0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Tanığın Kimliğinin Tespiti

HMK Madde 254

(1) Dinleme sırasında öncelikle tanıktan adı, soyadı, doğum tarihi, mesleği, adresi, taraflarla akrabalığının veya başka bir yakınlığının bulunup bulunmadığı, tanıklığına duyulacak güveni etkileyebilecek bir durumu olup olmadığı sorulur.



HMK Madde 254 Gerekçesi

Madde, 1086 sayılı Kanunun 260 ıncı maddesini karşılamaktadır. Bu düzenlemeyle, tanık delilini değerlendirecek olan hâkime, tanığın hadise ile her türlü ilgisini tespit etme yönünde soru sorma yetkisi verilmiştir.


HMK 254 (Tanığın Kimliğinin Tespiti) Emsal Yargıtay Kararları


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2015/1828 Karar : 2018/1093 Tarih : 16.05.2018

  • HMK 254. Madde

  • Tanığın Kimliğinin Tespiti

Dava işe başlatmama tazminatı ve boşta geçen süre ücretinin tahsili istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkilinin iş sözleşmesinin feshi üzerine açtığı işe iade davasının lehine sonuçlandığını, işe iade kararının kesinleşmesi üzerine süresinde işe iade edilmesi için davalı işverene ihtarname gönderildiğini, davalının gönderdiği ihtarname ile davacının işe başlatılacağını ve 10 gün içinde İnsan Kaynaklarına müracaat etmesini istediğini, bunun üzerine davacının babası ve kardeşi ile birlikte İnsan Kaynaklarına başvurduğunu ancak yetkililerin böyle bir şeyden haberlerinin olmadığını, avukatın bilgi vermediğini, gitmelerini, kendilerine bilgi verileceğini, avukatının da haberdar edileceğini belirterek davacıyı işe başlatmadıklarını, işe başvuru talebinin dahi kabul edilmediğini, davacının bir saat bekletilip hiçbir işlem yapılmadan geri gönderilmesi üzerine 26.04.2012 tarihli tutanağı düzenlediğini iddia ederek işe başlatmama tazminatı ve boşta geçen süre ücretinin davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davacının işe başlatılması için başvuru yapmadığını, bu hususu ispat etmesi gerektiğini, kaldı ki aynı günlerde başka bir yerde çalışmakta olduğunu belirterek davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, davacının yasal süre içinde iş başvurusunda bulunmasına rağmen usulüne uygun biçimde işe davet edilmediği, işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen süre ücretine hak kazandığı gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davalının temyizi üzerine karar,

Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan nedenle bozulmuştur.

Mahkemece, davacının süresinde işe başlatılması için işverene müracaat ettiğini tutanak ve tutanakta ismi bulunan babası ve kardeşinin tanıklığı ile ispat ettiği, davacının sağlık, ekonomik ve sosyal durumu dikkate alındığında noter tespiti yaptırması ya da aynı işyerinden davalı ile menfaat birliği içinde olan işçilerden tanık temin etmesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu, bunun haklarını elde etmesini kendisinden beklenemeyecek derecede zorlaştıran bir uygulama olduğu, işe iade davasının kesinleşmesine kadar geçen süre dikkate alındığında yeni bir yerde çalışmasının işe başlama başvurusunun samimi olmadığı anlamına gelmeyeceği gerekçesi ile önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: davacının işe başlatılması için süresinde işverene başvurduğunu kendisinin, babasının ve kardeşinin imzası bulunan tutanak ile ispat edip etmediği; bu hususta işyerinde çalışan işçilerin tanıklığı ya da noter tespiti yaptırmasının gerekip gerekmediği, başvuru tarihinde başka bir yerde çalışmasının işe başlama başvurusunun samimi olmadığı anlamına gelip gelmeyeceği; burada varılacak sonuca göre işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen süre ücretine hak kazanıp kazanamayacağı noktasında toplanmaktadır.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında öncelikle Özel Daire bozma kararının “…İhtilaflı konu davacının 06.04.2012 tarihinde işverene müracaat edip etmediği konusundadır…” bölümündeki tarihin “26.04.2012” olmasına rağmen maddi hata sonucu “06.04.2012” olarak yazıldığı anlaşıldığından “06.04.2012” tarihinin “26.04.2012” olarak düzeltilmesine, maddi hatanın bu şekilde giderilmesine karar verilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.

Öncelikle “İş güvencesi”, “İşçi lehine yorum” ve “tanıklık” kavram ve kurumları üzerinde kısaca durmakta fayda vardır.

I. “İşçi lehine yorum” ilkesi:

Türk Medeni Kanunu’nun 1`inci maddesi uyarınca “Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır.”

Bu hüküm gereğince kanunun sözünden çıkan anlam ile özünden çıkan anlam birbirine uygun değilse, bu durumda kanunun özüne uygun anlamın tespit edilmesi gerekir. Kanunun özüne uygun anlamın tespiti bakımından ise, onun amacının belirlenmesi şarttır.

Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 22.02.1997 gün ve 1996/1 E.1997/1 K. sayılı kararında da “ …Kanunun yorumu, kanun metninin anlamı ve ruhudur. Bu ruh, kanun kuralının izlediği gayeden çıkarılır. Buna gai (amaçsal) yorum ve kanun kuralının amacına göre yorumu denilir. Bir kanun hükmünün, kanunun konuluş amacına aykırı bir sonuç doğuracak şekilde yorumlanması, hukuk ilkelerine ve kanunun hem sözü ile hem de özü ile uygulanmasını öngören Türk Medeni Kanun`un 1.maddesine uygun düşmez.” şeklinde kanunun özüne (amacına) uygun yorumlanması gerektiği belirtilmiştir.

Bu nedenle iş yasalarının yorumu gereği ortaya çıktığında da esas itibariyle amaca uygun yorum yöntemi uygulanmalıdır. Çünkü hukuk normları toplumsal yaşamın ihtiyaçlarını karşılamak amacı ile öngörülmüşlerdir. Hukuk, bu toplumsal amaca ulaşabilmek için kabul edilmiş bir araçtır. Hukukçunun görevi hukuk kurallarını toplumsal amaçlarına en uygun bir biçimde yorumlamak ve uygulamaktır. Bu itibarla, yorum yapılırken doğru sonuca ulaşılabilmesi için iş yasası kuralının toplumsal amacının (ratio legis) araştırılması gerekir. İş yasası hükmünün amacına (özüne) bakarak, hükmün lafzını (sözünü) genişleten veya daraltan, onu sınırlayan bir yorum yapılabilir (Süzek, S: İş Hukuku, Genişletilmiş 11. Baskı, İstanbul 2015, s. 23, 24).

İş mevzuatı kurallarının bir çoğu ekonomik bakımdan güçlü olan işverene karşı geçimini emeği ile sağlayan zayıf durumdaki işçiyi koruma amacı ile konulmuşlardır. Bu tür kuralların yorumunda başvurulan “işçi lehine yorum” yöntemi, amaçsal yorum ile örtüşür. Başka bir anlatımla “işçi lehine yorum”, “amaçsal yorumun” iş hukukunda işçiyi korumak için konulan kurallar yorumlanırken büründüğü biçimdir.

Nitekim 18.06.1958 tarih ve 1957/20 E.-1958/9 K. sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da “…İş Kanunlarının ve işçi sigortaları kanunlarının kabulündeki ilk gaye işçinin menfaatlarını korumak olmasına,…” şeklindeki açıklama ile işçi lehine yorum ilkesine vurgu yapılmıştır.

Hemen belirtmek gerekir ki, İş Hukuku esas itibari ile işçiyi koruma amacı gütmekte ise de, iş mevzuatındaki bütün kurallar işçiyi korumak için konulmamıştır. Bu itibarla bir kanun hükmü yorumlanırken hükmün somut amacına uygun yorum yapılmalıdır. Amaçsal yorum yöntemi ile yine de sonuca ulaşılamamış, tereddüt giderilememiş ise, bu durumda “işçi lehine yorum” ilkesine başvurulmalıdır.

II. İş güvencesi hükümleri:

4857 sayılı İş Kanunu (İş Kanunu /Kanun)`nun 18 ve devam eden maddelerinde iş güvencesi sistemi düzenlenmiştir. İş güvencesi sisteminin normatif dayanağa kavuşması ile birlikte bu kapsama giren iş ilişkileri bakımından işverenin fesih serbestisi sınırlandırılmış, süreli fesih hakkının doğumu Kanunda belirtilen “geçerli nedenlerin” varlığına bağlandığı gibi, geçerli nedenlerin varlığını ispat yükü işverene yüklenmiştir. İlaveten geçerli nedenler gerçekleşmeden yapılan fesihlerde işçinin işe iadesini veya iş güvencesi tazminatı (işe başlatmama tazminatı) ve boşta geçen sürelere ilişkin olarak işçinin en çok dört aya kadar ücretinin ödenmesi öngörülmüştür.

İş Kanunu ile 5953 sayılı Basın Mesleğinde Çalışanlarla Çalıştıranlar Arasındaki Münasebetlerin Tanzimi Hakkında Kanun (Basın İş Kanunu) kapsamında kalan ve 30 veya daha fazla işçi çalıştıran bir işyerinde belirsiz süreli iş sözleşmesi ile çalışan, işveren vekili konumunda olmayan ve işyerindeki kıdemi en az 6 ay olan işçinin iş sözleşmesi ancak işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanarak feshedilebilir. Ayrıca işveren işçinin yeterliliği veya davranışları nedeni ile iş sözleşmesini feshedecekse işçinin savunmasını almak zorunda olduğu gibi, her hâlde işveren fesih bildirimini yazılı olarak yapmak ve fesih sebebini açık ve kesin bir şekilde belirtmek zorundadır.

İşçinin iş sözleşmesinin feshedildiği bir durumda işçi İş Kanunu’nun 20`inci maddesi uyarınca fesih bildiriminin tebliğ tarihinden itibaren bir aylık hak düşürücü süre içinde fesih bildiriminde sebep gösterilmediği ya da gösterilen sebebin geçerli sebep olmadığı iddiası ile dava açabilir.

Mahkemece işverence yapılan feshin Kanun’un 18 ve devamı maddelerine uygun ve geçerli bir fesih olmadığı tespit edildiği takdirde Kanunun 21`inci maddesine göre feshin geçersizliğine karar verilir. Bu kararda aynı zamanda işçinin süresinde başvurmasına rağmen işverence işe başlatılmaması hâlinde ödenmesi gereken en az 4, en çok 8 aylık ücret tutarındaki iş güvencesi (işe başlatmama) tazminatının ve en çok 4 aya kadar olan boşta geçen süre ücreti ve diğer hakların ödenmesi gerektiğinin tespitine de hükmedilir.

