0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Karşı İspat

HMK Madde 191

(1) Diğer taraf, ispat yükünü taşıyan tarafın iddiasının doğru olmadığı hakkında delil sunabilir. Karşı ispat faaliyeti için delil sunan taraf, ispat yükünü üzerine almış sayılmaz.



HMK Madde 191 Gerekçesi

Bu madde 1086 sayılı Kanunun 239 uncu maddesinin karşılığı olup, içeriğinde herhangi bir değişiklik yapılmaksızın dili sadeleştirilmiştir.


HMK 191 (Karşı İspat) Emsal Yargıtay Kararları


Asıl İspat, Karşı İspat ve Karşı Delil

Hukuk Genel Kurulu 2017/2715 E. , 2021/360 K.

  • HMK 191

HMK’nın “Karşı ispat” başlıklı 191. maddesine göre “Diğer taraf, ispat yükünü taşıyan tarafın iddiasının doğru olmadığı hakkında delil sunabilir. Karşı ispat faaliyeti için delil sunan taraf, ispat yükünü üzerine almış sayılmaz.” Buradan hareketle; ispat yükü kendisine düşen tarafın yerine getireceği ispat faaliyeti, bu açıdan asıl ispat olarak adlandırılmalıdır. Kendisine asıl ispat yükü düşen taraf iddiasını ispat edemezse, asıl ispatla yükümlü olmayan karşı tarafın iddiasının aksini ispat etmesine gerek kalmayacak ve o vakıa ispat edilmemiş sayılacaktır. Ancak anılan maddeye göre; asıl ispatla yükümlü olmayan taraf, karşı tarafın iddiasını ispat etmesini bekleyebileceği gibi karşı tarafın iddiasının aksini ispat için delil de gösterebilir. Bu delile ise karşı delil denilir. Burada üzerinde dikkat edilmesi gereken husus; karşı delil sunan tarafın, karşı delil göstermekle ispat yükünü üzerine almış sayılmayacağı hususudur. Asıl ispat yükü kendinde olmayan taraf karşı delil göstermekle sadece, diğer tarafın iddiasını çürütmeye çalışır ve böylece karşı tarafın iddiasını ispat etmesini güçleştirir. Sonuç olarak asıl ispat yükünü taşıyan taraf; iddiasını kendi delilleriyle ispat edememesi hâlinde, sırf karşı delile dayanılmış olması nedeniyle kendi lehine hak çıkarılmasını isteyemez. Tüm bu açıklamalar ışığı altında; ispat yükü kendine düşmeyen tarafın gösterdiği delile karşı delil denir. İspat yükü kendine düşen taraf bir vakıayı ispat ettikten sonra, artık ispat yükü diğer tarafa geçer. Bunun üzerine diğer tarafın o vakıanın doğru olmadığını veya başka bir nedenle geçersiz kaldığını ispat etmesi gerekir. Aksi hâlde davayı kaybeder. İşte bu hâlde, asıl ispat yükü başlangıçta kendisine düşen tarafın ispat ettiği vakıanın aksini ispat için gösterdiği delil 191. madde kapsamında karşı delil değildir, zira asıl ispat yükü kendisine düşen taraf iddiasını kanıtlamış ve “silahların eşitliği” ilkesi gereğince o vakıanın çürütülmesine yönelik ispat yükü diğer tarafa geçmiştir.

Tüm bu genel açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; uyuşmazlık konusu ziynet eşyaları hakkında erkek eş “evlilik birliği içerisinde bu eşyaların bozdurularak harcandığı ancak ziynetlerin miktarının iddia edilen kadar olmadığını” kabul etmiştir. Bu durumda erkek eşin, kadının kişisel malı niteliğinde kabul edilen bu eşyaları iade ettiği veya iade edilmemek üzere aldığı hususunda ispatla yükümlü olduğu, ancak bu yönde ispat yükünü yerine getirmediği anlaşılmaktadır.

Hâl böyle olunca; mahkemece yapılacak iş, kadın eşin dava konusu ettiği ziynet eşyaları hakkında cins, nitelik, sayı ve miktarları yönünden varlığını kanıtlanması amacıyla göstermiş olduğu delillerin toplanması, gerektiğinde tarafların tüm tanıklarının bu konu hakkında yeniden dinlenerek ziynet eşyalarının nelerden ibaret olduğu ile ilgili olaylara dayalı görgü ve bilgilerinin sorulması, varlığı şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde ispatlandığı belirlenen ziynet eşyalarının dava tarihi itibariyle değerinin belirlenmesi için gerekirse bilirkişi incelemesi yaptırılması ondan sonra toplanan tüm deliller değerlendirilerek bir karar vermekten ibaretken, anlatılan hususlar gözetilmeksizin davanın ispatlanamadığı gerekçesi ile reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “ispat yükü” başlıklı 6. maddesinde; kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlü tutulmuştur.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “ispat yükü” başlıklı 190. maddesinin 1. fıkrasında yukarıdaki düzenlemeye paralel olarak ispat yükünün kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa ait olacağı belirtilmiştir. Her somut olaydaki maddi vakıaya göre lehine hak çıkaran taraf ve ispat yükü şekilleneceğinden, maddî hukuk kuralına ilişkin bu vakıaların doğru ve net bir şekilde belirlenerek ortaya konulması gerekmektedir. Maddede aksine düzenleme olmadıkça ibaresi eklendiğinden, kanunda ispat yükü ile ilgili özel bir düzenlemeye yer verildiğinde, ispat yükü genel kurala göre değil de kanunda belirtilen özel düzenlemeye göre belirlenecektir.

HMK’nın 190. maddesinin 2. fıkrasında karinenin varlığı hâlinde ispat yükünün nasıl belirleneceği düzenlenmiştir. Karine; “belli bir (karine temelini oluşturan) vakıadan, belli olmayan diğer bir vakıa için çıkarılan sonuçtur”. Maddede; kanuni bir karineye dayanan tarafın, sadece karinenin temelini oluşturan vakıaya ilişkin ispat yükü altında olduğu belirtilmiş; kanunda öngörülen istisnalar dışında, karşı tarafın kanuni karinenin aksini ispat edebileceği kabul edilmiştir. Kanuni karine; “belli bir vakıadan, belli olmayan diğer bir vakıa için kanun tarafından çıkarılan sonuçtur.” Kanuni karineler de adi kanuni karine ve kesin kanuni karine olarak ikiye ayrılmaktadır. Adi kanuni karineler aksi ispat edilebilen karineler iken, kesin kanuni karinenin varlığı hâlinde karşı taraf bunun aksini ispat edemez (K., Baki: Medeni Usul Hukuku El Kitabı, Ankara 2020, C.I, s 625 vd.). Eş söyleyişle; karinenin varlığı hâlinde ise, karineye dayanan taraf sadece karinenin temelini ispatla yükümlüdür. Kesin kanunî karineler dışında, karşı taraf karinenin aksini ispat edebilir. Karine söz konusu olduğunda, karşı ispat faaliyetinden değil, karine ile kabul edilen durumun aksini ispat etmek gerekir.

Kanuni karinelerin yanında bir de fiili (eylemli) karineler vardır. Eylemli karine denen yaşam deneyi kuralları, tarafların olay iddialarının doğruluğu veya bir kanıtın güvenebilirlik derecesi hakkında hâkimin kanıya varmasına yarayan, yaşam deneylerinin ortaya koyduğu değer hükümleridir. Kanıt değerlendirme serbestîsinin yürüdüğü durumlarda bu değer hükümleri hâkim tarafından göz önünde tutulurlar. Bu yaşam deneyi kurallarının öğreti ve Yargıtay uygulamasına göre iki işlevi vardır. Birinci işlevi, hâkim gösterilmiş bulunan bir kanıtın güvenilebilirlik derecesini, yani ispat gücünü yaşam deneyi kuralları uyarınca belirler. İkinci işlevi ise şöyledir: Hâkim, hakkında kanıt gösterilmemiş bir olay iddiasının doğruluğunu, yaşam deneyi kurallarına dayanarak kabul edebilir ve bu durumda ispat yükü o olayın aksini ileri süren tarafa geçer (Güneren, A.: İcra ve İflas Hukuku’nda İstihkak Davaları, Ankara 2008, s. 694 vd).


Cevap Dilekçesi Vermeyen Davalının Karşı İspat Hakkı Yoktur

Hukuk Genel Kurulu 2017/2710 E. , 2021/34 K.

HMK 191

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; yasal süresi içerisinde cevap vermeyen davalının, HMK’nın 128. maddesi karşısında davacı tarafın ileri sürdüğü vakıaları çürütmeye yönelik delil bildirip bildiremeyeceği, burada varılacak sonuca göre yasal süresinden sonra vermiş olduğu davaya cevap ve delil dilekçesinde bildirdiği tanıklarının en azından karşı ispat bağlamında dinlenmesinin gerekip gerekmediği noktalarında toplanmıştır.

Uyuşmazlığın çözümü bakımından üzerinde dikkatle durulması gereken husus; cevap dilekçesi vermemek suretiyle davayı inkâr etme yolunu seçen davalının, inkârını yani dava konusu talebin hangi vakıalar nedeniyle dayanaksız olduğunu mahkemeye bildirmemiş olduğu noktasıdır. Burada “inkâr etmiş sayılma” kanundan doğan bir sonuç olarak düzenleme altına alınmıştır. Davalı kanuna (129/1-e) aykırı olarak dava konusu talebin hangi vakıalar nedeniyle dayanaksız olduğuna dair savunmasını mahkemeye bildirmemiş, özetle herhangi bir vakıaya dayanmamıştır. Bunun sonucunda da mahkemece; davalının inkârına yönelik her hangi bir vakıa ileri sürülmemesi nedeniyle davacıdan bu inkâra karşı cevaba cevap dilekçesi ile karşı koyması düşünülemeyecek ve netice itibariyle o dava yönünden dava dilekçesinin verilmesi ile iddia ve savunmanın değiştirilmesi ve genişletilmesi yasağı başlamış olacaktır. Zira HMK’nın 129. maddesinin hükümet gerekçesinden cevap dilekçesinde yer alması gereken hususların dava dilekçesine paralel olarak düzenlenmiş olduğu anlaşılmakla, en temel hukuk prensibi olan nimet-külfet dengesi korunmaktadır. Şüphesiz ki; cevap dilekçesi vermeyen davalı, davacının cevaba cevap hakkını elinden almış olduğu gibi, kendi durumunu da elverişsiz kılmaktadır. Çünkü cevap dilekçesi vermemesi inkâr sayılsa bile bunun dayanağı olan vakıanın davaya getirilmesi, savunmanın genişletilmesi ve değiştirilmesi yasağı kapsamına gireceğinden, söz konusu yasağı aşmanın yolu ancak davacının açık muvafakati ile mümkün olabilecektir. Tekrar edilmesinde yarar vardır ki; kanun koyucu, tarafların, kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremeyecek olmalarını emredici bir düzenlemeyle (m. 145) benimsedikten sonra, bunun istisnasını da “…Ancak bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir.” şeklinde ki düzenlemeyle belirlemiştir.

Kanunda aksi düzenlenmediği için HMK’nın 129/1-e maddesiyle düzenleme altına alınan hükümde belirtilen “delil” sözcüğünün hem asıl ispat hem de HMK’nın 191. maddesiyle hüküm altına alınan karşı ispatı kapsadığını belirtmek gerekir. Usulün emredici hükümleri yorum yoluyla daraltılamaz.

Belirtmekte fayda vardır ki; gerek davacı gerekse davalı bakımından “delil gösterme ile delil sunma” kavramlarının ayrı olarak ele alındığı Kanun’un “Ön inceleme duruşmasına davet” başlıklı 139. maddesinden çok açık şekilde anlaşılmaktadır. İlgili madde;

“Mahkeme, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden ve yukarıdaki maddelerde belirtilen incelemeyi tamamladıktan sonra, ön inceleme için bir duruşma günü tespit ederek taraflara bildirir. (Değişik cümle:22/7/2020-7251/13 md.) Çıkarılacak davetiyede aşağıdaki hususlar ihtar edilir: a) Duruşma davetiyesine ve sonuçlarına ilişkin diğer hususlar.

b) Tarafların sulh için gerekli hazırlığı yapmaları.

c) Duruşmaya sadece taraflardan birinin gelmesi ve yargılamaya devam etmek istemesi durumunda gelmeyen tarafın yokluğunda yapılan işlemlere itiraz edemeyeceği.

ç) Davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceği.” şeklinde düzenleme altına alınmıştır. Görüldüğü üzere; 119 ve 129. maddelerle dava ve cevap dilekçelerinde iddia edilen vakıaların hangi delillerle ispatlanacağının belirtilmesi zorunluluğundan söz edildikten sonra, 139. maddenin (ç) bendiyle gösterilen ancak henüz sunulmamış olan belgelerle ilgili tarafın elinde bulunması hâlinde mahkemeye ibrazı, elinde bulunmaması hâlinde ise belgenin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamanın yapılması zorunluluğu öngörülerek delil gösterme ve delil sunma yükümlülüklerinin birbirlerinden farklı kavramlar olduğu anlaşılmaktadır.

Aynı hususun “Ön inceleme duruşması” başlıklı 140. maddenin son fıkrasıyla “(5) (Değişik:22/7/2020-7251/14 md.) 139 uncu madde uyarınca yapılan ihtara rağmen dilekçelerinde gösterdikleri belgeleri sunmayan veya belgelerin getirtilmesi için gerekli açıklamayı yapmayan tarafın bu delillere dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilir.” şeklinde ki düzenlemeyle de üzerinde durulduğu ve uygulanacak yaptırımın açıklandığı görülmektedir. Gerek 139. madde, gerekse 140. madde metinlerinde üzerinde asıl dikkat edilmesi gereken nokta “dilekçelerinde gösterdikleri” ibaresinin kullanılmış olmasıdır. 6100 sayılı HMK’nın 140. maddesinin gerekçesinde belirtildiği üzere taraflar, delil olarak dayandıkları belgeleri dilekçelerine ekleyerek vermek ya da başka yerden getirtilecekse, bunu belirtmek zorundadırlar. Şayet taraflar, bu konuda yapmaları gereken işlemleri eksik bırakmışlarsa, tahkikata başlamadan önce, taraflara son kez kısa bir süre verilerek bu eksiklikleri tamamlamaları düşünülmüştür. Taraflar bu şanslarını da doğru kullanamazlarsa, artık tahkikat mevcut delillerle yürütülecek ve tarafların o delile dayanmaktan vazgeçtikleri kabul edilecektir.

Kanunun 140. maddesi ile düzenleme altına alınan ön inceleme duruşması; ön inceleme aşamasının yargılamanın başında bazı hususların çözümlenmesine imkân tanıması nedeniyle özel bir öneme sahiptir. Bu aşamanın başarısı, oturuma doğru şekilde hazırlanılarak, yapılması gereken işlemlerin mahkeme ve taraflarca doğru bir şekilde yerine getirilmesine bağlıdır. Bu sebepledir ki, ön inceleme duruşmasında yapılacak işlemler 140. maddenin her bir fıkrasında ayrıca belirtilmiştir. Birinci fıkra uyarınca hâkim; usule ilişkin hususlarda tarafları dinledikten sonra uyuşmazlığın esasıyla ilgili iddia ve savunmaları dikkate alarak, tarafların anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususları tespit edecektir. Bu belirleme genel bir belirlemenin ötesinde, tarafların ortaya koydukları her bir somut vakıa üzerinde anlaştıkları veya anlaşamadıkları yönlerin tespit edilmesi niteliğindedir. İkinci fıkra ise sulhe ilişkin özel bir fıkradır. Taraflar sulh olurlarsa bu durum, olmazlarsa sulh olmadıkları tutanağa geçirilecektir. Ön inceleme duruşmasında düzenlenen tutanak üçüncü fıkranın son cümlesinde “…Tahkikat (m. 143) bu tutanak esas alınmak suretiyle yürütülür,…” şeklindeki düzenleme nedeniyle de özel bir öneme sahiptir. Zira uyuşmazlık çözümlenmişse bu tutanak bir sulh belgesiyken, uyuşmazlığın devam etmesi hâlinde ise, bu belge adeta yargılamanın yolunu gösteren bir yol haritası niteliğindedir. Mahkeme, kanunun bu cümlesiyle davanın taraflarına; tutanakta yer almayan hususların tahkikatın konusu olamayacağı ve tahkikat aşamasında tereddüt edilen bir hâl oluştuğu takdirde neyin incelenip neyin incelenemeyeceği hususunun bu tutanak uyarınca belirleneceği yönünde söz vermiştir. Ön inceleme tutanağının bu önemi ve tarafları bağlaması sebebiyle, altının oturumda hazır bulunanlarca imzalanması gerekmektedir.

Bu aşamada bir diğer istisnai hükmün açıklanması gereklidir. HMK’nın “İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi” başlıklı 141. maddesi 22.07.2020 tarih ve 7251 sayılı Kanunun 15 maddesi ile değişiklikten önceki hâliyle; “(1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri (m.136) ile serbestçe; ön inceleme aşamasında (m.137) ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına (m.140) taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilir (m.139). Ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. (2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah (m.176) ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” değişiklikten sonra ise “- (1) (Değişik:22/7/2020-7251/15 md.) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe iddia veya savunmalarını genişletebilir yahut değiştirebilirler. Dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. (2) İddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” şeklinde düzenleme altına alınmıştır. HMK’nın 141. maddesine göre; tarafların karşılıklı dilekçelerini verdikleri aşamada, herhangi bir sınırlamaya bağlı olmaksızın uyuşmazlığın genel çerçevesi içinde iddia ve savunmalarını değiştirebilecekleri kabul edilmiştir. Dilekçelerin karşılıklı verilmesi aşamasında bu yasağın uygulanmaması ile daha uyuşmazlığın en başında, karşı tarafın açıklamasını, iddia ve savunmasını tam olarak görmeden, sağlıklı ve tam bir iddia ve savunma örgüsü kurmanın mümkün ve gerçekçi olmadığı gözetilerek; tarafların dilekçelerinde rahat, doğru ve sağlıklı bir iddia ve savunma bütünü oluşturmalarını sağlamak olduğu gibi, maddi ve hukuki nitelendirmeleri uyuşmazlığı çözecek doğrulukta ortaya koymaları amaçlanmaktadır. Şüphesiz ki bu imkân, sadece cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi ile söz konusudur. Bu iki dilekçeden sonra, hangi ad altında olursa olsun verilecek dilekçeler, sınırlama ve yasak kapsamında kabul edilmelidir. Kanunun 141. maddesinin birinci fıkrasında 28.07.2020 tarih, 7251 s. Kanun’un 15. maddesi ile yapılan değişiklikten önceki hâlinin hükümet gerekçesinde, ön inceleme duruşmasının yargılama bakımından öneminden dolayı, tarafların bu duruşmaya katılımını sağlamak amacıyla “gelen tarafın ödüllendirildiği, mazereti olmadığı hâlde gelmeyen tarafın ise cezalandırıldığı” bir yol izlenmesinin zorunlu olduğu görüşüyle hareket edilerek, her iki tarafında ön inceleme duruşmasına gelmesi hâlinde karşı tarafın muvafakati ile genişletme söz konusu iken, taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmediği takdirde, gelen taraf karşı tarafın muvafakatine gerek olmaksızın iddia ve savunmasını genişletip değiştirebileceği açıklanmıştır. Maddede yapılan değişiklikle, dilekçeler aşaması tamamlandıktan sonra, ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hariç olmak üzere, iddia ve savunma genişletilemeyecek veya değiştirilemeyecektir. Gerekçede değişikliğin amacı “sırf ön inceleme duruşmasına katılım sağlanmadığı için aleyhte iddia ve savunmanın rahatlıkla genişletilebilmesi veya değiştirilebilmesinin” silahların eşitliği ilkesinin ihlali olarak açıklanmıştır. Bu ihlalin “davayı takip etmediğinde davayı inkâr ettiği kabul edilen ve duruşmaya katılma zorunluluğu bulunmayan davalı taraf” yönünden çok daha güçlü bir şekilde ortaya çıkabilme ihtimali üzerinde durulduktan sonra adil yargılanma hakkı ayrıca uyuşmazlığın ön inceleme aşamasında netleşmesini sağlaması sayesinde, ön inceleme duruşma tutanağının “yargılamanın yol haritası” olma özelliğini güçlendireceği gerekçelerine de yer verilmiştir.

Görüldüğü üzere, 6100 sayılı HMK’nın sistematiği içinde; tahkikat aşamasına geçilmezden evvel tarafların uyuşmazlık konularının ve bu uyuşmazlıkların çözümü için ileri sürdükleri delillerin daha işin en başında belirlenerek tahkikatın etkin bir şekilde yapılmasının hedeflendiği anlaşılmaktadır. Zira tahkikatın amacı; kural olarak delil toplamak değil, delilleri incelemek ve değerlendirmektir; aksi hâlde tahkikat tamamlanamaz ve yargılama uzar.

Bu itibarla, yukarıda ayrıntılı olarak açıklanan hususların özetlenmesi gerekirse; AİHS’nin 6.maddesinde düzenlenen adil yargılamanın etkin ve makul bir süre içinde bitirilmesi için 6100 sayılı HMK’da düzenlemelere yer verilmiş olup, bu bağlamda delil gösterilmesi dilekçelerin teatisi (dava, cevap, cevaba cevap ve ikinci cevap) aşamasına hasredilmiştir. Tarafların, Kanunda belirtilen bu sürelerden sonra delil gösterebilmeleri ancak iki yasa maddesinde belirtilen hâllerle sınırlıdır. Onlar da; iddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesini düzenleyen 141. madde ile sonradan delil gösterilmesinin hüküm altına alındığı 145. maddedeki durumlardır.

Bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; dava dilekçesinin davalıya 16.10.2012 tarihinde usule uygun şekilde tebliğ edildiği, davalı tarafından süresi içerisinde cevap dilekçesinin sunulmadığı, böylece davalının dava dilekçesinde yer alan tüm iddialarını inkâr etmekle birlikte savunmasına yönelik herhangi bir vakıaya dayanmadığı, davalının kanunla kesin şekilde belirlenen iki haftalık süreden sonra 05.11.2012 tarihinde, davaya cevap vererek aynı dilekçe ile tanık deliline dayandığı, mahkemece yapılan 12.12.2012 tarihili ön inceleme duruşmasına her iki taraf vekilinin katıldığı, davacı ve vekilinin süresinden sonra verilen cevap dilekçesine muvafakatinin olmadığı anlaşılmıştır. Bu durumda; süresi içerisinde cevap dilekçesi vermemekle inkâr savunmasına dayanak vakıa ve delile dayanmayan davalının süresinden sonra bildirmiş olduğu tanıklarının karşı ispat hakkı kapsamına taşınarak dinlenilmesine de imkân bulunmamaktadır.


HMK 191 (Karşı İspat) Yargıtay Kararları


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/5537 Karar : 2017/3127 Tarih : 11.04.2017

  • HMK 191. Madde

  • Karşı İspat

Dava, aksine Kurum işleminin iptali ile ölüm aylığının bağlanması ve boşanma kararının kesinleşmesi tarihinden itibaren hak edilen aylıkların faizi ile Kurumdan tahsili istemine ilişkindir.

Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde davanın kabulüne karar vermiştir.

Hükmün, davalı Kurum avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Eski eşiyle 20.05.2009 tarihinde boşanmasını takiben 1479 sayılı Yasa kapsamında sigortalı olup da 10.09.1980 tarihinde vefat etmiş olan babası üzerinden hak sahibi sıfatıyla 08.03.2010 taihli tahsis talebine davalı kurumca yapılan inceleme sonrasında tutulan denetmen raporu ile halen ayrı yaşamadıklarının belirlenmesi nedeniyle reddedilmesinin ardından 02.07.2012 tarihli tahsis talebinin de reddedilmesi nedeniyle açıldığı anlaşılan eldeki davada, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş ise de verilen kararın eksik araştırma ve yanılgılı değerlendirmeye dayalı olduğu anlaşılmaktadır.

5510 sayılı Kanunun 56’ncı maddesinin ikinci fıkrasına dayalı açılan bu tür davalarda eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun tüm açıklığıyla ve özellikle taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu dönem yönünden ortaya konulması önem arz etmektedir. Bu aşamada,özellikle Anayasa`nın 20., 5510 sayılı Kanunun 59., 100., 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri Ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 28., 45., 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 3., 45 – 53., 4857 sayılı İş Kanununun 32., 01.10.2011 günü yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 6., 24 – 33., 189., 190., 191., 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 6., 19., 20., maddeleri ve diğer ilgili mevzuat hükümleri göz önünde bulundurulmak suretiyle yöntemince araştırma yapılmalı, tarafların göstereceği tüm kanıtlar toplanmalı, bildirilen ve dinlenilmesi istenilen tanıkların ifadeleri alınmalı, davacı ile boşandığı eşinin yerleşim yerlerinin saptanmasına ilişkin olarak; muhtarlıktan ikametgah senetleri elde edilmeli, ilgili Nüfus Müdürlüklerinden sağlanan nüfus kayıt örnekleri ile yerleşim yeri ve diğer adres belgelerinden yararlanılmalı, adres değişiklik ve nakillerine ilişkin bilgilere ulaşılmalı, özellikle ilgili Nüfus Müdürlüğü’nden adres hareketleri, tarihleriyle birlikte istenilmeli, ilgililerin su, elektrik, telefon aboneliklerinin hangi adreste kimin adına tesis edildiği saptanmalı, seçmen bilgi kayıtları getirtilmeli, varsa çalışmaları nedeniyle resmi/özel kurum ve kuruluşlara verilen belgelerde yer alan adresler dikkate alınmalı, boşlanılan eş 4857 sayılı Kanun hükümleri kapsamında yer almakta ise adına ödeme yapılabilecek özel olarak açılan banka hesabı bulunup bulunmadığı belirlenmeli,davacının kiracı olarak kaldığı iddiası bakımından kira sözleşmesi olup olmadığı, var ise, bu kira sözleşmesinin kim tarafından imzalandığı, kira bedellerinin kim tarafından nasıl yatırıldığı araştırılmalı, 2009 yılından itibaren görev yapan anılan mahalleler muhtar ve azalarının tanık sıfatıyla bilgi ve görgülerine başvurulmalı, 26.03.2010 tarihinde düzenlenen tutanak içerikleri dikkate alınmalı, böylelikle “boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama” olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği, toplanan kanıtlar ışığı altında değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre hüküm kurulmalıdır.

Diğer taraftan, uyuşmazlığın çözümü açısından özellikle belirtilmelidir ki, 5510 sayılı Kanunun 59 ve 100. maddeleri uyarınca Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi kanıtlanıncaya kadar geçerlidir. Diğer bir anlatımla, yetkili kişilerce düzenlenen ve tarafların ihtirazi kayıt koymaksızın imzaladığı tutanaklar aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olup, aksi ancak yazılı delille kanıtlanabilir.

Ne var ki, aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olan “tutanaklar” ile ifade edilen; Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından belgelere dayalı olarak düzenlenmiş olanlar ile belgeye dayalı olmamakla birlikte düzenlenmesinde hazır bulunan işveren, işçi veya üçüncü kişi beyanları uyarınca düzenlenerek doğruluğu ilgili kişilerin imzaları ile tasdik edilen ve imza inkârına konu olmayan tutanaklardır.

Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından yapılan incelemelere dayalı tutanakların değerlendirildiği ve varılan sonucun yazıya geçirildiği raporların, sadece memur veya müfettiş tarafından düzenlenmiş olmaları, anılan raporların 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92/son maddesi ile 5510 sayılı Kanunun 59 ve 100. maddeleri kapsamında aksinin yazılı delille kanıtlanması gereken belgeler olarak kabulleri için yeterli değildir.

Buna göre, özellikle, rapor veya ekli tutanaklarda imzası bulunmayanlar yönünden, söz konusu tutanakların aksinin yazılı delille kanıtlanması yükümünden söz etmek mümkün değildir.

Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları ve iş müfettişi raporlarının, rapora dayanak alınan tutanaklar ile birlikte değerlendirilmesi ve ancak belirtilen nitelikteki ekli tutanakların anılan Kanun kapsamında aksi sabit oluncaya kadar geçerli belge olduğunun kabulü, değinilen yasal düzenlemeler karşısında zorunludur.

Eldeki davada ise, davacı hakkında, davacının ilk tahsis talep ettiği tarihte belirlenen Şehitler Mahallesi muhtarının Kurum denetmenine verdiği beyan ile, yargılamada alınan beyanı arasındaki açık çelişkinin giderilmesi, davacı ile boşandığı eşinin adres kayıtları farklı çıkmış olsa da, eski eş hakkında mahkemece banka kayıtlarının araştırılması esnasında bankalardan gelen yazı cevaplarına göre eski eşin galericilik yaptığı ve şehitler mahallesindeki davacının ikamet ettiği adresin belirtilmesi nedeniyle, hem davacı, hem de eski eş hakkında dosya arasındaki tüm adresler bakımından ve bu arada …Köyü Muhtarlığı`ndan kaldığı adresin komşu ve eski eşin Turgutlu İlçesinden beyan ettiği adreslerin her birinde yakın komşulardan ayrıntılı bir araştırma yapılması ile mümkünse bankalardan eski eşin adreslerini beyan tarihlerinin araştırılması, davacının 29.06.2012 tarihindeki adres değişikliği gerçekleştirdiği yer (Özyurt Mahallesi) bakımından da aynı şekilde komşu ve muhtarlardan tanıklar tespit edilerek beyanlarına başvurulması, davacı ile eski eşinin 01.10.2008 tarihinden sonraki seçim kayıtları ile medula sistemi üzerindeki adres kayıtlarının mahkemece araştırılması ile davacının boşandıktan sonra kaldığı anlaşılan evin eski eşe ait olup olmadığı, bu arada davacı ve eski eşi hakkında hem köyde hem de … Mahallesinde yapılan araştırma ile 12.07.2012 ve 19.07.2012 tarihlerinde tutulan jandarma tutanaklarının onaylı bir örneği ile bu adreslerin kapatılma nedenlerinin ve sonraki adres beyanlarının araştırılması ile son adreslerinin ayrı ayrı tespiti ile yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde ayrıntılı bir araştırma ile boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama” olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği, toplanan kanıtlar ışığı altında dava değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre hüküm kurulmalıdır.

Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece eksik inceleme ve araştırma sonucu davanın reddine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir

O hâlde, davalı Kurum avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları nazara alınmalı ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 11.04.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas: 2016/12792 Karar: 2016/12334 Tarih: 24.05.2016

  • HMK 191. Madde

  • Karşı İspat

A-) Davacı İsteminin Özeti:

Davacı, iş sözleşmesini haklı sebeple feshettiğini iddia ederek kıdem tazminatı, fazla çalışma ücreti, yıllık ücretli izin, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının tahsilini istemiştir.

B-) Davalı Cevabının Özeti:

Davalı, davanın reddini istemiştir.

C-) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkeme, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanarak davanın kısmen kabulüne karar vermiştir.

D-) Temyiz:

Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.

E-) Gerekçe:

1-)Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2-)Davacı işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığı konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.

Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına dair kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.

Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.

İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille yapılabilir. Bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda, işçinin bordroda belirtilenden daha fazla çalışmayı yazılı belge ile kanıtlaması gerekir. İşçiye bordro imzalatılmadığı halde, fazla çalışma ücreti tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda, ihtirazi kayıt ileri sürülmemiş olması, ödenenin üzerinde fazla çalışma yapıldığının yazılı delille ispatlanması gerektiği sonucunu doğurmaktadır.

Somut uyuşmazlıkta, fazla çalışma yaptığını iddia eden davacı işçi, bu iddiasını tanık delili ile işyeri kayıtlarına dayanarak kanıtlamaya çalışmıştır. Öte yandan davalı işveren ispat yükünü taşıyan işçinin iddiasının doğru olmadığı hakkında delil sunabilir ( 191. Md.). Hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacı tarafça sunulan işyeri kayıtlarının bir değerlendirmeye tabi tutulmadığı görülmüştür. Uyuşmazlıkta tanık beyanları dikkate alınarak haftalık fazla çalışma süresi saptanmıştır. Tanık delili takdiri delil niteliğindedir. Bu durumda kesin delilin olmadığı durumlarda sonuca etkilidir.

Davalı işverene karşı aynı konuda açılan benzer bir davanın Dairemizin 2014/29843 E. sayılı dosyasında yapılan temyiz denetiminde, işyeri kayıtları esas alınarak sonuca gidilmiş ve bu karar onanarak kesinleşmiştir.

Bu durumda, Mahkemece yapılacak iş Dairemizce temyiz incelemesi yapılan 2014/29843 E. sayılı dosyadaki bilirkişi raporu da dikkate alınarak dosyaya ibraz edilen işyeri giriş çıkış kayıtları ve ödeme belgelerinin denetime elverişli olarak değerlendirildiği ek rapor alınarak fazla çalışma alacağı hakkında karar vermektir.

Eksik inceleme ve denetime elverişli olmayan rapora dayanılarak verilen kararın bozulması gerekmiştir.

3-)Dava dilekçesinde davacı işyerinde ayda 4-5 gün ortalama 3 saat kadar fazla mesai uygulaması olduğunu bazen bu çalışmaların gece 23-24 e kadar sürdüğünü beyan etmiştir.

Hükme esas alınan bilirkişi raporunda her hafta için 5 saat fazla mesai hesaplanması 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 25. maddesinde belirtilen maddi vakıa ile bağlılık kuralına aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istenmesi halinde ilgiliye iadesine, 24.05.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas: 2014/18671 Karar: 2014/21797 Tarih: 31.10.2014

  • HMK 191. Madde

  • Karşı İspat

Dava, hak sahibi konumunda yer alan davacıya bağlanan ölüm aylığının 5510 sayılı Kanun hükümleri gereğince kesilmesi yönündeki SGK Başkanlığı işleminin iptali ile aylığın kesilme tarihi itibarıyla yeniden bağlanması gerektiğinin tespiti, birleşen dava ise yersiz ödenen aylıkların yasal faiziyle birlikte tahsili istemine ilişkindir.

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Hükmün, davalı Kurum avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi Refika Nur Kabakcıoğlu tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Hakkında verilen boşanma kararı 25.03.2002 tarihinde kesinleşen davacıya, 18.06.1996 günü yaşamını yitiren sigortalı babası üzerinden 506 sayılı Kanun hükümlerine göre hak sahibi kız çocuğu sıfatıyla bağlanan ölüm aylığının, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığının belirlendiği gerekçesiyle davalı Kurumca 17.10.2008 tarihi itibarıyla kesilerek, 17.10.2008 - 16.05.2013 döneminde yersiz ödendiği ileri sürülen aylıklar yönünden borç tahakkuk ettirildiği anlaşılmaktadır.

Davanın yasal dayanağı olan 5510 sayılı Kanunun 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe giren 56. maddesinin ikinci fıkrasında, eşinden boşandığı halde, boşandığı eşiyle fiilen birlikte yaşadığı belirlenen eş ve çocukların, bağlanmış olan gelir ve aylıklarının kesileceği, bu kişilere ödenmiş olan tutarların, 96. madde hükümlerine göre geri alınacağı yönünde düzenleme yapılmıştır. Anılan maddeye dayalı açılan bu tür davalarda eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun tüm açıklığıyla ve taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu dönem yönünden ortaya konulması önem arz etmektedir. Bu aşamada, özellikle Anayasa’nın 20., 5510 sayılı Kanunun 59., 100., 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri Ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 28., 45., 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 3., 45 - 53., 4857 sayılı İş Kanununun 32., 01.10.2011 günü yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 6., 24 - 33., 189., 190., 191., 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 6., 19., 20., maddeleri ve diğer ilgili mevzuat hükümleri göz önünde bulundurulmak suretiyle yöntemince araştırma yapılmalı, tarafların göstereceği tüm kanıtlar toplanmalı, davacının getirdiği belgelerle yetinilmemeli, SGK denetimine ilişkin dosya ve boşanma dosyası celbedilip incelenmeli, tutanak tanıklarının ifadeleri alınmalı, davacı ile boşandığı eşinin yerleşim yerlerinin saptanmasına ilişkin olarak; muhtarlıktan ikametgah senetleri elde edilmeli, ilgili Nüfus Müdürlüklerinden sağlanan nüfus kayıt örnekleri ile yerleşim yeri ve diğer adres belgelerinden yararlanılmalı, adres değişiklik ve nakillerine ilişkin bilgilere ulaşılmalı, özellikle ilgili Nüfus Müdürlüğü’nden adres hareketleri, tarihleriyle birlikte istenilmeli, ilgililerin su, elektrik, telefon aboneliklerinin hangi adreste kimin adına tesis edildiği saptanmalı, seçmen bilgi kayıtları getirtilmeli, varsa çalışmaları nedeniyle resmi/özel kurum ve kuruluşlara verilen belgelerde yer alan adresler dikkate alınmalı, medula sisteminde kayıtlarda görülen adresler ilgili sağlık kuruluşlarından araştırılmalı, eşlerin boşanma sebebi belirlenmeli, boşanılan eş 4857 sayılı Kanun hükümleri kapsamında yer almakta ise ödeme için adına açılan banka hesabında kayıtlı yerleşim yeri saptanmalı, boşanan eşlerin kayıtlı oldukları bölge/bölgeler yönünden geniş kapsamlı Emniyet Müdürlüğü/Jandarma Komutanlığı araştırması yapılmalı, anılan mahallelerde görev yapmış/yapmakta olan muhtar ve azalardan istem hakkında düşünce edinmeye yetecek kadarının tanık sıfatıyla bilgi ve görgülerine başvurulmalı, böylelikle boşanılan eşle fiilen birlikte yaşamanın gerçekleşip gerçekleşmediği, toplanan kanıtlar ışığında değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre hüküm kurulmalıdır.

Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece eksik inceleme ve araştırma sonucu davanın kabulüne karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır

Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 31.10.2014 gününde oybirliği ile, karar verildi.


YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/12277 Karar : 2016/8884 Tarih : 17.11.2016

  • HMK 191. Madde

  • Karşı İspat

Davacı vekili asıl davada, müvekkilince tasarlanıp dava dışı …. A.Ş. tarafından ….’daki …… Kanal projesinde kullanılan aydınlatma armatürlerinin müvekkilince ….04.2009 tarih 2009/01799 no ile tescil başvurusu yapıldığını, kanal projesinin ikinci etabının ihalesinin davalı … İnş. Ltd. Şti. tarafından alındığını, bu şirket tarafından sokak lambası aydınlatma armatürleri işinin davalı … …..i …..’a verildiğini, davalı …. tarafından müvekkilinin kalıpları yatırdığı firmadan kalıp örneklerinin kendisine haber verilmeden izinsiz alındığını ve müvekkiline ait tasarımın izinsiz üretilip satışının yapıldığını, ….’nın 2009/7029 soruşturma sayılı dosyasında davalı ….’ın işyerinde kolluk kuvvetlerince arama ve elkoyma yapılıp tutanak tutulduğunu, davalıların eylemlerinin müvekkilinin tasarımına tecavüz yarattığını ileri sürerek, tasarıma tecavüzün tespiti, tecavüz fillerinin durdurulması, tecavüz konusu ürünlere el konulup toplatılmasını talep etmiş, ….03.2011 tarihli dilekçesi ile davalıların müvekkilinin 2009/01799 nolu çoklu tasarım tescil belgesine konu ……. nolu sokak lambası tasarımını izinsiz kullandıklarını belirtmiş, birleşen davada aynı nedenlerle ….000 TL maddi, ….000 TL manevi tazminatın davalılardan müştereken müteselsilen tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalılar vekilleri, asıl ve birleşen davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, asıl ve birleşen davanın reddine dair verilen karar davacı vekilinin temyizi üzerine Dairemizce onanmıştır.

Davacı vekili bu kez karar düzeltme isteminde bulunmuştur.

Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere ve hükme esas alınan bilirkişi heyeti asıl ve ek raporunda davalılardan…..’ın iş yerinde ele geçirildiği belirtilen dava konusu aydınlatma armatürlerinin parçalarına ait fotoğrafların mevcut halleriyle bütünlük arz etmeyen görselleri içerdiği ve davacı adına tescilli tasarım ile genel izlenimde yapılacak kıyaslamaya elverişli olmadığını mütalaa edilmesine, 554 sayılı KHK 51. maddesi “tescilli tasarımın izinsiz kullanılması sonucu uğranılan zarar tazminatının belirlenmesi için tazminat yükümlüsünden kullanımla ilgili belge talebine” ilişkin olup, ürün parçalarının bu madde kapsamında belge niteliği bulunmadığı gibi, davacının anılan madde kapsamında bir talebi bulunmadan temyiz incelemesinde dikkate alınamayacak olmasına, öte yandan TMK …. ve dava tarihi itibariyle uyuşmazlığa uygulanacak olan HUMK 239. maddesi (HMK 190/… ve 191 mad.) gereğince de ispat külfeti davacıda olup, el konulan ürünlerin resmi mercilerce davalı …. ….’a teslim edilmesi nedeniyle ispat külfetinin de yer değiştirmeyecek bulunmasına göre, davacı vekilinin HUMK 440. maddesinde sayılan hallerden hiçbirini ihtiva etmeyen karar düzeltme isteğinin reddi gerekir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacı vekilinin karar düzeltme isteğinin HUMK 442. maddesi gereğince REDDİNE, aşağıda yazılı bakiye …,… TL karar düzeltme harcının ve 3506 sayılı Yasa ile değiştirilen HUMK 442/…. maddesi hükmü uyarınca takdiren 265,00 TL para cezasının karar düzeltilmesini isteyenden alınarak Hazine’ye gelir kaydedilmesine, …/…/2016 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.

…- Dava, 554 sayılı Tasarım KHK’nın 48 vd. maddeleri uyarınca tescilli tasarımdan doğan hakka tecavüzün durdurulması, tecavüz konusu ürünlerin toplatılması ve imhası istemlerine ilişkindir.

…- Yerel mahkemenin davanın reddi kararını onayan Dairemizin 2014/10185-2015/7121 sayılı kararına ekli karşıoyumda da belirttiğim üzere; Somut olayda, davalı …. tarafından, tasarım konusu ürünlerin izinsiz olarak üretildiği iddiasıyla ….ı tarafından başlatılan hazırlık soruşturması kapsamında davalının işyerinde yapılan arama sırasında, davacı tarafın tasarımını ihlal ettiği ileri sürülen aydınlatma direğinin parçaları ele geçirilmiştir. 28.09.2009 tarihli arama ve el koyma tutanağında, tasarıma konu aydınlatma direği parçalarının, davalı işyerine ait ….. plaka sayılı araç içerisinde ele geçirildiği anlaşılmış ve söz konusu parçaların çok miktarda fotoğrafları soruşturma dosyasına eklenmiştir. Ne var ki, tasarım hakkına tecavüzü aynı zamanda suç olarak düzenleyen KHK’nın 48/A maddesinin Anayasa Mahkemesi tarafından, KHK ile suç ihdas edilemeyeceği gerekçesiyle ….06.2009 tarih ve 2005/57 – 2009/… sayılı kararıyla iptal edilmiş olması üzerine ele geçirilen ürün numunelerinin davalı ….’a iade edildiği ve hakkında başlatılan 2009/7029 sayılı hazırlık soruşturmasının da takipsizlikle sonuçlandırıldığı anlaşılmıştır.

…- Yerel mahkemece yapılan yargılama sırasında alınan bilirkişi raporlarında, sunulan fotoğraflardaki ürün parçalarının bütünleştirilmesi halinde, yaklaşık beş metre boyundaki aydınlatma direğini oluşturup oluşturmayacağını incelemek ve bu doğrultuda görüş bildirmek yerine, delilin hukuki niteliğini sorgulayarak verilen görevden kaçındıkları, daha çok ve ayrıntılı fotoğraflar ile ürün numunesine ihtiyaç duydukları, davacının kendi özel imkanları ile ele geçirilen her bir fotoğrafın, bütünün hangi kısmına ilişkin olduğunu da gösteren bütünleştirme çalışmasını dahi değerlendirmeden sunulan rapora itibar edilerek davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.

…- Öte yandan, ….. tarafından yapılan arama sırasında ele geçirilen somut ürün numuneleri davalıya teslim edildiğine göre, ele geçirilen parçaların tasarım hakkına tecavüz niteliğinde olmadığını ispat yükü davalıya aittir. Davalı, 554 sayılı KHK’nın 51.maddesi uyarınca, tecavüze konu delilleri ibraz etme yükümü altındadır. Ayrıca, 6100 sayılı HMK’nın 190/… maddesi uyarınca “İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir”. Ürün numuneleri davalının elinde bulunduğuna göre, kendisine teslim edilen ürün numunelerinin tasarım hakkına tecavüz etmediğini ispat yükü, bizzat ürün numunelerini sunmak veya kullanıldığı ya da satıldığı yerleri göstermek suretiyle davalı tarafa ait bulunmaktadır. Davacının, çekilen ürün parçalarına ilişkin fotoğrafları dosyaya sunması ve bunları kendi imkanı ile bütünleştirmiş olması, HMK 191. maddesi uyarınca ispat yükünü üzerine almış sayılamaz. Bütün bunlara rağmen yerel mahkemenin, bilirkişiden kendi ara kararına uygun rapor dahi almaksızın ve hukuka aykırı şekilde ispat yükünü de ters çevirerek tasarım hakkına tecavüz iddiasının ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine dair kararı ile söz konusu ret kararı onayan ve aynı gerekçeyle karar düzeltme isteminin reddeden Dairemiz çoğunluğunun görüşüne katılmıyorum.


YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/30165 Karar : 2016/6170 Tarih : 15.03.2016

  • HMK 191. Madde

  • Karşı İspat

A) Davacı/Karşı Davalı İsteminin Özeti:

Davacı/karşı davalı, iş akdinin haksız olarak feshedildiğini iddia ederek kıdem ve ihbar tazminatı, fazla çalışma ücreti, ulusal bayram ve genel tatil ücreti, izin ve ücret alacaklarının tahsilini talep etmiştir.

B) Davalı/Karşı Davacının Cevabının Özeti:

Davalı/karşı davacı, davanın reddini talep etmiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkeme, toplanan kanıtlar ve bilirkişi raporuna dayanarak davanın kısmen kabulüne karar vermiştir.

D) Temyiz:

Kararı davalı/karşı davacı temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:

1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davalı/karşı davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yerinde değildir.

2- Davacı işçinin fazla çalışma yapıp yapmadığı konusunda taraflar arasında uyuşmazlık bulunmaktadır.

Fazla çalışma yaptığını iddia eden işçi bu iddiasını ispatla yükümlüdür. Ücret bordrolarına ilişkin kurallar burada da geçerlidir. İşçinin imzasını taşıyan bordro sahteliği ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedir. Bir başka anlatımla bordronun sahteliği ileri sürülüp kanıtlanmadıkça, imzalı bordroda görünen fazla çalışma alacağının ödendiği varsayılır.

Fazla çalışmanın ispatı konusunda işyeri kayıtları, özellikle işyerine giriş çıkışı gösteren belgeler, işyeri iç yazışmaları delil niteliğindedir. Ancak, fazla çalışmanın yazılı belgelerle kanıtlanamaması durumunda tarafların, tanık beyanları ile sonuca gidilmesi gerekir. Bunun dışında herkesçe bilinen genel bazı vakıalar da bu noktada göz önüne alınabilir. İşçinin fiilen yaptığı işin niteliği ve yoğunluğuna göre de fazla çalışma olup olmadığı araştırılmalıdır.

İmzalı ücret bordrolarında fazla çalışma ücreti ödendiği anlaşılıyorsa, işçi tarafından gerçekte daha fazla çalışma yaptığının ileri sürülmesi mümkün değildir. Ancak, işçinin fazla çalışma alacağının daha fazla olduğu yönündeki ihtirazi kaydının bulunması halinde, bordroda görünenden daha fazla çalışmanın ispatı her türlü delille yapılabilir. Bordroların imzalı ve ihtirazi kayıtsız olması durumunda, işçinin bordroda belirtilenden daha fazla çalışmayı yazılı belge ile kanıtlaması gerekir. İşçiye bordro imzalatılmadığı halde, fazla çalışma ücreti tahakkuklarını da içeren her ay değişik miktarlarda ücret ödemelerinin banka kanalıyla yapılması durumunda, ihtirazi kayıt ileri sürülmemiş olması, ödenenin üzerinde fazla çalışma yapıldığının yazılı delille ispatlanması gerektiği sonucunu doğurmaktadır.

Somut uyuşmazlıkta, fazla çalışma yaptığını iddia eden davacı işçi, bu iddiasının ispatını tanık delili ile işyeri kayıtlarına dayanarak kanıtlamaya çalışmıştır. Öte yandan davalı işveren ispat yükünü taşıyan işçinin iddiasının doğru olmadığı hakkında delil sunabilir (HMK 191. Md.). Hükme esas alınan bilirkişi raporunda davacı tarafça sunulan elektronik ortamdaki giriş çıkış kayıtları genel olarak bir değerlendirmeye tabi tutulmuş, ancak davalı işverence ibraz edilen puantaj kayıtları dışındaki işyeri giriş ve çıkış kayıtlarının bir değerlendirmeye tabi tutulmadığı izlenimi edinilmiştir. Uyuşmazlıkta tanık beyanları dikkate alınarak haftalık fazla çalışma süresi saptanmıştır. Tanık delili takdiri delil niteliğindedir. Bu durumda kesin delilin olmadığı durumlarda sonuca etkilidir.

Ayrıca, dava dosyasına işverence sunulan 6 klasörlük deliller arasında 2008 yılından önceki döneme ait fazla mesailerin ödendiğine dair ödeme belgeleri ve banka kayıtlarının dosyaya ibraz edildiği ve bu konuda denetime elverişli bir değerlendirmenin yapılmadığı görülmüştür.

Davalı işverene karşı aynı konuda açılan benzer bir davanın Dairemizin 2014/29843 E. sayılı dosyasında yapılan temyiz denetiminde, işyeri kayıtları esas alınarak sonuca gidilmiş ve bu dava onanarak kesinleşmiştir.

Bu durumda, Mahkemece yapılacak iş Dairemizce aynı gün temyiz incelemesi yapılan 2014/29843 E. sayılı dosyadaki bilirkişi raporu da dikkate alınarak dosyaya ibraz edilen işyeri giriş çıkış kayıtları ve ödeme belgelerinin denetime elverişli olarak değerlendirildiği ek rapor alınarak fazla çalışma alacağı hakkında karar vermektir.

Eksik inceleme ve denetime elverişli olmayan rapora dayanılarak verilen kararın bozulması gerekmiştir.

3-Ayrıca davalının cevap dilekçesinde maddi ve manevi tazminat ile ihbar tazminatı talebinde bulunmasına karşın, Mahkemenin karşı dava hakkında hüküm kurmaması HMK.nun 297. maddesine aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

F) SONUÇ:

Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden ( BOZULMASINA ), oybirliği ile karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS