0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Sahtelik Hakkında Hukuk ve Ceza Mahkemesi Kararlarının Etkisi

HMK Madde 214

(1) Belgenin sahte olmadığına dair hukuk mahkemesince verilen karar kesinleştikten sonra, söz konusu belge hakkında ceza mahkemesinde de sahtelik iddiası dinlenmez.

(2) Ceza mahkemesince belgeyi düzenleyen hakkında ceza verilmesine yer olmadığı ya da beraat kararı verilmiş olması, hukuk mahkemesinin belgenin sahteliğini incelemesini engellemez.



HMK Madde 214 Gerekçesi

1086 sayılı Kanunda ayrı maddelerde düzenlenen, sahtelik hakkında hukuk ve ceza mahkemesi kararlarının birbirine etkisi, tek maddede düzenlenmiştir. Bunun dışında 1086 sayılı Kanundaki düzenleme, günümüz Türkçesine uyarlanmıştır.


HMK 214 (Sahtelik Hakkında Hukuk ve Ceza Mahkemesi Kararlarının Etkisi) Emsal Yargıtay Kararları


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas: 2014/4567 Karar: 2014/23222 Tarih: 10.11.2014

  • HMK 214. Madde

  • Sahtelik Hakkında Hukuk ve Ceza Mahkemesi Kararlarının Etkisi

Davacı, 1977 - 1992 yılları arasında iptal edilen dönemlerde 1479 sayılı Kanun kapsamında sigortalı olduğunun ve buna göre yaşlılık aylığı bağlanması gerektiğinin tespitini istemiştir.

Mahkemece, ilamında belirtilen gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir.

Hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi M.A. tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun ; “Bu Kanunun yürürlük tarihine kadar 17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı, 02.09.1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17.10.1983 tarihli ve 2925 sayılı, bu Kanunla mülga 17.10.1983 tarihli ve 2926 sayılı, 08.06.1949 tarihli ve 5434 sayılı kanunlar ile 17.07.1964 tarihli ve 506 sayılı Kanunun geçici 20. maddesine göre sandıklara tabi sigortalılık başlangıçları ile hizmet süreleri, fiili hizmet süresi zammı, itibari hizmet süreleri, borçlandırılan ve ihya edilen süreler ve sigortalılık süreleri tabi oldukları Kanun hükümlerine göre değerlendirilirler.” düzenlemesi ve genel olarak Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralı gereği davanın yasal dayanağı 1479 sayılı Kanunun 24, 25. maddeleridir

01.04.1972 tarihinde yürürlüğe giren 1479 sayılı Kanunun 24, 25. maddelerinde “…kendi adına ve hesabına çalışanlar olarak nitelendirilen bağımsız çalışanlardan kanunla kurulu meslek kuruluşlarına yazılı olan gerçek kişiler…”, “meslek kuruluşuna yazılarak çalışmaya başladıkları tarihten itibaren” zorunlu Bağ-Kur sigortalısı sayılmışken, anılan maddelerde 19.04.1979 gün ve 2229 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik ile meslek kuruluş kaydı zorunluluğu kaldırılarak, “kendi adına ve hesabına” çalışma koşulu ve belirtilen nitelikte çalışmaya başlama tarihi sigortalılık niteliğini kazanmak için yeterli kabul edilmiştir.

20.04.1982 tarihinde yürürlüğe giren 2654 sayılı Kanun ile yapılan düzenlemede, kendi adına ve hesabına çalışma koşuluna ek olarak “gerçek ve götürü usulde gelir vergisi mükellefi olanlar” için mükellefiyetin başlangıç tarihinden, “kendi adına ve hesabına bağımsız çalışmakla beraber gelir vergisinden muaf olanlardan kanunla kurulu meslek kuruluşlarına usulüne uygun olarak kayıtlı olanlar” kayıtlı oldukları tarihten itibaren sigortalı sayılmaktadır.

22.03.1985 tarihinde yürürlüğe giren 3165 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikte ise bu kez, kendi adına ve hesabına bağımsız çalışanlardan; “gerçek ve götürü usulde gelir vergisi mükellefi olanlar, Esnaf ve Sanatkarlar Siciline kayıtlı bulunanlar veya kanunla kurulu meslek kuruluşuna usulüne uygun kayıtlı bulunanlardan” gelir vergisi mükellefi olanlar, mükellefiyetin başlangıç tarihinden, gelir vergisinden muaf olanlar ile vergi kaydı bulunmayanlar da Esnaf ve Sanatkarlar Siciline veya kanunla kurulu meslek kuruluşlarına kayıt oldukları tarihten itibaren kendiliğinden sigortalı sayılmışlardır.

Yukarıda açıklanan tüm bu Kanunlarla yapılan değişiklikler; önceki mevzuatın öngördüğü koşullara sahip olan sigortalıların, sigortalılık niteliklerine son vermemekte, değişikliklerin yürürlüğe girdiği tarihten sonra Bağ-Kur sigortalılık niteliğini kazananlar yönünden yeni düzenlemeler içermektedir. Tersinin kabulü, kazanılmış hakları ortadan kaldırmak olur ki, bu durumun kabulüne yasaca ve hukukça olanak olmadığı açıktır.

Davaya konu somut olayda; davacı 12.05.1977 tarihli giriş bildirgesi ile 12.05.1977 tarihinden itibaren 1479 sayılı Kanun kapsamında zorunlu sigortalısı olarak tescil edilmiş olup; vergi/oda/sicil kayıtlarına dayalı olarak 01.12.1980 tarihine kadar ve 01.04.1982 - 20.04.1982 ve 01.05.1982 03.02.1992 tarihleri arasında 4810 gün sigortalı olarak kabul edilerek 2833 gün 506 sayılı Kanun kapsamındaki sigortalılığı birleştirildikten sonra 7643 gün üzerinden 01.06.2001 tarihinden itibaren 506 sayılı Kanun kapsamında yaşlılık aylığı bağlandığı; daha sonra müfettiş raporuna istinaden 20.09.1977 - 20.04.1982 ve 16.06.1990 - 03.02.1992 tarihleri arasında 1479 sayı Kanun kapsamındaki sigortalılığı iptal edilerek yaşlılığın aylığının da buna göre azaltıldığı, davacının meslek odası kaydının geçersiz kabul edilmesi nedeniyle sigortalılığının iptal edildiği anlaşılmaktadır.

Davacının, 1479 sayılı Kanun kapsamında zorunlu sigortalılığının iptal edildiği dönemlere ilişkin olan yukarıda açıklanan Kanunlarla getirilmiş düzenlemelere göre sigortalılık niteliğinin varlığı sorunu çözümlenmelidir. Belirtmek gerekirse anılan düzenlemelerin açıkça değindir üzere, sigortalılığın oluşumu yönünden, dönemine göre “vergi dairesine/meslek kuruluşuna/sicile kayıtlı olmak” 2229 sayılı kanunla yapılan değişikliğin yürürlükte olduğu dönemde kayıt şartı aranmamakla birlikte özellikle “kendi adına ve hesabına bağımsız çalışma” olgusunun varlığı zorunlu ve asli unsurdur.

Zorunlu sigortalılığın bulunmadığı durumlarda; şayet varsa, davalı Kurum’un geçmişe yönelik (uyuşmazlık konusu dönemi kapsar şekilde) herhangi bir şekilde prim tahsil ederek, uzun süre bu primleri kullanması ve sigortalılığa ilişkin uzun süre umut verdikten sonra sigortalılığı iptal etmesi Medeni Kanun’un 2. maddesinde ifadesini bulan objektif iyi niyet kuralıyla bağdaşmayacak olup, bu halde sigortalılığın geçerli olduğu sonucuna varmak gerekir. Ne var ki, sigortalı kimse kendi hilesinden istifade edemeyeceğinden bu kuralın uygulanabilmesi için usulsüz oda/vergi/sicil kaydının sigortalının da katılımının bulunduğu muvazaalı bir işlem sonucu oluşturulmamış olması gereklidir. Nitekim, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 01.10.1997 gün ve E: 1997/10-578, K: 1997/758; 24.09.2003 gün ve 2003/10-489, 2003/490; E: 11.11.2009 gün ve 2009/10- 412, K: 2009/510; 14.07.2010 gün ve E: 2010/21-369, - 2010/391 sayılı kararları bu doğrultudadır.

Bu çerçevede, eldeki davanın konusuyla ilgili olarak memur olmayan kimsenin resmi belgede sahtecilik suçundan açılan ceza davasında davacı hakkında zamanaşımından beraat kararı verildiği görülmektedir.

Değinilen yasal düzenlemeler ve yapılan açıklamalar çerçevesinde ve burada belirtilmesi gereken; HMK’nın 214. maddesindeki Sahtelik hakkında hukuk ve ceza mahkemesi kararlarının etkisi başlığını taşıyan 214. maddesindeki, “(1) Belgenin sahte olmadığına dair hukuk mahkemesince verilen karar kesinleştikten sonra, söz konusu belge hakkında ceza mahkemesinde de sahtelik iddiası dinlenmez. (2) Ceza mahkemesince belgeyi düzenleyen hakkında ceza verilmesine yer olmadığı ya da beraat kararı verilmiş olması, hukuk mahkemesinin belgenin sahteliğini incelemesini engellemez.” hükmü ve sigortalılığın vazgeçilemez, feragat edilemez kamusal özelliği ile re’sen araştırılması gerektiği ilkeleri de gözetilmek suretiyle; müfettiş raporunun ve 506 sayılı Kanun kapsamında sigortalılık özlük dosyasının tümü celbedilmeli, 1479 sayılı Kanun kapsamındaki sigortalılığın iptal nedeni ve yaşlılık aylığı bağlanmasında 506 sayılı sigortalılıkla çakışan sürelere ilişkin tam bir belirleme yapılmalı; davacının askerlik yaptığı tarihler ve beraberinde sigortalılıkla çakışma olup olmadığı belirlenmeli; davaya konu meslek odasındaki davacının kaydının sahte olup olmadığı yöntemince araştırılarak, sahteliğin tespit edilmesi durumunda, sahte oluşturulan kayıttan yarar sağlayan kişi olarak davacının iyiniyetli olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı ve sonradan yaptığı toplu prim ödemelerinin davacıya zorunlu sigortalılık sağlamayacağı, ne var ki davacının istemesi halinde davalı Kuruma sorularak belirlenmesi gereken, ödediği fazla primlerin ödeme tarihinden itibaren karşıladığı süre kadar isteğe bağlı sigortalı olarak kabul edilmesinin mümkün olduğu gözetilmeli, bu çerçevede yapılacak değerlendirme sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı şekilde karar vermiş olması, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedendir.

O halde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde davacıya iadesine, 10.11.2014 gününde oybirliği ile, karar verildi.


YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/14880 Karar : 2016/9206 Tarih : 29.11.2016

  • HMK 214. Madde

  • Sahtelik Hakkında Hukuk ve Ceza Mahkemesi Kararlarının Etkisi

Davacı vekili, müvekkilinin davalı … ve Tic. A.Ş’deki hisselerinin müvekkilinin imzası taklit edilmek suretiyle diğer ortaklara devredildiğini, anonim şirketteki hisse devrini içeren ……..2007 tarihli sözleşmenin tamamen sahte olduğunu ileri sürerek, anonim şirketteki hisse devirlerinin hükümsüzlüğünü, hisselerinin iadesi ile adına tescilini talep ve dava etmiştir.

Bir kısım davalılar vekilleri, davanın reddini istemişlerdir.

Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre, sözleşmeden sonra davacının salt şirket faaliyetlerine iştirak etmemesi veya genel kurullara katılmamasının devir anlamına gelmeyeceği, davacı sahtelik iddiasında bulunduğuna göre sözleşme altındaki imzanın davacıya ait olduğu hususunun davalı tarafın kanıtlaması gerektiği, sözleşme aslı dosyaya sunulmadığından fotokopi üzerinde yaptırılan imza incelemesi sonucu devir sözleşmesi altındaki imzanın davacıya

ait olmadığının tespit edildiğini, davacının şirket hisselerini devrini içeren “Devir Sözleşmesi” başlıklı belgenin geçerli bir belge olduğundan söz edilemeyeceği, davacı tarafından yapılmış bir hisse devri olduğu davalılar tarafından başka türlü de kanıtlanamadığına göre hisse devirlerinin yok hükmünde olduğu, hisse devirleri yok hükmünde bulunduğundan şirketin sonraki birleşme ve devirleri açısından diğer davalıları da bağlayacağı gerekçesiyle, davanın kabulüne, …. …. ve Tic. A.Ş.’deki davacı hisselerinin davalılardan … ve …‘e devrine ilişkin …/01/2007 tarihli “Devir Sözleşmesi” başlıklı sözleşmenin yok hükmünde olduğunun tespiti ile hisse devirlerinin hükümsüzlüğüne, davacının hisselerinin iadesine yönelik işlemler şirket idari işlemleri niteliğinde bulunduğundan bu konuda karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

Kararı, davalılar …, …, … ve … vekili, … …. A.Ş. vekili temyiz etmiştir.

…-Dava, anonim şirket hisse devir sözleşmesindeki imzanın sahte olması nedeniyle hükümsüzlüğü ve hisselerin iadesi istemine ilişkin olup, mahkemece davacı sahtelik iddiasında bulunduğundan sözleşme altındaki imzanın davacıya ait olduğu hususunun davalı tarafın kanıtlaması gerektiği, fotokopi üzerinde yaptırılan imza incelemesi sonucu devir sözleşmesi altındaki imzanın davacıya ait olmadığının tespit edildiği, hisse devrinin davalılar tarafından kanıtlanamadığı, hisse devirlerinin yok hükmünde olduğu gerekçesiyle, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Yargıtay’ın yerleşmiş uygulamasına göre nama yazılı pay senetlerinin devri için temlik beyanı veya senedin arkasında tam bir cironun yapılması, ayrıca senet üzerindeki zilyetliğin devri ve teslimi gerekli ve yeterli kabul edilmektedir. Pay defterine kayıt ise, devrin şirkete karşı hüküm ifade edebilmesi için gereklidir.

Davaya konu … … … …. A.Ş.’ye ait davacı hisselerinin ….01.2007 tarihinde davalılar … ve …‘e devredildiği, anılan şirketin 31…..2007 tarihinde başka bir şirketle birleşerek …. … ve Tic. A.Ş. halini aldığı anlaşılmaktadır.

Somut olayda davacı, devir sözleşmesi altındaki imzanın kendisine ait olmadığını, belgenin sahte olduğunu ileri sürdüğünden iddianın ileri sürülüş biçimi itibariyle davada ispat külfeti davalı tarafa ait bulunmaktadır. İmza incelemesi yapılan belge fotokopi olup bu belge üzerinde imza incelemesi uyuşmazlığı çözmeye yeterli değildir.

Bu durumda, mahkemece şirket kayıtları üzerinde inceleme yaptırılarak davacı adına çıkarılmış olan muvakkat ilmuhaberin davalılara teslim edilip edilmediği, devrin şirket pay defterine kaydedilip edilmediği ve birleşme sırasında dikkate alınıp alınmadığı araştırılarak, mülga 6762 sayılı TTK’nın 411. maddesi yollamasıyla aynı yasanın 416 ve diğer madde hükümleri çerçevesinde değerlendirme yapılarak ve ayrıca davacı tarafından dava konusu devir senedinin sahteliği iddiasının bir kısım davalılar hakkında açılan ceza davasında da ileri sürüldüğü iddia edilmiş olmakla, ceza dosyası tümüyle getirtilerek işbu davadaki sahtelik iddiasının sübutu bakımından ceza mahkemesince verilen kararın kesinleşip kesinleşmediği, kesinleşmişse 6100 sayılı HMK’nın 214. maddesi hükümleri çerçevesinde değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.

…- Bozma sebep ve şekline göre, mümeyyiz davalılar vekillerinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (…) nolu bentte açıklanan nedenlerle kararın mümeyyiz davalılar yararına BOZULMASINA, (…) nolu bentte açıklanan nedenlerle mümeyyiz davalılar vekillerinin diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, takdir olunan ….350 TL durşma vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalılara verilmesine, ödedikleri temyiz peşin harcın istekleri halinde temyiz edenlere iadesine, 29/…/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/8865 Karar : 2015/12390 Tarih : 23.11.2015

  • HMK 214. Madde

  • Sahtelik Hakkında Hukuk ve Ceza Mahkemesi Kararlarının Etkisi

Davacı vekili; müvekkili tarafından … İş Mahkemesi’ne açılan davada dosyaya sunulan, müvekkiline kıdem ve ihbar tazminatlarının ödendiğine dair dekontlardaki imzaların müvekkiline ait olmadığını, bu konuda kimseye de vekalet vermediğini, söz konusu 8.250,00 TL meblağın imza örneği taklit edilerek mayıs 2011’de başkaları tarafından çekildiğini iddia ederek müvekkili hesabından başka bir şahsa verilen 8.250,00 TL’nin mevduata uygulanan en yüksek faiziyle davalıdan tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; öncelikle yetkisizlik kararı verilmesini, aksi halde işlemin bizzat davalı tarafından gerçekleştirildiğinden davanın reddini talep etmiştir.

Mahkemece, tüm dosya kapsamına göre, … Cumhuriyet Başsavcılığı’nın 2013/24737 no’lu dosyasında 16.06.2011 tarihli dekont üzerindeki imza ile ilgili yapılan soruşturma kapsamında … tarafından düzenlenen raporda para çekme dekontu üzerindeki imzanın davacı eli ürünü olmasının kuvvetle mümkün ve muhtemel olduğunun belirtildiği ve davacı iddiası ispatlanamadığından reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava, mevduattan hukuka aykırı olarak yapılan ödemenin tahsili istemine ilişkin olup, davalı ödemenin davacıya yapıldığını savunmuş; davacı ise ödeme belgesindeki imzanın kendisine ait olmadığını iddia etmiştir. Davalı, mevduat hesabındaki parayı ancak davacıya, vekiline, yetkili temsilcisine ödemek suretiyle borcundan kurtulabilir. Bu konudaki ispat külfeti de davalıdadır. Davalı yanca ibraz edilen adi senet niteliğindeki dekontta davacıya izafe edilen imza, davacı yanca inkar edilmiş olmakla, HMK’nın 205, 208 ve 209. maddeleri çerçevesinde, söz konusu belgenin üzerindeki imzanın yöntemince incelenerek inkar edene ait olduğu saptanmadığı takdirde mezkur belgenin davalının ödeme savunmasını kanıtlar

nitelikte kabulü mümkün değildir. Mahkemece inkar edilen imzanın davacıya ait olup olmadığına ilişkin olarak HMK’nın 211. maddesi kapsamında bir inceleme ve değerlendirme yapılmamış, konuyla ilgili yapılan ceza soruşturmasında alınan rapora dayalı olarak karar verilmiş ise de HMK’nın 214/2. maddesi gözetildiğinde bu husus eksik inceleme teşkil ettiği ettiği gibi, karara dayanak teşkil eden … tarafından yapılan incelemede de kesin bir kanaat bildirilmemiş, imzanın “kuvvetle mümkün ve muhtemel” olarak davacıya ait olduğu belirtilmiştir. Bu durumda mahkemece, davacının bu tarihten evvel atmış olduğu imza örnekleri temin edilip ayrıca duruşmada da davacının bol miktarda imza örneği alınmak suretiyle yeni bir rapor alınarak oluşacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı olarak karar verilmesi doğru olmamış bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle mahkeme kararının BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz eden davacıya iadesine, 23/11/2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS