Üçüncü Kişinin Belgeyi İbraz Etmemesi
HMK Madde 221
(1) Mahkeme, üçüncü kişi veya kurumun elinde bulunan bir belgenin taraflarca ileri sürülen hususun ispatı için zorunlu olduğuna karar verirse, bu belgenin ibrazını emreder.
(2) Belgeyi ibraz etmesine karar verilen herkes, elindeki belgeyi ibraz etmek; belgeyi ibraz edememesi hâlinde ise bunun sebebini delilleri ile birlikte açıklamak zorundadır. Mahkeme yapılan açıklamayı yeterli görmezse, bu kimseyi tanık olarak dinleyebilir.
(3) Belgeyi ibraz zorunda olanlar, tanıklıktan çekinmeye ilişkin hükümlere göre, belgeyi ibrazdan veya bu konudaki tanıklıktan çekinebilirler. Belgeyi ibraz veya bu konuda tanıklık yapmak zorunda olanlar hakkında, tanıklara ilişkin hükümler uygulanır.
HMK Madde 221 Gerekçesi
“Tarafın belgeyi ibraz etmemesi” başlıklı 224 üncü (yasada 220 nci) maddede tarafların belge ibrazından kaçınma hâli düzenlenmiştir. Bu maddede de, bir önceki madde hükmüne paralel olarak, üçüncü kişilerin elindeki belgenin ibrazı söz konusu olduğunda, bundan kaçınmanın sonuçları düzenlenmiştir. Üçüncü kişilerin, ellerindeki belgeleri ibraz konusunda zorunluluklarının bulunduğu açık şekilde vurgulanmıştır. Üçüncü kişi istenen belgeyi ibrazdan kaçınırsa, bunun sebebini, delilleri ile açıklaması öngörülmüştür. Mahkeme bu açıklamayı yeterli görmediği takdirde, üçüncü kişiyi bu konuda tanık olarak dinleyebilecektir. Belgeyi ibraz zorunda olanlar, tanıklıktan çekinmeye ilişkin hükümlere göre belgeyi ibrazdan ve bu tanıklıktan çekinebilirler. Belgeyi ibraz ve bu konuda tanıklık yapmak zorunda olanlar hakkında, tanıklara ilişkin hükümler uygulanacaktır.
HMK 221 (Üçüncü Kişinin Belgeyi İbraz Etmemesi) Emsal Yargıtay Kararları
YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/3296 Karar : 2017/18019 Tarih : 21.12.2017
-
HMK 221. Madde
-
Üçüncü Kişinin Belgeyi İbraz Etmemesi
Davacı, davalının tarafına ait taşınmazda 01/12/2011 başlangıç tarihli 1 yıl süreli kira sözleşmesi ile kiracı olarak bulunduğunu ve 2014 yılında aylık 2.100,00 TL kira bedeli ödediğini, kiralanan taşınmazın seçkin bir semtte yer aldığını belirterek aylık kira bedelinin 01/12/2014 tarihinden başlayan dönem için 4.000 TL olarak tespitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı, mülkiyeti davacıya ait taşınmazın, intifa hakkı sahibi olan … ile aralarında düzenlenen 01/12/2011 tarihli kira sözleşmesi ile aylık 1.900 TL kira bedeli üzerinden kiralandığnı, kiralanan dairedeki eksikliklerin tarafınca giderilmesi karşılığında 2013 ve 2014 yılları kira dönemlerinde tarafların karşılıklı olarak kira artışı yapmama konusunda mutabık kaldıklarını ve bu husuta ek protokol düzenlendiğini, kira sözleşmesinin 01/12/2014-01/12/2015 dönemi olarak yenilendiğini, yeni dönem kira bedelinin ise 2014 yılı Aralık ayına ilişkin ÜFE oranında arttırılarak 2.100 TL olarak ödendiğini, kira sözleşmesi TBK 344/3 maddesinde 5 yıllık süreyi doldurmadığından hesaplanan yeni dönem aylık kira bedelinin 01/12/2014 tarihinden itibaren geçerli olduğunu beyanla davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece; yasal koşulları oluşmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hükme esas alınan,yapılan tadilatlar nedeniyle 2013-2014 yıllarına ilişkin dönemlerde kira artışı yapılmayacağına yönelik düzenlemeler ihtiva eden, mal sahibi vekili sıfatıyla Av. …, kiracı … ve kefil … arasında imzalı, kira sözleşmesine ek olarak düzenlenen 20/11/2011 tarihli protokole karşı davacı vekilinin itiraz ettiği ve mal sahibi vekiline atıfta bulunarak vekaleten imzalanan belgede vekaletin ekte bulunmadığı belirtilerek ilgili vekaletnamenin temininin talep edildiği anlaşılmaktadır.
6100 sayılı HMK’ nun 221. maddesi uyarınca “ Mahkeme, üçüncü kişi veya kurumun elinde bulunan bir belgenin taraflarca ileri sürülen hususun ispatı için zorunlu olduğuna karar verirse, bu belgenin ibrazını emreder. Belgeyi ibraz etmesine karar verilen herkes, elindeki belgeyi ibraz etmek; belgeyi ibraz edememesi hâlinde ise, bunun sebebini delilleri ile birlikte açıklamak zorundadır. Mahkeme yapılan açıklamayı yeterli görmezse, bu kimseyi tanık olarak dinleyebilir.” hükmüne haizdir.
Bu itibarla ; Mahkemece , HMK’nun 221. Maddesi gereği işlem yapılarak, 20/11/2011 tarihli ek protokolde mal sahibi vekili sıfatıyla adı geçen Av. …`e ilgili vekaletnameyi sunmak üzere mehil verilmesi , sürecin usulünce tamamlatılmak suretiyle sonucuna göre ve öte yandan kira bedelinin tespitine ilişkin davalarda red kararı verilemeyeceği hususu da gözetilerek kira bedelinin tespitine karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.
Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK`nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 21/12/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2017/2313 Karar : 2017/1509 Tarih : 6.12.2017
-
HMK 221. Madde
-
Üçüncü Kişinin Belgeyi İbraz Etmemesi
Dava işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili davalı şirket ile dava dışı firmalar arasında asıl-alt işveren ilişkisi bulunduğunu ve davacı işçinin arıza bakım ve onarım teknisyeni olarak çalıştığını ileri sürerek yol ve yemek ücretlerinin davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili davacı işçinin yüklenici firma işçisi olduğunu, müvekkili şirketin sorumluluğunun bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece bilirkişi tarafından düzenlenen raporun dosya kapsamına uygun olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün davalı … Elekt. Dağ. A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine karar Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece ihbar dilekçesinde ihbar sebebi olarak davacının yüklenici firmanın işçisi olması, sosyal haklar ve ödemelerin yüklenici firma tarafından yapılması gösterilmiş olup, ihbar istemi incelendiğinde 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu gereği asıl işverenlerin alt işveren işyerleri ile ilgili tüm defter ve belgeleri ilgili bulundukları yılı takip eden takvim yılından başlayarak belli süre saklama yükümlülüğü bulunduğu, davalı işverenin alt işverendeki tüm belgeleri saklamak zorunda olduğundan ihbar dilekçelerin tebliği ile yetinilmesi gerektiği, söz konusu ihbar dilekçelerinin ihbar talep edilen şirketlerin adreslerinin davalı tarafından mahkemeye doğru sunulmaması nedeniyle tebliğ edilemeden döndüğü, bu nedenle bozma kararının son paragrafında geçen özlük dosyalarının ve ödemelerin alt işverenden müzekkere ile istenmesine gerek olmadığı, bu hususta benzer mahiyette birçok karar verildiği, Yargıtay tarafından da saklama yükümlülüğü gözetilerek kararların onandığı, genel nitelikte bozma yapılması ve asıl işverenin belge saklama yükümlülüğü göz ardı edilerek kararın bozulmasının hatalı olduğu gerekçeleriyle önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda davalı şirket tarafından hizmet alımı suretiyle iş üstlenen yüklenici firmalara davanın ihbar edilmesine ilişkin dilekçenin tüm şirketlere tebliği sağlanıp tebliğ edildiğine dair tebligat parçalarının eksiksiz temin edilmesinin gerekip gerekmediği, ayrıca tebliğe rağmen ihbar olunan şirketlerin yargılamayı takip etmemeleri hâlinde davacı işçiye ait özlük dosyası ile bordro gibi ödeme belgelerinin ve hizmet alım sözleşmelerinin birer suretlerinin söz konusu şirketlerden müzekkere ile istenilmesinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce direnme kararı gerekçesi dikkate alındığında, mahkemece verilen kararın yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre de temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca mı yoksa Özel Dairece mi yapılacağı hususu ön sorun olarak tartışılmış olup hükmün Özel Dairece davanın ihbarı yönünden bozulması üzerine mahkemece davanın ihbarı ile ilgili olarak bozma kararına karşı gerekçeleri sıraladığı ve böylece bozma nedenlerini karşıladığı görülmekle ön sorun bulunmadığı oy çokluğu ile kabul edilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
İşin esasına geçilmeden önce davanın ihbarı ile hukuki dinlenilme hakkı üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.
I- Görülmekte (derdest) olan davanın taraflarından birinin, üçüncü bir kişiye bu davayı haber vermesine ve üçüncü kişiden bu davada kendisine yardım etmesini istemesine davanın ihbarı (duyurulması) denir. Davanın ihbarının iki amacı vardır:
Davanın ihbarının usul hukuku bakımından amacı, dava kendisine ihbar edilen üçüncü kişinin, davaya katılarak davayı ihbar eden tarafa yardım etmesinin sağlanmasıdır. Bu yardım da, iki şekilde olur:
Üçüncü kişi davaya (fer’î) müdahele edebilir ya da dava kendisine ihbar edilen üçüncü kişi, davada ihbar eden tarafı temsil edebilir.
Davanın ihbarının maddi hukuk bakımından amacı ise, davayı ihbar eden tarafın, davayı kaybetmesi hâlinde üçüncü kişiye karşı açacağı rücu davasında (veya üçüncü kişinin ihbar eden tarafa karşı açacağı tazminat davasında) hakkını daha emin (güvenli) biçimde ileri sürebilmesidir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, C:IV, 2001, s.3515 vd).
Davanın ihbarı ve şartları 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 61’nci maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre; “(1) Taraflardan biri davayı kaybettiği takdirde, üçüncü kişiye veya üçüncü kişinin kendisine rücu edeceğini düşünüyorsa, tahkikat sonuçlanıncaya kadar davayı üçüncü kişiye ihbar edebilir.
(2) Dava kendisine ihbar edilen kişinin de aynı şartlarda bir başkasına ihbarda bulunması mümkündür ve bu şekilde ihbar tevali ettirilebilir.”
Davanın ihbar edilebilmesi için bazı şekli unsurların bulunması gerekmektedir. Bunlardan birincisi, açılmış ve görülmekte olan (derdest) bir davanın mevcut olmasıdır. Özel durumlar bir tarafa bırakılırsa, davanın ihbarından söz edilebilmesi için, eşyanın tabiatı gereği, her şeyden önce, ortada ihbar edilebilecek bir davanın mevcut olması gerekir. Bunun yanında, davanın ihbar edileceği üçüncü kişinin dava ehliyetine sahip olması, ayrıca görülmekte olan davanın taraflarına nazaran “üçüncü kişi” durumunda bulunması, davanın ihbarının diğer usuli şartlarıdır. Şüphesiz bütün bunların yanında, ihbarı haklı kılan bir “ihbar sebebi”nin, diğer bir ifadeyle, hukuki yararın da mevcut olması gerekir (Atalı, M.: Medeni Usul Hukukunda Davanın İhbarı, Yetkin Yayınları, Ankara 2007, s.71).
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İhbarın şekli” başlıklı 62’nci maddesine göre, “(1) İhbar yazılı olarak yapılır; ihbar sebebinin gerekçeleriyle birlikte açıklanması ve yargılamanın hangi aşamada bulunduğunun belirtilmesi gerekir.
(2) Davanın ihbarı sebebiyle yargılama bir başka güne bırakılamaz ve ihbarın tevali etmesi gibi zorunlu olan durumlar dışında süre verilemez.”
Bu düzenlemeler karşısında davanın ihbarının yazılı yapılması gerektiği, bunun dışında bir sınırlama bulunmadığı görülmüştür. Ayrıca gerek kötü niyetli davranışların önüne geçebilmek gerekse ihbar edilen üçüncü kişinin doğru ve sağlıklı karar vermesini sağlayabilmek için, ihbar sebebinin ve yargılamanın bulunduğu aşamanın açıkça belirtilmesi de maddede vurgulanmıştır.
Maddenin ikinci fıkrasında ise, davanın ihbarı ile yargılamanın başka bir güne bırakılamayacağı açıkça öngörülerek, yargılamanın gereksiz uzaması ve kötü niyetli ihbarda bulunulmasının da önüne geçilmeye çalışılmıştır. Ancak, ihbarın tevalisi gibi zorunlu hâllerde bir süre verilerek yargılamanın başka güne bırakılması kabul edilmiştir.
Davanın ihbarı mahkeme aracılığı ile yapılabileceği gibi mahkeme dışı vasıtalarla da yapılması mümkündür. Davanın ihbarını mahkeme aracılığı ile isteyen taraf dilekçe ile mahkemeye başvurmalıdır. Mahkeme, davanın ihbarına ilişkin dilekçenin üçüncü kişiye tebliği için davanın ihbar şartlarının bulunup bulunmadığını inceleyemeyeceği gibi ihbar talebinin reddine ya da kabulüne de karar vermemelidir. Mahkeme ihbar dilekçesinin üçüncü kişiye tebliği ile yetinmelidir.
