0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Davaların Ayrılması

HMK Madde 167

(1) Mahkeme, yargılamanın iyi bir şekilde yürütülmesini sağlamak için, birlikte açılmış veya sonradan birleştirilmiş davaların ayrılmasına, davanın her aşamasında, talep üzerine veya kendiliğinden karar verebilir. Bu durumda mahkeme, ayrılmasına karar verilen davalara bakmaya devam eder.



HMK Madde 167 Gerekçesi

“Davaların ayrılması” başlığını taşıyan bu maddede 1086 sayılı Kanunun 46 ncı maddesi metnine bağlı kalınmış olup, davaların ayrılmasına karar verilmesi hâlinde mahkeme, davaları başka bir mahkemeye göndermeyip, bizzat bakmaya devam edecektir. Sözü edilen husus, usul ekonomisinin bir gereği olarak bu düzenlemeye yansıtılmıştır.

Öte yandan, 1086 sayılı Kanunun 47 nci maddesi hükmü, uygulama alanının bulunmaması sebebiyle ve teorideki düşüncelere de uygun olarak bu Tasarıda yer almamıştır.


HMK 167 (Davaların Ayrılması) Emsal Yargıtay Kararları


YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/5939 Karar : 2017/8849 Tarih : 11.10.2017

  • HMK 167. Madde

  • Davaların Ayrılması

Davacı vekili, borçlular … Ltd.Şti ve … hakkında 6183 sayılı Yasa gereğince takip yaptıklarını, kamu alacağının tahsil edilmediğini ve borçluların alacağın tahsili önlemek amacı ile dava konusu taşınmazlarını diğer davalılara devrettiklerinden, bu tasarrufların iptalini talep etmiştir. Davalı vekilleri ayrı ayrı verdikleri cevap dilekçelerinde, haksız açılan davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, dava konusu tasarrufların borcun kesinleşmesinden önce olduğu, davalı 3.kişilerin iyiniyetli oldukları ve borçlu şirket ve yetkilileri ile bir ilgilerinin olmadığı, muvazaanın ispatlanmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava, 6183 sayılı Yasa`nın 24 devamı maddelerine dayanılarak açılmış tasarrufun iptali istemine ilişkindir.

1-6183 sayalı Yasa`nın 25.maddesinde “iptal borçlu ile hukuki muamelede bulunan veya borçlu tarafından kendilerine ödeme yapılan kimselerle, bunların mirasçıları ve suiniyet sahibi diğer üçüncü şahıslara karşı istenileceği” belirtilmiştir. Buna göre davalı olarak borçlu ile birlikte lehine tasarrufta bulunan üçüncü kişi ve bunlar tarafından devir halinde diğer üçüncü kişilerin yasal hasım olmaları gerektiği açıktır. Taraf ehliyeti dava koşullarından olup mahkemece öncelikle ve resen incelenmesi gerekenususlardandır.

Somut olayda, davalı borçlu … eldeki dava açıldıktan sonra tarihinde vefat ettiği, mirasçılarının davaya dahil edildiği, mirasçıların … 5 Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/2168 Esas 2011/2171 Karar sayılı mahkeme kararı ile murisin mirasının reddettiği anlaşılmaktadır. Zorunlu hasım olan borçlunun en yakın mirasçıları mirası reddettiğinden konunun miras hükümleri çerçevesinde çözümlenmesi gereklidir. Bu durumda, anılan mirasın reddi kararının kesinleşip kesinleşmediği araştırılarak kesinleşmesi halinde mahallin Sulh Hukuk Hakimine durum bildirilerek mirasın iflas kurallarına göre tasfiyesinin sağlanmalı, anılan mahkemece atanacak ve yetkilendirilecek tereke temsilcisinin huzuru ile davaya devam olunmalıdır.

Açıklanan nedenlerle taraf teşkili sağlanmadan kurulan hüküm isabetli görülmemiştir. Zira mirasın tasfiyesi işlemleri talebe bağlı işlemler olmayıp mirasın reddedildiğinin anlaşılması ile res’en yapılması gereken işlemlerdendir. Talep üzerine yapılabilirliği bu özelliğini ortadan kaldırmaz.(Yargıtay 2.Hukuk Dairesinin 27.1.1995 gün ve 1995/13145,1995/947; HGK`nun 29.1.1975 gün 1682-100 ve 3.7.2002 gün 15/572-577 sayılı kararları aynı doğrultudadır)

2-HMK`nun 167.maddesi gereğince yargılamanın iyi bir şekilde yürütülmesini sağlamak için davanın her aşamasında talep halinde veya kendiliğinden ayrılmasına karar verir. Dava konusu olaydaki tasarrufların bağımsız olduğu ayrı ayrı karar vermek gerektiği, taraf ve taşınmaz sayısının fazlalığı dikkati alınarak, yargılamanın daha sağlıklı yürütülmesi için taşınmaz veya davalıların belli gruplar halinde ayrılmasına karar verilmemesi de isabetsiz bulunmuştur.

SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair temyiz itirazların şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 11.10.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/11338 Karar : 2017/2301 Tarih : 21.02.2017

  • HMK 167. Madde

  • Davaların Ayrılması

Davacı … vekili, evlilik birliği devamında davalılardan eski eş … adına bir adet traktör alındığını, bu traktörün davacıdan mal kaçırmak amacıyla diğer davalı erkek kardeşi Ahmet`e devredildiğini belirterek mal rejiminin tasfiyesi ile fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 25.000,00 TL katılma alacağının, birleşen dava dilekçesinde ise katılma alacağı yönünden şimdilik 8.483,40 TL faizin davalılardan tahsilini talep etmiştir.

Mahkemece, asıl ve birleşen davanın davalı … yönünden kabulü ile 18.852,00 TL katılma alacağı, 8.483,40 TL faiz alacağının tahsiline, asıl dava ve birleşen davanın davalı … yönünden ise pasif husumet yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiştir. Hüküm, süresi içerisinde davalı …`e yönelik kısım yönünden davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 sayılı HMK m. 33). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, artık değere katılma alacağı isteğine ilişkindir.

Mal rejiminin devamı süresince, bir eşin sahip olduğu edinilmiş malda, diğer eşin artık değerin yarısı oranında katılma alacak hakkı vardır. Artık değere katılma alacağı; eklenecek değerlerden (TMK m. 229) ve denkleştirmeden (TMK m. 230) elde edilen miktarlar da dahil olmak üzere, eşin edinilmiş mallarının (TMK m. 219) toplam değerinden, bu mallara ilişkin borçlar çıktıktan sonra kalan artık değerin (TMK m. 231) yarısı üzerindeki diğer eşin alacak hakkıdır (TMK m. 236/1). Katılma alacağı Yasa`dan kaynaklanan bir hak olup, bu hakkı talep eden eşin gelirinin olmasına veya söz konusu mal varlığının edinilmesine, iyileştirilmesine ya da korunmasına katkıda bulunulmasına gerek yoktur.

Artık değere katılma alacak miktarı hesaplanırken, mal rejiminin sona erdiği sırada mevcut olan malların, bu tarihteki durumlarına göre, ancak tasfiye tarihindeki sürüm (rayiç) değerleri esas alınır (TMK m. 227/1, 228/1, 232 ve 235/1). Yargıtay uygulamalarına göre, tasfiye tarihi karar tarihidir.

Belirli bir malın eşlerden birine ait olduğunu iddia eden kimse, iddiasını ispat etmekle yükümlüdür. Eşlerden hangisine ait olduğu ispat edilemeyen mallar onların paylı mülkiyetinde sayılır. Bir eşin bütün malları, aksi ispat edilinceye kadar edinilmiş mal olarak kabul edilir (TMK m. 222). Değer tespiti, belirleme ve hesaplamaların yapılabilmesi için gerek görülürse konusunun uzmanı bilirkişi veya bilirkişilerden de yardım alınmalıdır.

Somut olaya gelince; eşler, 15.02.2003 tarihinde evlenmiş, 20.07.2007 tarihinde açılan boşanma davasının kabulüne ilişkin hükmün, 28.01.2011 tarihinde kesinleşmesiyle boşanmışlardır. Mal rejimi boşanma davasının açıldığı tarih itibarıyla sona ermiştir (TMK m. 225/son). Sözleşmeyle başka mal rejiminin seçildiği ileri sürülmediğinden evlilik tarihinden mal rejiminin sona erdiği tarihe kadar, edinilmiş mallara katılma rejimi geçerlidir (4722 sayılı yasanın m. 10, TMK m. 202/1). Tasfiyeye konu traktör eşler arasında edinilmiş mallara katılma rejiminin geçerli olduğu 25.11.2005 tarihinde satın alınarak davalı eski eş Hüseyin adına tescil edilmiştir. Davalı aracı 09.06.2007 tarihinde diğer davalı …`e satmıştır. Mal rejiminin tasfiyesinde eşlerin bağlı bulunduğu rejime ilişkin hükümler uygulanır (TMK m. 179).

Yukarıda açıklanan yasal düzenleme ve ilkeler uyarınca yapılan incelemede;

Dosya kapsamından davalı eski eş …‘in, diğer davalı …‘e edinilmiş mal niteliğinde olan aracı devretmesi, TMK m. 229/2 uyarınca artık değere katılma alacağı hesabında eklenecek değer niteliğindedir. Aynı maddenin son fıkrasında (TMK m. 229/2-son) ise; bu gibi kazandırma veya devirlere ilişkin uyuşmazlıklarda mahkeme kararının, davanın kendisine ihbar edilmiş olması koşuluyla, kazandırma veya devirden yararlanan üçüncü kişilere karşı da ileri sürülebileceği öngörülmüştür. Bu tasarruflardan kaynaklanan katılma alacağından öncelikle, davalı eski eş… sorumludur. Bu aşamada diğer davalı ile birlikte müteselsil sorumluluğu oluşmamıştır. Diğer yandan, bu gibi kazandırma veya devirden yararlanan üçüncü kişilere karşı dava açılabilmesinin koşulları da, TMK 241. maddesinde düzenlenmiştir. İşte, belirtilen bu ihbarın yapılmış olmasının yaratacağı hukuki sonuç; üçüncü kişi aleyhine sonradan aynı Kanun`un 241. maddesine dayanılarak alacak davası açıldığında, 229. maddedeki kazandırma veya devir koşullarının gerçekleşip gerçekleşmediğinin yeniden araştırma konusu yapılmamasıdır.

Eşin talep hakkı, edinilmiş malın mülkiyetine yönelik bir ayni hak olmayıp, malın değeri üzerinden hesaplanan bir alacak hakkı niteliğinde olduğundan; karşılıksız kazandırma veya devrin yapıldığının tespit edilmesi halinde, işlemin (tasarrufun) iptaline karar verilemez ve eşle birlikte üçüncü kişi davalı olarak gösterilse bile, bu aşamada davacı lehine hüküm altına alınan katılma alacağından üçüncü kişi sorumlu tutulmaz. Üçüncü kişi hakkında eşle birlikte dava açılması halinde; kararda TMK. 229. maddesindeki amaç ve doğrultuda üçüncü kişi lehine kazandırma veya devir yapıldığının tespit edilmiş olması yeterlidir. İlk aşamada hüküm davalı eski eş yönünden karara bağlanacak ve davalı eski eş yanında davalı gösterilen üçüncü kişi yönünden bu dava aynı zamanda TMK.229/2-son maddesindeki ihbar işlevini de yerine getirmiş olacaktır. Bu sonuç, ancak hüküm altına alınan katılma alacağının tahsili aşamasında borçlu eşin malvarlığı ya da terekesinin borcu ödemeye yetmediğinin anlaşılması durumunda, sonradan üçüncü kişi aleyhine eksik kalan ve kazanılan miktarla sınırlı olarak alacak davası açılabileceği; bir başka anlatımla, borçlu eşin malvarlığı veya terekesi tasfiye borcunu ödemeye yetiyorsa, hiçbir zaman lehine kazandırma yapılan üçüncü kişi davacıya ödenecek katılma alacağından sorumlu tutulmayacağına ilişkin TMK. 241. maddesi hükmüyle de uyumlu olacaktır.

Borçlu eşin malvarlığının ya da terekesinin tasfiye borcunu karşılamaya yetip yetmediği ise; ancak alacağın tahsili sürecinin sonunda belli olacağından; üçüncü kişinin mal rejiminin tasfiyesine ilişkin kararın verildiği aşamada borçtan sorumlu tutulması doğru olmayacaktır. O halde, Mahkemece, eşden kazandırma veya devralan üçüncü kişi konumundaki diğer davalı hakkındaki alacak talebi hakkında HMK 167. maddesi uyarınca üçüncü kişiye (davalı …‘e) karşı açılan dava hakkında ayırma kararı verilerek davanın ayrı bir esasa kaydının sağlanması; bu davada eski eş …`den katılma alacağının tahsil edilebilme durumunun HMK.165/1. maddesi gereğince “bekletici sorun” yapılması, eş hakkındaki alacak davasının kesinleşmesi ve davalı eşten alacağın tahsil edilememesi halinde üçüncü kişi diğer davalının sorumluluğu doğacağı düşünülmeden yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olmuş, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda gösterilen nedenlerle davacı vekilinin yazılı temyiz itirazları yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollaması ile HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK`nun 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve peşin harcın temyiz edene iadesine, 21.02.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/4088 Karar : 2017/1158 Tarih : 16.02.2017

  • HMK 167. Madde

  • Davaların Ayrılması

Asıl dava, davacı adına kayıtlı 734 ada, 40 parsel sayılı taşınmaza elatmanın önlenmesi, ecrimisil isteğine ilişkindir.

Birleştirilen davalarda ise asıl davanın davalıları, satış vaadi sözleşmeleri ve harici satışlarda yüklenicinin temliki işlemine dayalı tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuşlar, asıl davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece asıl dava bakımından elatmanın önlenmesi ve ecrimisil taleplerinin reddine; birleştirilen davaların tapu iptali ve tescil yönünden reddine; birleştirilen dosyaların davacıları (davalı) adlarına pay tesciline karar verilmiş; hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir.

Bilindiği üzere mahkeme, yargılamanın daha iyi bir şekilde yürütülmesini sağlamak için gerekli görürse kendisinin birleştirmiş olduğu davaların ayrılmasına da, davanın her safhasında istek üzerine veya kendiliğinden karar verebilir (HMK m. 167)

Somut olayda asıl dava, mülkiyet hakkına dayalı elatmanın önlenmesi, ecrimisil genel mahkemede görülmesi gereken davalardandır. Birleştirilen davalar ise yükleniciden temlik alınan kişisel hakka dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

28.05.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun her türlü tüketici işlemi ile tüketiciye yönelik uygulamaları kapsamaktadır.

Konut satış sözleşmeleriyle devre tatil ve uzun süreli tatil hizmeti sözleşmeleri de kanun kapsamına alınmıştır. Söz konusu taşınmazın da bir konut satış sözleşmesiyle satın alındığı belirtilerek bu dava açılmıştır.

Anılan kanunun 3. maddesinin (k) bendindeki tanıma göre tüketici; ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişiyi,

(l) bendindeki tanıma göre de tüketici işlemi; mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemi ifade eder.

6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun 73. maddesinin (1) bendi gereğince de bu kanun uygulaması ile ilgili çıkacak her türlü ihtilaflara tüketici mahkemelerinde bakılması gerekir.

Somut olayda da; Birleştirilen dosyanın davacıları (asıl dosyaların davalıları) tüketiciler yüklenicinin temlikine dayalı olarak tapu iptali ve tescil isteğinde bulunduğundan o yerde ayrı bir tüketici mahkemesi varsa çekişmenin tüketici mahkemesinde görülmesi aksi halde davaya tüketici mahkemesi sıfatıyla bakılması yasadan kaynaklanan bir zorunluluktur. Mahkemece kamu düzeninden olan görev hususu re’sen gözetilerek yukarıda yazılı olduğu şekilde işlem yapılması için asıl dava elatmanın önlenmesi, ecrimisil davasının ve birleştirilen davaların ayrılması, ondan sonra yargılamanın sürdürülmesi gerekirken, bu husus gözetilmeksizin, işin esasına yönelik karar verilmesi doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 1.480 TL Yargıtay duruşma vekalet ücretinin davalı-davacılardan alınarak davacı-davalılara verilmesine, peşin yatırılan harcın istek halinde yatıranlara iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/8036 Karar : 2015/9560 Tarih : 29.06.2015

  • HMK 167. Madde

  • Davaların Ayrılması

Dava; inançlı işlem hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil olmazsa tazminat ile davalı Saliha`dan 22.000,00-TL alacağın tahsili isteklerine ilişkindir.

Mahkemece, tapu iptal ve tescil isteğinin reddine, tazminat isteği yönünden davanın kabulüne, davalı Saliha hakkındaki davanın tefriki ile ayrı bir esasa kaydına karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; çekişme konusu ….. ada 5 parsel sayılı tazşınmazdaki 3 nolu bağımsız bölüm davacı Emine adına kayıtlıyken 18.04.2000 tarihinde satış suretiyle davalı Sedat’a temlik edildiği, davalı Sedat tarafından 08.01.2003 tarihinde dava dışı Ahmet’e, Ahmet tarafından da 27.10.2005 tarihinde davalı Sabahattin’e satış suretiyle devredildiği, ayrıca davacı Emine ile davalı Sedat arasında 19.04.2000 tarihili “SÖZLEŞME” başlıklı belgenin düzenlediği, belge içeriğinden davalı Sedat’a kredi alabilmek amacıyla devir yapıldığı, gerçekte davalı Sedat’ın taşınmazda herhangibir hakkının bulunmadığı ve kullanılan kredinin yarısının borç olarak Emine`ye ait olduğunun belirtildiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere ; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan , onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek veya idare olunmak üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar.

05.02.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca bu türlü iddiaların yazılı belge ile kanıtlanması zorunludur. İddiasını yazılı belge ile kanıtlayamayan kimsenin 6100 sayılı HMK.’nun 202.maddesi (1086 sayılı HUMK.`nun 292.maddesi) gereğince yazılı delil başlangıcı sayılabilecek nitelikte banka kaydı, mektup, ihtar vs. gibi bir delilin varlığı halinde iddiasını her türlü delil ile kanıtlamasının mümkün olacağı tartışmasızdır.

Somut olayda; davacı Emine ile davalı Sedat arasındaki “Sözleme” başlıklı ve sıhhati konusunda bir itiraz bulunmayan belgenin 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı uyarınca aranan nitelikte inaçlı işlemin yazılı belgesi olduğu açıktır. Çekişmeli taşınmazı davalı Sedat’tan satın alan dava dışı Ahmet duruşmadaki beyanında davaya konu taşınmazı bedel ödemeden edindiğini ve davacını eşi olan dava dışı Fahrettinin isteği üzerine satış bedeli almadan davalı Sabahattin’e devrettiğini bildirmiştir. Son kayıt maliki Sabahattin`in, Ahmet ve Sedat ile el ve işbirliği içinde olduğu dolayısıyla iyiniyetli olmadığı açıktır.

Bu durumda yapılması gereken iş; Türk Borçlar Kanunu 97. maddesi uyarınca davacının ilk el Sedat’a ve son kayıt maliki olan davalı Sabahattin`e borcu olup olmadığının saptanmasıdır.

Öte yandan davacının davalı Saliha`dan tahsilini istediği bedeli de eldeki dava ile iligili olduğundan davalı Saliha hakkındaki davanın da eldeki dava ile birlikte görülmesi zorunludur.

Hal böyle olunca; öncelikle davalı Saliha hakkındaki davanın HMK 167 maddesindeki Koşullar oluşmadığından yasal olmayan gerekçeler ile tefrik edilmesi yerine eldeki dava ile birleştirilmesi, davacı tarafından banka kanalıyla davalı Saliha’ya gönderilen paranın neye ilişkin olduğu hususunun açıklığa kavuşturulması (davacının, davalı Saliha’nın eşi olan Sabahattin’e borç ödemesi olup olmadığının), ondan sonra davacının davalı Sedat ve Sabahattin`e borcu olup olmadığının var ise bunların miktarlarının belirlenmesi borç belirlenir ise bu miktarın mahkeme veznesine depo edilmesi için davacı tarafa süre verilmesi yatırıldığı takdirde iptal ve tescil isteğinin kabul edilmesi gerekirken değinilen hususlar gözardı edilerek yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir.

Davacı ve davalı Sedat vekilinin belirtilen nedenlerle temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK`un 428.maddesi gereğince ( BOZULMASINA ), alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 21. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/418 Karar : 2014/2211 Tarih : 13.02.2014

  • HMK 167. Madde

  • Davaların Ayrılması

Uyuşmazlık, zararlandırıcı sigorta olayı sonucu sürekli iş göremez duruma gelen davacının açtığı manevi tazminat davası ile işçilik alacağı istemine ilişkindir.

HMK`nın 167.maddesi uyarınca yargılamanın iyi bir şekilde yürütülmesini sağlamak için aralarında bağlantı bulunsa bile davaların ayrılmasına, davanın her safhasında karar verilebilir. Yine aynı yasanın 30.mad-desinde Mahkemenin yargılamayı, mümkün olduğunca hızlı ve bir düzen içerisinde seyretmesini sağlamakla yükümlü olduğu belirtilmiştir.

İş kazası sonucu sürekli iş göremezlik nedeniyle açılan manevi tazminat davasında, olayın oluş şekli, müterafik kusur oranları, husule gelen elem ve ızdırabın derecesi, tarafların sosyal ve ekonomik durumu, paranın satın alma gücü, özellikle 26.6.1966 gün ve 1966/7-7 sayılı İçtihadı Birleştirme kararının içeriği ve öngördüğü koşulların somut olayda gerçekleşme biçimi, hak ve nesafet kuralları esas alınır.

İşçilik alacağı davasına gelince; bu tür davalar 4857 sayılı Yasa`dan kaynaklanmaktadır, işçilik alacağına esas alınacak hizmet saptandıktan sonra talep edilen işçilik alacağının türüne göre manevi tazminat davasındaki kıstaslardan farklı kıstaslara dayanan ayrı bir hesap yapılması gerekir.

Bu durumda; her iki dava için izlenecek yöntem ve esas alınacak kıstaslar birbirinden tamamen farklıdır. Her iki davanın tefrik edilmesi yargılamanın sağlıklı yürütülmesi için gereklidir. Ayrı ayrı açılıp görülmeleri gerekli bu tür davaların birlikte görülmeleri doğru görülmemiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu`nun 2007/21-69 Esas ve 2007/55 Karar sayılı ve 07.02.2007 tarihli kararı da bu yöndedir.

Mahkemenin bu maddi ve hukuksal olguları gözetmeksizin, birbirinden tamamen farklı iki davayı bir arada görmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

Yapılacak iş; her iki davayı ayırmak ve yargılamayı birbirinden bağımsız olarak sonuçlandırmaktan ibarettir.

O halde; davacılar vekilinin ve davalı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle ( BOZULMASINA ), temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 21. HUKUK DAİRESİ Esas: 2016/2024 Karar: 2017/4539 Tarih: 29.05.2017

  • HMK 167. Madde

  • Davaların Ayrılması

Davacı, davalı Spor Kulüpleri nezdinde profosyonel futbolcu sıfatı ile 14.07.1994 ile 31.05.2001 tarihleri arasında geçen ve davalı Kurum’a bildirilmeyen çalışmalarının tespitini istemiştir.

Mahkemece; hükümde yazılı şekilde istemin kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 Sayılı Kanun’un 79/10. ve 5510 Sayılı Kanun’un 86/9. maddeleri bu tip hizmet tespiti davaları için özel bir ispat yöntemi öngörmemiş ise de davanın niteliği kamu düzenini ilgilendirdiği ve bu sebeple özel bir duyarlılık ve özenle yürütülmesi gerektiği Yargıtay’ın ve giderek Dairemizin yerleşmiş içtihadı gereğidir.

Dosyadaki kayıt ve belgelerden; davacının 15.07.1994 ile 15.05.2001 tarihleri arasında giriş çıkışlarla kesintili olarak … Spor Klubü, … Gençlik Spor Klubü işyerlerinden çalışmalarının bildirildiği,14.07.1994 ile 31.05.2001 tarihleri arasında davalı …, … Spor Kulübü … Spor Kulübü, … Gençlik Spor Klubü ile davacı arasında akdedilen Futbol Federasyonu profesyonel futbolcu tek tip sözleşmelerinin dosyada bulunduğu,bordro tanıklarının dinlendiği anlaşılmaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 08.07.2009 tarihli, 2009/21-286 Esas ve 2009/328 Karar sayılı ilamında ayrıntıları açıklandığı üzere; Bir davanın birden fazla kişi tarafından veya birden fazla kişi aleyhine açılabilmesi için, aynı tarafta yer alanlar arasında hukuksal bir bağlantının bulunması gerekir. Hukukumuzda, bu bağlantı, karşılığını, dava arkadaşlığı kurumunda bulmaktadır.

Dava konusu olan hak, birden fazla kişi arasında ortak olup da, bu hukuki ilişki hakkında, mahkemece, bütün ilgililer için aynı şekilde ve tek bir karar verilmesi gereken hallerde, dava arkadaşlığının maddi bakımdan mecburi olduğunun kabulü gerekir. Diğer bir ifadeyle, bir hakkın, birden fazla kişi tarafından, birlikte veya birden fazla kişiye karşı kullanılmasının zorunlu olduğu hallerde, bu hak davaya konu edildiği zaman, o hakla ilgili birden fazla kişi zorunlu dava arkadaşı durumundadır. Dava arkadaşlığının hangi hallerde mecburi olduğu maddi hukuka göre belirlenir.Zorunlu dava arkadaşlığında; dava arkadaşları arasındaki ilişki çok sıkı olduğundan, davada birlikte hareket etmek durumundadırlar.

Mahkeme ise, dava sonunda, zorunlu dava arkadaşlarının hepsi hakkında aynı ve tek bir karar verecektir. Zorunlu dava arkadaşlığında, davaya konu olan hak tektir ve dava arkadaşı sayısı kadar müddeabih bulunmamaktadır.

Bazı hallerde ise, birden fazla kişiye karşı birlikte dava açılmasında maddi bir zorunluluk olmadığı halde, kanun; gerçeğin daha iyi ortaya çıkmasını, taraflar arasındaki hukuki ilişkinin doğru sonuca bağlanmasını sağlamak için, birden fazla kişiye karşı dava açılmasını usulen zorunlu kılmıştır ki, bu durumda şekli bakımdan mecburi dava arkadaşlığı söz konusudur. Böyle bir davada, dava arkadaşları hakkında tek bir karar verilmesi veya dava arkadaşlarının hep birlikte ve aynı şekilde hareket etme zorunluluğunun varlığından söz edilemez.

Açıklanan bu mecburi dava arkadaşlığı halleri dışında ise, dava arkadaşlığı ihtiyaridir. 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 57. maddesinde; “Birden çok kişi, aşağıdaki hâllerde birlikte dava açabilecekleri gibi aleyhlerine de birlikte dava açılabilir:

a- ) Davacılar veya davalılar arasında davaya konu olan hak veya borcun, elbirliği ile mülkiyet dışındaki bir sebeple ortak olması.

b- ) Ortak bir işlemle hepsinin yararına bir hak doğmuş olması veya kendilerinin bu şekilde yükümlülük altına girmeleri.

c- ) Davaların temelini oluşturan vakıaların ve hukuki sebeplerin aynı veya birbirine benzer olması.” şeklinde düzenleme getirilmiştir.

Şu durumda; maddede açıkça sayılan, davaya konu hak ve borcun ortak olması, birden fazla kişinin ortak bir işlem ( örneğin sözleşme ) ile borç altına girmiş olması, davanın birden fazla kişi hakkında aynı veya benzer sebepten doğmuş olması hallerinde, birden çok kimsenin birlikte dava açması olanaklı olduğu gibi, birlikte aleyhlerine de dava açılabilir.

Öte yandan, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 166. maddesinin 4. fıkras 4. fıkrasında “Davaların aynı veya birbirine benzer sebeplerden doğması ya da biri hakkında verilecek hükmün diğerini etkileyecek nitelikte bulunması durumunda, bağlantı var sayılır.”, 2. fıkrada da; “Davalar, ayrı yargı çevrelerinde yer alan aynı düzey ve sıfattaki hukuk mahkemelerinde açılmış ise bağlantı sebebiyle birleştirme ikinci davanın açıldığı mahkemeden talep edilebilir. Birinci davanın açıldığı mahkeme, talebin kabulüyle davaların birleştirilmesine dair kararın kesinleşmesinden itibaren, bununla bağlıdır.” denilmektedir.

Somut olayda; davacı, davalı Spor Klüplerinde profesyonel futbolcu olarak futbol oynadığını belirtmektedir. Ayrı ayrı işyerlerine sahip olan davalı tarafların aralarında mecburi dava arkadaşlığının kabulü imkansızdır. Bu noktada her bir davalı yönünden davanın tefrik edilmesi yargılamanın sağlıklı yürütülmesi için gereklidir. Ayrı ayrı açılıp görülmeleri gerekli bu tür davaların birlikte görülmeleri bu sebeple doğru görülmemiştir.

Yapılacak iş; davalı Spor Klüpleri arasında mecburi dava arkadaşlığı bulunmadığından nın 167. maddesi gereğince davaların ayrılmasına karar vermekten ibarettir.

Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Hükmün yukarıda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, 29.05.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS