedenlerden dolayı BOZULMASINA, aşağıda dökümü yazılı (10,70-TL) harcın temyiz edenden alınmasına, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 18.04.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.
YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/7636 Karar : 2018/1021 Tarih : 19.02.2018
-
HMK 255. Madde
-
Tanıklara İtiraz
Taraflar arasında görülen davada;
Davacılar, mirasbırakanları … ‘nun 16/10/2009 tarihinde 1 parsel sayılı taşınmazdaki 12 numaralı bağımsız bölümü satması için davalı … ‘yı vekil tayin ettiğini, mirasbırakanın 15/03/2010 tarihinde öldüğünü, davalı … ‘nın vekil edenin öldüğünü bildiği halde ölümünden 15 gün sonra 30/03/2010 tarihinde dava konusu taşınmazı diğer davalı … ‘a sattığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla dava konusu taşınmazın davalı adına olan kaydının iptali ile adlarına tesciline, mümkün olmadığı takdirde tapuda belirtilen satış bedeli olan 41.000 TL’nin satış tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalı … ‘ndan tahsilini istemişlerdir.
Davalılar, davalı … ‘nın dava konusu taşınmazı 24/10/2008 tarihinde dava dışı önceki malik … ‘tan eşinden gizli satın aldığını, bu nedenle güvendiği arkadaşı davacıların murisi … adına tescil edildiğini belirterek davanın reddini savunmuşlardır.
Mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar, Dairece;” Hemen belirtilmelidir ki, davacının miras bırakanının 15.03.2010 tarihinde öldüğü kayden sabittir. Bilindiği üzere; Türk Borçlar Kanununun 43 ve 513 maddeleri gereğince aksi kararlaştırılmış olmadıkça veya işin mahiyeti icabı olduğu anlaşılmadıkça ölüm ile vekalet akti son bulur. Dava konusu taşınmazın temlikinde kullanılan vekaletnamenin tetkikinden satış yetkisini içermekle beraber ölümden sonra devam edeceğine dair bir hususa yer verilmediği gibi ayrıca işin mahiyeti icabı kullanmanın da gerekmediği görülmektedir.
Aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarıdır. (6100 s. HMK md. 255) Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz. Dosyada, davacı tanığı … yalan beyanda bulunduğunu, kabule yeterli delil ve olgu da yoktur. Bu durumda, olayları çok yakından bilen davacı tanığının sözlerine değer verilmesi gerekirken, sırf akrabalık nedeniyle beyanına itibar edilmemesi doğru değildir.
O halde, vekil edenin ölümünden sonra vekaletname kullanılmak suretiyle diğer davalıya yapılan temlik işleminin yolsuz tescil niteliğinde bulunduğu tartışmasızdır.
Diğer taraftan vekil … murisin yakın arkadaşı olması ve kayıt maliki olan diğer davalının ise vekil … kardeşi olması sebebiyle kayıt maliki davalı … ‘nın Türk Medeni Kanunu’nun 1023. maddesindeki iyiniyet koruyuculuğundan yararlanamayacağı da sabittir.
Hal böyle olunca, dosyadaki deliller ve davalıların beyanları birlikte değerlendirildiğinde davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği… ” gerekçesi ile bozulmuş, Mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda davanın kabulüne karar verilmiştir.
Karar, davalılar tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi … ’in raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.
Hükmüne uyulan bozma kararında, gösterildiği şekilde işlem yapılarak karar verilmesi nedeniyle davalıların yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddi ile bozma kararı ile usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı 2.095.71.-TL bakiye onama harcının temyiz eden davalılardan alınmasına, 19.02.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/24291 Karar : 2017/3455 Tarih : 28.03.2017
-
HMK 255. Madde
-
Tanıklara İtiraz
1-Mahkemece, “Davacı-karşı davalı tanıklarından birinin oğlu, diğerinin işçisi olduğu ve tarafsız beyanda bulunacakları konusunda kanaat oluşmadığı” gerekçesiyle davacı-karşı davalı erkeğin boşanma davasının reddine karar verilmiştir.
Aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarıdır (HMK m.255). Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanı değerden düşürücü bir sebep sayılamaz.
O halde, davalı-karşı davacı kadının, eşinin önceki evliliğinden olan çocuğu Emre’nin ortak evden gönderilmesini istediği ve aile konutunun tapusunun kendi üzerine devredilmemesi sebebiyle tartışma çıkardığı konusunda beyanda bulunan tanıklar ’nin tanıklığına değer verilerek, davacı-karşı davalı erkeğin boşanma davasının kabulüne karar verilmesi gerekirken, dosya kapsamına uygun olmayan gerekçe ile erkeğin davasının reddi doğru bulunmamıştır.
2-Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür (TMK m. 6). Kural olarak ispat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. (6100 s. HMK. m. 190/1)
Hemen bütün ilim adamlarının birleştiği ve Yargıtay uygulamasında kararlılık ifade eden ölçüye göre, ispat yükü hayatın olağan akışına aykırı iddia ve savunmada bulunana düşer. İleri sürdürdüğü bir vakıadan lehine haklar çıkaran kimse iddia ettiği olayları ispat etmelidir
Davalı-karşı davacı kadın, ziynet eşyasının davacı-karşı davalıda kaldığını ileri sürmüş, davacı-karşı davalı ise onun tarafından götürüldüğünü savunmuştur. Hayat deneylerine göre olağan olan, bu çeşit eşyanın kadın üzerinde olması yada evde saklanmış, muhafaza edilmiş bulunmasıdır. Diğer bir deyimle bunların davalının zilyetlik ve siyanetine terk edilmiş olması olağana ters düşer. Diğer taraftan, söz konusu eşya rahatlıkla saklanabilen, taşınabilen, götürülebilen nev’idendir. Onun için evden ayrılmayı tasarlayan kadının bunları önceden götürmesi gizlemesi her zaman mümkündür.
Davacı-karşı davalı kadın dava konusu ziynet eşyasının varlığını, evi terk ederken bunların zorla elinden alındığını ve götürülmesine engel olunduğunu, evde kaldığını ispat yükü altındadır. Olayda kadın, dava konusu ziynet eşyasının, götürülmesine engel olunduğunu ve zorla elinden alındığını, daha öncede götürme fırsatı elde edemediğini ispat edememiştir. Buna rağmen yukarıda yazılı ilkelerde hataya düşülerek hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda (1.) ve (2.) bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, (1) nolu bentte gösterilen bozma sebebine göre yeniden hüküm kurulması zorunlu hale gelen kadının boşanma davası ile boşanmanın fer`ilerine yönelik temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/24613 Karar : 2017/3307 Tarih : 27.03.2017
-
HMK 255. Madde
-
Tanıklara İtiraz
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı kadının tüm, davacı erkeğin ise aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2- Mahkemece davacı erkek tanıklarının beyanlarının daha çok korumaya yönelik olduğu, davalı kadın tanıklarının beyanlarının ise daha somut ve samimi olduğu gerekçesiyle boşanmaya sebep olan olaylarda davacı erkek daha fazla kusurlu kabul edilmiş, davalı kadın yararına yoksulluk nafakası, maddi ve manevi tazminata hükmedilmiştir.
Aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarıdır (6100 s. HMK m. 255).
Dosyada davacı erkek tanıklarının olmamışı olmuş gibi ifade ettiğini kabule yeterli delil ve olgu da yoktur. O halde; toplanan deliller ve tanık anlatımlarından, davalı kadının, davacı erkeğe ve davacı erkeğin annesine fiziksel şiddet uyguladığı ve küfür ettiği, davacı erkeğin ilk evliliğinden olan kızını eve almadığı, davacı erkeğin ve kardeşinin de davalı kadına fiziksel şiddet uyguladığı ve birlik görevlerini yerine getirmediği anlaşılmaktadır.
Gerçekleşen bu duruma göre, boşanmaya sebep olan olaylarda davalı kadının erkeğe göre daha fazla kusurlu olduğunun kabulü gerekir. Ağır kusurlu olan taraf yararına yoksulluk nafakasına hükmedilemeyeceği gibi, boşanmada az kusurlu olan taraf, maddi ve manevi tazminatla sorumlu tutulamaz (TMK m. 174/1-2). Bu husus nazara alınmadan davalı kadın yararına yoksulluk nafakası ile maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı bulunmuştur.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, hükmün bozma kapsamı dışında kalan temyize konu diğer bölümlerinin ise yukarıda l. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/25789 Karar : 2016/16933 Tarih : 29.09.2016
-
HMK 255. Madde
-
Tanıklara İtiraz
A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, müvekkilinin davalı nezdinde 04/02/2010-13/02/2012 tarihleri arasında hamurkar yardımcısı olarak 200 TL haftalık net ücretle çalıştığını, ayrıca, her gün iki ekmekle kahvaltı verildiğini, fazla mesailerinin ödenmediğini, yıllık izinlerini kullanamadığını, genel tatillerde çalıştığını, ücretlerinin ödenmediğini, bu sebeple iş akdini haklı nedenle feshettiğini ileri sürerek, kıdem tazminatı, fazla mesai ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti, hafta tatili ücreti, yıllık izin ücreti ve asgari geçim indirimi alacaklarının davalıdan tahsilini istemiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının 21.09.2011 tarihinde işe başladığını ve 5 ay sonra istifa ettiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacının iş sözleşmesini fesihte haklı olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-İş hukukunda çalışma olgusunu, çalıştığını ileri süren işçi ispat etmelidir.
İşçinin çalışma olgusunun tespitinde işyerinde veya komşu işyerinde çalışanların tanıklığı önemli olduğu gibi tanık olarak dinlenecek kişinin tanıklığına güveni etkileyebilecek bir durumun olup olmadığı da araştırılmalıdır. Tanıklar belirli bir dönem çalışmışlarsa ve başkaca delil yok ise beyanlarının belirtikleri dönemle sınırlandırılması gerekir.
Somut uyuşmazlıkta, davacı taraf davalı işyerinde 04.02.2010-13.02.2012 tarihleri arasında çalıştığını ileri sürmüş ise de, hizmet döküm cetvelinde 21.09.2011-10.02.2012 tarihleri arasında çalışması görünmektedir.
Ayrıca, dinlenen davacı tanıklarından birisi davacının babası, diğeri ise fesih tarihinden sonra işe başlamış olan bir işçidir. Bu nedenle tanıkların beyanlarına HMK’nın 255. maddesine göre itibar edilemez.
Davacının ileri sürdüğü gibi 04.02.2010 tarihinde davalı işverenlikte çalışmaya başladığını ispata yarar yazılı delil veya tereddütsüz tanık beyanı bulunmadığından davacı işçinin işe başlama tarihine ilişkin iddiasını kanıtlayamadığı kabul edilerek hizmet cetvelinde görünen 21.09.2011 tarihinin işe başlama tarihi olduğu kabul edilerek sonuca gidilmelidir. Bu durumda, davacının hizmet süresi 1 yıldan az olduğundan kıdem tazminatı ve yıllık izin ücreti isteklerinin reddine karar verilmesi, diğer alacakların ise 21.09.2011-10.02.2012 tarihleri arasında çalışıldığının kabulü ile bilirkişiye hesaplatılıp hüküm altına alınması gerekirken yazılı şekilde sonuca gidilmesi hatalıdır.
3-Asgari geçim indirimi alacağına yasal faiz yürütülmesi gerekirken en yüksek banka mevduat faizi yürütülmesi hatalıdır.
4-Hüküm altına alınan alacakların net mi yoksa brüt mü olduğunun hükümde belirtilmemesinin HMK`nun 297/2. maddesine aykırı olduğunun ve infazda tereddüde yol açacağının düşünülmemesi de isabetsiz olup bozmayı gerektirmiştir.
F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 29.09.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/12461 Karar : 2016/2557 Tarih : 16.02.2016
-
HMK 255. Madde
-
Tanıklara İtiraz
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı-karşı davacı erkeğin tüm, davacı-karşı davalı kadının ise aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2-Aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarıdır. (HMK m. 255) Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz. Dosyada tanıkların olmamışı olmuş gibi ifade ettiklerini kabule yeterli delil ve olgu da yoktur.
Yapılan yargılama ve toplanan delillerden; davalı-karşı davacı erkeğin, eşine fiziksel şiddet uyguladığı ve eşinin annesini tehdit ettiği anlaşılmaktadır.
Bu halde taraflar arasında ortak hayatı temelinden sarsacak derecede ve birliğin devamına imkân vermeyecek nitelikte bir geçimsizlik mevcut ve sabittir.
Olayların akışı karşısında davacı-karşı davalı kadın dava açmakta haklıdır. Bu şartlar altında eşleri birlikte yaşamaya zorlamanın artık kanunen mümkün görülmemesine göre, kadının boşanma davasının kabulü ile tarafların boşanmalarına (TMK m. 166/1) karar verilecek yerde, yazılı gerekçe ile reddi doğru görülmemiştir.
SONUÇ:Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu bölümlerinin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2015/22-1442 Karar : 2016/867 Tarih : 29.06.2016
-
HMK 255. Madde
-
Tanıklara İtiraz
Dava, işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Yerel mahkemece, davanın kısmen kabulüne dair verilen karar, davalılardan … Genel Müdürlüğü vekilinin temyizi üzerine, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yazılı gerekçeyle bozulmuş; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararını, davalılardan … Genel Müdürlüğü vekili temyize getirmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; davacının fazla çalışmalarının tespiti için, davalı tarafça tutulmuş kayıt ve belgelerin mahkemece resen celp edilip edilemeyeceği, davacı tanıklarının beyanına itibar edilip edilemeyeceği buna bağlı olarak da, fazla çalışma ücreti alacağının ispatlanıp ispatlanmadığı noktalarında toplanmaktadır
Öncelikle belirtilmelidir ki, fazla çalışma yapıldığının, ulusal bayram ve genel tatil günleri ile hafta tatilinde çalışıldığının ispat külfeti iş hukukunda kural olarak, işçi üzerindedir. Zira iş görme borcu bir yapma borcu olup, fiili bir olgu olduğundan bir hukuki işlem değildir. İşçi iş görme borcunu haftada 45 saatten fazla yapmış, hafta tatilinde veya ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalışmış ise bunları usul hukukunun öngördüğü her türlü delille ispatlayabilecektir.
Bu kapsamda davacı işçi tarafından tanık deliline dayanılması halinde; gerek mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu`nun 254. maddesi gerekse 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 255. maddesi uyarınca, aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarının asıl olduğu ilkesi gözetilerek değerlendirme yapılmalıdır.
Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz ise de işveren aleyhine dava açan kişiler davacı tanığı olarak dinlenmiş ise bu işçilerin tanıklıklarına kural olarak itibar edilmemesi; birbirlerine tanıklık eden kişilerin beyanlarına ihtiyatla yaklaşılması ile bu tanıkların beyanlarının diğer yan delillerle birlikte değerlendirilerek, sonuca gidilmesi gerekir.
Nitekim, aynı ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 13.04.2011 gün ve 2010/2-751 E. 2011/96 K.; 12.09.2012 gün ve 2012/2 E. 2012/551 K. ve 25.02.2015 gün 2013/9-1447 E., 2015/854 K. sayılı ilamlarında da benimsenmiştir.
Somut olayın incelenmesinde, hükme esas alınan bilirkişi raporunda fazla çalışma ücret alacağı hesaplanırken, davacı tanık anlatımları delil olarak değerlendirilmiş ise de davacı tanığı olarak dinlenen işçilerin aynı şekilde davalı işveren aleyhine aynı iddialar ile dava açan kişiler olduğu ve davacının fazla çalışma yaptığına dair soyut tanık anlatımları dışında delil bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Bu durumda, yukarıda yapılan açıklamaların ışığında uyuşmazlığın değerlendirilmesinde, diğer yan delillerle desteklenmeyen ve aynı işveren aleyhine aynı iddia ile açtıkları davalar nedeniyle menfaat birliği bulunan davacı tanıklarının beyanlarının fazla çalışma iddiası yönünden hükme esas alınması mümkün olmadığından; diğer bir ifade ile davacı dinlettiği tanıklarla fazla çalıştığı iddiasını yöntemince kanıtlayamadığından davacının fazla çalışma ücret alacağı isteminin reddi yerine, yazılı gerekçelerle kabul edilmesi isabetsizdir.
Bu itibarla, “işyerine giriş çıkışlarda kart basılıyorsa buna ilişkin kayıt ve belgeler, alt işverendeki işçi şahsi sicil dosyası, puantaj kayıtları, günlük çalışmalara ilişkin tüm kayıt ve belgelerle asıl işverenin alt işverenin çalışmasını denetlemek amacıyla tuttuğu kayıtlar, davalı …’deki günlük çalışma düzenini belirleyen her türlü kayıt ve belgenin getirtilmesi ve bu suretle toplanacak tüm delillerin yeniden değerlendirmeye tabi tutularak gerekirse bilirkişiden ek rapor alındıktan sonra oluşacak sonuca göre bir karar verilmesine” ilişkin Özel Daire bozma ilamındaki ibare çıkartılmak ve somut olayda ispat külfeti davacıda olduğundan fazla çalışma iddiasını yöntemince kanıtlayamayan davacının, fazla çalışma ücreti alacağı isteminin reddi gerektiğinden, yerel mahkeme kararının bu değişik gerekçe ile bozulması gerekmiştir.
Direnme kararı açıklanan bu değişik nedenlerle bozulmalıdır.
SONUÇ:
Davalılardan … Genel Müdürlüğü vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen değişik nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, oybirliği ile karar verildi.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.