II- Ülkemizin de taraf olduğu İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin (İHAS) 6’ncı maddesinde adil yargılanma hakkı düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile adil yargılanma hakkını oluşturan ilkeler; kanunla kurulan bağımsız ve tarafsız mahkeme önünde makul sürede açık ve hakkaniyete uygun olarak yargılama yapılması şeklinde ifade edilmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında masumiyet karinesi, üçüncü fıkrasında ise suç şüphesi altındaki kişinin hakları sıralanmıştır.
1982 tarihli Anayasa’nın 36’ncı maddesinde 2001 yılında yapılan değişiklik ile “adil yargılanma hakkı” anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Söz konusu düzenleme ile “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
Adil yargılanma hakkı ile ilgili anayasal düzenlemenin bu madde ile sınırlı olmadığı, İHAS’ın 6’ncı maddesinde düzenlenen ilkelerin bir kısmının dağınık şekilde Anayasa’da yer aldığı da bir gerçektir (Anayasa’nın 2’nci maddesi ile hukuk devleti ilkesi; 141’inci maddesi ile aleni yargılama ve kararların gerekçeli olması ilkesi; 138’inci maddesinde mahkemelerin bağımsız olması ilkesi gibi).
Bununla birlikte adil yargılanma ilkesinin medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıklarda göz önünde bulundurulacağı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda ayrıca düzenlenmiştir. Bu Kanun’un 27’nci maddesinde yer bulan “Hukuki Dinlenilme Hakkı” gereğince davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hakkın; yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içermektedir. Mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Anayasa’nın 36’ncı maddesinde ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir. Bu hak çerçevesinde, tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir.
İHAS’ın 6’ncı maddesinin 1’inci fıkrasında “Her şahıs…davasının makul bir süre içinde hakkaniyete uygun ve aleni surette dinlenmesini istemek hakkına haizdir…” şeklindeki düzenleme karşısında silahların eşitliği ve çelişmeli yargı ilkeleri de hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleştirilmesini sağlayan unsurlar arasında önemli bir yere sahiptir.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) silahların eşitliği ilkesini şöyle tanımlamaktadır: “Silahların eşitliği, davanın bir tarafını, diğer taraf karşısında belirli bir dezavantaj içine sokmayacak şartlar altında, her bir tarafın deliller de dahil olmak üzere, davasını ortaya koymak için makul ve kabul edilebilir olanaklara sahip olması zorunluluğu” demektir (İnceoğlu, S.: Adil Yargılanma Hakkı, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Anayasa, Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Kapsamında Bir İnceleme, 1. Baskı, 2013, s.239 vd.).
Davanın taraflarından birinin iddiası karşısında diğer tarafın bu iddiaya karşı savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmıyorsa, silahların eşitliği açısından ihlal doğabilmektedir (De Haes ve Gijsels-Belçika davası, Başvuru no:19983/92, 24.02.1997; İnceoğlu, a.g.e. s.239).
Sözleşme organları, bilirkişi tayin edilmesi, tanık dinlenmesi gibi taleplerin veya başka tür delillerin reddedilmesinin yargılamayı hakkaniyetsiz hâle getirebileceğini dikkate almakla birlikte, bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin ilgili olup olmadığına karar verme yetkisinin esas olarak milli mahkemelerde olduğunu belirtmektedir. İHAM, Vidal-Belçika kararında, delillerin davayla ilgisi hakkında görüş açıklamanın kendi görevi olmadığını belirtmekle birlikte, milli mahkemenin kararında dinletilmek istenen tanıkların neden reddedildiğine ilişkin gerekçe göstermemesinin md 6’ya aykırı bulmuştur. Milli mahkeme tanık dinlenmesini gerekçe göstererek reddetse dahi, gösterdiği gerekçe İHAM tarafından tutarlı olup olmaması bakımından incelenmektedir (İnceoğlu, a.g.e., s. 251).
Yine İHAM’a göre hakkaniyete uygun yargılanma hakkı, milli mahkemelere davanın taraflarınca sunulan delil ve iddiaları, davayla ilgili olup olmadığına ilişkin bir ön yargı taşımaksızın, iyi inceleme yükümlülüğü vermektedir (İHAM, Kraska-İsviçre kararı, İnceoğlu, a.g.e., s.251).
Anayasa Mahkemesi (AYM) de silahların eşitliği ve çelişmeli yargı ilkelerini adil yargılanma hakkının temel ilkelerinden biri olarak kabul etmiştir. Mahkemeye göre, “silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, para.32). Bu usul güvencesi, uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmasını kapsamaktadır (Yüksel Hançer, B. No. 2013/2116, 23/1/2014, para.18)”.
Aynı şekilde Anayasa Mahkemesi, mahkemelerin kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme yükümlülüğü altında oldukları tespitinde bulunduktan sonra, “…Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra, tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun bir biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri için de gereklidir. Kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Bununla birlikte yargılama sırasında açık ve somut biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir. Ancak mahkemelerin davanın taraflarınca ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp, iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da gerekir. Başka bir ifadeyle mahkemelerce belirtilen gerekçeler, davanın şartları dikkate alındığında makul olmalıdır (Bayram Özkaptanoğlu, B. No:2013/1015, 08.04.2015; AYM’nin aynı yönde Sencer Başat ve diğerleri, B. No.2013/7800, 18/6/2014 kararı).
III- Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davalı şirket vekili davanın ihbarına ilişkin dilekçede davacı işçinin yüklenici firma işçisi olduğunu ve tüm sosyal haklar ve SGK gibi ödemelerinin yüklenici firma tarafından yapıldığını belirterek davanın bu firmalara ihbarını talep etmiştir.
Mahkemece davalı tarafından adresleri bildirilen firmalara ihbar dilekçesi tebliğe çıkarılmıştır.
Takip eden 19.01.2015 tarihli duruşmada mahkemece, bir kısım ihbar olunan firmalara tebligat yapıldığına dair tebligat parçalarının döndüğü, bir kısmının ise dönmediği belirtilerek, bu aşamada ihbar dilekçelerinin dönüşünün beklenilmesinin gereksiz yere yargılamayı uzatacağından tebligat parçalarının bazılarının dönüşünün beklenilmesine yer olmadığına karar verilerek yargılamaya devamla hüküm kurulmuştur.
Hükmün davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece öncelikle ihbar dilekçelerinin tebliği sağlanarak tebligat parçalarının eksiksiz dosyaya alınarak söz konusu ihbar olunan şirketlerin sunmaları hâlinde beyan dilekçeleri ile varsa delillerinin toplanması gerektiği belirtilmiş, akabinde ihbar talep edilen şirketlerin yargılamayı takip etmemeleri hâlinde davalı şirketin cevap dilekçesinde ve aşamalarda belirttiği üzere davacı işçiye ait özlük dosyası ile bordro gibi ödeme belgelerinin ve hizmet alım sözleşmelerinin birer suretlerinin bu şirketlerden müzekkere ile istenilmesi gerektiği belirtilerek bozulmuştur.
Mahkemece bozma kararının ihbar dilekçelerinin tebliğine ilişkin kısmına yönelik olarak ihbar isteminin sosyal haklar ve ödemeler nedeniyle yapılması talebi dikkate alındığında bu dilekçelerin tebliği ile yetinilmesi gerektiği, davalı tarafından ihbar talep edilen firmalara ait adreslerin doğru sunulmaması nedeniyle bir kısmının tebliğ edilemediği belirtilmiş olup, gerçekten de söz konusu adreslerin davalı tarafından mahkemeye bildirildiği, mahkemece ihbar dilekçelerinin belirtilen adresler gözetilerek tebliğe çıkarıldığı, bir kısmının tebliğ edildiği buna karşılık bir kısmının ise tebliğ edilemediği görülmüştür.
Hâl böyle olunca, davanın ihbarı talep edilen şirket adreslerine ihbar dilekçesinin tebliği ile yetinilmesi gerekeceğinden mahkemece, bozma kararının bu yönüne ilişkin direnme gerekçesi yerindedir.
Ne var ki mahkemenin belge saklama yükümlülüğü yönünden oluşturulan gerekçesi isabetli değildir. Şöyle ki; 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 86’ncı maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, “işveren, işyeri sahipleri; iş yeri defter, kayıt ve belgelerini ilgili olduğu yılı takip eden yıl başından başlamak üzere on yıl süreyle, kamu idareleri otuz yıl süreyle, tasfiye ve iflas idaresi memurları ise görevleri süresince, saklamak ve Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilen memurlarınca istenilmesi hâlinde on beş gün içinde ibraz etmek zorundadır.”
Bu düzenleme ile belge saklama yükümlülüğünün, işçiyi çalıştıran gerçek ve hukuki işverene ait bulunduğu, asıl işverenin işçiye yapılan ödemelere (ücret, fazla çalışma, genel tatil, hafta tatili vs) ilişkin bordro, ücret pusulası ya da banka kayıtlarını tutmakla yükümlü olmayacağı açıktır. Dolayısıyla somut olayda davacı, davalı şirket işçisi olmayıp davalı şirketten ihale ile iş üstlenen dava dışı ihbar olunan şirketler işçisi olarak davalı iş yerinde çalıştığı, davalı şirketin asıl işveren sıfatıyla sorumluluğu bulunduğundan bahisle davanın açıldığı görülmekle asıl işveren sıfatına sahip davalı şirketin, davacının özlük dosyası ile yapılan ödemelere ilişkin bordro, banka kaydı gibi belgeleri tutma ve saklama yükümlülüğünün bulunmadığı açıktır.
Mahkemece, davalı şirket tarafından cevap dilekçesinde ve yargılamanın devam eden aşamalarında davacıya ait özlük dosyası ile bordro gibi ödeme belgeleri ve hizmet alım sözleşmelerinin dava dışı ihbar olunan firmalardan istenilmesine dair talebi dikkate alınarak bu belgelerin dava dışı ihbar olunan şirketlerden istenilmesi gerekmektedir.
Dolayısıyla mahkemece, davalı şirketin savunmasının dayanağını oluşturan işin esasına ilişkin davacı işçinin şahsi dosyası, bordro gibi ödeme belgeleri ile hizmet alım sözleşmelerinin ihbar olunan dava dışı şirketlerden istenilmemiş olması davalı yönünden hukuki dinlenilme hakkının da ihlali niteliğindedir.
O hâlde mahkemece yapılması gereken davalının talebi dikkate alınarak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 221’inci maddesi uyarınca üçüncü kişi durumunda bulunan ihbar olunan firmalardan söz konusu belgeleri müzekkere ile isteyerek dosya arasına almak ve sonucuna göre karar vermek olmalıdır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen gerekçelerle bozulması gerektiği belirtilmiş ise de bu görüş yukarıda belirtilen nedenlerle çoğunlukça benimsenmemiştir.
Sonuç olarak yukarıda belirtilen bu değişik gerekçe ile direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda belirtilen değişik gerekçe ile BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 06.12.2017 gününde oy çokluğu ile karar verildi.
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2016/2388 Karar : 2017/1526 Tarih : 6.12.2017
-
HMK 221. Madde
-
Üçüncü Kişinin Belgeyi İbraz Etmemesi
Dava işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.
Davacı vekili davalı şirket ile dava dışı firmalar arasında asıl-alt işveren ilişkisi bulunduğunu ve davacı işçinin arıza bakım ve onarım teknisyeni olarak çalıştığını ileri sürerek yol ve yemek ücretlerinin davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili davacı işçinin yüklenici firma işçisi olduğunu, müvekkili şirketin sorumluluğunun bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece bilirkişi tarafından düzenlenen raporun dosya kapsamına uygun olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.
Hükmün davalı … Elekt. Dağ. A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine karar Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Mahkemece ihbar dilekçesinde ihbar sebebi olarak davacının yüklenici firmanın işçisi olması, sosyal haklar ve ödemelerin yüklenici firma tarafından yapılması gösterilmiş olup, ihbar istemi incelendiğinde 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu gereği asıl işverenlerin alt işveren işyerleri ile ilgili tüm defter ve belgeleri ilgili bulundukları yılı takip eden takvim yılından başlayarak belli süre saklama yükümlülüğü bulunduğu, davalı işverenin alt işverendeki tüm belgeleri saklamak zorunda olduğundan ihbar dilekçelerin tebliği ile yetinilmesi gerektiği, söz konusu ihbar dilekçelerinin ihbar talep edilen şirketlerin adreslerinin davalı tarafından mahkemeye doğru sunulmaması nedeniyle tebliğ edilemeden döndüğü, bu nedenle bozma kararının son paragrafında geçen özlük dosyalarının ve ödemelerin alt işverenden müzekkere ile istenmesine gerek olmadığı, bu hususta benzer mahiyette birçok karar verildiği, Yargıtay tarafından da saklama yükümlülüğü gözetilerek kararların onandığı, genel nitelikte bozma yapılması ve asıl işverenin belge saklama yükümlülüğü göz ardı edilerek kararın bozulmasının hatalı olduğu gerekçeleriyle önceki kararda direnilmiştir.
Direnme kararını davalı vekili temyiz etmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, somut olayda davalı şirket tarafından hizmet alımı suretiyle iş üstlenen yüklenici firmalara davanın ihbar edilmesine ilişkin dilekçenin tüm şirketlere tebliği sağlanıp tebliğ edildiğine dair tebligat parçalarının eksiksiz temin edilmesinin gerekip gerekmediği, ayrıca tebliğe rağmen ihbar olunan şirketlerin yargılamayı takip etmemeleri hâlinde davacı işçiye ait özlük dosyası ile bordro gibi ödeme belgelerinin ve hizmet alım sözleşmelerinin birer suretlerinin söz konusu şirketlerden müzekkere ile istenilmesinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesinden önce direnme kararı gerekçesi dikkate alındığında, mahkemece verilen kararın yeni hüküm niteliğinde olup olmadığı, burada varılacak sonuca göre de temyiz incelemesinin Hukuk Genel Kurulunca mı yoksa Özel Dairece mi yapılacağı hususu ön sorun olarak tartışılmış olup hükmün Özel Dairece davanın ihbarı yönünden bozulması üzerine mahkemece davanın ihbarı ile ilgili olarak bozma kararına karşı gerekçeleri sıraladığı ve böylece bozma nedenlerini karşıladığı görülmekle ön sorun bulunmadığı oy çokluğu ile kabul edilerek işin esasının incelenmesine geçilmiştir.
İşin esasına geçilmeden önce davanın ihbarı ile hukuki dinlenilme hakkı üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.
I- Görülmekte (derdest) olan davanın taraflarından birinin, üçüncü bir kişiye bu davayı haber vermesine ve üçüncü kişiden bu davada kendisine yardım etmesini istemesine davanın ihbarı (duyurulması) denir. Davanın ihbarının iki amacı vardır:
Davanın ihbarının usul hukuku bakımından amacı, dava kendisine ihbar edilen üçüncü kişinin, davaya katılarak davayı ihbar eden tarafa yardım etmesinin sağlanmasıdır. Bu yardım da, iki şekilde olur:
Üçüncü kişi davaya (fer’î) müdahele edebilir ya da dava kendisine ihbar edilen üçüncü kişi, davada ihbar eden tarafı temsil edebilir.
Davanın ihbarının maddi hukuk bakımından amacı ise, davayı ihbar eden tarafın, davayı kaybetmesi hâlinde üçüncü kişiye karşı açacağı rücu davasında (veya üçüncü kişinin ihbar eden tarafa karşı açacağı tazminat davasında) hakkını daha emin (güvenli) biçimde ileri sürebilmesidir (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı, C:IV, 2001, s.3515 vd).
Davanın ihbarı ve şartları 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 61’nci maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre; “(1) Taraflardan biri davayı kaybettiği takdirde, üçüncü kişiye veya üçüncü kişinin kendisine rücu edeceğini düşünüyorsa, tahkikat sonuçlanıncaya kadar davayı üçüncü kişiye ihbar edebilir.
(2) Dava kendisine ihbar edilen kişinin de aynı şartlarda bir başkasına ihbarda bulunması mümkündür ve bu şekilde ihbar tevali ettirilebilir.”
Davanın ihbar edilebilmesi için bazı şekli unsurların bulunması gerekmektedir. Bunlardan birincisi, açılmış ve görülmekte olan (derdest) bir davanın mevcut olmasıdır. Özel durumlar bir tarafa bırakılırsa, davanın ihbarından söz edilebilmesi için, eşyanın tabiatı gereği, her şeyden önce, ortada ihbar edilebilecek bir davanın mevcut olması gerekir. Bunun yanında, davanın ihbar edileceği üçüncü kişinin dava ehliyetine sahip olması, ayrıca görülmekte olan davanın taraflarına nazaran “üçüncü kişi” durumunda bulunması, davanın ihbarının diğer usuli şartlarıdır. Şüphesiz bütün bunların yanında, ihbarı haklı kılan bir “ihbar sebebi”nin, diğer bir ifadeyle, hukuki yararın da mevcut olması gerekir (Atalı, M.: Medeni Usul Hukukunda Davanın İhbarı, Yetkin Yayınları, Ankara 2007, s.71).
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “İhbarın şekli” başlıklı 62’nci maddesine göre, “(1) İhbar yazılı olarak yapılır; ihbar sebebinin gerekçeleriyle birlikte açıklanması ve yargılamanın hangi aşamada bulunduğunun belirtilmesi gerekir.
(2) Davanın ihbarı sebebiyle yargılama bir başka güne bırakılamaz ve ihbarın tevali etmesi gibi zorunlu olan durumlar dışında süre verilemez.”
Bu düzenlemeler karşısında davanın ihbarının yazılı yapılması gerektiği, bunun dışında bir sınırlama bulunmadığı görülmüştür. Ayrıca gerek kötü niyetli davranışların önüne geçebilmek gerekse ihbar edilen üçüncü kişinin doğru ve sağlıklı karar vermesini sağlayabilmek için, ihbar sebebinin ve yargılamanın bulunduğu aşamanın açıkça belirtilmesi de maddede vurgulanmıştır.
Maddenin ikinci fıkrasında ise, davanın ihbarı ile yargılamanın başka bir güne bırakılamayacağı açıkça öngörülerek, yargılamanın gereksiz uzaması ve kötü niyetli ihbarda bulunulmasının da önüne geçilmeye çalışılmıştır. Ancak, ihbarın tevalisi gibi zorunlu hâllerde bir süre verilerek yargılamanın başka güne bırakılması kabul edilmiştir.
Davanın ihbarı mahkeme aracılığı ile yapılabileceği gibi mahkeme dışı vasıtalarla da yapılması mümkündür. Davanın ihbarını mahkeme aracılığı ile isteyen taraf dilekçe ile mahkemeye başvurmalıdır. Mahkeme, davanın ihbarına ilişkin dilekçenin üçüncü kişiye tebliği için davanın ihbar şartlarının bulunup bulunmadığını inceleyemeyeceği gibi ihbar talebinin reddine ya da kabulüne de karar vermemelidir. Mahkeme ihbar dilekçesinin üçüncü kişiye tebliği ile yetinmelidir.
II- Ülkemizin de taraf olduğu İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin (İHAS) 6’ncı maddesinde adil yargılanma hakkı düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile adil yargılanma hakkını oluşturan ilkeler; kanunla kurulan bağımsız ve tarafsız mahkeme önünde makul sürede açık ve hakkaniyete uygun olarak yargılama yapılması şeklinde ifade edilmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında masumiyet karinesi, üçüncü fıkrasında ise suç şüphesi altındaki kişinin hakları sıralanmıştır.
1982 tarihli Anayasa’nın 36’ncı maddesinde 2001 yılında yapılan değişiklik ile “adil yargılanma hakkı” anayasal güvenceye kavuşturulmuştur. Söz konusu düzenleme ile “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
Adil yargılanma hakkı ile ilgili anayasal düzenlemenin bu madde ile sınırlı olmadığı, İHAS’ın 6’ncı maddesinde düzenlenen ilkelerin bir kısmının dağınık şekilde Anayasa’da yer aldığı da bir gerçektir (Anayasa’nın 2’nci maddesi ile hukuk devleti ilkesi; 141’inci maddesi ile aleni yargılama ve kararların gerekçeli olması ilkesi; 138’inci maddesinde mahkemelerin bağımsız olması ilkesi gibi).
Bununla birlikte adil yargılanma ilkesinin medeni hak ve yükümlülüklere ilişkin uyuşmazlıklarda göz önünde bulundurulacağı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda ayrıca düzenlenmiştir. Bu Kanun’un 27’nci maddesinde yer bulan “Hukuki Dinlenilme Hakkı” gereğince davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, bu hakkın; yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içermektedir. Mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukukî dinlenilme hakkı tanıyarak hükmünü vermelidir. Anayasa’nın 36’ncı maddesinde ve İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6’ncı maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan hukukî dinlenilme hakkı, adil yargılanma hakkı içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma hakkı ya da iddia ve savunma hakkı da denilmektedir. Ancak, hukukî dinlenilme hakkı, bu ifadeleri de kapsayan daha geniş bir anlama sahiptir. Bu hak çerçevesinde, tarafların gerek yargı organlarınca gerekse karşı tarafça yapılan işlemler konusunda bilgilendirilmeleri zorunludur. Kişinin kendisinden habersiz yargılama yapılarak karar verilmesi, kural olarak mümkün değildir.
İHAS’ın 6’ncı maddesinin 1’inci fıkrasında “Her şahıs…davasının makul bir süre içinde hakkaniyete uygun ve aleni surette dinlenmesini istemek hakkına haizdir…” şeklindeki düzenleme karşısında silahların eşitliği ve çelişmeli yargı ilkeleri de hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleştirilmesini sağlayan unsurlar arasında önemli bir yere sahiptir.
İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) silahların eşitliği ilkesini şöyle tanımlamaktadır: “Silahların eşitliği, davanın bir tarafını, diğer taraf karşısında belirli bir dezavantaj içine sokmayacak şartlar altında, her bir tarafın deliller de dahil olmak üzere, davasını ortaya koymak için makul ve kabul edilebilir olanaklara sahip olması zorunluluğu” demektir (İnceoğlu, S.: Adil Yargılanma Hakkı, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Anayasa, Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Kapsamında Bir İnceleme, 1. Baskı, 2013, s.239 vd.).
Davanın taraflarından birinin iddiası karşısında diğer tarafın bu iddiaya karşı savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmıyorsa, silahların eşitliği açısından ihlal doğabilmektedir (De Haes ve Gijsels-Belçika davası, Başvuru no:19983/92, 24.02.1997; İnceoğlu, a.g.e. s.239).
Sözleşme organları, bilirkişi tayin edilmesi, tanık dinlenmesi gibi taleplerin veya başka tür delillerin reddedilmesinin yargılamayı hakkaniyetsiz hâle getirebileceğini dikkate almakla birlikte, bir davaya ilişkin olarak delilleri değerlendirme ve gösterilmek istenen delilin ilgili olup olmadığına karar verme yetkisinin esas olarak milli mahkemelerde olduğunu belirtmektedir. İHAM, Vidal-Belçika kararında, delillerin davayla ilgisi hakkında görüş açıklamanın kendi görevi olmadığını belirtmekle birlikte, milli mahkemenin kararında dinletilmek istenen tanıkların neden reddedildiğine ilişkin gerekçe göstermemesinin md 6’ya aykırı bulmuştur. Milli mahkeme tanık dinlenmesini gerekçe göstererek reddetse dahi, gösterdiği gerekçe İHAM tarafından tutarlı olup olmaması bakımından incelenmektedir (İnceoğlu, a.g.e., s. 251).
Yine İHAM’a göre hakkaniyete uygun yargılanma hakkı, milli mahkemelere davanın taraflarınca sunulan delil ve iddiaları, davayla ilgili olup olmadığına ilişkin bir ön yargı taşımaksızın, iyi inceleme yükümlülüğü vermektedir (İHAM, Kraska-İsviçre kararı, İnceoğlu, a.g.e., s.251).
Anayasa Mahkemesi (AYM) de silahların eşitliği ve çelişmeli yargı ilkelerini adil yargılanma hakkının temel ilkelerinden biri olarak kabul etmiştir. Mahkemeye göre, “silahların eşitliği ilkesi, davanın taraflarının usule ilişkin haklar bakımından aynı koşullara tabi tutulması ve taraflardan birinin diğerine göre daha zayıf bir duruma düşürülmeksizin iddia ve savunmalarını makul bir şekilde mahkeme önünde dile getirme fırsatına sahip olması anlamına gelir (Yaşasın Aslan, B. No: 2013/1134, 16/5/2013, para.32). Bu usul güvencesi, uyuşmazlığın her iki tarafına da savunmasının temel dayanağı olan delilleri sunma imkânı tanınmasını kapsamaktadır (Yüksel Hançer, B. No. 2013/2116, 23/1/2014, para.18)”.
Aynı şekilde Anayasa Mahkemesi, mahkemelerin kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme yükümlülüğü altında oldukları tespitinde bulunduktan sonra, “…Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra, tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun bir biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri için de gereklidir. Kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Bununla birlikte yargılama sırasında açık ve somut biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir. Ancak mahkemelerin davanın taraflarınca ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp, iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da gerekir. Başka bir ifadeyle mahkemelerce belirtilen gerekçeler, davanın şartları dikkate alındığında makul olmalıdır (Bayram Özkaptanoğlu, B. No:2013/1015, 08.04.2015; AYM’nin aynı yönde Sencer Başat ve diğerleri, B. No.2013/7800, 18/6/2014 kararı).
III- Yukarıdaki açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davalı şirket vekili davanın ihbarına ilişkin dilekçede davacı işçinin yüklenici firma işçisi olduğunu ve tüm sosyal haklar ve SGK gibi ödemelerinin yüklenici firma tarafından yapıldığını belirterek davanın bu firmalara ihbarını talep etmiştir.
Mahkemece davalı tarafından adresleri bildirilen firmalara ihbar dilekçesi tebliğe çıkarılmıştır.
Takip eden 19.01.2015 tarihli duruşmada mahkemece, bir kısım ihbar olunan firmalara tebligat yapıldığına dair tebligat parçalarının döndüğü, bir kısmının ise dönmediği belirtilerek, bu aşamada ihbar dilekçelerinin dönüşünün beklenilmesinin gereksiz yere yargılamayı uzatacağından tebligat parçalarının bazılarının dönüşünün beklenilmesine yer olmadığına karar verilerek yargılamaya devamla hüküm kurulmuştur.
Hükmün davalı tarafından temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece öncelikle ihbar dilekçelerinin tebliği sağlanarak tebligat parçalarının eksiksiz dosyaya alınarak söz konusu ihbar olunan şirketlerin sunmaları hâlinde beyan dilekçeleri ile varsa delillerinin toplanması gerektiği belirtilmiş, akabinde ihbar talep edilen şirketlerin yargılamayı takip etmemeleri hâlinde davalı şirketin cevap dilekçesinde ve aşamalarda belirttiği üzere davacı işçiye ait özlük dosyası ile bordro gibi ödeme belgelerinin ve hizmet alım sözleşmelerinin birer suretlerinin bu şirketlerden müzekkere ile istenilmesi gerektiği belirtilerek bozulmuştur.
Mahkemece bozma kararının ihbar dilekçelerinin tebliğine ilişkin kısmına yönelik olarak ihbar isteminin sosyal haklar ve ödemeler nedeniyle yapılması talebi dikkate alındığında bu dilekçelerin tebliği ile yetinilmesi gerektiği, davalı tarafından ihbar talep edilen firmalara ait adreslerin doğru sunulmaması nedeniyle bir kısmının tebliğ edilemediği belirtilmiş olup, gerçekten de söz konusu adreslerin davalı tarafından mahkemeye bildirildiği, mahkemece ihbar dilekçelerinin belirtilen adresler gözetilerek tebliğe çıkarıldığı, bir kısmının tebliğ edildiği buna karşılık bir kısmının ise tebliğ edilemediği görülmüştür.
Hâl böyle olunca, davanın ihbarı talep edilen şirket adreslerine ihbar dilekçesinin tebliği ile yetinilmesi gerekeceğinden mahkemece, bozma kararının bu yönüne ilişkin direnme gerekçesi yerindedir.
Ne var ki mahkemenin belge saklama yükümlülüğü yönünden oluşturulan gerekçesi isabetli değildir. Şöyle ki; 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 86’ncı maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, “işveren, işyeri sahipleri; iş yeri defter, kayıt ve belgelerini ilgili olduğu yılı takip eden yıl başından başlamak üzere on yıl süreyle, kamu idareleri otuz yıl süreyle, tasfiye ve iflas idaresi memurları ise görevleri süresince, saklamak ve Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilen memurlarınca istenilmesi hâlinde on beş gün içinde ibraz etmek zorundadır.”
Bu düzenleme ile belge saklama yükümlülüğünün, işçiyi çalıştıran gerçek ve hukuki işverene ait bulunduğu, asıl işverenin işçiye yapılan ödemelere (ücret, fazla çalışma, genel tatil, hafta tatili vs) ilişkin bordro, ücret pusulası ya da banka kayıtlarını tutmakla yükümlü olmayacağı açıktır. Dolayısıyla somut olayda davacı, davalı şirket işçisi olmayıp davalı şirketten ihale ile iş üstlenen dava dışı ihbar olunan şirketler işçisi olarak davalı iş yerinde çalıştığı, davalı şirketin asıl işveren sıfatıyla sorumluluğu bulunduğundan bahisle davanın açıldığı görülmekle asıl işveren sıfatına sahip davalı şirketin, davacının özlük dosyası ile yapılan ödemelere ilişkin bordro, banka kaydı gibi belgeleri tutma ve saklama yükümlülüğünün bulunmadığı açıktır.
Mahkemece, davalı şirket tarafından cevap dilekçesinde ve yargılamanın devam eden aşamalarında davacıya ait özlük dosyası ile bordro gibi ödeme belgeleri ve hizmet alım sözleşmelerinin dava dışı ihbar olunan firmalardan istenilmesine dair talebi dikkate alınarak bu belgelerin dava dışı ihbar olunan şirketlerden istenilmesi gerekmektedir.
Dolayısıyla mahkemece, davalı şirketin savunmasının dayanağını oluşturan işin esasına ilişkin davacı işçinin şahsi dosyası, bordro gibi ödeme belgeleri ile hizmet alım sözleşmelerinin ihbar olunan dava dışı şirketlerden istenilmemiş olması davalı yönünden hukuki dinlenilme hakkının da ihlali niteliğindedir.
O hâlde mahkemece yapılması gereken davalının talebi dikkate alınarak 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 221’inci maddesi uyarınca üçüncü kişi durumunda bulunan ihbar olunan firmalardan söz konusu belgeleri müzekkere ile isteyerek dosya arasına almak ve sonucuna göre karar vermek olmalıdır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen gerekçelerle bozulması gerektiği belirtilmiş ise de bu görüş yukarıda belirtilen nedenlerle çoğunlukça benimsenmemiştir.
Sonuç olarak yukarıda belirtilen bu değişik gerekçe ile direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda belirtilen değişik gerekçe ile BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 06.12.2017 gününde oy çokluğu ile karar verildi.
YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas: 2015/1641 Karar: 2015/5576 Tarih: 05.11.2015
-
HMK 221. Madde
-
Üçüncü Kişinin Belgeyi İbraz Etmemesi
Dava, bakiye iş bedelinin tahsili için yürütülen icra takibine davalı tarafından yapılan itirazın iptali, takibin devamı ve icra inkâr tazminatının tahsili istemine ilişkin olup, mahkemenin; davanın kısmen kabulüne dair kararının davacı temlik alan vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dairemizce 30.12.2014 tarih 2014/1658 Esas, 2014/7668 Karar sayılı karar ile düzeltilerek onanmasına karar verilmiş ve bu karara karşı davacı temlik alan tarafından karar düzeltme talebinde bulunulmuştur.
1- Yargıtay ilâmında belirtilen gerektirici nedenler karşısında davacı temlik alan N…vekilinin HUMK’nın 440. maddesinde sayılan nedenlerden hiç birisine uygun olmayan aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair karar düzeltme isteğinin reddi gerekmiştir.
2- Davacı vekilinin diğer karar düzeltme itirazlarına gelince;
Temyiz incelemesi üzerine dairemizce 30.12.2014 tarih 2014/1658 Esas, 2014/7668 Karar sayılı karar ile davacı N…‘nun tüm, davalının sair temyiz itirazları reddedilmiş ve davacının icra inkâr tazminatı istemi bulunmadığı gibi alacak likit olmadığından icra inkâr tazminatına hükmedilmesi doğru görülmemiş karar bu yönden bozmayı gerektirmiş ise de, bu yanlışlığın giderilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden, hüküm fıkrasında yer alan “Hüküm altına alınan alacak miktarının %40’ı üzerinden hesaplanan 417,71 TL icra inkâr tazminatının davalıdan alınarak davacıya ödenmesine” cümlesinin hüküm fıkrasından çıkartılmasına, kararın değiştirilmiş bu haliyle düzeltilerek onanmasına karar verilmiştir.
Mahkemece davalı tarafın dayandığı ve aslı sunulmamış mutabakat belgesine itibar edilerek ve takip tarihinden itibaren faiz istenebileceği kabul edilerek sonuca gidilmiş ise de öncelikle şu yasal düzenlemelere göz atmak gerekir.
Mutabakat belgesi yönünden 6100 sayılı hükümlerine göre: Tarafların ellerinde bulunmayan ve incelenmesine karar verilen delillerin getirtilmesi için, mahkemece ilgili resmî makam ve mercilerle üçüncü kişilere bu husus bildirilir. Mahkemeye getirtilmesi mümkün olmayan deliller, bulunduğu yerde incelenebilir veya dinlenebilir. ( 195/1) İbrazı istenen belgenin, ileri sürülen hususun ispatı için zorunlu ve bu isteğin kanuna uygun olduğuna mahkemece kanaat getirildiği ve karşı taraf da bu belgenin elinde olduğunu ikrar ettiği veya ileri sürülen talep üzerine sükut ettiği yahut belgenin var olduğu resmî bir kayıtla anlaşıldığı veya başka bir belgede ikrar olunduğu takdirde, mahkeme bu belgenin ibrazı için kesin bir süre verir. ( 220/1) Mahkemece, ibrazı istenen belgenin elinde bulunduğunu inkâr eden tarafa, böyle bir belgenin elinde bulunmadığına, özenle aradığı hâlde bulamadığına ve nerede olduğunu da bilmediğine ilişkin yemin teklif edilir. ( 220/2) Belgeyi ibraz etmesine karar verilen taraf, kendisine verilen sürede belgeyi ibraz etmez ve aynı sürede, delilleriyle birlikte ibraz etmemesi hakkında kabul edilebilir bir mazeret göstermez ya da belgenin elinde bulunduğunu inkâr eder ve teklif edilen yemini kabul veya icra etmezse, mahkeme, duruma göre belgenin içeriği konusunda diğer tarafın beyanını kabul edebilir. ( 220/3) Mahkeme, üçüncü kişi veya kurumun elinde bulunan bir belgenin taraflarca ileri sürülen hususun ispatı için zorunlu olduğuna karar verirse, bu belgenin ibrazını emreder ( 221/1) Belgeyi ibraz etmesine karar verilen herkes, elindeki belgeyi ibraz etmek; belgeyi ibraz edememesi hâlinde ise bunun sebebini delilleri ile birlikte açıklamak zorundadır. Mahkeme yapılan açıklamayı yeterli görmezse, bu kimseyi tanık olarak dinleyebilir. ( 221/2) Belgeyi ibraz zorunda olanlar, tanıklıktan çekinmeye ilişkin hükümlere göre, belgeyi ibrazdan veya bu konudaki tanıklıktan çekinebilirler. Belgeyi ibraz veya bu konuda tanıklık yapmak zorunda olanlar hakkında, tanıklara ilişkin hükümler uygulanır. ( 221/3)
Faiz yönünden ise 818 sayılı 101. ( 117) maddeye göre borçlu kesin vade var ise vadenin dolmasıyla yoksa alacaklının ihtarıyla temerrüde düşer. 84. ( 100) maddeye göre kısmi ödeme halinde önce işlemiş faiz ve masraflardan artanı ise asıl alacaktan mahsup edilir.
Bu kurallar ışığında somut olaya gelindiğinde; davacı temlik alan olup temlik yargılama sırasında yapılmış olsa dahi, yüklenici şirket taraf değişikliği nedeniyle üçüncü kişi konumuna geçmiştir. Davalı tarafça sunulan mutabakat belgesine temlik alan davacı tarafça karşı çıkıldığı ve kabul edilmediği, davalı yanca da o belge asılının yüklenicide olduğu ileri sürüldüğünden bu belgenin ibrazı ile ilgili öncelikle 6100 sayılı HMK’nın 221. maddesine göre üçüncü kişi konumuna gelen yükleniciye belgenin aslının ibraz edilmesi, yüklenicinin bu belgeyi alacağı temlik alan davacıya verdiğini bildirmesi halinde bu kez 220. maddeye göre davacı temlik alana mutabakat belgesi aslının ibrazı ile ilgili işlemlerin yapılması, ibrazı halinde imza incelemesi yaptırılarak sıhhati yönünden araştırma yapılması geçerli bir mutabakat belgesi bulunduğunun anlaşılması halinde bu belge de değerlendirilerek uyuşmazlığın çözümlenmesi gerekir. Mutabakat belgesindeki imzanın yüklenici ya da yetkilisine ait olmaması ya da 221. madde gereğince böyle bir belge bulunmadığına dair üçüncü kişi yüklenicinin beyanda bulunması, 220. Madde gereğince belge aslı ibrazı yoluna gidilip temlik alanın belgenin kendinde bulunmadığına dair yemin etmesi sebebiyle belge aslının ibraz edilmemesi halinde mutabakat belgesine itibar edilemeyeceğinden dayanak sözleşme esas alınmalıdır. Dayanak sözleşme kesin vadeli olup temlik alan davacı yüklenici faiz isteyebileceğinden buna göre hesaplama yapan bilirkişi K… tarafından düzenlenen 03.02.2012 tarihli olup 05.03.2012 havale tarihi bulunan rapor denetlenip, yeterli görülmesi halinde bu rapora göre, yeterli görülmemesi halinde yeni bir bilirkişiden 818 sayılı BK’nın 84. maddesi gözönünde bulundurularak rapor alınarak sonucuna uygun karar verilmesi gerekir. Yerel mahkeme kararının icra inkar tazminatı yanında bu nedenle de hükmün bozulması gerekirken sadece icra inkar tazminatı yönünden düzeltilerek onandığı bu kez yapılan incelemede anlaşıldığından düzeltilerek onama kararının kaldırılarak, düzeltilerek onama sebebine ilaveten hükmün bu gerekçe ile de bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
Sonuç: Yukarıda birinci bentte yazılı nedenlerle davacı N…‘nun diğer karar düzeltme itirazlarının reddine, ikinci bent uyarınca davacının karar düzeltme isteminin kabulüyle Dairemizin 30.12.2014 tarih 2014/1658 esas 2014/7668 karar sayılı kararının icra inkar tazminatına hükmedilemeyeceği yönünden bozulması yönünden hariç olmak üzere buna ilaveten yukarıdaki gerekçelere de dayalı olarak kaldırılarak mahalli mahkemenin davanın kısmen kabulüne dair kararının BOZULMASINA, ödediği karar düzeltme peşin harcının istek halinde karar düzeltme isteyen davacı N…‘na geri verilmesine, 05.11.2015 gününde oybirliği ile, karar verildi.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.