Her ne kadar İş Kanununun 21. maddesinde işverence yapılan feshin geçersizliğinden söz ediliyorsa da, mahkeme tarafından bu konuda verilen karar mutlak anlamda, genel hükümlere uygun, yargının karar vermesiyle hemen devreye giren bir geçersizlik değildir. İK 2`de mahkeme kararından sonra tarafların davranışlarına göre etkili olabilecek, yasada özel olarak düzenlenmiş deyim yerindeyse kendine özgü bir geçersizlik öngörülmüştür (Süzek, S.: İş Hukuku, Yenilenmiş 11. Baskı, İstanbul 2015, s, 652).

Zira İş Kanunu’nun 21`inci maddesinde getirilen düzenlemede, mahkemece işe iadeye karar verildiğinde, işçi 10 iş günü içinde işe başlamak üzere başvuruda bulunmazsa işverence yapılan fesih geçerli bir fesih sayılır ve işveren sadece bunun sonuçları ile sorumlu olur. Aksine işçi 10 iş günü içinde işe başlatılmasını işverene bildirmiş ise bu durumda işveren işçiyi bir ay içinde işe başlatmak zorundadır. Ancak bu zorunluluk mutlak bir zorunluluk olmayıp, Kanun işverene bu noktada seçim hakkı tanımıştır. İşveren işçiyi işe başlatabileceği gibi, işe başlatmak yerine iş güvencesi tazminatı ödeme seçeneğini tercih edebilir.

Bu durumda işveren kesinleşen mahkeme kararının tebliğinden itibaren 10 iş günü içinde başvurması hâlinde işçiyi kendisine tanınan bir aylık süre içinde işe başlatmak zorundadır. İşveren işçiyi işe başlatmazsa en az 4, en fazla 8 aylık ücreti tutarında tazminat (işe başlatmama tazminatı) ödemekle yükümlü olur. Ayrıca süresinde işe başlatılması için işverene başvuruda bulunan işçiye işe başlatılsın ya da başlatılmasın en çok 4 aya kadar olan boşta geçen süre ücreti ve diğer haklarının ödenmesi gerekecektir.

III. Tanıklık:

İşçilik alacakları davalarında ispat açısından yoğun olarak başvurulan bir delil olan tanık delili üzerinde de durmak gerekmektedir.

Tanık, kavram olarak uyuşmazlık hakkında bilgi ve görgüsü bulunan üçüncü kişidir. Davada üçüncü kişi olması şartıyla, yaşına, hukuki durumuna, taraflarla akrabalık derecesine bakılmaksızın, kural olarak davada herkes tanık olarak dinlenebilir. Dolayısıyla davanın tarafları tanık olarak dinlenemez.

Tanık gösteren taraf, dinleteceği tanıkların ad soyadı ile (tebligat) adreslerini içeren listeyi (bu listeyi içeren dilekçesini) mahkemeye verir ve her bir tanığı hangi vakıa hakkında dinleneceğini de dilekçesinde bildirir (HMK m. 240/2). Bu hüküm 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 194`üncü maddesinde düzenlenen somutlaştırma yükünün de bir gereğidir. Ayrıca maddede belirtildiği üzere ikinci bir tanık listesi verilmesi de mümkün değildir.

Öte yandan, 6100 sayılı HMK’nın 254`üncü maddesi uyarınca, aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarıdır. Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz (HGK’nın 24.12.2014 gün ve 2013/2-1417 E.- 2014/1090 K. sayılı kararı).

Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; davacı vekili müvekkilinin kesinleşen işe iade kararının tebliği üzerine süresinde davalı işverene işe başlatılması için başvuruda bulunmasına rağmen işe başlatılmadığını, buna ilişkin 26.04.2012 tarihli babasının ve kardeşinin de imzası bulunan tutanağı düzenlediğini iddia ederek işe başlatmama tazminatı ile boşta geçen süre ücretinin davalıdan tahsilini talep etmiştir.

Taraf vekillerinin dayandığı deliller arasında yer alan işe iade dava dosyası içeriği ve karşılıklı olarak gönderilen ihtarnamelerden; Davacı işçinin iş sözleşmesinin 10.02.2010 tarihinde feshedilmesi üzerine Bursa 4. İş Mahkemesinin 2010/197 Esas sırasına kayden açtığı davada Mahkemece feshin geçersizliği ile davacının işe iadesine, süresinde başvurmasına rağmen işe başlatılmaması hâlinde ödenmesi gereken işe başlatmama tazminatının işçinin 4 aylık ücreti olarak belirlenmesine ayrıca 4 aya kadar boşta geçen süre ücreti ve diğer haklarının davalıdan tahsiline karar verildiği,

Davalı işveren vekilinin temyizi üzerine kararın Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 19.03.2012 gün ve 2011/10193 E.-2012/4796 K. sayılı kararı ile onandığı, onama kararının 10.04.2012 tarihinde tebliğini takiben davacı vekilinin Bursa 10. Noterliğinin 17.04.2012 gün ve 104810 yevmiye numaralı ihtarnamesi ile süresinde davalı işverene müvekkilinin işe başlatılması için başvuruda bulunduğu,

İhtarnamenin 19.04.2012 tarihinde davalı tarafa tebliğinden sonra davalı vekilinin davacı vekiline hitaben yazdığı 24.04.2012 tarihli yazı ile bu yazının faksından itibaren 10 gün içinde davacının iş başı yapmak üzere Hastane İnsan Kaynaklarına müracaat etmesi gerektiğinin bildirildiği, Davacıya bu yazının vekili tarafından tebliğinden sonraki aşamada davacının işe başlatılmadığına ilişkin 26.04.2012 tarihli tutanağın tanzim edildiği, d

Davacı vekilinin 04.05.2012 tarihli ihtarname ile davacının süresinde işe başlatılması için başvuruda bulunmasına rağmen işe başlatılmadığını belirterek,

Mahkeme kararında hüküm altına alınan alacakların ödenmesine yönelik talebine cevaben davalı vekilinin 07.05.2012 tarihli ihtarname ile davacının belirtilen süre içinde başvurusunun olmadığı gibi bugüne kadar herhangi bir bildirimde bulunmadığı, bu nedenle işe başlatılmadığı, işe başvurmamış ise bu ihtarın tebliğinden itibaren 3 gün içinde Hastane İnsan Kaynaklarına işe başlatılmak üzere başvurması gerektiğinin tekraren belirtildiği, Davacı vekilinin ise 18.05.2012 tarihli noter ihtarı ile müvekkilinin süresinde başvurmasına rağmen işe başlatılmadığının 04.05.2012 tarihli ihtarname ile bildirildiğini, ayrıca alacakların ödenmesinin talep edildiğini, bugüne kadar müvekkilinin haklarının ödenmediğini belirterek alacakların ödenmesini talep ettiği görülmüştür.

Davacı vekilinin delil olarak dayandığı ve delilleri arasında sunduğu 26.04.2012 tarihli “Tutanaktır” başlıklı belgede davacı ile birlikte babasının ve kardeşinin imzasının bulunduğu; tutanak içeriğinde davacının 26.04.2012 tarihinde iş başı yapmak için Hastane İnsan Kaynakları bölümüne saat 11.00 civarında müracaat ettiği, kendilerine “insan kaynakları sorumlusu burada yok, mahkeme kararından bizim haberimiz yok, sizinle görüşemeyiz, sizi işe başlatamayız, bize telefon numaranızı bırakın, biz sizi ararız veya bir kaç gün sonra tekrar uğrayın” gibi sözler sarfedilerek ilgilenilmediği, orada bir saat kadar bekleyip tekrar ne olduğunu sorduklarında “beklemeyin sizinle şu an ilgilenemeyiz, herhangi bir değişiklik olursa sizi ararız, ayrıca avukatınıza da bilgi veririz, daha fazla beklemeden gidin” denildiği, bu nedenle hastaneden ayrıldıkları hususlarının yazılı olduğu tespit edilmiştir.

Davacı vekilinin tanık olarak isimlerini bildirdiği ve davacının babası ve kardeşi olduğu anlaşılan tanıklar Mahkemedeki beyanlarında tutanak içeriğini doğrular yönde beyanda bulunmuşlardır.

Öte yandan davacı vekilinin dava dilekçesi ekinde sunduğu ve deliller arasında yer alan kişi bazında giriş çıkış raporu ve personel kartlarından davacının çalıştığı işyerinden 26.04.2012 günü 09.30-12.27 saatleri arasında izinli olduğu görülmüştür.

Şu hâlde mevcut delil durumu “işçi lehine yorum” ilkesi çerçevesinde değerlendirildiğinde: davacı işçinin kesinleşen mahkeme kararının tebliği üzerine 10 iş günlük süre içinde işe başlatılması için davalı işverene müracaat ettiğini 26.04.2012 tarihli tutanak ve bu tutanakta isim ve imzaları bulunan kişilerin Mahkemedeki tanıklıkları ile ispat ettiğini kabul etmek gerekir. Her ne kadar tutanağı düzenleyen ve tanık olarak beyanlarına başvurulan kişiler davacının yakın akrabaları ise de bu durum tek başına tanıklıklarının geçersiz olduğu, beyanlarına itibar edilmemesi gerektiği sonucunu doğurmayacağı gibi davalı işveren tutanağın aksini gösteren hiç bir delil de ibraz etmemiştir.

Bunun gibi işe başvurunun noter aracılığıyla yapılması gerektiğine ilişkin yasal düzenleme bulunmadığı gibi, davalı işyerinde çalışmakta olan işçilerden tanık temin etmesi gerektiği yönünde bir mecburiyetin davacıya yükletilmesi de usulsüzdür.

Bununla birlikte davacının işe başlatılması için işverene müracaat ettiği 26.04.2012 tarihinde başka bir işyerinde çalıştığı sabit ise de, iş sözleşmesinin feshinden, işe iade kararının kesinleşmesine kadar 25 aylık bir sürenin geçtiği dikkate alındığında, bu kadar uzun süre işe iade kararını çalışmadan geçirmesi davacıdan beklenemez.

O hâlde Mahkemenin davacının süresinde işverene işe başlatılması için müracaat ettiğine ilişkin kabulü ve bu kabul çerçevesinde dava konusu edilen alacakları hüküm altına alması doğru olmuştur.

Bu nedenle direnme kararı yerindedir.

Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine göre hüküm altına alınan alacakların miktarlarına ilişkin temyiz incelemesi yapılmadığından bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle;

Özel Daire bozma kararının “…İhtilaflı konu davacının 06.04.2012 tarihinde işverene müracaat edip etmediği konusundadır…” bölümündeki tarihin “26.04.2012” olmasına rağmen maddi hata sonucu “06.04.2012” olarak yazıldığı anlaşıldığından “06.04.2012” tarihinin “26.04.2012” olarak düzeltilmesine, maddi hatanın bu şekilde giderilmesine, direnme uygun bulunduğundan hüküm altına alınan alacakların miktarlarına ilişkin temyiz incelemesi yapılmak üzere dosyanın 9. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 16.05.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2017/1906 Karar : 2018/112 Tarih : 7.02.2018

  • HMK 254. Madde

  • Tanığın Kimliğinin Tespiti

Dava ve karşı dava Türk Medeni Kanunu`nun (TMK) 166. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen evlilik birliğinin sarsılması nedenine dayalı boşanma istemine ilişkindir.

Davacı karşı davalı (erkek) vekili müvekkilinin evlilik süresince birlik görevlerini yerine getirdiğini, çocuklarının olmaması sebebiyle tedavi olmasına rağmen davalının tıbbi teşhis ve tedavi sürecinden ısrarla kaçındığını, sürekli olarak sorunun müvekkilinde olduğunu dile getirdiğini ve davalının müvekkilinin annesiyle de tartışmalar yaşadığını, evlilik birliğinin çekilmez hâle geldiğini belirterek boşanma kararı verilmesini talep etmiştir. Davalı karşı davacı (kadın) vekili evliliğin ilk yıllarında hamile kaldığını, bu hamileliğinin düşükle sonuçlandığını, buna bağlı olarak tedavi gördüğünü ancak eşinin alkol alışkanlığı ve gece yaşantısı sebebiyle çocuklarının olmadığını, Ankara’ya yerleştikten sonra davacı karşı davalının çeşitli bahanelerle eve geç geldiğini, pavyon hayatına yöneldiğini, evin ihtiyaçlarını karşılamamaya ve başka bir kadınla yaşamaya başladığını, hakaret ettiğini, karşı davalının en son 24 Kasım 2012`de evi terk ettiğini belirterek, tam kusurlu olan erkeğin davasının reddine, karşı davanın kabulü ile boşanmaya karar verilmesini, 800,-TL tedbir ve yoksulluk nafakası ile 50.000,-TL maddi ve 50.000,-TL manevi tazminata hükmedilmesini istemiştir.

Mahkemece davacı karşı davalının sadakat yükümlülüğünü yerine getirmediği, bu nedenle kusurlu olduğu, kimsenin kendi kusurundan yararlanamayacağı gerekçesiyle asıl davanın reddine, karşı davanın kabulü ile tarafların boşanmalarına, davalı karşı davacı (kadın) yararına 500, -TL yoksulluk nafakası ile 30.000,-TL maddi ve 5.000,-TL manevi tazminata hükmedilmesine karar verilmiştir.

Taraf vekillerinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık kısmında açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Yerel mahkemece davacı karşı davalının sadakat yükümlüğünü yerine getirmediği, eşini alenen ve fütursuzca aldatan bir eş karşısında kadının söylemiş olduğu sözlerin tepki niteliğinde olduğu belirtilmek suretiyle erkeğin davasının reddi, kadının davasının kabulüne ilişkin önceki hükümde direnilmiştir.

Direnme kararı davacı karşı davalı (erkek) vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca “…taraflara yüklenen borç ve tanınan hakkın sıra numarası altında belirtildiği açık, infazda şüphe ve tereddüt uyandırmayacak biçimde, usulün aradığı niteliklere haiz kısa karar ve buna uygun gerekçeli karar oluşturulmadığı…” gerekçesiyle usulden bozma kararı verilmiştir.

Yerel Mahkemece Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bozma kararına uyulmak suretiyle verilen direnme kararı davacı karşı davalı (erkek) vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda davalı karşı davacının (kadının) kusurlu olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre davacı karşı davalının (erkeğin) boşanma davasının kabul edilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümü için ilgili yasal düzenlemelerin değerlendirilmesinde yarar vardır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nın 166.maddesi:

“Evlilik birliği, ortak hayatı sürdürmeleri kendilerinden beklenmeyecek derecede temelinden sarsılmış olursa, eşlerden her biri boşanma davası açabilir. Yukarıdaki fıkrada belirtilen hallerde, davacının kusuru daha ağır ise, davalının açılan davaya itiraz hakkı vardır. Bununla beraber bu itiraz, hakkın kötüye kullanılması niteliğinde ise ve evlilik birliğinin devamında davalı ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yarar kalmamışsa boşanmaya karar verilebilir…”

hükmünü içermektedir.

Anılan maddeye göre, boşanmayı talep edebilmek için tamamen kusursuz ya da az kusurlu olmaya gerek olmayıp, daha fazla kusurlu bulunan tarafın dahi dava hakkı bulunmakla beraber, boşanmaya karar verilebilmesi için, diğer tarafın az da olsa kusurunun varlığı ve bunun belirlenmesi kaçınılmazdır. Az kusurlu eş boşanmaya karşı çıkarsa bu hâlin tespiti dahi tek başına boşanma kararı verilebilmesi için yeterli olmaz. Az kusurlu eşin davaya karşı çıkması hakkın kötüye kullanılması niteliğinde olmalı, evlilik birliğinin devamında bu eş ve çocuklar bakımından korunmaya değer bir yararın kalmadığı anlaşılmalıdır.

Öte yandan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 254. maddesi uyarınca aksine ciddi ve inandırıcı delil ve olaylar bulunmadıkça asıl olan tanıkların gerçeği söylemiş olmalarıdır. Akrabalık veya diğer bir yakınlık başlı başına tanık beyanını değerden düşürücü bir sebep sayılamaz (HGK’nIn 24.12.2014 gün ve 2013/2-1417 E., 2014/1090 K. sayılı ilamı). Dosyada yerel mahkemece dinlenen tanıkların beyanlarının aksi ispatlanmış değildir.

Somut olayda da davacı karşı davalı erkeğin başka bir kadınla ilişki kurmak, bu kişiyi yakın çevresine “yengeniz” diyerek tanıtıp, sosyal ortamlarda birlikte bulunmak suretiyle açık şekilde sadakat yükümlülüğüne aykırı davrandığı anlaşılmıştır. Davacı karşı davalı erkeğe atfedilen bu kusur belirlemesi Özel Daire ve mahkeme arasında çekişme konusu olmamakla birlikte davacı karşı davalı erkeğin annesi olan ve tanık olarak dinlenen Mürüvvet Kalıç beyanına göre davalı karşı davacı kadının da eşine “ zürriyetsiz, dürzü, gavat” şeklinde hakaret ettiği anlaşılmıştır.

Ancak hemen belirtilmelidir ki, olaya özgü nedenlerle davalı karşı davacı kadının evlilik birliği içinde aleni bir şekilde sadakatsiz bir yaşam süren eşine bu şekilde söylemiş olduğu hakaret sözcüklerinin tepki ile söylenmiş olduğu kabul edilmelidir. Tepki ile söylenen sözler nedeniyle kadını az da olsa kusurlu saymak mümkün değildir. Burada TMK`nın 166/2. maddesi koşullarının oluştuğundan söz edilemez.

Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında davacı karşı davalı erkeğin sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışı karşısında kadının sözlerinin tepki olarak söylendiğinin kabulünün olanaklı olmadığı, sarf ettiği sözler nedeniyle az da olsa kusurunun bulunduğu, bu nedenle bozma kararının yerinde olduğu görüşü ileri sürülmüş ise de bu görüş yukarıda açıklanan sebeplerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Bu itibarla, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, tanık beyanlarına, mahkeme kararında açıklanan gerektirici nedenler ve özellikle tepki niteliğinde olduğu kabul edilen davranışlarda bulunan davalı karşı davacı kadına boşanmaya sebep olan olaylarda herhangi bir kusur yüklenemeyeceği sonucuna varıldığından davacı karşı davalı erkeğin davasının reddine ilişkin direnme kararı yerindedir

Ne var ki, davalı karşı davacı kadının boşanma davası ile fer`ilerine ilişkin temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden, bu yönlere ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosya Özel Daireye gönderilmelidir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı karşı davalı erkeğin davasının reddine ilişkin direnme kararı yerinde olup davalı karşı davacı … vekilinin boşanma davası ile fer`ilerine ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 2. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE 07.02.2018 gününde tebliğ tarihinden itibaren on beş günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere yapılan ikinci görüşmede oy çokluğuyla karar verildi.


YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/21469 Karar : 2017/9728 Tarih : 5.06.2017

  • HMK 254. Madde

  • Tanığın Kimliğinin Tespiti

A) Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili; davacının 11.06.2008 tarihinden bu yana davalı işyerinde çalışmakla iken, SGK primlerinin aldığı ücretin altında yatırılması ve fazla çalışma ve tatil çalışma ücretlerinin eksik ödenmesi nedeniyle iş akdinin müvekkili tarafından haklı nedenlerle feshedildiğini, işçilik alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek, kıdem tazminatı, fazla mesai, hafta tatili, ulusal bayram genel tatil ve ücret alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili; davacının yapmış olduğu fazla mesai ücretlerini bordro ile aldığını, hafta sonu cumartesi günü yarım gün, pazar günü ise hafta tatili olduğundan hiç çalışmadığını, dini bayramlarda çalışma olmadığını, çalıştığı milli bayramların parasını ise yasa gereği 2 yevmiye olarak aldığını, Haziran ayına ait ücreti işi kendisi bıraktığından ödeme zamanı banka hesabına yatırıldığını, aldığı ücretlerin bordroda tam olarak gösterildiğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece davanın kısmen kabulü ile kıdem tazminatı, fazla mesai, ulusal bayram genel tatil çalışma ücretleri ve ücret alacaklarının davalıdan tahsiline hükmedilmiştir.

D) Temyiz:

Kararı davalı temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:

1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Davacının fazla mesai yapıp yapmadığı hususunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.

Söz konusu alacağın varlığını ispat yükü davacıda olup, davacı delil olarak tanık beyanlarına dayanmıştır

İşçinin çalışma olgusunun tespitinde işyerinde veya komşu işyerinde çalışanların tanıklığı önemli olduğu gibi tanık olarak dinlenecek kişinin tanıklığına güveni etkileyebilecek bir durumun olup olmadığı da araştırılmalıdır.

Diğer taraftan 6100 HMK.’un tanıkla ilgili hükümleri incelendiğinde, 240/1 maddesinde “Davada taraf olmayan kişiler tanık olarak gösterilebilir”, 250. maddesinde “Tanığın davada yararı bulunmak gibi tanıklığının doğruluğu konusunda kuşkuyu gerektiren sebepler varsa, bunu iki taraftan biri iddia ve ispat edebilir” ve 254. maddesinde ise “Dinleme sırasında öncelikle tanıktan adı, soyadı, doğum tarihi, mesleği, adresi, taraflarla akrabalığının veya başka bir yakınlığının bulunup bulunmadığı, tanıklığına duyulacak güveni etkileyebilecek bir durumu olup olmadığı sorulur” kurallarına yer verilmiştir.

Dairemizin istikrarlı uygulaması gereği, davalı aleyhine dava açanlar tanık olarak dinlenmiş ise bu işçilerin tanıklıklarına ihtiyatlı yaklaşılması gerekir. Bu beyanlar diğer yan delillerle birlikte değerlendirilerek, sonuca gidilmelidir.

Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacı tanık beyanlarına göre davacının fazla çalışma yaptığı kabul edilip alacak hesaplanmıştır. Oysa davacı tanığı olarak dinlenen işçilerden biri aynı şekilde davalı aleyhine dava açmış olup, diğer tanık işyeri çalışanı değildir. Bu nedenle tanıklıklarına itibar edilemez. Davalı tanıkları kural olarak günlük 8 saat mesaiden bahsederek, mesai bitimlerinde ayda 8-10 saat fazla çalışma yaptıklarını, bazı dönemlerde vardiyanın 12 saate kadar uzayabildiğini ifade etmiş ise de, bu ifadelerinin fazla mesai hesabına elverişli olmadığı anlaşıldığından istemin reddi yerine, davacı tanık ifadelerine dayalı olarak yapılan hesaba itibarla kabulü hatalıdır.

F) Sonuç:

Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgilisine iadesine, 05/06/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/5116 Karar : 2016/19639 Tarih : 10.11.2016

  • HMK 254. Madde

  • Tanığın Kimliğinin Tespiti

A) Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili, davacının 04/04/2011 tarihinden iş akdinin feshedildiği 15/07/2012 tarihine kadar çalıştığını, ayrıldığı tarih itibarıyla net 960,00 TL ücret aldığını, davalı işyerinde yasal çalışma saatinin üzerinde fazla mesai yapıldığını, davacının ağır çalışma kapsamında haklarını talep ettiğini, bu nedenle iş akdinin davalı tarafından haksız olarak feshedildiğini ileri sürerek, fazla mesai ücreti ile eşit işlem tazminatı alacaklarının davalıdan tahsilini istemiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili, davacının fazla mesaiye ilişkin herhangi bir alacağı bulunmadığını, davalı işyerinde fazla çalışma yapılmadığını, fazla çalışma yapılması halinde ücret bordrosunda tahakkuk ettirilerek ödendiğini, eşit davranma borcuna aykırılık iddiasının gerçeği yansıtmadığını, davacının imzalamış olduğu sulh ve ibraname kapsamında şirket nezdinde çalışmalarına bağlı tüm hak ve alacaklarını aldığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz:

Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:

1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-Davacı işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığı konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.

Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.

Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.

Fazla çalışmanın belirlenmesinde, 4857 sayılı Yasanın 68 inci maddesi uyarınca ara dinlenme sürelerinin de dikkate alınması gerekir.

Somut uyuşmazlıkta; davacı haftanın 6 günü 08.00-18.00 saatleri arasında çalıştığını, ayrıca her hafta en az iki gün 1-3 saat ve bazı günlerde 3-4 saat fazla mesai yaptığını iddia ederek fazla mesai ücreti talebinde bulunmuştur. Davalı, işyerinde fazla mesai yapılmadığını savunmuştur.

İşçinin çalışma olgusunun tespitinde işyerinde veya komşu işyerinde çalışanların tanıklığı önemli olduğu gibi tanık olarak dinlenecek kişinin tanıklığına güveni etkileyebilecek bir durumun olup olmadığı da araştırılmalıdır.

Diğer taraftan 6100 HMK.’un tanıkla ilgili hükümleri incelendiğinde, 240/1 maddesinde “Davada taraf olmayan kişiler tanık olarak gösterilebilir”, 250. Maddesinde “Tanığın davada yararı bulunmak gibi tanıklığının doğruluğu konusunda kuşkuyu gerektiren sebepler varsa, bunu iki taraftan biri iddia ve ispat edebilir” ve 254. Maddesinde ise “Dinleme sırasında öncelikle tanıktan adı, soyadı, doğum tarihi, mesleği, adresi, taraflarla akrabalığının veya başka bir yakınlığının bulunup bulunmadığı, tanıklığına duyulacak güveni etkileyebilecek bir durumu olup olmadığı sorulur” kurallarına yer verilmiştir.

Dairemizin istikrarlı uygulaması gereği, davalı aleyhine dava açanlar tanık olarak dinlenmiş ise bu işçilerin tanıklıklarına kural olarak itibar edilmemesi gerekir. Bu beyanların diğer yan delillerle birlikte değerlendirilerek, sonuca gidilmelidir.

Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacı tanık beyanlarına göre davacının haftalık 12,5 saat fazla mesai yaptığı kabul edilerek hesaplama yapılmıştır. Oysa davacı tanığı olarak dinlenen ….., …. ve … isimli işçiler benzer taleplerle işverene karşı dava açmışlardır. Bu tanıkların konumu, tanıklıklarına duyulacak güveni etkileyecek durumdadır. Bu nedenle tanıklıklarına itibar edilemez. Tanık … ise davacı ile aynı bölümde çalışmamıştır. Tanık … davacı ile aynı bölümde çalışmıştır.

Dosyadaki bilgi, belgeler ve özellikle tanık Abdülkadir’in anlatımları birlikte değerlendirildiğinde davacının davalı işyerinde haftanın 5 günü 08.00-18.00 saatleri arasında 1 saat ara dinlenme ile çalıştığı, işe başladığı ilk altı aylık dönemde Cumartesi günleri 10.00-13.00 saatleri arasında 15 dakika ara dinlenme ile çalıştığı, sonraki dönemde ise Cumartesi günleri çalışmadığı anlaşılmaktadır. Mahkemece, davacının fazla çalışma ücreti alacağının bu çalışma gün ve saatlerine göre hesaplatılıp hüküm altına alınması gerekirken yazılı şekilde belirlenmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

F) Sonuç:

Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 10.11.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/34149 Karar : 2016/5676 Tarih : 10.03.2016

  • HMK 254. Madde

  • Tanığın Kimliğinin Tespiti

A) Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili, müvekkilinin davalı işyerinde 01.01.1990 tarihinde muhasebe görevlisi olarak işe başlayıp 30.12.2005 tarihinde işten ayrıldığını, 26.10.2007 tarihinde tekrar aynı görevle işe başladığını, davalı işyeri sahibi tarafından telefonuna ‘muhasebeye talimat veriyorum, tazminatlarını hesaplasınlar alacaklarınla ihtiyaçlarını karşılarsın’ şeklinde mesaj gönderilerek iş akdinin işverence haksız feshedildiğini ileri sürerek, kıdem, ihbar tazminatları, fazla mesai, ulusal bayram ve genel tatil ücreti, ücret alacaklarının davalıdan tahsilini istemiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili, davacının iddialarının kabulünün mümkün olmadığını, davacının 1990 yılında çalışmaya başladığını taraflar arasındaki iş ilişkisinin 2005 yılında sona erdiğini, davacının şirket nezdindeki tüm hak edişlerinin bu tarih itibari ile kendisine ödendiğini, davacının hizmet birleştirilmesi yönündeki talebinin haksız ve hukuka aykırı olduğunu, davacının tekrar 26.10.2007 tarihinde çalışmaya başlayıp iş akdinin 31.08.2013 tarihinde sona erdiğini, davacının şirket nezdinde kalmış herhangi bir hak ve alacağının bulunmadığını, davacının söz ettiği telefon mesajının fesih bildirimi olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davalının iş sözleşmesini fesihte haksız olduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz:

Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:

1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2- Davacı davalı işyerinde ulusal bayram ve genel tatillerde çalışma yaptığını ileri sürerek tatil ücretini talep etmiş, davalı ise iddianın doğru olmadığını savunmuştur.

Söz konusu alacağın varlığını ispat yükü davacıda olup, davacı delil olarak tanık beyanlarına dayanmıştır

İşçinin çalışma olgusunun tespitinde işyerinde veya komşu işyerinde çalışanların tanıklığı önemli olduğu gibi tanık olarak dinlenecek kişinin tanıklığına güveni etkileyebilecek bir durumun olup olmadığı da araştırılmalıdır.

Diğer taraftan 6100 HMK.’un tanıkla ilgili hükümleri incelendiğinde, 240/1 maddesinde “Davada taraf olmayan kişiler tanık olarak gösterilebilir”, 250. Maddesinde “Tanığın davada yararı bulunmak gibi tanıklığının doğruluğu konusunda kuşkuyu gerektiren sebepler varsa, bunu iki taraftan biri iddia ve ispat edebilir” ve 254. Maddesinde ise “Dinleme sırasında öncelikle tanıktan adı, soyadı, doğum tarihi, mesleği, adresi, taraflarla akrabalığının veya başka bir yakınlığının bulunup bulunmadığı, tanıklığına duyulacak güveni etkileyebilecek bir durumu olup olmadığı sorulur” kurallarına yer verilmiştir.

Dairemizin istikrarlı uygulaması gereği, davalı aleyhine dava açanlar tanık olarak dinlenmiş ise bu işçilerin tanıklıklarına kural olarak itibar edilmemesi gerekir. Bu beyanların diğer yan delillerle birlikte değerlendirilerek, sonuca gidilmesi gerekir.

Mahkemece hükme esas alınan bilirkişi raporunda, davacı tanık beyanlarına göre davacının genel tatillerde çalışma yaptığı kabul edilip alacak hesaplanmıştır. Oysa davacı tanığı olarak dinlenen işçiler aynı şekilde davalı aleyhine dava açan kişilerdir.

Tanıkların konumu, tanıklıklarına duyulacak güveni etkileyecek durumdadır. Bu nedenle tanıklıklarına itibar edilemez. Davacı ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalıştığını somut delillerle kanıtlayamadığından bu talebin reddi gerekirken kabulü hatalıdır.

F) Sonuç:

Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS