Delil Sözleşmesi
HMK Madde 193
(1) Taraflar yazılı olarak veya mahkeme önünde tutanağa geçirilecek imzalı beyanlarıyla kanunda belirli delillerle ispatı öngörülen vakıaların başka delil veya delillerle ispatını kararlaştırabilecekleri gibi; belirli delillerle ispatı öngörülmeyen vakıaların da sadece belirli delil veya delillerle ispatını kabul edebilirler.
(2) Taraflardan birinin ispat hakkının kullanımını imkânsız kılan veya fevkalade güçleştiren delil sözleşmeleri geçersizdir.
HMK Madde 193 Gerekçesi
Maddede 1086 sayılı Kanunda da kabul edilmiş olan delil sözleşmesi, sınırları ve türleri de belirtilerek yeniden düzenlenmiştir.
Birinci fıkrada, tarafların kanunda belirli delillerle ispatı öngörülen vakıaların, başka delil veya delillerle de ispat edilebileceğini kararlaştırabilecekleri ya da belirli delillerle ispatı öngörülmeyen vakıaların, belirli delil veya delillerle ispatı konusunda sınırlama getirebilecekleri kabul edilmiştir.
Birinci durumda, münhasır olmayan delil sözleşmesi; ikinci durumda münhasır delil sözleşmesi ortaya çıkacaktır. Aynı fıkrada delil sözleşmesinin nasıl yapılacağı da belirtilmiştir. Delil sözleşmesinin önemi sebebiyle, yazılı olması veya tutanağa geçirilecek beyanların imzalanması suretiyle yapılabileceği kabul edilmiştir. Delil sözleşmesinin, ancak açıkça yapılabilmesi karşısında, zımnî delil sözleşmesi yapılması mümkün değildir.
İkinci fıkrada, delil sözleşmesinin sınırları belirtilmiştir. Delil sözleşmesi, ispat hakkını doğrudan ilgilendirdiğinden bu konudaki sınırların da ortaya konulması gerekir. Özellikle uygulamada zaman zaman güçlü olan tarafın, diğer tarafın ispat hakkını tamamen ortadan kaldıracak veya güçleştirecek nitelikte onu delil sözleşmesi yapmaya zorladığı görülmektedir. Bu sebeple, taraflardan birinin ispat hakkını kullanmasını imkânsız kılan veya fevkalâde güçleştiren delil sözleşmeleri geçersiz sayılacaktır.
HMK 193 (Delil Sözleşmesi) Emsal Yargıtay Kararları
Delil Sözleşmesinin Diğer Delillerle Birlikte Değerlendirilmesi
Hukuk Genel Kurulu 2017/691 E. , 2021/534 K.
- HMK 193
Söke 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 14.05.2014 tarihli ve 2013/442 E., 2014/290 K. sayılı kararı ile; taraflar arasındaki sözleşmenin 30.1.19. maddesinde yüklenicinin fiziki muayene sonucuna itirazı hâlinde yapılan itiraz muayenesi sonucunda verilen kararın taraflar için kesin olduğu ve muayene sonucu hakkında ihtilaf olması durumunda mahkemede tarafların bu raporu delil olarak kabul edeceğinin kararlaştırıldığı, bu hükmün yazılı delil sözleşmesi mahiyetinde olduğu, somut olayda itiraz üzerine yapılan ikinci muayene sonucunda ise davacı tarafından teslim edilen ürünlerin sözleşmede kararlaştırılan şartlara uygun olmadığının tespit edildiği gerekçesiyle taraflarca delil olarak kabul edilen ikinci muayene raporu doğrultusunda davanın reddine karar verilmiştir.
…
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; mal kabulüne itiraz üzerine verilen ve ihtilâf doğması hâlinde mahkeme önünde taraflarca delil olarak kabul edileceği kararlaştırılan ikinci muayene raporunun aksinin eldeki dava ile ileri sürülmesinin mümkün olup olmadığı, buradan varılacak sonuca göre mahkemece sadece bu delile dayanılarak ihalenin feshinin iptali isteminin reddedilmesinin hukuka uygun bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
Sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 193. maddesinde düzenlenen delil sözleşmesi; ortaya çıkan uyuşmazlıkta belli bir hususun ne tür deliller ile ispatlanacağının taraflarca yazılı olarak saptanmasıdır. Buna göre “Taraflar yazılı olarak veya mahkeme önünde tutanağa geçirilecek imzalı beyanlarıyla kanunda belirli delillerle ispatı öngörülen vakıaların başka delil veya delillerle ispatını kararlaştırabilecekleri gibi; belirli delillerle ispat öngörülmeyen vakıaların da sadece belirli delil veya delillerle ispatını kabul edebilirler (HMK, m.193/1). Maddenin ikinci fıkrasında ise delil sözleşmeleri ile ilgili olarak önemli bir hüküm getirilmiş ve taraflardan birinin ispat hakkının kullanımını imkânsız kılan veya fevkalade güçleştiren delil sözleşmelerinin geçersiz olduğu ortaya konularak bu konuda uygulamada doğan birtakım tereddütlerin önüne geçilmiştir.
Delil sözleşmesinin geçerli olması, sözleşme hürriyetinin doğal bir sonucudur. Genel hükümler uyarınca yapılacak bazı sözleşmelerde, yanlara bazı kanıtlarla yazılı biçimde ispat hakkının sınırlı olarak tanınması hâlinde, bu sınırlar dışında delil gösterilmesi olanaksızdır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 48. maddesinde sözleşme özgürlüğü esası benimsendiğine göre, bu esaslar uyarınca düzenlenecek sözleşmenin ispat biçimi de belirlenebilir ve sınırlanabilir olmalıdır.
Delil sözleşmesinin konusu ispattır. Bu nedenle delil sözleşmesi ile ispat şartı olan yazılı şekil öngörülebilir veya var olan yazılı şekil (senet) ile ispat zorunluluğuna istisna (mesela, senetle ispatı gereken bir hukuki işlemin tanıkla ispat edilebileceği) kabul edilebilir. Ne var ki delil sözleşmesi ile geçerlilik (sıhhat) şartı olan yazılı şekil yerine başka bir şekil kararlaştırılamaz. Bu sözleşmeler usul hukukuna ilişkindir. Çünkü, delil sözleşmesi asıl etkisini usul hukuku alanında gösterir. Delil sözleşmesi, belli bir hukuki ilişki için yapılabilir ve hangi hukuki ilişkinin hangi delil ile ispat edilebileceği konusundaki kararlaştırmanın açıkça gösterilmesi gerekir.
Bir davanın tarafları, dava açılmadan önce veya sonra, bir hususun yalnız belli bir delil ile ispat edileceği hakkında bir sözleşme yaparlarsa, buna münhasır delil sözleşmesi denir. Yani bu hâlde, o husus yalnız delil sözleşmesi ile kabul edilmiş olan delil ile ispat edilebilir; başka bir delil ile ispat edilemez. Bir hususun ispatı için münhasır delil sözleşmesi yapılmış ise delil sözleşmesinde kararlaştırılan delilden (veya delillerden) başka delil kabul olunmaz. Buna göre taraflar, delil sözleşmesi ile aynı zamanda delillerini hasretmiş olurlar, yani taraflar, delil sözleşmesinde kararlaştırdıkları deliller dışında başka delil gösteremezler (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 2001, c. 3, s. 2881 vd.). Münhasır delil sözleşmelerinin en önemli örneği hakem bilirkişi sözleşmeleridir. Hakem bilirkişi sözleşmesiyle taraflar aralarındaki belli bir uyuşmazlık konusunun miktarının ve niteliklerinin belirli kişiler veya kurullar tarafından tespit edileceğini ve bu tespiti kabul edeceklerini kararlaştırırlar. Hakem bilirkişinin usulüne uygun biçimde düzenlenmiş tespiti gerek tarafları gerekse mahkemeyi bağlar. Ancak bunun için hakem bilirkişi sözleşmesinin içerik bakımından geçerli olması, hakem bilirkişilerin usulüne uygun şekilde, bilhassa taraflardan bağımsız ve tarafsız kişiler arasından, seçilmiş bulunması ve yetkileri dâhilinde rapor düzenlemiş olmaları gerekir. Hakem bilirkişi bu görevi yapacak vasfı haiz değilse yahut hakem bilirkişinin tespiti hukuk normları ve taraflar arasındaki sözleşme hükümlerine aykırı gerçekleştirilmişse raporun iptali dava edilebileceği gibi, bu delile dayanılarak açılan davada karşı tarafça raporun hukuka, adalet ve nesafete aykırı olmakla geçersizliği savunmasında bulunulabilecektir. Bu durumda hâkim bu delilin usulüne uygun oluşturulup oluşturmadığını denetleyecektir.
Münhasır olmayan delil sözleşmelerinde ise taraflar delillerini hasretmez; bilakis bir hususun başka bir delil ile de ispat edilebileceğini kararlaştırırlar. Senetle ispatı zorunlu olan bir hukuki işlemin, tanıkla da ispat edilebileceği hakkında yapılan delil sözleşmesi bu mahiyettedir.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; taraflar arasındaki ihale süreci sonunda imzalanan 14.03.2013 tarihli sözleşmeyle ile davacı 52 kalem kırtasiye ürününü sözleşme ve ekinde yer alan şartnamelere uygun teslim borcu altına girmiştir. Sözleşmenin 30.1.12 maddesinde, teslim edilen malın muayenesinin yürürlükteki Mal Alımları Denetimi, Muayene ve Kabul İşlemlerine Dair Yönetmeliği, TSK Mal Alımları Denetimi, Muayene ve Kabul İşlemleri Yönergesi ve ilgili mevzuat hükümlerine ve teknik şartnamedeki esaslara göre niteliklerine uygun bulunmayan malların reddedileceği belirlenmiştir. Teslim ettiği mallarda yapılan ilk fiziki muayenede malların gereken koşulları sağlamadığı gerekçesiyle reddedilmesi üzerine davacı, sözleşmenin 30.1.17 maddesi çerçevesinde muayene sonucuna itiraz etmiş ancak itiraz muayenesi de ret ile sonuçlanmıştır.. Sözleşmenin itiraz muayenesinin sonuçlarına ilişkin ve uyuşmazlığın odağı olan 30.1.19 maddesi hükmü ise aynen “Yüklenicinin fiziki muayene sonucuna itirazı hâlinde, ilk muayene kabul komisyonunda görev almamış kişilerden oluşturulacak başka bir komisyona malın itiraz muayenesi yaptırılacaktır… Bu muayenede verilen karar taraflar için kesindir. Muayene sonucu hakkında ihtilaf olması hâlinde mahkemede, taraflar bu raporu delil olarak kabul edeceklerdir.” şeklindedir.
Sözleşmenin malın ilk muayanesi sonucunda verilecek karara karşı öngördüğü itiraz mekanizması usulüyle, inceleme sonunda verilecek komisyon kararının etki ve mahiyeti delil sözleşmesi niteliğindedir. İtiraz muayenesini yapan komisyonun taraflardan birinin bünyesinde çalışan kişilerden oluştuğu gözetildiğinde bağımsızlık ve tarafsızlık unsurunu taşımayan kişilerin hakem bilirkişi ve bu delil sözleşmesinin de münhasır delil sözleşmesi olarak değerlendirilemeyeceği açıktır. Taraflar komisyonun itiraz üzerine verdiği kararın kesin olduğunu kararlaştırmışlardır. Ne var ki bu hükümde geçen kesinlik mal alım sürecindeki işlemler ve malın kabul edilip edilemeyeceğine ilişkin kararlarla ilgilidir. Söz konusu düzenleme itiraz muayenesi komisyonu kararına karşı yargı yoluna başvuralamayacağı şeklinde yorumlanamaz. Aksi düşünce hem HMK’nın 193/2. maddesindeki emredici hükmü hem de anayasal güvence altına alınmış hak arama özgürlüğünü ihlâl edecektir. Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olan silahların eşitliği ilkesi uyarınca, kamu gücünü elinde bulunduran idare ile birey arasında gerçek anlamda bir eşitlik ve denge sağlanması son derece önemlidir. İdare kamunun ihtiyaçlarını giderme amacıyla giriştiği ihalelerde tıpkı ihaleye katılanlar gibi konuyla ilgili mevzuat hükümleriyle bağlıdır. İdarenin bu çerçevede hazırlanan özel hukuk sözleşmelerinde, idare bünyesinde oluşturulmuş bir kurula taraflar arasında doğacak ihtilafı çözümleyecek ve kararı denetlenemeyecek bir son merci yetkisi verilmesi, çözümü taraflardan birinin keyfiyetine bırakmak anlamına gelecektir.
Oysa taraflar, ilgili mevzuat hükümlerine ve ihale dökumanına uygun teşekkül edeceği düşüncesi çerçevesinde delil sözleşmesiyle kendilerini bağlamışlardır. Aksinin iddia olunması hâlinde mahkeme bu delilin yasa ve sözleşme hükümlerine uygun oluşturulup oluşturulmadığını denetlemek durumundadır. Nitekim somut uyuşmazlıkta taraflar da muayene sonucu hakkında anlaşmazlık doğması durumunda konunun mahkeme önüne taşınması hâlini mümkün görmüş ve yapılacak yargılamada raporu delil olarak kabul edeceklerini açıkça ifade etmişlerdir. Bu durumda mahkemece hem taraflar arasındaki delil sözleşmesi çerçevesinde oluşturulan delil yukarıda yapılan açıklamalar ışığında denetlenmeli, davacının idarenin sözleşmeyi fesih işleminin haksız, hukuka ve sözleşmeye aykırı olduğu iddiası tartışılmalı ve varılacak neticeye göre hüküm kurulmalıdır. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 20.02.2020 tarihli, 2019/13-43 E., 2020/186 K. sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen ve aynı yöne işaret eden bozma kararına uymak gerekirken, hiçbir inceleme ve değerlendirme yapılmaksızın salt itiraz muayenesi raporunun kesin olduğu, aksinin iddia edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Delil Sözleşmesi Usul Hukukuna İlişkindir
Yargıtay HGK Esas : 2017/691 Karar : 2021/534
Sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) 193. maddesinde düzenlenen delil sözleşmesi; ortaya çıkan uyuşmazlıkta belli bir hususun ne tür deliller ile ispatlanacağının taraflarca yazılı olarak saptanmasıdır.
Buna göre “Taraflar yazılı olarak veya mahkeme önünde tutanağa geçirilecek imzalı beyanlarıyla kanunda belirli delillerle ispatı öngörülen vakıaların başka delil veya delillerle ispatını kararlaştırabilecekleri gibi; belirli delillerle ispat öngörülmeyen vakıaların da sadece belirli delil veya delillerle ispatını kabul edebilirler (HMK, m.193/1).
Maddenin ikinci fıkrasında ise, delil sözleşmeleri ile ilgili olarak önemli bir hüküm getirilmiş ve taraflardan birinin ispat hakkının kullanımını imkânsız kılan veya fevkalade güçleştiren delil sözleşmelerinin geçersiz olduğu ortaya konularak bu konuda uygulamada doğan birtakım tereddütlerin önüne geçilmiştir.
Delil sözleşmesinin geçerli olması, sözleşme hürriyetinin doğal bir sonucudur. Genel hükümler uyarınca yapılacak bazı sözleşmelerde, yanlara bazı kanıtlarla yazılı biçimde ispat hakkının sınırlı olarak tanınması hâlinde, bu sınırlar dışında delil gösterilmesi olanaksızdır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 48. maddesinde sözleşme özgürlüğü esası benimsendiğine göre, bu esaslar uyarınca düzenlenecek sözleşmenin ispat biçimi de belirlenebilir ve sınırlanabilir olmalıdır.
Delil sözleşmesinin konusu ispattır. Bu nedenle delil sözleşmesi ile ispat şartı olan yazılı şekil öngörülebilir veya var olan yazılı şekil (senet) ile ispat zorunluluğuna istisna (mesela, senetle ispatı gereken bir hukuki işlemin tanıkla ispat edilebileceği) kabul edilebilir. Ne var ki delil sözleşmesi ile geçerlilik (sıhhat) şartı olan yazılı şekil yerine başka bir şekil kararlaştırılamaz.
Bu sözleşmeler usul hukukuna ilişkindir. Çünkü, delil sözleşmesi asıl etkisini usul hukuku alanında gösterir. Delil sözleşmesi, belli bir hukuki ilişki için yapılabilir ve hangi hukuki ilişkinin hangi delil ile ispat edilebileceği konusundaki kararlaştırmanın açıkça gösterilmesi gerekir.
Bir davanın tarafları, dava açılmadan önce veya sonra, bir hususun yalnız belli bir delil ile ispat edileceği hakkında bir sözleşme yaparlarsa, buna münhasır delil sözleşmesi denir. Yani bu hâlde, o husus yalnız delil sözleşmesi ile kabul edilmiş olan delil ile ispat edilebilir; başka bir delil ile ispat edilemez.
Bir hususun ispatı için münhasır delil sözleşmesi yapılmış ise delil sözleşmesinde kararlaştırılan delilden (veya delillerden) başka delil kabul olunmaz. Buna göre taraflar, delil sözleşmesi ile aynı zamanda delillerini hasretmiş olurlar, yani taraflar, delil sözleşmesinde kararlaştırdıkları deliller dışında başka delil gösteremezler (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 2001, c. 3, s. 2881 vd.).
Münhasır delil sözleşmelerinin en önemli örneği hakem bilirkişi sözleşmeleridir.
Hakem bilirkişi sözleşmesiyle taraflar aralarındaki belli bir uyuşmazlık konusunun miktarının ve niteliklerinin belirli kişiler veya kurullar tarafından tespit edileceğini ve bu tespiti kabul edeceklerini kararlaştırırlar.
Hakem bilirkişinin usulüne uygun biçimde düzenlenmiş tespiti gerek tarafları gerekse mahkemeyi bağlar. Ancak bunun için hakem bilirkişi sözleşmesinin içerik bakımından geçerli olması, hakem bilirkişilerin usulüne uygun şekilde, bilhassa taraflardan bağımsız ve tarafsız kişiler arasından, seçilmiş bulunması ve yetkileri dâhilinde rapor düzenlemiş olmaları gerekir. Hakem bilirkişi bu görevi yapacak vasfı haiz değilse yahut hakem bilirkişinin tespiti hukuk normları ve taraflar arasındaki sözleşme hükümlerine aykırı gerçekleştirilmişse raporun iptali dava edilebileceği gibi, bu delile dayanılarak açılan davada karşı tarafça raporun hukuka, adalet ve nesafete aykırı olmakla geçersizliği savunmasında bulunulabilecektir. Bu durumda hâkim bu delilin usulüne uygun oluşturulup oluşturmadığını denetleyecektir.
Münhasır olmayan delil sözleşmelerinde ise taraflar delillerini hasretmez; bilakis bir hususun başka bir delil ile de ispat edilebileceğini kararlaştırırlar. Senetle ispatı zorunlu olan bir hukuki işlemin, tanıkla da ispat edilebileceği hakkında yapılan delil sözleşmesi bu mahiyettedir.
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Taraflar arasındaki ihale süreci sonunda imzalanan 14.03.2013 tarihli sözleşmeyle ile davacı 52 kalem kırtasiye ürününü sözleşme ve ekinde yer alan şartnamelere uygun teslim borcu altına girmiştir.
Sözleşmenin 30.1.12 maddesinde, teslim edilen malın muayenesinin yürürlükteki Mal Alımları Denetimi, Muayene ve Kabul İşlemlerine Dair Yönetmeliği, TSK Mal Alımları Denetimi, Muayene ve Kabul İşlemleri Yönergesi ve ilgili mevzuat hükümlerine ve teknik şartnamedeki esaslara göre niteliklerine uygun bulunmayan malların reddedileceği belirlenmiştir.
Teslim ettiği mallarda yapılan ilk fiziki muayenede malların gereken koşulları sağlamadığı gerekçesiyle reddedilmesi üzerine davacı, sözleşmenin 30.1.17 maddesi çerçevesinde muayene sonucuna itiraz etmiş ancak itiraz muayenesi de ret ile sonuçlanmıştır.
Sözleşmenin itiraz muayenesinin sonuçlarına ilişkin ve uyuşmazlığın odağı olan 30.1.19 maddesi hükmü ise aynen “Yüklenicinin fiziki muayene sonucuna itirazı hâlinde, ilk muayene kabul komisyonunda görev almamış kişilerden oluşturulacak başka bir komisyona malın itiraz muayenesi yaptırılacaktır… Bu muayenede verilen karar taraflar için kesindir. Muayene sonucu hakkında ihtilaf olması hâlinde mahkemede, taraflar bu raporu delil olarak kabul edeceklerdir.” şeklindedir.
Sözleşmenin malın ilk muayanesi sonucunda verilecek karara karşı öngördüğü itiraz mekanizması usulüyle, inceleme sonunda verilecek komisyon kararının etki ve mahiyeti delil sözleşmesi niteliğindedir. İtiraz muayesini yapan komisyonun taraflardan birinin bünyesinde çalışan kişilerden oluştuğu gözetildiğinde bağımsızlık ve tarafsızlık unsurunu taşımayan kişilerin hakem bilirkişi ve bu delil sözleşmesinin de münhasır delil sözleşmesi olarak değerlendirilemeyeceği açıktır.
Taraflar komisyonun itiraz üzerine verdiği kararın kesin olduğunu kararlaştırmışlardır. Ne var ki bu hükümde geçen kesinlik mal alım sürecindeki işlemler ve malın kabul edilip edilemeyeceğine ilişkin kararlarla ilgilidir. Söz konusu düzenleme itiraz muayenesi komisyonu kararına karşı yargı yoluna başvuralamayacağı şeklinde yorumlanamaz. Aksi düşünce hem HMK’nın 193/2. maddesindeki emredici hükmü hem de anayasal güvence altına alınmış hak arama özgürlüğünü ihlâl edecektir. Adil yargılanma hakkının unsurlarından biri olan silahların eşitliği ilkesi uyarınca, kamu gücünü elinde bulunduran idare ile birey arasında gerçek anlamda bir eşitlik ve denge sağlanması son derece önemlidir. İdare kamunun ihtiyaçlarını giderme amacıyla giriştiği ihalelerde tıpkı ihaleye katılanlar gibi konuyla ilgili mevzuat hükümleriyle bağlıdır. İdarenin bu çerçevede hazırlanan özel hukuk sözleşmelerinde, idare bünyesinde oluşturulmuş bir kurula taraflar arasında doğacak ihtilafı çözümleyecek ve kararı denetlenemeyecek bir son merci yetkisi verilmesi, çözümü taraflardan birinin keyfiyetine bırakmak anlamına gelecektir.
Oysa taraflar, ilgili mevzuat hükümlerine ve ihale dökumanına uygun teşekkül edeceği düşüncesi çerçevesinde delil sözleşmesiyle kendilerini bağlamışlardır. Aksinin iddia olunması hâlinde mahkeme bu delilin yasa ve sözleşme hükümlerine uygun oluşturulup oluşturulmadığını denetlemek durumundadır. Nitekim somut uyuşmazlıkta taraflar da muayene sonucu hakkında anlaşmazlık doğması durumunda konunun mahkeme önüne taşınması hâlini mümkün görmüş ve yapılacak yargılamada raporu delil olarak kabul edeceklerini açıkça ifade etmişlerdir.Bu durumda mahkemece hem taraflar arasındaki delil sözleşmesi çerçevesinde oluşturulan delil yukarıda yapılan açıklamalar ışığında denetlenmeli, davacının idarenin sözleşmeyi fesih işleminin haksız, hukuka ve sözleşmeye aykırı olduğu iddiası tartışılmalı ve varılacak neticeye göre hüküm kurulmalıdır.
Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 20.02.2020 tarihli, 2019/13-43 E., 2020/186 K. sayılı kararında da aynı ilkeler benimsenmiştir. Hâl böyle olunca Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen ve aynı yöne işaret eden bozma kararına uymak gerekirken, hiçbir inceleme ve değerlendirme yapılmaksızın salt itiraz muayenesi raporunun kesin olduğu, aksinin iddia edilemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Tanıkla İspata İlişkin Delil Sözleşmesi
Hukuk Genel Kurulu 2017/1538 E. , 2020/485 K.
- HMK 193
Senede karşı tanıkla ispat yasağının bir diğer istisnası ise tanıkla ispat hakkında taraflar arasında delil sözleşmesi olması hâlidir. Yargıtay Büyük Genel Kurulunun 18.03.1959 tarihli ve 1958/18 E., 1959/21 K. sayılı kararına göre tanıkla ispatlama yasağı, yalan tanıklığı önleme ve davada tarafların çıkarlarını koruma amacına yönelik olduğundan, değeri belli miktarı aşan hukuki işlerin tanıkla kanıtlanması yasağına ilişkin ilkeler, kamu düzeni düşüncesiyle yasaya konulmuş hükümlerden olmadığından, tarafların açık muvafakatı ile tanık dinlenebilir.
Bir taraf senetle ispatı gereken bir hukuki işlemi tanık ile ispat etmek isterse, HMK’nın 200. maddesinde açıkça yazılı olduğu gibi, hâkim, tanıkla ispat edilmek istenen hukuki işlemin senetle ispat edilmesi gerektiğini, ancak muvafakat ederse tanık dinlenebileceğini karşı tarafa hatırlatmak zorundadır. Hâkimin yukarıdaki şekilde hatırlatması ve sorması üzerine karşı taraf tanık dinlenmesine muvafakat ettiğini açık bir şekilde mahkemeye bildirirse (aslında senetle ispatı gereken), o hukukî işlem tanık ile ispat edilebilir. Bu hâlde, aslında senetle ispatı gereken bir hususun tanıkla ispat edilebileceği hakkında, mahkeme önünde sözlü olarak bir delil sözleşmesi yapılmış olur. Aksi hâlde, diğer iki şart (karşı tarafın muvafakati ve bunun tutanağa geçirilerek karşı tarafa okunup imza ettirilmesi) tamam olsa bile, taraflar arasında tanık dinlenmesine ilişkin bir delil sözleşmesi yapılmış olmaz ve aslında senetle ispatı gereken o hukuki işlem hakkında tanık dinlenmez (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü Cilt III, 2001 Baskı, s. 2924-2925; Kuru, B./ Arslan R./ Yılmaz E.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2014, 25. Baskı, s. 444).
Bir taraf aslında senetle ispat edilmesi gereken bir hukukî işlemi tanık ile ispat etmek isterse, hâkim HMK’nın 200 veya 201. maddesi hükmüne göre bu hukukî işlemin senet (kesin delil) ile ispat edilmesi gerektiğini (tanıkla ispat edilemeyeceğini), ancak muvafakat ederse tanık dinlenebileceğini karşı tarafa hatırlatır ve karşı taraftan tanık dinlenmesine muvafakat edip etmediğini sorar.
HMK’nın 200. (HUMK 289) maddesinde açıkça yazılı olduğu gibi, hâkim, tanıkla ispat edilmek istenen hukukî işlemin Kanun’a (HMK m. 200-201, HUMK m. 288 - 290) göre senetle ispat edilmesi gerektiğini, ancak muvafakat ederse tanık dinlenebileceğini karşı tarafa hatırlatmak zorundadır. Aksi hâlde, diğer iki şart (karşı tarafın muvafakati ve bunun tutanağa geçirilerek karşı tarafa okunup imza ettirilmesi) tamam olsa bile, taraflar arasında tanık dinlenmesine ilişkin bir delil sözleşmesi yapılmış olmaz ve aslında senetle ispatı gereken o hukukî işlem hakkında tanık dinlenmez (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt III, 2001 baskı, s. 2924-2925).
Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 13.07.2005 tarihli ve 2005/13-440 E., 2005/461 K. sayılı kararında da aynı ilkelere değinilmiştir. Somut olayda, davalı tanık dinletmek istemiş, davacıya HMK’nın 189, 193, 200. hükümlerine göre (bu olayda tanık dinlenmesi mümkün değildir. Ancak siz tanık dinlenmesine muvafakat ederseniz o zaman bu olayda tanık dinlenebilir. Aksi hâlde yazılı delil ibraz etmeniz gerekir) şeklinde açıkça kanun hükümleri hatırlatılmamış ve bu hatırlatma hususu zapta geçirilmemiştir. Tanıkla ispat hususunda davacının açık muvafakatı da bulunmadığına göre, davalının savunmalarının tanıkla ispatının mümkün olmadığı açıktır.
Sözleşme Hükmüyle Delil Sözleşmesi
Hukuk Genel Kurulu 2019/43 E. , 2020/186 K.
- HMK 193
Uyuşmazlığın çözümünde taraflar arasındaki sözleşme ve şartname hükümlerinin delil sözleşmesi niteliğinde olup olmadığının belirlenmesi gerekeceğinden öncelikli delil sözleşmeleriyle ilgili açıklama yapılması faydalı olacaktır.
Sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun (HUMK) 287/2. maddesinde düzenlenen delil sözleşmesi; ortaya çıkan uyuşmazlıkta belli bir hususun ne tür deliller ile ispatlanacağının taraflarca yazılı olarak saptanmasıdır. Anılan maddenin birinci cümlesinde kanunun ispatını belli bir şekle bağladığı vakıaların, başka bir delil ile ispat olunamayacağı esası konulmuştur. Bununla birlikte ikinci cümlede delil sözleşmesinin yapılmış olduğu hâllerde, sözleşmeye konu olan vakıanın başka bir delil ile ispat olunamayacağı kabul edilmek suretiyle delil konusunda tarafların anlaşmalarının geçerli bulunduğu esası benimsenmiştir.
Delil sözleşmesinin geçerli olması, sözleşme hürriyetinin doğal bir sonucudur. Genel hükümler uyarınca yapılacak bazı sözleşmelerde, yanlara bazı kanıtlarla yazılı biçimde ispat hakkının sınırlı olarak tanınması hâlinde, bu sınırlar dışında delil gösterilmesi olanaksızdır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 48. maddesinde sözleşme özgürlüğü esası benimsendiğine göre, bu esaslar uyarınca düzenlenecek sözleşmenin ispat biçimi de belirlenebilir ve sınırlanabilir olmalıdır.
Delil sözleşmesinin konusu ispattır. Bu nedenle delil sözleşmesi ile ispat şartı olan yazılı şekil öngörülebilir veya var olan yazılı şekil (senet) ile ispat zorunluluğuna istisna (mesela, senetle ispatı gereken bir hukuki işlemin tanıkla ispat edilebileceği) kabul edilebilir. Ne var ki delil sözleşmesi ile geçerlilik (sıhhat) şartı olan yazılı şekil yerine başka bir şekil kararlaştırılamaz.
Bu sözleşmeler usul hukukuna ilişkindir. Çünkü, delil sözleşmesi asıl etkisini usul hukuku alanında gösterir. Delil sözleşmesi, belli bir hukuki ilişki için yapılabilir ve hangi hukuki ilişkinin hangi delil ile ispat edilebileceği konusundaki kararlaştırmanın açıkça gösterilmesi gerekir. Daha açık bir anlatımla taraflar “bundan böyle aramızda çıkacak bütün uyuşmazlıklar tanıkla ispat edilecektir” şeklinde genel bir delil sözleşmesi yapamazlar.
Bir davanın tarafları, dava açılmadan önce veya sonra, bir hususun yalnız belli bir delil ile ispat edileceği hakkında bir sözleşme yaparlarsa, buna münhasır delil sözleşmesi denir. Yani bu hâlde, o husus yalnız delil sözleşmesi ile kabul edilmiş olan delil ile ispat edilebilir; başka bir delil ile ispat edilemez (HUMK m. 287/2).
Münhasır olmayan delil sözleşmesinin en önemli misali, senetle ispatı zorunlu olan bir hukuki işlemin (HUMK m. 288, m. 290), tanıkla da ispat edilebileceği hakkında yapılan delil sözleşmesidir (HUMK m. 289).
Bir hususun ispatı için münhasır delil sözleşmesi yapılmış ise delil sözleşmesinde kararlaştırılan delilden (veya delillerden) başka delil kabul olunmaz. Buna göre taraflar, delil sözleşmesi ile aynı zamanda delillerini hasretmiş olurlar, yani taraflar, delil sözleşmesinde kararlaştırdıkları deliller dışında başka delil gösteremezler (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, 2001, c. 3, s. 2881 vd.). Delil sözleşmesi kesin delil niteliğindedir. Bu nedenle gerek tarafları ve gerekse mahkemeyi bağlayacağından hâkimin resen bu hususu göz önünde bulundurması mecburidir.
…
Sözleşmenin malın ilk muayanesi sonucunda verilecek karara karşı öngördüğü itiraz mekanizması usulüyle (m. 30.1.6.1) inceleme sonunda verilecek komisyon kararının etki ve mahiyeti (m. 30.1.6.2) delil sözleşmesi niteliğindedir. Bu hükümler taraflar için bağlayıcıdır ve taraflar komisyonun itiraz üzerine verdiği kararın kesin olduğunu kararlaştırmışlardır. Ne var ki bu hükümde geçen kesinlik mal alım sürecindeki işlemler ve malın kabul edilip edilemeyeceğine ilişkin kararlarla ilgilidir. Söz konusu düzenlemenin itiraz muayenesi komisyonu kararına karşı yargı yoluna başvurulamayacağı şeklinde yorumlanması mümkün değildir. Aksi düşünce anayasal güvence altına alınmış hak arama özgürlüğünü ihlâl edeceği gibi taraflar da muayene sonucu hakkında anlaşmazlık doğması ve konunun mahkeme önüne taşınması hâlinde, yapılacak yargılamada raporu delil olarak kabul edeceklerini açıkça kabul etmişlerdir. Davacı davalı idare eliyle oluşturulmuş bu delilin hukuka, sözleşme ve ekindeki şartnamelerin öngördüğü usullere aykırı olduğu iddiasını mahkeme önünde ispat için eldeki davayı açmıştır. Hâl böyle olunca mahkemece, itiraz muayenesi sürecinde uygulanan işlemlerin yerinde olup olmadığının denetlenmesi haklı ve yerinde olup bu yöne ilişkin verilen direnme kararında isabetsizlik bulunmamaktadır.
İş Hukukunda İşçi-İşveren Arasında Delil Sözleşmesi
Yargıtay 22. Hukuk Dairesi 2016/5276 E. , 2016/9211 K.
- HMK 193
Davacının fazla çalışma ücreti alacağı olup olmadığı taraflar arasında uyuşmazlık konusudur.Öncelikle toplu iş sözleşmesi’nin 25. maddesinde fazla çalışma istek fişinin bulunması gerektiği, fazla çalışmanın çizelgeye bağlanması gerektiği ve bu çizelgenin de işçi ile servis yetkilisi tarafından imzalanması gerektiği belirtildikten sonra bu şartlara uyulmaması durumunda fazla çalışma ücretinin ödenmeyeceği ifade edilmiştir. Bu hükmün somut olayda fazla çalışma ücreti talebi ile iş hukuku ilkeleri yönünden değerlendirilmesi gerekmektedir. Toplu iş sözleşmesi hükmünde fazla çalışmanın ispatı özel bir geçerlilik şartına bağlanmış ve bu şartı taşıdığı ispatlanamayan fazla çalışmaların ücretlerinin ödenmek zorunda olunmadığı belirtilmiştir. İş Kanunu’nda fazla çalışmaya ilişkin hükümlere bakıldığında bunların nisbi emredici nitelikte hükümler olduğu görülmektedir. Nisbi emredici nitelikte hükümlerin ise işçi aleyhine olarak değiştirilemeyeceği açıktır. Öte taraftan ispata ilişkin kurallar genel olarak 6100 sayılı Kanun’da yer almaktadır. İspata ilişkin kuralların özelleştirilmesi delil sözleşmesiyle olabilir. Ancak iş hukuku uygulamasında delil sözleşmesi dar yorumlanmaktadır. Ancak uyuşmazlık ortaya çıktıktan sonra yapılacak delil sözleşmelerine geçerlilik tanınabilmektedir. Bu sebeplerle toplu iş sözleşmesinin 25. maddesine göre belgelendirilmese de fazla çalışmanın ispatlanması durumunda 4857 sayılı İş Kanunu’nun 41 ve devamı maddeleri uyarınca davacıya fazla çalışma ücretinin ödenmesi gerekmektedir.
Somut olaya dönüldüğünde, davacının teftiş dönemlerinde fazla çalışma yaptığı anlaşılmaktadır. Bununla birlikte teftiş dönemleri tanık beyanlarıyla belirlenmiştir. Oysa davacının çalıştığı şubede çalıştığı dönem içinde yapılan teftişler davalı Bankadan sorularak sonuca gidilmesi gerekirken bunun yapılmaması isabetsizdir.
Hakedişlere İtiraza İlişkin Kural Delil Sözleşmesi Niteliğindedir
Yargıtay 23. Hukuk Dairesi 2016/9218 E. , 2020/909 K.
- HMK 193
Dava, taraflar arasındaki özel güvenlik hizmet sözleşmesinden kaynaklı asgari ücret fiyat farkı alacağının tahsili istemine ilişkindir. Taraflar arasındaki sözleşmenin 8.2/1. maddesinde; Hizmet İşleri Genel Şartnamesinin sözleşme eki olarak sayıldığı, anılan şartnamenin 42.maddesinde, geçici hakedişlere ve eksik ödemelere itirazın ne şekilde yapılacağının düzenlendiği, belirtilen usule uygun itiraz edilmediği takdirde geçici hakedişlerin kabul edilmiş sayılacağının hüküm altına alındığı, söz konusu düzenlemenin HMK’nın 193/1. maddesi uyarınca taraflar arasındaki delil sözleşmesi mahiyetinde olduğu, yargılamaya konu olan hakedişlere ve ödemelere şartnamenin 42.maddesinde gösterilen şekilde davacılar tarafından yapılmış bir itirazın bulunmadığı ve davacıların hatalı olarak hesaplandığını iddia ettikleri hakedişleri ve ödemeleri olduğu gibi kabul etmiş sayılması gerektiği gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru olmamış, hükmün bozulması gerekmiştir.
İhtirazi Kaydın Şeklini Düzenleyen Bir Delil Sözleşmesi Olup Olmadığının Araştırılması
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2018/5709 E. , 2020/945 K.
- HMK 193
Asıl dava, atık taşıma sözleşmesi uyarınca tahakkuk etmesi gereken hakedişten haksız olarak yapıldığı ileri sürülen kesintinin tahsili için yapılan takibe vaki itirazın iptali, karşı dava ise aynı sözleşme uyarınca fazla ödenen bedelin tahsili isemine ilişkindir. Mahkemece, yukarıda yazılı gerekçe ile asıl davanın kabulüne karşı davanın reddine karar verilmiştir. Taraflar arasındaki sözleşmenin 8.2. maddesinde hizmet işleri genel şartnamesi, idari şartname, sözleşme tasarısı ve teknik şartnamenin sözleşmenin eki ve ayrılmaz parçası olarak belirtilmiştir. Dosya kapsamında ise hizmet işleri genel şartnamesi, sözleşme tasarısı yer almamaktadır. Asıl davacı karşı davalı hakedişten haksız kesinti yapıldığını iddia etmiş ve kesinti bedelinin tahsili için yapılan takibe itirazın iptalini istemiştir. Mahkemece öncelikle sözleşmenin eki sayılan tüm belgelerin celbi ile taraflar arasında 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 193. maddesi uyarınca delil sözleşmesi niteliğinde ihtirazi kaydın şeklini düzenleyen bir hükmün bulunup bulunmadığının tespiti ve varsa bir düzenleme asıl davacı tarafça yapılan ihtirazı kaydın bu şekle uygun olup olmadığı değerlendirilerek bir karar verilmesi gerekirken eksik incelemeye dayalı karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün açıklanan nedenlerle bozulmasına karar vermek gerekmiştir.
Delil Sözleşmesi Yargılamanın Her Aşamasında İleri Sürülebilir
Yargıtay 23. Hukuk Dairesi 2019/3046 E. , 2020/655 K.
- HMK 193
Taraflar arasında imzalanan sözleşmede Yapım İşleri Genel Şartnamesi sözleşmenin eki mahiyetinde sayılmıştır. Sözleşmenin 42. maddesinde hakedişe usulüne uygun olarak ihtirazi kayıt konulmaması halinde hakedişin kabul edilmiş sayılacağı hükmü mevcuttur. Bu hüküm taraflar arasında düzenlenmiş bir delil sözleşmesidir. Delil sözleşmesi taraflarca yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilir ve Yargıtayca kendiliğinden göz önünde tutulur. (Hukuk Genel Kurulu 07.05.1980 tarihli, 1978/15-291 Esas 1980/1959 Karar, 15. Hukuk Dairesinin 11.05.2015 tarihli, 2014/4375 Esas, 2015/2492 Karar sayılı ilamları)
Dairemizce davanın kabulüne dair verilen karar bu hususlar gözden kaçırılarak onanmış ise de karar düzeltme talebi üzerine dosyanın yeniden incelenmesi sonucunda; taraflar arasında yapılan sözleşme gereği delil sözleşmesi mahiyetinde bulunan Yapım İşleri Genel Şartnamesinin 42. maddesi uyarınca yüklenicinin ihtirazi kayıt koymadan hakedişi imzalamış olması halinde fark ücret talep edemeyeceği nazara alınarak mahkemece gerekli inceleme yapılıp davacının Yapım İşleri Genel Şartnamesinin 42. maddesi uyarınca ihtirazi kayıt koyup koyamadığı belirlenip yukarıdaki ilkeler çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru görülmemiştir.
Delil Sözleşmesinin Etkisi
Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 2018/3764 E. , 2019/4446 K.
- HMK 193
Yanlar arasında imzalanan sözleşmenin 30.1 maddesinde sözleşme konusu olup temin ve teslim edilen malın denetim ve muayenesi ile ilgili yapılan düzenlemeler, sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK’nın 287, dava tarihinde yürürlüğe girmiş olan 6100 sayılı HUMK’nın 193. maddesi hükümleri gereği belirli bir hususun ispatı için yapılmış delil sözleşmesi niteliğinde olduğundan görevi gereği mahkemeler ve temyiz halinde Yargıtay tarafından kendiliğinden gözetilir. Buna göre sözleşmedeki prosedüre uygun olarak yapılan muayene ve itiraz üzerine yapılan ikinci muayene sonucu düzenlenen rapor kesinleşeceğinden tarafların sözleşme konusu malın sözleşmeye göre tamamlanıp teslim edildiğini dava ve yargılama sırasında alınacak bilirkişi raporu ile kanıtlamaları mümkün olmayacaktır (Yargıtay 15. HD’nin 25.01.2008 gün 2006/5660 Esas 2008/407 Karar, 04.06.2014 gün 2013/5278 Esas 2014/3802 Karar sayılı ilamları).
Bu durumda mahkemece davacı tarafça imâl-temin ve teslim edilen sözleşme konusu motor test istasyonunun sözleşmenin 30. maddesindeki prosedürlere uygun olarak yapılan muayene sonucu ret, mal değişim hakkı kullanılarak yeniden teslim edilen mal üzerinde yapılan muayene sonucu ret ve itiraz üzerine oluşturulan itiraz muayene komisyonunca eserin-malın reddedilmiş olması sonucu muayene ve kabul komisyonunun ret kararının kesinleştiği, delil sözleşmesi niteliğinde olması sebebiyle itiraz muayenesi sonucu verilen ret kararı taraflar için bağlayıcı olup aksi kanıtlanamayacağı ve bu halde davalı iş sahibi sözleşmenin 30.1.11 ile 35.a maddesi hükümlerine göre yüklenicinin edimini sözleşme eklerine uygun olarak tamamlayıp teslim etmediğinden fesihte haklı olup, davacı bedele de hak kazanmadığından davanın tümden reddi yerine, yanlış değerlendirme sonucu kabulü doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur.
Eser Sözleşmesinde Teslim Olgusuna İlişkin Delil Sözleşmesi
Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 2019/697 E. , 2019/2767 K.
- HMK 193
Eser sözleşmelerinde teslim, yüklenicinin tamamladığı eseri sözleşmeyi ifa etmek niyeti ile iş sahibinin fiili hakimiyetine geçirmesi olarak tanımlanmaktadır. Teslimi kanıtlama yükü somut olaydaki savunmaya göre davacı yüklenicide olmakla bu teslimin nasıl kanıtlaması gerektiği davanın çözüm noktasını oluşturmaktadır. Eserin teslim edilip edilmediğinin ispatında taraflar ispatın hangi delillerle yapılacağı hususunda sözleşmeye hüküm koyabilirler ve teslim konusunda bir delil sözleşmesi yapabilirler. Böyle bir delil sözleşmesi yoksa yüklenicinin meydana getirdiği eseri teslim ettiği vakıasını, teslim, hukuki işlem değil, hukuki fiil olduğundan kural olarak her tür kanıtla bu arada tanıkla dahi ispat edebilir. Bu açıklamalar ışığında somut olaya gelince; taraflar arasında kurulan sözleşme ilişkisinde yazılı bir sözleşme ve bu sözleşmede yer alan teslime dair bir delil sözleşmesi niteliğinde teslim vakıasının ispatına dair bir hüküm bulunmadığından davacı yüklenici teslim vakıasını her tür delil ile kanıtlayabilecektir. Davacı vekili dava dilekçesinde tanık deliline dayanmış olmakla, usulüne uygun şekilde teslim vakıasına dair olarak davacı tanıkları dinlenmeli, davacı taraf aşamalardaki dilekçelerinde keşif ve bilirkişi incelemesi deliline de dayandığı anlaşılmakla gerektiğinde mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi de yapılarak diğer deliller de gözetilmek suretiyle teslim yapılıp yapılmadığı hususu hiç bir duraksamaya yer vermeyecek şekilde belirlenmeli, teslimin kanıtlanması halinde taraflar arasında bedel konusunda uzlaşma bulunmadığından yapılmış imalâtların 6098 sayılı TBK’nın 481. maddesine göre yapıldığı yıl piyasa fiyatlarına göre hesaplattırılıp kanıtlanacak ödemelerin mahsubu ile sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve Konya 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2016/248 Esas sayılı dosyasındaki dava konusu işin, davalı kooperatif yetkililerinin yemin beyanlarında dahi başka bir sözleşmeye ilişkin olduğu belirtilmesine rağmen savunma dışına çıkılarak borcun yenilendiğinden bahisle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış, kararın bu nedenlerle bozulması gerekmiştir.
Yargıtay 6HD - Esas : 2022/31 Karar : 2023/3489
- HMK 193
- Delil sözleşmesi, yargılamanın her aşamasında ileri sürülebilir.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun (HMK) “Delil Sözleşmesi” başlıklı 193. maddesinde; “Taraflar yazılı olarak veya mahkeme önünde tutanağa geçirilecek imzalı beyanlarıyla kanunda belirli delillerle ispatı öngörülen vakıaların başka delil veya delillerle ispatını kararlaştırabilecekleri gibi; belirli delillerle ispatı öngörülmeyen vakıaların da sadece belirli delil veya delillerle ispatını kabul edebilirler. (2) Taraflardan birinin ispat hakkının kullanımını imkânsız kılan veya fevkalade güçleştiren delil sözleşmeleri geçersizdir” hükmüne yer verilmiştir.
Bu hükümde ispatın nasıl yapılacağı açıklanmış olup maddede belirtilen şekil koşuluna uyulması suretiyle taraflar arasında delil sözleşmesi kurulması ile taraflar yargılama sırasında belli delillere dayanıp dayanmama konusunda taahhütte bulunduklarından mahkeme delil sözleşmesinde yasaklanan bir delili inceleyemez (Hakan Pekcanıtez, Muhammet Özekes, Mine Akkan, Hülya Taş Korkmaz, Pekcanıtez Usûl, Medeni Usûl Hukuku, C. II, İstanbul 2017, s. 1741).
Bir hususun ispatı için münhasır delil sözleşmesi, başka bir ifadeyle sadece belli delil veya delillerle ispatı mümkün kılan daraltıcı delil sözleşmesi yapılmış ise, delil sözleşmesinde kararlaştırılan delilden başka delille ispat mümkün değildir. Zira taraflar, delil sözleşmesi ile aynı zamanda delillerini hasretmiş olurlar ve kararlaştırdıkları deliller dışında başka delil gösteremezler. Delil sözleşmesinde, hangi hukuki ilişkinin hangi delil ile ispat edilebileceğinin kararlaştırıldığının açıkça gösterilmesi gerekli olup, taraflar genel bir delil sözleşmesi yapamazlar.
Hukuk Muhakemeleri Kanununun 193/2. maddesinde ise, delil sözleşmesinin yapılmasının sınırlarına yer verilmiş olup, buna göre taraflardan birinin ispat hakkının kullanımını imkânsız kılan veya fevkalade güçleştiren delil sözleşmelerinin geçersiz olacağı belirtilmiştir.
Delil sözleşmesini taraflar yargılamanın her aşamasında ileri sürebilirler. Taraflarca ileri sürülmese dahi, delil sözleşmesinin mahkemece resen gözetilmesi gerekir. Delil sözleşmesi temyiz hâlinde Yargıtay tarafından da kendiliğinden göz önünde tutulur. Delil sözleşmesi kesin delil sayıldığından gerek tarafları ve gerekse mahkemeyi bağlayacağından, hâkimin görevinden ötürü resen bu hususu göz önünde bulundurması zorunludur. (Emsal HGK 21.06.2022 T, 2020/(15)6-610 E., 2022/976 K. sayılı ilamı)
Taraflar arasındaki sözleşme Kamu İhale Kanunu ve Kamu İhale Sözleşmeleri Kanununa göre düzenlenmiş olup sözleşmenin ekleri arasında YİGŞ bulunmaktadır. Bölge adliye mahkemesi kararında belirtildiği gibi Yapım İşleri Genel Şartnamesi’nin 39. maddesinin 4. fıkrasının (e) bendinde aynen “…Yüklenicinin geçici hakedişlere itirazı olduğu takdirde, karşı görüşlerinin neler olduğunu ve dayandığı gerçekleri, idareye vereceği ve bir örneğini de hakediş raporuna ekleyeceği dilekçesinde açıklaması ve hakediş raporunun “idareye verilen … tarihli dilekçemde yazılı ihtirazı kayıtla” cümlesini yazarak imzalaması gereklidir…” hükmü bulunmaktadır.
Bu düzenleme ile sözleşmenin imzalanmasından sonra yüklenici tarafından, sözleşme kapsamında geçici hakedişlere ilişkin itirazların belli bir prosedüre göre yapılması öngörülmüş olup, buna göre yüklenicinin geçici hakedişlere itiraz etmek istemesi hâlinde, itiraz nedenlerini de belirterek idareye vereceği ve bir örneğini de hakediş raporuna ekleyeceği dilekçesinde itirazlarını açıklaması ayrıca hakediş raporunu da “İdareye verilen….. tarihli dilekçemde yazılı ihtirazı kayıtla” cümlesini yazarak ya da bu anlama gelecek bir itiraz şerhi ile imzalaması gereklidir.
Hakediş raporunun imzalanmasından sonra, ancak idarece tahakkuk işlemi yapılıncaya kadar, hakediş raporunda yapılabilecek düzeltmelere yüklenicinin itirazı olduğu takdirde ise, hakedişin kendisine ödendiği tarihten başlamak üzere en çok on gün içinde dilekçe ile itirazını idareye bildirmek zorundadır. Aksi hâlde yüklenici hakedişi olduğu gibi kabul etmiş sayılacaktır.
Sözleşmenin eki olan ve delil sözleşmesi niteliğindeki şartnamenin 39. maddesinin 4. fıkrasının (e) bendinde yer alan düzenleme, yükleniciye geçici hakedişlere itiraz yolunu kapatmayıp itirazın ne şekilde yapılması gerektiğini ve tarafların itirazlarını hangi prosedüre göre yapmaları gerektiğini göstermektedir. Burada ispat hakkının kullanımını imkânsız kılan veya fevkalade güçleştirecek bir düzenleme bulunmadığından, HMK’nın 193/2. maddesi kapsamında geçersizliğinden de söz edilemez.
Somut olayda; dosya içerisinde yer alan geçici hakedişlerin incelenmesinde, davacı yüklenicinin geçici hakedişlere şartnamede belirtilen şekilde itirazi kayıt konulmaksızın imzaladığı görülmektedir. Az yukarıda da açıklandığı üzere delil sözleşmesi niteliğindeki anılan şartnamenin 39. maddesinde geçici hakedişlere itirazın ne şekilde yapılması gerektiği açıkça düzenlenmiş olup, yüklenici tarafından dava konusu hakedişlere şartnamede belirtilen şekilde itiraz edilmediği için geçici hakedişler yüklenici tarafından olduğu gibi kabul edilmiş sayılacağından davacının gecikme cezası alacağını talep etme hakkı bulunmamaktadır.
Her ne kadar yargılama aşamasında taraflarca sunulmamış ise de emsal nitelikte dosyalarda sunulan ilamlara göre, YİGŞ’nin 39. maddesinde yer alan geçici hak edişlere itiraz şeklini içeren düzenlemenin iptali istemiyle Danıştay 13. Dairesinde dava açılmış, Danıştay 13. Dairesinin 11/11/2021 tarih ve E: 2015/4470, K: 2021/3805 K. sayılı davanın reddine dair verilen kararın temyizi üzerine Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun E. 2022/861 K. 2022/3099 T., 03.11.2022 sayılı kararı ile hükmün bozulmasına karar verilmiş, bozma kararı üzerine Danıştay 13. Dairesinin 06.06.2023 T., 2023/403E 2023/2899 K. sayılı ilamı ile YİGŞ’nin 39. maddesinin iptaline karar verilmiştir.
Yapım İşleri Genel Şartnamesinin geçici hakedişlere itiraz prosedürü düzenleyen 39. maddesinin iptali nedeniyle bu yeni durumun, iptal kararından önce imzalanan sözleşmeler ve dolayısıyla derdest davalara etkilerinin ne olacağı üzerinde durulması gerekmektedir.
Yukarıda da belirtildiği gibi “Şartnameler” Kamu İhale Kanunu ve Kamu İhale Kanunu gereğince doğrudan doğruya idâre tarafından tek yanlı olarak düzenlenlenmekte olup bunlarda sözleşmenin yapılma ve uygulanmasına ilişkin hükümler bulunmaktadır. Bu niteliği itibariyle Şartnamelerdeki sözleşmenin yapılması sürecine ilişkin hükümler, daima tek yanlı ve genel düzenleyici işlem niteliğinde olduğundan İdâre bunlarda istediği zaman iyi niyet kuralları çerçevesinde istediği değişikliği yapabilirler. Şartnamelerdeki hükümler, sözleşmeler imzalanıncaya kadar düzenleyici işlem niteliğinde iken sözleşme imzalandıktan sonra ise akdî niteliğe bürünürler. Bu nedenle sözleşme imzalandıktan sonra idâre tarafından tek taraflı olarak değiştirilemez.
2709 sayılı T.C. Anayasasının (Anayasa) 138/4. maddesinde, yasama ve yürütme organları ile idarenin, mahkemenin kararlarına uymak zorunda olduğu, bu organlar ve idarenin, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremeyeceği ve bunların yerine getirilmesini geciktiremeyeceği belirtilmiştir.
2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanununun (İYUK) 28/1. maddesinde ise; Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idarenin, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecbur olduğu, bu sürenin hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemeyeceği belirtilmiştir.
Anılan bu yasal düzenlemeler uyarınca, idare, yasa, yürütme ve pek tabii yargı organlarına, mahkemece verilen karar doğrultusunda işlem tesis etme yükümlülüğü altındadır. Bu durumda Danıştay tarafından verilecek bir iptal kararı üzerine söz konusu makamlar bu iptal kararı doğrultusunda hareket etmek zorundadır.
Anayasanın 153/5. maddesinde, Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının geriye yürümeyeceği düzenlemesi mevcut iken, idari yargı makamlarınca verilen iptal kararının geriye yürüyüp yürümeyeceği noktasında açık yasal düzenleme bulunmamakla birlikte, idari yargıda verilen iptal kararının geriye yürüyeceğine dair Danıştay İçtihadı Birleştirme Kurulunun ve Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun içtihatları bulunmaktadır (Danıştay Dava Daireleri Umumi Heyetinin 25.01.1938 tarihli ve 1937/202 E., 1938/14 K, Danıştay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 09.07.1966 tarihli ve 1965/21 E., 1966/7 K. sayılı kararı).
Söz konusu kararlardan farklı olarak Danıştayın somut olayın özelliğine göre iptal kararının etkilerini değerlendirdiği farklı kararları da bulunmaktadır. Danıştay 12. Dairesinin 28.10.2008 tarihli ve 2008/4343 E., 2008/5507 K. sayılı kararında da bahsedildiği üzere, verilen iptal kararı ile iptali istenen idari işlemin tesis edildiği andan itibaren ortadan kalkacağı ve o işlemin tesisinden önceki hukuki duruma dönüleceği, ancak hukuka aykırılığı yargı kararı ile iptal edilen genel düzenleyici işlemin iptali ile bu genel düzenleyici işleme dayanarak tesis edilen bireysel işlemlerin uzun süre uygulanması, bu süre içerisinde kişilerin elde ettiği kazanımlarım geri alınmasının mümkün olmadığı durumlarda idari istikrar ilkesi ve kazanılmış hak kavramlarına aykırılık oluşturabilecek olması nedeniyle somut olay kapsamında değerlendirme yapılması gerektiğine de işaret edilmiştir.
Buna göre idari yargı organlarınca verilen bir iptal kararının somut olayın özelliğine göre geçmişe etkili olmasında elbette yasal bir engel bulunmamaktadır. Eldeki uyuşmazlığa konu YİGŞ’sinin 39. maddesinde yer alan hükmün iptal edilmesi ile idari makamlarca anılan düzenlemenin uygulanması artık mümkün olmayıp, YİGŞ’nin iptal edilen hükmünün anılan şartnameden çıkarılması gerekir, ancak somut olayda taraflar arasında özel hukuk sözleşmesi imzalanmış olup, YİGŞ’nin ilgili hükmü artık idari bir düzenleyici işlem formundan çıkıp, sözleşmenin bir hükmü hâline gelmiştir. Dolayısıyla sözleşmenin bir normu hâline gelen YİGŞ’nin ilgili hükmü taraflar arasında uygulanmaya devam edilecektir.
Sözleşmenin imzalanmasından sonra idare ile yüklenici arasında özel hukuk ilişkisi doğmuş olacağından ve buna ilişkin uyuşmazlık adli yargı mahkemelerinde çözümleneceğinden iptal kararının taraflar arasından imzalanmış sözleşme hükümlerini değiştirmiş sayılması gerektiği ve adliye mahkemelerinin de buna uygun işlem yapmak zorunda olduğu gibi bir sonuç ortaya çıkarılamaz. Aksine bir kabul yargı yolu kurallarına aykırı olduğu kadar Borçlar Hukuku düzenlemelerine, tarafların sözleşme ile bağlılığı ilkesine de aykırı bir sonuç olacaktır.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun bozma kararı ile Danıştay 13. Dairesinin iptal gerekçesine bakıldığında, YİGŞ’nin 39. maddesinin 4. fıkrasının (e) bendinde yer alan düzenlemenin KİSK’in 4/3. maddesinde yer alan “Bu Kanun kapsamında yapılan kamu sözleşmelerinin tarafları, sözleşme hükümlerinin uygulanmasında eşit hak ve yükümlülüklere sahiptir. İhale dokümanı ve sözleşme hükümlerinde bu prensibe aykırı maddelere yer verilemez. Kanunun yorum ve uygulanmasında bu prensip göz önünde bulundurulur” düzenlemesi uyarınca genel şartnamenin ilgili hükmünün, taraflar arasında eşitlik ilkesini zedeler biçimde yüklenici aleyhine alacak hakkını ve hak arama özgürlüğünü kısıtlayıcı nitelik taşıdığı gerekçesiyle iptal kararı verildiği görülmektedir.
Her ne kadar KİSK’in 4/3. maddesinde yer alan kamu sözleşmelerinin taraflarının, sözleşme hükümlerinin uygulanmasında eşit hak ve yükümlülüklere sahip olduğu yönündeki düzenleme, YİGŞ’nin 39. maddesinin 4. fıkrasının (e) bendinde yer alan ilgili hükmün iptali için bir gerekçe oluşturabilir ise de, bu düzenleme, yetki sınırları KİK ve KİSK’nunda belirlenen idarenin yine bu kanunlarda açıklanan sınırlara göre belirleyebildiği sözleşme tarafı ile imzaladığı ve bundan sonra adeta tarafların Anayasası hâline gelmiş bir özel hukuk sözleşmesi hükmünün eşitlik ilkesine aykırı olduğunu göstermez.
İptal kararı öncesi şartnamede delil sözleşmesi hükmü mevcut iken sözleşmenin imzalanmasıyla eki hâline gelen ve sözleşme hükmü niteliğini alan şartname, sonradan ortaya çıkacak uyuşmazlıklarda dahi uygulanacak ve idari yargıda iptal kararı verilmiş olsa dahi mahkemelerce bu hüküm uygulanacaktır. Zira mahkemeler bu hükmü şartnamede bulunduğu veya bulunmadığı için değil, sözleşmenin eki hâline gelen metne göre delil sözleşmesi niteliğinde olduğu için, sözleşme hükmü olarak uygulayacaklardır. Sonuç olarak YİGŞ’nin 39. maddesinin 4. fıkrasının (e) bendinde yer alan ve geçici hakedişlere itiraz prosedürünü düzenleyen ilgili hükmün iptal edilmesinin, iptal kararından önce taraflarca imzalanmış olan sözleşme ve dolayısıyla eldeki davaya etkisi bulunmamaktadır.
Davacı yüklenici, hakediş alacağının geç ödenmesi nedeniyle faiz talebinde bulunmuş ise de; sözleşmenin ödeme yeri ve şartları başlıklı 11.2. maddesinde, hakediş raporları bu sözleşmenin eki olan Yapım İşleri Genel Şartnamesinde düzenlenen esaslar çerçevesinde kanuni kesintilerde yapılarak her ayın ilk 5 iş günü içinde düzenleneceği ve idarece onaylandıktan sonra 30 gün içinde tahakkuka bağlanarak 15 gün içinde ödeneceğinin kararlaştırıldığı, bu maddeye göre hakedişlerin miktarı, düzenleneceği tarih ve onay tarihleri açıkça gösterilmediğinden kesin vade bulunduğunun kabul edilemeyeceği, davacıların, talep edilen faiz istemi için davadan önce alacak miktarını ve ödeme isteğini bildirir ve usulünce davalıya ihtar çekerek mütemerrit duruma düşürdüğü ispat edilemediğinden Bölge Adliye Mahkemesince davacının bu alacak isteminin de reddi kararı doğru olmuş, davacının temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
HMK 193 (Delil Sözleşmesi) Yargıtay Kararları
YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/565 Karar : 2017/2115 Tarih : 17.05.2017
-
HMK 193. Madde
-
Delil Sözleşmesi
Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanmakta olup haksız olarak paraya çevrilen teminat mektubu bedelinin iadesi istenmiş,
mahkemece davanın kabulüne dair verilen hüküm, davalı vekilince temyiz edilmiştir.
Davacı vekili, müvekkili yüklenici ile davalı iş sahibi arasında …‘da bulunan Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi`nin yapım işine ilişkin sözleşme imzalandığını, davalı tarafa bu kapsamda 371.000,00 TL tutarında teminat mektubu verildiğini, davalı tarafça sözleşmenin feshedildiğini, esasında davalı tarafın kusurlu davranışları nedeniyle edimlerinin yerine getirilmediğini, teminat mektubunun iadesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı vekili ise, … Ağız ve Diş Sağlığı Merkezi’nin hizmet binasının yapılmasına ilişkin sözleşmede işin süresinin 550 takvim günü olup, 26…..2012 tarihinde, ayırca 30 günlük ek süre verildiğinde işin 26…..2012 tarihinde teslimi gerektiğini, yüklenicinin imalatı %80 seviyeye çıkarması için … günlük ikinci bir ek süre verildiğini, bu sürede de herhangi bir imalat yapılmadığını, bu sürenin dolmasını beklemeden ….01.2013 tarihli dilekçeyle işin feshedilmesini istediğini, sözleşmenin eki Yapım İşleri Genel Şartnamesi`nin 47. maddesi uyarınca işin feshedilip yüklenicinin vermiş olduğu teminatın gelir kaydedildiğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Sözleşmenin imzalandığı 09.02.2011 tarihinde yürüklükte bulunan mülga 818 sayılı BK`nın 355. ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesi ilişkisi kurulduğu uyuşmazlık konusu değildir.
Davacı yüklenici, davalı ise iş sahibidir.
Davacı teminat mektubunun haksız olarak paraya çevrilerek iadesini istemiştir. Sözleşmenin …. maddesi uyarınca ekleri arasında sayılan Yapım İşleri Genel Şartnamesi delil sözleşmesi niteliğinde olduğundan sözleşme tarihinde yürürlükte bulunan HUMK’nın 287 ve dava tarihinde yürürlüğe girmiş bulunan HMK`nın 193. maddesi uyarınca resen gözetilmelidir.
Nitekim sözleşmenin 27. maddesinde de, sözleşmenin feshedilmesine ilişkin Yapım İşleri Şartnamesi`nin 47/… (a) maddesinde, “İdare tarafından yüklenicinin taahhüdünü ihale dökümanı ve sözleşme hükümlerine uygun olarak yerine getirmemesi veya işi süresinde bitirmemesi üzerine, ihale dökümanında belirlenen oranda gecikme cezası uygulanmak üzere, idarenin en az on gün süreli ve nedenleri açıkça belirtilen ihtarına rağmen aynı durumun devam etmesi hallerinde ayırca protesto çekmeye gerek kalmaksızın kesin teminat ve vasa ek kesin teminatlar gelir kaydedilir ve sözleşme feshedilerek hesabı genel hükümlere göre tasfiye edilir” hükmü bulunmaktadır.
Somut olayda; taraflar arasında düzenlenen eser sözleşmesi hükümlerine uyulmadığı, sözleşmede 550 olan sürenin muhtelif tarihlerde idare tarafından uzatılmasına karşın, yüklenicinin edimini tamamlayamadığı, nitekim, … İl Özel İdaresi’nin dosya arasında mevcut bulunan 05.01.2013 tarihli yazısı ekinde ibraz olunan, ….01.2013 tarihli yazıda, yer tesliminin 27.05.2011 tarihinde yapıldığı, iş bitim tarihi olan 26…..2012 tarihin olmasına karşın Yapı Denetim Komisyonu’nun teknik raporu üzerine İl Sağlık Müdürlüğü`nden alınan olur ile yükleniciye 30 gün süre uzatımı verildiği,
Yükleniciye 04.01.2012 tarihinde ve 161 sayılı yazıyla, işin süresinin bittiği, yazının tebliği tarihinden itibaren … gün içerisinde işlemlerin yapılmaması halinde yükleniciye fesih edileceğinin bildirildiği,
Yüklenici tarafından verilip, idare kayıtlarına ….01.2013 tarihinde giren 867 sayılı yazı ile işin feshini istediği, verilen … günlük süreye rağmen yüklenicinin herhangi bir imalat yapmadan işin feshini istediğini bildirdiğinden sözleşmenin 27 ve Şartname`nin 47. maddesi uyarınca feshedilerek kesin teminatın kaydedileceği bildirilmiş, Yüklenici tarafından verilen ve aynı gün idare kayıtlarına giren ….01.2013 tarihli yazıda da, “şirketimize verilen sürenin onaylanıp, işin fesh edilmesi” istendiğinden, idarece feshedilmiş ve teminat gelir kaydedilmiştir.
Dosya kapsamı ve yazışmalardan fesihte yüklenicinin sözleşmenin 47. maddesine aykırı şekilde feshe neden olduğu anlaşıldığından davanın reddi gerekirken, kabulü doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekili tarafından temyiz olunan hükmün BOZULMASINA, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren … gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/4826 Karar : 2017/1005 Tarih : 8.03.2017
-
HMK 193. Madde
-
Delil Sözleşmesi
Dava, eser sözleşmesi nedeniyle alacak istemine ilişkin olup, mahkemenin davanın kısmen kabulüne kısmen reddine dair kararı, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı taraflar arasında eser sözleşmesi bulunduğunu, proje ve keşfinde olmayan imalatların davalı tarafından yaptırıldığı halde piyasa fiyat araştırması yapılmaksızın idarenin tek taraflı belirlediği fiyatlar üzerinden eksik ödeme yapıldığı için bedelin tam olarak ödenmediğini belirterek 80.000,00 TL alacağın tahsiline karar verilmesini istemiş, ıslah dilekçesiyle talebini 83.558,54 TL’ye çıkarmış, davalı tüm iş bedelinin davalıya ödendiği ve talep edilebilecek alacak bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuş mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Dava sözleşme tarihine göre uygulanması gereken 818 sayılı mülga BK’nın 355 ve devamı maddelerde düzenlenen ve konusu ek bina yapılması işi olan eser sözleşmesinin ifası sırasında sözleşmede bulunmayan fazla iş yapıldığı ve bedelinin tam olarak ödenmediği iddia edilerek açılmış alacak davasıdır.
Eldeki davada davacı, hakedişten yapılan teminat kesintisinin iadesini istemektedir. Sözleşmenin 8.2.1. maddesinde Yapım İşleri Genel Şartnamesi sözleşmenin eki olarak kabul edilmiştir. Sözleşmenin eki Yapım İşleri Genel Şartnamesi’nin 39. maddesinde yüklenicinin geçici hakedişlere itirazı olduğu takdirde, karşı görüşlerinin neler olduğunu ve dayandığı gerekçeleri, idareye vereceği ve bir örneğini de hakediş raporuna ekleyeceği dilekçesinde açıklaması ve hakediş raporunu “idareye verilen …tarihli dilekçemde yazılı ihtirazi kayıtla” cümlesini yazarak imzalaması gereklidir. Eğer yüklenicinin, hakediş raporunun imzalanmasından sonra tahakkuk işlemi yapılıncaya kadar, yetkililer tarafından hakediş raporunda yapılabilecek düzeltmelere bir itirazı olursa hakedişin kendisine ödendiği tarihten başlamak üzere en çok on gün içinde bu itirazını dilekçe ile idareye bildirmek zorunda olduğu, bu şekilde itiraz edilmediği takdirde hakedişi olduğu gibi kabul etmiş sayılacağı düzenlemesine yer verilmiştir. Yine kesin hakediş raporu ve hesap kesilmesine ilişkin 40. madde hükmünce, yüklenicinin itirazı olduğu takdirde itirazlarını 39. maddedeki usuller çerçevesinde dilekçe ile idareye bildirmesi gerekir. Yapım İşleri Genel Şartnamesi’nin 39. ve 40. maddelerindeki bu düzenlemeler 6100 sayılı Hukuk Muhakemesi Kanunu’nun 193. maddesi (1086 sayılı HUMK’nın 287. maddesi) uyarınca delil sözleşmesi niteliğinde olup mahkemece re’sen gözetilmelidir.
Yukarıda yapılan açıklama ve sözü edilen kurallarla birlikte somut olay değerlendirildiğinde; Yapım İşleri Genel Şartnamesi sözleşmenin eki olup bu Şartnamenin 39. maddesine göre sözleşme kapsamında olan imalatlar ile kapsam dışı olan imalatların hakedişlere girmiş olması halinde bu hakedişlere şartname hükümlerine göre itiraz edilmiş olması gerekir. Somut olayda talebe konu edilen imalatların tümünün hakedişlere girdiği ve bu hakedişlere usulüne uygun itiraz edilmediğinden davanın tümüyle reddi yerine kısmen kabul kararı verilmesi doğru olmadığından kararın temyiz eden davalı yararına bozulması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda yazılı nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün temyiz eden davalı yararına BOZULMASINA, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 08.03.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 23. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/9772 Karar : 2017/482 Tarih : 20.02.2017
-
HMK 193. Madde
-
Delil Sözleşmesi
Asıl ve birleşen davalarda davacı vekili, müvekkili şirket ile davalı arasında 26.04.2010 tarihli ve 01.01.2010 başlangıç tarihli “Trafik Muamele Hizmeti” sözleşmesi imzalandığını, sözleşme uyarınca, davalının müvekkili şirketin araç alımı-satımı ile araçların trafikten çekme ve plaka tescil işlemleri, ikinci el araç alım-satımı ile ilgili resmi dairelerdeki resmi işlemlerin yaptırılması gibi işlemlerin davalı tarafından yerine getirileceğinin kararlaştırıldığını, davalı şirketin yaptığı her işleme karşılık müvekkili şirkete komisyon ödemesi gerektiğini, müvekkilinin davalıdan alacaklı olduğu dört fatura bedelinin ödenmemesi üzerine davalı aleyhine girişilen takiplere haksız itiraz edildiğini ileri sürerek, itirazın iptali ile icra inkar tazminatına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Asıl ve birleşen davada davalı vekili, dava konusu faturaların sebebinin, hangi muameleye ilişkin olduğunun belli olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, sözleşme çerçevesinde yapılan her muamele için davalı firmaya hizmet bedeli, davacıya ise komisyon bedeli ödeneceğinin kararlaştırıldığı, davacının davalıya iş sağlayacağı buna karşılık komisyon bedeli alacağı doğacağı, taraflar arasındaki sözleşme uyarınca iş sağlama şeklindeki davacı ediminin yerine getirilmesi karşılığında komisyonun kesilmesi gerektiği, davacının dava konusu faturalara ilişkin olarak ise davalıya iş sağladığına dair defterleri dışında herhangi bir delil gösteremediği, ayrıca kendi kayıtlarına göre de söz konusu faturaları hangi davalı faturaları karşısında kestiğini de gösteremediği, davacının komisyon faturalarına dayanak iş sağladığına ilişkin delil sunamadığı ve alacağını ispat edemediği gerekçesiyle, davaların reddine dair verilen karar, Dairemizin 12.12.2013 tarih ve 7386 E., 7967 K. sayılı ilamıyla onanmış olup onama ilamına karşı bu kez, asıl ve birleşen davada davacı vekilinin karar düzeltme isteminde bulunması üzerine, Dairemizin 03.12.2015 tarih ve 2014/2742 E., 7797 K. sayılı ilamı ile taraflar arasında imzalanan 26.04.2010 tarihli sözleşmenin 6.10. maddesinin, çıkabilecek her türlü uyuşmazlıklarda …’nun defter, kayıt ve belgeleri ile bilgisayar kayıtları HUMK’nın 287. maddesi uyarınca kesin ve münhasır delil olarak kabul edileceği” hükmünü içerdiği, bu durumda, mahkemece, anılan sözleşme hükmü doğrultusunda davacı defterleri üzerinde inceleme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği, yerel mahkeme kararının bu nedene dayalı olarak bozulması gerekmesine rağmen zuhulen onanmasının doğru olmadığı gerekçesiyle, onama ilamının kaldırılarak, mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir.
Direnme üzerine dosya Hukuk Genel Kuruluna gönderilmiştir. Ancak, 6100 sayılı Kanuna eklenen geçici 4/4. madde/fıkrası gereğince dosya Dairemize gönderilmiş olmakla, direnme kararının asıl ve birleşen davada davacı vekilince süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan sonra;
Mahkemece, gerek taraflar arasındaki sözleşmenin imzalandığı tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı HUMK’nın 287. maddesi, gerekse HMK’nın 193. maddesi ile taraflardan birinin ispat hakkının kullanımını imkansız kılan veya fevkalade güçleştiren delil sözleşmelerinin geçersiz olduğunun hüküm altına alındığı, madde hükmünün Yargıtay içtihatlarına bağlı olarak gelişmiş bir hüküm olduğu somut olayda davacı tarafın, sadece kendi defterlerine dayanıp, bunlar dışında herhangi bir delil göstermediği, taraflar rasındaki, sözleşmenin, bir tarafın elinden bütün ispat vasıtalarını alıp, tek yönlü olarak düzenlenen ve karşı tarafın defterleri ile diğer tarafı tümden bağlama sonucunu doğuran maddenin objektif iyiniyet ve hakkaniyet kurallarına aykırı olduğu, bu yöndeki sözleşme hükmünün uygulanmasının hakkaniyete aykırı olacağı, uyuşmazlığın, hizmetin verilip verilmemesi ve yeterli miktarda işin gönderilip gönderilmemesine ilişkin olduğu, bu hususun da davacı tarafça ispatlanamadığı gerekçesiyle, asıl ve birleşen davanın reddine karar verilmiş olup, doğru olan hükmün onanması gerekmiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, asıl ve birleşen davada davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile … 11. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 30.03.2015 tarih ve 2015/45 E., 164 K. sayılı direnme kararı, yasaya uygun ve yerinde görüldüğünden direnme kararının ONANMASINA, fazla yatırılan peşin harcın istek halinde iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 20.02.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/110 Karar : 2015/5111 Tarih : 19.10.2015
-
HMK 193. Madde
-
Delil Sözleşmesi
Asıl dava eser sözleşmesinden kaynaklanan iş bedelinin tahsili istemiyle, Birleşen 2011/42 Esas sayılı dava, haksız kesilen teknik personel bulundurmama cezasından borçlu olmadığının tespiti ile irad kaydedilen teminat mektubu bedelinin tahsiline, Birleşen 2010/179 Esas sayılı dava, sözleşme dışı imalât bedelinin avans faiziyle tahsiline karar verilmesi istemiyle yüklenici tarafından, Birleşen 2011/14 Esas sayılı dava ise iş sahibi idare tarafından geçici kabulde saptanan eksik iş bedelinin tahsiline karar verilmesi istemleriyle açılmıştır.
Mahkemece asıl davanın reddine, birleşen davaların kısmen kabulüne karar verilmiş karar, taraf vekillerince temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.
2-Taraflar arasında düzenlenen 05.11.2007 tarihli sözleşmenin eklerine ilişkin 9. maddesinde Yapım İşleri Genel Şartnamesi`nin de sözleşmenin eki olduğu belirtilmiştir.
Anılan şartnamenin 40 ve 41. maddeleri hükmünce; Yüklenicinin ara ve kesin hakedişlere itirazı bulunduğu takdirde “idareye verdiğim …/…/… tarihli dilekçede yazılı ihtirâzi kayıtla” cümlesini yazarak imzalaması ve dilekçenin bir örneği de idare kayıtlarına girmiş olması gerekir. Aksi takdirde hakediş yüklenici bakımından olduğu gibi kabul edilmiş olur ve kesinleşir.
Sözleşme eki bulunan şartname hükümleri HUMK’nın 287 ve HMK`nın 193. maddeleri uyarınca delil sözleşmesi niteliğinde olup mahkemece tarafların ileri sürmesi beklenmeksizin resen gözetilmelidir.
Eldeki davada: 04.12.2008 tarihinde düzenlenen (7) ve kesin nolu hakedişte 178.500,00 TL teknik personel cezası kesintisi yapılmış, yüklenici bu hakedişi 19.07.2010 tarihinde “ihtirâzi kayıt ile” şerhi vermek suretiyle imzalamıştır. Bu itiraz yukarıda değinilen şartname hükümlerine uygun bulunmadığından, ceza kesintisi yüklenici bakımından kesinleşmiştir. Bu nedenle davacının ceza kesintisinden borçlu olmadığının tespitine ilişkin davasının reddine karar verilmesi gerekirken kabulü yönünde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olmuştur.
3-Davacı yüklenici tarafından açılan 2010/179 Esas sayılı davada sözleşme dışı imalât bedelinin avans faizi ile tahsiline karar verilmesi istenmiş, Mahkemece yasal faize hükmedilmiştir. Sözleşme ve dava tarihinde yürürlükte bulunan TTK’nın 12/3. maddesinde, her çeşit imâl veya inşaat işleri ticari iş sayıldığından ve anılan Yasa’nın 21. maddesi uyarınca, taraflardan yalnız biri için ticari sayılan iş, aksine hüküm olmadıkça diğer taraf için de ticari sayılacağından 3095 sayılı Yasa`nın 4489 sayılı Yasa ile değişik 2/3. maddesi uyarınca davacının avans faizi isteminin kabulüne karar verilmesi yerine yasal faize hükmedilmesi de doğru olmamıştır.
Karar açıklanan nedenlerle taraflar yararına bozulmalıdır.
Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle tarafların diğer temyiz itirazlarının reddine, 2. bent uyarınca davacı ve davalı idare yararına, 3. bent uyarınca yüklenici yararına ( BOZULMASINA ), ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davacı-birleşen 2011/14 Esas sayılı dosyada davalıya geri verilmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/27920 Karar : 2015/712 Tarih : 2.02.2015
-
HMK 193. Madde
-
Delil Sözleşmesi
Gerçeğe aykırı beyanla oluşan nüfus kaydının düzeltilmesine ilişkin davada verilen hükmü davalı nüfus idaresi, sadece nüfus kaydı düzeltilen 28.07.1983 doğumlu Merve`nin yeni nüfus kaydına ilişkin hanede anne adının boş bırakılması yönünden temyiz etmiştir.
Mahkemece davalı Merve`nin kayden yanlış olan ana adı Serfinaz iptal edildiği halde gerçek ana adı yazılmayarak davalının ana adına ilişkin kısmın boş bırakılması usul ve yasaya aykırı olup hükmün bozulması gerekmiştir.
Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple ( BOZULMASINA ), işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
1-Dava Cumhuriyet savcısı tarafından davaname ile Kırşehir Asliye Hukuk Mahkemesinde açılmıştır. Davanın açıldığı mahkemece “yetkisizlik nedeniyle davanamenin reddine” karar verilmiş ve bu karar 08.07.2010 tarihinde kesinleştirilerek aynı gün yetkili Sincan (Ankara Batı) Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmiştir.
Yetkisizlik kararı veren mahkeme bu kararında davada dosyanın görevli mahkemeye gönderilmesine karar vermekle yetinir. Dava dosyasını kendiliğinden (resen) yetkili mahkemeye gönderemez. Dava dosyasının yetkili mahkemeye gönderilmesi ve davaya yetkili mahkemede devam edebilmesi için yetkisizlik kararının kesinleşmesinden itibaren 10 gün içinde davacının yetkili mahkemeye başvurarak tebligat yaptırması gerekir. (1086 sayılı HUMK’nun 193. maddesi) Nitekim sonradan yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 20. maddesinde de benzer yönde hükümler getirilmiştir. Her iki düzenleme de Cumhuriyet savcıları tarafından davaname ile açılan davalar yönünden farklı bir düzenlemeye yer verilmemiştir.
Dosya içinde, Yetkisizlik kararının kesinleşmesi üzerine, taraflarca karar tarihinde yürürlükte bulunan Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 193. maddesine uygun şekilde yapılmış bir başvuru bulunmamaktadır. O halde dava açılmamış hale gelmiştir. Hal böyle olunca davanın açılmamış sayılmasına karar verilecek yerde yazılı şekilde davaya devamla işin esası hakkında karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.
2-Kabule görede: 5490 Sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu`nun 36. maddesinin 1/a bendinde, nüfus kayıtlarına ilişkin düzeltme davalarının, düzeltmeyi isteyen şahıslar ile ilgili resmi dairenin göstereceği lüzum üzerine Cumhuriyet savcıları tarafından yerleşim yeri adresindeki görevli asliye hukuk mahkemesinde açılacağı hükme bağlanmış olup görüldüğü gibi nüfus kayıtlarına ilişkin düzeltme davalarının Cumhuriyet savcısı tarafından açılabilmesi için yasada öngörülen koşulların bulunması gerekir.
Somut olayda; ilgili nüfus idaresinin davanın açılması için Cumhuriyet savcılığndan bir talebi bulunmamaktadır. Davanın bu sebeple reddine karar verilmesi gerekirken kabulüne karar verilmeside doğru olmamıştır.
Hükmün yukarıda (1.) bentde gösterilen sebeple bozulması gerektiğini düşündüğümü için sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.
YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas: 2015/5071 Karar: 2016/4634 Tarih: 10.11.2016
-
HMK 193. Madde
-
Delil Sözleşmesi
Dava, kesin hakedişten yapılan ceza kesintilerinin, ödenmeyen nakliye ücretinin ve işlemiş faizin tahsili istemine ilişkin olup, mahkemece davanın kısmen kabulüne dair verilen karar taraf vekilleri tarafından yasal süresi içerisinde temyiz edilmiştir.
1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacının temyiz itirazları yerinde görülmemiş, reddi gerekmiştir.
2- Davalının temyiz itirazlarına gelince;
Taraflar arasında 08.09.2011 tarihli “Kurtuluş İlköğretim Okulu Onarım İşi Sözleşmesi’nin” düzenlendiği ihtilafsızdır. Bu sözleşmenin 17.2 maddesinde Yapım İşleri Genel Şartnamesi’nin sözleşmenin eki olduğu belirtilmiştir. Sözleşmenin bu hükmü, sözleşmenin imzalandığı tarihte yürürlükte bulunan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 287, dava tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 193. maddelerince delil sözleşmesi niteliğinde olup, taraflarca ileri sürülmese dahi mahkemece re’sen dikkate alınmalıdır. Sözleşmenin imzalandığı tarihte yürürlükte olan Yapım İşleri Genel Şartnamesi’nin 40. maddesince yüklenici hakedişe itirazlarını maddede gösterildiği şekilde bildirmediği taktirde geçici hakedişi olduğu gibi kabul etmiş sayılır. Kesin hakediş yönünden ise, şartnamenin 41/11 maddesinin yollaması ile 40. maddesince yüklenicinin hakedişe itirazı olduğu taktirde, karşı görüşlerinin neler olduğunu ve dayandığı gerekçeleri, idareye vereceği ve bir örneğini de hakediş raporuna ekleyeceği dilekçesinde açıklaması ve hakediş raporunu “idareye verilen …tarihli dilekçesinde yazılı ihtirazî kayıtla” cümlesini yazarak imzalaması gereklidir. Yüklenici itirazlarını bu şekilde bildirmediği taktirde kesin hakedişi olduğu gibi kabul etmiş sayılır.
Somut olayda, 10.11.2011 tarihinde düzenlenen “1 nolu ve kesin hakediş” tutanağında 12.000,00 TL teknik personel cezası kesintisi ile 13.198,13 TL gecikme cezası kesintisi yapılmış, yüklenici bu hakedişi 20.02.2012 tarihinde “iş bu hakedişe itiraz ediyoruz, itirazî kayıtla ödeme kabul edilmiştir.” şerhi vermek suretiyle imzalamıştır. Bu itiraz yukarıda değinilen şartname hükümlerine uygun bulunmadığından, ceza kesintisi yüklenici bakımından kesinleşmiştir. Bu durumda davacının ceza kesintisine ilişkin talebi yönünden de davanın reddine karar verilmesi gerekirken, kısmen kabule karar verilmesi doğru olmamış, kararın bozulması uygun bulunmuştur.
SONUÇ : Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle davacının temyiz itirazlarının reddine, 2. bentte açıklanan nedenlerle kararın davalı yararına BOZULMASINA, aşağıda yazılı bakiye 1,50 TL temyiz ilâm harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine, 10.11.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas: 2015/812 Karar: 2015/3941 Tarih: 03.07.2015
-
HMK 193. Madde
-
Delil Sözleşmesi
Dava, teminat mektuplarının iadesi istemine ilişkin olup, mahkemenin; davanın reddine dair kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacı vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine,
2- Davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince;
Davacı davasında, davalı ile yapmış olduğu sözleşme hükümleri uyarınca D… … Kolordu Komutanlığı P… Garnizon Tesisleri’nin onarım işini yaptığını, bu işin geçici ve kesin kabullerinin yapılmasına karşın 5 adet toplam 123.610,00 TL tutarındaki banka teminat mektuplarının iade edilmediğini belirterek iadesine karar verilmesini istemiş, mahkemece; davacı yüklenicinin kesin hesap sonucu davalı iş sahibine 14.405,05 TL borcu bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş ve bu karar davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Taraflar arasında 04.02.2010 tarihinde D Kolordu Komutanlığı P… Garnizon Tesisleri’nin Onarım İşine ilişkin eser sözleşmesi imzalanmış olup, bu sözleşmenin Yapım ve Taşıma İşleri İhale Şartnamesiyle bu şartnamenin sıralanan diğer şartnameler sözleşmenin eki olarak sayılmıştır. Sözü edilen şartnamenin de Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesi ek olarak sayılmıştır. Sözleşme ile Yapım ve Taşıma İşleri İhale Şartnamesi’nin bu hükmü 6100 sayılı Hukuk Muhakemesi Kanunu’nun 193. maddesi (1086 sayılı HUMK 287. maddesi) uyarınca delil sözleşmesi niteliğinde olup mahkemece re’sen gözetilmelidir. Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesi’nin 45. maddesinde ise teminatın iadesi koşulları düzenlenmiştir. Bu hüküm uyarınca, taahhüdün sözleşme ve şartname hükümlerine uygun şekilde yerine getirildiği usulüne göre anlaşıldıktan ve müteahhidin bu işten dolayı İdareye herhangi bir borcunun olmadığı tespit edildikten sonra, Sosyal Sigortalar Kurumu’ndan ilişiksizlik belgesinin getirilmesi halinde, geçici kabul tutanağının onaylanması ve geçici kabulde görülen kusurların giderilmesi bedelinin kesin teminatın yarısından fazla olmaması şartıyla teminatın yarısının, kesin kabul işlemleri tamamlandıktan sonra ise kalan yarısının yükleniciye iade edilmesi gerekir. Dosya kapsamından, 26.03.2001 tarihinde işin geçici kabulünün, 26.03.2002 tarihinde ise kesin kabulünün yapıldığı, 13.03.2007 tarihli SGK Başkanlığı yazısında da teminatın iadesinde bir sakınca olmadığının bildirildiği anlaşılmıştır. Şu halde davaya konu 5 adet banka teminat mektubunun iadesi koşullarının gerçekleştiği anlaşılmaktadır. Ne var ki, 16.09.2003 günlü kesin hakediş raporuyla davacı yüklenici 64.140,80 TL iş sahibi idareye borçlu çıkartılmış ve Bayındırlık İşleri Genel Şartnamesi’nin 40 ve bu maddenin yollamasıyla uygulanması gereken 39/a maddesi uyarınca usulüne uygun olarak itiraz edilmemesi nedeniyle bu hakediş davacı yönünden kesinleşmiştir. Buna rağmen mahkemenin gerekçeli kararında davacının davalıya 14.405,05 TL borçlu olduğu kabul edilmiş ve bu gerekçeye karşı davalı tarafından temyize gelinmediğinden aleyhine olan bu gerekçe kesinleşmiştir. Şu halde, davaya konu 5 adet teminat mektubu tutarı olan 123.610,00 TL’den davacının mahkemece kabul edilen 14.405,05 TL tutarındaki borcu mahsup edilerek kalan 109.204,95 TL tutarındaki banka teminat mektubunun iadesine karar vermek gerekirken davanın tümden reddine karar verilmesi doğru olmamış, açıklanan nedenle kararın bozulması gerekmiştir.
Sonuç: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle davacının sair temyiz itirazlarının reddine, 2. bent uyarınca diğer temyiz itirazlarının kabulü ile kararın bozulmasına, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 03.07.2015 gününde oybirliği ile karar verildi.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.