0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Tasarruf İlkesi

HMK Madde 24

(1) Hâkim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz.

(2) Kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz.

(3) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri dava konusu hakkında, dava açıldıktan sonra da tasarruf yetkisi devam eder.



HMK Madde 24 Gerekçesi

Maddeyle, hâkimin bir davaya ancak, taraflardan birinin talebi üzerine bakabileceği, tarafın da bir davayı açmak, takip etmek ve sona erdirmekte serbest olduğu hususu düzenlenmiştir.

Bu husus medeni usul hukukunda “tasarruf ilkesi” olarak bilinmektedir. Bu ilke, 1086 sayılı Kanunun 72 ve 79 uncu maddelerinde yer almış iken, bu maddede birinci ve ikinci fıkralar olarak düzenlenmiştir.

Maddenin üçüncü fıkrasıyla, özel hukuktaki hukukî ilişkilerde var olan irade serbestisinin, dava açılmakla doğan kamusal nitelikteki dava ilişkisinde, daha geniş bir ifadeyle, usul ilişkisinde de devam ettiği açıkça ifade edilmektedir. Bu fıkranın, özellikle, ferağdan men şeklindeki ihtiyatî tedbir kararlarının alınmasına engel teşkil etmeyeceği belirtilmelidir. Keza, ikrar (irade açıklaması niteliği ön planda tutulursa) gerçeğe aykırı ise hâkimin bununla bağlı olup olamayacağı da bu başlıkta ele alınması gereken bir konudur.


HMK 24 (Tasarruf İlkesi) Emsal Yargıtay Kararları


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/20362 Karar : 2018/8762 Tarih : 10.09.2018

  • HMK 24. Madde

  • Tasarruf İlkesi

Hakim tarafların “talep sonuçlarıyla” (HMK m. 24) bağlıdır. Hakim “başka bir şeye” karar veremeyeceği (HMK m. 26) gibi Türk Hukukunu da re`sen uygulamak zorundadır (HMK m. 33).

Davalı-karşı davacı kadın maktu harç yatırarak açtığı karşı davasında davacı-karşı davalı erkeğin boşanma davasının reddine karar verilmesini, boşanmaya karar verildiği takdirde ise lehine tedbir ve yoksulluk nafakası (TMK m. 169-175) ile maddi ve manevi tazminata (TMK m. 174/1-2) karar verilmesini talep ve dava etmiş mahkemece “tarafların boşanma davalarının ayrı ayrı kabulü ile tarafların boşanmalarına” ve boşanmanın fer`ilerine karar verilmiştir. Aleyhine boşanma davası açılmış olan eş, bu dava içinde harca tabi olmaksızın yoksulluk nafakası ile maddi ve manevi tazminat isteyebilecekken, bu isteklerini bağımsız bir dava ile ileri sürmesi halinde nispi harç yatırmak zorundadır. Davalı-karşı davacı kadının usulüne göre açılmış bir boşanma davası da bulunmamaktadır. Davalı-karşı davacı kadın, karşı davasıyla ilgili maktu harç yatırdığına göre, talep edilen yoksulluk nafakası ile maddi ve manevi tazminat miktarları üzerinden nispi peşin harç noksanlığının tamamlanması (Harçlar Kanunu m. 30-32) için davalı-karşı davacıya süre verilmesi, harç noksanlığının tamamlanması halinde karşı davası yönünden hüküm kurulması gerekirken açıklanan yönde işlem yapılmadan, davalı-karşı davacı kadının boşanma talebi bulunmadığı halde yargılamaya devamla yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamış, hükmün tüm yönleriyle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre yeniden hüküm kurulması zorunlu hale gelen davacı-karşı davalı erkeğin boşanma davası ile boşanmanın fer’ilerine ve yargılama giderlerine yönelik diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, duruşma için takdir olunan 1.630 TL vekalet ücretinin Ergin’den alınarak Gamze’ye verilmesine, 1.630 TL vekalet ücretinin ….`den alınarak…e verilmesine, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 10.09.2018 (Pzt.)


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/16742 Karar : 2018/6494 Tarih : 22.05.2018

  • HMK 24. Madde

  • Tasarruf İlkesi

Davalı kadın, davacı erkeğin boşanma davasına yönelik yenileme dilekçesinin tebliğinden sonra verdiği 15.01.2016 tarihli beyan dilekçesiyle boşanmada kusuru olmadığını ancak boşanmayı kabul ettiğini devamla boşanmaya karar verilmesi durumunda nafaka ve ziynet iadesi talebinde bulunmuştur. Davalı kadın tarafından verilen bu dilekçe karşı dava dilekçesi niteliğinde olmadığı gibi, harç yatırılmış olması da bu dilekçesinin karşı dava dilekçesi olarak kabulüne gerektirmez. Hakim iki taraftan birinin talebi olmaksızın kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz (HMK m.24/1). Hakim tarafların talep sonuçlarına bağlıdır, ondan fazlasına veya başka birşeye karar veremez (HMK m.26/1). Kadın tarafından boşanmaya ilişkin açılmış bir karşı dava olmadığı halde, karşı dava var kabul edilerek boşanma kararı verilmesi kanuna açık aykırılık teşkil eder. Bu husus dikkate alınmaksızın yazılı şekilde karar verilmesi usul ve kanuna aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre davacı erkeğin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 22.05.2018 (Salı)


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/7885 Karar : 2018/1717 Tarih : 5.03.2018

  • HMK 24. Madde

  • Tasarruf İlkesi

Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacı, mirasbırakan annesi … ’in maliki olduğu 1, 253, 1131 parsel sayılı taşınmazları dava dışı … Temel’e … Kooperatifinden kredi alması için sonradan iade edilmek üzere bedelsiz olarak satış suretiyle temlik ettiğini, annesinin bu temlikten bir yıl sonra ölmesi nedeniyle taşınmazların … Temel üzerinde kaldığını, … Temel’in de bu taşınmazları muvazaalı olarak üvey kardeşi olan davalı … ’e satış suretiyle temlik ettiğini, bu taşınmazlardan 1 nolu parselin ifraz görerek 1204 ve 1205 nolu parseller olduğunu, davalının bu parselleri dava dışı … Öztopal’a sattığını, yapılan temliklerin muvazaalı olduğunu ileri sürerek, tapunun iptaliyle miras payı oranında adına tescilini, 1 nolu parsel yönünden taşınmazın rayiç değerinden miras payına düşen bedelin davalıdan tahsilini istemiştir.

Davalı, ölümünden önce mirasbırakan annesi ile birlikte yaşadığını, ailece maddi sıkıntı yaşamaları nedeniyle annesinin maliki olduğu taşınmazları … Temel’e sattığını, kendisinin de bu taşınmazların bedelini ödemek suretiyle … Temel’den satın aldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddiaların ispat olunamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden, mirasbırakan … Öz’ün 11.12.1997 tarihinde öldüğü, geride mirasçıları olarak dava dışı çocukları … ve … ile torunları … , … ile davacı oğlu … ve davalı oğlu … ’ın kaldıkları,mirasbırakanın 1, 253, 1131 parsel sayılı taşınmazlarını 28.02.1996 tarihinde dava dışı … Temel’e satış suretiyle devredildiği, … Temel tarafından da 22.09.2006 tarihinde davalı … ’e satış suretiyle temlik edildiği, 1 parsel sayılı taşınmazın ifrazı ile yeni 1204 ve 1205 parsel sayılı taşınmazların oluştuğu, bu taşınmazlardan 1204 parsel sayılı taşınmazın 22.01.2007 tarihinde, 1205 parsel sayılı taşınmazın ise 01.02.2011 tarihinde davalı tarafından dava dışı … Öztopal’a satış suretiyle temlik edildiği sabittir.

Davacının öncelikli iddiası, mirasbırakan annesinin taşınmazlarını … Kooperatifinden kredi alabilmesi için dava dışı … Temel’e bedelsiz olarak devrettiği, daha sonra … Temel tarafından bu taşınmazların davalıya muvazaalı olarak devredildiğine ilişkindir.

Bu durumda; dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden, davanın inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı olarak açıldığı anlaşılmaktadır.

Bilindiği gibi; inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (818 sayılı Borçlar Kanununun (BK) 18. maddesi; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) 97. maddesi) Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK’nin 26 ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.

İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi “ifa uğruna edim” olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da başvurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Sözleşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tutulamayacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde herhangi bir düzenleme olmamasına karşın, inanç sözleşmelerinin yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese olduğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.

Uygulamada mesele, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir.

İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.

Somut olaya gelince; iptal ve tescil davalarının taşınmazın kayıt maliki aleyhine açılması zorunludur. Nitekim, eldeki dava kayıt maliki davalı … aleyhine açılmıştır.

Ancak, somut olayın özelliği itibariyle taşınmazın son maliki bakımından iddianın incelenebilmesi için mirasbırakan ile ilk el durumundaki dava dışı … Temel arasındaki hukuki ilişkinin inançlı işleme dayalı olup olmadığının açıklığa kavuşturulması gerektiğinde kuşku yoktur. Ne var ki, mirasbırakanın çekişme konusu taşınmazı devrettiği ilk el durumundaki … davada yer almamıştır.

Öncelikle belirtilmelidir ki, bir davanın birden fazla kişi tarafından veya birden fazla kişi aleyhine açılabilmesi için aynı tarafta yer alanlar arasında hukuksal bir bağlantının bulunması gerekir. Hukukumuzda bu bağlantı karşılığını dava arkadaşlığı kurumunda bulmakta; zorunlu ve ihtiyari dava arkadaşlığı olmak üzere iki ana başlık altında; zorunlu dava arkadaşlığı da yine kendi içinde maddi ve şekli olmak üzere ikili ayrımla düzenlenmektedir.

Dava konusu olan hak, birden fazla kişi arasında ortak olup da bu hukuki ilişki hakkında mahkemece bütün ilgililer için aynı şekilde ve tek bir karar verilmesi gereken hallerde dava arkadaşlığının maddi bakımdan mecburi olduğunun kabulü gerekir. Diğer bir ifadeyle, bir hakkın birden fazla kişi tarafından birlikte veya birden fazla kişiye karşı kullanılmasının, zorunlu olduğu hallerde, bu hak dava konusu edildiği zaman o hakla ilgili birden fazla kişi zorunlu dava arkadaşı durumundadır. Dava arkadaşlığının hangi hallerde mecburi olduğu maddi hukuka göre belirlenir. Zorunlu dava arkadaşlığında; dava arkadaşları arasındaki ilişki çok sıkı olduğundan, davada birlikte hareket etmek durumundadırlar. Mahkeme ise, dava sonunda zorunlu dava arkadaşlarının hepsi hakkında aynı ve tek bir karar verecektir. Zorunlu dava arkadaşlığında dava konusu olan hak tektir ve dava arkadaşı sayısı kadar müddeabih bulunmamaktadır.

Bazı hallerde ise, birden fazla kişiye karşı birlikte dava açılmasında maddi bir zorunluluk olmadığı halde, kanun; gerçeğin daha iyi ortaya çıkmasını, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin doğru sonuca bağlanmasını sağlamak için, birden fazla kişiye karşı dava açılmasını usulen zorunlu kılmıştır ki, bu durumda şekli bakımdan mecburi dava arkadaşlığı söz konusudur. Böyle bir davada, dava arkadaşları hakkında tek bir karar verilmesi veya dava arkadaşlarının hep birlikte ve aynı şekilde hareket etme zorunluluğunun varlığından söz edilemez.

Açıklanan bu mecburi dava arkadaşlığı halleri dışında ise dava arkadaşlığı ihtiyaridir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun “Mecburi Dava Arkadaşlığı” başlıklı 59.maddesine göre; “(1) Maddi hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hallerde, mecburi dava arkadaşlığı vardır.” hükmü bulunmaktadır.

Şu durumda; maddede açıkça sayılan, dava konusu hak ve borcun ortak olması, birden fazla kişinin ortak bir işlem (örneğin sözleşme) ile borç altına girmiş olması, davanın birden fazla kişi hakkında aynı (veya benzer) sebepten doğmuş olması, hallerinde birden çok kimsenin birlikte dava açması olanaklı olduğu gibi, birlikte aleyhlerine de dava açılabilir.

Hal böyle olunca; mirasbırakandan sonra ilk el durumundaki … Temel’in davada yer almasının sağlanması, ondan sonra yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca mirasbırakan ile … arasındaki temlikin inançlı işlem olup olmadığının açıklığa kavuşturulması, toplanan ve toplanacak deliller birlikte değerlendirilip hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken,eksik inceleme ile yazılı olduğu şekilde hüküm kurulması doğru değildir.

Davacının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 05.03.2018 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

(Muhalif)

-KARŞI OY-

Dava, inançlı işlem hukuki sebebine dayalı tapu iptal ve tescil talebine ilişkindir.

Mahkemece iddiaların usulünce ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Olayların oluş şekline ilişkin sayın çoğunluk ile aramızda bir ayrılık bulunmamaktadır.

Çoğunluk ile uyuşmazlık konusu, somut olayda zorunlu dava arkadaşlığı bulunup bulunmadığı, bir başka ifadeyle davacıdan taşınmazı satın alan ancak davada taraf olmayan … Temel’in resen davaya dahil edilip edilemeyeceğine ilişkindir.

Sayın çoğunluğun ihtiyari ve zorunlu dava arkadaşlığına ilişkin açıklamalarına katılıyorum.

Ancak, çoğunluğun “ miras bırakandan sonra ilk el durumundaki … Temel’in davada yer almasının sağlanması için bu kişi aleyhine dava açılarak birleştirilmesi, bundan sonra muris ile bu davalı arasındaki ilişkinin inançlı işlem olup olmadığının açıklığa kavuşturulması… ” şeklindeki görüşüne katılmak mümkün değildir.

Zorunlu dava arkadaşlığı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 59. maddesinde “ Maddi hukuka göre, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kimseye karşı birlikte ileri sürülmesi ve tamamı hakkında tek hüküm verilmesi gereken hallerde, mecburi dava arkadaşlığı vardır.” denmektedir.

Devam eden 60. maddede ise “mecburi dava arkadaşları ancak birlikte dava açabilir veya aleyhlerine de birlikte dava açılabilir. Bu tür dava arkadaşlığında, dava arkadaşları birlikte hareket etmek zorundadır… ” hükmü bulunmaktadır.

İhtiyari dava arkadaşlığında ise dava arkadaşları birbirinden bağımsız hareket ederler.(58.m)

Yine aynı yasanın 24. maddesinde “Kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz.”, 25.maddede ise “ Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hakim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davaranışlarda dahi bulunamaz… ” demektedir.

Somut olay, tapu iptal tescil davası olup “tarflarca getirilme ilkesine” tabidir. Hiçbir şekilde kamu düzeni ile ilgisi bulunmamaktadır.

Dava, niteliği gereği, dava tarihindeki tapu maliki aleyhine açılmalıdır. Nitekim davacı tapu maliki aleyhine dava açmıştır. Ara malik niteliğindeki şahıs (… Temel) ise olsa olsa ihtiyari dava arkadaşı olur ki ancak davacının talebi ile davalı olabilir. … Temel ile Davalı … birlikte hareket etmek zorunda olmadığı gibi davanın niteliği gereği menfaatleri de çatışmaktadır. Bu davada ispat külfeti davacıya düştüğünden, davanın ispatı açısından önemli olan ara malikin beyanlarının alınması taraflardan birinin lehine olabileceği gibi aleyhine de olabilecektir. Bu durumda yukarıda belirtildiği üzere mahkeme davacıya yol gösterme durumuna düşecek ki usul yasası bunu yasaklamıştır.

Bir başka açıdan ise, dava dışı şahsın davaya katılması mahkeme tarafından isteniyor ise bu hususun yerine getirilmemesi halinde usulü eksiklikten (somut olayda taraf teşkili yapılmadığından) davanın reddedilmesi gerekir ki eldeki davada bunu söylemek mümkün değildir.

Sayın çoğunluk “Bazı hallerde ise, birden fazla kişiye karşı birlikte dava açılmasında maddi bir zorunluluk olmadığı halde, kanun; gerçeğin daha iyi ortaya çıkmasını, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin doğru sonuca bağlanmasını sağlamak için, birden fazla kişiye karşı dava açmasını usulen zorunlu kılmıştır” demekle birlikte bu görüşün yasal dayanağını ortaya koymamıştır.

Açıklanan bu nedenlerle, yerel mahkeme kararında ayrıntılı ve isabetli olarak değerlendirilip tartışılan gerekçelerle davanın reddi yönünde verilen kararın doğru olduğu bu nedenle onanması gerektiği düşüncesiyle sayın çoğunluğun bozma yönündeki görüşüne katılmıyorum.


YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/5614 Karar : 2017/7353 Tarih : 13.06.2017

  • HMK 24. Madde

  • Tasarruf İlkesi

Davacı, ihale yoluyla aldığı hizmet alımlarında davalı şirketler nezdinde çalışan bir kısım işçilerin ücretlerinin ödenmemesi veya eksik ödenmesinden dolayı dava dışı işçilerin ilgili şirket ve kendileri aleyhine açtıkları davalar sonucu verilen kararlar gereği dava dışı işçilere davacı tarafından ödenen toplam 7.887,44 TL’nin sorumlulukları oranında davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalılar ve dahili davalı, alacağın zaman aşımına uğradığını, dava dışı işçinin açtığı davada ihbar külfetinin yerine getirilmemesi nedeni ile alacaktan sorumlu tutulamayacaklarını, dava dışı işçinin 1 seneden az çalışması olduğu için kıdem tazminatı talep edemeyeceğini beyanla davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuşlardır.

Mahkemece, davanın kısmen kabulüne dair verdiği kararın dairemizce 2012/14859 Esas, 2012/18550 Karar Sayılı ilamı ile 10.9.2012 tarihinde, davanın aralarındaki hukuki ilişki itibariyle taraflar arasında T.T.K. 4. ve 5. maddelerine göre mutlak ticari dava olmadığına göre mahkemece işin esasına girilerek sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken mahkemenin görevsizliğine karar vermesi usul ve yasaya aykırıdır gerekçesiyle bozulması üzerine, bozma kararına uyularak yapılan yargılama neticesinde davanın kısmen kabulü ile davacının talebini içeren davanın davalı … Tem. Tur. Gıda Ltd. Şti ve dahili davalı … İnş. Tem. Taah. Tic. AŞ. yönünden kabul ile 7.887,44TL’nin (3.706,49 TL’sinin … Tem. Tur. Gıda Ltd. Şti’nden, 4.180,95 TL’sinin ise …den olmak üzere) ödeme tarihleri olan 6.992,36 TL için 18.04.2011, 895,08 TL için 26.05.2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsili ile davacıya verilmesine, davalı … İnş. Yemek. San. Tem. Ltd. Şti yönünden reddine, davalı tarafın usulünce açılmış karşı davası bulunmadığından talepleri ile ilgili karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş; hüküm dahili davalı ve davalılar tarafından temyiz edilmiştir.

1-Davacı eldeki dava ile, yapmış olduğu hizmet alım ihaleleri neticesinde davalılar … Tem. Tur. Gıda Ltd. Şti ve Kantekin İnş. Yemek. San. Tem. Ltd. Şti tarafından çalıştırılan dava dışı işçilerin işçilik alacaklarının bulunması nedeniyle bu işçilere ödeme yapmak zorunda kaldığını ileri sürerek bu ödemelerin davalılardan tahsili talebinde bulunmuştur. HMK 24/2 maddesinde “Kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz.” şeklinde hüküm yer almaktadır. HMK 114. maddesi gereğince taraf ehliyeti dava şartı olup, mahkemece resen gözetilir. Davacı tarafından usulüne uygun olarak açılmış bir dava bulunmadan gerçek ya da tüzel kişiler davaya dahil edilerek aleyhlerine hüküm kurulması mümkün değildir. Somut olayda davacı, mahkemeye ibraz ettiği dava dilekçesinde davalı olarak yalnızca … Tem. Tur. Gıda Ltd. Şti ve Kantekin İnş. Yemek. San. Tem. Ltd. Şti’nden talepte bulunmuştur. … İnş. Tem. Taah. Tic. A.Ş. yönünden davacı tarafın dava dilekçesinde talebi olmadığı halde sonradan sunduğu dilekçe ile davaya dahil edilmesini talep etmesi üzerine mahkemece davaya … İnş. Tem. Taah. Tic. A.Ş. dahili davalı olarak dahil edilerek karar verilmiştir. Davalılar arasında kanunun aradığı şekilde zorunlu dava arkadaşlığı da bulunmamaktadır. Davacı, … İnş. Tem. Taah. Tic. A.Ş.’nin de davaya dahil edilmesini istemiş ise de, hukuki nitelendirme hakime ait olup usule aykırı olarak … İnş. Tem. Taah. Tic. A.Ş.’nin davaya dahil edilerek yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

2-Bozma nedenine göre davalıların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine bu aşamada gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenle davalı tarafın sair temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/III-1 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 13/06/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/5537 Karar : 2017/3127 Tarih : 11.04.2017

  • HMK 24. Madde

  • Tasarruf İlkesi

Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde davanın kabulüne karar vermiştir.

Hükmün, davalı Kurum avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Eski eşiyle 20.05.2009 tarihinde boşanmasını takiben 1479 sayılı Yasa kapsamında sigortalı olup da 10.09.1980 tarihinde vefat etmiş olan babası üzerinden hak sahibi sıfatıyla 08.03.2010 taihli tahsis talebine davalı kurumca yapılan inceleme sonrasında tutulan denetmen raporu ile halen ayrı yaşamadıklarının belirlenmesi nedeniyle reddedilmesinin ardından 02.07.2012 tarihli tahsis talebinin de reddedilmesi nedeniyle açıldığı anlaşılan eldeki davada, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş ise de verilen kararın eksik araştırma ve yanılgılı değerlendirmeye dayalı olduğu anlaşılmaktadır.

5510 sayılı Kanunun 56’ncı maddesinin ikinci fıkrasına dayalı açılan bu tür davalarda eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun tüm açıklığıyla ve özellikle taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu dönem yönünden ortaya konulması önem arz etmektedir. Bu aşamada,özellikle Anayasa`nın 20., 5510 sayılı Kanunun 59., 100., 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri Ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 28., 45., 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 3., 45 – 53., 4857 sayılı İş Kanununun 32., 01.10.2011 günü yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 6., 24 – 33., 189., 190., 191., 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 6., 19., 20., maddeleri ve diğer ilgili mevzuat hükümleri göz önünde bulundurulmak suretiyle yöntemince araştırma yapılmalı, tarafların göstereceği tüm kanıtlar toplanmalı, bildirilen ve dinlenilmesi istenilen tanıkların ifadeleri alınmalı, davacı ile boşandığı eşinin yerleşim yerlerinin saptanmasına ilişkin olarak; muhtarlıktan ikametgah senetleri elde edilmeli, ilgili Nüfus Müdürlüklerinden sağlanan nüfus kayıt örnekleri ile yerleşim yeri ve diğer adres belgelerinden yararlanılmalı, adres değişiklik ve nakillerine ilişkin bilgilere ulaşılmalı, özellikle ilgili Nüfus Müdürlüğü’nden adres hareketleri, tarihleriyle birlikte istenilmeli, ilgililerin su, elektrik, telefon aboneliklerinin hangi adreste kimin adına tesis edildiği saptanmalı, seçmen bilgi kayıtları getirtilmeli, varsa çalışmaları nedeniyle resmi/özel kurum ve kuruluşlara verilen belgelerde yer alan adresler dikkate alınmalı, boşlanılan eş 4857 sayılı Kanun hükümleri kapsamında yer almakta ise adına ödeme yapılabilecek özel olarak açılan banka hesabı bulunup bulunmadığı belirlenmeli,davacının kiracı olarak kaldığı iddiası bakımından kira sözleşmesi olup olmadığı, var ise, bu kira sözleşmesinin kim tarafından imzalandığı, kira bedellerinin kim tarafından nasıl yatırıldığı araştırılmalı, 2009 yılından itibaren görev yapan anılan mahalleler muhtar ve azalarının tanık sıfatıyla bilgi ve görgülerine başvurulmalı, 26.03.2010 tarihinde düzenlenen tutanak içerikleri dikkate alınmalı, böylelikle “boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama” olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği, toplanan kanıtlar ışığı altında değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre hüküm kurulmalıdır.

Diğer taraftan, uyuşmazlığın çözümü açısından özellikle belirtilmelidir ki, 5510 sayılı Kanunun 59 ve 100. maddeleri uyarınca Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi kanıtlanıncaya kadar geçerlidir. Diğer bir anlatımla, yetkili kişilerce düzenlenen ve tarafların ihtirazi kayıt koymaksızın imzaladığı tutanaklar aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olup, aksi ancak yazılı delille kanıtlanabilir.

Ne var ki, aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olan “tutanaklar” ile ifade edilen; Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından belgelere dayalı olarak düzenlenmiş olanlar ile belgeye dayalı olmamakla birlikte düzenlenmesinde hazır bulunan işveren, işçi veya üçüncü kişi beyanları uyarınca düzenlenerek doğruluğu ilgili kişilerin imzaları ile tasdik edilen ve imza inkârına konu olmayan tutanaklardır.

Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından yapılan incelemelere dayalı tutanakların değerlendirildiği ve varılan sonucun yazıya geçirildiği raporların, sadece memur veya müfettiş tarafından düzenlenmiş olmaları, anılan raporların 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92/son maddesi ile 5510 sayılı Kanunun 59 ve 100. maddeleri kapsamında aksinin yazılı delille kanıtlanması gereken belgeler olarak kabulleri için yeterli değildir.

Buna göre, özellikle, rapor veya ekli tutanaklarda imzası bulunmayanlar yönünden, söz konusu tutanakların aksinin yazılı delille kanıtlanması yükümünden söz etmek mümkün değildir.

Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları ve iş müfettişi raporlarının, rapora dayanak alınan tutanaklar ile birlikte değerlendirilmesi ve ancak belirtilen nitelikteki ekli tutanakların anılan Kanun kapsamında aksi sabit oluncaya kadar geçerli belge olduğunun kabulü, değinilen yasal düzenlemeler karşısında zorunludur.

Eldeki davada ise, davacı hakkında, davacının ilk tahsis talep ettiği tarihte belirlenen Şehitler Mahallesi muhtarının Kurum denetmenine verdiği beyan ile, yargılamada alınan beyanı arasındaki açık çelişkinin giderilmesi, davacı ile boşandığı eşinin adres kayıtları farklı çıkmış olsa da, eski eş hakkında mahkemece banka kayıtlarının araştırılması esnasında bankalardan gelen yazı cevaplarına göre eski eşin galericilik yaptığı ve şehitler mahallesindeki davacının ikamet ettiği adresin belirtilmesi nedeniyle, hem davacı, hem de eski eş hakkında dosya arasındaki tüm adresler bakımından ve bu arada …Köyü Muhtarlığı`ndan kaldığı adresin komşu ve eski eşin Turgutlu İlçesinden beyan ettiği adreslerin her birinde yakın komşulardan ayrıntılı bir araştırma yapılması ile mümkünse bankalardan eski eşin adreslerini beyan tarihlerinin araştırılması, davacının 29.06.2012 tarihindeki adres değişikliği gerçekleştirdiği yer (Özyurt Mahallesi) bakımından da aynı şekilde komşu ve muhtarlardan tanıklar tespit edilerek beyanlarına başvurulması, davacı ile eski eşinin 01.10.2008 tarihinden sonraki seçim kayıtları ile medula sistemi üzerindeki adres kayıtlarının mahkemece araştırılması ile davacının boşandıktan sonra kaldığı anlaşılan evin eski eşe ait olup olmadığı, bu arada davacı ve eski eşi hakkında hem köyde hem de … Mahallesinde yapılan araştırma ile 12.07.2012 ve 19.07.2012 tarihlerinde tutulan jandarma tutanaklarının onaylı bir örneği ile bu adreslerin kapatılma nedenlerinin ve sonraki adres beyanlarının araştırılması ile son adreslerinin ayrı ayrı tespiti ile yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde ayrıntılı bir araştırma ile boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama” olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği, toplanan kanıtlar ışığı altında dava değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre hüküm kurulmalıdır.

Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece eksik inceleme ve araştırma sonucu davanın reddine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir

O hâlde, davalı Kurum avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları nazara alınmalı ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 11.04.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 23. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/6008 Karar : 2017/919 Tarih : 23.03.2017

  • HMK 24. Madde

  • Tasarruf İlkesi

Davacı vekili, müvekkilinin davalı-borçlu …‘in kullanmış olduğu ihtiyaç kredisinden doğan borcu nedeniyle hakkında Kozan İcra Müdürlüğü’nün 2014/2096 E. sayılı dosyasından takibe geçildiğini, ödeme emri kesinleştikten sonra borçlunun çalışmakta olduğu … Posta İşletme Merkezi Müdürlüğü’nden almakta olduğu maaşının haczi için yazılan yazıya verilen cevapta maaş haczinde davalı alacaklı dosyasının birinci sırada bulunduğunu bildirdiklerini, işbu yazı cevabının İİK’nın 138 ve devamında düzenlenen sıra cetveli yerine geçeceğini, davalı alacaklının takip dayanağını oluşturan bononun gerçeği yansıtmadığını, gerçekte böyle bir alacak borç ilişkisi olmadığını ileri sürerek, maaş haczinde alacaklarının birinci sıraya alınmasını talep ve dava etmiştir.

Davalı … vekili ve …, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, tüm dosya kapsamına ve benimsenen bilirkişi raporuna göre; sıra cetveline itirazın yedi gün içinde takibin icra edildiği yer mahkemesinde yapılacağı, icra takibi Cihanbeyli İcra Müdürlüğü’nün 2014/136 E. sayılı dosyası olduğundan görevli ve yetkili mahkemenin Cihanbeyli Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu gerekçesiyle, yetkisizlik kararı verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

İİK’nın 140/1. maddesinde İcra Müdürlüğü’nce hangi hallerde haciz sıra cetveli düzenleneceği belirtilmiştir. Maddeye göre haciz sıra cetvelinin düzenlenebilmesi için satış tutarının bütün alacaklıların alacağını tamamen ödemeye yetmemesi gerekir. Bu madde uyarınca düzenlenen bir sıra cetvelinde, hacizlere ilişkin takip dosyası (takip tarihi, haciz tarihi, alacak miktarı gibi) bilgilerine, ipotek veya hapis hakları varsa bu hakların tesis edildiği tarihlere ve dayanak bilgilerine yer verilmesi gerekir. Somut olayda, icra dosyasına intikal etmiş bir para bulunmamaktadır. İİK’nın 83/2. madde hükmüne göre, maaş üzerinde birden fazla haciz varsa bunlar İcra Müdürlüğü’nce sıraya konur ve sırada önde olan haczin kesintisi bitmedikçe sonraki haciz için kesintiye geçilemez. Açıklanan bu durum karşısında İcra Müdürlüğünce yapılan maaş hacizlerinin ve yapılması gereken kesintilerin İİK’nın 355. madde hükmü uyarınca bildirilmesi üzerine … Posta İşletme Merkezi’nce bu madde hükmü uyarınca düzenlendiği anlaşılan ve maaş hacizleri ile ilgili yapılan sıralamanın İİK’nın 140/1. maddesinde tanımlanan sıra cetveli niteliğinde olduğundan söz edilemez. Dairemizin 14.01.2014 tarih ve 2013/7887 E., 2014/82 K. sayılı ilamı bu yöndedir.

Bu durumda mahkemenin Posta Müdürlüğü’nce yapılan bu sıralamanın İİK’nın 140/1. maddesi uyarınca İcra Müdürlüğü’nce düzenlenen sıra cetveli niteliğinde olduğu kabul edilerek, aynı Kanun’un 142/1. maddesi uyarınca yetkili mahkemeyi belirlemesi doğru olmamıştır. Zira, 04.06.1958 gün ve 15/6 sayılı İBK’da da belirlendiği gibi, HMK’nın 24/1, 25, 26,30 ve 33. (HUMK’nın 74,75 ve 76.) maddeleri gereğince hakim, tarafların ileri sürdükleri maddi vakıalar, bunlara bağlı netice-i taleplerle bağlı ve fakat hukuki tavsiflerle bağlı olmayıp, kanunları re’sen uygulamakla ve neticeye vardırmakla yükümlüdür.

Bu durumda mahkemece, davanın dava tarihi itibariyle yürürlükte bulunan 6098 sayılı TBK’nın 19. (818 sayılı BK’nın 18 ) maddesinde düzenlenmiş muvazaa iddiasına dayalı iptal istemine ilişkin olduğunun kabulü ile uyuşmazlıkta HMK’nın 5. ve devamı maddeleri uyarınca yetkili mahkemenin … Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu gözetilerek uyuşmazlığın esasının çözümlenmesi gerekirken, davanın tavsifinde yanılgıya düşülerek, yazılı şekilde hüküm kurulması, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün, davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 23.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/9439 Karar : 2016/20193 Tarih : 3.11.2016

  • HMK 24. Madde

  • Tasarruf İlkesi

Davacı, oğlunun trafik kazası nedeni ile uğradığı maddi ve manevi tazminat alacağının tahsili için açılan davada davalının avukatlığını yaptığını ileri sürerek, belirsiz alacak olarak vekalet ücreti alacağının tesbiti ile şimdilik 1.000 TL.nin faizi ile ödetilmesini istemiştir.

Davalıya tebligat çıkartılmamıştır.

Mahkemece, belirsiz alacak davalarında dilekçede belirtilen geçici değer 3.480,00 TL nin altında olduğundan davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine, davacının Tüketici Hakem Heyeti Başkanlığına müracaat etmekte muhtariyetine karar verilmiş; hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 1.000 TL nin tahsili istemiyle eldeki davayı açmıştır.

Dava, kısmi alacak istemine ilişkindir. Kural olarak alacaklı, alacağının tümü için dava açmak zorunda olmayıp, alacağının belli bir bölümünü dava konusu yapabilir. Zira; hiç kimse kendi lehine olan davayı (tam dava) açmaya zorlanamaz.(HMK m.24/2) Bu bağlamda davacının alacağının şimdilik belli bir kesimi için açtığı davaya, kısmi dava denilir. Kısmi dava 6100 sayılı HMK’nun 109. maddesinde düzenlenmiş olup, maddenin birinci fıkrasında; “Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir” denilmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında yer alan “Talep konusunun miktarı, taraflar arasında tartışmasız veya açıkça belirli ise kısmi dava açılamaz.” düzenlemesi ise 11.04.2015 tarihli, 29323 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 01.04.2015 tarihli 6644 numaralı Yargıtay Kanunu ile Hukuk Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 4. maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır. Usul kanunlarının yürürlüğe girdikleri tarihten itibaren meydana gelen olaylara uygulanmasına derhal (hemen) uygulama ilkesi adı verilmektedir. Derhal uygulama ilkesi gereğince yeni kanun, yürürlüğe girdikten sonraki olay ve işlemlere uygulanmakta ve geçmişe yürümemektedir. Hukuk yargılamasında, kanun değişikliklerinde ilke “derhal uygulama” dır. Bu ana kurala bağlı kalınarak, eski kanun zamanındaki usul işlemleri, eski kanuna göre sonuçlanmalı, sonuçlanmamış işlemlere ise yeni kanun uygulanarak sonuçlandırılmalıdır. Bu ilkeler gözetilerek somut olaya bakıldığında; karar tarihi itibariyle mahkemenin dayandığı HMK`nun 109/2 maddesi yürürlükten kaldırılmış olup, derhal uygulama ilkesi gereğince eldeki davada da uygulama olanağı kalmamıştır.

Kaldı ki, Tüketici Hakem Heyetleri Yönetmeliği`nin 22/1.maddesine göre de; Tüketici hakem heyeti, uyuşmazlık ile ilgili karar verirken tarafların talebiyle bağlıdır. Ancak başvurunun yapıldığı tarihte uyuşmazlık miktarının tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olmadığı durumlarda, başvuru sahibinin hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktarı belirtmesi ve inceleme sürecinde uyuşmazlık miktarının bilgi veya belgelerle tam olarak tespit edilmesi halinde talep edilen miktardan daha fazlasına veya daha azına tüketici hakem heyetince karar verilebilir. Verilen kararın her hâlükârda 6 ncı maddede belirtilen ve tüketici hakem heyetinin görev alanını belirten parasal sınırlar dâhilinde olması gerekir. Tüketici hakem heyetince yapılan inceleme neticesinde, alacak miktarının tüketici mahkemesinin görev alanına girmesi halinde de tüketici hakem heyetinin artık bu uyuşmazlığa bakması mümkün olmayıp, tüketici mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle başvurunun reddine karar verilmesi gerekecektir.

Hal böyle olunca mahkemece davanın esasına girilerek hasıl olacak sonuca göre bir karar vermek gerekirken yanlış değerlendirme ile yazılı şekilde davanın usulden reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz edilen hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 03/11/2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/18815 Karar : 2015/12864 Tarih : 23.06.2015

  • HMK 24. Madde

  • Tasarruf İlkesi

Davacı vekili, davalı işyerinde kapıcı olarak 07/01/2008-30/03/2012 tarihleri arası çalıştığını, çalıştığı süre boyunca sigortasının yapılmadığını, iş akdine işverence haksız olarak son verilmesine rağmen yasal haklarının ödenmediğini iddia ederek kıdem ve ihbar tazminatı ile ücret, ulusal bayram genel tatil, fazla mesai , hafta tatili ve yıllık izin alacaklarının tahsilini talep etmiştir.

Davalı davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece davacının çalışmalarının sigortasız olduğu, öncelikle çalışmanın varlığının kanıtlanması için hizmet tespiti davası açılması, hizmetin varlığı kanıtlandıktan sonra alacaklar yönünden araştırma yapılması gerektiği, davacı taraf hizmet tespiti davası açmayacaklarını bildirdiğinden davanın ispatlanamadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı işçi alacak davası açmış olup, HMK.’nun 24/2. maddesi gereğince hiç kimse dava açmaya zorlanamaz. Hizmet tespiti davası sosyal güvenlik hakkını ilgilendirir. Bir kişinin işçi sayılması için mutlak surette ..`lı çalışması gerekmez.

Hizmet tespiti davası açılması zorunlu olmadığından açılan davanın toplanacak delillere göre esastan değerlendirilmesi gerekir. Mahkemece davacının davasını ispatlayamadığı gerekçesiyle dava reddedilmiş ise de, davacı tanık beyanları ve dosyada bulunan apartman karar defterlerinde davacının sigortasız olarak çalıştığı, apartman işlerinin davacı tarafından görüldüğüne ilişkin delillerin fiili çalışma olgusunu ortaya koyduğu dikkate alınmadan bu deliller değerlendirmeye tabi tutulmadan eksik inceleme ile karar verilmesi hatalı olup bozma nedenidir.

