0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

İspat Hakkı

HMK Madde 189

(1) Taraflar, kanunda belirtilen süre ve usule uygun olarak ispat hakkına sahiptir.

(2) Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamaz.

(3) Kanunun belirli delillerle ispatını emrettiği hususlar, başka delillerle ispat olunamaz.

(4) Bir vakıanın ispatı için gösterilen delilin caiz olup olmadığına mahkemece karar verilir.



HMK Madde 189 Gerekçesi

1086 sayılı Kanunun 218 ve 287 nci maddelerindeki düzenlemelere kısmen karşılık gelen bu maddenin birinci fıkrası ile, ispat hakkı kavramı, kanunî sınırları belirtilmek suretiyle, bir davanın her iki tarafına da tanınmış olmaktadır. Böylece ispat, bu maddede taraflar bakımından sadece bir yük olmanın ötesinde aynı zamanda kanunî bir hak olarak düzenlenmiştir.

İkinci fıkra ile, ispat hakkının delillere ilişkin yönünün hukukî çerçevesi çizilmiş, bir davada ileri sürülebilecek her türlü delilin mutlaka hukuka uygun yollardan elde edilmiş deliller olması esası getirilmiştir. Fıkrada öngörülen düzenlemeye göre, hukuka aykırı olarak elde edildiği anlaşılan delillerin, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamayacağı düzenlenmek suretiyle, yargılama sırasında taraflarca sunulan delillerin elde ediliş biçiminin mahkeme tarafından re’sen göz önüne alınması ve delilin her ne surette olursa olsun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin tespit edilmesi hâlinde, diğer tarafça bir itiraz ileri sürülmese dahi mahkemece caiz olmadığına karar verilerek, dosya kapsamında değerlendirilmemesi ilkesi benimsenmiştir. Bu hususta mahkemece re’sen karar verilebileceği hususu dördüncü fıkra ile öngörülmüştür.

Üçüncü fıkra ile, mevcut uygulama ve öğretideki görüş birliğinden hareketle, senetle ispat zorunluluğunun temel dayanağı olan kanunî delil sistemi esası muhafaza edilmiştir.

Dördüncü fıkrada, gösterilen delillerin caiz olup olmadığına mahkemece re’sen karar verileceği hususu düzenlenmiştir.


HMK 189 (İspat Hakkı) Emsal Yargıtay Kararları


Hukuk Genel Kurulu 2017/2241 E. , 2021/847 K.

  • HMK 189
  • Yargılama aşamalarına göre ispat hakkı

Uyuşmazlığın çözümünde öncelikle, uyuşmazlık noktası özelinde, ispat yükünün belirlenmesi ve mahkemelerce delil toplanması usulü konularına kısaca değinmekte fayda vardır.

Hak arama özgürlüğünün tam olarak yerine getirilmesi, iddia ve savunma haklarının fiilen kullanılabilmesini gerektirir. Bu da, davacı ve davalıya ispat hakkı verilmesiyle sağlanabilir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 189/1. maddesine göre; taraflar, kanunda belirtilen süre ve usule uygun olarak ispat hakkına sahiptir. İspatın konusunu; tarafların üzerinde anlaşamadıkları, uyuşmazlığın çözümünde etkili olabilecek çekişmeli vakıalar oluşturur ve bu vakıaların ispatı için taraflarca delil gösterilir.

Davada gereksiz delil toplanmaması ve delillerin sağlıklı olarak yargılamaya kazandırılması için öncelikle dayanılan vakıalar bakımından ispat yükünün kimde olduğunun ve hangi delillerle bu vakıanın ispatlanabileceğinin belirlenmesi gerekir.

Dayanılan vakıaların kim tarafından ispat edilmesi gerektiği hususu ispat yüküyle ilgilidir ve ispat yükünün kimde olduğu konusunda iki temel kural vardır. Bunlar; kanunda aksine özel bir düzenleme olmadıkça; taraflardan her birinin, hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlü olması (4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, m. 6) ve iddia edilen vakıaya bağlanan hukukî sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafın ispat yükü altında olması (HMK, m. 190) kurallarıdır. Bu temel kurallara rağmen elbette ki kanuni veya fiili karine bulunması hâlinde ispat yükü bu karinelerin aksini savunan tarafta olacaktır.

Dava dilekçesinde davacı iddiasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini ve iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğini göstermek (HMK, m. 119/1-e,f) ve delillerin toplanabilmesi için başlangıçta alınması gereken masraf tutarı olan gider avansını dava açılırken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır (HMK, m. 120/1).

Yine, HMK’nın 121. maddesine göre “Dava dilekçesinde gösterilen ve davacının elinde bulunan belgelerin asıllarıyla birlikte harç ve vergiye tabi olmaksızın davalı sayısından bir fazla düzenlenmiş örneklerinin veya sadece örneklerinin dilekçeye eklenerek, mahkemeye verilmesi ve başka yerlerden getirtilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayıcı açıklamanın dilekçede yer alması zorunludur.”

Diğer yandan tüketici mahkemelerinde görülecek davalar basit yargılama usulüne tabidir (4077 sayılı ve somut olayda dava tarihi itibariyle uygulanması gereken mülga Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, m. 23/2; 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun, m. 73/4).

Basit yargılama usulünde HMK’nın 318. maddesi uyarınca “Taraflar dilekçeleri ile birlikte, tüm delillerini açıkça ve hangi vakıanın delili olduğunu da belirterek bildirmek; ellerinde bulunan delillerini dilekçelerine eklemek ve başka yerlerden getirilecek belge ve dosyalar için de bunların bulunabilmesini sağlayan bilgilere dilekçelerinde yer vermek zorundadır” ve yazılı yargılama usulünden farklı olarak iddianın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı dava açılmasıyla; savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi yasağı cevap dilekçesinin mahkemeye verilmesiyle başlar (HMK, m.319). HMK ve diğer kanunlarda basit yargılama usulü hakkında hüküm bulunmayan hâllerde, yazılı yargılama usulüne ilişkin hükümler uygulanır (HMK, m. 322/1).

Yazılı yargılama usulünde ise mahkeme ön inceleme duruşmasına daveti sırasında taraflara “Davetiyenin tebliğinden itibaren iki haftalık kesin süre içinde tarafların dilekçelerinde gösterdikleri, ancak henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları, bu hususların verilen süre içinde yerine getirilmemesi hâlinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılacaklarına karar verileceği”ni ihtar eder (HMK’nın 22.07.2020 tarihli, 7251 sayılı Kanun ile değişik 139. maddesinin 1/ç bendi; değişiklik öncesi hâliyle m. 140/5-1. cümlesi).

Bu ihtara rağmen dilekçelerinde gösterdikleri belgeleri sunmayan veya belgelerin getirtilmesi için gerekli açıklamayı yapmayan tarafın bu delillere dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilir (HMK’nın 7251 sayılı Kanun ile değişik 140. maddesi; değişiklik öncesi hâliyle m. 140/5-2. cümlesi). Anılan hükümlerin HMK’nın 322/1. maddesi gereği basit yargılama usulünde de işlerlik kazanacağında tereddüt bulunmamaktadır.

Taraflar, kendilerinin veya karşı tarafın delil olarak dayandıkları ve ellerinde bulunan tüm belgeleri mahkemeye ibraz etmek zorundadırlar (HMK, m. 219/1). Sadece taraflar değil HMK’nın 221/1. maddesinin açık hükmüyle mahkemece üçüncü kişi veya kurumun elinde bulunan bir belgenin taraflarca ileri sürülen hususun ispatı için zorunlu olduğuna karar vermesi hâlinde bu belgenin ibrazı emrinin gereğini yerine getirmek durumundadır.

Haklılığın ispatını sağlamaya yönelik bir diğer delil de bilirkişi incelemesidir. Mahkeme, çözümü hukuk dışında, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde taraflardan birinin talebi üzerine bilirkişinin görüşünün alınmasına karar verebileceği gibi ihtiyaç duyulduğunda kendiliğinden de bu yola başvurabilecektir. Ancak genel bilgi veya tecrübeyle ya da hâkimlik mesleğinin gerektirdiği hukukî bilgiyle çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişiye başvurulamaz (HMK, m. 266).

Elbette bilirkişinin özel ve teknik uzmanlığının bulunduğu konuda görüşünü en doğru ve sağlıklı şekilde oluşturması için dava dosyasında konuyla ilgili tüm bilgi ve belgeler toplanmalı, dosya bilirkişinin yapacağı teknik değerlendirme ve devamında mahkemenin tahkikat incelemesine hazır hâle gelmiş olmalıdır.

Başka bir anlatımla; sağlıklı bir tahkikat yapılabilmesi için kanuna ve amacına uygun şekilde ön inceleme aşamasının tamamlanması gerekir. Davada ileri sürülen vakıaların incelenebilmesi için yine dava malzemesi içinde yer alan ve vakıaların doğruluğuna ilişkin sunulan deliller belirli olmalı, özellikle belge mahiyetinde olan deliller taraflarca sunulmalı yahut mahkemenin bu belgelere nasıl ulaşacağının bilgisi verilmelidir. Zira tahkikat aşaması delillerin toplandığı değil değerlendirmesinin yapıldığı aşamadır ve deliller dosyaya girmeden, vakıalar netleşmeden yapılacak bir tahkikat gereksiz zaman ve emek kaybından başka hiçbir şey olmayacaktır. Zaten Kanun da buna izin vermemektedir. Bu sebeple aceleyle tahkikata başlamak zaman kazanma değil bilakis zaman kaybıdır (Pekcanıtez, H./Atalay, O./Özekes, M.: Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medenî Usûl Hukuku, 13. bası, Ankara 2012, s. 492).

Tüm bu açıklamalar ışığında somut olay incelendiğinde; eldeki uyuşmazlıkta davacı tüketici, aralarındaki kredi sözleşmesi çerçevesinde davalı bankanın haksız ve hukuka aykırı kesintiler yaptığını ileri sürmüş, sözleşme ve kesintilerle ilgili belgelerin davalı elinde bulunduğunu, bu delillerinin ilgili banka şubesinden istenmesini, bu belgeler ve varsa davalının delilleriyle birlikte değerlendirme yapılarak kesintilerinin ne kadarının haksız olduğunun tespitini talep etmiştir. Dava dilekçesinde deliller arasında sözleşmeyle ilgili davalı banka elindeki kayıtlara ve bilirkişi incelemesine dayanılmış, tevzi formundan anlaşıldığı üzere gider avansı da bilirkişi masrafı hesaba katılarak tamamlanmıştır.

Mahkeme 26.02.2014 tarihli tensip zaptıyla davalı banka şubesinde bulunan konuyla ilgili tüm belgeleri istemiş, bu yönde yazılan müzekkereye cevap verilmeden 02.06.2014 tarihli ek tensip tutanağı ile “ön inceleme ve tahkikat duruşmasının birlikte yürütülmesine” ve dosyanın bilirkişiye tevdine karar verilmiş, bankacı bilirkişi tarafından da dosyada incelemeye yeterli bilgi ve belge bulunmadığı belirtilerek eksik hususların ikmal edilmesi gerektiği yönünde ön rapor hazırlanıp dosyaya sunulmuştur. İlk celse ön rapora karşılık davacı vekili davalının delillerini sunmadığını, bu nedenle artık bilirkişi incelemesi yapılmasını istemediklerini beyan etmiş ve mahkemece aynı celse dava reddedilmiştir.

Yukarıda ayrıntılı şekilde açıklandığı üzere; hem bilirkişinin teknik inceleme yapabilmesi hem de mahkemece hukukî değerlendirmede bulunabilmesi için öncelikle dosyada tüm delillerin toplanması, uyuşmazlığı aydınlatmaya yarayacak ve taraflarca dile getirilen belgelerin temin edilmesi gerekir. Davacı tüketici kesintilerinin dökümünü gösterir hesap özeti yanında dayandığı tüm belgelerin bilgilerini sunmuş, bunların davalıdan teminini istemiş ve gerekirse bilirkişi incelemesi yapılabilmesi için gider avansını da yatırmıştır. HMK’nın 219 ve 220. madde düzenlemeleri çerçevesinde deliller usule uygun toplanmadan, bu yönde kurulan ara kararın gereği yerine getirilmeden, başka bir anlatımla dosya değerlendirme yapmaya hazır hâle gelmeden bilirkişiye gönderilmiştir. Ret kararının gerekçesinde, tüketiciden kredi sözleşmeleri çerçevesinde haksız kesinti yapıldığı iddiasıyla açılan davalarda Yargıtayın bankaların ancak kredi verilmesi için zorunlu masrafları isteyebileceği ve bu harcamaların neler olduğu konusunda ispat yükünün bankaya ait olduğu, bankadan bu yöne ilişkin delilleri sorulduktan sonra kesintilerin haklı ve makul olup olmadığının tespiti için bilirkişi raporu alınması gerektiği görüşünde olduğu, bu hâlde bilirkişi incelemesi yapılmasında zorunluluk bulunduğu ifade edilmiştir. Ne var ki dayanılan bu içtihada göre kesintilerin zorunlu ve makul olduğunu ispat yükü davalı bankanın üzerinde olmasına rağmen davalının bu yöne dair delilleri toplanmadan, bilirkişinin hesaplama yapmaya yeter görmediği dosya kapsamındaki deliller üzerinden hâkimin hesaplama yapmasının mümkün olmadığı şeklindeki gerekçeyle ispat yükünün davacıda olduğu sonucuna varılması yanılgılı olduğu gibi ihtiyaç duyulduğunda mahkemece re’sen bilirkişi görüşüne başvurulabileceği de göz ardı edilmiş ve eksik incelemeye dayalı olarak hüküm kurulmuştur.


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/15160 Karar : 2018/4145 Tarih : 29.03.2018

  • HMK 189. Madde

  • İspat Hakkı

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle kısa karar ile gerekçeli kararın hüküm fıkrasında tarafların Türk Medeni Kanunu’nun 166/3 maddesi gereğince boşandıklarının yazılmasının mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde olduğunun, ayrıca Hukuk Muhakemeleri Kanununun 189/2 maddesi uyarınca hukuka aykırı olarak elde edilen ses kaydının erkeğe yüklenen sadakatsizlik eyleminin ispatında dikkate alınmayacağının ve bu sebeple erkeğin sadakatsizliğinin ispatlanamadığının, ancak mahkemece kabul edilen ve gerçekleşen diğer kusurlu davranışlara göre boşanmaya sebep olan olaylarda davalı-karşı davacı erkeğin netice itibarıyla ağır kusurlu olduğunun anlaşılmasına göre, yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı harcın temyiz edene yükletilmesine, peşin alınan harcın mahsubuna ve 143.50 TL. temyiz başvuru harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına yer olmadığına, işbu kararın tebliğinden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 29.03.2018 (Per.)


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/5537 Karar : 2017/3127 Tarih : 11.04.2017

  • HMK 189. Madde

  • İspat Hakkı

Dava, aksine Kurum işleminin iptali ile ölüm aylığının bağlanması ve boşanma kararının kesinleşmesi tarihinden itibaren hak edilen aylıkların faizi ile Kurumdan tahsili istemine ilişkindir.

Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde davanın kabulüne karar vermiştir.

Hükmün, davalı Kurum avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Eski eşiyle 20.05.2009 tarihinde boşanmasını takiben 1479 sayılı Yasa kapsamında sigortalı olup da 10.09.1980 tarihinde vefat etmiş olan babası üzerinden hak sahibi sıfatıyla 08.03.2010 taihli tahsis talebine davalı kurumca yapılan inceleme sonrasında tutulan denetmen raporu ile halen ayrı yaşamadıklarının belirlenmesi nedeniyle reddedilmesinin ardından 02.07.2012 tarihli tahsis talebinin de reddedilmesi nedeniyle açıldığı anlaşılan eldeki davada, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş ise de verilen kararın eksik araştırma ve yanılgılı değerlendirmeye dayalı olduğu anlaşılmaktadır.

5510 sayılı Kanunun 56’ncı maddesinin ikinci fıkrasına dayalı açılan bu tür davalarda eylemli olarak birlikte yaşama olgusunun tüm açıklığıyla ve özellikle taraflar arasındaki uyuşmazlık konusu dönem yönünden ortaya konulması önem arz etmektedir. Bu aşamada,özellikle Anayasa`nın 20., 5510 sayılı Kanunun 59., 100., 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri Ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanunun 28., 45., 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 3., 45 – 53., 4857 sayılı İş Kanununun 32., 01.10.2011 günü yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 6., 24 – 33., 189., 190., 191., 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 6., 19., 20., maddeleri ve diğer ilgili mevzuat hükümleri göz önünde bulundurulmak suretiyle yöntemince araştırma yapılmalı, tarafların göstereceği tüm kanıtlar toplanmalı, bildirilen ve dinlenilmesi istenilen tanıkların ifadeleri alınmalı, davacı ile boşandığı eşinin yerleşim yerlerinin saptanmasına ilişkin olarak; muhtarlıktan ikametgah senetleri elde edilmeli, ilgili Nüfus Müdürlüklerinden sağlanan nüfus kayıt örnekleri ile yerleşim yeri ve diğer adres belgelerinden yararlanılmalı, adres değişiklik ve nakillerine ilişkin bilgilere ulaşılmalı, özellikle ilgili Nüfus Müdürlüğü’nden adres hareketleri, tarihleriyle birlikte istenilmeli, ilgililerin su, elektrik, telefon aboneliklerinin hangi adreste kimin adına tesis edildiği saptanmalı, seçmen bilgi kayıtları getirtilmeli, varsa çalışmaları nedeniyle resmi/özel kurum ve kuruluşlara verilen belgelerde yer alan adresler dikkate alınmalı, boşlanılan eş 4857 sayılı Kanun hükümleri kapsamında yer almakta ise adına ödeme yapılabilecek özel olarak açılan banka hesabı bulunup bulunmadığı belirlenmeli,davacının kiracı olarak kaldığı iddiası bakımından kira sözleşmesi olup olmadığı, var ise, bu kira sözleşmesinin kim tarafından imzalandığı, kira bedellerinin kim tarafından nasıl yatırıldığı araştırılmalı, 2009 yılından itibaren görev yapan anılan mahalleler muhtar ve azalarının tanık sıfatıyla bilgi ve görgülerine başvurulmalı, 26.03.2010 tarihinde düzenlenen tutanak içerikleri dikkate alınmalı, böylelikle “boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama” olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği, toplanan kanıtlar ışığı altında değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre hüküm kurulmalıdır.

Diğer taraftan, uyuşmazlığın çözümü açısından özellikle belirtilmelidir ki, 5510 sayılı Kanunun 59 ve 100. maddeleri uyarınca Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi kanıtlanıncaya kadar geçerlidir. Diğer bir anlatımla, yetkili kişilerce düzenlenen ve tarafların ihtirazi kayıt koymaksızın imzaladığı tutanaklar aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olup, aksi ancak yazılı delille kanıtlanabilir.

Ne var ki, aksi kanıtlanıncaya kadar geçerli olan “tutanaklar” ile ifade edilen; Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından belgelere dayalı olarak düzenlenmiş olanlar ile belgeye dayalı olmamakla birlikte düzenlenmesinde hazır bulunan işveren, işçi veya üçüncü kişi beyanları uyarınca düzenlenerek doğruluğu ilgili kişilerin imzaları ile tasdik edilen ve imza inkârına konu olmayan tutanaklardır.

Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları tarafından yapılan incelemelere dayalı tutanakların değerlendirildiği ve varılan sonucun yazıya geçirildiği raporların, sadece memur veya müfettiş tarafından düzenlenmiş olmaları, anılan raporların 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92/son maddesi ile 5510 sayılı Kanunun 59 ve 100. maddeleri kapsamında aksinin yazılı delille kanıtlanması gereken belgeler olarak kabulleri için yeterli değildir.

Buna göre, özellikle, rapor veya ekli tutanaklarda imzası bulunmayanlar yönünden, söz konusu tutanakların aksinin yazılı delille kanıtlanması yükümünden söz etmek mümkün değildir.

Kurumun denetim ve kontrol ile görevlendirilmiş memurları ve iş müfettişi raporlarının, rapora dayanak alınan tutanaklar ile birlikte değerlendirilmesi ve ancak belirtilen nitelikteki ekli tutanakların anılan Kanun kapsamında aksi sabit oluncaya kadar geçerli belge olduğunun kabulü, değinilen yasal düzenlemeler karşısında zorunludur.

Eldeki davada ise, davacı hakkında, davacının ilk tahsis talep ettiği tarihte belirlenen Şehitler Mahallesi muhtarının Kurum denetmenine verdiği beyan ile, yargılamada alınan beyanı arasındaki açık çelişkinin giderilmesi, davacı ile boşandığı eşinin adres kayıtları farklı çıkmış olsa da, eski eş hakkında mahkemece banka kayıtlarının araştırılması esnasında bankalardan gelen yazı cevaplarına göre eski eşin galericilik yaptığı ve şehitler mahallesindeki davacının ikamet ettiği adresin belirtilmesi nedeniyle, hem davacı, hem de eski eş hakkında dosya arasındaki tüm adresler bakımından ve bu arada …Köyü Muhtarlığı`ndan kaldığı adresin komşu ve eski eşin Turgutlu İlçesinden beyan ettiği adreslerin her birinde yakın komşulardan ayrıntılı bir araştırma yapılması ile mümkünse bankalardan eski eşin adreslerini beyan tarihlerinin araştırılması, davacının 29.06.2012 tarihindeki adres değişikliği gerçekleştirdiği yer (Özyurt Mahallesi) bakımından da aynı şekilde komşu ve muhtarlardan tanıklar tespit edilerek beyanlarına başvurulması, davacı ile eski eşinin 01.10.2008 tarihinden sonraki seçim kayıtları ile medula sistemi üzerindeki adres kayıtlarının mahkemece araştırılması ile davacının boşandıktan sonra kaldığı anlaşılan evin eski eşe ait olup olmadığı, bu arada davacı ve eski eşi hakkında hem köyde hem de … Mahallesinde yapılan araştırma ile 12.07.2012 ve 19.07.2012 tarihlerinde tutulan jandarma tutanaklarının onaylı bir örneği ile bu adreslerin kapatılma nedenlerinin ve sonraki adres beyanlarının araştırılması ile son adreslerinin ayrı ayrı tespiti ile yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde ayrıntılı bir araştırma ile boşanılan eşle eylemli olarak birlikte yaşama” olgusunun gerçekleşip gerçekleşmediği, toplanan kanıtlar ışığı altında dava değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre hüküm kurulmalıdır.

Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece eksik inceleme ve araştırma sonucu davanın reddine karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir

O hâlde, davalı Kurum avukatının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları nazara alınmalı ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 11.04.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/14742 Karar : 2017/2577 Tarih : 7.03.2017

  • HMK 189. Madde

  • İspat Hakkı

Davacı vekili; müvekkili ile davalının Aile Mahkemesinin 2013/254 E. 2013/946 K. karar sayılı ilamı ile boşandıklarını, mahkemece davalı lehine aylık 1.000 TL yoksulluk nafakasına hükmedildiğini, ancak davalının Erkan isimli kişi ile fiilen evliymiş gibi yaşadığını, davalının internet ortamında yayınladığı resim ve videolarla fiili evliliğin tespit edildiğini ileri sürerek, davalı lehine bağlanan yoksulluk nafakasının kaldırılmasını talep etmiştir.

Davalı vekili; Nafakanın kaldırılması davasında davanın reddini dilemiş, birleşen 2015/715 Esas sayılı davada ise; yoksulluk nafakasının 1.500TL`ye artırılmasını talep etmiştir.

Mahkemece; CD kayıtları ve dinlenen tanık beyanları ile nafaka alacaklısı olan davalının kısa bir süre de olsa evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi beraberlik yaşadığının ispatlandığı, TMK`nun 176/3. maddesinde yer alan koşulların oluştuğu gerekçesiyle; asıl davanın kabulü ile davalı lehine bağlanan yoksulluk nafakasının kaldırılmasına, birleşen davanın ise reddine karar verilmiş; hüküm, davalı ? birleşen dosyada davacı tarafından temyiz edilmiştir.

1-Asıl davaya yönelen temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Nafaka yükümlüsü davacı, nafaka alacaklısı olan davalının evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi beraber yaşadığını ileri sürerek, nafakanın kaldırılmasını istemiştir.

Türk Medeni Kanunun 176/3. maddesi; “İrat biçiminde ödenmesine karar verilen maddî tazminat veya nafaka, alacaklı tarafın yeniden evlenmesi ya da taraflardan birinin ölümü hâlinde kendiliğinden kalkar; alacaklı tarafın evlenme olmaksızın fiilen evliymiş gibi yaşaması, yoksulluğunun ortadan kalkması ya da haysiyetsiz hayat sürmesi hâlinde mahkeme kararıyla kaldırılır.” hükmünü içermektedir.

Öncelikle, mahkeme kararında gerekçe olarak dayanılan; davacı nafaka yükümlüsü tarafından (facebook ve WhatsApp`tan alındığı iddia olunan) görüntü kayıtlarından ibaret olan delilinin hukuken geçerli ve hükme esas alınabilecek bir delil niteliğinde olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.

01.10.2011’de yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu`nun !İspat hakkı” başlığını taşıyan 189/2. maddesinde; “Hukuka aykırı olarak elde edilmiş olan deliller mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamız.” hükmü ile açıkça hukuka aykırı olarak elde edilmiş delilerin ispat gücü olmayacağı kabul edilmiştir.

Böylece Hukuk Yargılamasında da ispat hakkının delillere ilişkin yönünün hukuki çerçevesi çizilmiş; bir davada ileri sürülebilecek her türlü delilin mutlaka hukuka uygun yollardan elde edilmiş olması, eş söyleyişle yasak delil niteliğinde olmaması esası getirilmiştir.

Anılan düzenlemeye göre, hukuka aykırı olarak elde edildiği anlaşılan delillerin, mahkeme tarafından bir vakıanın ispatında dikkate alınamayacağı düzenlenmek suretiyle yargılama sırasında taraflarca sunulan delillerin elde ediliş biçiminin mahkeme tarafından re`sen gözönüne alınması ve bu delillerin hukuken meşru yol ve yöntemlerle elde edildiği, delilin her ne suretle olursa olsun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin tesbiti halinde, diğer tarafça bu konuda itiraz ileri sürülmese dahi mahkemece bu sunulan delillerin caiz olmadığına karar verilerek, dosya kapsamında değerlendirilmemesi ilkesi benimsenmiştir.

Diğer taraftan, hukuka aykırı elde edilen delillerin yargılamada değerlendirilmesi konusunda 01.10.2011 tarihine kadar Medeni Usul Hukukunda açık bir yasa hükmü olmadığı halde, gerek mülga 1412 sayılı CMUK’nda gerekse de 5271 sayılı CMK’nda açık düzenleme yapılmıştır. Mülga 1412 sayılı CMUK’nun 254/2. maddesinde “Koğuşturma makamlarının hukuka aykırı şekilde elde ettikleri deliller hükme esas alınamaz.” denilmiş, 5271 sayılı CMK`nun 206/2-a maddesinde “ortaya konulması istenilen delilin, kanuna aykırı olarak eldeedilmesi halinde reddolunacağı” düzenlendiği gibi Anayasa?nın 38. maddesinin altıncı fıkrasında, kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği açıkça hükme bağlandığından ve bu Anayasal kural, her ne kadar, ceza yargısına ilişkin gibi görünse de, tüm yargı çeşitleri, bu arada adlî yargı bütünü içinde yer alan hukuk yargısı bakımından da geçerlilik taşıyan bir düzenleme konumunda olduğu, yargısal uygulamalarda kabul edilmiştir.

Burada sözü geçen hukuka aykırılıklardan birisi de özel hayata yapılan haksız müdahaledir. Ancak özel hayatın gizliliği diye ifade edilen ve sadece bireyi ilgilendiren alana hiçbir şekilde müdahale edilemez. Örneğin, kişinin özel hayatı cinsel yaşamı böyledir. Hayatın bu gizli alanı ihlal edilerek bir delil elde edilmiş ise, bunu kim, nasıl ve hangi amaçla elde etmiş olursa olsun sözonusu delil ceza mahkemesinde delil olarak kullanılamaz. Zira, hayatın gizli alanı bir delil elde etme yasağı teşkil eder.(Öztürk, B.Yeni Yargıtay Kararları Işığında DelilYasakları, Ank.1995, s.116 vd.)

6100 sayılı HMK öncesindeki yargısal uygulamalarda somut olayın özelliğine göre farklı yaklaşımlar olmakla birlikte temelinde bir delilin hukuka aykırı olarak elde edilmesi ile hukuka aykırı olarak yaratılmasının farklı olarak ele alındığı, hukuka aykırı yaratılan delilin hiçbir şekilde yargılamada kabul edilmemesine karşın, hukuka aykırı olarak elde edilen delil konusunda olayın özelliğine göre farklı değerlendirmelerde bulunulduğu görülmektedir. Ancak, Anayasanın 2. maddesindeki Hukuk Devleti ilkesi ile Anayasanın 38/6. maddesindeki hukuka aykırı yol ve yöntemlerle elde edilen delillerin hiçbir şekilde yargılamada kullanılamayacağı yolundaki düzenleme ve yukarıda açıklanan 6100 Sayılı HMK` nun 189/2. maddesi birlikte değerlendirildiğinde; açıkça hukuka aykırı olarak elde edilmiş delillerin ispat gücü olmayacağı kabul edilmiştir. Dolayısıyla, hukuka aykırı (yaratılmış veya elde edilmiş) delillerin hiçbir şekilde ispat aracı olarak kullanımı artık mümkün değildir.

Bir delilin mahkemece kabul edilmesi için, o delilin usulsüz ve hukuka aykırı olarak yaratılmamış olması ve hukuka aykırı biçimde elde edilmemesi şarttır. Yasak delilin kapsamına hukuka aykırı bir şekilde yaratılan deliller ile hukuka aykırı yol ve yöntemlerle eldeedilen deliller girdiğinden artık bu kapsamda kabul edilen deliller hiç bir şekilde hukuka uygun ve meşru bir delil olarak kabulü olanaklı değildir. Anılan ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 15.02.2012 tarihli ve 2011/2-703 E-70 K. sayılı kararında da benimsenmiştir.

Somut olayda, toplanan delillerin birlikte değerlendirilmesinden; nafaka alacaklısı olan davalının, tanık olarak dinlenen şarkıcı …`a ait şarkının klip çekimi nedeniyle Erhan K…. isimli oyuncu ile birlikte yer aldığı çekim görüntülerinin, (klibin yayınlanmasından vazgeçilmesi üzerine) davacı nafaka yükümlüsü tarafından hukuka aykırı olarak elde edildiği sabittir. Diğer taraftan, hukuka aykırı olarak elde edilen klip görüntülerinin, paylaşımlarının yapıldığı sosyal medya hesaplarının kendisine ait olduğu hususu da davalı tarafından kabul edilmediği gibi, davacı taraf sosyal medya hesaplarının (Facebook/WhatsApp) ve bu hesaplardaki paylaşımlarında davalı tarafından yapıldığı hususunu da ispatlayamamıştır.

Ayrıca, sosyal medya hesaplarında yapılan paylaşımların, ancak hesabın sahibi veya aynı paylaşım ortamında (facebook/WhatsApp) bulunan kişilerce delil olarak kullanımının mümkün olduğu düşünülebilecektir. Diğer bir anlatımla, sahte profil oluşturup paylaşımlarda bulunmak veya kişi profillerinde hesap sahibinin bilgisi, muvafakatı ve izni olmaksızın yapılan paylaşımların delil olarak sunulması halinde, bunların 6100 Sayılı HMK`nun 189/2. maddesi kapsamında hukuka aykırı delil kabul edilmesi gerekir.

Hal böyle olunca, mahkemece; davacı nafaka yükümlüsü tarafından sunulan delillerin bir bölümünün hukuka aykırı olarak elde edilmiş olduğu, diğer delillerin ise hukuka aykırı bir şekilde yaratılmış olduğu gözetilerek, dosya kapsamındaki diğer delillerle de ispat edilemeyen nafakanın kaldırılması davasının reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile davanın kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırıdır.

2- Birleşen davaya yönelen temyiz itirazlarının incelenmesinde;

Nafaka alacaklısı davacı, birleşen davada; boşanma davasında hüküm altına alınan yoksulluk nafakasının aradan geçen süreç içerisinde yetersiz hale geldiğini ileri sürerek, nafakanın artırılmasını istemiştir.

Bu durumda, mahkemece; birleşen davada taraflarca bildirilen delillerin usulünce toplanması ve ulaşılacak sonuca göre istem hakkında bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile birleşen davanın reddine karar verilmiş olması doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci ve ikinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK’nun 428. maddesi gereğince davalı-davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK`nun 440. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, oy birliğiyle karar verildi


YARGITAY 6. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/6417 Karar : 2016/1850 Tarih : 10.03.2016

  • HMK 189. Madde

  • İspat Hakkı

Dava, icra takibine yönelik menfi tespit istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekili dava dilekçesinde, takip alacaklısının … İcra Müdürlüğünün 2013/26362 Esas nolu dosyası ile hakkında takip başlattığını, icra takibinde kira alacağı talebinde bulunduğunu, davalı ile ne yazılı ne de şifahi bir kira sözleşmesi yapmadığını, taşınmazın maliki iken davalının hile ile taşınmazı devraldığını belirterek icra takibi nedeniyle borçlu olmadığının tespitine, takibin iptaline, karar verilmesini talep etmiştir. Davalı davaya konu taşınmazı davacıdan satın aldığını, davanın haksız olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece davacının icra takibine itiraz etmediği, tanık beyanları doğrultusunda kira borcunun bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

HMK’nun 190.maddesi uyarınca ispat yükü, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Somut olayda davalı 19.11.2013 tarihinde başlattığı icra takibi ile sözlü kira ilişkisine dayanarak aylık 500,00 TL den bir yıllık kira bedeli olmak üzere 6.000 TL kira alacağının tahsilini istemiştir. Davacı kira ilişkisini kabul etmemiştir. Bu açıdan kira sözleşmesinin varlığını ispat külfeti davalıya aittir. HMK’nun 189/3.maddesi uyarınca kanunun belirli delillerle ispatını emrettiği hususlar başka delillerle ispat olunamaz. Aynı yasanın 200.maddesine göre bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin yapıldıkları zamanki miktar ve değeri 2.500 Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir. Davalı aylık kira bedelinin 500,00 TL olduğunu ileri sürdüğüne göre davalı kira sözleşmesin tanık beyanları ile kanıtlayamaz. Davacı borçlunun icra takibine itiraz etmemesi de kira akdinin varlığını kabul ettiği anlamına gelmez. Mahkemece davalının kira sözleşmesinin varlığını ispat edemediği dikkate alınarak davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken bu hususlar gözönünde bulundurulmadan yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.

Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 10.03.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 6. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/2363 Karar : 2016/234 Tarih : 21.01.2016

  • HMK 189. Madde

  • İspat Hakkı

Dava, kira alacağının tahsili istemiyle başlatılan icra takibine davalı borçlu tarafından süresinde yapılan itirazın iptali istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacılar dava dilekçesinde, işyeri(dükan) nitelikli mecurun 3/4 hissedarı olduklarını 1/4 hissedarın ise dava dışı … olduğunu aralarında anlaşarak davalı ile 01.04.2013 başlangıç tarihli aylık 400TL kira bedelli sözlü kira sözleşmesi yaptıklarını, hisselerine düşen aylık 300TL’ nin hiç ödenmediğini belirterek 08.04.2014 takip tarihli icra dosyasında 05.04.2013 ile 05.04.2014 tarihleri arasında muaccel olan 13 aylık toplam 3900TL nin tahsilini istedikleri, davalı tarafından yapılan itirazda, kira sözleşmesinin … ile yapıldığı, davacılarla kira sözleşmesi olmadığı, husumet nedeniyle reddi gerektiği, bankaya … hesabına aylık 400TL’nin ödendiği ve borcun olmadığı belirtilmiştir. Davacı davalının itirazının haksız ve yersiz olduğunu belirterek itirazın iptaline, %20 icra inkar tazminatına karar verilmesini istemiştir. Davalı cevap dilekçesinde; davacıların husumetinin bulunmadığını, kira sözleşmesinin dava dışı … ile yapıldığını ve … banka hesabına aylık 400TL ödemenin yapıldığını belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.

HMK’nun 190.maddesi uyarınca ispat yükü, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. HMK’ nun 189/3.maddesi uyarınca kanunun belirli delillerle ispatını emrettiği hususlar başka delillerle ispat olunamaz. Aynı yasanın 200.maddesine göre bir hakkın doğumu, düşürülmesi, devri, değiştirilmesi, yenilenmesi, ertelenmesi, ikrarı ve itfası amacıyla yapılan hukuki işlemlerin yapıldıkları zamanki miktar ve değeri 2.500 Türk Lirasını geçtiği takdirde senetle ispat olunması gerekir.

Olayımıza gelince; Davacılar, 01.04.2013 başlangıç tarihli sözlü işyeri kiralama sözleşmesine dayanarak davalıdan hisselerine düşen 3900TL kira alacağının tahsilini istemiştir. Davalı ise taraflar arasında yazılı ve sözlü kira ilişkisi bulunmadığını savunmuştur. Somut olayda davacılar kira ilişkisinin varlığından hareketle alacak isteminde bulunduğuna göre kira ilişkisinin varlığını ispat külfeti davacılara aittir. Davacılar yazılı delillerle kiracılık ilişkisini kanıtlayamazlarsa delil listesinde “yemin” ibaresinin bulunmasına göre davacıya açıkça taraflar arasında kira ilişkisi bulunup bulunmadığı konusunda davalıya yemin teklif etme hakkı olduğu hatırlatılmalıdır. Davacının kiracılık ilişkisini ispatlayamaması durumunda davalının dava dışı … ile kira sözleşmesi yaptığı kabul edildiğinden davacıların paylarına düşen kira alacağını istemelerinde bir usulsüzlük bulunmamaktadır. Ancak davalı, dava dışı … hesabına dava konusu dönem kiralarını yatırdığını kanıtladığından davacıların paylarına düşen kira bedellerini dava dışı …’dan istemeleri gerekmektedir. Mahkemece açıklanan bu hususlar gözetilerek davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle davanın kabulüne karar verilmiş olması doğru değildir.

Hükmün bu nedenlerle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalının temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 21.01.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS