0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Dava Konusunun Devri

HMK Madde 125

(1) Davanın açılmasından sonra, davalı taraf, dava konusunu üçüncü bir kişiye devrederse, davacı aşağıdaki yetkilerden birini kullanabilir:

a) İsterse, devreden tarafla olan davasından vazgeçerek, dava konusunu devralmış olan kişiye karşı davaya devam eder. Bu takdirde dava davacı lehine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.

b) İsterse, davasını devreden taraf hakkında tazminat davasına dönüştürür.

(2) Davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilecek olursa, devralmış olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden itibaren devam eder. (Ek cümle:22/7/2020 7251/11 md.) Bu takdirde dava davacı aleyhine sonuçlanırsa, dava konusunu devreden ve devralan yargılama giderlerinden müteselsilen sorumlu olur.



HMK Madde 125 Gerekçesi

1086 sayılı Kanunun 186 ncı maddesindeki düzenlemeye karşılık gelen bu maddeyle, dava konusunun devri yani müddeabihin temliki düzenlenmiştir.

Maddenin birinci fıkrasında, dava konusunun davalı tarafından üçüncü kişiye devredilmesi durumunda, davacının, (a) ve (b) bentlerinde öngörülen iki seçenekten birini kullanabileceği hususu uygulamadaki tereddütleri giderecek şekilde yeniden düzenlenmiştir.

Maddenin ikinci fıkrasında ise dava konusunun davacı tarafından üçüncü bir kişiye devredilmesi hâlinde, devralan üçüncü kişinin, hukuk gereği (ipso iure) davacı sıfatı ve buna bağlı olarak dava takip yetkisi kazanacağı ve davanın yeni davacı ile süreceği esası getirilmiştir.


HMK 125 (Dava Konusunun Devri) Emsal Yargıtay Kararları


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/14661 Karar : 2018/12215 Tarih : 12.09.2018

  • HMK 125. Madde

  • Dava Konusunun Devri

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, tazminat, olmazsa tenkis isteklerine ilişkindir.

Davacı, mirasbırakan babası … ’ın maliki olduğu … ili … İlçesinde bulunan 1278 parsel sayılı taşınmazı 19/11/1987 tarihinde davalı oğluna muvazaalı olarak ve satış gösterilmek suretiyle temlik ettiğini, davalının da taşınmazı 28/11/2006 tarihinde kendisine ait diğer davalı şirkete ayni sermaye göstermek suretiyle temlik ettiğini, mirasbırakanca yapılan temlikin gizli bağış olup, davalı şirketin de durumu bilerek muvazaalı şekilde taşınmazı edindiğini ileri sürerek davalı şirket adına kayıtılı çekişme konusu 1278 parsel sayılı taşınmazın mirasbırakanın terekesine iadesine karar verilmesini istemiş, 31/03/2016 tarihli dilekçesi ile, dava tarihinden önce çekişme konusu taşınmazla ilgili kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili davasında verilen tescil kararının kesin olduğu halde tapu kaydında halen kayıt maliki olarak davalı şirketin göründüğünü belirterek HMK 125. maddesi uyarınca davanın tazminata dönüştürülmesini, aksi halde HMK 180. maddesine göre davayı tamamen ıslah ettiğini ve süresi içerisinde yeni dava dilekçesini sunacağını beyan etmiş; 06/04/2016 tarihli yeni dava dilekçesiyle, çekişme konusu taşınmazın kamulaştırılması nedeniyle kamulaştırma bedelinden miras payına isabet eden 5.004.252,00-Tl’nin fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak üzere davalılardan müteselsilen tahsiline karar verilmesini, olmadığı taktirde tenkis hükümlerinin uygulanmasını istemiştir.

Davalılar vekili, mirasbırakanın mal kaçırma amacıyla hareket etmeyip tüm mirasçıları kapsar şekilde paylaştırma yaptığını, davacı lehine kazandırmalarda ve tasarruflarda bulunduğunu, kamulaştırma nedeniyle otuz yıl sonra değer kazanan dava konusu taşınmazda davacının kötüniyetli olarak pay istediğini, davalı … ’in taşınmazı alım gücü bulunduğunu, davalı şirketin ise iyiniyetli üçüncü kişi olduğunu belirterek davanın reddini savunmuş; davacı yanın HMK 180. maddesi uyarınca sunmuş olduğu yeni dava dilekçesine karşı yetki itirazında bulunmuş, davanın ayni hakla ilgisi kalmayıp murisin son yerleşim yerinin kesin yetkili olduğunu, mirasbırakanın ve davalıların … ’da ikamet ettiğini belirterek yetkisizlik kararı verilmesini istemiş, tazminata dönüştürülen davanın zamanaşımına uğradığını, kademeli tenkis isteği yönünden de hak düşürücü sürenin geçtiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, mirasbırakanın son yerleşim yerinin ve davalıların yerleşim yerinin … ili olduğu, 6100 sayılı HMK`nun 11.maddesindeki “Mirastan kaynaklanan davalarda murisin son yerleşim yeri mahkemesinin kesin yetkili olduğu” düzenlemesi ve genel yetki kuralı uyarınca yetkisizlik nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Bilindiği üzere, HMK’nun 12. maddesine göre, taşınmaz üzerindeki ayni hakka ilişkin veya ayni hak sahipliğinde değişikliğe yol açabilecek davalar ile taşınmazın zilyetliğine yahut alıkoyma hakkına ilişkin davalarda, taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi kesin yetkilidir. Aynı maddenin 3. fıkrasına göre, bu davalar birden fazla taşınmaza ilişkinse, taşınmazlardan birinin bulunduğu yerde diğerleri hakkında da açılabilir. Anılan bu kural kesin yetki ve dava şartına ilişkin olup, mahkemece kendiliğinden gözetilmesi gerekeceği kuşkusuzdur.

Diğer taraftan, HMK 11. maddesinde mirastan doğan davalarda ölen kimsenin son yerleşim yeri mahkemesinin kesin yetkili olduğu belirtilmiş ve bu kesin yetki kuralının uygulanacağı davalar maddenin (a) bendinde terekenin paylaşılmasına, yapılan paylaşma sözleşmesinin geçersizliğine, ölüme bağlı tasarrufların iptali ve tenkisine, miras sebebiyle istihkaka ilişkin davalar ile mirasçılar arasında terekenin yönetiminden kaynaklanan davalar, (b) bendinde terekenin kesin paylaşımına kadar mirasçılara karşı açılacak tüm davalar şeklinde sayılmış olup, taşınmazın aynına ilişkin davalardaki kesin yetki kuralı ise HMK`nun 12. maddesinde özel olarak düzenlenmiştir.

Eldeki dava, muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı, kaynağını 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararından alan bir davadır. Eş söyleyişle, sağlar arası işlemin geçersizliği ileri sürülmektedir. Temlikin muvazaa nedeniyle geçersizliğine dayanılarak iptal tescil istemiyle açılan dava, yargılamanın seyri sırasında ıslah edilerek tazminat isteğine dönüştürülse dahi açıldığı tarih itibariyle yetkili mahkemede açılmıştır.

Hal böyle olunca, davanın, taşınmazın aynına ilişkin bulunduğu ve HMK’nun 12.maddesinde öngörülen kesin yetki kuralına göre taşınmazın bulunduğu Akyurt yargı çevresi içinde kaldığı ve bu yer mahkemesinin yetkili olduğu gözetilerek, davanın esasının incelenmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.

Davalıların değinilen yönden yerinde görülen temyiz itirazının kabulüyle, hükmün 12.01.2011 tarihinde kabul edilen ve 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 Sayılı HUMK.`nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 12.09.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/11550 Karar : 2018/10442 Tarih : 23.05.2018

  • HMK 125. Madde

  • Dava Konusunun Devri

Taraflar arasında görülen davada;

Davacı, mirasbırakanı … n maliki olduğu 257 ada 9 parsel sayılı taşınmazı mirasçılarından mal kaçırma amacıyla ölünceye kadar bakma akdi ile muvazaalı bir şekilde davalı … devrettiğini ileri sürerek dava konusu taşınmazın davalı adına olan tapu kaydının miras payı oranında iptali ile terekeye iadesine, olmadığı takdirde tenkisine karar verilmesini istemiş, aşamada terekeye… Hukuk Mahkemesi’nin 2012/295 E. ve 2013/187 K. Sayılı ilamı ile davacı … tereke temsilcisi olarak atanmış ve HMK’nın 125. maddesi uyarınca dava yeni kayıt maliki Hükmet Türkmen’e yöneltilmiştir.

Davalı davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davanın reddine dair verilen karar Dairece ‘’ Davada yer almayan murisin iki kızı ve bir oğlunun davaya olurlarının alınması ya da miras şirketine M.K.nun 640. maddesi uyarınca atanacak temsilci aracılığı ile yargılamanın sürdürülmesi, böylece davanın görülebilirlik koşulunun yerine getirilmesi; ondan sonra, taşınmazın temyiz aşamasında dava dışı 3. kişiye devredildiği yolundaki temyiz dilekçesinde bildirilen iddianın kayden araştırılması, doğrulanması halinde HUMK.’nun 186. (6100 HMK.’nun 125.) maddesinin uygulanması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.’’ gerekçesi ile bozulmuş, bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda temlikin mal kaçırmak amacıyla yapılmadığı ve son kayıt maliki davalının iyiniyetli olduğu gereçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davalı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi … ’nun raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.

Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkin olup, mahkemece davanın reddine karar verilmiş, karar davalı vekili tarafından vekalet ücretine hasren temyiz edilmiştir.

Bilindiği üzere; kural olarak yargılama giderleri, davada haksız çıkan, eş söyleyişle aleyhine hüküm verilen tarafa yükletilir (HMK 326/1).

O halde, HMK’nın 326/1. maddesinde öngörüldüğü gibi “kanunda yazılı haller dışında” yargılama giderlerinin davada haksız çıkan tarafa yükletilmesi gerektiği kuşku ve duruksamadan uzaktır.

./..

Somut olayda, davanın reddine karar verilmesine karşın vekalet ücretinden davalı tarafın sorumlu tutulması doğru değildir.

Ne var ki, anılan husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden; hükmün 5. bendinde yer alan “Davacı kendini bir vekil aracılığı ile temsil ettirmiş olduğu için 2014 yılı A.A.Ü.T. gereğince 1.500,00-TL. maktu vekalet ücretinin davalıdan tahsili ile davacıya ödenmesine,” ibaresinin hükümden çıkarılarak, yerine “Davalı kendisini bir vekil aracılığı ile temsil ettirmiş olduğundan 2014 yılı A.A.Ü.T. gereğince 1.500,00-TL vekalet ücretinin davacılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davalıya ödenmesine,” ibaresinin yazılmasına, davalının bu yöne ilişkin temyiz itirazının kabulü ile 6100 sayılı HMK’nin geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 438/7. maddesi uyarınca hükmün bu şekliyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 23.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/16289 Karar : 2017/17592 Tarih : 26.12.2017

  • HMK 125. Madde

  • Dava Konusunun Devri

Davacılar vekili; taraflar arasındaki ortaklığın giderilmesi davasına konu edilen 2416 ada 10 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan 6 daireden ibaret binanın; 2. ve 4. katlardaki dairelerin davacı …, 1.kattaki dairenin davacı .., zemin kattaki dairenin davacı …, … kattaki dairenin davacı … 3. kattaki dairenin ise, davacı …`e ait olduğunun tespitine karar verilmesini istemiştir.

Davalı …, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemece, bir kısım davacıların tapu maliki olmadığı, binanın 3. ve 4. katlarının kaçak olarak yapıldığı, davanın dayanağı olan izaleyi şuyu davasının açılmamış sayılmasına karar verildiği ve esasen yapı alım satımlarının kat irtifakı yada kat mülkiyeti esasına göre yapılması gerektiği gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmesi üzerine;

hüküm, bir kısım davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, taraflar arasında görülen ortaklığın giderilmesi davası nedeniyle dava konusu taşınmaz üzerinde bulunan 6 daireden ibaret binanın davacılara ait olduğunun tespiti isteğine ilişkindir.

Bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olur (4721 s.lı TMK 684/1 m).

Arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsar. Bu mülkiyet kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere kalıcı yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer (TMK 718 m).

22.12.1995 tarih ve 1/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulandığı gibi Eşya Hukukunda, muhdesattan, bir arazi üzerinde kalıcı yapı ve tesisler ile bağ ve bahçe şeklinde dikilen ağaçları anlamak gerekir. Muhdesat, şahsi bir hak olup (TMK 722, 724, 729 m.ler), sahibine arazi mülkiyetinden ayrı bağımsız bir mülkiyet veya sınırlı bir ayni hak bahşetmez. Taşınmaz üzerindeki kalıcı yapı, ağaç gibi bütünleyici parça niteliğindeki muhdesatların taşınmazın arzından ayrı bir mülkiyetinin varlığından söz edilemez.

Açıklanan bu ilke ve esaslara göre, kural olarak muhdesatın arz malikinden başkasına aidiyetinin tespiti istenemez.

Tespit davası, kendine özgü davalardan olup dava sonucunda istihsal edilecek ilamın icra ve infaz kabiliyeti bulunmamaktadır. Bunun doğal sonucu olarak da bu davaların uygulama alanı sınırlıdır. Bilindiği üzere, tespit davalarının görülebilmesi için güncel hukuki yararın bulunması (6100 s.lı HMK 106/2 m) ve dava sonuçlanıncaya kadar da güncelliğini kaybetmemesi gerekir. Tespit davaları eda davalarının öncüsüdür, bu nedenle eda davası açılmasının mümkün olduğu hallerde, tespit davası açılmasında hukuki yararın bulunmadığı kabul edilmektedir. Hukuki yararının bulunması dava şartı olup, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülebileceği gibi, hakim tarafından da re`sen gözetilir. Hukuki yararın bulunmadığının tespiti halinde davanın, dava şartı yokluğu gerekçesiyle usulden reddine karar verilmelidir. (HMK 114/1-h, 115 m.)

Öğretide ve Yargıtay`ın devamlılık gösteren uygulamalarında, taşınmaz hakkında derdest ortaklığın giderilmesi davasının, kentsel dönüşüm uygulamasının ya da kamulaştırma işleminin bulunması gibi istisnai durumlarda muhdesatın tespiti davasının açılmasında güncel hukuki yararın bulunduğu kabul edilmektedir.

Somut olaya gelince; tespit davasına konu edilen muhdesatın üzerinde bulunduğu taşınmazın satış suretiyle ortaklığın giderilmesine ilişkin olarak görülen … 5.Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2007/1238 Esas, 2011/12181 Karar sayılı dosyasında davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği, ancak Daire’nin 3.4.2017 tarihli geri çevirme kararı sonrası dosya arasına alınan … 4. Sulh Hukuk Mahkemesi`nin 2013/193 Esas sayılı dosyasında, taşınmazın satış suretiyle ortaklığın giderilmesine ilişkin davanın derdest olduğu ve muhdesatın tespitine ilişkin eldeki davanın bekletici mesele yapıldığı görülmüştür.

Az yukarıda da zikredildiği üzere, bu tür davaların (muhdesat tespiti) görülebilmesi için güncel hukuki yararın bulunması (6100 s.lı HMK 106/2 m) ve dava sonuçlanıncaya kadar da güncelliğini kaybetmemesi gerekir. Yargıtayın ve Dairemizin uygulamaları ile birlikte usul ekonomisi de göz önünde bulundurulduğunda, taşınmaz hakkındaki ortaklığın giderilmesine ilişkin dava derdest olduğu sürece muhdesatın tespiti davası açılabilir ve görülebilir. Bu durumda, davacıların dava konusu parsel üzerindeki muhdesat yönünden tespit davası açmalarında güncel hukuki yararının bulunduğu kabul edilmelidir.

Bundan ayrı, dava konusu taşınmazın davacı ve davalılar adına paylı mülkiyet hükümlerine göre kayıtlı olduğu, yargılama devam ederken davacılardan … ve …‘in hisselerini dava dışı şahıslara devrettikleri görülmüştür. 6100 sayılı HMK`nin 125/2 maddesine göre, davanın açılmasından sonra, dava konusunun davacı tarafından devredilecek olması halinde, devralmış olan kişinin, görülmekte olan davada davacı yerine geçeceği ve davanın kaldığı yerden itibaren devam edeceği düzenlendiğinden, Mahkemece davacı sıfatıyla yeni maliklere davanın ihbar edilmesi gerekirken, bu husus gözetilmeksizin bir kısım davacıların malik olmadığı gerekçelerine yer verilmesi doğru görülmemiştir.

O halde Mahkemece, öncelikle davada taraf teşkilinin sağlanması, HMK`nun 125/2. maddesinde belirtilen hükümlerin göz önünde bulundurulması; davaya katıldığı takdirde delillerini sunması konusunda süre ve imkan tanınması, ondan sonra iddia ve savunma çerçevesinde toplanmış ve toplanacak tüm deliller birlikte tartışılıp değerlendirilerek istek hakkında olumlu veya olumsuz karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Bir kısım davacılar vekilinin temyiz itirazları yerinde olduğundan kabulüyle, yerel Mahkeme hükmünün yukarıda açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK`nun 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz eden davacılara iadesine, 26.12.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/226 Karar : 2017/9160 Tarih : 6.12.2017

  • HMK 125. Madde

  • Dava Konusunun Devri

Dava, önalım hakkına dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davacı vekili, müvekkilinin paydaşı olduğu 223 parsel sayılı taşınmazın önceki paydaşı … `in 137/571 oranındaki payını davalıya sattığını, satış tarihini ve bedelini bilmediklerini, müvekkiline noterden bildirim yapılmadığını ileri sürerek davalı adına kayıtlı payın iptali ile müvekkili adına tescilini istemiştir.

Davalı, davaya konu payı 27.06.2013 tarihinde 120.000,00 TL bedelle satın aldığını, davacının satıştan haberdar olduğunu ve hak düşürücü sürenin geçtiğini belirterek davanın reddini savunmuş; daha sonra davaya konu payı 31.01.2014 tarihinde payı satın aldığı … `e satış yoluyla devretmiştir.

Mahkemece, davalının, dava tarihinden sonra söz konusu taşınmazdaki payını önceki malike iade ettiği gerekçesiyle davanın konusuz kaldığından bahisle karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş; hükmü, davacı vekili temyiz etmiştir.

Önalım hakkı paylı mülkiyet hükümlerine tabi taşınmazlarda bir paydaşın taşınmaz üzerindeki payını kısmen veya tamamen üçüncü bir kişiye satması halinde diğer paydaşlara bu satılan payı öncelikle satın alma yetkisi veren bir haktır. Bu hak paylı mülkiyet ilişkisi kurulduğu anda doğar ve satışın yapılmasıyla kullanılabilir hale gelir.

Önalım hakkı alıcıya karşı ancak dava açmak suretiyle kullanılır. TMK.nun 733/3. maddesi hükmüyle yapılan satışın alıcı veya satıcı tarafından diğer paydaşlara noter aracılığıyla bildirme yükümlülüğü getirilmiştir.

Önalım hakkı satışın hak sahibine bildirildiği tarihin üzerinden üç ay ve her halde satışın üzerinden iki yıl geçmekle düşer. Bu süre hak düşürücü süre olup mahkemece kendiliğinden göz önünde bulundurulması gerekir.

Önalım hakkına konu payın dava sırasında bir başka kişiye veya satışı yapan paydaşa satılması halinde davacının 6100 Sayılı HMK`nın 125. maddesi hükmü uyarınca seçimlik hakkı olduğundan dilerse davayı yeni satın alan şahsa yöneltir, dilerse davasını tazminata dönüştürerek davalı hakkındaki davasını devam ettirir. Bu sebeple davacıya seçimlik hakkını kullanması için önel verilmelidir. Önalım hakkına dair payın satış yapan önceki paydaşa dönmesi davacının ilk satışla doğan önalım hakkını kullanmasına engel değildir.

Bu gibi hallerde, ilk satış bedeli ile ikinci satış bedeli farklı ise davacının hangi satış bedelinden sorumlu olacağı önem kazanır. Önalım davası açıldıktan sonra davaya konu payı satın alan kimse önalım davasının açıldığını bilerek kötü niyetle iktisap etmişse davacı daha düşük ise ilk satış sözleşmesindeki satış bedeli ile, aksi halde son satış bedeli ile sorumludur. Davacının davayı yönelttiği kimsenin kötü niyetli olduğunu iddia etmesi halinde bu iddiasını ispatlamakla yükümlüdür. İkinci satış fazla bedelle ilk satan paydaşa yapılmış ise o kimse ilk satışın tarafı olduğu için kötü niyetli olduğunun kabulü gerekir. Ayrıca kötü niyetin kanıtlanmasına gerek yoktur.

Yukarıda açıklanan ilkeler ışığında somut olaya gelince; önalım hakkına dair payın, davalı tarafından yargılama sırasında payı satın aldığı önceki paydaşa satış yoluyla temlik edilmesi, davacının ilk satışla doğmuş olan önalım hakkını ortadan kaldırmayacağından mahkemece, işin esasına girilerek oluşacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple hükmün bozulması gerekmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan sebeplerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istenmesi halinde yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 06.12.2017 tarihinde oy birliği ile karar verildi.


YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/1058 Karar : 2017/3489 Tarih : 7.06.2017

  • HMK 125. Madde

  • Dava Konusunun Devri

Davacı vekili, müvekkilinin “…” markasını 32. sınıfta “…” emtiasında tescil ettirdiğini, davalı … Ltd. Şti’nin davacı markasını izinsiz olarak maden suyu şişelerine etiket olarak bastığını, diğer davalı … Ltd. Şti’nin ise … Ltd. Şti. tarafından üretilen ürünlerin pazarlamasını yaptığını, davalıların elbirliğiyle hareket ederek müvekkilinin markasına tecavüz ettiklerini, kötüniyetli olarak davacı markası ile benzer markaların tescil ettirildiğini ileri sürerek davalıların müvekkilinin markasına tecavüzde bulunduğunun tespiti ile tecavüzün önlenmesini, fazlaya ait hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 10.000,00 TL maddi 50.000,00 TL manevi tazminat olmak üzere toplam 60.000,00 YTL’nin işleyecek reeskont faizi oranında ticari temerrüt faizi ile birlikte davalılardan tahsil edilerek müvekkili davacıya ödenmesine, davalı … Ltd. Şti. adına 2005/54294 tescil nolu “…” ve 2005/54295 tescil nolu “…” markalarının sicilden terkinine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı … Ltd. Şti. vekili, hukuka aykırı davranışının olmadığını, müvekkili şirketin, “…” markasını yetkisi dışında kullanmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı … Ltd. Şti. vekili, müvekkilinin iyi niyetli ve basiretli bir tacir gibi davrandığını, müvekkiline ait tescillerin iptal edilinceye kadar kullanımının hukuki koruma altında olduğunu savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı …A.Ş. vekili, müvekkili şirketin üretimlerinin mevzuat hükümlerine uygun olarak yapıldığını, davacıya zarar verme amacı olmadığını savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davalılar tarafından davacıya ait tescilli “Sarıkız” markasının tescilli olduğu madensuyu emtiasında davacının izni olmaksızın kullanılmış olduğu, davacının marka hakkına tecavüzün ve ayrıca davacının zararının mevcut olduğu, davacıya ait marka ile hükümsüzlüğü istenen markalar arasında benzerliğin mevcut olduğu gerekçesiyle davanın kabulü ile davalıların davacının markasına yönelik tecavüzlerinin men’ine ve önlenmesine, davacının maddi ve manevi tazminat isteminin kabulü ile takdiren ve hakkaniyet ilkesi gereğince 10.000,00 TL maddi, 50.000,00 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek ticari faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen alınarak davacıya verilmesine, davalı … Ltd. Şti. adına 2005/54294 numara ile tescilli “…” ibareli marka ile 2005/54295 numara ile tescilli “…” ibareli markaların tescil edildiği 32. sınıf içerisinde yer alan “maden suları, kaynak suları, sofra suları, sodalar, tonikler” emtialar için kısmen hükümsüz kılınmasına karar verilmiştir.

Kararı, davalı … Ltd. Şti. ve davalı … Ltd. Şti. vekili temyiz etmiştir.

1- Mahkemece verilen karar, davalı … Ltd Şti. vekili tarafından 05/11/2015 havale tarihli dilekçe ile temyiz edilmiş ise de, gerekçeli kararın davalı vekiline 12/10/2015 tarihinde tebliğ edildiği, yani kararın HUMK 432/1 madde ve fıkrasında belirtilen 15 günlük yasal temyiz süresi geçtikten sonra temyiz edildiği anlaşılmıştır. HUMK 432/4. madde ve fıkrasına göre, süresinden sonra yapılan temyiz istemleri hakkında mahkemece bir karar verilebileceği gibi, 01/06/1990 gün, 3/4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca Yargıtay tarafından da temyiz isteminin reddine karar verilebileceğinden, davalı … Ltd. Şti. vekilinin HUMK 432/4. maddesi uyarınca, temyiz isteminin süre yönünden reddine karar verilmesi gerekmiştir.

2- Dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelere, mahkeme kararının gerekçesinde dayanılan delillerin tartışılıp, değerlendirilmesinde usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmamasına göre, davalı … Ltd. Şti. vekilinin aşağıdaki bent dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

3-Ancak, mahkemece kısmen hükümsüz kılınan 2005/54295 ve 2005/54294 tescil numaralı markaların dava tarihinde davalılardan … Ltd. Şti. adına tescilli iken yargılama sırasında gerçekleşen icra takibi sonucu satış suretiyle el değiştirmesiyle dava dışı … Ltd. Şti. adına tescil olunduğu dava dosyasındaki … yazısı ve marka örneklerinden anlaşıldığına göre, dava konusu markalar yargılama aşamasında el değiştirdiğinden HMK’nın 125 maddesine göre davacıya seçim hakkı kullandırılarak davacının markaları devralan yeni malike karşı davaya devam etmek istemesi halinde dava dışı … Ltd. Şti’nin davaya dahil edilerek hükümsüzlük istemi yönünden bir karar verilmesi gerekirken, dava dışı … Ltd. Şti’nin taraf olmadığı davada markaların kısmen hükümsüzlüğüne karar verilmesi doğru olmadığından kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı … Ltd. Şti. vekilinin temyiz isteminin süre yönünden REDDİNE, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı … Ltd. Şti. vekilinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE, (3) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davalı … Ltd Şti. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davalı yararına BOZULMASINA, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz edenlere iadesine, 07.06.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 5. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/7978 Karar : 2017/11948 Tarih : 27.04.2017

  • HMK 125. Madde

  • Dava Konusunun Devri

Dava ve birleştirilen davalar, kamulaştırmasız el atılan taşınmaz bedelinin tahsili istemine ilişkindir.

Mahkemece asıl ve birleşen davaların kabulüne karar verilmiş; hüküm, davalı idare vekilince temyiz edilmiştir.

Asıl ve birleşen 2013/271 esas sayılı dava yönünden; arsa niteliğindeki 1. … mahallesi 703 ada 48 parsel sayılı taşınmaza emsal karşılaştırması yapılarak değer biçilmesinde bir isabetsizlik görülmemiştir. Ancak;

1)22.10.2014 tarihli bilirkişi kurulu raporunda dava konusu taşınmazın metrekaresine birleşen 2014/202 esas sayılı dosyada 5.907,00-TL, 2014/317E. sayılı dosyada ise 5.953,00-TL değer biçildiği halde, Belediye Başkanlığınca taşınmazın 2014 yılı arsa metrekare rayiç değerinin 6.617,00-TL olarak bildirilmesi karşısında, bilirkişi kurulundan bu bedelden ayrılma nedenleri konusunda ek rapor alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerektiği düşünülmeden, mahkemece taşınmazın m2 birim fiyatının belediyece belirlenen arsa m2 rayiç değerinin altında olamayacağı gerekçesiyle resen 2014 yılı arsa m2 rayiç değeri üzerinden yapılan hesaplama sonucu tespit edilen bedele hükmedilmesi

2)Birleşen … 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2013/271E. Sayılı dosyanın davacılarından olan …‘ın maliki bulunduğu 7 nolu bağımsız bölümün yargılama devam ederken dava dışı İlter Yazıcılar’a satıldığı anlaşılmıştır.

6100 sayılı HMK’nin 125/2 maddesine göre, davanın açılmasından sonra, dava konusunun davacı tarafından devredilecek olması halinde, devralmış olan kişinin, görülmekte olan davada davacı yerine geçeceği ve davanın kaldığı yerden itibaren devam edeceği düzenlendiğinden, mahkemece davacı sıfatıyla yeni malik İlter Yazıcılar davaya dahil edilip sonucuna göre karar verilmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde hüküm kurulması,

3)Birleşen … 12. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2014/202E. Sayılı dosyanın davacısı olan 1 nolu bağımsız bölüm maliki …‘ın hissesi üzerinde bulunan ipotek şerhinin hükmedilen bedele yansıtılmaması,

Doğru görülmemiştir.

Davalı idare vekilinin temyiz itirazları yerinde olduğundan hükmün açıklanan nedenlerle H.U.M.K.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istenildiğinde iadesine ve temyize başvurma harcının Hazineye irad kaydedilmesine, 27/04/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 16. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/10633 Karar : 2017/725 Tarih : 10.02.2017

  • HMK 125. Madde

  • Dava Konusunun Devri

Kadastro sırasında … Köyü çalışma alanında bulunan 120 ada 47, 49, 50, 51, 52, 53, 54, 55, 56 ve 57 parsel sayılı sırasıyla 10.379.85, 5.334.89, 10.790.78, 4.307.37, 17.256.56, 5.111.76, 8.174.17, 6.018.30, 4.225.66 ve 3.726,12 metrekare yüzölçümündeki taşınmazlar … mirasçıları … ve arkadaşları ile … mirasçıları … ve arkadaşları adlarına, 120 ada 58 ve 64 parsel sayılı sırasıyla 1.823,47 metrekare ve 1.611,23 metrekare yüzölçümündeki taşınmazlar … mirasçıları … ve arkadaşları adlarına, 120 ada 65, 67 ve 69 parsel sayılı sırasıyla 3914, 168,21, 390,02 metrekare yüzölçümündeki taşınmazlar ise … mirasçıları … ve arkadaşları adlarına ayrı ayrı irsen intikal, taksim ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliği nedeniyle tespit edilmiştir. Davacı … ve …, tapu kaydı, vergi kaydı, mahkeme ilamı ve miras yoluyla gelen hakka dayanarak; davacı … , miras yoluyla gelen hakka ve kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak ayrı ayrı dava açmışlardır. Yargılama sırasında davacı …‘ın ölümü nedeniyle mirasçıları davaya dahil edilmiş, davacı … ise 10.09.2009 tarihli dilekçesi ile dava konusunu 6100 sayılı Kanun’un 125/2. maddesi uyarınca oğlu …‘e devrettiğinden davaya … devam etmiştir. Mahkemece dava dosyaları birleştirilmek suretiyle yapılan yargılama sonunda davacılar …, … ile dahili davacılar … mirasçılarının davalarının kısmen kabulüne; çekişmeli 120 ada 47, 50, 55 parsel sayılı taşınmazların tamamı ve 120 ada 56 parsel sayılı taşınmazın fen bilirkişi tarafından hazırlanan 25.02.2015 tarihli rapor ve eki haritada (A) harfiyle gösterilen bölümü ayrı ayrı 3 pay kabul edilerek 1 payı davacı … oğlu … adına, 1 payı davacı … adına, 1 payı da verasette iştirak hükümleri uyarınca davacı … murisi … mirasçıları adlarına, 120 ada 56 parsel sayılı taşınmazın aynı rapor ve eki haritada (B) harfiyle gösterilen bölümü ile çekişme konusu 120 ada 51, 52, 53, 54 ve 57 parsel sayılı taşınmazların tamamı 5040 pay kabul edilmek suretiyle davalılar …, … ve …‘ın davayı kabulü nedeniyle 42 payın 14’er pay ile davacılar … oğlu …, … ile verasette iştirak hükümleri uyarınca davacı … murisi … mirasçıları adına, kalan paylar ise payları oranında davalılar adına, çekişmeli 120 ada 49 tamamı 5040 pay kabul edilmek suretiyle davalılar … … ve …‘ın davayı kabulü nedeniyle 42 payın 21’er pay ile davacılar … oğlu … ile … adlarına, kalan paylar ise payları oranında davalılar adına, çekişmeli 120 ada 65, 67, 69 parsel sayılı taşınmazların tamamı 2520 pay kabul edilmek suretiyle davalılar … … ve …‘ın davayı kabulü nedeniyle 42 payın 21’er pay ile davacılar … oğlu … ile … adlarına, kalan paylar ise payları oranında davalılar adına, çekişmeli 120 ada 58 ve 64 parsel sayılı taşınmazların ise tespit gibi tapuya tesciline karar verilmiş; hüküm, davacı …, … ve arkadaşları ile davalı … ve arkadaşları tarafından temyiz edilmiştir.

Dosya içeriğine, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre yerinde olmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazalı bakiye ve nispi temyiz karar harçlarının temyiz edenlerden ayrı ayrı alınmasına, 10.02.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/9327 Karar : 2017/156 Tarih : 11.01.2017

  • HMK 125. Madde

  • Dava Konusunun Devri

Davacı, Bursa ili….i, 2727 ada, 10 parselde kayıtlı taşınmazı 13/11/1997 tarihinde arsa sıfatıyla satın aldığını,… Kadastro Müdürlüğü tarafından düzenlenen aplikasyon krokisinde 9 numaralı parsel üzerinde bulunan binanın 10 nolu parsele tecavüzü olduğunu ileri sürmüş, elatmanın önlenmesi ve binanın yıkılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

Birleştirilen davada ise davalılar, taşmanın imar uygulaması sonucu oluştuğunu, davacının 13/11/1997 tarihinde taşınmazını aldığını, satın aldığı kişinin 9 parselin üzerindeki binayı yapan yüklenici Kazım Seven olduğunu, davacı tarafından 10 parsel satın alındığında 9 parsel üzerindeki binanın yapılmış olduğunu, dolayısıyla davacının bu taşmayı bildiğini, 9 parselin 10 parsele tecavüzü tespit edildiği taktirde TMK`nun 725. Maddesi gereğince muhik bir bedel karşılığında 10 parselin mülkiyetinin davalılar adına tescilini istemişlerdir

Mahkemece asıl davanınnın reddine, birleştirilen temliken tescil davasının kabulüne karar verilmiştir.

Hükmü, davacı karşı davalı vekili temyiz etmiştir.

Bir dava açıldıktan sonra da sahip olunan tasarruf yetkisi gereği dava konusu olan hak veya malın üçüncü kişilere devri mümkündür. Bu durumda bir dava şartı olan davayı takip yetkisi ortadan kalkmış olduğundan, davanın açıldığı haliyle devam etmesi düşünülemez.

6100 sayılı HMK`nın 125/2. maddesine göre “Davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilecek olursa devralmış kişi görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden devam eder.”

Mahkemece, dava konusunun üçüncü kişiye temliki re’sen dikkate alınacaktır. Ancak hakim, dava şartının ortadan kalkması nedeniyle davayı reddetmeyip davayı veya savunmayı değiştirme yasağının bir istisnası olan HMK`nın 125. maddesi uyarınca seçimlik hakkını kullanmak üzere diğer tarafa önel verecektir.

Somut olayda; dosya içerisindeki tapu kaydının incelenmesinde dava konusu 9 parsel sayılı taşınmazdaki bağımsız bölümlerinin bir kısım malikleri değişmiştir. Bu durumda mahkemece yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda ve 6100 sayılı HMK`nın 125/2. maddesi uyarınca davacıya yeni malikleri usulüne uygun olarak davaya dahil ettirerek davaya onların huzuruyla kaldığı yerden devamına karar verilmesi gerekir. Taşınmazı devreden kişinin huzuruyla davanın görülüp sonuçlandırılması doğru değildir. Mahkemece, HMK 125. maddesi hükmü gereğince işlem yapılmak üzere kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda yazılı nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle hükmün BOZULMASINA, bozma sebebine göre sair hususların şimdilik incelenmesine yer olmadığına, peşin yatırılan temyiz harcının istek halinde yatırana iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.01.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 18. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/10288 Karar : 2016/10719 Tarih : 27.09.2016

- HMK 125. Madde

  • Dava Konusunun Devri

Dava dilekçesinde, kamulaştırmasız el koyma nedenine dayalı olarak … İli…. Köyü 236 ada 1 parsel sayılı taşınmaz bedelinin faiz ve masraflarla birlikte davalı taraftan tahsili istenilmiştir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş, hüküm dava konusu taşınmazın yeni maliki vekili ile davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Temyiz istemlerinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bilgi ve belgeler okunup gereği düşünüldü:

Dosyadaki bilgi ve belgelerin incelenmesinden; dava konusu taşınmazın mahkemenin karar tarihinden (29.12.2015) önce 30.06.2015 tarihinde davacı tarafından satıldığı, yeni malikin … olduğu, mahkemenin malik değişiminden haberdar olmadığı, davacı … tarafından açılan davaya devamla davanın kabulüne karar verildiği, karar verilmeden önce yeni malike tebligat yapılmadığı gibi yeni malikin kendiliğinden davaya katılma talebinin de bulunmadığı, karar verildikten sonra yeni malik … vekili aracılığıyla dosyaya verdiği temyiz dilekçesinde davaya katılmak istediğini belirterek hükmün bozulmasını talep ettiği anlaşılmıştır.

6100 sayılı HMK’nun 125/2 maddesinde, “Davanın açılmasından sonra, dava konusu davacı tarafından devredilecek olursa, devralmış olan kişi, görülmekte olan davada davacı yerine geçer ve dava kaldığı yerden itibaren devam eder” hükmü yer almaktadır.

Bu nedenle, kamulaştırmasız el koyulan taşınmaz bedelinin tahsili talebi yönünden yeni malik olan …‘in davacı sıfatı kazanması gerektiği dikkate alınarak, ayrıca hüküm tarihinde davacı olarak yer alan …`in de malik olmadığı ve aktif dava ehliyeti bulunmadığı anlaşıldığından kararın bozulması gerekir.

Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile şimdilik diğer yönleri incelenmeksizin hükmün ( BOZULMASINA ), temyiz peşin harçlarının istek halinde temyiz edenlere iadesine, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 6. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/9689 Karar : 2016/4271 Tarih : 1.06.2016

  • HMK 125. Madde

  • Dava Konusunun Devri

Uyuşmazlık, kira sözleşmesine dayalı zilliyetliğin korunması istemine ilişkindir. Mahkemece konusuz kalan talep ve dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiş, karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekili; ….. plakalı …. Marka Otobüsün Noterliği’nin 30 Ocak 2012 tarih ve 4822 yevmiye numaralı Motorlu Taşıt Kira Sözleşmesi ile davacı tarafından davalı şirketten kiralandığını, kira sözleşmesine uygun olarak kira bedellerinin gününde ödendiğini, tarafların 6 Haziran 2012 tarihine kadar sözleşme şartlarına uyduklarını, 07/06/2012 tarihinde …‘de davalı şirketin şoförlerinin aracı alarak (kaçırarak), otobüse fiilen el koyduklarını, davacının, aracın çalındığını anlayınca hemen 155 nolu telefondan polisi aradığını, on gün kadar bulanamayan otobüsün daha sonra ortaya çıktığını ve halen aynı hat üzerinde davalı şirket tarafından çalıştırıldığını, taraflar arasında yapılan sözleşmenin 45 ay süreli olduğunu, sözleşme hükümlerinin yürürlükte olup taraflarca feshedilmediğini, davacının dava konusu otobüse sözleşme ile zilyet bulunmakta iken, davacının zilyetliğine hile ile müdahale eden davalının müdahalesinin önlenmesi, kiralananın taraflarına teslimini istemiştir. Davacının kira borçlarını düzenli olarak ödemediğini, Haziran ayı dahil olmak üzere 15.000.-Euro ödemesi gerekirken çok cüz`i bir ödeme yaptığını, ayrıca otobüse kesilen trafik cezalarının da taraflarına tebliğ edildiğini, davacı ile yapılan görüşmede davacının otobüsü daha fazla işletemeyeceğini, sürekli zarar ettiğini, otobüsü gelip almalarını talep ettiğini, bunun üzerine davacının otobüsün anahtarını ….’da kendisinin teslim ettiğini, otobüsün şirketleri tarafından teslim alındıktan sonra … isimli 3. bir şahsa kiralandığını, otobüsün zilyetliğinin de halen aynı şahısta olduğunu, otobüsün zilyetliği 3. Bir şahsa geçtiğinden davacının davasının konusuz kaldığını, belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkeme, dava konusu aracın 27 Ağustos 2013 tarihinde üçüncü kişiye satıldığı, davacının gerek dava dilekçesinde gerekse aracın satışını öğrendikten sonra sadece kiralanan aracın kendisine teslim edilmesini talep ettiği, herhangi bir zarar tanzimi talebi olmadığı gerekçesiyle konusuz kalan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına karar vermiştir.

Taraflar arasında imzalanan 01/01/2012 başlangıç tarihli 45 ay süreli kira sözleşmesi hususunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Sözleşme geçerli olup tarafları bağlar. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunun 310. maddesinde sözleşmenin kurulmasından sonra kiralananın herhangi bir sebeple el değiştirmesi halinde yeni malikin kira sözleşmesinin tarafı olacağı düzenlenmiş olup dava konusu otobüsün satışıyla taraflar arasındaki sözleşme sona ermez. Dava edilen şeyin (müddeabihin) yargılama sırasında üçüncü bir kişiye devredilmesi ile ilgili olarak 6100 sayılı HMK 125. (Eski HUMK 186) maddesi gereğince davacı devreden tarafla olan davasından vazgeçerek, dava konusunu devralmış olan kişiye karşı davaya devam edebileceği gibi davasını devreden taraf hakkında tazminat davasına da dönüştürebilecektir. Uyuşmazlığın, Türk Borçlar Kanunun dördüncü bölümünde düzenlenmekte olan kira sözleşmesine ilişkin hükümlere göre çözümlenmesi gerekirken olayda uygulanması imkanı bulunmayan Türk Medeni kanunun 981. Maddesi gereğince karar verilmesi doğru değildir.

Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacının temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı HMK.ya 6217 Sayılı Kanunla eklenen geçici 3.madde hükmü gözetilerek HUMK.nın 428.maddesi uyarınca hükmün BOZULMASINA, istek halinde peşin alınan temyiz harcının temyiz edene iadesine, 01/06/2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/65 Karar : 2015/1097 Tarih : 3.03.2015

  • HMK 125. Madde

  • Dava Konusunun Devri

Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan bakiye iş bedeline yönelik icra takibine itirazın iptali talebinden ibarettir.

Mahkemece dava dilekçesi ve ekleri davalı tarafa tebliğ edilmeden dosya üzerinde yapılan inceleme ile tensiben görevsizlik kararı verilmiş, karar davalı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlık, 6100 Sayılı HMK’nın 114/c maddesi gereğince dava şartı olan mahkemenin görevli olması` şartı hakkında taraf teşkili sağlanmadan karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Mahkemenin görevli olması dava şartıdır ( HMK. m. 114/1-c ).

Dava şartları ve ilk itirazlar ön incelemede sonuca bağlanır. Ön inceleme ise, dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra yapılır ( HMK. m. 137/1, 139/1 ilk cümle. ).

Buna göre, görevsizlik kararı verilebilmesi için; dava dilekçesinin davalıya tebliği, cevap süresinin ( HMK. m. 127/1 ) beklenmesi, süresi içinde cevap verilmesi halinde davacıya tebliği, onun cevaba cevap verme süresinin ( HMK. m.136/1 ) beklenmesi, verdiğinde bunun diğer tarafa tebliği ve davalının 2. cevap süresinin beklenmesi zorunludur.

Mahkemenin, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar verebileceğini öngören aynı Kanun`un 138. maddesi hükmü, dilekçelerin karşılıklı verilmesi zorunluluğunu ortadan kaldırmaz. Bu hüküm, hakime, belirtilen hususlar hakkında gerekmiyorsa ön inceleme duruşması yapmaksızın karar verebilme yetkisi tanır.

Ön inceleme duruşması yapmaksızın dosya üzerinden karar verilebilmesi için de, davanın ön inceleme aşamasına getirilmiş olması gereklidir.

Kanunun 137. maddesinin ( 1. ) fıkrasında, ön incelemenin dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra yapılacağının açıkça öngörülmüş olması karşısında, dava şartlarının mevcut olup olmadığının davanın her aşamasında hakim tarafından kendiliğinden gözetileceğine dair 115/1. madde hükmü de, bu hususlarda, davalıya dava dilekçesi tebliğ edilmeden karar verilebileceğine izin verir tarzda bir yoruma elverişli değildir.

Diğer yandan 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, 1086 Sayılı Kanun`dan farklı olarak iddia ve savunmanın genişletilmesi yahut değiştirilmesi yasağını dava ve cevap dilekçesinin verilmesiyle başlatmamış; bu yasağı, dilekçelerin karşılıklı verilmesinin tamamlanmasına, bazı hallerde ön inceleme duruşmasına kadar ileriye ötelemiştir.

Tarafların bu haklarını kullanabilmeleri, dilekçelerin karşılıklı olarak verilmesini veya bunun için kanunda belirlenen sürelerin geçmesini gerekli kılar. Bazı hallerde dava dilekçesindeki talebe göre görevli olmayan mahkemenin, cevap dilekçesi, cevaba cevap dilekçesi veya 2. cevap dilekçesinin verilmesinden sonra görevli hale gelmesi mümkün bulunmaktadır.

Ayrıca 6100 Sayılı Kanun, eskisinden farklı olarak, görevsizlik veya yetkisizlik kararı verilmesi üzerine dosyanın görevli veya yetkili mahkemeye gönderilmesini talep etme hakkını davalıya da tanımıştır ( m. 20/1 ). Görevsizlik veya yetkisizlik kararı üzerine davaya bir başka mahkemede devam edilmemesi halinde davalıya kararı veren mahkemeden yargılama giderlerini talep etme hakkı da vermiştir ( m. 331/2 son cümle ). Davalının bu haklarını kullanabilmesi, dava dilekçesinin kendisine tebliğ edilmiş olmasını gerektirir.

6100 Sayılı HMK’nın 114. maddesi uyarınca dava şartlarından olan görev konusunda aynı Kanun’un 138. maddesi uyarınca dosya üzerinden karar verilebilir ise de, ancak bunun için dava dilekçesinin davalıya tebliğ edilerek savunma hakkı tanınması gerekir. Dava dilekçesi tebliğ edilmeden dosya üzerinden görevsizlik kararı verilmesi HMK`nın 27. maddesinde düzenlenen hukuki dinlenilme hakkına da aykırılık oluşturmaktadır.

Bütün bu hükümlerden, dava dilekçesi davalıya tebliğ edilmeden görevsizlik kararı verilemeyeceği sonucuna ulaşıldığından kararın usul yönünden bozulması gerekmiştir.

Yukarıda açıklanan sebeplerle kararın ( BOZULMASINA ), bozma nedenine göre diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY :

Mahkemenin görevli olması, HMK.nın 114/1-c maddeye göre dava şartıdır. Göreve dair kurallar kamu düzenindendir ( HMK. 1. md. ). “Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.” ( HMK 115. md. ).

Yasada açıkça dava şartlarının her aşamada mahkemece kendiliğinden araştırılacağı düzenlendiğinden henüz taraflara tebliğ yapılmadan tensip aşamasında dahi mahkemenin görevsiz olması halinde usulden red kararı verilebilir. HMK 137, 138 ve 140. maddedeki ön inceleme aşamasında dava şartlarının inceleneceğine dair düzenlemeler, henüz incelenmemiş ise tahkikata geçilmeden önce dava şartlarının incelenmesi zorunluluğunu belirtmektedir. Bu hükümler her aşamada dava şartlarının incelenebileceğine dair 115. madde düzenlemesine inceleme zamanı bakımından en erken zaman olarak sınır çizen bir düzenleme olmayıp incelemenin en geç ne zaman yapılması gerektiğini göstermektedir.

HMK 138. maddenin ( karşılığı 143.madde ) gerekçesinde bu hususa şöylece açıklık da getirilmiştir: “Usule dair hususlar, şekli nitelik taşıdıklarından yargılamanın başında, dosya üzerinden de incelenerek karara bağlanabilir. Ancak, mahkeme, kararını vermek için tarafların dinlenmesine ihtiyaç duyuyorsa, bunu da tahkikat aşamasında değil, ön inceleme oturumunda yapacaktır. Böylece dava şartları ve ilk itirazlarla ilgili sorunların, en geç tahkikat başlamadan, ön inceleme duruşması sonunda karara bağlanması amaçlanmıştır.”

Davanın gerekli tüm aşamalarının görevli mahkemece yerine getirilmesi davanın tarafları için daha teminatlıdır. Görevli mahkeme sebebiyle basit ya da yazılı yargılama usulünün uygulanması gereken hallerde uzatılmış cevap süresi ( HMK 127 ve 317. md. ), iddia ve savunmayı genişletme yasağının sınırları ( HMK 141 ve 319. md. ) gibi bazı konularda farklı kurallara yer verilmiş olduğundan dilekçeler safhası ve ön inceleme aşamasının görevsiz mahkemede yapılması açılan davanın niteliğine göre uyulması gereken usul kurallarının tam olarak uygulanmamasına da yol açacağından bu sakıncalar sebebiyle dahi belirlenebildiği en erken aşamada görev hususunun incelenmesi gerekir.

Somut olayda mahkemece dilekçeler safhası tamamlanmadan görevsizlik kararı verilmesi HMK.nın 125. maddedeki kamu düzenine dair açık yasa hükmüne uygundur. Taraflardan davalı tacir olmadığından, davacının tacir olup olmadığının araştırılmasına da gerek bulunmamaktadır. Taraflardan birisi tacir olmadığı gibi TTK`da düzenlenen bir hususa dair açılmış bir dava da bulunmadığından ticaret mahkemesi görevli olmayıp asliye hukuk mahkemesi görevlidir. Bu sebeple görevsizlik kararı verilmesinde bir isabetsizlik de yoktur.

Temyiz talebine konu edilen vekalet ücreti yönünden ise vekalet ücreti yargılama gideri olup ( HMK.nın 323/1-ğ ) süresinde başvuru halinde görevli mahkemede, başvurulmaz ve mahkemece dava açılmamış sayılır ise bu kararda hükmedilebileceği ( HMK 331/2 ), bu yasal düzenlemeler ile Yargıtay İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu`nun 25.4.1945 gün ve 1943/21-1944/7 E. 1945/9 K. sayılı kararının da uygulanabilirliği kalmadığı için Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi 7/1. maddesinin görevsizlik kararında vekalet ücreti yönünden Kanunun belirtilen hükümlerine açıkça aykırı olduğu, kaldı ki karar tarihinde dosyada davalının vekili de bulunmadığından vekalet ücretine hükmedilmesinin de mümkün olmadığı, kararda bu yönden de isabetsizlik bulunmadığı için sonuç olarak kararın onanması gerektiği görüşünde olduğumdan çoğunluk görüşüne katılmıyorum.


YARGITAY 7. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/7894 Karar : 2014/12906 Tarih : 10.06.2014

  • HMK 125. Madde

  • Dava Konusunun Devri

1-Dosyadaki yazılara, hükmün Dairemizce de benimsenmiş bulunan yasal ve hukuksal gerekçeleriyle dayandığı maddi delillere ve özellikle bu delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine ve özellikle aynı gün temyiz incelemesi yapılan aynı mahkemeye ait bazı davalarda 02.03.2012 tarihine kadar hesap edilen alacak hüküm altına alınmış iken, bu davada 31.12.2011 tarihine kadar yapılan hesaplamaya itibar edilerek dava karara bağlanmış ise de, kararı davacının temyiz etmediğinin ve bu nedenle bu hususta değerlendirme yapılamayacağının anlaşılmasına göre davalı DSİ Genel Müdürlüğü vekilinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının yerinde olmaması nedeni ile reddine,

2-Davacı vekili, davacının davalı Bakanlığa bağlı Elektrik Etüd İşleri Genel Müdürlüğü işçisi olarak çeşitli kamplarda çalıştığını, Harcırah Kanunu hükümlerine göre arazide çalıştığı günler için harcırah ödenmesi gerekirken ödenmediğini iddia ederek harcırah alacağının davalı Bakanlıktan tahsilini talep etmiştir.

Davalı Bakanlık vekili zaman aşımı savunmasında bulunmuş ayrıca davacının çalıştığı Elektrik Etüd İşleri Genel Müdürlüğü’nün 662 sayılı Yasa ile DSİ Genel Müdürlüğü`ne devredildiğini, bakanlığa husumet yöneltilmesinin mümkün olmadığını, ayrıca davacıya talep ettiği alacağının TİS hükümlerine göre ödendiğini savunmuş ve davanın reddini istemiştir.

Mahkemece yapılan yargılama sonucu toplanan delillere ve alınan bilirkişi raporuna göre davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, davalı Bakanlığın temyizi üzerine Dairemizin 18.03.2013 günlü ilamı ile özetle,”….Elektrik İşleri Etüt İdaresi kapandığından davacının hangi işverene bağlı olarak çalıştığının tespiti gerekmektedir. Devir için 6 aylık süre öngörüldüğünden HMK’nun 124. maddesine göre dava bu süre içerisinde açıldığından 662 Sayılı KHK’nin 56. madde ve geçici 10. madde gereği davanın DSİ`ye tevcih edilerek davaya devam edilmesi gerekirken, mahkemece husumet yönünden davalı itirazları konusunda değerlendirme yapılmadan, devir işlemleri araştırılmadan, işin esasına girilerek yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

Mahkemenin kabul şekli bakımından da; dava kısmen kabul edilmiş ise de denetlemeye esas Toplu İş Sözleşmeleri dosyaya getirilmeden eksik inceleme ile karar verilmesi hatalı olmuştur.” gerekçesi ile bozulmuştur.

Bozma kararına uyan Mahkemece dava davalı DSİ Genel Müdürlüğü`ne tevcih edilmiş, davalı DSİ Genel Müdürlüğü zaman aşımı savunmasında bulunmuş, davacıya haklarının ödendiğini savunmuş ve davanın reddini istemiştir.

Mahkeme ek hesap raporu almış ve yeniden davanın kısmen kabulüne karar vermiştir.

Davacının personeli olduğu kapatılan önceki işyerinin, kendi dışındaki kanuni düzenlemelerle Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanlığı ve sonrasında davalı DSİ Genel Müdürlüğüne devredilmesinin 662 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile gerçekleşmesi ve davacının davasını devir için öngörülen 6 aylık süre geçmeden açması nedeni ile 6100 sayılı HMK’nun 124 ve 125.maddelerine göre davacının davasını yanlış hasma yöneltmesinde hatası olmadığı, bu nedenle hakkındaki dava husumetten reddedilen davalı Bakanlık yararına davacı aleyhine avukatlık ücreti takdir edilmesine yasal olanak bulunmadığı, sadece hakkındaki dava esastan kısmen reddedilen davalı DSİ Genel Müdürlüğü yararına avukatlık ücretine hükmedilmesi gerektiği halde mahkemece takdir edilen avukatlık ücretinin her iki davalıyı kapsayacak şekilde davacıdan tahsiline karar verilmesi ayrıca davalı DSİ Genel Müdürlüğü genel bütçeye dahil idarelerden olup 492 sayılı Harçlar Kanunu`nun 13/j maddesine göre harçtan muaf olduğu halde harçla sorumlu tutulması hatalı olmuştur.

Ne var ki, bu yanlışlıkların giderilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden hüküm bozulmamalı düzeltilerek onanmalıdır.

Yukarıda açıklanan nedenlerle; hüküm fıkrasının 4,5 ve 6 numaralı bentlerinin tümü ile çıkarılarak yerine; “4-Hakkındaki dava kısmen kabul edilen davalı DSİ Genel Müdürlüğü harçtan muaf olduğundan harç takdirine yer olmadığına, 5-Davacı tarafından peşin yatırılan 176,25 TL harcın davalı DSİ Genel Müdürlüğü harçtan muaf olduğundan istek halinde davacıya iadesine,” 6-Taraflar kendilerini vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi nazara alınarak takdiren 1.215.00 TL avukatlık ücretinin davalı DSİ Genel Müdürlüğünden alınıp davacıya verilmesine, redden dolayı 440.00 TL avukatlık ücretinin davacıdan alınıp davalı DSİ Genel Müdürlüğü’ne verilmesine, davalı Bakanlık yararına avukatlık ücreti takdirine yer olmadığına” rakam ve sözcüklerinin yazılmasına, hükmün düzeltilmiş şekli ile ( ONANMASINA ), hükmü temyiz eden davalı DSİ Genel Müdürlüğü`nün yatırdığı temyiz harcının iadesine, oybirliğiyle, karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas: 2017/1-1276 Karar: 2017/1192 Tarih: 14.06.2017

  • HMK 125. Madde

  • Dava Konusunun Devri

Taraflar arasındaki “tapu iptali ve tescil” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Anadolu 3. Asliye Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen 10.07.2014 gün ve 2013/234 E., 2014/305 K. sayılı kararın temyizen incelenmesinin dahili davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 23.02.2016 gün ve 2014/18028 E., 2016/2118 K sayılı kararı ile;

( … Hükmüne uyulan bozma kararında, gösterildiği şekilde işlem yapılarak karar verilmiştir. Davacıların temyiz itirazı yerinde değildir. Reddi ile usul ve yasaya ve bozma kararının gerekçelerine uygun olan hükmün ONANMASINA… ),

Karar verilmiş, dahili davacılar vekilinin karar düzeltme talebi üzerine Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 13.10.2016 gün ve 2016/7058 E., 2016/9425 K sayılı kararı ile;

( … Dava, yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir.

Dosya içeriğinden anlaşılacağı üzere;

Davacı vekili tarafından 24.11.2009 tarihinde davaya konu 249 parsel sayılı taşınmazın davalı adına yolsuz tescil edildiğinden bahisle tapu iptal ve tescil davası açıldığı,

Mahkemece 27.10.2005 tarihli ve 2004/484-2005/459 Sayılı karar ile tapu kaydının icra takibi ile oluştuğundan, ihalenin feshi davası dışında tapu iptal ve tescil istenilemeyeceğinden davanın reddine karar verildiği;

Bu kararın Dairece verilen 23.10.2008 tarihli 2008/6451-10756 Sayılı kararı ile ihalenin feshi davalarında taşınmazın aynına dair irdeleme yapılmadığından, icra hukuku ile sınırlı inceleme yapıldığından, ihalenin yöntemine uygun icra edilip edilmediği değerlendirildiğinden, eldeki davanın ise, davalı adına oluşan tapu kaydının illetten yoksun ve tescilin yolsuz tescil niteliğinde bulunduğu iddiasına dayanıldığından mahkeme kararının bozulmasına karar verildiği,

Karar düzeltme talebinin de reddedildiği,

Mahkemece, bozma kararına karşı 12.05.2009 tarihinde direnme kararı verildiği,

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 04.11.2009 tarihli 2009/409-478 Sayılı kararı ile Mahkemece verilen kararın yeni hüküm olduğundan dosyanın Daireye gönderildiği, Daire’nin 29.12.2009 tarihli 2009/12926-14031 Sayılı kararı ile 04.10.1991 tarihli protokol hükümlerine uyulması gerektiğinden buna göre, icra takibine konu senetler hükümsüz nitelikte bulunduğundan ve tescil yolsuz olduğundan davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğinden mahkeme kararının bozulmasına karar verildiği,

Karar düzeltme talebinin reddedildiği,

Mahkemece bozma kararına uyulduğu ve 27.12.2011 tarihli 2010/425-2011/604 Sayılı karar ile Daire bozma kararı uyarınca davanın kabulüne karar verildiği,

Bu kararın Dairece 03.07.2012 tarihli ve 2012/5062-8345 Sayılı karar ile önceki bozmanın dayanağını teşkil eden protokol aslı bulunmadığından ve ibraz edilmediğinden davanın kabulüne dair kararın davanın reddine karar verilmesi gerektiğinden kesin olarak bozulmasına karar verildiği,

Davacı tarafça karar düzeltme talebinde bulunulduğu, Dairece verilen 07.03.2013 tarihli 2013/2040-3433 Sayılı karar ile taşınmazdaki davalı payının davada taraf olmayan … Enerji Ltd. Şti’ne temlik edildiğinden 6100 Sayılı HMK’nun 125/1.maddesi gereğince değerlendirme yapılması gerektiğinden yukarıda belirtilen Mahkeme kararının bu gerekçe ile bozulmasına, diğer karar düzeltme nedenlerinin incelenmesine yer olmadığına karar verildiği,

Mahkemece bu bozma kararına da uyulduğu, davacı tarafça taşınmazı temlik alan şirkete karşı davaya devam edildiği, 10.07.2014 tarihli 2013/234-2014/305 Sayılı karar ile mahkemece davanın reddine karar verildiği,

Dairece, 23.02.2016 tarihli 2014/18028-2016/2118 Sayılı karar ile yerel mahkeme kararının onanmasına karar verildiği,

Bu karara karşı da davacı tarafça 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun ( ) 373.maddesinde yapılan düzenleme doğrultusunda temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nca yapılması gerektiğinden ve kendileri yararına usûli kazanılmış hak oluştuğundan söz edilerek delil olarak dayandıkları 04.10.1991 tarihli protokolün mahkeme kasasına alındığından bahisle dosyanın Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’na gönderilmesini ve mahkeme kararının bozulması talebi ile karar düzeltme istenildiği görülmektedir.

Bilindiği üzere, 17.04.2013 tarihli ve 6460 Sayılı Kanun ile eklenen 373. maddesinin 6., 1086 Sayılı 26.09.2004 tarihli 5236 Sayılı Kanun ile yapılan değişiklikten önceki 439. maddesinin 6. ve 6. ve değişiklikten sonraki 429. maddesinin 4. fıkras 4. fıkrası gereğince “Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır” hükmü getirilmiştir.

Usûle dair bu düzenlemenin mevcut dava dosyalarına da uygulanması gerekir.

Yukarıda açıklandığı üzere; yerel mahkemece davanın reddine dair verilen 12.05.2009 tarihli karar Dairenin 29.12.2009 tarihli kararı ile davanın kabulüne karar verilmesi gerektiğinden bozulmuş, yerel mahkemece Daire bozma kararı doğrultusunda 27.12.2011 tarihli karar ile davanın kabulüne karar verilmiş, bu kararda Dairenin 03.07.2012 tarihli kararı ile davanın reddine karar verilmesi gerektiğinden bahisle bozulmuş, karar düzeltme talebi üzerine Dairece 07.03.2013 tarihinde yerel mahkeme kararı 6100 Sayılı HMK’nin 125/1. maddesi gereğince değerlendirme yapılmak üzere değişik gerekçe ile bozulmuş, bozma nedenine göre diğer nedenler inceleme dışı tutulmuş, yerel mahkemece bu bozma kararına da uyulmuş, 10.07.2014 tarihli karar ile davanın reddine karar verilmiş, davacı tarafça temyiz edilen bu karar Dairenin 23.02.2016 tarihli kararı ile onanmış, onama kararına karşı karar düzeltme talep edilmiştir.

Dairece verilen son karar tarihi itibarı ile davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır hükmü yürürlüktedir ve temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması gerekmektedir.

Anılan bu husus karar düzeltme istemi üzerine bu defa yapılan inceleme sonucu anlaşıldığından, davacılar vekilinin karar düzeltme isteğinin açıklanan sebepten dolayı ( 6100 Sayılı Kanun’un geçici 3. maddesi yollaması ile ) 1086 Sayılı HUMK’nun 440. maddesi uyarınca kabulü ile, Dairenin 23.02.2016 tarihli 2014/18023 Esas - 2016/2118 Karar sayılı ONAMA KARARININ ORTADAN KALDIRILMASINA, dosyanın gereğinin takdiri için YARGITAY HUKUK KURULUNA GÖNDERİLMESİNE… ),

Karar verilerek dosya Hukuk Genel Kurulu’na gönderilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

Davacı vekili müvekkil ile davalı şirket arasında ticari ilişki bulunduğunu, davacının demir çelik madenlerinin satın alımı ile depolanması sebebiyle düzenlemiş olduğu 26 adet senedi davalı şirkete verdiğini, ancak 04.10.1991 tarihinde taraflar arasında bir protokol yapıldığını ve bütün senetlerin iptaline karar verildiğini, bu protokole rağmen davalı şirketin senetleri icra dairesine verdiğini ve müvekkili hakkında takip başlattığını, bu takip sırasında Pendik 1. İcra Dairesinin 1992/7621 talimat dosyasında Ballıca Köyü 249 parsel sayılı taşınmazda bulunan davacı hissesinin cebri icra ile satıldığını, davacının bahsi geçen senetlerden dolayı borcunun bulunmadığını ileri sürerek cebri icra yolu ile davalıya satılan hissenin iptali ve müvekkili adına tesciline karar verilmesini istemiştir.

Dahili davacılar vekili davacı M. K. D.’ün 26.12.2011 tarihinde vefat ettiğini, bu sebeple davacının mirasçılarının davaya dahil edilmesi gerektiğini beyanla davanın kabulüne karar verilmesini istemiştir.

Davalı şirket vekili müvekkili şirketin davacıdan olan alacağını tahsil etmek amacıyla icra takibi başlattığını, davacının iddia ettiği gibi taraflar arasında borç yenileme, itfa, ihmal veya temdide yönelik maddi bir vakıanın gerçekleşmediğini, davaya konu taşınmazın satışına 1992 yılında başlandığını ve 1993 yılında taşınmazın satışının tamamlandığını, devamında da müvekkil şirket adına kayıt ve tescil edildiğini, davacının itiraz hakkını kullandığını, itirazların değerlendirilmesi üzerine ihalenin kesinleştiğini, her ne kadar davacı protokol ile borç ilişkisinin 10 eşit takside bölündüğünü belirtmiş ise de bu iddianın yerinde olmadığını, borç ilişkisinin 1992 yılında doğduğunu, parselin satışının ve davalı şirket adına tescilinin ise 1993 yılında olduğunu, davacı tarafın satış işlemi üzerine ihalenin feshi davası açtığını ve davanın davacı aleyhine sonuçlanarak kesinleştiğini, bu sebeple ortada bir kesin hükmün de bulunduğunu, kaldı ki davacının eldeki davayı süresinde açmadığını belirterek davanın reddinin gerektiğini savunmuştur.

Dahili davalı şirket vekili davanın haksız olduğunu bu sebeple reddinin yerinde olacağını belirtmiştir.

Feri müdahil vekili müvekkilinin, davalı müflis … Makine San ve Tic A.Ş.‘nin % 35 hissesinin pay sahibi olduğunu, dolayısıyla feri müdahil sıfatıyla davaya katılmasının gerektiğini, feri müdahillik şartlarının somut olayda mevcut olduğunu, davalı tarafın davayı kazanmasında müvekkilinin hukuki yararının bulunduğunu ifade etmiştir.

Mahkemece ( 27.10.2005 tarihli ilk karar ) davacı üzerine kayıtlı bulunan taşınmaz hissesinin, davacının davalı şirkete olan borcu sebebiyle başlatılan icra takibinin kesinleşmesi sonucu ihale yoluyla davalı şirkete satıldığı, yapılan ihalenin usulsüz olduğu iddiasıyla davacı tarafından açılan ihalenin feshi davasının ise reddine karar verildiği ve kesinleşen ihale sonucu hissenin davalı şirket adına tescil edildiği, taşınmazın davalı şirket tarafından iktisabının kesinleşen icra takibine neticesinde icraen yapılan ihale suretiyle oluştuğu, davacının borcu olmayan bir parayı ödemek zorunda kalması durumunda, ödediği bu parayı zamanaşımı süresi içerisinde isteyebileceği, dolayısıyla ihale ile satılan taşınmazın tapu kaydının iptalinin istenemeyeceği, davacı tarafından açılan ihalenin feshi davasının reddedilip kesinleşmesi ile birlikte ihalenin yerindeliğinin kesin olarak ortaya çıktığı, ihalenin feshi davası dışında tapunun devrini önleyecek hukuki bir yolun da söz konusu olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği, hükmün davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine;

Özel Dairece ( 23.10.2008 tarihli ilk karar ) eldeki davanın ileri sürülüş biçimi itibariyle, kaydın davalı taraf adına oluşumunun illetten yoksun olduğu, bu sebeple yolsuz tescil niteliğinde bulunduğu iddiasına dayalı olduğu, dolayısıyla davanın mülkiyet hakkına dayalı olarak her zaman açılabileceği, davanın, davalı hakkında iflasın gerçekleşmiş olması halinde İflas Masasına yöneltilmesi gerektiği belirtilerek bozulduğu;

Davalı … Makine San ve Tic. A.Ş. vekilinin karar düzeltme talebinde bulunması üzerine;

Özel Dairece ( 19.03.2009 tarihli karar ) karar düzeltme isteğinin reddedildiği;

Yerel Mahkemece ( Özel Dairenin bozma kararına karşı 12.05.2009 tarihli ikinci karar ) icraen yapılan ihale ile davalı şirketin iktisapta bulunduğu, davalı alacaklının bu iktisapta üçüncü kişi konumunda bulunduğu, icra takibinin haklı ya da haksız olmasının ya da borcun gerçekten var olup olmamasının ihale ile taşınmazı alan kişinin iktisabına etkisinin olmadığı, iktisabın ancak ihalenin feshi durumunda hükümsüz kalacağı, bu durumda da yolsuz tescile dönüşümün söz konusu olacağı, borçlu yönünden gidilebilecek hukuki yolların, İcra ve İflas Kanunu’nun 72. maddesinde açıkça düzenlendiği, menfi tespit davası açılarak lehe alınacak bir kararla icra takibinin ve satışın durdurulabileceği, icra takibinden sonra açılan menfi tespit davası ile satış durduramayacağı için dava neticelenmeden satışın yapılması durumunda davanın istirdat davasına dönüşeceği, icra veznesine girecek paranın alacaklıya ödenmemesi için alınan ihtiyati tedbir kararının bulunması veya alacağın henüz ödenmemiş olması durumunda satış yoluyla icra veznesine giren paranın borçluya iade edilebileceği, fakat ihale ile yapılan satış geçersiz kabul edilerek malın alacaklıdan geri alınamayacağı, dolayısıyla tek yolun ihalenin feshi kararı almak olduğu, bu durumda ihalenin hükümsüz kalacağı, somut olayda ihalenin feshedilmemiş olması sebebiyle yolsuz tescilden bahsedilemeyeceği, yine davacının bütün hukuki yollara başvurduğu, kıymet takdirlerine itiraz ettiği, ihalenin feshi davası açtığı ve bu dava için iadeyi muhakeme talebinde bulunduğu, bu yönü ile davacının bütün hukuki yolları tükettiği, davacının 04.11.1991 tarihli protokole dayanarak menfi tespit davası açtığı, 19.09.1994 tarihinde açılan bu davada satışa esas İstanbul 3. İcra Dairesi’nin 1992/4216 numaralı takip dosyasındaki borç sebebiyle de talepte bulunduğu, ancak bu davanın reddedildiği, yani borcun olmadığı iddiası yönünden bu kararın kesin delil niteliğini aldığı, eldeki davanın tapu iptali olduğu, bu sebeple kesin hükmün uygulanmayacağı, ancak kesin delil teşkil ettiği dikkate alındığında artık davaya dayanak yapılan protokolün yeniden değerlendirilemeyeceği, TMK’nın 705. maddesinde taşınmaz mülkiyetinin iktisabının tescille olacağı, bazı durumlarda tescilden önce kazanılacağının belirtildiği, belirtilen bu durumlardan birisinin cebri icra olduğu, cebri icranın olması halinde tescilden önce mülkiyetin kazanılacağı, mevcut olayda cebri icra ile iktisabın söz konusu olduğu, yolsuz tescilin ancak mülkiyetin devrine esas TMK’nın 706. maddesi uyarınca resmi şekilde yapılan sözleşmelerde irade feshadı bulunması durumunda ortaya çıkabileceği, bu hususların da ehliyetsizlik, hata, hile, tehdit, muvazaa gibi aktin geçersizliği durumları olduğu, somut olayda ise mülkiyetin devrine esas taraflar arasında yapılmış resmi bir sözleşmenin bulunmadığı, mülkiyetin devri nedeninin cebri satış olduğu, ihalenin feshi söz konusu olmadıkça tescilin yolsuzluğundan da bahsedilemeyeceği gerekçesiyle direnme kararı verildiği, direnme kararının davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine;

Hukuk Genel Kurulunca ( 04.11.2009 tarihli karar ) yerel mahkemenin, özel dairenin bozma kararında belirttiği hususları irdeleyerek önceki hükümden farklı, yeni bir hüküm tesis ettiği, bu durumda ortada bir direnme kararı bulunmayıp yeni hüküm olduğu, dolayısıyla temyiz incelenmesi yapma görevinin, Hukuk Genel Kurulu’na değil, ilgi Özel Daireye ait olacağı belirtilmek suretiyle dosyanın, temyiz incelemesi yapılmak üzere 1.Hukuk Dairesine gönderilmesine karar verildiği;

Dosyanın Hukuk Genel Kurulu tarafından Özel Daireye gönderilmesi üzerine;

Özel Dairece ( 29.12.2009 tarihli ikinci karar ) 04.10.1991 tarihli protokol içeriği değerlendirildiğinde hükümsüz nitelikteki senetlerin icra takibine konu edilerek ihale ile çekişmeli payın satışına ve böylece yolsuz tescilin oluşmasına sebebiyet verildiği ve Türk Medeni Kanununun 1025.maddesinin birinci fıkrasında sözü edilen halin gerçekleştiği, bu sebeple davanın kabulüne karar verilmesi gerektiği belirtilerek bozulduğu;

Davalı … Makine San ve Tic. A.Ş. vekilinin karar düzeltme talebinde bulunması üzerine;

Özel Dairece ( 14.07.2010 tarihli karar ) karar düzeltme isteğinin reddedildiği;

Yerel Mahkemece ( Özel Dairenin bozma kararına uyularak yapılan yargılama neticesinde verilen 27.12.2011 tarihli üçüncü karar ) taraflar arasında yapılan 04.10.1991 tarihli protokol ve 26 adet senet için davacının ibra ettiği senetlerin karşılıksız kaldığının kararlaştırıldığı, yine protokol hükümlerine davalı vekili tarafından itiraz edilmediği, bu itibarla senetlerin davacıya işlem yapılmadan iade edilmesi gerektiği halde iade edilmeyerek takibe konulduğu ve davaya konu payın bu sebeple ihalesi ile davalı şirkete satıldığı, ihalenin hükümsüz senetlere dayandığı, dolayısıyla tescilin yolsuz olduğu gerekçesiyle davanın kabulüne ve taşınmazda davalı şirket adına kayıtlı olan hissenin iptali ile davacı adına tapuya tesciline karar verildiği, hükmün davalı şirket vekili ve feri müdahil tarafından temyiz edilmesi üzerine;

Özel Dairece ( 03.07.2012 tarihli üçüncü karar ) taraflar arasındaki çekişmenin giderilmesinin bozma kararına esas alınan 04.10.1991 tarihli “protokol” başlıklı belgenin aslının ibrazı ile mümkün olacağı ve buna bağlı olarak davacının ibra edilip edilmediğinin ortaya çıkacağı, ancak anılan ibranamenin aslının bulunmadığı, dolayısıyla fotokopi belgeye dayanılarak davacının ibra edildiğinin kabul edilemeyeceği, Daire bozma kararının sonradan ortaya çıkan duruma göre maddi hataya dayalı olduğu ve davada dayanılan çekişme konusu taşınmazın sicil kaydının oluşumunun 1025. maddesinde öngörülen yolsuz tescile dayalı olduğunun söylenemeyeceği, bu itibarla davanın reddine karar verilmesi gerektiği belirtilerek bozulduğu;

Dahili davacılar vekilinin karar düzeltme talebinde bulunması üzerine;

Özel Dairece ( 07.03.2013 tarihli karar ) davalı tarafça ibraz edilen tapu kaydına göre, taşınmazdaki davalı payının davada taraf olmayan üçüncü kişi Güven Enerji Ltd. Şti.ne devredildiği ve tapuya tescil edildiği, HUMK.nın 186.maddesinde ( 6100 Sayılı HMK’nın 125. maddesi ) dava konusunun taraflarca üçüncü kişiye devir ve temliki halinde yapılacak usulü işlemlerin düzenlendiği, 6100 Sayılı HMK’nın 125/1. maddesinde, dava açıldıktan sonra davalının, dava konusunu ( müddeabihi ) bir başkasına temlik etmesi durumunda davacı taraf seçimlik hakkını kullanarak, dilerse temlik eden ile olan davasından vazgeçerek davaya devralan kişiye karşı devam edebileceği gibi dilerse davasını temlik eden kişi hakkında tazminat davasına dönüştürebileceğinin açıkça ifade edildiği, kendiliğinden ( resen ) gözetilmesi zorunlu bulunan bu usul kuralına göre, mahkemece davacı yana seçimlik hakkının hatırlatılmasının gerektiği belirtilerek 6100 Sayılı HMK’nın 125/1. maddesi gereğince değerlendirme yapılmak ve usuli işlemler tamamlanmak üzere, mahkemenin 27.12.2011 tarih ve 2010/425 E. 2011/604 K. sayılı kararının bozulmasına dair Dairenin 03.07.2012 tarih ve 2012/5062 E. 2012/8345 K. sayılı kararının kaldırıldığı ve hükmün bu gerekçe ile bozulduğu;

Yerel Mahkemece ( Özel Dairenin bozma kararına uyularak yapılan yargılama neticesinde verilen 10.07.2014 tarihli dördüncü karar ) davacı vekilinin 28.05.2013 tarihli dilekçeyle yeni malik … Enerji Ltd. Şti.’yi davaya dahil etmek istediğini bildirip davaya dahil olan davalı … Ltd. Şti aleyhine devam etmek istediğini açıkça ifade ettiği, davacı tarafa 04.10.1991 tarihli protokol aslını ibraz etmesi için de 06.03.2014 tarihli celsede 30 günlük kesin sürenin verildiği, ancak kesin süreye rağmen protokol aslının dosya içerisine ibraz edilmediği, bu yönü ile davacının borçtan ibra edilmiş sayılamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verildiği;

Dahili davacılar vekilinin yeniden temyizi üzerine kararın Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçelerle önce onandığı, sonrasında ise verilen onama kararı kaldırılmak suretiyle dosyanın Hukuk Genel Kurulu’na gönderildiği anlaşılmıştır.

Hukuk Genel Kurulu önüne gene uyuşmazlığın özü; fotokopi niteliğindeki 04.10.1991 tarihli protokolün ihtilafın çözümünde esas alınıp alınamayacağı, burada varılacak sonuca göre davacı tarafın yolsuz tescil iddiasının kanıtlanıp kanıtlanmadığı noktasında toplanmaktadır.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, işin esasının incelenmesinden önce, Yerel mahkemece Özel Daire bozma kararına uyularak verilen 10.07.2014 tarihli red kararının temyizi üzerine Özel Dairece kararın önce onandığı, dahili davacılar vekilinin karar düzeltme talebi üzerine bu kez onama kararı kaldırılmak suretiyle gereğinin taktiri için dosyanın Hukuk Genel Kurulu’na gönderildiği anlaşılmakla, eldeki dosyanın 17.04.2013 tarihli 6460 Sayılı “Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle 18.06.1927 tarihli ve 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 439. maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 Sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16. maddesiyle değiştirilmeden önceki 429. maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra ( “Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır.” ) kapsamında kalıp kalmadığı, burada varılacak sonuca göre temyiz inceleme görevinin Hukuk Genel Kurulu’na mı yoksa Özel Daireye mi ait olduğu, Hukuk Genel Kurulu’nun görevli olduğunun benimsenmesi halinde dahili davacılar vekilinin 29.09.2014 harç tarihli karar düzeltme dilekçesinden önce verdiği 02.09.2014 harç tarihli temyiz dilekçesindeki temyiz talebinin duruşmalı olarak incelenmesi yönündeki beyanı dikkate alındığında bu talebin duruşmalı olarak incelenip incelenemeyeceği, temyiz talebinin duruşmalı olarak incelemesi gerektiğinin kabulü halinde gerekli tebligat giderlerinin tamamlanması amacıyla dosyanın mahalline geri çevrilmesinin gerekip gerekmediği hususu ilk ön sorun olarak tartışılıp, değerlendirilmiştir.

Öncelikle belirtilmelidir ki; 17.04.2013 tarih ve 6460 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle 18.06.1927 tarihli ve 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 439. maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 Sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16. maddesiyle değiştirilmeden önceki 429. maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkra:

“Davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine alt mahkemece verilen kararın temyiz incelemesi, her hâlde Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılır”

Hükmünü amir olup, anılan maddenin gerekçesinde ise;

“Madde ile, davanın esastan reddi veya kabulünü içeren kesin bozmaya uyularak tesis olunan kararların mevzuatta bir değişiklik olmadığı halde, önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine ilk derece mahkemesince verilen hükmün temyiz incelemesinin Yargıtayın ilgili dairesi yerine Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması öngörülmektedir.

“Kesin bozma”, denetim mahkemelerinin yargılama hukukuna kazandırdığı bir kavramdır. Bu kavram, ilk derece mahkemelerinin davanın kabulüne dair hükmünün reddedilmesini yahut davanın reddine dair hükmünün kabul edilmesini öngören bozmaları içermektedir. Denetim mahkemesinin, aynı dava hakkında, verilerde değişme olmadan, birden fazla ve birbirine zıt kesin bozma kararı vermesi, başlı başına hukuk güvenliği sorununa işaret eder. İkinci kesin bozma kararı üzerine verilen ilk derece mahkeme kararlarının temyiz incelemesinin, veriler değişmediği halde, birbirleriyle çelişen bozma kararlarını veren dairece değil, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunca yapılması, hem sorunun doğasının, hem de adil yargılama hakkının bir gereğidir. Ayrıca incelemede derecelendirmenin, içtihat istikrarına hizmet edeceği de açıktır.

Ülkemizde, istinaf kanun yolu yürürlüğe girmediğinden, Yargıtay hukuki denetim yanında maddi vakıa denetimi de yapmaktadır. Bu fiili durum, Yüksek Mahkemenin bazen kendi görevinin dışında görev alması sonucunu doğurabilmektedir. “Usuli müktesep hak” Yargıtayın müstekar içtihatlarıyla hukuk hayatımıza girmiş bir kavramdır. Yüksek Mahkeme bu ilkeye uygun davranarak birçok ilk derece mahkeme kararını bozmakta, çok istisnai olarak usuli müktesep hakkı dikkate almaksızın karar vermektedir. Aslında verilen bu kararlar istinaf kanun yolunun henüz hayata geçirilememesinin sonuçlarındandır.

Bu düşünceden hareketle, değişiklik sadece 1086 Sayılı Kanun’un istinaf sisteminden önce yürürlükte olan metninde yapılmaktadır. Düzenlemenin kalıcı şekilde 6100 Sayılı Kanunda da yer alması, Yargıtayın “usuli müktesep hak” kavramından vazgeçtiği şeklinde bir algı doğurabileceğinden, söz konusu hükmün bölge adliye mahkemeleri faaliyete geçinceye kadar hukuki varlığını sürdürmesi amaçlanmıştır.

Yapılan düzenleme, denetim mahkemelerinin fonksiyonlarına uygun ve denetimi kademelendirerek güçlendiren yeni bir usuli mekanizma öngörmektedir.” denilmektedir.

Yapılan bu değişiklikle kanun koyucu tarafından Yargıtay Hukuk Genel Kuruluna yeni bir görev verilmiş; davanın esastan reddi veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararın önceki bozmayı ortadan kaldıracak şekilde yeniden bozulması üzerine yerel mahkemece verilen kararın temyiz incelemesinin Yargıtay Hukuk Genel Kurulunda yapılması öngörülmüştür.

Öte yandan, Hukuk Genel Kurulunun görevi davanın esastan reddini veya kabulünü içeren bozmaya uyularak tesis olunan kararlarla sınırlı bulunmaktadır.

Bu nedenle, nihai karar kavramı üzerinde durulmasında yarar vardır.

6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu ( )’nın 294/1. maddesinde mahkemelerin usule veya esasa dair bir nihai kararla davayı sona erdireceği belirtilmektedir. Bilindiği gibi, hakimin davadan el çekmesini gerektiren, davayı sonuçlandıran kararlarına nihai kararlar denilmektedir. Nihai kararlar, usule dair nihai kararlar veya esasa dair nihai kararlar ( hükümler ) olmak üzere ikiye ayrılır. Usule dair nihai kararlar, davanın esasıyla ilgili olmayan kararlar olup, başka bir ifade ile mahkemenin maddi hukuk bakımından değil de usul hukuku bakımından verdiği kararlardır. Bu nedenle, mahkemece verilen görevsizlik, yetkisizlik, davanın açılmamış sayılmasına dair kararlar usule dair nihai kararlar olduğu gibi, dava şartı yokluğu nedeni ile verilen, usulden ret kararları ( m.115/2 ) da usule dair nihai kararlardır.

Esasa dair kararlar ise hakimin uyuşmazlığın esasını inceleyerek verdiği kararlardır ( m. 294/1 ). Yani davada ileri sürülen taleplerin maddi hukuk açısından incelenerek esas bakımından kabul veya reddine ya da kısmen kabul ve kısmen reddine dair kararlardır. Esasa dair nihai karar ile taraflar arasındaki uyuşmazlık ( esastan ) sona erer ve hüküm kesinleşince ( kesin hüküm ortaya çıkınca ), artık o uyuşmazlık ( dava konusu ) hakkında, aynı taraflar arasında, aynı dava sebebine dayanarak yeni bir dava açılamaz; açılırsa, kesin hükümden dolayı reddedilir ( m.303 ) ( Kuru, Baki:Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt:3, s.3005 ).

Nitekim, yukarıda vurgulanan ilkeler Hukuk Genel Kurulunun 25.02.2015 gün ve 2014/8-2485 E., 2015/850 K. sayılı ilamında da benimsenmiştir.

Somut olayda, yolsuz tescil hukuksal sebebiyle tapu iptali ve tescil istemiyle açılan davada yerel mahkemece Özel Dairenin bozma ilamına uyularak 04.10.1991 tarihli protokol ve 26 adet senet için davacının ibra ettiği senetlerin karşılıksız kaldığının kararlaştırıldığı, yine protokol hükümlerine davalı vekili tarafından itiraz edilmediği, bu itibarla senetlerin davacıya işlem yapılmadan iade edilmesi gerektiği halde iade edilmeyerek takibe konulduğu ve davaya konu payın bu sebeple ihalesi ile davalı şirkete satıldığı, ihalenin hükümsüz senetlere dayandığı, dolayısıyla tescilin yolsuz olduğu belirtilerek verilen davanın kabulüne dair 27.12.2011 tarihli üçüncü karar Özel Dairece ibranamenin aslının bulunmadığı, fotokopi belgeye dayanılarak davacının ibra edildiğinin kabul edilemeyeceği, Daire bozma kararının sonradan ortaya çıkan duruma göre maddi hataya dayalı olduğu ve davada dayanılan çekişme konusu taşınmazın sicil kaydının oluşumunun TMK’nın 1025. maddesinde öngörülen yolsuz tescile dayalı olduğunun söylenemeyeceği, bu sebeple davanın reddine karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmuş, dahili davacılar vekilinin karar düzeltme talebinde bulunması üzerine Özel Dairece 07.03.2013 tarihli karar ile 6100 Sayılı HMK’nın 125/1. maddesi; dava açıldıktan sonra davalı … Makine San ve Tic. A.Ş.’nin, dava konusunu ( müddeabihi ) bir başka şirket olan …‘ne sattığı, bu sebeple davacı tarafa seçimlik hakkının hatırlatılmasının gerektiği açıklanmak suretiyle Dairenin 03.07.2012 tarih ve 2012/5062 E. 2012/8345 K. sayılı kararının kaldırılmasına ve hükmün bu yönden bozulmasına karar verilmiştir. Buna göre dahili davacılar vekilince karar düzeltme talep edilen üçüncü karar Özel Dairece önceki bozmayı ortadan kaldıracak nitelikte olmayıp, HUMK’nın 186. maddesinde ( 6100 Sayılı HMK’nın 125. maddesi ) belirtilen dava konusunun devri ve taraf değişikliğinin hatırlatılması yönündedir.

Görüldüğü üzere 17.04.2013 tarih ve 6460 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1 .maddesiyle 18.06.1927 tarihli ve 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 439. maddesinin beşinci fıkrasından ve 1086 Sayılı Kanun’un 26.09.2004 tarihli ve 5236 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’un 16. maddesiyle değiştirilmeden önceki 429. maddesinin üçüncü fıkrasından sonra gelmek üzere eklenen fıkranın eldeki davada uygulanma imkanı bulunmamaktadır.

Hal böyle olunca yukarıda içeriğine yer verilen hukuki olgular da dikkate alınarak, yerel mahkemece verilen üçüncü kararın temyizen inceleme görevi Hukuk Genel Kurulu’na ait değil Özel Daireye atittir.

Bu nedenle, temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir.

SONUÇ : Yukarıda gösterilen sebeplerle dahili davacılar vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın 1. HUKUK DAİRESİNE GÖNDERİLMESİNE, 14.06.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS