Yeminin Konusu
HMK Madde 225
(1) Yeminin konusu, davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalardır. Bir kimsenin bir hususu bilmesi onun kendisinden kaynaklanan vakıa sayılır.
HMK Madde 225 Gerekçesi
Madde, 1086 sayılı Kanunun 345 inci maddesinin karşılığıdır. 1086 sayılı Kanunun mehazına uygun bir biçimde “fiil” sözcüğü yerine “vakıa” sözcüğü kullanılarak yeminin konusu açıklanmakta, bunun davanın çözümüne ilişkin vakıalar olacağı belirtilmekte, bir kimsenin bir hususu bilmesinin onun kendisinden kaynaklanan vakıa olduğu hükme bağlanmaktadır.
HMK 225 (Yeminin Konusu) Emsal Yargıtay Kararları
YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/12505 Karar : 2018/11132 Tarih : 7.06.2018
-
HMK 225. Madde
-
Yeminin Konusu
Dava, aldatma (hile) hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.
Davacı, maliki olduğu … ada … parsel sayılı taşınmaz üzerine dava dışı oğlu olan … ile davalıların birlikte bina inşa etmeleri için taşınmazı oğlu olan davalı … ‘a devrettiğini, … ‘ın ‘ın da aynı amaçla davalı … ‘ya temlik ettiğini, bu devir işlemlerinden sonra davalılar ile dava dışı … ‘in kazançlarını birleştirerek taşınmaz üzerine bina inşa ettirdiklerini, ancak davalı … ‘nın kardeşlerine pay temlik etmediğini, kendisinin kandırıldığını ileri sürerek dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tescilini istemiş, yargılama sırasında ölümü üzerine mirasçıları davaya devam etmişlerdir.
Davalı … , taşınmazın bedelini kendisi ödediği halde yurt dışında olduğu için davacı adına tescil edildiğini, davacının başka bir sebepten dolayı tazminat ödememek adına taşınmazı diğer davalı … ‘a temlik ettiğini, … ‘ın da Türkiye’ye gezmek için geldiği bir zaman da taşınmazını kendisine devrettiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.
Davalı … , çekişme konusu taşınmazda davacı ve üç erkek kardeşin katkılarıyla bina inşaatı devam etmekte iken, davacı tarafından kendisinin daha kolay takip edeceği düşünülerek ve üç kardeşe eşit şekilde paylaştırması kaydıyla taşınmazın temlik edildiğini, kendisinin de aynı amaç ile ağabeyi olan davalı … ‘e devrettiğini belirterek davayı kabul etmiştir.
Mahkemece, davacının taraf muvazaası hukuksal nedenine dayalı iddiasını 5.2.1947 tarih ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı belge ile kanıtlanayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu … ada … parsel sayılı taşınmazın tamamı davacı adına kayıtlı iken 24.06.1994 tarihinde davalı … ‘a, … tarafından da 11.08.1999 tarihinde diğer davalı … ‘e temlik edildiği anlaşılmaktadır.
Hemen belirtilmelidir ki, 6100 sayılı HMK’nın 33. maddesi hükmü uyarınca vakıaları bildirmek taraflara, hukuki nitelendirmeyi yapmak hakime aittir.
İddianın ileri sürülüş biçimi ve dosya içeriğinden; davanın aldatma (hile) hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.
Bilindiği üzere hile (aldatma), genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma, hilede ise yanıltma söz konusudur. 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 36/1. (818 s. Borçlar Kanunun (BK) 28/1.) maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse yanılma (hata) esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.
Öte yandan, aldatmanın (hilenin) her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Türk Borçlar Kanunu’nun 39. (Borçlar Kanunu’nun 31.) maddesine göre, aldatma (hile) öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir.
Bu ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında; hile hukuksal nedeni yönünden mahkemece, yeterli araştırma ve inceleme yapılmamış, uyuşmazlık taraf muvazaası olarak kabul edilmek suretiyle sonuca gidilmiştir.
Hâl böyle olunca; hile iddiası yönünden öncelikle davanın TBK’nun 39. maddesi gereğince hak düşürücü süre içinde açılıp açılmadığının belirlenmesi, süresinde açılmış ise yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde hile iddiası bakımından araştırma ve inceleme yapılması, tarafların bildirdikleri ve bildirecekleri delillerin eksiksiz toplanması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, hukuki nitelendirmede yanılgıya düşülerek yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş olması doğru değildir.
Kabule göre de, eldeki davanın 16.04.2009 tarihinde açıldığı, davanın açıldığı tarih itibariyle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerine tâbi olduğu, ispat külfeti kendisinde bulunan davacı tarafın dava dilekçesinde ‘‘v.s. deliller’’ demek suretiyle, yine; 06.06.2013 tarihli delil listesinde ise bildirilen deliller dışında ‘‘diğer deliller’’ demek suretiyle yemin deliline de dayandığı görüldüğü halde, davacı tarafa yemin hakkı hatırlatılmadan sonuca gidilmiş olması da doğru değildir.
Davacıların yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince esas yönünden BOZULMASINA oybirliği, kabule göre kısmi yönünden oyçokluğuyla 07.06.2018 tarihinde karar verildi.
(Muhalif)
-KARŞI OY-
Dava, aldatma (hile) hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.
Mahkemece, davacının taraf muvazaası hukuksal nedenine dayalı iddiasını 05.02.1947 tarih ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı belge ile kanıtlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacıların temyizi üzerine; yerel mahkeme kararı, “ davacıların aldatma (hile) iddiasına dayandıkları, bu iddia yönünden öncelikle TBK’nun 39. maddesi geregince davanın hak düşürücü sürede açılıp açılmadığının belirlenmesi, hak düşürücü sürede açılmış ise … taraf delilleri eksiksiz toplanarak onucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, hukuki nitelemede yanılgıya düşülerek yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru değildir”.denilerek bozulmuş olup, bozma ilamının bu kısmına aynen katılıyorum.
Ancak, bozma ilamının “ kabule göre” kısmında “16.04.2009 tarihli dava dilekçesinde “v.s deliller” demek suretiyle, yine 06.06.2013 tarihli delil listesinde “ diğer deliller” demek suretiyle yemin deliline de dayanıldığından, davacı tarafa yemin hakkı hatırlatılmadan sonuca gidilmiş olması da doğru değildir.” yönündeki çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
Şöyle ki; yemin; bir tarafın mahkeme önünde belirli bir vakıanın doğruluğu konusunda yasanın öngördüğü şekilde yaptığı beyandır. İspat yükü altında bulunan tarafın uyuşmazlığı çözüme bağlayıcı bir vakıa hakkında hasmına önerdiği yemine, kesin yemin denmektedir.( 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m.225 (HUMK 345 md.) )
Taraflardan birinin diğerine yemin önerisinde bulunabilmesi için öncelikle dava dilekçesinde ve delil listesinde yemin deliline başvuracağını açıkça belirtmiş olması gerekir (HUMK m. 179/III ve 195/1). Yeminin, ancak ispat yükü kendisine düşen kişi tarafından önerilmesi mümkündür ayrıca yemin, son çare olarak başvurulan bir delildir. Başka bir deyişle, yemin deliline başvurabilmek için öncelikle yemin önerisinde bulunanın ileri sürdüğü diğer delillerin incelenmesi ve bunların yeterli olmadığının anlaşılması gerekir.
Hakimin, ispat yükü kendisine düşen tarafa yemin teklif etme hakkının bulunduğunu hatırlatıp hatırlatamayacağı konusunda gerek öğretide, gerekse Yargıtay kararları arasında farklı görüşler bulunmaktadır.(Doç.Dr. Ejder Yılmaz, Medeni Yargılama Hukukunda Yemin, Ankara 1989, s.112)
3156 sayılı Kanun ile 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 179 ve 195. maddelerinde değişiklik yapılmadan önce Yargıtay kararlarında; dava veya cevap dilekçesinde yemin delili açıkça belirtilmiş veya taraf delil dilekçelerinde belirtilen delillerin yanında eğer “diğer deliller, ve sair deliller, tüm kanuni deliller” gibi bazı ifadeler kullanmışsa bu ifadelerin içine “yemin” delilinin de gireceğinden, hakimin yemini hatırlatması gerektiği ifade edilmekteydi.
1086 sayılı HUMK’ nun 179. maddesin de 26/02/1985 tarihinde 3156 sayılı kanun ile yapılan değişiklikten sonra, davacı, yemin delili dahil bütün delillerinin nelerden ibaret olduğunu dava dilekçesinde göstermesi gerektiği, dava dilekçesinde ki “sair (kanuni) deliller” tanımlamasının bir anlamının olmadığı, dava dilekçesinde buna benzer bir ifadeye yer verilmiş olsa dahi, açıkça yemin delili yazılı değilse, davacının davalıya yemin teklif edemeyeceği, dolayısı ile mahkemenin de davacıya yemin teklifine hakkı olduğunu hatırlatamayacağı öğretide de kabul edilmektedir.(Prof. Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü 2001, c.VI, s.1629,2498 vd.) 3156 sayılı Kanundaki değişiklikten sonra Yargıtay’ın önceki görüşünün geçerliği kalmamıştır. Zira taraflar, dilekçelerinde dayandıkları kanıtların nelerden ibaret olduğunu açıkça belirtmek durumundadırlar. Yasal değişiklik, delillerin özgülenmesi (hasrı) durumunu ortaya çıkarmıştır. Böylece dilekçelerde yazılan “ her türlü yasal delil “ deyiminin bir anlamı kalmamıştır. Şu halde hakim, dilekçelerde açıkça yemin deliline dayanılmadığı takdirde, taraflara yemin önerme hakkını hatırlatamaz.
Gerek 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda, gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda, mahkeme hakiminin yemin teklif etmek isteyip istemediğini taraflardan birisine hatırlatmak ödevi olduğunu gösteren bir hüküm de bulunmamaktadır.
Medeni usul hukukumuza hakim olan en önemli ilkelerden biri tasarruf ilkesidir. 6100 sayılı HMK’nun 24. maddesinde ve 1086 sayılı HUMK’nun 72. maddesine göre; “Hakim iki taraftan birinin talebi olmaksızın kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz.” Hiç kimse, kanunda açıkça belirtilmedikçe kendi lehine olan bir davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz.
Mahkemeler, özel hukuka ilişkin bir uyuşmazlığı kendiliklerinden çözmeye çalışmazlar. Taraf iradesine öncelik verilmesi ve tarafın talebinin esas alınması sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir.
1086 sayılı HUMK’nun 179/2,3 ve 5. bendi ve bu hükme benzer şekilde 6100 sayılı HMK’nun 119/e,f ve ğ bendleri ile HMK’nun 129/d,e ve f bentlerinde tarafların açık bir şekilde talep sonuçlarının, iddia ve savunmaları ile iddialarının ve savunmalarının dayanağı olan bütün vakıaları sıra numarası altında açık özetlerinin ve delillerinin nelerden ibaret olduğunun belirtilmesini, zorunlu kılmaktadır.
Ayrıca, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 75. maddesi ile ayni yönde düzenleme getiren 6100 sayılı HMK’nun 25. maddesinde ‘taraflarca getirilme ilkesi ‘ kabul edilmiştir. Bu ilke gereğince kural olarak Hakim, kendiliğinden taraflarca ileri sürülmemiş vakıaları araştıramaz, dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Bu ilkenin bir sonucu olarak, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz.
Taraflarca getirilme ilkesinin istisnaları, kamu düzenini ilgilendiren davalardır. Bu davalarda kendiliğinden araştırma ilkesi uygulanır.(Prof.Dr. Hakan Pekcanıtez, Prof. Dr. Oğuz Atalay, Prof. Dr. Muhammet Özekes, Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011, s. 251 vd.) Ancak, eldeki dava kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı, kamu düzenini ilgilendirin bir dava değildir.
Bu bilgilerin ışığında somut olaya bakıldığında, davacının, 16.04.2009 tarihli dava dilekçesinde “v.s deliller” demek suretiyle, yine 06.06.2013 tarihli delil listesinde “ diğer deliller” demek suretiyle, delillerini bildirdiği, yargılama aşamalarında açıkça, yemin deliline dayanıldığına ilişkin bir beyanın da bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca; resen araştırma ilkesinin geçerli olmadığı bir davada hakimin yada Yargıtay’ın davacının yerine geçerek onun dayanmadığı bir delili kullanmasına imkan vermesi, usul hukukunun temel ilkelerinden olan usul ekonomisi ilkesi, tasarruf ilkesi, taraflarca hazırlanma ilkesiyle, davanın ve delillerin somutlaştırma yüküne açıkça aykırı olacağından, bu gerekçelerle, davacının yemin deliline başvurabileceği yönündeki çogunluk görüşüne katılamıyorum
YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2018/1885 Karar : 2018/10849 Tarih : 31.05.2018
-
HMK 225. Madde
-
Yeminin Konusu
Davacı, işlerinin kötüye gitmesi, bankalara ve üçüncü kişilere borçlarının artması nedeniyle alacaklılardan korunmak amacıyla eşi … ile 1/2’şer oranda paydaş oldukları kat mülkiyetine tabi 558 ada 8 parseldeki 2 no’lu dükkanı, yakın dostları ve arkadaşları olarak gördükleri dava dışı … e 31.10.1996 tarihinde satış göstermek suretiyle temlik ettiklerini, memur olan … ’nin taşınmaz kaydının üzerinde kalmasını istemediğini bildirmesi üzerine, talimatı doğrultusunda 30.09.1998 tarihinde taşınmazı eşinin annesi olan davalıya yine satış göstermek suretiyle aktardığını, ancak son yıllarda eşi ile aralarında geçimsizlik başlayınca davalının taşınmazı elden çıkarma çabası içerisine girdiğini, öte yandan anılan yerin alımı sırasında satış bedelinin 1.200-TL’sini kendisi, 1.000-TL’sini eşi ödediği halde, yarı yarıya tescil edildiğini ileri sürerek, tapu kaydının 6/11 payının iptali ile adına tescilini istemiştir.
Davalı, iddiaların doğru olmadığını, dava konusu yeri yatırım amaçlı dava dışı … ’den bedelini ödeyerek satın aldığını, davacı ile arasında herhangi bir temlikin sözkonusu olmadığını, davanın zamanaşımına uğradığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu işlemin yazılı belge ile kanıtlanması gerektiği, davacının iddiasını kanıtlayamadığı gerekçesi ile davanın reddine dair verilen karar Dairece, “Hemen belirtmek gerekir ki; taraflar damat - kayınvalide olsalar da iddianın 05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı belge ile kanıtlanması zorunludur. Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 6. maddesi ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 190. madde hükmü uyarınca iddiasını ispatla mükellef olan davacının eldeki davada olduğu gibi böylesi bir delili bulunmuyorsa nihai olarak başvuracağı çare akidine yönelteceği yemindir.Bilindiği üzere, HMK’nin 225. maddesinde açıkça; “Yeminin konusu, davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalardır. Bir kimsenin bir hususu bilmesi onun
./..
kendisinden kaynaklanan vakıa sayılır” hükmü düzenlenmiştir. Somut olaya gelince; davacı, dava dilekçesinde açıkça yemin deliline dayanmış olup, yargılama sırasında da karşı tarafa yemin teklif ettiğini bildirerek bu doğrultuda yemin metnini hazırlayıp evrak arasına sunduğu halde, mahkemece, davacı tarafa yemin hakkı kullandırılmadan, iddiasının yazılı belge ile ispatlanması gerektiğinden bahisle sonuca gidilmiş olması doğru değildir. Hâl böyle olunca, davacının yemin deliline dayandığı gözetilerek, hazırladığı yemin metninde belirtilen hususlardan; davalının kendisinden kaynaklanan (onun zatından sadır olmuş) vakıalar ve fiiller hakkında davalı tarafa yemin önerme olanağının tanınması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken bu husus gözardı edilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.” gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiş, Mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda, davacı tarafça yöneltilen yeminin davalı tarafından eda edilmesi karşısında kanıtlanamayan davanın reddine karar verilmiştir.
Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş; olmakla, Tetkik Hakimi … ’un raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.
Hükmüne uyulan bozma kararında, gösterildiği şekilde işlem yapılarak karar verilmiştir. Davacının yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle, usul ve yasaya ve bozma kararının gerekçelerine uygun olan hükmün ONANMASINA, harç peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, 31.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2018/1434 Karar : 2018/6882 Tarih : 29.05.2018
-
HMK 225. Madde
-
Yeminin Konusu
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davacı-davalı erkeğin tüm, davalı-davacı kadının ise aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.
2-Davalı-karşı davacı kadın ziynet alacağına yönelik iddiasını gösterdiği delillerle kanıtlayamamıştır. Ancak kadın yemin deliline dayandığı halde, kadına yemin teklif etme hakkı hatırlatılmamıştır. Davalı-davacı kadına ziynet alacağı istemiyle ilgili olarak diğer tarafa yemin teklif etme hakkı bulunduğu hatırlatılarak bu hakkını kullanmak istemesi halinde, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 225. ve devamı maddelerindeki yeminle ilgili usul işlemleri yerine getirilip, gerçekleşecek sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile hüküm tesisi usul ve kanuna aykırı olmuştur.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu bölümlerin yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, aşağıda yazılı harcın … yükletilmesine, peşin harcın mahsubuna 143.50 TL temyiz başvuru harcı peşin yatırıldığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, temyiz peşin harcının istek halinde yatıran … geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 29.05.2018(Salı)
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2017/1002 Karar : 2018/494 Tarih : 21.03.2018
-
HMK 225. Madde
-
Yeminin Konusu
Dava, eşler arasında ziynet eşyalarının aynen iadesi, olmadığı takdirde bedelinin tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili, taraflar arasında boşanma davası açıldığını, müvekkiline düğün sırasında takılan ziynet eşyalarının uzun süre bankada kaldığını, davalı kocanın bu şekilde bir kazanç elde edilmediğini söyleyerek dövize çevirmek ve geri vermek şartıyla ziynetleri ödünç olarak aldığı hâlde daha sonra bozdurup bir kısmı ile minibüs hattı satın aldığını, bir kısmını da dövize çevirip kendi adına bankaya yatırdığını, ziynet eşyalarını müvekkiline iade etmediğini ileri sürerek, davacı kadına ait olan ziynet eşyalarının aynen iadesine, bunun mümkün olmaması hâlinde ise bedeli olan 14.850,00 TL`nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, iddianın doğru olmadığını, evliliğin başından beri ziynet eşyalarının davacıda kaldığını, müvekkilinin uzun yıllardır yurt dışında çalıştığını, kendi birikiminin bulunduğunu, bunun bir kısmını banka mevduat hesabında değerlendirdiğini, minibüs hattının ise olmadığını,davacıdan hiç bir şekilde ziynet eşyası almadığını, takılan ziynet eşyalarının da dava dilekçesinde belirtilen miktarda olmadığı gibi talep edilen bedelin de fahiş olduğunu belirterek, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, ziynet eşyalarının kolay taşınabilir ve muhafaza edilebilir olma özelliği ile davacı kadında bulunduğu karinesinin aksinin kanıtlanamadığı, ayrıca taraflarla yurt dışında komşu olan davalı tanık beyanıyla da ziynet eşyalarının davacı kadında olduğu kanaatinin oluştuğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın davacı vekili tarafından temyizi üzerine
Yargıtay 6. Hukuk Dairesince; davacının ileri sürdüğü iddiasını sunduğu deliller ve dinlettiği tanık beyanlarıyla kanıtlayamadığı, bununla birlikte dava dilekçesinde ve delil listesinde “yasal ve takdiri her türlü delil” demek suretiyle yemin deliline de dayandığı, böyle olunca davacıya ziynet eşyalarının elinden alındığı ve davalı tarafta kaldığı konusunda yemin teklif hakkının hatırlatılarak sonucuna göre bir karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle karar bozulmuştur.
Yerel mahkemece anılan bozma kararına uyulmuş, yemin teklif hakkı hatırlatılan davacının yemin teklifinde bulunması, davalı asilin de mahkemeye gelerek yemin etmesi üzerine, davalının usulüne uygun olarak eda ettiği yemin karşısında iddianın ve ziynetlerin davalıda kaldığı hususunun kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Mahkemece verilen bu ikinci karar da davacı vekilince temyiz edilmiş, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde yer alan gerekçeyle bozulmuştur.
Mahkemece, Yargıtay’ın öteden beri sapma göstermeyen içtihatlarına göre yeminin bölünemeyeceği, bu nedenle yemin beyanı altında söylenen sözlerin bir bütün olarak göz önünde bulundurulması gerektiği, bir davada taraflardan birinin diğerine yemin yöneltmesinin iddianın sonucunu yemin edecek kimsenin iradesine ve vicdanına bırakmak, buna rıza göstermek olduğu gibi gerek 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun yemine ilişkin hükümlerinde yemin altında söylenen sözlerin bölünmesine yer veren bir kuralın benimsenmediği gerekçesiyle önceki kararda direnilmiş, direnme kararı davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: davalının yemin beyanı altında söylediği sözlerin bölünüp bölünemeyeceği, varılacak sonuca göre Özel Daire bozma kararında belirtilen şekilde araştırma ve inceleme yapılarak, bankadan alınıp bozdurulan altınlar yönünden davanın kabulünün gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.
Hemen belirtmek gerekir ki, dava konusu edilen bir hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların (olguların) var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine ispat denir. İspatın konusunu tarafların üzerinde anlaşamadıkları ve uyuşmazlığın çözümüne etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için delil gösterilir (HMK m.187/1).
Vakıa (olgu) ise, 03.03.2017 gün ve 2015/2 E., 2017/1 K. sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; kendisine hukuki sonuç bağlanmış olaylar şeklinde tanımlanmıştır. İspatı gereken olaylar, olumlu vakıalar olabileceği gibi olumsuz vakıalar da olabilir.
Diğer taraftan hâkim, taraflar arasında uyuşmazlık konusu olan vakıaların gerçekleşip gerçekleşmediğini, kural olarak kendiliğinden araştıramaz. Bir olayın gerçekleşip gerçekleşmediğini taraflar ispat etmelidir.
Bir davada ispat yükünün hangi tarafa ait olacağı hususu ise 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu`nun 6. maddesinde, “ Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür.” şeklinde düzenlendiği gibi
usul hukukunun en önemli konularından biri olan ispat yükü kuralı, HMK`nın 190. maddesinde de “ İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir.” şeklinde hüküm altına alınmıştır.
İspat için başvurulan araçları ifade eden deliller ise 6100 sayılı HMK`da senet, yemin, bilirkişi, keşif ve uzman görüşü olarak sıralanmıştır. Ancak sayılan bu deliller sınırlayıcı (tahdidi) olmayıp, kanunun belirli bir delille ispat zorunluluğu getirmediği hâllerde taraflar kanunda düzenlenmemiş diğer delillere de dayanabilirler. Delillerin değerlendirilmesinde ise hâkimin bağlılığı ve her bir delile bağlanan hukuki sonuçlar bakımından “kesin” ve “takdiri” deliller ayrımı esas alınarak incelenme yapılmaktadır. Kesin deliller hâkimin bağlı olduğu ve takdir yetkisine sahip olmadığı delillerdir. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki uyuşmazlık konusu olan “yemin delili” de kesin deliller içerisinde yer almakta olup, hâkimi bağlamaktadır (Kuru/Arslan/Yılmaz.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2013, s. 406-413).
Yemin, taraflardan birinin davanın çözümünü ilgilendiren bir olayın doğru olup olmadığı konusunu, kanunda belirtilen usule uyarak, mahkeme önünde, kutsal sayılan değerlerle teyit eden ve kesin delil vasfı yüklenmiş sözlü açıklamalardır (03.03.2017 gün ve 2015/2 E., 2017/1 K. sayılı YİBK).
Bir ispat vasıtası olan yeminin konusu HMK`nın 225. maddesine göre, davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalardır. Görüleceği üzere yemin, tarafın kendisinden kaynaklanan (ondan sadır olan) vakıalar hakkında verilebilir.
Kanunda, bir kimsenin bir hususu bilmesi onun kendisinden kaynaklanan vakıa sayılırken (HMK. m. 225/2), tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği vakıalar, bir işlemin geçerliliği için, kanunen iki tarafın irade açıklamalarının yeterli görülmediği hâller ve yemin edecek kimsenin namus ve onurunu etkileyecek veya onu ceza soruşturması ya da kovuşturması ile karşı karşıya bırakacak vakıaların yemin konusu olamayacağı (HMK. m. 226) düzenlenmiştir.
Uyuşmazlık konusu vakıanın ispatı için yeminden başka delili olduğunu beyan etmiş olan taraf dahi yemin teklif edebilir.Yemin teklif olunan kimse, yemini edaya hazır olduğunu bildirdikten sonra, diğer taraf teklifinden vazgeçerek başka bir delile dayanamaz ve yeni bir delil de gösteremez (HMK. m. 227).
Kendisine yemin teklif edilen taraf yemini eda ettiği takdirde, yemin teklif eden kimsenin iddia ettiği vakıanın doğru olmadığı ispat edilmiş olur. Yani, yeminin eda edilmesi üzerine, artık ortada uyuşmazlık konusu olan vakıa kesin delille kanıtlanmış olacağından, karşı taraf o konuda yeni bir delil getiremez, hâkim de yeni araştırmada bulunamaz.Yemin, eda eden kişi ve mirasçıları lehine kesin delil teşkil eder.
Yukarıda ana hatlarıyla açıklanan tüm bu kurallar göstermektedir ki,
Yemini ispat yükü kendisine düşen taraf teklif edebilir (HGK`nın 30.10.1991 gün ve 1991/11-384 E., 1991/543 K.). Kendisine ispat yükü düşmeyen tarafın yemin teklif etmesinin hiçbir hukuki sonucu olmayacağı gibi iddia ve savunmasını yemin dışında ileri sürdüğü delillerle ispat eden tarafın yemin teklif etmesine de gerek yoktur.
Somut olayda, dava konusu ziynet eşyalarının varlığı yanında bunların davalı tarafından alındığı konusundaki ispat yükünün davacı kadına ait olduğu, davacının da iddiasını yemin dışında ileri sürdüğü delillerle ispat edemediği hususunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Uyuşmazlık, davacı tarafından teklif edilen yemini eda eden davalının, yemin edeceği hususa bazı ilaveler yaparak yemini eda etmiş olması nedeniyle yemin altında söylediği sözlerin bölünüp bölünemeyeceğine ilişkindir.
Yemin ile iddianın sonucu, yemin edecek kimsenin iradesine ve vicdanına bırakılmış olur ve yemin altında söylenen sözler bölünemez.Gerçekten de yemin edecek olan kimse, ikrarda olduğu gibi, yemin edeceği hususa bazı ilaveler yapacak tarzda yemin edebilir. Bu takdirde yemin yine bütün olarak ele alınmak gerekir (Üstündağ, S.: Medeni Yargılama Hukuku, İstanbul 1977, C.I,s. 575).
Konu ile ilgili olarak Kuru da, yemin edenin, mahkemenin hazırladığı yeminli ifade metnini aynen tekrarlamak zorunda olmayıp, kendisine sorulan sorulara metin dışı bazı açıklamalar yapmak suretiyle cevap verebileceğini; bu halde mahkemenin, yemin edenin sözlerini bölmeden tüm olarak değerlendirmesi gerektiğini ifade etmektedir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, C.III, s. 2530). Öğretide, yemin altında söylenen sözlerin bölünemeyeceği, yani yemin edilen husustaki ifadenin bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilmesi gerektiği hususu Ejder Yılmaz tarafından da dile getirilmektedir (Yılmaz, E.: Medeni Yargılama Hukukunda Yemin, Ankara 2012, s.178).
Nitekim, öğretide olduğu gibi Hukuk Genel Kurulunun 01.04.1964 gün ve 146/253 sayılı kararı ile 16.03.2012 gün ve 2011/3-861 E., 2012/158 K. sayılı kararlarında da yemin teklif etmenin iddianın sonucunu yemin edecek kişinin iradesine ve vicdanına bırakma, yani onun söyleyeceklerinin doğru olduğunu hâkimin kabul etmesine önceden rıza göstermek demek olduğu ve yemin altında söylenen sözlerin tüm olarak göz önünde bulundurulması gerektiği benimsenmiştir.
O hâlde somut olayda davalının yemin beyanında söylediği sözlerin de bir bütün olarak ele alınıp değerlendirilmesi gerekir.
Davalı yemininde, davacıya takılan ziynetlerin bir süre banka kiralık kasasında saklandığını, kendisinin yurt dışında olduğunu, davacının da yanında bulunduğunu, Türkiye`ye geldiklerinde ziynet eşyalarının bir kısmını davacı ile birlikte kasadan alarak ihtiyaçları için harcadıklarını, kasadan tek başına ziynet alıp bozdurmasının mümkün olmadığını, geriye kalan ziynetlerin de davacıda bulunduğunu, kendisinde kalan ziynet eşyası olmadığını beyan etmiştir. Görüleceği üzere davalı kendisinde kalan herhangi bir ziynet eşyası olmadığına dair yemin etmiş olup, davalının bu beyanı içinde geçen ziynetlerin bir kısmını davacı ile birlikte alarak ihtiyaçları için harcadıklarına ilişkin cümlenin bu beyandan ayrılarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Davalının yemin beyanı bir bütün olarak değerlendirildiğinde davacıya ait ziynet eşyalarının davalı tarafından geri verilmek şartıyla ödünç olarak alındığı, ancak iade edilmeyerek davalıda kaldığı yönündeki davacı iddiasının kanıtlanamadığının kabulü gerekmiştir.
Görüşmeler sırasında, yemin metni dışına çıkılamayacağına dair kanuni bir düzenlemenin bulunmadığı, yemin metni dışına çıkılarak ilave edilen kısımlar bakımından ise yeminin bölünemeyeceği ilkesinin uygulanamayacağı, somut olayda davalının yemin metni dışına çıkarak banka kiralık kasasında bulunan ziynet eşyalarının bir kısmını Türkiye`ye geldiklerinde davacı ile birlikte alarak ihtiyaçları için harcadıklarını beyan ettiği, yemin içeriğindeki bu beyanların yeni vakıalara ilişkin ikrar mahiyetinde olduğu, bağlantısız bileşik ikrar niteliğindeki bu vakıalar nedeniyle mahkemece bozma kararında belirtildiği gibi altınların saklandığı banka kiralık kasasının sadece davalı adına mı, yoksa müşterek hesap mı olduğu ve altınların kim tarafından çekildiği hususlarının tespit edilerek, alınıp bozdurulan altınlar yönünden davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği, bu nedenle direnme kararının Özel Daire bozma kararındaki gerekçelerle bozulması gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de; bu görüş yukarıda açıklanan gerekçelerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
Hâl böyle olunca, yerel mahkemenin yukarıda açıklanan hususlara değinen direnme kararı yerindedir.
Usul ve yasaya uygun olan direnme kararının onanması gerekir.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının yukarıda açıklanan gerekçelerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı peşin alındığından başka harç alınmasına yer olmadığına, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu`nun 440. maddesi uyarınca kararın tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 21.03.2017 gününde yapılan ikinci görüşmede oy çokluğu ile karar verildi.
YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/2110 Karar : 2017/1867 Tarih : 2.05.2017
-
HMK 225. Madde
-
Yeminin Konusu
Taraflar arasındaki uyuşmazlık, eser sözleşmesinden kaynaklanan bakiye iş bedelinin tahsiline ilişkin alacak davası olup mahkemece davanın reddine dair verilen karar, davacı vekilince süresi içinde temyiz edilmiştir.
Davacı vekili, müvekkili ile davalı şirketler arasında … … projesi için 3D görsel çalışmaları ile ilgili olarak 50.000,00 TL + KDV bedelle; TV reklam filmi hazırlanması, … çalışması, katalog ve outdoor çalışmaları ile … adet render çalışması yapılması hususunda mutabakata varıldığını, müvekkilinin ediminin bir kısmını ifa edip ….000,00 TL’lik fatura düzenleyip gönderdiğini, kalan kısma ait olup ödenmeyen bakiye iş bedeli KDV dahil 29.500,00 TL’nin davalılardan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Taraflar arasında yazılı bir sözleşme bulunmamakla birlikte cevap dilekçesi içeriğine göre eser sözleşmesi ilişkisinin kurulduğu çekişmesizdir. Davalı ifa edilen birinci bölüme ilişkin imalatlardan memnun kalınmadığı için davalıya ikinci kısımla ilgili bir talimat verilmediğini, yüklenicinin bu kısma ait bedeli isteme hakkının doğmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece tarafların defter ve kayıtları inceletilmesine karar verilmiş, davacı yan defter ve belgelerini ibraz etmemiştir. Davalı kayıtları üzerinde yapılan bilirkişi incelemesine göre davacıya ait kayıtlı bulunan tek faturanın bedelinin banka dekontu ile ödendiği, davalının davacıya borçlu gözükmediği saptanmıştır.
Davacı tarafça bilirkişi raporuna itiraz dilekçesiyle ve 26…..2015 tarihli duruşmada karşı tarafa yemin teklifinde bulunulduğu, yemin teklifinin davalılardan … … İnşaat Taahhüt A.Ş yetkilisi … ….’a yapıldığı, davalının ibraz ettiği vekaletnamede … …’ın yetkili olduğu anlaşılmaktadır. Mahkemece yemin teklif edilen hususlarla ilgili … … İnşaat Taahhüt A.Ş yetkilisine usulüne uygun meşruhatlı yemin davetiyesi çıkarılıp onunla ilgili sonucuna uygun karar verilmesi gerekirken, davalı yanın yemin teklifini kabul etmemesi gerekçe gösterilerek, HMK’nın 225, 228, 229 ve devamı maddeleri uyarınca davacı tarafın dava dilekçesinde açıkça dayandığı görülen yemin delili değerlendirilmeden kanıtlanamayan davanın reddine karar verilmesi, doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın davacı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren … gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 02.05.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/11315 Karar : 2017/1780 Tarih : 7.03.2017
-
HMK 225. Madde
-
Yeminin Konusu
Dava, inanç sözleşmesine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.
Davacı vekili 973 ada 13 parsel sayılı taşınmazın, davacının annesi olan davalı … adına kayıtlı iken, … 5. Noterliğinin 13/01/2010 tarihli ve 1763 yevmiye nolu finansal kiralama sözleşmesi ile lehtarı davalı … İthalat Şirketi olmak üzere 750.000 TL bedelle davalı … Şirketine satıldığını, ancak dava konusu taşınmazın 1/2 payının davacı müvekkiline ait olduğunu, bu satıştan davacının haberi olmadığını, davalıların taşınmazdaki 1/2 payın davacıya ait olduğunu bildiklerini belirterek dava konusu taşınmazın 1/2 payına ilişkin tapu kaydının iptali ile davacı adına tescilini talep ve dava etmiştir.
Davalı … vekili dava konusu taşınmazın şirket tarafından satın alındığını ve … İthalat Şirketine kiralandığını, daha sonra bu şirkete devredildiğini, şu an şirketin davalı adına kayıtlı olmadığını, husumet yokluğu nedeniyle davanın reddini istediğini, taşınmazın tapuda malik gözüken …‘dan satın alındığını, davanın reddini savunmuştur.
Davalı … İthalat vekili davacının inanç sözleşmesine dayandığını yazılı belgesinin olmadığını, muvazaa iddiasının yersiz olduğunu, tapu kütüğüne dayanılarak taşınmazın satın alındığını belirterek davanın savunmuştur.
Davalı …, oğlunun açtığı davayı kabul ettiğini, taşınmazın yarısının oğlu adına kayıtlı olduğunu, diğer oğlu …, … Elektrik yetkilisi …‘ın kendi şirketleri adına, sıfıra yakın faizle kredi çekip, kredi borcunu ödediklerinde tapuyu kendilerine geri verileceğini söylediğini, buna inanarak tapuyu devrettiklerini, gerçekte bir satışın olmadığını, bu devirlerden davacı oğluna bilgi vermediklerini beyan etmiştir.
Davalı … davayı kabul etmiştir.
Mahkemece dava reddedilmiş, hükmü davacı vekili temyiz etmiştir.
İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.
İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmesi, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, taraflar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber bunun vukuuna delalet edecek karşı tarafın elinden çıkmış (inanılan tarafından el ile yazılmış
fakat imzalanmamış olan bir senet veya mektup, daktilo veya bilgisayarla yazılmış olmakla birlikte inanılanın parafını taşıyan belge, usulüne uygun onanmamış parmak izli veya mühürlü senetler gibi) “delil başlangıcı” niteliğinde bir belge varsa 6100 sayılı HMK’nın 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.
Yazılı delil veya “delil başlangıcı” yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.
İnanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden Borçlar Kanununun 125. maddesi hükmü gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir.
Hukukumuzda, kişilerin satın aldığı şeylerin ilerde kendilerinden geri alınabileceği endişesi taşımamaları, dolayısıyla toplum düzeninin sağlanması düşüncesiyle, satın alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bir tanımlama yapmak gerekirse iyiniyetten maksat, hakkın doğumuna engel olacak bir hususun hak iktisap edilirken kusursuz olarak bilinmemesidir.
Belirtilen ilke, TMK’nun 1023. maddesinde aynen “tapu kütüğündeki tescile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya bir başka ayni hak kazanan üçüncü kişinin bu kazanımı korunur” şeklinde hükme bağlanmış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddede “bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise, bunu bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi bu tescile dayanamaz” biçiminde vurgulanmıştır. Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde huzur ve güveni koruma, toplam düzenini sağlama uğruna tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin iyiniyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.
Somut olayda, davacı 13 parsel sayılı taşınmazın 1/2 hissesinin kendisi tarafından alındığını ancak tapuda annesi davalı … adına tescil edildiğini iddia etmiş, davalı … taraflar arasındaki inançlı işlemi ikrar ederek davayı kabul etmiştir. Böylece davacı taşınmazın 1/2 payının kendisi tarafından alındığını ispat etmiştir.
Davacı sonraki malikler olan davalıların kötüniyetli olduğunu dava konusu taşınmazın 1/2 hissesinin kendisine ait olduğunu bildiklerini iddia etmiş iddiasını kanıtlamak için tanık deliline dayanmıştır. Mahkemece 17.09.2015 tarihli celsede davalının muvafakatı olmadığından diğer tanıkların dinlenme talebinin reddine karar verilmiştir. Davacı tarafından sonraki kayıt maliki olan davalıların kötü niyetli oldukları ileri sürüldüğünden, malikin ayni hakkın
yolsuz olarak tescil edildiğini bilen veya bilmesi gereken üçüncü kişi olup olmadığının araştırılması zorunludur.
Böyle olunca, davacının kötüniyet iddiasına karşı daha önce bildirmiş olduğu tanıklar dinlenmeli ve sonraki tapu maliki davalıların durumu Türk Medeni Kanununun 3. maddesi çerçevesinde değerlendirilerek sonucuna göre bir hüküm kurulması gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiş bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, 1.480 TL Yargıtay duruşma vekalet ücretinin davalılardan alınarak davacıya verilmesine, peşin yatırılan harcın istek halinde yatırana iadesine, kararın 15 günlük yasal süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07.03.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY İÇTİHATI BİRLEŞTİRME GENEL KURULU Esas : 2015 /2 Karar : 2017/1 Tarih : 3.03.2017
-
HMK 225. Madde
-
Yeminin Konusu
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun yürürlüğe girmesinden sonra açılmış olan davalarda tarafların dava ve cevap dilekçeleri ile delil listelerinde “sair deliller, her türlü delil, ve sair deliller” gibi ibarelerin bulunması halinde tarafların yemin deliline başvurmuş sayılamayacakları ve bu kapsamda hâkimin ispat yükü kendisine düşen tarafa “yemin teklifinde bulunma hakkı”nı hatırlatamayacağı hıısusundadır.
1.GİRİŞ A. İÇTİHATLARI BİRLEŞTİRME KONUSUNDAKİ BAŞVURU Av. Fatih Karamercan 19.11.2014 tarihli dilekçesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun (HMK.) yürürlüğe girmesinden sonra açılmış olan davalarda “sair deliller-her türlü delil -vs. deliller” ibarelerinin kullanılması halinde tarafların “yemin” deliline de dayandıklarının kabul edilip edilemeyeceği, bu kapsamda hâkimin ispat yükü üzerinde olan tarafa yemin teklif etme hakkını hatırlatmasının gerekip gerekmediği konusunda Daireler arasında ortaya çıkan görüş ayrılıklarının birleştirilmesini istemiştir.
B.YARGITAY BİRİNCİ BAŞKANLIK KURULUNUN KARARI VE İÇTİHADI BİRLEŞTİRMENİN KONUSU
Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 10/12/2015 tarih ve 215/a sayılı Kararı ile;
Aşağıda I-C’de belirtilen kararlar arasında görüş aykırılığı bulunduğu ve farklı uygulamaların sürdürüldüğü sonucuna varıldığından; aykırılığın Hukuk İçtihatları Birleştirme Genel Kurulunca giderilmesi gerektiğine, görüşme tarihi daha sonra Birinci Başkanlıkça belirlenmek üzere, raportör üye olarak Adem Albayrak`ın görevlendirilmesine karar verilmiştir.
İçtihadı Birleştirme konusu ise “6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlüğe girmesinden sonra açılmış olan davalarda tarafların dava ve cevap dilekçeleri ile delil listelerinde “sair deliller, her türlü delil, ve sair deliller” gibi ibarelerin bulunması halinde tarafların yemin deliline başvurmuş sayılıp sayılamayacakları ve bu kapsamda hâkimin ispat yükü kendisine düşen tarafa yemin teklifinde bulunma hakkı`nı hatırlatıp hatırlatamayacağı” olarak belirlenmiştir.
C.GÖRÜŞ AYKIRILIĞININ GİDERİLMESİ İSTEMİNE KONU KARARLAR İkinci Hukuk Dairesinin 22.01.2014 gün ve E: 2013/18501 K: 2014/1181, 09.07.2014 gün ve E: 2014/1250 K:2014/15971; Üçüncü Hukuk Dairesinin 13.01.2014 gün ve E: 2013/15600 K: 2014/120,17.03.2014 gün ve E: 2013/20098 K:2014/4088,06.05.2014 gün ve E: 2013/21392 K: 2014/6953,02.06.2014 gün ve E: 2014/778 K:2014/8653, 09.06.2014 gün ve E: 2014/8565 K: 2014/9130, 16.06.2014 gün ve E: 2014/8179 K:2014/9604; Altıncı Hukuk Dairesinin 03.04.2014 gün ve E: 2013/12712 K:2014/4351, 13.05.2014 gün ve E: 2014/3745 K.2014/6156, 22.05.2014 gün ve E: 2014/4790 K:20I4/6638, 26.05.2014 gün ve E: 2013/15347 K:2014/6797, 12.06.2014 gün ve E: 2013/15109 K:2014/7768, 18.06.2014 gün ve E; 2014/5796 K:2014/8060, 30.06.2014 gün ve E: 2014/7009 K:2014/8663,25.09.2014 gün ve E:2014/8874 K:2014/10427; Onüçüncü Hukuk Dairesinin 12.03.2014 gün ve E: 2013/28263 K:2014/6977, 09.04.2014 gün ve E: 2013/2811 K: 2014/10835, 27.05.2014 gün ve E: 2014/2672 K;2014/16451, 05.06.2014 gün ve E: 2014/12325 K; 2014/17833, 15.09,2014 gün ve E: 2014/8855 K: 2014/27028; Ondokuzuncu Hukuk Dairesinin 24.04.2013 gün ve E: 2013/4822 K: 2013/7308, 12.05.2014 gün ve E:2014/4906 K:2014/9037, 02.06.2014 gün ve E: 2014/6872 K:2014/I0385,05.06.2014 gün ve E: 2014/7406 K: 2014/10611, 22.09.2014 gün ve E: 2014/9471 K: 2014/13860; Yirmiüçüncü Hukuk Dairesinin 04.02.2014 gün ve E: 2013/6432 K: 2014/703,01.04.2014 gün ve E: 2013/8570 fi: 2014/2465 sayılı kararları.
D.GÖRÜŞ AYKIRILIĞININ GİDERİLMESİ İSTEMİNE KONU KARARLARDA BELİRTİLEN GÖRÜŞLERİN ÖZETLERİ 1.İçtihatların Birleştirilmesi Konusu Kapsamında Kullanılan İbarelerin Yemin Deliline Dayanma Olgusunu Kapsayacağı Görüşünde Olan Daireler
Üçüncü Hukuk Dairesi, Altıncı Hukuk Dairesi ve Onüçüncü Hukuk Dairesi konuyla ilgili olarak Yargıtay Birinci Başkanlığına bildirdikleri görüşlerinde özetle içtihadı birleştirme konusu edilen hususta tarafların dilekçelerinde “sair deliller-her türlü delil-vs. deliller” gibi ibareleri kullanmalarının “delillerin hasredilmesi” kuralına aykırı olmadığı, bu çerçevede hâkimin ilgili tarafa yemin teklif etme hakkını hatırlatmasının davayı aydınlatma ödevi (HMK. m.31 /içinde kaldığı ve bu suretle savunma hakkının kısıtlanması ve daraltılması suretiyle hak kaybına sebebiyet verilmemiş olacağı belirtilmiştir.
2.İçtihatların Birleştirilmesi Konusu Kapsamında Kullanılan İbarelerin Y emin Deliline Dayanma Olgusunu Kapsamayacağı Görüşünde Olan Daireler İkinci Hukuk Dairesi, Ondokuzuncu Hukıık Dairesi ve Yirmiüçüncü Hukuk Dairesi konuyla ilgili olarak Yargıtay Birinci Başkanlığına bildirdikleri görüşlerinde özetle içtihadı birleştirme konusu edilen hususta tarafların dilekçelerinde “sair deliller-her türlü delil-vs. deliller” gibi ibareleri kullanmalarının dava dilekçesinin içeriğine ilişkin Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 119/1-f maddesindeki “iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği”, cevap dilekçesinin içeriğine ilişkin 129/1-e maddesindeki “savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delilerle ispat edileceğinin gösterilmiş olmasına ilişkin düzenlemeler ile cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri hakkında, dava ve cevap dilekçesine ilişkin hükümlerin niteliğine aykırı düşmedikçe kıyasen uygulanacağına ilişkin 136/1 maddesi kapsamında yemin deliline başvurulduğu anlamının çıkartılmayacağı; tarafların anılan Yasa kapsamında artık iddia ve savunmalarım ispat için gerektiğinde yemin deliline başvurmak istiyorlarsa bunu açıkça bildirmek zorunda oldukları belirtilmiştir.
II. ÖNSORUN Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında esasa geçilmeden önce konu ile ilgili olarak çeşitli Dairelerce münferit kararlar verildiği ve bu kararların “yerleşik hal” almadığı, diğer bir deyişle müstakar uygulama haline gelmediği; Yargıtay İçtihadı Birleştirme İlke Kararı (RG. 13.07.1974 gün ve 15294 s.) uyarınca içtihatları birleştirme için gereken önşartın henüz oluşmadığı belirtilerek içtihatların birleştirilmesine gerek olup olmadığı hususu önsorun olarak gündeme getirilmiştir.
Önsoruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede Yargıtay Kanunu`nun “Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının Görevleri” kenar başlıklı 15 inci maddesinin 2 nci bendine göre Yargıtay kararları ile sınırlı olmak üzere iki halde içtihatların birleştirilmesinin söz konusu olduğu ve bunların:
1.Hukuk daireleri arasında veya ceza daireleri arasında içtihat uyuşmazlıkları bulunması.
2.Yargıtay dairelerinden birinin yerleşmiş içtihadından dönmek istemesi ve benzer olaylarda birbirine uymayan kararlar vermiş bulunması, olarak gösterildiği hususu dikkate alındığında eldeki içtihadı birleştirme konusunda başvurucunun dilekçesinde gösterilenden daha fazla karar bulunduğu ve Daireler bakımından kararlı ve sürekli uygulamanın ve dolayısıyla içtihatların birleştirilmesine ilişkin olarak aranan önşartın sağlanmış olduğuna oyçokluğu ile karar verilmiştir.
III. İÇTİHADI BİRLEŞTİRMEYLE İLGİLİ KAVRAM, KURUM VE YASAL DÜZENLEMELER
A.İÇTİHADI BİRLEŞTİRMEYLE İLGİLİ KAVRAMLAR VE KURUMLAR
1.Yemin ve Yeminin Delil Niteliği a) Kavramsal Olarak Yemin Sözlük anlamıyla yemin (ant) “Tanrı`yı veya kutsal bilinen bir kişiyi, bir şeyi tanık göstererek bir olayı doğrulamak” demektir (Türk Dil Kurumu, Güncel Türkçe Sözlük). Hukuk terminolojisinde ise “bir kimsenin verdiği sözü temin veya sözünün doğruluğunu tasdik için kanun ile muayyen sözleri söylemesi veya hareketleri yapması” (Türk Hukıık Lügati, 3.b., Ankara 1991, s.363) olarak tanımlanmıştır. Hukuk Muhakemeleri Kanununda tanık, bilirkişi ve taraf yeminleri ayrı müesseseler olarak düzenlenmiş fakat yeminin bir tanımı verilmemiştir. Tanık ve bilirkişi yeminleri ilgililerini doğru söylemeye yönelten birer vasıta iken, taraf yemini bir delil olarak kabul edilmiştir. Öğretide benimsenen tanıma göre taraf yemini “taraflardan birinin, bir vakıanın doğru olup olmadığı hakkında, mahkeme önünde ve kanunun belirlediği şekilde beyanda bulunmasıdır (Yılmaz, E.: Medenî Yargılama Hukukunda Yemin, 2,b., Ankara 2012, s.25). b) İspat, Vakıa ve Delil Kavramları Dava konusu yapılan, bir diğer ifade ile davada talep sonucu olarak varlığı ileri sürülen sübjektif bir hakkın var olup olmadığının anlaşılması, maddi hukukun o hakkın doğumunu veya sona ermesini kendisine bağladığı vakıaların doğru olup olmadığının tespit edilmesi sonucunda mümkün olur. Dava konusu hakkın ve buna karşı yapılan savunmanın dayandığı vakıaların var olup olmadıkları hakkında mahkemeye kanaat verilmesi işlemine ispat denir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.II, 6.b„ İstanbul 2001, s.6196; Postacıoğlu, t. E./Altay, S.: Medenî Usul Hukuku Dersleri. 7.b„ s.558, n.l069; Üstündağ, S.: Medeni Yargılama Hukuku, C.I-II, İstanbul 2000, s.612; Tannver, S.: Medenî Usûl Hukuku, C.I, Ankara 2016, s.741; Pekcanıtez. H./Atalay. O./Özekes, M.: Medenî Usûl Hukuku, 13.b., Ankara 2012, s.538).
Vakıa (olgu) kendisine hukuki sonuç bağlanmış olaylardır. Bir vakıanın ispatı için başvurulan araçlara ise delil (kanıt) denir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu delilleri senet, yemin, tanık, bilirkişi, keşif ve uzman görüşü olarak sıralamıştır. Bu sayma sınırlayıcı (tahdidi) olmayıp, kanunun belirli bir delille ispat zorunluluğu getirmediği hallerde taraflar kanunda düzenlenmemiş diğer delillere de dayanabilirler (Tannver, s.799). Öte yandan öğretide deliller “kesin” ve “takdiri” olarak iki grup altında mütalaa edilmektedir (Kuru, II, s.2032 vd.; Pekcanıez/Atalay/Özekes, s.606 vd.; Tannver, s.817). Bu kapsamda yemin, kesin delillerdendir; bir başka anlatımla yemin hakkındaki hükümlere uyulmasıyla o vakıa kesin biçimde kanıtlanmış olur.
İspat bir yükümlülük olmayıp, bir yüktür. Yük (külfet) hukuk düzeninin bir kimseye, diğer bir kimse karşısında yüklemiş olduğu davranış olup, külfet üzerine yüklenen kişi bu davranışı yerine getirmediği takdirde ya elde etmesi mümkün olan bir hakkı kazanamaz ya da böyle bir hakkı kaybeder (Eren, F.: Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, 16.b., Ankara 2014, s.45). Buna göre ispat yükü kendisine düşen taraf bunu yerine getirmek zorunda değildir fakat bunun yerine getirilmemesi halinde dava sonucunda ulaşılmaya çalışılan hakka ulaşılamayacak (Börü. L.: Medeni Usul Hukukunda İddia ve Somutlaştırma Yükü, Ankara 2016, s.66 vd.); üst paragrafta kullanılan ifade ile mahkemede bu yönde bir kanaat oluşturmak mümkün olmayacaktır.
c) Yeminin Delil Niteliği Yukarıdaki açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde yemin, taraflardan birinin davanın çözümünü ilgilendiren bir olayın doğru olup olmadığı konusunu, kanunda belirtilen usule uyarak, mahkeme önünde, kutsal sayılan değerlerle teyit eden ve kendisine kesin delil vasfı yüklenmiş sözlü açıklamalardır. Bütün ispat vasıtalarında olduğu gibi yeminin de konusu davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalardır (HMK.m.225/1). Bir kimsenin bir hususu bilmesi onun kendisinden kaynaklanan vakıa sayılırken (HMK.ııı.225/2); tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği vakıalar, bir işlemin geçerliliği için, kanunen iki tarafrn irade açıklamalarının yeterli görülmediği haller, yemin edecek kimsenin namus ve onurunu etkileyecek veya onu ce/a soruştunııası ya da kovuşlumıası ile karşı karşıya bırakacak vakıalar yeminin konusu olama/ (HMK.m.226). Yemini, kendisine ispat yükü düşen taraf teklif edebilir. Kendisine ispat yükü düşmeyen tarafın, yemin teklif etmesinin hiçbir hukuki sonucu yoktur. İçtihadı birleşlinneye konu olan husus laraf yeminine ilişkindir. Bu anlamda tarafın bir delili kullanabilmesi için o delile usulüne uygun şekilde dayanmış olması gerekir. Değerlendirilmesi gereken konu, yemin deliline açıkça dayanılmasının gerekip gerekmediği bir başka deyişle “sair deliller”, “her türlü delil”, ve “vesair deliller” ibaresinin kullanılması halinde yemin deliline dayamldığının kabul edilip edilemeyeceği ve yemin deliline dayanılmış olması durumunda bu hakkın hâkim tarafından tarafa hatırlatılıp hatırlatılamayacağı noktasındadır. 2. Delillerin Gösterilmesi, tbrazı ve Hâkimin Davayı Aydınlatma Ödevi a) Delillerin Gösterilmesi ve İbrazı Hukuk Muhakemeleri Kanunu “dava dilekçesinin içeriği” başlıklı 119 uncu maddesinin 1 inci bendinin (e) alt bendinde davacıya, iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini ve (f) alt bendinde de iddia ettiği her bir vakıayı hangi delillerle ispat edeceğini göstermek yükümlülüğü getirmiş; bu ilkeyi “somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi” başlıklı 194 üncü maddenin 2 sayılı bendinde ve (basit yargılama usulü bakımından) “delillerin ikamesi” başlıklı 318 inci maddenin 1 inci bendinde de tekrarlamıştır. Benzer bir yük “cevap dilekçesinin içeriği” başlıklı 124 üncü maddenin I inci bendinin (d) ve (e) alt bentleri ile savunma sebep ve vasıtaları bakımından davalıya da yüklenmiştir. Bu külfet, iddia ve savunma sebeplerinin yargılamanın belirli bir aşamasına kadar ileri sürülmesini, bundan sonra ileri sürülen iddia ve savunma sebeplerinin mahkemece dikkate alınamayacağını ifade eden “teksif ilkesi” ile de ilişkilidir (Tanrıver, s.362 vd.; Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s.305 vd.). b) Hâkimin Davayı Aydınlatma Ödevi Hâkimin, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında taraflara açıklama yaptırabilmesine, soru sorabilmesine ve delil gösterilmesini isteyebilmesine “hâkimin davayı aydınlatma ödevi” denir (HMK.m.31). Taraflarca getirilme ilkesi (HMK.m.25) ile bağlantılı bir kurum olan hâkimin davayı aydınlatması ödevi, hâkimin iddia ve savunma ile sınırlı olarak belirsizlik ve çelişkilerin giderilmesi için öngörülmüş ve doğruya ulaşmak noktasında hâkime yüklenmiş bir görevdir (Tanrıver. s.365 vd.; Pekcanıtez/Atalay/Özekes, s.310 vd.). 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun yürürlüğe girmesinden sonra açılmış olan davalarda tarafların dava ve cevap dilekçeleri ile delil listelerinde “sair deliller, her türlü delil, ve sair deliller” gibi ibarelerin bulunması halinde tarafların yemin deliline başvurmuş sayılamayacakları ve bu kapsamda hâkimin ispat yükü kendisine düşen tarafa “yemin teklifinde bulunma hakkı”nı hatırlatamayacağı hususundadır.
3.Yemin Deliline Dayanma Yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde gerek davacı gerek davalı iddia ya da savunmasını ispatlamak bakımından vakıa ve delil ilişkisini net biçimde kurmalıdır. Bu bağlamda tarafın (diğer delillerde olduğu gibi) açıkça yemin deliline başvurması mümkündür. Çözümlenmesi gereken sorun açıkça yemin deliline başvurmayan tarafın dilekçesinde “sair deliller, her türlü delil, ve sair deliller” gibi ibarelere yer vermesi halinde, bu ibarelerin ilgilinin yemin deliline başvurmuş sayılıp sayılamayacağı ve bu kapsamda hâkimin ispat yükü kendisine düşen tarafa “yemin teklifinde bulunma hakkı”nm hatırlatıp hatırlatamayacağı noktasında toplanmaktadır. Konu ile ilgili olarak öğretide çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Pekcanıtez/Atalay/Özekes konu hakkındaki görüşlerini şu şekilde ifade etmektedirler: “Uygulamada Yargıtay, hakimin davayı aydınlatma ödevi çerçevesinde belli bir delili hatırlatma yetkisi bulunmadığım, ancak taraf delilleri arasında yemin deliline dayanmışsa, açıkça- yemine dayanmasa dahi en azından “sair deliller” demişse sair deliller içinde yemin de yer aldığından, hakimin bu tarafa yemin teklif etme hakkı olduğunu hatırlatması gerektiği görüşündedir. Bu hatırlatmanın yapılmaması bozma sebebi sayılmıştır. Ancak gerek sair deliller ibaresinin doğuracağı sonuç, gerekse hakimin yemin hakkını hatırlatma zorunluluğunda olması artık Hukuk Muhakemeleri Kanunu düzenlemesi çerçevesinde geçerli sayılamaz. Çünkü taraf dayandığı delilleri açıkça göstermek durumundadır” (s.642).
Arslan/Yılmaz/Taşpınar Ayvaz, tarafların yemin deliline başvuracaklarını dilekçelerinde belirtmeleri gerektiğini vurgulamış ve (HMK.m. 119/1 -f, 129/1 -e) mahkemenin ancak bu ihtimalde yemin teklif etme yükümlülüğünde olduklarına dair kanaat açıklamışlardır (Arslan, R./Yılmaz. E./Taşpınar Ayvaz, S.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2016, s.428 vd.).
Tanrıver, tarafların dilekçelerinde yemin deliline dayandıklarını açıkça bildirmek zorunda olduğunu, aksi takdirde hâkimin tarafa herhangi bir hatırlatmada bulunamayacağını belirtmektedir (s.864-865).
Karslı, davacının dava dilekçesinde dayandığı vakıaları ispat için delilerinin de neler olduğunu yazması gerektiğini, delillerin genel ifadelerle belirtmesinin yeterli olmadığını ve hangi delillere dayamldığının da dava dilekçesinde belirtilmesinin gerektiğini belirtmektedir. Yazar somutlaştırma yükünün (HMK.m. 194) de bu unsuru tamamladığı görüşündedir (Karslı, A.: Medeni Muhakeme Hukuku -6100 Sayılı HMK Hükümlerine Göre Yargıtay Kararları İşlenmiş ve Gözden Geçirilmiş-, 3. b., İstanbul 2013, s.488).
Bolayır da Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 194/2, 119/1 -f ve 129/1 -e hükümlerinden bahisle, tarafların dava ve cevap dilekçelerinde dayandıkları delilerin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmelerini zorunlu kıldığını; bu düzenlemelerin ilgili tarafın açıkça yemine dayanmamış olmakla birlikte dilekçesinde “sair deliller”, “her türlü deliller” ve “diğer deliller” gibi ifadelere yer vermiş olması halinde, hâkimin tarafa yemin teklif etme hakkı olduğunu hatırlatması gerektiğine ilişkin olarak Yargıtay tarafından Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönemde geliştirilmiş uygulamayı ortadan kaldırdığım, buna rağmen Yargıtay`ın önceki uygulamayı sürdürdüğünü ve bunun isabetli olmadığını belirtmektedir (Bolayır, N.: Hukuk Yargılanmasında Delillerin Toplanmasında Tarafların ve Hâkimin Rolü, İstanbul 2014, s. 382-385).
Talepleri somutlaştırma yükü gereği, tarafların vakıaların ispatı için dayandıkları delilleri salt dilekçelerinde göstermelerinin yeterli olmadığını; hangi delilin, hangi vakıanın ispatı içiıı gösterildiğinin açıkça belirtilmesi gerektiğini (s.208); 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu dönemindeki “sair deliller” benzeri ibarelerin yemin ve tanık deliline da dayamldığının kabulü şeklindeki uygulamanın 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`ndaki somutlaştırma yüküne ilişkin düzenleme çerçevesinde artık beııimsenemeyeceğini; bu tür ibarelerin dilekçelerde yer alması halinde yemin deliline açıkça dayamldığının kabul edilemeyeceğini (s.209) ifade etmektedir.
B.KONU İLE İLGİLİ YASAL DÜZENLEMELER
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu Taraflarca getirilme ilkesi
MADDE 25- (1) Kanunda öngörülen istisnalar dışında, hâkim, iki taraftan birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz.
(2) Kanunla belirtilen durumlar dışında, hâkim, kendiliğinden delil toplayamaz.
Hâkimin davayı aydınlatma ödevi
MADDE 31- (I) Hâkim, uyuşmazlığın aydınlatılmasının zorunlu kıldığı durumlarda, maddi veya hukuki açıdan belirsiz yahut çelişkili gördüğü hususlar hakkında, taraflara açıklama yaptırabilir; soru sorabilir; delil gösterilmesini isteyebilir.
Dava dilekçesinin içeriği
MADDE 119- (1) Dava dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:
1.Mahkemenin adı.
a) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri.
b) Davacının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası.
ç) Varsa tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri.
c) Davanın konusu ve malvarlığı haklarına ilişkin davalarda, dava konusunun değeri.
d) Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.
e) İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.
f) Dayanılan hukuki sebepler.
t> Açık bir şekilde talep sonucu.
g) Davacının, varsa kanuni temsilcisinin veya vekilinin imzası.
(2) Birinci fıkranın (a), (d), (e), (f) ve (g) bentleri dışında kalan hususların eksik olması hâlinde, hâkim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması hâlinde dava açılmamış sayılır.
Cevap dilekçesinin içeriği
MADDE 129- (1) Cevap dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:
a) Mahkemenin adı.
b) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri; davalı yurt dışında ise açılan dava ile ilgili işlemlere esas olmak üzere yurt içinde göstereceği bir adres.
c) Davalının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası.
ç) Varsa, tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri.
d) Davalının savıınmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.
e) Savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.
f) Dayanılan hukuki sebepler.
g) Açık bir şekilde talep sonucu.
ğ) Davalının veya varsa kanuni temsilcisinin yahut vekilinin imzası.
(2) 121 inci madde hükmü cevap dilekçesi hakkında da uygulanır.
Somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi
MADDE 194- (1) Taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar.
(2) Tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur.
Yeminin konusu
MADDE 225- (1) Yeminin konusu, davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalardır. Bir kimsenin bir hususu bilmesi onun kendisinden kaynaklanan vakıa sayılır.
Delillerin ikamesi
Madde 318: Taraflar dilekçeleri ile birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek; ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadır.
IV. GEREKÇE
İçtihadı birleştirmenin konusu; 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun yürürlüğe girmesinden sonra açılmış olan davalarda tarafların dava ve cevap dilekçeleri ile delil listelerinde “sair deliller, her türlü delil, ve sair deliller” gibi ibarelerin bulunması halinde tarafların yemin deliline dayandıklarının kabul edilip edilemeyeceği, bu kapsamda halcimin, ispat yükü üzerinde olan tarafa, yemin teklif etme hakkım hatırlatmasının gerekip gerekmediği lıususundadır.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun “dava dilekçesinin içeriği” kenar başlıklı 119 uncu maddesinin 1 inci fıkrasının (c) bendinde “davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri”mn, (I) fıkrasında ise “iddia edilen lıer bir vakıanın hangi deliller ile ispat edileceğinin” dava dilekçesinde; aynı şekilde 129 uncu maddesinin 1 inci fıkrasının (d) bendinde “davalının savunmasının dayanağı olan bütiin vakıaların sıra numarası altında açık özetleri”nm ve (e) fıkrasında da “savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğinin cevap dilekçesinde gösterilmesi gerektiği düzenlenmiş bulunmaktadır.
Öte yandan Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun 136 ncı maddesinin 2 nci fıkrasında davacının cevaba cevap dilekçesi hakkında dava dilekçesine, davalının ikinci cevap dilekçesi hakkında da cevap dilekçesine ilişkin hükümlerin, niteliğine aykırı düşmediği sürece kıyasen uygulanacağı ilkesi getirilmiştir. Her bir vakıanın hangi delille ispat edileceğinin gösterilmesi zorunluluğu cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri için de geçerlidir.
Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi” kenar başlıklı 194 üncü maddesinde dayandıkları vakıaların, ispata elverişli şekilde somutlaştırması gerekliliği taraflara yüklenmiştir. Somutlaştırma yükü ile taraflardan, dayandıkları delilleri göstermeleri beklendiği gibi hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini de açıkça göstermeleri beklenmektedir.
Mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu`nda bulunmayan bu kural Hukuk Muhakemeleri Kanunu ile getirilmiştir. Nitekim maddenin gerekçesinde de “ maddenin yeni düzenleme olduğu, maddenin amacının bir yandan ispatın genel hükümleri çerçevesinde temel bir kavrama yer vermek iken, diğer yandan da uygulamada genel geçer ifadelerle somut vakıalara dayanmadan davaların açılıp yürütülmesinin önüne geçilmeye çalışıldığı vurgulanmıştır. Aynı şekilde somutlaştırma yükümlülüğünün yargılamanın sağlıklı bir şekilde yürütülmesi için zorunlu olduğu vakıaların anlaşılması için ayrıca bir araştırma yapılması ya da zaman kaybının önlenmesinin hedef alındığı,vakıaların somut olarak ileri sürülmesinin taraflar için bir yük olduğu, bu yükümlülüp yerine getinneyen tarafın sonuçlarına katlanacağı” hususu belirtilmiştir. Yukarıda yük (külfet) konusunda yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı gibi somutlaştırma bir yükümlülük değil fakat bir yüktür. Taraflar vakıa ve delil ilişkisini kurmak zorunda değildirler fakat bundan kaçınmaları dava ile elde etmeyi umdukları hukuki korumadan mahrum kalmaları sonucunu doğurur.
Bu yasal düzenlemeler ve açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde, taraflarca hazırlama ilkesinin geçerli olduğu davalarda yasa koyucunun taraflara hangi delilin, hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtme, yani somutlaşma külfeti getirdiğini, bu düzenlemeye göre de açıkça yemin deliline dayanılmadığı takdirde, tarafın yemin teklif etme hakkının bulunmadığı sonucuna ulaşmak gerekmektedir. Tarafın “sair deliller, her türlü delil, ve sair deliller” gibi ibareleri kullanmış olması yemin deliline açıkça dayanmış olduğu biçiminde yorumlanamaz.
Bu çerçevede tarafın “sair deliller, her türlü delil, ve sair deliller” gibi ibareleri kullanmış olması halinde hâkimin taraflara yemin teklif etme hakkını hatırlatmasının mümkün bulunmadığı sonuç ve kanaatine varılmıştır.
V. SONUÇ 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun yürürlüğe girmesinden sonra açılmış olan davalarda tarafların dava ve cevap dilekçeleri ile delil listelerinde “sair deliller, her türlü delil, ve sair deliller” gibi ibarelerin bulunması halinde tarafların yemin deliline başvurmuş sayılamayacakları ve bu kapsamda hâkimin ispat yükü kendisine düşen tarafa “yemin teklifinde bulunma hakkı”nı hatırlatamayacağma 03.03.2017 günlü oturumda gerek önsorun gerek esas hakkında üçte ikiyi aşan oyçokluğu ile karar verilmiştir.
KARŞI OY Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kumlumun; tarafların dilekçelerinde “sair deliller, her türlü delil, vs. deliller tabirini kullanmasının, 6100 sayılı HMK döneminde, “yemin delilini” de kapsayıp kapsamayacağı hususun ilişkin 03.0.1.2017 tarihli toplantısında, tarafların delil listesinde ayrıca ve açıkça “yemin” deliline dayanmamaları halinde, “sair deliller, her türlü delil, vs. deliller” sözcüklerinin kullanmalarının “yemin” delilini kapsamayacağına oyçokluğu ile karar verilmiştir. 1086 sayılı HUMK döneminde açılan davalar yönünden, “sair deliller, her türlü delil, vs. deliller” ibarelerinin “yemin” delilini de kapsayacağı hususunda Yargıtay Hukuk Daireleri arasında bir görüş ayrılığı bulunmamaktaydı. Sayın çoğunluk bir takım gerekçelerle 6100 sayılı HMK döneminde, “sair deliller, her türlü delil, vs. deliller” tabirinin “yemin” delilini içermediğine karar vermiş ise de çoğunluğun bu görüşlerine katılmıyoruz. Şöyle ki; 1- Sayın Çoğunluk, HMK 119/1-e, -f bentlerinde yer alan; “(1) Dava dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur: e) Davacının iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri. 0 İddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği. (2) Birinci fıkranın (a), (d), (e), (0 ve (g) bentleri dışında kalan hususların eksik olması halinde, hakim davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre verir. Bu süre İçinde eksikliğin tamamlanmaması halinde dava açılmamış sayılır”. hükümleri uyarınca dava dilekçesinde, HMK 129’da yer alan mümasil hükümler uyarınca da cevap dilekçesinde, tarafların, hangi maddi vakıayı hangi delillerle ispat edileceğini, dava ve cevap dilekçlcrinde belirtmek zorunda olduklarını ifade etmişlerdir. Bununla birlikte, 119/1 (e) ve (f) bentleri ile 129.maddedeki mümasil hükümde, anılan zorunluluğa uyulmamasının müeyyidesi bulunmamaktadır. 2- Sayın çoğunluk, HMK 194’ te yer alan “ (I) Taraflar, dayandıkları vakıaları, ispata elverişli şekilde somutlaştırmalıdırlar. (2) Tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri zorunludur” hükmü ile, HMK 318’de yer alan; “(1) Taraflar dilekçeleri ile birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek; ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadır.” hükümleri uyarınca, somutlaştırma yükümlülüğü çerçevesinde, tarafların yargılamada, İspata elverişli şekilde dayandıkları maddi vakıaları somutlaştırmaları, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğini açıkça belirtmeleri gerektiği, bu bağlamda delil listesinde yer alan “sair deliller, her türlü delil, vs. deliller” kavramlarının kullanılmasının somutlaştırma yükümlülüğünü yerine getirmeyeceğini savunmuştur. Herşeyden önce, yemin HMK m, 225 te kesin deliller arasında sayılmıştır. Bununla birlikte, yemin delili, davanın taraflarınca delil olarak dayanılsa bile hemen ileri sürülmemekte, diğer delillerle ispat edilememesi ve hakim tarafından da bunun ifade edilmesi ve hatırlatılması halinde delil olarak dayanılmaktadır. Bu yüzden, tarafların yargılamanın başında, yemin deliliyle hangi maddi vakıayı ispat edeceklerini söylemeleri gerekmez. Anılan nedenlerle, HMK 194 ve 318 maddeleri, yemin dışındaki deliller yönünden geçeriidir. Zaten çoğunluk da, delil listesinde yemin deliline açıkça dayanılmış olmasını yeterli görmekte, tarafların ayrıca dayanılan yemin deliliyle hangi maddi vakıayı ispat edeceğini son delil bildirme aşamasında mahkemeye bildirmesi gerektiğini düşünmemektedir. Şayet, HMK 194 ve 318 de yer alan somutlaştırma yükümünün yemin delili bakımından da geçerli olduğu düşünülecek olursa, tarafların açıkça yemin deliline dayanması yeterli olmayacak, ayrıca ve açıkça, dilekçesinde yer alan hangi maddi vakıaları yemin ile ispat etmek istediğini de belirtmesi zorunluluğu ortaya çıkacaktır. Oysa Türk hukukunda, yemin kesin delillerden olmakla birlikte, yüksek riski nedeniyle, diğer delillerle ispat edilememesi halinde, İkame delil ve yedek ispat vasıtası niteliğinde bir delil türüdür. Daha başlangıçta, tarafın yemin ile maddi vakıaları ispat edeceğini söylemesi halinde, mahkeme hakiminin, tanık, keşif, bilirkişi vs. takdiri delil yerine, kesin delil türü olan yemin deliline başvurması riski doğacağı gibi, taraflar yönünden de savunma hakkının kısıtlanması mahiyetine bürünecektir. Ayrıca, diğer delillerle ispat edilen ve edilmeyen maddi vakıalar, diğer delillerin toplanmasından sonra hakim tarafından belirleneceğinden daha yargılamanın başında hangi maddi vakıanın yemin deliliyle ispat edileceğinin delil listesinde somutlaştırılması da mümkün değildir. Diğer delillerle esasa girilmesinden sonra; hangi maddi vakıa için yemin deliline sıra geldiğini, diğer delilleri değerlendiren hakim saptayacak, taraflara bu saptadığı konularda yemin teklif edip etmeyeceklerini soracaktır. İşte bu aşamada delil listesinde “vesair delil, her türlü delil….” biçiminde delil de bildiren tarafa yemini ktırlatabilmelidir. HMK 194 ve 318 md. Hükümleri yemin delili konusunda uygulanamaz olduğundan, HMK’nın delil gösterilmesi zorunluluğuna ilişkin 119. ve 129, md, hükümleri, 6100 sayılı HUMK’nun m 179. ve 201. maddelerine paralel düzenlenmiş olmakla ve I lUMK’nun yürürlüğü zamanında yerleşmiş Yargıtay içtihatlarıyla uygulanan ve bu içtihatları birleştirmeye konu olan hususun HMK’nın yürürlüğe girmesinden soma uygulanmayacağı görüşünün dayanağı bulunmamaktadır. 3- Tarafların, delil listelerinde, yemin delili yerine, her türlü kanunî/hukuki delil kavramını kullanmalarına mani yoktur. Zira, yemin dışındaki diğer kanuni delillerini zaten IIMK 194,318. md. hükümleri kapsamında somutlaştırarak bildireceklerdir, “Çoğun içinde azı da vardır 1 tabiri hukukun genel ilkeleri arasına girmiştir. Nitekim, Yargıtay hukuk dairelerinin yanında, HGK da bir çok kararında bu ilkeye açıkça değinmiştir. Bu ilke bir HGK kararında “…Bu cümleden olarak, çoğun içinde azı da vardır ilkesi gereğince, tapuda tescil talebi, tapu iptali talebini de içermekle birlikte; salt iptal istemi tescil talebini kapsamadığından, tescil İsteminin bulunmadığı böyle bir durumda, mahkemece tescile karar verilmesi ya da esasa ilişkin nedenlerle davanın reddedilmesi olanaklı değildir” (06.05.2009 T. 2009/1 -82 E. -161 K,), yine bir başka HGK kararında da “tapu kütüğünde veya dayanak kayıtlarında doğum tarihi yazılmış ve bu tarihte yanlışlık varsa, tapu kayıl maliki ile davacının veya murisinin aynı kişi olduğuna ilişkin açılan bu davaların “çoğun içinde azı da vardır” kuralı gereğince dinlenmesi ve tespit kararı verilmesi gerekir” (HGK 09,05.2013 T. 2012/14-1517 E.-2013/781 K.) şeklinde yansımıştır. Sonuç olarak, “her türlü hukuki delil, her türlü kanuni delil, her türlü yasal delil, sair deliller” kavramı da “yemin” delilini kapsayacak ve hakim yemin deliline sıra geldiğinde, detil listesinde bu şekilde delil bildiren tarafa yemin teklif edip etmeyeceğini hatırlatacaktır. Yukarıda anılan sebeplerle, Yargıtay İçtihatları Birleştirme Hukuk Genel Kurulu`ııun sayın çoğunluğunun görüşlerine katılmıyoruz.
YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/8257 Karar : 2017/115 Tarih : 10.01.2017
-
HMK 225. Madde
-
Yeminin Konusu
Davacı 11.06.2013 tarihli dilekçesi ile davalı ile aralarındaki güvene dayanarak 2518 parsel 730 m2 lik tarla cinsli taşınmazı 26.09.1994 tarihli yazılı belge ile 200.000.000 TL bedel ödeyerek ortak olarak aldığını, davalının noterden 26.09.1994 tarih 46685 yevmiye nolu inşaat yapılmasını içeren muvafakatname verdiğini, zilyetliğin teslim edildiğini, ancak İmar Kanununun 18.maddesi gereğince birlikte almış olmalarına rağmen tapunun 26.09.1994 tarihinde davalı adına tescil edildiğini ileri sürerek tapunun iptaliyle 1/2 oranında adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı vekili 21.10.2015 tarihli celsede paydaş olduğunun tespiti, olmadığı takdirde keşif raporunda hesaplanan değer üzerinden alacak davasının kabulünü istemiştir.
Davalı vekili öncelikle davanın zamanaşımına uğradığını, davalının okuma yazma bilmediğini, el yazılı sözleşmedeki imzanın geçersiz olduğunu, noter belgesinin ise içeriğinin bağlayıcı yönü olmadığı gibi resmi şekle aykırı olduğunu, zilyetliğin teslim edilmediğini, tüm vergilerin davalı tarafından ödenmiş olduğunu, tanık dinlenmesine muvafakat etmediklerini, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece taraflar arasında düzenlenen belgelerin adiyen düzenlendiği taşınmaz devri için resmi şekle uyulmadığı, alacak yönündeki talebin zilyetlik devredilmediğinden zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmü, davacı vekili esastan, davalı vekili ise noksan harç davacı tarafından ikmal edilerek vekalet ücreti verilmesi gerektiğini ileri sürerek ayrı ayrı temyiz etmişlerdir.
Dava, inanç sözleşmesine aykırılık nedeniyle tapunun 1/2 oranında iptali ile davacı adına tescili isteğine ilişkindir.
İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.
İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmesi, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa HMK’nun 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.
Yazılı delille veya delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.
İnanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden 818 sayılı Borçlar Kanununun 125. maddesi 6098 sayılı yeni Borçlar Kanununun 146. hükmü gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir.
İnanç da bir sözleşme olup, genel zamanaşımı süresine tabi ise de buradaki sürenin başlangıcı, inanç gösterilenin borcunu yerine getirmeyeceği konusundaki tavrının ortaya çıkması ile başlar. Diğer bir anlatımla, inanç gösteren kişinin hakkına yargısız ulaşabileceği umudunun tükendiği tarih zamanaşımı süresinin başlangıcını teşkil eder.
Somut olayda dava, inanç sözleşmesine dayalı tapuda 1/2 payın iptali ve tescili istemine ilişkindir. Davacının dayanmış olduğu (taraflar arasında gayrimenkul satış senedi) başlıklı yazılı belge ve 26.09.1994 tarihli noter muvafakatname başlıklı belge ve dayanağı taksim krokisi taraflar arasında inanç sözleşmesini gösteren yazılı delil niteliğindedir. Bu nedenle yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda inceleme ve araştırma yapılarak öncelikle dava konusu taşınmazın güncel tapu kaydı getirtilerek ve belediyeden imar durumu sorulup ifrazının mümkün olup olmadığı araştırılmalı; ayrıca, imar planı sınırları içinde ise davacının paydaş kılınmasının mümkün olduğu da değerlendirilerek sonucuna göre bir hüküm kurulması yoluna gidilmelidir.
Yanılgılı değerlendirmeyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin yatırılan harcın istek halinde yatıranlara iadesine, karar tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10.01.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/8257 Karar : 2017/115 Tarih : 10.01.2017
-
HMK 225. Madde
-
Yeminin Konusu
Davacı 11.06.2013 tarihli dilekçesi ile davalı ile aralarındaki güvene dayanarak 2518 parsel 730 m2 lik tarla cinsli taşınmazı 26.09.1994 tarihli yazılı belge ile 200.000.000 TL bedel ödeyerek ortak olarak aldığını, davalının noterden 26.09.1994 tarih 46685 yevmiye nolu inşaat yapılmasını içeren muvafakatname verdiğini, zilyetliğin teslim edildiğini, ancak İmar Kanununun 18.maddesi gereğince birlikte almış olmalarına rağmen tapunun 26.09.1994 tarihinde davalı adına tescil edildiğini ileri sürerek tapunun iptaliyle 1/2 oranında adına tesciline karar verilmesini talep etmiştir.
Davacı vekili 21.10.2015 tarihli celsede paydaş olduğunun tespiti, olmadığı takdirde keşif raporunda hesaplanan değer üzerinden alacak davasının kabulünü istemiştir.
Davalı vekili öncelikle davanın zamanaşımına uğradığını, davalının okuma yazma bilmediğini, el yazılı sözleşmedeki imzanın geçersiz olduğunu, noter belgesinin ise içeriğinin bağlayıcı yönü olmadığı gibi resmi şekle aykırı olduğunu, zilyetliğin teslim edilmediğini, tüm vergilerin davalı tarafından ödenmiş olduğunu, tanık dinlenmesine muvafakat etmediklerini, davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece taraflar arasında düzenlenen belgelerin adiyen düzenlendiği taşınmaz devri için resmi şekle uyulmadığı, alacak yönündeki talebin zilyetlik devredilmediğinden zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Hükmü, davacı vekili esastan, davalı vekili ise noksan harç davacı tarafından ikmal edilerek vekalet ücreti verilmesi gerektiğini ileri sürerek ayrı ayrı temyiz etmişlerdir.
Dava, inanç sözleşmesine aykırılık nedeniyle tapunun 1/2 oranında iptali ile davacı adına tescili isteğine ilişkindir.
İnançlı işlemler, inananın teminat oluşturmak veya yönetilmek üzere mal varlığı kapsamındaki bir şey veya hakkını, inanılana devretmesi ve inanılanın da inanç anlaşmasındaki koşullara uygun olarak inanç konusu şeyi kullanmasını, amaç gerçekleştiğinde ise belirlenen şekilde inanana iade etmesini içeren işlemlerdir.
İnançlı bir işlem ile inanan, sahibi olduğu bir mülkiyet veya alacak hakkını inanılana kazandırıcı bir işlemle devretmekte ancak borçlandırıcı bir sözleşme ile de onu bazı yükümlülükler altına sokmaktadır.
İnançlı işlemin taraflarını, inanan ve inanılan oluşturur. Bir hakkı ya da nesneyi, güvendiği bir kişiye inançlı olarak devreden kimseye “inanan” adı verilir. Devredilen hak veya nesneyi, kendisine ait bir hak olarak kendi yararına, doğrudan doğruya ve dolaylı olarak kullanan kişiye de “inanılan” denir. İnananın, inanılana inançlı olarak kazandırdığı hak ya da nesne ise “inanç konusu şey” olarak nitelenir. İnançlı bir işlemde, kazandırıcı işlemin tarafları ile borç doğuran anlaşmanın tarafları aynıdır.
İnançlı işlemde inanılan, hakkını kullanırken kararlaştırılan koşullara uymayı, amaç gerçekleşince veya süre dolunca hak veya nesneyi tekrar inanana (veya onun gösterdiği üçüncü kişiye) devretmeyi yüklenmektedir. İnançlı işlem, kazandırmayı yapan kişiye yani inanana belirli şartlar gerçekleşince, kazandırmanın iadesini isteme hakkı sağlayan bir sözleşmedir. Bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde bunun dava yoluyla hükmen yerine getirilmesi istenebilir.
İnanç sözleşmesi, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca ancak, yazılı delille kanıtlanabilir. Bu yazılı delil, tarafların getirecekleri ve onların imzalarını taşıyan bir belge olmalıdır.
Açıklanan nitelikte bir yazılı delil bulunmasa da, yanlar arasındaki uyuşmazlığın tümünü kanıtlamaya yeterli sayılmamakla beraber söz konusu hukuki işlemi muhtemel gösteren ve kendisine karşı ileri sürülen kimse veya temsilcisi tarafından verilmiş veya gönderilmiş delil başlangıcı niteliğinde bir belge varsa HMK’nun 202. maddesi uyarınca inanç sözleşmesi “tanık” dahil her türlü delille ispat edilebilir.
Yazılı delille veya delil başlangıcı yoksa inanç sözleşmesinin ikrar (HMK m.188) yemin (HMK m.225 vd) gibi kesin delillerle de ispat edilmesi olanaklıdır. Davacının yemin deliline dayanması halinde mahkemenin davacıya bu hakkını hatırlatması gerekir.
İnanç sözleşmesinden doğan davalar için özel bir zamanaşımı süresi öngörülmediğinden 818 sayılı Borçlar Kanununun 125. maddesi 6098 sayılı yeni Borçlar Kanununun 146. hükmü gereğince inanç sözleşmesinden kaynaklanan davalarda zamanaşımı süresi on yıl olarak kabul edilmektedir.
İnanç da bir sözleşme olup, genel zamanaşımı süresine tabi ise de buradaki sürenin başlangıcı, inanç gösterilenin borcunu yerine getirmeyeceği konusundaki tavrının ortaya çıkması ile başlar. Diğer bir anlatımla, inanç gösteren kişinin hakkına yargısız ulaşabileceği umudunun tükendiği tarih zamanaşımı süresinin başlangıcını teşkil eder.
Somut olayda dava, inanç sözleşmesine dayalı tapuda 1/2 payın iptali ve tescili istemine ilişkindir. Davacının dayanmış olduğu (taraflar arasında gayrimenkul satış senedi) başlıklı yazılı belge ve 26.09.1994 tarihli noter muvafakatname başlıklı belge ve dayanağı taksim krokisi taraflar arasında inanç sözleşmesini gösteren yazılı delil niteliğindedir. Bu nedenle yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda inceleme ve araştırma yapılarak öncelikle dava konusu taşınmazın güncel tapu kaydı getirtilerek ve belediyeden imar durumu sorulup ifrazının mümkün olup olmadığı araştırılmalı; ayrıca, imar planı sınırları içinde ise davacının paydaş kılınmasının mümkün olduğu da değerlendirilerek sonucuna göre bir hüküm kurulması yoluna gidilmelidir.
Yanılgılı değerlendirmeyle yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre davalı vekilinin temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin yatırılan harcın istek halinde yatıranlara iadesine, karar tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 10.01.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/5355 Karar : 2016/20276 Tarih : 17.11.2016
-
HMK 225. Madde
-
Yeminin Konusu
A) Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, davacının davalılardan …‘nin nakliye işlerini yürüten diğer davalı …`nde 28/11/2010 tarihinde mikser operatörü olarak işe başladığını, 28/11/2010 tarihinden iş akdinin feshedildiği 09/07/2012 tarihine kadar aralıksız çalışmasını sürdürdüğünü, davalıların asıl-alt işveren ilişkisi nedeniyle davacının işçilik alacaklarından müştereken ve müteselsilen sorumlu olduklarını ileri sürerek, kıdem tazminatı ile ücret, fazla mesai ücreti, genel tatil ücreti, hafta tatili ücreti ve yıllık izin ücreti alacaklarının davalılardan tahsilini istemiştir.
B) Davalı Cevabının Özeti:
Davalı … vekili, öncelikle husumet itirazında bulunduklarını, davacının davalının işçisi olmadığını, diğer davalı şirketin elemanı olarak çalıştığını, davacının çalıştığını iddia ettiği tesis işletmesine ilişkin sözleşmeyi dosyaya sunduklarını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Davalı … şirketi vekili, davacı ile vekil eden firma arasında iş akdinin davacı tarafın 06/07/2012 tarihinde babası ile birlikte çalışmak için işi bırakması sebebiyle sona erdiğini savunarak, davanın reddini istemiştir.
C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:
Mahkemece, toplanan delillere ve bilirkişi raporuna dayanılarak, davacının iş sözleşmesini fesihte haklı olduğu, davalılar arasında asıl-alt işveren ilişkisi bulunduğu gerekçesiyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
D) Temyiz:
Kararı davalılar temyiz etmiştir.
E) Gerekçe:
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalıların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.
2-Hukuk yargılamasında ispat araçlarından olan “Yemin” 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 225 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.
Yasanın 225 nci maddesine göre, yeminin konusunu, davanın çözümü bakımından önem taşıyan, çekişmeli olan ve kişinin kendisinden kaynaklanan vakıalar teşkil eder. Bir kimsenin bir hususu bilmesi onun kendisinden kaynaklanan vakıa sayılır.
Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği vakıalar, bir işlemin geçerliliği için, kanunen iki tarafın irade açıklamalarının yeterli görülmediği hâller ve yemin edecek kimsenin namus ve onurunu etkileyecek veya onu ceza soruşturması ya da kovuşturması ile karşı karşıya bırakacak konular yemin konusu olamaz (6100 sayılı Yasa Md. 226).
Uyuşmazlık konusu vakıanın ispatı için yeminden başka delili olduğunu beyan etmiş olan taraf da yemin teklif edebilir. Yemin teklif olunan kimse, yemini edaya hazır olduğunu bildirdikten sonra, diğer taraf teklifinden vazgeçerek başka bir delile dayanamaz ve yeni bir delil de gösteremez. Yemin teklif edilen kimse, duruşmada bizzat hazır bulunmadığı takdirde, kendisine yemin için bir davetiye çıkarılır. Yemin davetiyesine, yemine konu hususlar hakkında sorulacak sorular ile geçerli bir özrü olmaksızın yemin için tayin olunan gün ve saatte mahkemeye bizzat gelmediği veya gelip de yemini iade etmediği yahut yemini eda etmekten kaçındığı takdirde, yemin konusu vakıaları ikrar etmiş sayılacağı yazılır (6100 sayılı Yasa Md. 227-228).
Yemin için davet edilen kimse, tayin edilen gün ve saatte mahkemede geçerli bir özrü olmaksızın bizzat hazır bulunmaz yahut hazır bulunup da yemini iade etmez ya da yemini eda etmekten kaçınırsa yemin konusu vakıaları ikrar etmiş sayılır. Kendisine yemin iade olunan kimse, yemin etmekten kaçınırsa yemin konusu vakıa ispat edilememiş sayılır.
Yeminin konusunu oluşturan vakıa, her iki tarafın değil, yalnızca kendisine yemin teklif edilen tarafın şahsından kaynaklanıyorsa yemin iade edilemez
Yemin edecek taraf gerçek kişi olup, yeminden evvel ölür veya fiil ehliyetini kaybederse yemin teklif edilmemiş sayılır. Yemin, bizzat tarafa teklif olunur ve tarafça eda yahut iade olunur. Taraflardan biri tüzel kişi yahut ergin olmayan veya kısıtlı bir kimse ise onlar adına yapılmış bir işleme ilişkin vakıanın ispatı için yemin, tüzel kişiyi temsile yetkili kişi veya organ yahut kanuni mümessil tarafından eda ya da iade olunabilir (6100 sayılı Yasa Md. 229 ilâ 232).
Yasanın 233 üncü maddesi uyarınca, yemin mahkeme huzurunda eda olunur. Hâkim, yeminin icrasından önce yemin edecek kimseye, hangi konuda yemin edeceğini açıklar, yeminin anlam ve önemini anlatır ve yalan yere yemin etmesi hâlinde cezalandırılacağı hususunda dikkatini çeker. Yemin edecek kimse, yemin konusunun yeterli açıklıkta olmadığını ileri sürerse; hâkim, karşı tarafın görüşünü aldıktan sonra derhâl bu konuda kararını verir. Değinilen madde gereğince yemin, “Size sorulan sorular hakkında, gerçeğe uygun cevap vereceğinize ve hiçbir şey saklamayacağınıza namusunuz, şerefiniz ve kutsal saydığınız bütün inanç ve değerler üzerine yemin eder misiniz?” şeklinde yöneltilir ve yemin teklif edilen kimse tarafından “Bana sorulan sorular hakkında gerçeğe uygun cevap vereceğime ve hiçbir şey saklamayacağıma namusum, şerefim ve kutsal saydığım bütün inanç ve değerlerim üzerine yemin ediyorum.” denilmek suretiyle eda edilmiş sayılır.
Yasanın 234 ve devamı maddeleri gereğince, okuma ve yazma bilen sağır veya dilsizler, yemin hakkındaki beyanlarını yazıp imzalayarak yemin ederler. Okuma ve yazma bilmeyen sağır veya dilsizler, işaretlerinden anlayan bir bilirkişi aracılığıyla yemin ederler.
Yemin edecek kimse, mahkemeye gelemeyecek kadar hasta veya özürlü ise hâkim, bulunduğu yerde o kimseye yemin ettirir. Bu sırada isterlerse taraf vekilleri ve karşı taraf da hazır bulunabilir. Mahkemenin yargı çevresi dışında oturan kimse, yemin için davaya bakan mahkemeye gelmek zorundadır. Ancak, yemin edecek kişi, mahkemenin bulunduğu il dışında oturuyor ve bulunduğu yerde aynı anda ses ve görüntü nakledilmesi yolu ile yemin icrası mümkün değil ise istinabe yolu ile yemin ettirilir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 237 ve müteakip maddeleri uyarınca, hâkim, eksik olan noktaları tamamlamak veya açık olmayan hususları aydınlatmak için yeminin konusu ile bağlantılı gördüğü soruları yemin eden kimseye sorabilir. Hâkim, yemin eden kimsenin beyanını dinleyip tutanağa geçirir ve yazılanları yüksek sesle huzurunda okur; beyanında ısrar edip etmediğini sorar ve verilen cevabı tutanağa kaydeder. Yemin eda edildikten sonra, yalan yere yemin nedeniyle açılan ceza davası, esas dava bakımından bekletici sorun yapılamaz.
Somut uyuşmazlıkta, davalı Mem-Bal Turizm şirketi vekilinin süresi içinde bildirdiği anlaşılan delilleri arasında yemin delili de bulunmaktadır.
Davalı vekili, 06.11.2014 tarihli dilekçesinde son ay ücretinin ödendiğini savunarak davacı tarafa yemin teklif etmiş, yemin metni davacı asıla tebliğ edilmemiştir.
Ücret alacağı açısından yemin metninin usulüne uygun şekilde davacı asıla tebliğ edilerek sonuca gidilmesi gerektiğinin düşünülmemesi hatalıdır.
Ayrıca, banka kayıtlarındaki 13.07.2012 tarihinde davalı tarafından yapılan 158,65 TL’lik maaş ödemesinin davacıya sorularak bir değerlendirme yapılması da gerekmektedir.
F) Sonuç:
Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 17.11.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi
YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ Esas : 2013/17307 Karar : 2014/11546 Tarih : 10.09.2014
-
HMK 225. Madde
-
Yeminin Konusu
Dava haksız eyleme dayalı maddi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalılar tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı, 322 parsel sayılı taşınmazına mısır ektiğini, kızı ve damadı olan davalıların taşınmazdaki mısırı hasat ederek köylülere sattıklarını belirterek maddi zararının tazminini istemiştir.
Davalılar, dava konusu taşınmaza ekilen mısırla hiç bir ilgilerinin olmadığını, davacının taşınmazına mısır ekip biçmediklerini, taşınmazdaki mısırı davacının biçerek sattığını belirterek davanın reddine karar verilmesi gerektiğini savunmuşlardır.
Mahkemece, “davacının 04/07/2013 tarihli celsede HMK’nun 225 ve devamı maddeleri uyarınca davalı tarafa yemin teklifinde bulunduğu, davalının …yemin teklifini kabul etmediği …, HMKnun 229. maddesi gereğince yemin eda etmekten kaçınan davalının, dava konusu vakıaları ikrar etmiş sayılacağı açıkça belirtilmiş olduğundan, başkaca bir araştırmaya gerek kalmaksızın...
` şeklindeki gerekçe ile davanın kabulüne karar verilmiştir.
Yemin edecek kimseyi ceza soruşturması ya da kovuşturması ile karşı karşıya bırakacak vakıalar, yemine konu edilemez. (HMK 226/c md).
Somut olayda, ektiği mısırların davalılar tarafından biçilerek satıldığı savına dayalı dava, davalılar yönünden suç soruşturması veya kovuşturmasını gerektirebilecek niteliktedir. Bu nedenle yemin delili gerekçesiyle hüküm kurulamaz. Kaldı ki, davalılardan sadece E… C…‘a yönelik yemin teklifine rağmen her iki davalı hakkında hüküm kurulmuştur. Şu durumda, işin esası incelenmeli, tarafların müşterek tanığı D… A… B…`ın adresi tespit edilerek dinlenmeli ve varılacak sonuca göre hüküm kurulması gerekir. Karar, açıklanan nedenlerle yerinde görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.
Temyiz edilen kararın, yukarıda gösterilen nedenlerle ( BOZULMASINA ) ve peşin alınan harcın istek halinde geri verilmesine, oybirliğiyle karar verildi.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.