Öte yandan; 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununun 27. maddesinde ana gayrimenkulün kat malikleri kurulunca yönetileceği, 34. maddesinde kat maliklerinin , ana gayrimenkul yönetimini kendi aralarından veya dışardan seçecekleri bir kimseye veya üç kişilik bir kurula verebilecekleri bu kimseye “yönetici”, kurula da “yönetim kurulu” deneceği, ana gayrimenkulün sekiz veya daha fazla bağımsız bölümü var ise yönetici atanmasının mecburi olduğu, ana gayrimenkulün bütün bölümlerinin bir kişinin mülkiyetinde ise malikin kanunen yönetici durumunda olacağı, 35. maddesinde yöneticinin ana gayrimenkulün tümünü ilgilendiren tebligatı kabul edeceği, 20. maddesinde kat maliklerinin her birinin aralarında başka bir anlaşma olmadıkça kapıcı, kaloriferci, bahçıvan ve bekçi giderlerine eşit olarak, ana gayrimenkulün sigorta giderlerine arsa payları oranında katılacakları, 4857 sayılı Yasa’nın 110. maddesi gereğince ..`nca çıkarılan ve 03.03.2004 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan Konut Kapıcıları Yöneticiliğinin 3. maddesinde “işverenin” Konutun maliki ve ortaklarını, “yöneticinin” işveren vekili olarak hareket eden kişiyi ifade edeceği, 4. maddesinde konut yöneticisinin İş Kanunu ve bu Yönetmelik hükümlerinin uygulamasında ve yargı uyuşmazlıklarında işverenin temsilcisi olduğu bildirilmiştir.

Kat mülkiyeti kurulmamış ortak konutta ortakların anlaşarak yönetici şeklinde işveren vekili görevlendirmelerine kanunen bir engel yoksa da 634 sayılı Kanunun 34. maddesi gereğince seçilen yöneticinin işveren vekili olarak yargı uyuşmazlıklarında işvereni temsil edebilmelerine karşın, işveren vekili sayılan böyle idari şekilde atanmış yöneticinin işvereni mahkemelerde temsil yetkisi yoktur.

Gerek işçilik alacakları gerekse hizmet tespitine ilişkin davalar işveren vekili olan yöneticiyi hasım göstererek açılabilirse de dava sonucunda hüküm yönetici hakkında değil hüküm yerinde işveren olan kat malikleri belirtilip kat maliklerinin yönetim planında aksi belirtilmemiş ise eşit oranda sorumlu tutulmaları gerekir.

Kat mülkiyeti kurulmamış gayrimenkullerde davanın tüm ortaklara veya kat mülkiyeti kurulmakla birlikte yönetici veya yönetim kurulu oluşturulmamış gayrimenkullerde ise kat malikleri kuruluna (tüm kat maliklerine) karşı açılması gerekir.

Mahkemece hükmün kat malikleri hakkında kurulacağı da gözetilmelidir.

Sonuç:

Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenle ( BOZULMASINA ), peşin alınan temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, oybirliğiyle karar verildi


YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/18850 Karar : 2015/12246 Tarih : 16.06.2015

  • HMK 24. Madde

  • Tasarruf İlkesi

1-Davacı vekili, davacının Ekim 2005 tarihinden 17/06/2013 tarihine kadar kapıcı olarak çalıştığını, sigortasının yapılmadığını, iş sözleşmesinin haksız feshedildiğini iddia ederek kıdem ve ihbar tazminatı ile ücret, ulusal bayram genel tatil, hafta tatili, yıllık izin alacaklarının tahsilini talep etmiştir.

Davalı davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece davacının çalışmalarının sigortasız olduğu, öncelikle çalışmanın varlığının kanıtlanması için hizmet tespiti davası açılması, hizmetin varlığı kanıtlandıktan sonra alacaklar yönünden araştırma yapılması gerektiği, davacı taraf hizmet tespiti davası açmayacaklarını bildirdiğinden davanın ispatlanamadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiştir.

Davacı işçi alacak davası açmış olup, HMK.’nun 24/2. maddesi gereğince hiç kimse dava açmaya zorlanamaz. Hizmet tespiti davası sosyal güvenlik hakkını ilgilendirir. Bir kişinin işçi sayılması için mutlak surette ..`lı çalışması gerekmez.

Hizmet tespiti davası açılması zorunlu olmadığından açılan davanın toplanacak delillere göre esastan değerlendirilmesi gerekir. Mahkemece davacının hizmetin varlığını ispatlayamadığı gerekçesiyle dava reddedilmiş ise de, davalının cevap dilekçesinde bildirdiği deliller değerlendirmeye tabi tutulmadan ayrıca dosya içeriğinden davacının eşi ..`in davalı apartmanda kapıcı olarak çalıştığı ve bu nedenle alacak davası açtığı da anlaşılmakla, dava dosyası getirtilerek incelendikten sonra karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile karar verilmesi hatalı olup bozma nedenidir.

2- Öte yandan 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununun 27. maddesinde ana gayrimenkulün kat malikleri kurulunca yönetileceği, 34. maddesinde kat maliklerinin , ana gayrimenkul yönetimini kendi aralarından veya dışardan seçecekleri bir kimseye veya üç kişilik bir kurula verebilecekleri bu kimseye “yönetici”, kurula da “yönetim kurulu” deneceği, ana gayrimenkulün sekiz veya daha fazla bağımsız bölümü var ise yönetici atanmasının mecburi olduğu, ana gayrimenkulün bütün bölümlerinin bir kişinin mülkiyetinde ise malikin kanunen yönetici durumunda olacağı, 35. maddesinde yöneticinin ana gayrimenkulün tümünü ilgilendiren tebligatı kabul edeceği, 20. maddesinde kat maliklerinin her birinin aralarında başka bir anlaşma olmadıkça kapıcı, kaloriferci, bahçıvan ve bekçi giderlerine eşit olarak, ana gayrimenkulün sigorta giderlerine arsa payları oranında katılacakları, 4857 sayılı Yasa’nın 110. maddesi gereğince ..`nca çıkarılan ve 03.03.2004 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan Konut Kapıcıları Yöneticiliğinin 3. maddesinde “işverenin” Konutun maliki ve ortaklarını, “yöneticinin” işveren vekili olarak hareket eden kişiyi ifade edeceği, 4. maddesinde konut yöneticisinin İş Kanunu ve bu Yönetmelik hükümlerinin uygulamasında ve yargı uyuşmazlıklarında işverenin temsilcisi olduğu bildirilmiştir.

Kat mülkiyeti kurulmamış ortak konutta ortakların anlaşarak yönetici şeklinde işveren vekili görevlendirmelerine kanunen bir engel yoksa da 634 sayılı Kanunun 34. maddesi gereğince seçilen yöneticinin işveren vekili olarak yargı uyuşmazlıklarında işvereni temsil edebilmelerine karşın, işveren vekili sayılan böyle idari şekilde atanmış yöneticinin işvereni mahkemelerde temsil yetkisi yoktur.

Gerek işçilik alacakları gerekse hizmet tespitine ilişkin davalar işveren vekili olan yöneticiyi hasım göstererek açılabilirse de dava sonucunda hüküm yönetici hakkında değil hüküm yerinde işveren olan kat malikleri belirtilip kat maliklerinin yönetim planında aksi belirtilmemiş ise eşit oranda sorumlu tutulmaları gerekir.

Kat mülkiyeti kurulmamış gayrimenkullerde davanın tüm ortaklara veya kat mülkiyeti kurulmakla birlikte yönetici veya yönetim kurulu oluşturulmamış gayrimenkullerde ise kat malikleri kuruluna (tüm kat maliklerine) karşı açılması gerekir.

Hükmün kat malikleri hakkında kurulacağı da gözetilmelidir.

Sonuç:

Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı nedenle ( BOZULMASINA ), peşin alınan temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2012/33180 Karar : 2014/25568 Tarih : 8.09.2014

  • HMK 24. Madde

  • Tasarruf İlkesi

Somut olayda davacı, davalı Okul Aile Birliği tarafından kaloriferci olarak asgari ücretle 15.10.2006 günü iş sözleşmesi ile çalıştırılmaya başlanmıştır.

17.07.2007 tarihli istifa dilekçesinde davacı, kendi isteği ile işten ayrıldığını ve hiçbir alacağının kalmadığını beyan etmiş, 03.09.2007 gününde tekrar işe girişi bildirilmiş; davacı, 01.08.2007 tarihinde yine istifa dilekçesi vermiş, aynı gün tekrar işe girişi bildirilmiş ve 21.10.2008 günlü istifa dilekçesini düzenlemiş; 05.11.2008 tarihinde davacının tekrar işe girişi bildirilmiş, en son 30.06.2009 gününde, belirli süreli iş sözleşmesinin sona ermesi sebebiyle işveren tarafından davacının işten ayrılışı yapılmıştır.

Davacı, baştan beri aralıksız olarak çalıştığını, yaz aylarında maaş ödememek için iradesi dışında istifa dilekçeleri alındığını iddia ederek, kıdem-ihbar tazminatının ödetilmesini istemiştir.

Mahkemece, davacının aralıklı çalıştığı, iş sözleşmelerinin istifa ile sona erdii gerekçesi ile kıdem-ihbar tazminatı taleplerinin reddine karar verilmiştir.

Dosyadaki istifa dilekçelerinin gerçeği yansıtmadığı, okulun tatile girdiği dönemlerde düzenlenip okul açılışında davacının tekrar işe girişinin bildirildiği ve davacının yaptığı işin niteliği dikkate alındığında belirli süreli iş sözleşmesi ile çalışmasını gerektirecek objektif bir neden bulunmaması dikkate alındığında istifa dilekçelerinin geçersiz sayılarak davacının iş sözleşmesinin işverence haksız feshi sebebiyle kıdem tazminatı ve ihbar tazminatı taleplerinin kabulü gerekirken, mahkemece, istifa dilekçelerine değer verilmesi ve akdin belirli süreli kabul edilmesi hatalıdır.

Somut olayda, davacı işçinin fazla çalışma ücreti isteklerinin kabulüne karar verilmiştir.

Mahkemece, tanık beyanına göre belirlenen fazla çalışma ücreti ve genel tatil ücreti alacaklarından takdiri indirim yapılmadan hüküm kurulması isabetsizdir.

6100 Sayılı HMK’nın 24. Ve 26.maddelerinde düzenlenen tasarruf ilkesine göre, hakim, tarafların talebi olmadan bir uyuşmazlığı kendiliğinden inceleyemez ve karara bağlayamaz. Kanunda açıkça belirtilmedikçe hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya ve icra takibini yapmaya zorlanamaz. Hakim, bir davada tarafların talep sonuçları ile bağlıdır; talepten fazlasına veya talepten başka bir şeye karar veremez. Ancak duruma göre, talepten daha azına karar verilebilir. Hakimin, tarafların talepleriyle bağlı olmadığına dair kanun hükmü veya kamu düzenini ilgilendiren bir durum varsa bu kural uygulanmaz. Örneğin, sosyal güvenlik hakkı, Anayasa ile güvence altına alınmış vazgeçilemez temel sosyal haklardandır. Bu sebeple, hizmet tespiti davalarında davadan feragat geçersizdir. Yine bütün davalarda yargılama giderleri, harç ve vekalet ücreti konusunda tarafların bir talebi olmasa dahi, mahkeme, kamu düzenini ilgilendiren bu konularda re`sen hüküm kurmak zorundadır.

Somut olayda davacı, dava konusu alacaklar için dava dilekçesinde faiz istemiş, ancak ıslah dilekçesinde faiz talep etmemiştir.

Mahkemece, talep aşılarak, ıslah ile artırılan alacak miktarlarına faiz yürütülmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Mahkemece, 492 sayılı Harçlar Kanunu`nun 13/I maddesine göre harçtan muaf olan davalı Bakanlığın harca mahkum edilmesi isabetsizdir.

Karar tarihinde yürürlükte olan tarifenin 12.maddesine göre taraflar lehine hükmedilen vekalet ücretinin nispi olması gerekirken, mahkemece, maktu vekalet ücretine hükmedilmesi de hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.

Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı nedenlerden dolayı ( BOZULMASINA ) peşin alınan temyiz harcının istek haline ilgiliye iadesine, oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas: 2015/22-2757 Karar: 2017/824 Tarih: 19.04.2017

  • HMK 24. Madde

  • Tasarruf İlkesi

Taraflar arasındaki “fazla çalışma alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İskenderun İş Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 10.04.2012 gün ve 2011/138 E., 2012/392 K. sayılı kararın davalı … vekili tarafından temyizi üzerine, Yargıtay 22. Hukuk Dairesinin 10.07.2012 gün ve 2012/12378 E., 2012/16406 K. sayılı kararı ile;

(… Davacı, asıl işveren belediyede taşeron alt işveren işçisi olduğunu belirtip, çalıştığı süre içerisinde yaptırılan fazla mesainin ücretlerinin ödenmediğini iddia ederek fazla mesai ücret alacağı talebinde bulunmuştur.

Davalı … ise, ihale makamı olduğunu, davacı ile aralarında iş sözleşmesi bulunmadığını, davacının taşeron işçisi olduğunu, iddia edilen talepten belediyenin sorumlu tutulamayacağını savunarak davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, bilirkişi tarafından tanık sözlerine dayanılarak hesaplanan fazla mesai ücretleri hüküm altına alınmıştır.

Hüküm, davalı tarafça temyiz edilmiştir.

Dosyadaki bilgi ve belgelere göre, davacının davalı belediyede, alt işveren işçisi olarak çalıştığı anlaşılmaktadır. Asıl işverenin, işçinin ödenmeyen hak ve alacaklarından alt işverenle birlikte sorumluluğu kanun gereği olmakla birlikte davacıyı çalıştıranın alt işveren olduğu tartışmasızdır. Bu sebeple davacı hakkındaki bilgi ve belgeler onu çalıştıran alt işverenden getirtilmeden doğru bir sonuca varılması mümkün değildir. Dava konusu uyuşmazlıkta, dava alt işverene ihbar olunmadığı gibi, alt işverenin davalı safında davaya katılması yönüne de gidilmemiştir. Dairemizin yerleşik kararlarında, asıl işveren alt işveren ilişkisinin söz konusu olduğu durumlarda başka uyuşmazlıkların doğmasını önlemek ve gerçeğe uygun sonuca varılabilmesi için alt işverenin de davaya davalı olarak katılması içtihat edinilmiştir. Bu itibarla, öncelikle davacının çalışmasının geçtiği alt işverenler de davaya davalı olarak dahil edilmeli ve bu şekilde taraf teşkili sağlanmalı, davaya dahil edilen alt işverenlere delillerini bildirmeleri için süre verilmeli, bildirecekleri delillerin toplanması yoluna gidilmelidir.

Yukarıda belirtilen açıklamalara ilave olarak, yargılama sırasında bilgisine başvurulan tanık beyanlarından, temizlik işçilerinin vardiyalı olarak çalıştırıldıkları anlaşıldığından bu konuda ve ayrıca davacı ve arkadaşlarının alt işveren işçisi olarak çalışmaları hakkında belediyede tutulmuş kayıt ve belgeler getirtilmeli, belediye ve alt işveren arasında düzenlenmiş hizmet alım sözleşmelerindeki şartlarda dikkate alınarak günlük çalışma süresinin belirlenmesi yoluna gidilmeli, nihayet tüm bu bilgi ve belgeler toplandıktan sonra yeniden bilirkişi raporu alınarak, tüm deliller birlikte değerlendirmeye tabi tutularak sonuca göre karar verilmelidir.

Mahkemece, yukarıda belirtilen şekilde araştırma ve inceleme yapılmadan, asıl işveren belediyeye karşı evvelce dava açmış olan işçilerin beyanlarına itibar edilerek sonuca gidilmesi doğru görülmemiştir…),

Gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, fazla çalışma alacağının tahsili istemine ilişkindir.

Davacı vekili müvekkilinin, davalı Belediyeye ait işyerinde alt işverenler nezdinde çalıştığını, asıl işverenin davalı … olduğunu, günde iki saat fazla mesai yaptığını ancak fazla çalışma ücretinin ödenmediğini ileri sürerek fazla çalışma alacağının tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı … vekili şehrin temizlik işlerinin alt işveren firmaya ihale edildiğini, işçilerin alacaklarından alt işveren firmanın sorumlu olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.

Yerel Mahkemece dinlenen tanık beyanlarına göre davacının 06:00-17:00 saatleri arasında günde 11 saat mesai yaptığı, 5 saatlik ara dinlenme süresi düşüldüğünde günde 2 saat olmak üzere haftada 14 saat fazla çalışma yaptığı ancak karşılığının ödenmediği gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davalı … vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece davanın ihbarı yönünden talep edilen usuli işlemlerin yapıldığı, davanın re’sen ihbarı yönünde mahkemece yapılacak işlem olmadığı, asıl işveren konumunda bulunan davalının, işçilik hak ve alacaklarından 4857 Sayılı Kanun’un 2/7-8 maddeleri gereği alt işverenlerle birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu, davalı işveren belediye ile davacının çalıştığı diğer alt işverenler arasında işçi alacakları için ihtiyari dava arkadaşlığı bulunduğundan zorunlu dava arkadaşı olmayan alt işverenlere karşı dava açmak üzere mahkemece re’sen davacı tarafa önel verilemeyeceği, Hukuk Muhakemeleri Kanununda “dahili davalı” şeklinde bir kuruma da yer verilmediği, ayrıca fazla çalışma ücreti alacağına dair davada kendiliğinden araştırma ilkesi uygulanamayacağından taraflarca sunulmayan delillerin getirtilemeyeceği gerekçesiyle ve önceki gerekçeler de eklenmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, fazla çalışma ücreti alacağı davasında alt işverenlerin davaya dahil edilmesinde zorunluluk bulunup bulunmadığı ve davalı asıl işveren nezdinde tutulan kayıtların celbinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.

Alt işverenlerin davaya dahil edilip edilmeyeceğine dair uyuşmazlık yönünden yapılan incelemede;

Davalı Belediyenin 4857 Sayılı Kanun’un 2. maddesi uyarınca asıl işveren olarak sorumlu bulunduğu hususu uyuşmazlık dışında olup Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 09.10.2013 gün ve 2013/9-1559 E. 2013/1461 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere, anılan madde uyarınca asıl işveren alt işverenlerle birlikte müştereken ve müteselsilen sorumludur.

Bilindiği üzere, maddi hukukun, bir hakkın birden fazla kimse tarafından birlikte kullanılması veya birden fazla kişiye karşı kullanılmasını zorunlu kıldığı hallerde, bu hak davaya konu yapıldığı zaman o hakla ilgili birden fazla kişi mecburi (zorunlu) dava arkadaşı konumundadır. Davalılar arasında mecburi dava arkadaşlığının bulunduğu hallerde davacı bütün davalılara karşı birden dava açmak zorundadır.

Dava arkadaşlığının hangi hallerde mecburi (zorunlu) olduğu maddi hukuka göre belirlenir, bunun dışındaki hallerde dava arkadaşlığı ihtiyaridir. Davalı tarafta bulunan müteselsil borçlular ihtiyari dava arkadaşı durumundadırlar, bunlara karşı birlikte dava açılması zorunlu değildir. Alacaklı, müteselsil borçlulardan her birine karşı ayrı ayrı dava açabileceği gibi isterse, müteselsil borçluların birkaçına veya tümüne karşı birlikte dava açabilir.

Bu halde, somut olay yönünden davalı … ile diğer alt işverenler arasında fazla çalışma ücreti alacağı yönünden ihtiyari dava arkadaşlığı bulunup zorunlu dava arkadaşlığı sözkonusu olmadığından mahkemenin, alt işverenlerin davaya dahil edilmesinde zorunluluk bulunmadığına dair kabulünde isabetsizlik bulunmamaktadır.

Mahkemenin davalı … ile dava dışı alt işverenlerde bulunan kayıtların kendiliğinden getirtilmeyeceğine dair direnmesi yönünden ise;

Bilindiği üzere 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 25. maddesinde taraflarca hazırlama ilkesi, 318. maddesinde ise basit yargılama usulüne tabi işlerde delillerin cevap süresi içinde bildirilmesi gerektiği düzenlenmiştir.

“Taraflarca getirilme” ilkesine göre davanın ve savunmanın dayanağı olan vakıaların ve bunların delillerinin taraflarca mahkemeye bildirilmesi gerekmektedir. Bu ilke 6100 Sayılı HMK’nun 24. maddesinde düzenlenen “tasarruf” ilkesinin doğal bir tamamlayıcısıdır. Buna göre hâkim, incelemesini taraflarca kendisine bildirilmiş olan dava malzemesi üzerinde yapar. Hâkim, tarafların bildirmediği hususları veya vakıaları kendiliğinden inceleyemez ve onları hatırlatabilecek hallerde dahi bulunamaz. Taraflarca hazırlama ilkesi delilleri de kapsar. Yani kural olarak deliller taraflarca gösterilir, hâkim delillere kendiliğinden başvuramaz (Kuru B./Arslan R./Yılmaz E.: Medeni Usul Hukuku Ders Kitabı, 22. Baskı, Ankara 2011, s. 351).

Davacının talebi fazla çalışma ücreti alacağına dair olup gerek mülga 1475 Sayılı İş Kanunu, gerekse halen yürürlükte bulunan 4857 Sayılı İş Kanununda fazla çalışmanın ispatı ile ilgili olarak özel bir hüküm bulunmamaktadır. Bu sebeple fazla çalışmanın ispatı, genel hükümlere tabidir.

4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 6. maddesi4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 6. maddesi uyarınca, “Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.”

Dolayısıyla fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi, kural olarak, bu iddiasını ispat etmek zorundadır.

Fiili bir olgu sözkonusu olduğundan kural olarak işçi, fazla çalışma yaptığını her türlü delille ispat edebilir ve fazla çalışma ücreti alacağına dair davalarda kendiliğinden harekete geçme ilkesi ve kendiliğinden araştırma ilkeleri uygulanamaz.

Buna göre mahkemenin fazla çalışma ücreti alacağına dair davalarda kendiliğinden araştırma ilkesi uygulanamayacağına dair kabulüyle bu yöndeki direnme gerekçesinde de isabetsizlik bulunmamaktadır.

Hal böyle olunca, Mahkemece davalının işçilik hak ve alacaklarından alt işverenlerle birlikte müştereken ve müteselsilen sorumlu olduğu, fazla çalışma ücreti alacağına dair davada kendiliğinden araştırma ilkesi uygulanamayacağından taraflarca sunulmamış delillerin getirtilemeyeceği gerekçesiyle verilen direnme kararı yerindedir.

Ne var ki, davalı … vekilinin işin esasına yönelik temyiz itirazları Özel Dairece incelenmediğinden bu yönde inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle direnme uygun bulunduğundan, davalı … vekilinin bozma nedenine göre daha önce incelenmeyen işin esasına yönelik temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Yargıtay 22. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 19.04.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS