0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Cevap Dilekçesinin İçeriği

HMK Madde 129

(1) Cevap dilekçesinde aşağıdaki hususlar bulunur:

a) Mahkemenin adı.

b) Davacı ile davalının adı, soyadı ve adresleri; davalı yurt dışında ise açılan dava ile ilgili işlemlere esas olmak üzere yurt içinde göstereceği bir adres.

c) Davalının Türkiye Cumhuriyeti kimlik numarası.

ç) Varsa, tarafların kanuni temsilcilerinin ve davacı vekilinin adı, soyadı ve adresleri.

d) Davalının savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetleri.

e) Savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği.

f) Dayanılan hukuki sebepler.

g) Açık bir şekilde talep sonucu.

ğ) Davalının veya varsa kanuni temsilcisinin yahut vekilinin imzası.

(2) 121 inci madde hükmü cevap dilekçesi hakkında da uygulanır.



HMK Madde 129 Gerekçesi

1086 sayılı Kanunun 200 üncü maddesindeki düzenlemeye karşılık gelen bu maddede, cevap dilekçesinde yer alması gereken hususlar, dava dilekçesine paralel olarak düzenlenmiştir.


HMK 129 (Cevap Dilekçesinin İçeriği) Emsal Yargıtay Kararları


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/24092 Karar : 2018/10547 Tarih : 3.10.2018

  • HMK 129. Madde

  • Cevap Dilekçesinin İçeriği

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, tarafların aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazları yersizdir.

2-Davalıya dava dilekçesi 23.12.2014 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edilmiş, davalı süresinde cevap dilekçesi sunmamıştır. İddia ve savunmanın genişletilmesi veya değiştirilmesi başlıklı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 141. maddesi “(1) Taraflar, cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçeleri ile serbestçe; ön inceleme aşamasında ise ancak karşı tarafın açık muvafakati ile iddia veya savunmalarım genişletebilir yahut değiştirebilirler. Ön inceleme duruşmasına taraflardan biri mazeretsiz olarak gelmezse, gelen taraf onun muvafakati aranmaksızın iddia veya savunmasını genişletebilir yahut değiştirebilir, ön inceleme aşamasının tamamlanmasından sonra iddia veya savunma genişletilemez yahut değiştirilemez. (2) iddia ve savunmanın genişletilip değiştirilmesi konusunda ıslah ve karşı tarafın açık muvafakati hükümleri saklıdır.” şeklindedir.

Anılan maddenin gerekçesinde belirtildiği üzere; tarafların karşılıklı dilekçelerini verdikleri aşamada, herhangi bir sınırlamaya bağlı olmadan uyuşmazlığın genel çerçevesi içinde iddia ve savunmalarını değiştirebilecekleri kabul edilmiştir. Şüphesiz bu imkan, sadece cevaba cevap ve ikinci cevap dilekçesi için söz konusudur. Bu dilekçelerden sonra, hangi ad altında olursa olsun verilecek dilekçeler, sınırlama ve yasak kapsamında kabul edilmelidir. Ön inceleme aşamasında, ancak karşı tarafın açık muvafakati (veya ön inceleme duruşmasına taraflardan birisinin mazeretsiz gelmemesi) durumunda iddia veya savunmaların genişletilmesi yahut değiştirilmesi kabul edilmiştir (Hukuk Genel Kurulu 20.04.2016 tarih, 2014/2-605 esas, 2016/522 karar sayılı ilamı). Bu durumda; dava dilekçesinin davalıya 23.12.2014 tarihinde usulüne uygun bir şekilde tebliğ edilmesinden sonra süresi içerisinde cevap dilekçesi verilmediğinden savunmanın dayanağı olarak süresinde ileri sürülen bir delil (HMK m. 129/1-e) bulunmadığından yerel mahkemenin davalıya delil göstermesi için süre vermesine yasal olarak imkan bulunmadığının kabulü gerekir. Hal böyle olunca; süresinde cevap dilekçesi vermeyerek delillerini bildirmeyen davalı tarafın iddia ve savunmaları dikkate alınarak davacı kadına kusur yüklenmesi doğru görülmemiştir. Yapılan yargılama ve toplanan delilerden; mahkemece davalı erkeğe kusur olarak yüklenen “tehdit” vakıasından sonra birlikte yaşamaya devam ettikleri, bu nedenle bu vakıa yönünden kadının erkeği affettiği, en azından hoşgörü ile karşıladığının kabulü gerektiğinden bu vakıa erkeğe kusur olarak yüklenemez. Yukarıda yapılan açıklamalarda dikkate alındığında boşanmaya sebep olan olaylarda davalı erkek tamamen kusurludur. Hal böyle iken davacı kadının az kusurlu bulunması doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.

3- Yargılama giderleri haksız çıkan taraftan alınır (HMK m. 326/1). Vekil ücretleri yargılama giderlerindendir (HMK m. 323/ğ). Dava kabul edilmiştir. Dava kabul edildiği halde, davacı kadın yararına karar tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca maktu vekalet ücreti takdiri gerekirken, davacı kadın lehine vekalet ücretine hükmedilmemesi usul ve yasaya aykırıdır.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. ve 3. bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu bölümlerin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 03.10.2018


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/21429 Karar : 2018/8523 Tarih : 4.07.2018

  • HMK 129. Madde

  • Cevap Dilekçesinin İçeriği

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, davalı erkeğin aşağıdaki bent kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-Dava ve karar tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun 119/1-e maddesi uyarınca davacı, dava dilekçesinde davanın dayanağı olan bütün vakıaları sıra numarası altında ve açık özetleriyle birlikte, davalı da aynı Kanunun 129/1-d maddesi gereğince savunmasının dayanağı olan bütün vakıaları sıra numarası altında ve açık özetleriyle birlikte cevap dilekçesinde göstermek zorundadırlar. Bunlar, dava ve cevap dilekçelerindeki talep sonucunun dayanağı olan ve bu talep sonucunu haklı göstermeye yarayan vakıalardır. Ön inceleme aşaması tamamlanıncaya kadar usulüne uygun biçimde bildirilen vakıaların doğru olduğu yargılama sırasında ispat edilirse, tarafların talep sonuçları da bu duruma göre kabul veya reddedilecektir. Kanunda öngörülmüş istisnalar dışında hakim, iki tarafın birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz (HMK m.25/1). Mahkemece ancak tarafların dilekçelerinde dayandıkları vakıalar hakkında inceleme ve değerlendirme yapılabilir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 184. maddesinde “Boşanmada yargılama usulü” ayrıca düzenlenmiş; anılan maddenin ilk fıkrasında “Boşanmada yargılama, aşağıdaki kurallar saklı kalmak üzere Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa tabidir” hükmüne yer verilerek, maddede sayılan istisnalar dışında, boşanma davalarının genel yargılama usulüne tabi olduğu belirtilmiştir. Boşanmada genel yargılama usulünün uygulanmasına ayrık olan kurallar ve uygulanması gereken özel usuller Türk Medeni Kanunu’nun 184. maddesinde sınırlı olarak belirtilmiş olmasına karşın; bu sınırlamalar ve istisnalar dışında, tarafların dayanmadığı vakıaların değerlendirmede esas alınacağına dair özel bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Somut olayda, mahkemece, gerekçeli kararda davalı erkeğe yüklenen sadakatsizlik vakıasına davacı kadın dava dilekçesinde ve cevaba cevap dilekçesinde dayanmamıştır. Mahkemece, usulüne uygun şekilde ileri sürülmeyen ve dayanılmayan vakalar davalı erkeğe kusur olarak yüklenemez. Gerçekleşen olaylara göre davalı erkeğin birlik görevlerini yerine getirmediği ve yerine getirmekten kaçındığı ispatlanmış olup, boşanmaya sebep olan olaylarda davalı erkek tamamen kusurludur. Ne var ki salt evlilik birliğinden kaynaklanan görevlerini yerine getirmeme ve bu görevlerden kaçınma kişilik haklarına saldırı teşkil etmez. Türk Medeni Kanunun 174/2. maddesi koşulları davacı kadın lehine gerçekleşmemiştir. O halde davacı kadının manevi tazminat isteğinin reddine karar verilecek yerde yazılı şekilde isteğin kabulü doğru olmayıp, bozmayı gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. bentte gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu bölümlerin yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 04.07.2018(Çrş.)


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/19711 Karar : 2018/7763 Tarih : 20.06.2018

  • HMK 129. Madde

  • Cevap Dilekçesinin İçeriği

1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuna uygun sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir yanlışlık görülmemesine göre, tarafların aşağıdaki bentler kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir.

2-6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununa göre, taraflar dava veya cevap dilekçelerinde (HMK m.l19/1-e-f, HMK m. 129/1-e-f) iddiasının/savunmasının dayanağı olan bütün vakıaların sıra numarası altında açık özetlerini ve iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceğini açıkça göstermek zorunda olduğu hükmü bulunmaktadır. Davacı-karşı davalı erkeğin dava dilekçesinde ve karşı davaya cevap dilekçesinde tanık deliline dayanmadığı anlaşılmaktadır. Somut olayda açıkça tanık deliline dayanılmadığı halde, mahkemece erkeğin tanıkları dinlenerek kadına kusur yüklenmesi doğru olmamıştır. Buna göre davacı-karşı davalı erkeğin tamamen kusurlu olduğunun kabulü ile erkek tarafından açılan boşanma davasının reddine karar verilmesi gerekirken davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı ise de kadının boşanma davasında verilen boşanma

hükmü temyiz edilmeksizin kesinleşmekle erkeğin boşanma davası konusuz hale gelmiştir. Bu sebeple mahkemece, erkeğin boşanma davası yönünden dava konusuz kaldığından “karar verilmesine yer olmadığına” dair hüküm kurmak ve davadaki haklılık durumuna göre yargılama giderleri ve vekalet ücreti konusunda karar verilmek üzere hükmün bozulması gerekmiştir.

3-Anayasanın 141/3. maddesi “bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır” buyurucu hükmünü içermektedir. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 297. maddesinde de, kararın kapsayacağı hususlar ayrıntılı biçimde belirtilmiş olup, bu maddenin 1. fıkrasının 3. bendine göre; mahkeme kararlarında iki tarafın iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve anlaşamadıkları hususlar, çekişmeli konular hakkında toplanan deliller, delillerin tartışılması, ret ve üstün tutulma nedenleri, sabit görülen vakıalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebebin açıkça gösterilmesi zorunludur. Mahkemece gerekçeli kararda; yargılama sırasında kadın yararına tayin edilen 500 TL tedbir nafakasının davanın açıldığı 26/05/2014 gününden başlamak üzere 04/03/2015 gününe kadar geçerli kalması koşulu ile mahkemece tayin edilen 300 TL nafakanın 04/03/2015 gününden başlamak üzere hükmün kesinleşmesine kadar devamına karar verildiği halde, hüküm kısmında,kadın yararına 300,00 TL nafaka tayinine, bu nafakanın davanın açıldığı 26/05/2014 gününden başlamak üzere hükmün kesinleşmesine kadar devamına, şeklinde hukum kurularak tedbir nafakası yönünden çelişki yaratılmıştır. Hal böyle olunca, hükmün gerekçesi usul ve kanuna uygun olacak şekilde düzenlenmediğinden, hükmün bu sebeple bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2. ve 3. bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, bozma kapsamı dışında kalan temyize konu bölümlerinin ise yukarıda 1. bentte gösterilen sebeple ONANMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatıranlara geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 20.06.2018(Çrş.)


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/12505 Karar : 2018/11132 Tarih : 7.06.2018

  • HMK 129. Madde

  • Cevap Dilekçesinin İçeriği

Dava, aldatma (hile) hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davacı, maliki olduğu … ada … parsel sayılı taşınmaz üzerine dava dışı oğlu olan … ile davalıların birlikte bina inşa etmeleri için taşınmazı oğlu olan davalı … ‘a devrettiğini, … ‘ın ‘ın da aynı amaçla davalı … ‘ya temlik ettiğini, bu devir işlemlerinden sonra davalılar ile dava dışı … ‘in kazançlarını birleştirerek taşınmaz üzerine bina inşa ettirdiklerini, ancak davalı … ‘nın kardeşlerine pay temlik etmediğini, kendisinin kandırıldığını ileri sürerek dava konusu taşınmazın tapu kaydının iptali ile adına tescilini istemiş, yargılama sırasında ölümü üzerine mirasçıları davaya devam etmişlerdir.

Davalı … , taşınmazın bedelini kendisi ödediği halde yurt dışında olduğu için davacı adına tescil edildiğini, davacının başka bir sebepten dolayı tazminat ödememek adına taşınmazı diğer davalı … ‘a temlik ettiğini, … ‘ın da Türkiye’ye gezmek için geldiği bir zaman da taşınmazını kendisine devrettiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Davalı … , çekişme konusu taşınmazda davacı ve üç erkek kardeşin katkılarıyla bina inşaatı devam etmekte iken, davacı tarafından kendisinin daha kolay takip edeceği düşünülerek ve üç kardeşe eşit şekilde paylaştırması kaydıyla taşınmazın temlik edildiğini, kendisinin de aynı amaç ile ağabeyi olan davalı … ‘e devrettiğini belirterek davayı kabul etmiştir.

Mahkemece, davacının taraf muvazaası hukuksal nedenine dayalı iddiasını 5.2.1947 tarih ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı belge ile kanıtlanayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu … ada … parsel sayılı taşınmazın tamamı davacı adına kayıtlı iken 24.06.1994 tarihinde davalı … ‘a, … tarafından da 11.08.1999 tarihinde diğer davalı … ‘e temlik edildiği anlaşılmaktadır.

Hemen belirtilmelidir ki, 6100 sayılı HMK’nın 33. maddesi hükmü uyarınca vakıaları bildirmek taraflara, hukuki nitelendirmeyi yapmak hakime aittir.

İddianın ileri sürülüş biçimi ve dosya içeriğinden; davanın aldatma (hile) hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin olduğu anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere hile (aldatma), genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma, hilede ise yanıltma söz konusudur. 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 36/1. (818 s. Borçlar Kanunun (BK) 28/1.) maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse yanılma (hata) esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir.

Öte yandan, aldatmanın (hilenin) her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Türk Borçlar Kanunu’nun 39. (Borçlar Kanunu’nun 31.) maddesine göre, aldatma (hile) öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir.

Bu ilkeler ışığında somut olaya bakıldığında; hile hukuksal nedeni yönünden mahkemece, yeterli araştırma ve inceleme yapılmamış, uyuşmazlık taraf muvazaası olarak kabul edilmek suretiyle sonuca gidilmiştir.

Hâl böyle olunca; hile iddiası yönünden öncelikle davanın TBK’nun 39. maddesi gereğince hak düşürücü süre içinde açılıp açılmadığının belirlenmesi, süresinde açılmış ise yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde hile iddiası bakımından araştırma ve inceleme yapılması, tarafların bildirdikleri ve bildirecekleri delillerin eksiksiz toplanması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, hukuki nitelendirmede yanılgıya düşülerek yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmiş olması doğru değildir.

Kabule göre de, eldeki davanın 16.04.2009 tarihinde açıldığı, davanın açıldığı tarih itibariyle 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu hükümlerine tâbi olduğu, ispat külfeti kendisinde bulunan davacı tarafın dava dilekçesinde ‘‘v.s. deliller’’ demek suretiyle, yine; 06.06.2013 tarihli delil listesinde ise bildirilen deliller dışında ‘‘diğer deliller’’ demek suretiyle yemin deliline de dayandığı görüldüğü halde, davacı tarafa yemin hakkı hatırlatılmadan sonuca gidilmiş olması da doğru değildir.

Davacıların yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince esas yönünden BOZULMASINA oybirliği, kabule göre kısmi yönünden oyçokluğuyla 07.06.2018 tarihinde karar verildi.

(Muhalif)

-KARŞI OY-

Dava, aldatma (hile) hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.

Mahkemece, davacının taraf muvazaası hukuksal nedenine dayalı iddiasını 05.02.1947 tarih ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca yazılı belge ile kanıtlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Davacıların temyizi üzerine; yerel mahkeme kararı, “ davacıların aldatma (hile) iddiasına dayandıkları, bu iddia yönünden öncelikle TBK’nun 39. maddesi geregince davanın hak düşürücü sürede açılıp açılmadığının belirlenmesi, hak düşürücü sürede açılmış ise … taraf delilleri eksiksiz toplanarak onucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, hukuki nitelemede yanılgıya düşülerek yazılı gerekçe ile davanın reddine karar verilmesi doğru değildir”.denilerek bozulmuş olup, bozma ilamının bu kısmına aynen katılıyorum.

Ancak, bozma ilamının “ kabule göre” kısmında “16.04.2009 tarihli dava dilekçesinde “v.s deliller” demek suretiyle, yine 06.06.2013 tarihli delil listesinde “ diğer deliller” demek suretiyle yemin deliline de dayanıldığından, davacı tarafa yemin hakkı hatırlatılmadan sonuca gidilmiş olması da doğru değildir.” yönündeki çoğunluk görüşüne katılamıyorum.

Şöyle ki; yemin; bir tarafın mahkeme önünde belirli bir vakıanın doğruluğu konusunda yasanın öngördüğü şekilde yaptığı beyandır. İspat yükü altında bulunan tarafın uyuşmazlığı çözüme bağlayıcı bir vakıa hakkında hasmına önerdiği yemine, kesin yemin denmektedir.( 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) m.225 (HUMK 345 md.) )

Taraflardan birinin diğerine yemin önerisinde bulunabilmesi için öncelikle dava dilekçesinde ve delil listesinde yemin deliline başvuracağını açıkça belirtmiş olması gerekir (HUMK m. 179/III ve 195/1). Yeminin, ancak ispat yükü kendisine düşen kişi tarafından önerilmesi mümkündür ayrıca yemin, son çare olarak başvurulan bir delildir. Başka bir deyişle, yemin deliline başvurabilmek için öncelikle yemin önerisinde bulunanın ileri sürdüğü diğer delillerin incelenmesi ve bunların yeterli olmadığının anlaşılması gerekir.

Hakimin, ispat yükü kendisine düşen tarafa yemin teklif etme hakkının bulunduğunu hatırlatıp hatırlatamayacağı konusunda gerek öğretide, gerekse Yargıtay kararları arasında farklı görüşler bulunmaktadır.(Doç.Dr. Ejder Yılmaz, Medeni Yargılama Hukukunda Yemin, Ankara 1989, s.112)

3156 sayılı Kanun ile 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 179 ve 195. maddelerinde değişiklik yapılmadan önce Yargıtay kararlarında; dava veya cevap dilekçesinde yemin delili açıkça belirtilmiş veya taraf delil dilekçelerinde belirtilen delillerin yanında eğer “diğer deliller, ve sair deliller, tüm kanuni deliller” gibi bazı ifadeler kullanmışsa bu ifadelerin içine “yemin” delilinin de gireceğinden, hakimin yemini hatırlatması gerektiği ifade edilmekteydi.

1086 sayılı HUMK’ nun 179. maddesin de 26/02/1985 tarihinde 3156 sayılı kanun ile yapılan değişiklikten sonra, davacı, yemin delili dahil bütün delillerinin nelerden ibaret olduğunu dava dilekçesinde göstermesi gerektiği, dava dilekçesinde ki “sair (kanuni) deliller” tanımlamasının bir anlamının olmadığı, dava dilekçesinde buna benzer bir ifadeye yer verilmiş olsa dahi, açıkça yemin delili yazılı değilse, davacının davalıya yemin teklif edemeyeceği, dolayısı ile mahkemenin de davacıya yemin teklifine hakkı olduğunu hatırlatamayacağı öğretide de kabul edilmektedir.(Prof. Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü 2001, c.VI, s.1629,2498 vd.) 3156 sayılı Kanundaki değişiklikten sonra Yargıtay’ın önceki görüşünün geçerliği kalmamıştır. Zira taraflar, dilekçelerinde dayandıkları kanıtların nelerden ibaret olduğunu açıkça belirtmek durumundadırlar. Yasal değişiklik, delillerin özgülenmesi (hasrı) durumunu ortaya çıkarmıştır. Böylece dilekçelerde yazılan “ her türlü yasal delil “ deyiminin bir anlamı kalmamıştır. Şu halde hakim, dilekçelerde açıkça yemin deliline dayanılmadığı takdirde, taraflara yemin önerme hakkını hatırlatamaz.

Gerek 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda, gerekse 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununda, mahkeme hakiminin yemin teklif etmek isteyip istemediğini taraflardan birisine hatırlatmak ödevi olduğunu gösteren bir hüküm de bulunmamaktadır.

Medeni usul hukukumuza hakim olan en önemli ilkelerden biri tasarruf ilkesidir. 6100 sayılı HMK’nun 24. maddesinde ve 1086 sayılı HUMK’nun 72. maddesine göre; “Hakim iki taraftan birinin talebi olmaksızın kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz.” Hiç kimse, kanunda açıkça belirtilmedikçe kendi lehine olan bir davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz.

Mahkemeler, özel hukuka ilişkin bir uyuşmazlığı kendiliklerinden çözmeye çalışmazlar. Taraf iradesine öncelik verilmesi ve tarafın talebinin esas alınması sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir.

1086 sayılı HUMK’nun 179/2,3 ve 5. bendi ve bu hükme benzer şekilde 6100 sayılı HMK’nun 119/e,f ve ğ bendleri ile HMK’nun 129/d,e ve f bentlerinde tarafların açık bir şekilde talep sonuçlarının, iddia ve savunmaları ile iddialarının ve savunmalarının dayanağı olan bütün vakıaları sıra numarası altında açık özetlerinin ve delillerinin nelerden ibaret olduğunun belirtilmesini, zorunlu kılmaktadır.

Ayrıca, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 75. maddesi ile ayni yönde düzenleme getiren 6100 sayılı HMK’nun 25. maddesinde ‘taraflarca getirilme ilkesi ‘ kabul edilmiştir. Bu ilke gereğince kural olarak Hakim, kendiliğinden taraflarca ileri sürülmemiş vakıaları araştıramaz, dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz. Bu ilkenin bir sonucu olarak, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz.

Taraflarca getirilme ilkesinin istisnaları, kamu düzenini ilgilendiren davalardır. Bu davalarda kendiliğinden araştırma ilkesi uygulanır.(Prof.Dr. Hakan Pekcanıtez, Prof. Dr. Oğuz Atalay, Prof. Dr. Muhammet Özekes, Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011, s. 251 vd.) Ancak, eldeki dava kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı, kamu düzenini ilgilendirin bir dava değildir.

Bu bilgilerin ışığında somut olaya bakıldığında, davacının, 16.04.2009 tarihli dava dilekçesinde “v.s deliller” demek suretiyle, yine 06.06.2013 tarihli delil listesinde “ diğer deliller” demek suretiyle, delillerini bildirdiği, yargılama aşamalarında açıkça, yemin deliline dayanıldığına ilişkin bir beyanın da bulunmadığı anlaşılmaktadır.

Hal böyle olunca; resen araştırma ilkesinin geçerli olmadığı bir davada hakimin yada Yargıtay’ın davacının yerine geçerek onun dayanmadığı bir delili kullanmasına imkan vermesi, usul hukukunun temel ilkelerinden olan usul ekonomisi ilkesi, tasarruf ilkesi, taraflarca hazırlanma ilkesiyle, davanın ve delillerin somutlaştırma yüküne açıkça aykırı olacağından, bu gerekçelerle, davacının yemin deliline başvurabileceği yönündeki çogunluk görüşüne katılamıyorum.


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/16013 Karar : 2018/5196 Tarih : 18.04.2018

  • HMK 129. Madde

  • Cevap Dilekçesinin İçeriği

1-Dava ve karar tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun 119/1-e maddesi uyarınca davacı, dava dilekçesinde davanın dayanağı olan bütün vakıaları sıra numarası altında ve açık özetleriyle birlikte, davalı da aynı Kanunun 129/1-d maddesi gereğince savunmasının dayanağı olan bütün vakıaları sıra numarası altında ve açık özetleriyle birlikte cevap dilekçesinde göstermek zorundadırlar. Bunlar, dava ve cevap dilekçelerindeki talep sonucunun dayanağı olan ve bu talep sonucunu haklı göstermeye yarayan vakıalardır. Ön inceleme aşaması tamamlanıncaya kadar usulüne uygun biçimde bildirilen vakıaların doğru olduğu yargılama sırasında ispat edilirse, tarafların talep sonuçları da bu duruma göre kabul veya reddedilecektir. Kanunda öngörülmüş istisnalar dışında, hakim, iki tarafın birinin söylemediği şeyi veya vakıaları kendiliğinden dikkate alamaz ve onları hatırlatabilecek davranışlarda dahi bulunamaz (HMK m.25/1). Mahkemece ancak tarafların dilekçelerinde dayandıkları vakıalar hakkında inceleme ve değerlendirme yapılabilir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 184. maddesinde “Boşanmada yargılama usulü” ayrıca düzenlenmiş: anılan maddenin ilk fıkrasında “Boşanmada yargılama, aşağıdaki kurallar saklı kalmak üzere Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununa tabidir.” hükmüne yer verilerek, maddede sayılan istisnalar dışında, boşanma davalarının genel yargılama usulüne tabi olduğu belirtilmiştir. Boşanmada genel yargılama usulünün uygulanmasına ayrık olan kurallar ve uygulanması gereken özel usuller. Türk Medeni Kanunu’nun 184. maddesinde sınırlı olarak belirtilmiş olmasına karşın; bu sınırlamalar ve istisnalar içinde, tarafların dayanmadığı vakıaların değerlendirmede esas alınacağına dâir özel bir düzenlemeye yer verilmemiştir.

Eldeki davada mahkemece, gerekçeli kararda davalı erkeğe izafe edilen kusurlu davranışlara davacı kadın dava dilekçesinde vakıa olarak dayanmamıştır. Mahkemece, usulüne uygun şekilde ileri sürülmeyen ve dayanılmayan vakıalar davalı erkeğe kusur olarak yüklenemez. Bu durumda davacı kadının davasının reddi gerekirken, kabulü hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

2-Kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça, taraflardan her biri hakkını dayandırdığı olguların varlığını ispatla yükümlüdür (TMK m. 6, 6100 s. HMK m. 190/l).Davacı kadın dava dilekçesinde erkeğin düğünde takılan ziynetleri aldığını ve iade etmediğini iddia etmiş, davalı erkek ise bu iddianın doğru olmadığını, ziynetleri kadının giderken yanında götürdüğünü savunmuştur. Davacı kadın ziynet eşyasının erkek tarafından götürüldüğünü veya zorla alındığını ispat yükü altındadır. Ziynet eşyalarının niteliği gereği, kadının ortak konuttan ayrılırken yanında götürmesi hayatın olağan akışına uygun düşer. Davacı kadının tanıklarının iddia edilen vakıayla ilgili somut, görgüye dayalı bir bilgileri yoktur. Dosyada iddiayı kanıtlamaya elverişli başkaca bir delil de bulunmamaktadır. Davacı kadın yemin deliline dayanmamış, gösterdiği diğer delillerle de dava konusu ziynet eşyalarının erkek tarafından elinden zorla alındığını ve iade edilmediğini ispat edememiştir. Bu durumda mahkemece, davacı kadının ziynet alacağı talebinin reddi gerekirken kabulü doğru olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 1. ve 2. bentlerde gösterilen sebeplerle BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 18.04.2018


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/15116 Karar : 2017/3542 Tarih : 15.06.2017

  • HMK 129. Madde

  • Cevap Dilekçesinin İçeriği

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece, muvazaa iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacıların ve birleşen davacının miras bırakan babaları…‘ın kayden paydaşı bulunduğu 17 ada 1 parsel sayılı taşınmazdaki 1/2 oranındaki payını davalı …‘e satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.

Davacılar, dava ve birleştirilen davalarında miras bırakanlarının yapmış olduğu temliklerin kendilerinden mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.

Davalı ise; satış işleminin gerçek olduğunu ve bedeli ödenmek suretiyle çekişmeli payı satın aldığını savunmuştur.

Bilindiği üzere; 6100 ayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun “dava dilekçesinin içeriği” başlıklı 119/1. fıkrasının f bendinde; “iddia edilen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği”nin dava dilekçesinde; ‘’ cevap dilekçesinin içeriği’’ başlığını taşıyan 129. maddesinin 1. fıkrasının e bendinde de; ‘‘savunmanın dayanağı olarak ileri sürülen her bir vakıanın hangi delillerle ispat edileceği’‘nin cevap dilekçesinde gösterileceği hükümlerine yer verilmiştir. Anılan Kanun’un “somutlaştırma yükü ve delillerin gösterilmesi” başlıklı HMK’nun 194/2. fıkrasında da“tarafların, dayandıkları delilleri ve hangi delilin hangi vakıanın ispatı için gösterildiğinin açıkça belirtmeleri zorunludur” denilmiştir. Görüldüğü gibi; 6100 sayılı HMK’nun 119/1-f bendi davacının; aynı Kanun’un 129/1-e bendi ise ;davalının delillerinin nelerden ibaret olduğunun belirtilmesini zorunlu kılmış olup;aynı doğrultuda HMK.’nun 194. maddesinde de tarafların hangi delillere dayandığının dilekçeden anlaşılması gerektiği ifade edilmiştir.

Yine, HMK.’nun 240/2. maddesinde ‘‘Tanık gösteren taraf, tanık dinletmek istediği vakıayı ve dinlenilmesi istenen tanıkların adı ve soyadı ile tebliğe elverişli adreslerini içeren listeyi mahkemeye sunar. Bu listede gösterilmemiş olan kimseler tanık olarak dinlenemez ve ikinci bir liste verilemez. ‘’ düzenlemesi öngörülmüştür.

Ayrıca, HMK.’nun 24. maddesinin 1. fıkrası uyarınca ‘‘Hakim, iki taraftan birinin talebi olmaksızın, kendiliğinden bir davayı inceleyemez ve karara bağlayamaz. ‘’ Anılan maddenin 2. fıkrasına göre de;’’ Kanunda açıkça belirtilmedikçe, hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz.’’

Burada ifade edilen, tasarruf ilkesidir. Hiç kimse, kanunda açıkça belirtilmedikçe kendi lehine olan bir davayı açmaya veya hakkını talep etmeye zorlanamaz. Mahkemeler, özel hukuka ilişkin bir uyuşmazlığı kendiliklerinden çözmeye çalışmazlar. Taraflar özel hukuktan kaynaklanan menfaatlerinin korunması için isterlerse yargı organlarına başvurarak hukuki korunma talep edebilirler. Taraf iradesine öncelik verilmesi ve tarafın talebinin esas alınması sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir.

Diğer yandan, HMK.’nun 25/2 maddesinde de ‘‘Kanunla belirtilen durumlar dışında, hakim, kendiliğinden delil toplayamaz. ‘’ hükmü yer almaktadır.

Buna göre, re’sen araştırma ilkesinin geçerli olmadığı davalarda dava malzemelerinin toplanması ve mahkeye sunulması taraflara aittir. Hakim kendiliğinden taraflarca ileri sürülmemiş vakıaları araştıramaz, hükmüne esas alamaz. Mahkeme, sadece tarafların getirdiği, yada masrafını verip getirilmesini istediği delillere dayalı olarak hükmünü kurabilir.

Medeni usul hukukunun, özel hukuk olmasının bir yansıması ve irade serbestisinin bir gereği olarak, taraflarca hazırlama ilkesi geçerlidir. Dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiştir. Davada taraf maddi hukuka göre ne kadar haklı olursa olsun, talep sonucunun dayandığı vakıaları ve dolayısı ile delillerini mahkemeye sunmamış ise talebi reddedilecektir.

Bu ilkenin bir sonucu olarak hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz.

Taraflarca getirilme ilkesinin istisnaları, kamu düzenini ilgilendiren davalardır. Bu davalarda kendiliğinden araştırma ilkesi uygulanır. (Prof.Dr.Hakan Pekcanıtez, Prof. Dr.Oğuz Atalay, Prof. Dr.Muhammet Özekes, Medeni Usul Hukuku, … 2011, s. 251 vd.)

Ancak, eldeki dava kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı, kamu düzenini ilgilendiren bir dava değildir.Zira, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı açılan davada ; iddia, savunma ve tarafların gösterdikleri deliller değerlendirilerek uyuşmazlığın çözümlenmesi gerekeceği kuşkusuzdur. Ne var ki, değinilen ilkeler ile sözü edilen maddelerin açıklanan fıkra ve bendlerin kapsamlarından da anlaşıldığı üzere mahkeme tarafından bu maddelerin gereklerinin yerine getirilmediği dosya kapsamıyla sabittir.

Nitekim, mahkemece, tapu müdürlüğüne müzekkere yazılarak dava konusu taşınmazlara komşu en az 10 adet taşınmazın sahibini gösterir tapu kayıt malikinin bildirilmesinin istendiği, isimleri bildirilenlerin kamu tanığı sıfatıyla dinlenilmelerine karar verildiği, taraflarca tanık olarak gösterilmedikleri halde mahkeme tarafından …, …, …‘ın re’sen tanıklıklarına başvurulduğu ve adı geçenlerden …‘ın ifadesine dayanarak muvazaa iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddi şeklinde hüküm kurulduğu görülmektedir.

Bu durumda, re’sen araştırma ilkesinin de geçerli olmadığı eldeki davada hakimin tarafların yerine geçerek davanın yanlarınca getirilmeyen delilleri toplaması özellikle de gerekçesini ve hükmünü söz konusu delillere dayandırması tasarruf ilkesi, taraflarca hazırlanma ilkesi ile davanın ve delillerin somutlaştırma yüküne açıkça aykırıdır.

Hal böyle olunca, yukarıda belirtilen ilkeler ve yasal düzenlemeler çerçevesinde iddia, savunma ve tarafların dayandıkları delillerin birlikte incelenmesi ve değerlendirilmesi suretiyle varılacak sonuç bir karar verilmesi gerekirken; medeni usul hukukunun temel ilkelerine ve yasal düzenlemelere aykırı olarak yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir.

Davacılar ve birleştirilen davanın davacısının temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 15.06.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/10109 Karar : 2017/972 Tarih : 13.02.2017

  • HMK 129. Madde

  • Cevap Dilekçesinin İçeriği

Dava yüklenicinin temlikine dayalı … iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Davalı …, davaya cevap vermemiş, diğer davalı …, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Bilindiği üzere HMK.nun 121 ve 129/… maddesi uyarınca taraflar dilekçelerinde ellerindeki delilleri sunmak ve başka yerden getirilecek delillerin bilgisini vermek zorundadırlar. Aynı Kanunun 140. maddesine göre, dilekçelerde eksik olan delillerin ve bu konudaki bilgilerin en geç ön incelemede sunulması veya verilecek kesin sürede tamamlanması gerekir.

Somut olayda, mahkemece taraflar dilekçelerinde gösterdikleri; ancak, henüz sunmadıkları belgeleri mahkemeye sunmaları veya başka yerden getirtilecek belgelerin getirtilebilmesi amacıyla gereken açıklamayı yapmaları ve masrafını yatırmaları için iki haftalık kesin süre verilmiş, tanık listesinin verilmesi hususu gözardı edilmiştir.

Taraflar dava ve cevap dilekçelerinde tanık deliline dayandıklarına göre mahkemece, usulüne uygun şekilde tanıklarını bildirmesi için süre verilmesi, bildirdikleri taktirde tanıklarının dinlenmesi, daha sonra bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, hükmün bu nedenle bozulmasına karar verilmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, ….480 TL Yargıtay duruşma vekalet ücretinin davalı taraftan alınarak davacı tarafa verilmesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 13.02.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas: 2017/7-2097 Karar: 2017/894 Tarih: 03.05.2017

  • HMK 129. Madde

  • Cevap Dilekçesinin İçeriği

Taraflar arasındaki “işçilik alacağı” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Karaman İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 12.02.2013 gün ve 2011/192 E., 2013/121 K. sayılı kararın tarafların vekilleri tarafından temyizi üzerine Yargıtay 7. Hukuk Dairesinin 05.11.2013 gün ve 2013/12494 E., 2013/18380 K. sayılı kararı ile;

( … 1- )Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre davacının tüm, davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine,

2- )Davacı vekili, davacının davalıya ait işyerinde çalışırken işverenin kendisine küfretmesi ve psikolojik baskı uygulaması nedeni ile iş sözleşmesini haklı sebeplerle feshettiğini, fazla mesai yaptığını, milli bayramlarda çalıştığını, yıllık izinlerini kullanmadığını, ücretlerinin ve asgari geçim indirimi alacağının ödenmediğini iddia ederek kıdem tazminatı ile bazı işçilik alacaklarının davalıdan tahsilini istemiştir.

Davalı vekili davacının devamsızlık yaptığından dolayı iş sözleşmesinin feshedildiğini, davacının emeklilik nedeni ile sözleşmeyi feshettiğine dair ihtarnamesinin daha sonra gönderildiğini, iddialarının asılsız olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.

Mahkemece toplanan delillere göre davacının iş sözleşmesinin devamsızlık yapmasından dolayı işverence haklı sebeple feshedildiğini, kıdem tazminatı talep edemeyeceği, bilirkişi raporunda hesap edilen alacaklarının bulunduğu gerekçesi ile davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Davacının ücretlerinin ödenip ödenmediği ihtilaflıdır.

Davacı vekili davacının son iki yıla ait ücret ve asgari geçim indirimi alacaklarının ödenmediğini iddia ederek alacak talebinde bulunmuştur.

Bilirkişi ek hesap raporunda bordrosu sunulmayan 2008 yılı 1-2-3-6-7-9-11/12.aylar için asgari ücret üzerinden ücret ve asgari geçim indirimi hesap edilmiş ve mahkeme bu miktarın tahsiline karar vermiştir.

Davalı vekili temyiz aşamasında eksik olan bu aylara ait bodrroları sunmuş olup bunlarda davacıya atfen imza bulunmaktadır. Davalı vekiline yargılama aşamasında verilen kesin sürenin usulüne uygun olmadığı dikkate alındığında hakkı ortadan kaldıran ödeme savunması niteliğindeki bu bordrolar üzerinde durularak gerekirse ek hesap raporu alınıp bir değerlendirmeye tabi tuttulduktan sonra çıkacak sonuca göre karar verilmelidir.

O halde davalı vekilinin bu yöne dair temyiz itirazları kabul edilmeli ve karar bozulmalıdır… ),

Gerekçesiyle karar bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.

Davacı vekili iş sözleşmesinin müvekkili tarafından haklı sebeple feshedildiğini ileri sürerek kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin, fazla çalışma, genel tatil, asgari geçim indirimi ve ücret alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili davacı işçinin iş sözleşmesinin müvekkili tarafından devamsızlık haklı sebebiyle feshedildiğinden açılan davanın yersiz olduğunu belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece işçinin iş sözleşmesinin devamsızlık sebebiyle davalı işveren tarafından haklı sebeple feshedildiğinden bahisle kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin alacağı talebinin reddine, ücret, asgari geçim indirimi, fazla çalışma ve genel tatil alacaklarının kabulüne karar verilmiştir.

Taraf vekillerinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece önceki karardaki gerekçeler doğrultusunda direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararını tarafların vekilleri temyiz etmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davalı vekiline ön inceleme duruşmasında delillerini sunması için verilen kesin sürenin usulüne uygun olup olmadığı, temyiz aşamasında ibraz edilen bir kısım bordroların hakkı ortadan kaldıran belge niteliğinde kabul edilip edilmeyeceği noktalarında toplanmaktadır.

I- )Hukuk Genel Kurulunda işin esası görüşülmeden önce davacı vekilinin kararı temyiz etmesinde hukuki yararının bulunup bulunmadığı ön sorun olarak incelenmiştir.

Bilindiği üzere, hukuki yarar dava şartı olduğu kadar temyiz istemi için de aranan bir şarttır.

Mahkemece verilen 12.02.2013 gün ve 2011/192 E.-2013/121 K. sayılı kararı temyiz eden davacı vekilinin tüm temyiz nedenlerinin Özel Dairece reddedildiği ve davalı temyizi yönünden davacı aleyhine bozma yapıldığı, mahkemece ilk kararda direnilmesi üzerine de direnme kararının davacı tarafça temyiz edildiği görülmekle davacı vekilinin direnme kararını temyizde hukuki yararı bulunmamaktadır.

O halde davacı vekilinin direnme hükmüne yönelik temyiz isteminin hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmelidir.

II- )Davalı vekilinin temyizinin incelenmesinde;

Kural olarak, yargılama aşamasında dayanılıp sunulmayan deliller, temyiz veya karar düzeltme aşamasında sunulamazlar; sunulmuş olsalar bile, bu aşamalardaki incelemeler sırasında dikkate alınamazlar. Bu kuralın tek istisnası, dayanılıp sunulan delillin, o davaya konu borcu söndüren bir nitelik taşıması; örneğin, davaya konu borcun ödenmiş olduğunu gösteren makbuz, ibraname gibi bir belge olmasıdır.

Davanın hukuksal niteliği ve somut olayın özelliği gereği davalı, temyiz aşamasında davaya konu borcu söndüren nitelikte bir belge vermişse, bu belge üzerinde gerekli inceleme yapılmak suretiyle bir karar verilmesi gerekir. Diğer bir anlatımla, yargılama aşaması henüz tamamlanmamış ise böyle durumda, borcu itfa eden belge değerlendirmeye alınmalıdır. Gerçekten de, yargılamada davayı inkâr eden davalının savunması, borcun bulunmadığı savunmasını da kapsar. O nedenle, davalının borcun ne sebeple bulunmadığını açıklama ve iddianın aksine delillerini ikame etme hakkının ortadan kalktığından söz edilemez. Belirtilen nedenlerle, temyiz aşamasında sunulan ve borcu söndüren bir belgenin varlığı karşısında savunmanın genişletilmesi yasağından söz edilemeyeceğinin kabulü de zorunludur.

Somut olayda, 01.12.2011 tarihinde yapılan ön inceleme duruşmasına davalı vekilinin katılarak delillerini bildirmek için süre talep ettiği, bunun üzerine mahkemece davacı ve davalı yönünden ara kararlar oluşturulduğu, davalı tarafın tanıkları dahil delillerini bildirmesi için iki haftalık kesin süre verildiği ancak davalı vekili duruşmada hazır olmasına rağmen kesin sürenin sonuçlarının ihtar edilmediği görülmüştür.

Dolayısıyla davalı vekiline delillerini bildirmesi için verilen kesin sürenin usulüne uygun olmadığı görüldüğünden usulüne uygun bir kesin süre verildiğinden söz edilemez. Bunun yanında davalı vekili tarafından temyiz dilekçesi ekinde sunulan bordrolar dikkate alınarak hakkı ortadan kaldıran ödeme savunması niteliğindeki bu bordrolar üzerinde durularak gerekirse bu hususta bilirkişiden ek rapor alınıp bir değerlendirmeye tabi tutulduktan sonra soncuna göre karar verilmesi gerekmektedir.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında usulüne uygun kesin süre verildiği halde davalı tarafın, verilen süre içinde elindeki belgeleri dosyaya sunmadığı, yargılama sırasında sunulmayan bir kısım ücret bordrolarını ilk defa temyiz aşamasında ibraz ettiği, 6100 Sayılı HMK’nın 145. maddesi uyarınca belirtilen süreden sonra delil gösterilemeyeceği, ilk derece yargılaması sırasında verilen süre içinde elindeki belgeleri dosyaya sunmayan tarafa temyiz aşamasında belge sunmasına imkan vermenin, yargılama faaliyetini ciddiye almayanı veya yargılamayı uzatma amacını taşıyan kötüniyetli kişileri ödüllendirmek olacağı, davalının söz konusu belgeleri temyiz aşamasında sunma nedeni konusunda da herhangi bir açıklamada bulunmadığı, temyiz incelemesinde ilk derece mahkemesinden ileri sürülmeyen vakıa ve delillerin, hatta mahkemenin karar vermesinden sonra yaşanan vakıaların ileri sürülmesinin mümkün olmayıp temyiz incelemesinde tahkikat yapılamayacağı, bu sebeple direnme kararının onanması gerektiği yönünde görüş bildirilmiş ise de, bu görüş yukarıda belirtilen sebeplerle Kurul çoğunluğu tarafından benimsenmemiştir.

Hal böyle olunca, Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu sebeple direnme kararı bozulmalıdır.

SONUÇ : 1- )Yukarıda ( I ) numaralı bentte açıklanan sebeplerle davacı vekilinin temyiz isteminin, temyizde hukuki yararı bulunmadığından REDDİNE oybirliğiyle,

2- )Yukarıda ( II ) numaralı bentte açıklanan sebeplerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle direnme kararının BOZULMASINA, istenmesi halinde temyiz peşin harcının yatıranlara iadesine oyçokluğuyla, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 03.05.2017 gününde karar verildi.

KARŞI OY :

Davacı işçinin bir kısım işçilik alacaklarının tahsiline karar verilmesi talebiyle açtığı davada mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.

Davalı işverence temyiz edilen karar, Yargıtay 7.Hukuk Dairesince davalı işveren tarafından temyiz aşamasında dosyaya sunulan ücret bordrolarının değerlendirilmesi gerektiğinden söz edilerek bozulmuştur.

Mahkemece verilen kesin süreye rağmen bordroları ibraz etmeyen davalının temyiz aşamasında sunduğu bordrolardan dolayı bozma kararı verilmesinin usule uygun düşmediği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.

Medeni usul hukukuna hakim ilkelerden birisi de taraflarca hazırlama ilkesidir. Buna göre dava malzemeleri taraflarca mahkemeye getirilmelidir. Taraflarca ileri sürülmemiş vakıalar hakim tarafından kendiliğinden araştırılamayacağı gibi, taraflarca dava dosyasına intikal ettirilmeyen delillerin mahkemece re’sen dikkate alınması ve hükme dayanak yapılması da mümkün değildir. Hakim, dava dosyasına usulüne uygun girmiş olan dava malzemesiyle sınırlı inceleme yapmakla yükümlüdür. Dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğu taraflara aittir. Taraflar talep sonucunu dayandırdıkları vakıaları ispata yarayan delilleri göstermemişler ve sunmamışlarsa dava veya savunmalarını ispatlayamadıkları için davanın aleyhlerine sonuçlanması söz konusu olacaktır.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119, 129.maddelerine6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 119 ve 129.maddelerine göre delillerin tarafların dilekçeleri ile mahkemeye sunulması zorunludur. 6100 Sayılı Kanun’un 140/5.maddesine göre dilekçede belirtilmiş olup da, ellerinde bulunan ya da getirtilmesi gereken belgeleri mahkemeye sunmamışlarsa hâkim, ön inceleme duruşmasında her iki tarafa da bu eksikliğin tamamlanması için iki haftalık kesin süre verir. Verilen kesin süre içinde belgenin ibraz edilmemesi halinde o delile dayanmaktan vazgeçmiş sayılmasına karar verilir.

Somut olayda mahkemece ön inceleme duruşmasında davacı ve davalı tarafa delillerini sunmaları için iki haftalık kesin süre verilmiştir. Ön inceleme duruşmasına katılmayan davacı taraf için ara kararda kesin sürenin sonuçları belirtilmişken, duruşmada hazır bulunan davalı vekiline kesin sürenin sonuçları ihtar edilmemiştir.

Belirtmek gerekir ki, kesin sürenin sonuçları kanunda açıkça belirtilmişse, bunun kesin süre verilen tarafa ayrıca ihtar edilmesine gerek yoktur. Aksi bir düşünce, “kanunu bilmemek mazeret sayılmaz” ilkesinin gözardı edilmesi anlamına gelir. Kaldı ki, davalı vekil aracılığıyla temsil edildiğinden kesin mehilin sonuçlarının ihtar edilmesine gerek bulunmamaktadır.

Diğer yandan, gerekmediği halde davacı taraf için kesin sürenin sonuçlarının ihtar edilmesinden hareketle eşitlik ilkesi gereği davalı tarafa da aynı muamelenin yapılması gerektiği ileri sürülemez.

İnceleme konusu olayda davalı vekiline usulüne uygun kesin süre verildiği halde davalı taraf, verilen süre içinde elindeki belgeleri dosyaya sunmamıştır. İlk derece mahkemesince yapılan yargılama sırasında da ibraz edilmeyen bir kısım ücret bordroları ilk defa temyiz aşamasında dosyaya sunulmuştur.

6100 Sayılı Kanun’un 145.maddesine göre taraflar kanunda belirtilen süreden sonra delil gösteremezler. Ancak bir delilin sonradan ileri sürülmesi yargılamayı geciktirme amacı taşımıyorsa veya süresinde ileri sürülememesi ilgili tarafın kusurundan kaynaklanmıyorsa, mahkeme o delilin sonradan gösterilmesine izin verebilir.

Davalı taraf ilk derece yargılaması sırasında verilen kesin süre içinde ücret bordrolarını sunmadığı gibi, HMK.m.145 hükmünün sağladığı imkandan da yararlanmamıştır.

İlk derece yargılaması sırasında verilen süre içinde elindeki belgeleri dosyaya sunmayan tarafa temyiz aşamasında belge sunmasına imkan vermek, yargılama faaliyetini ciddiye almayanı veya yargılamayı uzatma amacını taşıyan kötüniyetli kişileri ödüllendirmek olur.

Temyiz aşamasında sunulan ödeme belgesinin dikkate alınmaması halinde alacağını tahsil ettiği halde dava açan kişinin himaye edilmiş olacağı şeklindeki görüşe de katılmak mümkün değildir. Çünkü, alacaklı olmadığı halde dava açan kişi, gizli, hileli veya gayrı meşru bir yöntemle değil, hukuki dinlenilme hakkının geçerli olduğu bir yargılama sistemi içerisinde talepte bulunmaktadır. Ayrıca, hiçbir hakkı olmadığı halde dava açan tarafla ilgili yapılacak işlem 6100 Sayılı Kanun’un 329.maddesinde özel olarak düzenlenmiştir. Buna göre haksız dava açan taraf, yargılama giderinden başka, diğer tarafın vekiliyle aralarında kararlaştırılan vekalet ücretinin tamamı veya bir kısmını ödemeye mahkum edilebilir. Bundan başka beşyüz Türk Lirasından beşbin Türk Lirasına kadar disiplin para cezası ile mahkum edilebilir. Bu hallere vekil sebebiyet vermişse disiplin para cezası vekil hakkında uygulanır. Somut olayda davalı taraf belgelerini süresi içinde sunarak davanın reddine karar verilmesini ve sözü edilen hükmün uygulanmasını sağlayabilirdi.

Alacaklı olmadığı halde dava açan kişinin dava hakkının olmadığı, bunun dava şartı olduğu şeklindeki görüşe de katılamıyorum. Bir kimsenin alacaklı veya borçlu olması taraf sıfatı ile ilgilidir. Taraf sıfatı ise dava şartı değildir ( PEKCANITEZ, Hakan / ÖZEKES, Muhammet / AKKAN,Mine / TAŞ KORKMAZ, Hülya; Medeni Usûl Hukuku, Cilt I, 15.Bası, İstanbul, s.612 ). Taraf sıfatının bulunup bulunmadığı, başka bir anlatımla bir kimsenin alacaklı veya borçlu olup olmadığı mahkeme tarafından re’sen araştırılacak bir husus değildir.

Bu konuda ayrıca belirtmek gerekir ki, usul kanunlarımızda itiraz niteliğindeki belgelerin yargılamanın her aşamasında sunulabileceğine dair bir düzenleme bulunmamaktadır. İtiraz niteliğindeki belgelerin usulüne uygun şekilde dosyaya ibraz edilmesi halinde mahkemece re’sen göz önünde bulundurulması gerekir. Başka bir anlatımla, usulüne uygun şekilde dosyaya sunulmuş bir ödeme belgesi sonradan tarafların gözünden kaçsa bile mahkemenin bu belgeyi re’sen dikkate alması gerekir.

Somut olayda, ilk derece yargılaması yaklaşık 2 yıl sürmüş olup, davalı taraf verilen kesin süre içinde elindeki belgeleri sunmadığı gibi, tahkikatın devamı sırasında da ibraz etmemiştir. Söz konusu belgeleri temyiz aşamasında sunma nedeni konusunda da herhangi bir açıklamada bulunmamıştır. Başka bir anlatımla, belgeleri temyiz aşamasında sunarken haklı görülebilecek bir mazeret ileri sürmemiştir. Mahkemenin usul ve yasaya aykırı bir işlemi bulunmamaktadır.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 2. maddesi6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 2. maddesi uyarınca inceleme konusu dosya bakımından uygulanması gereken 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 437. maddesinde bozma nedenleri sayılmış olup, temyiz aşamasında sunulan delilin bozma nedeni yapılacağına dair bir düzenleme bulunmamaktadır. Anılan hükme göre temyiz olunan kararın tamamen veya kısmen bozulması için; hukukun veya taraflar arasındaki sözleşmenin yanlış uygulanmış olması, dava şartlarına aykırılık bulunması, taraflardan birinin iddiasını ispat için dayandığı delillerin kanun bir sebep olmaksızın kabul edilmemesi ve karara etki eden yargılama hatası ve eksiklilerinin bulunması gerekir. Temyiz incelemesinde, ilk derece mahkemesinde ileri sürülmeyen vakıa ve delillerin, hatta mahkemenin karar vermesinden sonra yaşanan vakıaların ileri sürülmesi mümkün değildir. Yeni vakıaların ileri sürülmesi ve bunların incelenmesi, karşı tarafın rızasına da tabi değildir. Çünkü temyiz incelemesinde tahkikat yapılamaz.

Yukarıda açıkladığım sebeplerle direnme kararının onanması gerektiği kanaatinde olduğumdan, sayın Çoğunluğun bozma yönündeki görüşüne katılamıyorum.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS