0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Dava Şartlarının İncelenmesi

HMK Madde 115

(1) Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.

(2) Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder.

(3) Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez.



HMK Madde 115 Gerekçesi

Maddenin birinci fıkrasında, dava şartlarının mevcut olup olmadığı hususunun, davanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden gözetilebileceği; taraflarca da bu bağlamdaki eksikliğin her zaman ileri sürülebileceği açıkça vurgulanmıştır. Genel dava şartlarının inceleme sırasının ne olacağı hususu ise pozitif bir düzenlemeye elverişli bir nitelik taşımaması sebebiyle, tümüyle doktrin ve yargı uygulamasına bırakılmıştır.

Maddenin ikinci fıkrasında, mahkemenin dava şartı noksanlığını tespiti hâlinde, vereceği kararın usule ilişkin bir nihaî karar olan davanın usulden reddi kararı olacağı hususu vurgulanmış; dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise usul ekonomisi ilkesine uygunluk sağlanabilmesi için, hâkimin usulden ret kararı vermeden önce, eksikliğin tamamlanması yönünde ilgilisine kesin süre vermesi esası benimsenmiştir.

Maddenin üçüncü fıkrasında ise davanın esasına girilmesinden önce, dava şartı noksanlığının fark edilmemiş; taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmiş ise usul ekonomisi ilkesine uygunluk sağlanması açısından, artık başlangıçtaki dava şartı noksanlığından dolayı davanın usulden reddedilmemesi gerektiği hususu açıkça hüküm altına alınmıştır.


HMK 115 (Dava Şartlarının İncelenmesi) Emsal Yargıtay Kararları


Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2021/238 E. , 2021/2584 K.

  • HMK 115
  • Dava şartlarının mevcut olup olmadığının davanın her aşamasında hakim tarafından kendiliğinden gözetileceğine ilişkin 115/1. madde hükmü, davalıya dava dilekçesi tebliğ edilmeden uygulanamaz

Mahkemenin, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar verebileceğini öngören aynı Kanun’un 138. maddesi hükmü, dilekçelerin karşılıklı verilmesi zorunluluğunu ortadan kaldırmaz. Bu hüküm, hakime, belirtilen hususlar hakkında gerekmiyorsa ön inceleme duruşması yapmaksızın karar verebilme yetkisi tanır. Ön inceleme duruşması yapmaksızın dosya üzerinden karar verilebilmesi için de, davanın ön inceleme aşamasına getirilmiş olması gereklidir. Kanun’unun 137. maddesinin 1. fıkrasında, ön incelemenin dilekçelerinin karşılıklı verilmesinden sonra yapılacağının açıkça öngörülmüş olması karşısında, dava şartlarının mevcut olup olmadığının davanın her aşamasında hakim tarafından kendiliğinden gözetileceğine ilişkin 115/1. madde hükmünün, davalıya dava dilekçesi tebliğ edilmeden karar verilebileceği yönünde yorumlanması mümkün değildir. Diğer yandan savunma hakkı Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alındığı gibi, HMK’nın 27. maddesi hükmüne göre de, davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup, başka bir anlatımla, taraflara dosya içerisindeki bilgi ve belgelere karşı savunma hakkını kullanma olanağı verilmeden hüküm kurulması mümkün değildir. Aksi halde savunma hakkı kısıtlanmış olup, bu husus kamu düzenine ilişkindir.

Somut olayda, Mahkemece; dava dilekçesi davalılara tebliğ edilmeden, tensip ile, davacıların davalılar tarafından Devrek 1. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/318 Esas sayılı dosyasında açılan tapu iptal ve tescil davasında da dava konusu iki adet senedin geçersizliğinin ve sahteliğinin ileri sürülebileceği gerekçesiyle hukuki yarar yokluğundan davanın reddine karar verilmiş ise de HMK’nın 208/3. maddesinde bir belgenin sahteliğini iddia eden kimsenin, bu iddiasını aynı mahkemede ön sorun şeklinde ileri sürebileceği gibi, bu konuda ayrı bir dava da açabileceği belirtilmiştir. Kanun bu hükmü ile bir belgenin sahte olduğunu iddia eden kimseye, mevcut bir davada bu husus ileri sürme imkanı tanımasının yanı sıra, senedin sahte olduğuna ilişkin ayrı bir dava açma imkanı da vermiştir. O halde, anılan madde hükmü gereğince, davacıların dava konusu senedin geçersizliğinin tespiti yönünde dava açmakta hukuki yararı bulunmaktadır.


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/19302 Karar : 2018/8771 Tarih : 10.09.2018

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları dava şartlarından (HMK m. 114/1-d) olup, bu husus kamu düzeniyle ilgilidir. Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırmakla yükümlüdür. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. (HMK m. 115/1) Davada, davacı kadın ve davalı erkeğin ruhsal rahatsızlığı ileri sürülmüş ve bu iddia dosya arasındaki bir kısım delille de doğrulanmış bulunmasına göre, mahkemece yapılacak iş; Türk Medeni Kanununun 405. ve Hukuk Muhakemeleri Kanununun 56/1. maddeleri uyarınca davacı kadın ve davalı erkeğin vesayet altına alınmasının gerekip gerekmediğinin araştırılması ve bu hususun bir ön sorun sayılması, gerekirse Türk Medeni Kanununun 462/8. maddesi uyarınca işlem yapılması ve sonucuna kadar yargılamanın bekletilmesinden ibarettir. Bu yön gözönünde tutulmadan yargılamaya devam olunarak işin esası hakkında karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer yönlerin incelenmesine şimdilik yer olmadığına, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 10.09.2018 (Pzt.)


YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2018/3875 Karar : 2018/8051 Tarih : 5.09.2018

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Davacı, davalı dağıtım şirketinin, düzenlediği faturalar ile kendisinden hukuka aykırı olarak kayıp-kaçak bedeli adı altında fazladan ücret tahsil ettiğini ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak üzere, şimdilik 3.000 TL kayıp/kaçak bedelinin dava tarihinden itibaren işleyecek avans faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece; dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda, 6502 sayılı Kanun’un 68/1. maddesi ile 3.000,00 TL’ye (01.01.2015’den itibaren 3.300,00 TL) kadar olan uyuşmazlıklarda… başvuru zorunlu olup, dava dilekçesinde belirtilen geçici değer 3.000,00 TL olduğundan, davacının … başvurmadan doğrudan … dava açamayacağından 6502 Sayılı Kanun’un 68/1. maddesi ve HMK’nın 30, 114/2, 115, 320/1 maddeleri gereğince dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.

1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre; davacının sair temyiz itirazları yerinde değildir.

Uyuşmazlık; davacının, davalı dağıtım şirketinin düzenlediği faturalar ile tahsil etmiş olduğu kayıp-kaçak bedelinin istirdatı talebiyle eldeki kısmi davayı açıp açamayacağı noktasında toplanmaktadır.

Davacı tarafından; davalı tarafından tahsil edilen kayıp kaçak bedelinin istirdatı talep edilmiş ve dosya kapsamından da talebin bu yöne ilişkin olduğunun anlaşılmasına göre gerekçeli kararda, davacı talebinin davalı bankadan kullanılan konut kredisi için alınan masrafların iadesi talebinin yazılmış olması maddi hataya dayalı olduğu anlaşıldığından bu yön eleştirilmekle yetinilerek bozma nedeni yapılmamıştır.Diğer taraftan; kısmi dava, davacının aynı hukuki ilişkiden kaynaklanan alacağının veya hakkının tümünü değil, belirli bir kısmını talep ederek açtığı davaya denir. Bir davanın kısmi dava olarak nitelendirilebilmesi için, alacağının tümünün aynı hukuki ilişkiden doğmuş olması ve bu alacağın şimdilik bir kesiminin dava edilmesi gerekir.

Kısmi dava, 6100 sayılı HMK 109. maddesinde tanımlanmıştır. 109/1. fıkrasına göre “Talep konusunun niteliği itibariyle bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir.

Davacı, talebinin tümü için dava açmak zorunda olmayıp, şimdilik belli bir bölümünü dava konusu yapabilir. Bu bağlamda kural olarak hiç kimse kendi lehine olan davayı açmaya zorlanamaz. (HMK. 24/2)”

Davacının kısmi dava mı, yoksa tam dava mı açtığı talep neticesinden anlaşılır.

Davacı alacağının yalnız bir kesimi için dava açtığını bildirmemiş ise, dava tam dava sayılır.

Davacının davasını açıkça kısmi dava olarak nitelendirmesi zorunlu değildir. Dava dilekçesindeki açıklamalardan, davacının talebinin dava edilenden daha fazla olduğunun ve bunun yalnız bir bölümünün dava edildiğinin açıkça anlaşılması gerekli ve yeterlidir.

Davacının kısmi dava açabilmesi için, bu davayı açmada korunmaya değer bir hukuki yararının bulunması şarttır. Hukuki yarar; dava konusuna ilişkin dava şartlarından olup, dava açıldığı anda var olmalıdır.

Somut olayda; davacı, davalı şirketlerin kayıp-kaçak bedeli adı altında faturalara yansıttıkları bedellerin yasal olmadığını, alacağının dava dilekçesinde belirtilen bedelden daha fazla olduğu halde bu bedellerin faturalardan tam ve kesin şekilde tespit edilemediğini, davalı şirketlerden istenilecek belgeler üzerinden bilirkişi incelemesi yaptırılması halinde alacak miktarının belirleneceğini ve bunun üzerine talebin artırılacağını ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak kaydıyla, şimdilik 3.000.00 TL istirdadını isteyerek kısmi dava açmış olup, bu davayı açmakta hukuki yararı olduğunun kabulü gerekir. Diğer anlatım ile, davacının alacağı tam olarak davalıların sunacağı belgelerden tespit edilebileceğinden, davacının doğrudan … başvurarak kısmi dava açmakta hukuki yararı olduğu ve dava konusu talebin … görev alanında olduğu tartışmasızdır.

Öyle ise, mahkemece; dava dilekçesi ve duruşma gününün davalıya (taraflara) usule uygun şekilde tebliğ yapılarak, taraf teşkili sağlandıktan sonra işin esasına girilerek, karar tarihinden sonra yürürlüğe girmiş bulunan 6446 sayılı …17., geçici 19. ile 20. maddelerinin, somut olaya etkisinin bulunup bulunmadığının yerel mahkemece değerlendirilmek sureti ile davacı ve davalıların delilleri toplanarak varılacak sonuca uygun bir karar verilmesi gerekirken; yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.

2-)Bozma nedenlerine göre davacının diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.

./..

-3-

SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenle davacı tarafın diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, HUMK’nun 440/I maddesi uyarınca karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 05.09.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/19646 Karar : 2018/7480 Tarih : 7.06.2018

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları dava şartlarından (6100 s. HMK m.114/1-d) olup, bu husus kamu düzeniyle ilgilidir. Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırmakla yükümlüdür. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. (6100 s. HMK m. 115/1) Davada, davalının ruhsal rahatsızlığı ileri sürülmüş ve bu iddia dosya arasındaki bir kısım delille de doğrulanmıştır. Bu durumda mahkemece yapılacak iş; Türk Medeni Kanununun 405. ve Hukuk Muhakemeleri Kanununun 56. maddesi uyarınca davalının vesayet altına alınmasının gerekip gerekmediğinin araştırılması ve bu hususun bir ön sorun sayılarak sonucuna kadar yargılamanın bekletilmesinden ibarettir. Bu yön göz önünde tutulmadan yargılamaya devam olunarak işin esası hakkında karar verilmesi usul ve kanuna aykırı bulunmuştur.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer yönlerin incelenmesine şimdilik yer olmadığına, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren onbeş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 07.06.2018 (Prş.)


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2017/489 Karar : 2018/1176 Tarih : 6.06.2018

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’na eklenen “Geçici 3. madde” atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı HUMK’nın 2494 sayılı Kanun ile değişik 438/II. fıkrası hükmü gereğince davacı vekilinin duruşma isteğinin reddine karar verilip, dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava itirazın iptali istemine ilişkindir.

Davacı vekili, yanlar arasında mutfak dolabı imalatı yapılmasına dair sözleşme imzalandığını, sözleşme konusu dolaplar ile sözleşme dışı talep edilen ek dolapların imal edilerek davalıya teslim edildiğini, ancak kooperatifçe 304.550,08 TL iş bedelinin ödenmediğini, tahsili için yapılan icra takibine de davalının itiraz ettiğini ileri sürerek, itirazın 359.550,08 TL’lik kısmı yönünden iptali ile %40 icra inkâr tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı adına Av. …, müvekkili kooperatifin icra takibinden önce tasfiye edildiğini, tüzel kişiliği kalmadığından taraf ehliyetinin de bulunmadığını, hak kaybı yaşanmaması için cevap dilekçesi verdiğini, müvekkili kooperatifin davacının bayisi olan Argon Dış Tic. ve Müşavirlik Hizmetleri A.Ş. ile sözleşme imzalandığını, sözleşmeye konu mutfak dolaplarının bu şirket tarafından davacıdan temin edilerek montajının yapıldığını ve bedelinin de davacının bayisine ödendiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece, kooperatifi temsilen itirazda bulunan vekilin 2007 tarihli vekâletnameye dayalı olarak icra takibine itiraz ettiği, dosya içerisinde yer alan ticaret sicili memurluğunun yazısına göre kooperatifin 27.09.2011 tarihinde sicilden terkin edildiği, icra takibinin yenilendiği 18.11.2011 tarihinde kooperatifin tüzel kişiliğinin bulunmadığı, tüzel kişiliği kalmayan kooperatif aleyhine yapılan icra takibi ve açılan itirazın iptali davasının 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 114/d ve 115/2 maddesine aykırı olduğu gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Yerel Mahkemece, her ne kadar sicilden terkin edilen kooperatifin soyut tüzel kişiliği devam etse de hakkında icra takibinin yapılabilmesi için öncelikle tekrar ticaret siciline kaydının yapılarak ihyasının sağlanması gerektiği, kooperatifin ancak ihya edildikten sonra yetkili organları aracılığı ile icra takibine itiraz edebileceği, icra takibinin 18.11.2011 tarihinde yenilendiği, kooperatifin icra takibinin yenilenmesinden önce 27.09.2011 tarihinde ticaret sicilinden terkin edildiği, sicilden terkin edilen kooperatif yönünden icra takibine devam edilebilmesi için yeniden sicile kaydının sağlanması ve kooperatifin yasal organları olan tasfiye memurlarına ödeme emrinin gönderilerek, ancak tasfiye memurları ya da vekil tayin ettikleri takdirde yetkili vekil tarafından itiraz edilmesi durumunda itirazın iptali davasının açılıp görülebileceği, ortada geçerli bir yenileme ödeme emrinin tebliği ve itiraz olmadığından itirazın iptali davasının görülemeyeceği gerekçesiyle önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; icra takibinin yenilendiği 18.11.2011 tarihi itibariyle ticaret sicilinden terkin edilmiş olan kooperatife yönelik açılan itirazın iptali davasında, kooperatifin tüzel kişiliğinin bulunmaması nedeniyle davanın, dava şartı yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesinin yerinde olup olmadığı, kooperatifin yeniden ihyasının sağlanarak itirazın iptali davasına devam edilmesinin mümkün olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Bilindiği üzere, 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun “Anonim şirket hükümlerine atıf” başlıklı 98. maddesinde, bu kanunda aksine hüküm bulunmayan hususlarda Türk Ticaret Kanunu’ndaki anonim şirketlere ait hükümlerin uygulanacağı düzenlenmiştir.

6762 sayılı mülga Türk Ticaret Kanunu’nda ticaret sicilinden terkin edilen tüzel kişiliğin yeniden ihyası düzenlenmemiş ise de 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun (TTK) 547/1. maddesinde; “Tasfiyenin kapanmasından sonra ek tasfiye işlemlerinin yapılmasının zorunlu olduğu anlaşılırsa, son tasfiye memurları, yönetim kurulu üyeleri, pay sahipleri veya alacaklılar, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden, bu ek işlemler sonuçlandırılıncaya kadar, şirketin yeniden tescilini isteyebilirler” hükmünü içermektedir.

Aynı Kanunun 547/2. maddesinde; “ Mahkeme istemin yerinde olduğuna kanaat getirirse, şirketin ek tasfiye için yeniden tesciline karar verir ve bu işlemlerini yapmaları için son tasfiye memurlarını veya yeni bir veya birkaç kişiyi tasfiye memuru olarak atayarak tescil ve ilan ettirir” şeklinde düzenleme yer almaktadır.

Ek tasfiye, tasfiye işlemleri tamamlanıp tasfiyenin bitirilmiş olmasına rağmen, daha sonra başkaca tasfiye önlemleri alınmasının zorunlu olduğunun anlaşılması hâlinde başvurulan geçici tedbirdir ( Pulaşlı H.: Şirketler Hukuku Şerhi Cilt II, Ankara 2011, s. 1814).

Dolayısıyla ek tasfiye ile yeni bir hukuki durum meydana getirilmemekte, esasen alınması ihmal edilmiş önlemler alınmaya çalışılmaktadır. Bu çerçevede tasfiye aşamasında değerlendirilmemiş ve dolayısıyla paylaşılmamış ortaklığın mal varlığı değerlerinin (örneğin ortaklığa ait taşınmaz veya parasal bakımdan değerli başka mallar ya da özellikle ortaklığa ait tahsil edilmemiş alacaklar) ortaya çıkması veya tasfiye aşamasında dikkate alınmamış ortaklık borçlarının bulunması ek tasfiyeye neden olabilecek durumlardır (Pulaşlı H., …e., s. 1814; Şener O.H.: Teorik ve Uygulamalı Ortaklıklar Hukuku Ankara 2017, s. 657).

Kooperatif tüzel kişiliğinin sona erebilmesi için yapılması ihmal edilmiş tasfiye işlemlerinin tamamlanması ve tasfiyesi gerekmektedir.

Kooperatifin ticaret sicilinden silinmesi işlemi kurucu değil açıklayıcı nitelik taşımaktadır. Ayrıca 1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’nun 98. maddesinin yollaması ile uygulanması gereken mülga 6762 sayılı TTK’nın 224. ve 445. maddelerinde de tasfiye memurunun görev ve yetkileri, tasfiyenin nasıl yapılacağı, alacaklıların haklarının nasıl korunacağı açıklanmıştır.

Görüleceği üzere tüzel kişiliğin sona erebilmesi için tasfiye işlemlerinin eksiksiz tamamlanması gerekmektedir. Tasfiyenin gerçek anlamda eksiksiz tamamlanmadığı ve alacak veya borç durumunun ortaya çıkması hâlinde, alacaklılar ya da ortakların tasfiye kurulu ile ticaret sicil memurluğuna karşı, ticaret sicilindeki terkin işleminin iptali ve kooperatifin yeniden tüzel kişilik kazanmasını talep edebilecektir.

Somut olaya gelince, itirazın iptaline konu Konya 8. İcra Dairesinin 2011/10315 sayılı takip dosyasının incelenmesinde, davacı tarafından, İlk olarak 03.08.2009 tarihinde, İstanbul 4. İcra Dairesinin 2009/26501 sayılı dosyası ile ilamsız icra takibi başlatılmıştır. Davalının borca ve icra dairesinin yetkisine itirazı üzerine, İstanbul 9. Asliye Ticaret Mahkemesinin 03.03.2011 gün, 2009/709E., 2011/86K. sayılı kararı ile icra dairesinin yetkisine itiraz yerinde görülerek istemin reddine karar verildiği,

bu kez davacı vekilince, icra dosyasının yetkili Konya Nöbetçi İcra Dairesine gönderilmesinin talep edildiği ve dosya 18.11.2011 tarihinde Konya 8. İcra Dairesi’nin 2011/10315 sayılı esasına kaydedilerek aynı tarihte, davalı borçlu kooperatife yeniden ödeme emri gönderildiği anlaşılmaktadır.

Konya Ticaret Sicil Memurluğunun 21.06.2012 tarihli yazısında ise, davalı kooperatifin 02.08.2010 tarihli tescil işlemi ile tasfiyeye girdiği ve 27.09.2011 tarihli tescil işlemi ile terkin olup kaydının silindiği bildirilmiştir.

Her ne kadar yerel mahkemece, davalı kooperatifin 27.09.2011 tarihinde ticaret sicilinden terkin edildiği, icra takibinin yenilendiği 18.11.2011 tarihinde kooperatifin tüzel kişiliğinin bulunmadığı, tüzel kişiliği bulunmayan kooperatife de ödeme emrinin gönderilerek, yetkisiz vekilin ödeme emrine itirazı üzerine itirazın iptali davasının görülmesinin mümkün olmadığı belirtilmiş ise de, takip tarihi itibariyle kooperatif ticaret sicilinden terkin edilmiş değildir.

Kooperatifin ticaret sicilinden silinmesi açıklayıcı nitelikte olup, kooperatifin ticaret sicilinden silinmesi tüzel kişiliğini sona erdirmez.Tüzel kişiliğin sona erebilmesi için tasfiye işlemlerinin eksiksiz tamamlanması gerektiği kuşkusuzdur.

Bu durumda, öncelikle davacı alacaklıya, kooperatifin sicilinden terkini işleminin iptali ile ihyasının sağlanması için dava açmak üzere süre verilmesi, davanın açılması ve ihyasına karar verilmesi hâlinde, davaya kooperatif tüzel kişiliğine karşı devam edilerek uyuşmazlığın esası incelenmelidir. Davanın açılmaması ya da açılan davanın reddedilmesi durumunda ise itirazın iptali davasının şimdiki gibi dava şartı noksanlığı nedeniyle usulden reddine karar verilmelidir.

Ayrıca icra dosyasının incelenmesinde, icra takibinin ilk olarak 03.08.2009 tarihinde başladığı ve bu tarihte davalı kooperatifin tüzel kişiliğinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Özel Dairenin bozma kararında, davalı kooperatifin icra takibinin ilk olarak başladığı tarihte sicilden terkin edilmediği hususuna değinilmemiş olduğu anlaşılmakla, bozma kararına açıklanan ilave gerekçenin eklenmesi yerinde olacaktır.

Bu durumda direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıdaki belirtilen bu ilave gerekçe ve nedenlerle bozulmasına karar verilmesi gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan ilave nedenlerle 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanun`un 440. maddesi uyarınca kararın tebliğinden itibaren on beş gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 06.06.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2018/2292 Karar : 2018/11030 Tarih : 5.06.2018

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Dava, muris muvazaası ve ehliyetsizlik hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali-tescil isteğine ilişkindir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden, davacı … halen hayatta olan … ‘nün yaptığı taşınmaz temliki ile ilgili olarak eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır.

Mahkemece, davacının aktif dava ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle davanın husumetten reddine karar verilmiştir.

Bilindiği üzere, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun(HMK) 114. maddesinde “dava ehliyeti” dava şartı olarak benimsenmiş; 03.03.1993 tarihli ve 773/82 sayılı Hukuk Genel Kurulu kararında da, dava şartlarının davanın açıldığı tarihten hükmün kurulduğu tarihe kadar varlığını devam ettirmesinin temel kural olduğu açıkça vurgulanmıştır.

Diğer taraftan, HMK’nın 115/3. maddesi;

“Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.

Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder.

Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez.” hükmünü içermektedir.

O halde, hakimin, davanın başında dava şartlarının mevcut olup olmadığını kendiliğinden (re’sen) araştırmak zorunda olması yanında; dava açılırken bulunmayan dava şartlarının yargılama sırasında tamamlanması halinde davanın esasına girerek sonuçlandırması gerekeceği de kabul edilmelidir.

Somut olayda; davacının, gerek dava dilekçesinde gerekse duruşma sırasında … ‘ye vasi tayin edilmesi için 1. Sulh Hukuk Mahkemesinde 2013/589 Esas sayılı dava açtığını belirtmesine rağmen, bu husus üzerinde durulmamıştır.

Hal böyle olunca, değinilen yasal düzenlemeler ve yargısal uygulamalar ile davada ileri sürülen hukuksal nedenlerin kamu düzeniyle ilgili bulunması karşısında; vasi tayini hakkındaki 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2013/589 Esas sayılı dava dosyasının mahkemesinden getirtilip değerlendirilmesi ve ondan sonra bir karar verilmesi gerekirken, yazılı biçimde hüküm kurulması isabetsizdir.

Davacının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 05.06.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 19. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/17413 Karar : 2018/2119 Tarih : 17.04.2018

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Davacı vekili, davacı banka ile davalı arasında akdedilen Kredi Kartı Üyelik Sözleşmesine istinaden davalıya verilen kredi kartı borcunun ödenmemesi nedeniyle yaptıkları takibe davalının itiraz ettiğini ileri sürerek davalının itirazının iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalıya tebligat yapılmadan dosya üzerinden tensiben karar verildiği anlaşılmıştır.

Mahkemece, taraflar arasındaki ilişkinin bankacılık işleminden kaynaklandığı, dava tarihi itibariyle yürürlükte olan 6102 sayılı Kanunun 4 ve 5. maddesi gereğince davanın ticari dava niteliğinde olduğu, TTK hükümleri uyarınca davanın Asliye Ticaret Mahkemesince görülmesi gerektiği, mahkemenin görevli olmasının dava şartı olduğu gerekçesi ile HMK 115/2 maddesi uyarınca dava şartı noksanlığı sebebiyle davanın usulden reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Taraflar arasındaki uyuşmazlık, davacı bankadan alınıp kullanılan kredi kartı borcundan kaynaklanmaktadır.

5464 sayılı Banka Kartları ve Kredi Kartları Kanunu’nun 44/2. maddesine göre; “ Kart çıkaran kuruluşlarca açılacak davalarda 1086 sayılı HUMK.`nun görevine yetkiye ilişkin hükümleri uygulanır.” Bu yasal düzenleme karşısında, 01.10.2011 tarihine kadar olan dönemde bankalarca kredi kartı hamilleri aleyhine açılan ve istisnalar dışında kalan davalarda görevli mahkeme, dava değerine göre genel mahkemeler sıfatıyla sulh veya asliye hukuk, bu tarihten sonraki davalarda ise 6100 sayılı HMK’nun 2/1. maddesi uyarınca dava değerine bakılmaksızın asliye hukuk mahkemesidir.

28.11.2013 tarihli ve 28835 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 28/05/2014 tarihinde yürürlüğe giren 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun`un yürürlüğe girmesinden sonra oluşacak banka kredi kartı uyuşmazlıklarında ise görevli mahkeme, anılan kanunun 3/1-k-l,4/3,73/1,83/2 ve geçici 1. maddelerinde yer alan hükümler çerçevesinde belirlenmelidir.

Mahkemece, açıklanan görev hükümlerinin yorumunda yanılgıya düşülerek somut olayda 16.04.2014 tarihinde davanın açıldığı dikkate alındığında Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğu gözetilmeden Ticaret Mahkemesine görevsizlik kararı verilmesi bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde davacıya iadesine, 17/04/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/13191 Karar : 2017/18187 Tarih : 26.12.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Asıl davada davacı; murisi …ın … Mahallesi 6558 ada 89,90,91,92 parsel nolu taşınmazları icar karşılığında davalı …den kiraladığını,taşınmazlar üzerindeki tüm ağaçların ve su pompası sistemlerinin mülkiyetinin murisine ait olduğunu, davalı …nın taşınmazları üzerindeki ağaçlar ve su pompası ile birlikte 3. kişilere sattığını, hakkı olmayan bir kazanç elde ettiğini, davalı …in ise taşınmaz üzerindeki ağaçların semeresinden tek başına faydalanarak davacıya payını ödemediğini ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile ağaçların ve su pompasının bedellerine karşılık şimdilik 10.000,00 TL’nin 20/03/2012 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı … …‘den alınarak müvekkiline ödenmesine, ağaçların kullanımından elde edilen gelire karşılık şimdilik 10.000,00 TL’nin 05/09/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalı …`dan alınarak davacıya ödenmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Birleşen davada davacılar; davalı … aleyhine asıl davadaki gerekçeler ile her bir davacı için fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak 103.246,13 TL`nin davalıdan tahsilini talep ve dava etmişlerdir.

Asıl davada davalı …; dava konusu yerin 01/01/1991 tarihli kira sözleşmesi ile kiralandığını, … ile araziyi yarıya bölerek kendi nam ve hesaplarına çalışarak meyve yetiştirerek gelir elde ettiklerini, herhangi bir ortaklıklarının bulunmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir.

Davalı …; davacının tek mirasçı olmadığını, zorunlu dava arkadaşlığının söz konusu olduğunu, tek başına dava açamayacağını, taşınmaz ile ilgili olarak 01.01.1991 tarihinde diğer davalı … ile kira sözleşmesi yapıldığını, 2011 yılında kira sözleşmesinin tarafların iradeleri ile sona erdirildiğini, kira sözleşmesinin 4. maddesinde sözleşmenin feshi halinde kiracının tarlayı kiralayana boş tarla olarak teslim edileceğinin belirlendiğini, taşınmaz üzerindeki ağaçların ekonomik değerini kaybettiğini, Halit ile diğer davalı … arasındaki yarıcılık anlaşmasından bilgisi olmadığını savunarak davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, asıl davanın ıslahda gözetilerek kabulü ile 103.246,13 TL tazminatın dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalı …‘den tahsili ile davacıya verilmesine, davalı … hakkındaki davanın reddine, birleşen davanın kabulü ile 103.246,13 TL’nin davacı … için,103.246,13 TL’nin davacı … Açıkalın için birleşen dava tarihi olan 29/09/2015 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalı …`den tahsili ile davacılara verilmesine karar verilmiş, hüküm asıl ve birleşen dava davalısı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-) 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı HMK`nun 4/1-a maddesine göre “Kiralanan taşınmazların, 09.06.1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler ayrık olmak üzere, kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dâhil olmak üzere tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar ile bu davalara karşı açılan davalarda” Sulh Hukuk Mahkemesi görevlidir.

Asıl dava ve birleşen dava davacıları, murisleri ile murislerinin kardeşi …in birlikte davalı …`e ait taşınmazları kiralayarak arsaların üzerine yarı yarıya meyve ağaçları diktiklerini, davalının bu arsayı üzerindeki ağaçlar ile birlikte sattığını, ağaçların yarısının murise ait olduğunu ileri sürerek miras payları oranında alacak talep etmişlerdir.

Davacıların dayanağı 01.01.1991 tarihli kira sözleşmesidir.

Asıl dava 22.10.2012 tarihinde, birleşen dava ise 29.09.2015 tarihinde 6100 sayılı HMK`nun yürürlüğe girmesinden sonra açıldığına göre görevli mahkeme Sulh Hukuk Mahkemesidir.

Görevle ilgili düzenlemeler kamu düzenine ilişkin olup, taraflar ileri sürmese dahi yargılamanın her aşamasında re’sen gözetilir. Taraflar da yargılama bitinceye kadar görev itirazında bulunabilirler. Görev itirazı yapılmamış olsa bile re`sen mahkeme, ilk önce görevli olup olmadığını inceleyip karara bağlamalıdır.

Hal böyle olunca, mahkemece; uyuşmazlığın çözümünde Sulh Hukuk Mahkemesinin görevli olduğu gözetilerek, görevsizlik nedeniyle HMK`nın 114/1-c ve 115/2. maddeleri uyarınca davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, bu yön gözardı edilerek davanın esası hakkında hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

2-) Bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince davalı … yararına BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenle davalı … vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, 1.480 TL Yargıtay duruşması vekalet ücretinin davacılardan alınıp davalı …‘e verilmesine ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK`nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 26.12.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2016/1731 Karar : 2017/1624 Tarih : 13.12.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Dava işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.

Davacı vekili müvekkilinin dava dışı… Madencilik San. ve Tic. A.Ş. nezdinde çalışırken iş sözleşmesinin haklı sebep olmaksızın feshedildiğini, işçilik alacaklarının ödenmesi talebiyle açtıkları dava sonucu verilen kararın Yargıtay tarafından onanmakla kesinleştiğini ancak şirketin iflas ettiğini ve müvekkilinin alacaklarının tahsilinin imkansız hale geldiğini, bu nedenle asıl işveren olan davalıya karşı dava açtıklarını, kesinleşen işçilik alacaklarının tahsilde tekerrür olmamak kaydı ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı TKİ Garp Linyitleri İşletmesi Müessesesi Müdürlüğü vekili zamanaşımı itirazında bulunduklarını, kesinleşmiş bir karar söz konusu olduğundan müvekkili aleyhine açılan davanın yok hükmünde olduğunu, müvekkilinin ihale makamı olduğunu, müvekkili ile davacı arasında sözleşme veya bir bağ olmadığından müvekkilinin taraf sıfatının bulunmadığını, yüklenici firmanın iflas etmediğini bildirerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece dava açılışında gider avansının eksik alınmış olduğu gözetilerek 30.04.2015 tarihli tensip ara kararı ile davacı tarafa eksik gider avansını yatırmak üzere Hukuk Muhakemeleri Kanununun 115. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca iki haftalık kesin süre verildiği, ihtaratlı davetiye 21.05.2015 tarihinde davacı vekiline tebliğ edildiği halde süresi içerisinde gider avansı eksiğinin ikmal edilmediği, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 120’nci maddesinde gider avansının düzenlendiği, 30.09.2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Gider Avansı Tarifesinin 1’inci maddesinde tarifenin amacının dava açılırken mahkeme veznesine yatırılacak olan gider avansının miktarı ile avansın ödenmesine ilişkin usul ve esasları belirlemek olduğunun açıklandığı, Tarifenin 6’ncı maddesinde “Bu Tarifenin yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan davalarda, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 120’nci maddesinin ikinci fıkrasına göre gider avansı ikmal ettirilir.” düzenlemesinin getirildiği, anılan düzenlemelerden ve dava şartı müessesesinden, gider avansının davanın açılması sırasında alınmasının şart olmadığı, mahkemenin sonradan bu eksikliği kesin süre vererek ikmal ettirebileceğinin anlaşıldığı, buradan hareketle davanın her aşamasında aranan gider avansı dava şartının HMK’nın 114/1-g, 115/2 ve 120’nci maddeleri gereği gözetilmesi gerektiğinin ortaya çıktığı, davanın açıldığı tarihte eksik veya hiç gider alınmamış olsa bile gider avansının dava şartı olmakla hüküm verilinceye kadar ikmal ettirilebileceği, ister gider avansı isterse tamamlama avansı olarak tanımlansın ikmal edilmesi gereken paranın hukuk yargılamasındaki nitelemesinin dava şartı olarak gösterilen gider avansı olduğu, gider avansının yatırılmaması veya ikmal edilmemesi halinde dava usulden reddedileceği gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece 6100 sayılı HMK’nın 120’nci maddesinin gerekçesi ile 6100 sayılı Kanun uyarınca düzenlenen ve 30.09.2011 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Kanunu Gider Avansı Tarifesinin 1’inci maddesinde, “Delil İkamesi İçin Avans” başlıklı 6100 sayılı HMK`nın 324’üncü maddesinin gerekçesinden bahsedilerek, aynı Kanunun “basit yargılama usulüne tabi dava ve işler” başlıklı 316/1-g maddesine göre iş mahkemelerinde uygulanacak yargılama usulünün basit yargılama usulü olduğu, bu yargılama usulünde, dilekçeler aşaması, ön inceleme, tahkikat ve hüküm aşaması dışında yazılı yargılamada olduğu gibi tahkikatın tamamlanmasından sonra sözlü yargılama için ayrıca bir aşama öngörülmediği, bu düzenlemelerden ve kanun gerekçesinden açıkça anlaşılacağı üzere kanun koyucunun dava şartı olarak yargılama giderlerinin davanın açılmasıyla yaklaşık olarak mahkemece hesaplanarak davacıdan peşin olarak tahsilini öngördüğü, bu arada her türlü tebligat ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderlerini madde kapsamında değerlendirdiği, aynı Kanunun 324’üncü maddesiyle getirilen düzenlemenin ise daha ziyade davalı tarafça sunulacak deliller için uygulanacağının açıklandığı, kanun koyucunun açık iradesine rağmen 6100 sayılı Kanunun 324’üncü maddesi hükmünü, gider avansının dava şartı olarak düzenlenmesine ilişkin aynı Kanunun 120’inci maddesini sınırlayan bir hüküm olarak yorumlamanın, yargılamanın hızlandırılmasına ilişkin temel amaca ket vuracağı gibi reform niteliğindeki bu düzenlemeyi büsbütün anlamsız hale getireceği, zira tarafların duruşmaya daveti ile sınırlı olarak yapılacak tebligat masrafı dışında yargılama aşamasında yapılan masrafların tümünün delil ikamesine ilişkin olduğu, kanun koyucunun iradesinin uygulamaya tam olarak geçirilmesi durumunda, ön inceleme aşamasında dilekçelerin teatisi tamamlandıktan sonra ilk duruşmada tahkikat aşamasına geçilerek delillerin incelenmesi ve tartışılması için gereksiz fasılalar verilmesinin engellenmesi yönünde olduğu, bozma kararının yeni usul kanununun amacına ve özellikle gerekçesi ile gösterilen çözüm yoluna uyarlı olmadığı belirtilerek önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, mahkemece dava dilekçesinde tanık deliline dayanıldığı gerekçesiyle eksik tanık masrafının tamamlanması için davacı vekiline tebliğ edilen muhtıra gereğinin yerine getirilmemesinin gider avansı eksikliği teşkil edip etmeyeceği ve burada varılacak sonuca göre davanın usulden reddine karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle gider avansına ilişkin yasal düzenleme ve ilkelerin ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 114/1-g maddesinde gider avansı dava şartı olarak düzenlenmiştir.

HMK’nın “harç ve avans ödenmesi” başlıklı 120’inci maddesinde;

“(1) Davacı, yargılama harçları ile her yıl Adalet Bakanlığınca çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı, dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır.

(2) Avansın yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması hâlinde, mahkemece, bu eksikliğin tamamlanması için davacıya iki haftalık kesin süre verilir.” düzenlemesi bulunmaktadır.

Anılan maddenin gerekçesinde ise; “Madde ile, dava açılırken yargılama harçlarının mahkeme veznesine yatırılması zorunluluğu düzenlenmiştir.

Maddede ayrıca, 1086 sayılı Kanunda yer almayan, yeni bir düzenleme yapılarak, her türlü tebligat ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderleri karşılayacak tutarın, avans olarak davacı tarafından dava açarken yatırılması zorunluluğu getirilmiştir. Bu avansın yetmemesi durumunda ise tamamlanması için davacıya kesin süre verileceği hususu hüküm altına alınmıştır.

Avans miktarının, davanın türü ve özelliklerine göre her yıl Adalet Bakanlığınca ilan edilecek tarifeye göre belirleneceği, maddede yer almıştır.

Maddede yapılan bu düzenlemeyle, gerekli masrafların zamanında yatırılmamasından dolayı davaların gecikmesinin önüne geçilmesi amaçlanmıştır” ifadelerine yer verilmek suretiyle, her türlü tebligat ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderleri karşılayacak tutarın, avans olarak davacı tarafından dava açarken yatırılması zorunluluğu getirildiği vurgulanmıştır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “delil ikamesi için avans” başlıklı 324’üncü maddesinde ise “ (1) Taraflardan her biri ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorundadır. Taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak öderler.

(2) Taraflardan birisi avans yükümlülüğünü yerine getirmezse, diğer taraf bu avansı yatırabilir. Aksi hâlde talep olunan delilin ikamesinden vazgeçilmiş sayılır.

(3) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işler hakkındaki hükümler saklıdır.”

Hükmü getirilmiştir.

Anılan madde gerekçesinde de; “harç ve avans ödenmesi” başlıklı 125’inci maddede davacının dava masraflarının karşılığı olarak avans ödemesi öngörülmüştür. Bu avans, davacının delillerinin toplanması için yapılması gereken harcamaları da kapsar. Bu maddede ise daha çok davalının delillerinin toplanması için ödenmesi gereken avans düzenlenmiştir. Öte yandan davacının avansı yönünden “dava şartları” başlıklı 119’uncu maddede hüküm getirilmiştir. Davacının avansı yatırmış olması dava şartlarındandır. Şu hâlde davacı avansının yargılamanın devamı sırasında yetersiz kalması hâlinde, uygulanacak hüküm, bu maddeden ziyade 125’inci madde hükmüdür…” ifadelerine yer verilmek suretiyle, gider avansının davacının dava masraflarının karşılanması amacıyla, delil avansının ise daha çok davalının delillerinin toplanması amacıyla getirildiği belirtilmiştir.

Uyuşmazlık tarihinde yürürlükte bulunan ve 03.04.2012 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliği’nin 45’inci maddesinde: “(1) Davacı, yargılama harçları ile her yıl Bakanlıkça çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. Gider avansı, her türlü tebligat ve posta ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderler için davacıdan alınan meblağı ifade eder.

(2) Adli yardım talebiyle açılan dava ve işlerde adli yardım konusunda bir karar verilinceye kadar harç, gider ve delil avansı alınmaz. Kanunlardaki özel hükümler saklıdır.

(3) Gider avansının yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması halinde, mahkemece bu eksikliğin tamamlanması için davacıya iki haftalık kesin süre verilir. Dava şartı olan gider avansının yatırılmaması veya tamamlanmaması halinde, dava, dava şartı yokluğundan reddedilir.

(4) Taraflardan her biri ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorundadır. Delil avansı, tarafların dayandıkları delillerin giderlerini karşılamak üzere mahkemece belirlenen kesin süre içinde ödemeleri gereken meblağı ifade eder. Taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak öderler. Taraflardan biri avans yükümlülüğünü yerine getirmediğinde, diğer taraf bu avansı da yatırabilir. Delil avansını yatırmayan taraf, o delilin ikamesinden vazgeçmiş sayılır. Tarafların üzerinde tasarruf edemeyecekleri dava ve işlerle, kanunlardaki özel hükümler saklıdır.

(5) Delil avansının ödenmesine, hâkim tarafından dilekçelerin verilmesi, ön inceleme aşaması veya tahkikatın başında karar verilir…” hükmüne yer verilmiştir.

Anılan Yönetmeliğin 45’inci maddesinde gider avansı ve delil avansı birlikte düzenlenmiş olup, gider avansının, her türlü tebligat ve posta ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderler için davacıdan alınan meblağı ifade ettiği, davacının, her yıl Bakanlıkça çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorunda olduğu, delil avansının ise tarafların dayandıkları delillerin giderlerini karşılamak üzere mahkemece belirlenen kesin süre içinde ödemeleri gereken meblağı ifade ettiği belirtilmiştir.

Uyuşmazlık tarihinde yürürlükte bulunan ve 30.09.2011 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Gider Avansı Tarifesinin 1’inci maddesinde tarifenin amacının; dava açılırken mahkeme veznesine yatırılacak olan gider avansının miktarı ile avansın ödenmesine ilişkin usul ve esasları belirlemek olduğu açıklanmıştır. Tarifenin 4’üncü maddesinde gider avansı olarak, taraf sayısının beş katı tutarında tebligat gideri, dava dilekçesinde tanık deliline dayanılmış ve tanık sayısı belirlenmiş ise tanık sayısınca tanık asgari ücreti ve tebligat gideri, tanık sayısı belirtilmemiş ise en az üç tanık asgari ücreti ve tebligat gideri, dava dilekçesinde keşif deliline dayanılmış ise keşif harcı avansı ile birlikte 75,00-TL ulaşım gideri, dava dilekçesinde bilirkişi deliline dayanılmış ise Bilirkişi Ücret Tarifesinde davanın açıldığı mahkeme için öngörülen bilirkişi ücreti, diğer iş ve işlemler için 50,00-TL`nin davacı tarafından ödeneceği belirtilmiştir.

Yukarıda açıklandığı üzere, Yönetmelikte gider avansının içinde delil avansı için gerekli giderler de gösterilmiştir. Gider avansının yatırılmaması hâlinde açılan dava, dava şartı yokluğundan reddedilir (Yön. m. 45/3); delil avansının yatırılmaması hâlinde ise, o delilden vazgeçilmiş sayılır. (Yön. m. 45/4). Bu durumda Yönetmeliğin 45’inci maddesinin birinci fıkrası ile dördüncü ve beşinci fıkraları arasında uyum bulunmadığından, HMK.’nın 324’üncü maddesi gözetilerek Yönetmeliğin 45’inci maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarının öncelikle uygulanması gerekir (Pekcanıtez H./Atalay O./ Özekes., M., Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku 13. Bası, Ankara 2012, s.354 ).

Bu itibarla, her ne kadar Yönetmeliğin 45’inci maddesinin birinci fıkrasında “keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi” delillere ilişkin meblağ da gider avansı kavramı kapsamında ifade edilmiş ise de, aynı maddenin üçüncü fıkrasında yer alan “Dava şartı olan gider avansının yatırılmaması veya tamamlanmaması” ifadesinden deliller için yatırılması gereken avans dışındaki meblağın anlaşılması gerekmektedir. Nitekim üçüncü fıkrada sadece “gider avansının yatırılmaması veya tamamlanmaması” ifadesi kullanılabilecekken, bu ifadenin önünde bilinçli olarak “Dava şartı olan” ibaresinin de kullanıldığı görülmektedir.

Dolayısıyla yukarıda belirtilen Yönetmelik hükümleri, 6100 sayılı Kanun’un 120’inci maddesindeki gider avansı ile ilgili düzenleme ve 324’üncü maddedeki delil ikamesi için avans kuralı birlikte değerlendirilerek, dava şartı olan gider avansının delillerin ikamesi dışındaki yargılama giderleri için dikkate alınması, tanık dinlenmesi, bilirkişi raporu alınması ve keşif gideri gibi delil ikamesine yönelik giderlerin ise gider avansı içinde değerlendirilmemesi gerekir.

Açıklanan bu maddi ve hukuki olgular ışığında somut uyuşmazlık değerlendirildiğinde; davacı vekilince dava açılırken tebligat ile diğer iş ve işlemler gideri karşılığı olarak 145,00-TL gider avansının mahkeme veznesine yatırıldığı, ardından mahkemece 30.04.2015 tarihli tensip zaptının 8’inci bendinde yer alan ara karar ile tanık gideri karşılığı olarak 87,00-TL’yi iki hafta içerisinde yatırması için davacı tarafa kesin süre verildiği ve belirtilen tutarın kesin süre içerisinde yatırılmadığı takdirde HMK`nın 115’inci maddesi gereği dava şartı yokluğu sebebiyle davanın usulden reddedileceği ihtar edilerek bu hususları içeren ara kararın davacı vekiline tebliğ edildiği anlaşılmaktadır.

Bununla birlikte, davacı vekili tarafından iki haftalık sürede masrafın yatırılmaması sonrasında, mahkemece davacı vekilinin verilen kesin süre içinde belirtilen masrafı yatırmaması nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmiş ise de, tanık deliline dayanılması sebebiyle istenilecek giderin delil avansı olduğu kabul edilip, HMK’nın 324’üncü maddesi uygulanmak suretiyle sonuca gidilmesi gerekirken bu masrafların gider avansı olarak kabul edilerek davanın usulden reddine karar verilmesi hatalıdır.

Nitekim HGK’nın 05.04.2017 gün ve 2017/12-1141 E., 2017/641 K. sayılı kararında da aynı sonuca varılmıştır.

O hâlde yukarıda belirtilen gerekçelerle mahkemece Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken, önceki kararda direnmesi usul ve yasaya aykırı olduğundan direnme kararının bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 13.12.2017 gününde oy birliği ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2016/1745 Karar : 2017/1685 Tarih : 13.12.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Dava işçilik alacaklarının tahsili istemine ilişkindir.

Davacı vekili müvekkilinin dava dışı Özerdemler Madencilik San. ve Tic. A.Ş. nezdinde çalışırken iş sözleşmesinin haklı sebep olmaksızın feshedildiğini, işçilik alacaklarının ödenmesi talebiyle açtıkları dava sonucu verilen kararın Yargıtay tarafından onanmakla kesinleştiğini ancak şirketin iflas ettiğini ve müvekkilinin alacaklarının tahsilinin imkansız hale geldiğini, bu nedenle asıl işveren olan davalıya karşı dava açtıklarını, kesinleşen işçilik alacaklarının tahsilde tekerrür olmamak kaydı ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı TKİ Garp Linyitleri İşletmesi Müessesesi Müdürlüğü vekili zamanaşımı itirazında bulunduklarını, kesinleşmiş bir karar söz konusu olduğundan müvekkili aleyhine açılan davanın yok hükmünde olduğunu, müvekkilinin ihale makamı olduğunu, müvekkili ile davacı arasında sözleşme veya bir bağ olmadığından müvekkilinin taraf sıfatının bulunmadığını, yüklenici firmanın iflas etmediğini bildirerek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece dava açılışında gider avansının eksik alınmış olduğu gözetilerek 04.05.2015 tarihli tensip ara kararı ile davacı tarafa eksik gider avansını yatırmak üzere Hukuk Muhakemeleri Kanununun 115. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca iki haftalık kesin süre verildiği, ihtaratlı davetiyenin 21.05.2015 tarihinde davacı vekiline tebliğ edildiği halde süresi içerisinde gider avansı eksiğinin ikmal edilmediği, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 120’nci maddesinde gider avansının düzenlendiği, 30.09.2011 tarihli Resmî Gazetede yayımlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Gider Avansı Tarifesinin 1’inci maddesinde tarifenin amacının dava açılırken mahkeme veznesine yatırılacak olan gider avansının miktarı ile avansın ödenmesine ilişkin usul ve esasları belirlemek olduğunun açıklandığı, Tarifenin 6’ncı maddesinde “Bu Tarifenin yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan davalarda, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 120’nci maddesinin ikinci fıkrasına göre gider avansı ikmal ettirilir.” düzenlemesinin getirildiği, anılan düzenlemelerden ve dava şartı müessesesinden, gider avansının davanın açılması sırasında alınmasının şart olmadığı, mahkemenin sonradan bu eksikliği kesin süre vererek ikmal ettirebileceğinin anlaşıldığı, buradan hareketle davanın her aşamasında aranan gider avansı dava şartının HMK’nın 114/1-g, 115/2 ve 120’nci maddeleri gereği gözetilmesi gerektiğinin ortaya çıktığı, davanın açıldığı tarihte eksik veya hiç gider alınmamış olsa bile gider avansının dava şartı olmakla hüküm verilinceye kadar ikmal ettirilebileceği, ister gider avansı isterse tamamlama avansı olarak tanımlansın ikmal edilmesi gereken paranın hukuk yargılamasındaki nitelemesinin dava şartı olarak gösterilen gider avansı olduğu, gider avansının yatırılmaması veya ikmal edilmemesi halinde dava usulden reddedileceği gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Davalı vekilinin temyizi üzerine hüküm Özel Dairece yukarıda açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece 6100 sayılı HMK’nın 120’nci maddesinin gerekçesi ile 6100 sayılı Kanun uyarınca düzenlenen ve 30.09.2011 tarihli Resmî Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren Hukuk Muhakemeleri Kanunu Gider Avansı Tarifesinin 1’inci maddesinden, “Delil İkamesi İçin Avans” başlıklı 6100 sayılı HMK`nın 324’üncü maddesinin gerekçesinden bahsedilerek, aynı Kanunun “basit yargılama usulüne tabi dava ve işler” başlıklı 316/1-g maddesine göre iş mahkemelerinde uygulanacak yargılama usulünün basit yargılama usulü olduğu, bu yargılama usulünde, dilekçeler aşaması, ön inceleme, tahkikat ve hüküm aşaması dışında yazılı yargılamada olduğu gibi tahkikatın tamamlanmasından sonra sözlü yargılama için ayrıca bir aşama öngörülmediği, bu düzenlemelerden ve kanun gerekçesinden açıkça anlaşılacağı üzere kanun koyucunun dava şartı olarak yargılama giderlerinin davanın açılmasıyla yaklaşık olarak mahkemece hesaplanarak davacıdan peşin olarak tahsilini öngördüğü, bu arada her türlü tebligat ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderlerini madde kapsamında değerlendirdiği, aynı Kanunun 324’üncü maddesiyle getirilen düzenlemenin ise daha ziyade davalı tarafça sunulacak deliller için uygulanacağının açıklandığı, kanun koyucunun açık iradesine rağmen 6100 sayılı Kanunun 324’üncü maddesi hükmünü, gider avansının dava şartı olarak düzenlenmesine ilişkin aynı Kanunun 120’inci maddesini sınırlayan bir hüküm olarak yorumlamanın, yargılamanın hızlandırılmasına ilişkin temel amaca ket vuracağı gibi reform niteliğindeki bu düzenlemeyi büsbütün anlamsız hale getireceği, zira tarafların duruşmaya daveti ile sınırlı olarak yapılacak tebligat masrafı dışında yargılama aşamasında yapılan masrafların tümünün delil ikamesine ilişkin olduğu, kanun koyucunun iradesinin uygulamaya tam olarak geçirilmesi durumunda, ön inceleme aşamasında dilekçelerin teatisi tamamlandıktan sonra ilk duruşmada tahkikat aşamasına geçilerek delillerin incelenmesi ve tartışılması için gereksiz fasılalar verilmesinin engellenmesi yönünde olduğu, bozma kararının yeni usul kanununun amacına ve özellikle gerekçesi ile gösterilen çözüm yoluna uyarlı olmadığı belirtilerek önceki kararda direnilmiştir.

Direnme kararını davacı vekili temyiz etmiştir.

Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, mahkemece dava dilekçesinde tanık deliline dayanıldığı gerekçesiyle eksik tanık masrafının tamamlanması için davacı vekiline tebliğ edilen muhtıra gereğinin yerine getirilmemesinin gider avansı eksikliği teşkil edip etmeyeceği ve burada varılacak sonuca göre davanın usulden reddine karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Öncelikle gider avansına ilişkin yasal düzenleme ve ilkelerin ortaya konulmasında yarar bulunmaktadır.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK’nın 114/1-g maddesinde gider avansı dava şartı olarak düzenlenmiştir.

HMK’nın “harç ve avans ödenmesi” başlıklı 120’inci maddesinde;

“(1) Davacı, yargılama harçları ile her yıl Adalet Bakanlığınca çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı, dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır.

(2) Avansın yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması hâlinde, mahkemece, bu eksikliğin tamamlanması için davacıya iki haftalık kesin süre verilir.” düzenlemesi bulunmaktadır.

Anılan maddenin gerekçesinde ise; “Madde ile, dava açılırken yargılama harçlarının mahkeme veznesine yatırılması zorunluluğu düzenlenmiştir.

Maddede ayrıca, 1086 sayılı Kanunda yer almayan, yeni bir düzenleme yapılarak, her türlü tebligat ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderleri karşılayacak tutarın, avans olarak davacı tarafından dava açarken yatırılması zorunluluğu getirilmiştir. Bu avansın yetmemesi durumunda ise tamamlanması için davacıya kesin süre verileceği hususu hüküm altına alınmıştır.

Avans miktarının, davanın türü ve özelliklerine göre her yıl Adalet Bakanlığınca ilan edilecek tarifeye göre belirleneceği, maddede yer almıştır.

Maddede yapılan bu düzenlemeyle, gerekli masrafların zamanında yatırılmamasından dolayı davaların gecikmesinin önüne geçilmesi amaçlanmıştır” ifadelerine yer verilmek suretiyle, her türlü tebligat ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderleri karşılayacak tutarın, avans olarak davacı tarafından dava açarken yatırılması zorunluluğu getirildiği vurgulanmıştır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “delil ikamesi için avans” başlıklı 324’üncü maddesinde ise “ (1) Taraflardan her biri ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorundadır. Taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak öderler.

(2) Taraflardan birisi avans yükümlülüğünü yerine getirmezse, diğer taraf bu avansı yatırabilir. Aksi hâlde talep olunan delilin ikamesinden vazgeçilmiş sayılır.

(3) Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işler hakkındaki hükümler saklıdır.”

Hükmü getirilmiştir.

Anılan madde gerekçesinde de; “harç ve avans ödenmesi” başlıklı 125’inci maddede davacının dava masraflarının karşılığı olarak avans ödemesi öngörülmüştür. Bu avans, davacının delillerinin toplanması için yapılması gereken harcamaları da kapsar. Bu maddede ise daha çok davalının delillerinin toplanması için ödenmesi gereken avans düzenlenmiştir. Öte yandan davacının avansı yönünden “dava şartları” başlıklı 119’uncu maddede hüküm getirilmiştir. Davacının avansı yatırmış olması dava şartlarındandır. Şu hâlde davacı avansının yargılamanın devamı sırasında yetersiz kalması hâlinde, uygulanacak hüküm, bu maddeden ziyade 125’inci madde hükmüdür…” ifadelerine yer verilmek suretiyle, gider avansının davacının dava masraflarının karşılanması amacıyla, delil avansının ise daha çok davalının delillerinin toplanması amacıyla getirildiği belirtilmiştir.

Uyuşmazlık tarihinde yürürlükte bulunan ve 03.04.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Yönetmeliğinin 45’inci maddesinde: “(1) Davacı, yargılama harçları ile her yıl Bakanlıkça çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. Gider avansı, her türlü tebligat ve posta ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderler için davacıdan alınan meblağı ifade eder.

(2) Adli yardım talebiyle açılan dava ve işlerde adli yardım konusunda bir karar verilinceye kadar harç, gider ve delil avansı alınmaz. Kanunlardaki özel hükümler saklıdır.

(3) Gider avansının yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması hâlinde, mahkemece bu eksikliğin tamamlanması için davacıya iki haftalık kesin süre verilir. Dava şartı olan gider avansının yatırılmaması veya tamamlanmaması halinde, dava, dava şartı yokluğundan reddedilir.

(4) Taraflardan her biri ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorundadır. Delil avansı, tarafların dayandıkları delillerin giderlerini karşılamak üzere mahkemece belirlenen kesin süre içinde ödemeleri gereken meblağı ifade eder. Taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak öderler. Taraflardan biri avans yükümlülüğünü yerine getirmediğinde, diğer taraf bu avansı da yatırabilir. Delil avansını yatırmayan taraf, o delilin ikamesinden vazgeçmiş sayılır. Tarafların üzerinde tasarruf edemeyecekleri dava ve işlerle, kanunlardaki özel hükümler saklıdır…” hükmüne yer verilmiştir.

(5) Delil avansının ödenmesine, hâkim tarafından dilekçelerin verilmesi, ön inceleme aşaması veya tahkikatın başında karar verilir…” hükmüne yer verilmiştir.

Anılan Yönetmeliğin 45’inci maddesinde gider avansı ve delil avansı birlikte düzenlenmiş olup, gider avansının, her türlü tebligat ve posta ücretleri, keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi giderler için davacıdan alınan meblağı ifade ettiği, davacının, her yıl Bakanlıkça çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorunda olduğu, delil avansının ise tarafların dayandıkları delillerin giderlerini karşılamak üzere mahkemece belirlenen kesin süre içinde ödemeleri gereken meblağı ifade ettiği belirtilmiştir.

Uyuşmazlık tarihinde yürürlükte bulunan ve 30.09.2011 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Gider Avansı Tarifesinin 1’inci maddesinde tarifenin amacının; dava açılırken mahkeme veznesine yatırılacak olan gider avansının miktarı ile avansın ödenmesine ilişkin usul ve esasları belirlemek olduğu açıklanmıştır. Tarifenin 4’üncü maddesinde gider avansı olarak, taraf sayısının beş katı tutarında tebligat gideri, dava dilekçesinde tanık deliline dayanılmış ve tanık sayısı belirlenmiş ise tanık sayısınca tanık asgari ücreti ve tebligat gideri, tanık sayısı belirtilmemiş ise en az üç tanık asgari ücreti ve tebligat gideri, dava dilekçesinde keşif deliline dayanılmış ise keşif harcı avansı ile birlikte 75,00 TL ulaşım gideri, dava dilekçesinde bilirkişi deliline dayanılmış ise Bilirkişi Ücret Tarifesinde davanın açıldığı mahkeme için öngörülen bilirkişi ücreti, diğer iş ve işlemler için 50,00 TL`nin davacı tarafından ödeneceği belirtilmiştir.

Yukarıda açıklandığı üzere, Yönetmelikte gider avansının içinde delil avansı için gerekli giderler de gösterilmiştir. Gider avansının yatırılmaması hâlinde açılan dava, dava şartı yokluğundan reddedilir (Yön. m. 45/3); delil avansının yatırılmaması hâlinde ise, o delilden vazgeçilmiş sayılır (Yön. m. 45/4). Bu durumda Yönetmeliğin 45’inci maddesinin birinci fıkrası ile dördüncü ve beşinci fıkraları arasında uyum bulunmadığından, HMK.’nın 324’üncü maddesi gözetilerek Yönetmeliğin 45’inci maddesinin dördüncü ve beşinci fıkralarının öncelikle uygulanması gerekir (Pekcanıtez H./Atalay O./ Özekes., M., Hukuk Muhakemeleri Kanunu Hükümlerine Göre Medeni Usul Hukuku 13. Bası, Ankara 2012, s.354 ).

Bu itibarla, her ne kadar Yönetmeliğin 45’inci maddesinin birinci fıkrasında “keşif giderleri, bilirkişi ve tanık ücretleri gibi” delillere ilişkin meblağ da gider avansı kavramı kapsamında ifade edilmiş ise de, aynı maddenin üçüncü fıkrasında yer alan “Dava şartı olan gider avansının yatırılmaması veya tamamlanmaması” ifadesinden deliller için yatırılması gereken avans dışındaki meblağın anlaşılması gerekmektedir. Nitekim üçüncü fıkrada sadece “gider avansının yatırılmaması veya tamamlanmaması” ifadesi kullanılabilecekken, bu ifadenin önünde bilinçli olarak “Dava şartı olan” ibaresinin de kullanıldığı görülmektedir.

Dolayısıyla yukarıda belirtilen Yönetmelik hükümleri, 6100 sayılı Kanun’un 120’inci maddesindeki gider avansı ile ilgili düzenleme ve 324’üncü maddesinde öngörülen delil ikamesi için avans kuralı birlikte değerlendirilerek, dava şartı olan gider avansının delillerin ikamesi dışındaki yargılama giderleri için dikkate alınması, tanık dinlenmesi, bilirkişi raporu alınması ve keşif gideri gibi delil ikamesine yönelik giderlerin ise gider avansı içinde değerlendirilmemesi gerekir.

Açıklanan bu maddi ve hukuki olgular ışığında somut uyuşmazlık değerlendirildiğinde; davacı vekilince dava açılırken tebligat ile diğer iş ve işlemler gideri karşılığı olarak 145,00 TL gider avansının mahkeme veznesine yatırıldığı, ardından mahkemece 05.05.2015 tarihli tensip zaptının 8’inci bendinde yer alan ara karar ile tanık gideri karşılığı olarak 87,00 TL’yi iki hafta içerisinde yatırması için davacı tarafa kesin süre verildiği ve belirtilen tutarın kesin süre içerisinde yatırılmadığı takdirde HMK`nın 115’inci maddesi gereği dava şartı yokluğu sebebiyle davanın usulden reddedileceği ihtar edilerek bu hususları içeren ara kararın davacı vekiline 03.06.2015 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmaktadır.

Mahkemece 15.06.2015 tarihinde kesin süre içinde masrafın yatırılmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmiş ise de, davacı tarafa verilen iki haftalık süre sona ermediğinden davanın usulden reddine karar verilmesi hatalıdır.

Diğer taraftan tanık deliline dayanılması sebebiyle istenilecek giderin delil avansı kabul edilip HMK’nın 324’üncü maddesi uygulanmak suretiyle sonuca gidilmesi gerekirken, bu masrafların gider avansı olarak kabul edilerek davanın usulden reddine karar verilmesi, bu yönü itibariyle de isabetsizdir.

Nitekim HGK’nın 05.04.2017 gün ve 2017/12-1141 E., 2017/641 K. sayılı kararında da aynı sonuca varılmıştır.

Hâl böyle olunca mahkemece önceki kararda direnilmesi doğru olmadığından hükmün Özel Daire bozma ilamında ve yukarıda belirtilen ilave nedenlerle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda belirtilen ilave nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 13.12.2017 gününde oy birliği ile karar verildi.


YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/2769 Karar : 2017/8638 Tarih : 5.10.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Asıl dosyada davacı vekili, … plaka sayılı aracın davalı şirket tarafından mali mesuliyet (trafik) sigortası ile sigortalı olduğunu, 22.07.2010 tarihinde müvekkili … yolcu olarak bulunurken kaza meydana geldiğini, bu kaza nedeniyle sigorta şirketinin müvekkiline tazminat ödemekle yükümlü olduğunu, müvekkilinin kaza esnasında hamile olduğunu ve kaza nedeniyle çocuğunu kaybettiğini, müvekkilinin mağdur olduğunu ve yatağa bağlı duruma geldiğini, müvekkilinin çocuklarının geçimini sağlamakla yükümlü olduğunu, kaza sonucunda müvekkile 2 ay boyunca yatak istirahati önerildiğini, ayrıca kaza nedeniyle müvekkilinin yüzünde kalıcı izler meydana geldiğini, davalı … şirketine ihtarname göndermelerine rağmen herhangi bir ödeme yapılmadığını bu nedenlerle davalı … şirketinden 8.000 TL maddi tazminatın olay tarihinden itibaren işleyecek ticari faizle birlikte müvekkiline ödenmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Birleştirilen dosyada davacı vekili, aynı kaza nedeni ile hizmet kusuruna dayanarak davalı kurumdan müvekkilinin uğramış olduğu zarar karşılığı olarak 10.000,00 TL maddi, 50.000,00 TL manevi tazminatın fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla tahsilini talep etmiştir. Davalılar vekilleri, asıl ve birleşen dosyada açılan davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan delillere göre; 6100 sayılı HMK`nın 114/1-g ve 115/2, 448 maddeleri gereğince yatırılması gereken gider avansının yatırılmamış olması nedeniyle dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmiş; hüküm, asıl-birleşen davada davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-) Asıl dava, trafik kazasından kaynaklı cismani zarar nedeni ile maddi tazminat istemine, birleşen dava trafik kazasından kaynaklı cismani zarar nedeni ile maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Bir usul hükmünün yürürlüğe girmesinden sonra bir dava açılırsa, bu davaya yeni usul kurallarının uygulanması esastır. Dava konusu işlemin daha önce yapıldığı ileri sürülerek, o sırada geçerli kuralların uygulanması istenemez. Ancak yeni hükümlerin ne zaman yürürlüğe gireceği açıkça düzenlenmişse, bu düzenleme dikkate alınacaktır. Buna ilişkin hüküm yoksa, usul işleminin tamamlanıp tamamlanmadığına bakılması gerekir. Eğer bir usul işlemi tamamlandıktan sonra yeni kural yürürlüğe girerse o işlem geçerli olarak kalır. Buna karşılık bir usul işlemi henüz tamamlanmamış veya başlamamış ise, yeni kanun, kural olarak hemen yürürlüğe girecektir. Çünkü genel olarak kanunlar hemen etkili olur ve uygulanırlar (Prof.Dr.Hakan Pekcanıtez ,Medeni Usul Hukuku, Ankara 2000,syf 47 vd.) .

Somut olayda, asıl dava 11.03.2011 tarihinde, birleşen dava 20.04.2011 tarihinde 1086 sayılı HMUK’nın yürürlükte olduğu zamanda açılmıştır. Dava açılırken yürürlükte olan HMUK gereği alınması gereken harç ve yargılama giderleri alınmış ve bu işlem tamamlanmıştır. O halde, mahkemece 23.02.2012 tarihli celsede “01/10/2011 tarihinden itibaren 6100 sayılı HMK’nın yürürlüğe girdiği, gider avansı, tarifesine göre taraf sayısının 5 katı olan katı tutardaki 105 TL tebligat gideri, diğer iş ve işlemler için 50 TL, keşif ve bilirkişi incelemesi talep edildiğinden 129,20 TL keşif harcı, 750 TL bilirkişi gideri ,150 TL ulaşım gideri, olmak üzere toplam, 1184,20 TL tutarın yatırılmadığı, bu tutarın yatırılmasının dava şartı olduğu ve gider avansının sonradan ikmalinin mümkün olduğu anlaşılmakla 6100 sayılı HMK’nın 448, 114,115,120/2 maddesi gereği 2 haftalık kesin süre içerisinde davacı tarafça Yazı İşleri Müdürlüğü kasasında depo ettirilmesine, kesin süre içerisinde eksiksiz olarak dava şartı olan avans ikmal edilmediği taktirde aynı yasanın 115/2 maddesine göre davanın, dava şartı yokluğundan reddedileceğinin ihtarına bu hususta davacı vekiline ihtaratlı müzekkere yazılmasına, ihtar ve duruşma zaptı örneğinin davacı vekiline tebliğine masrafın davacı tarafça karşılanmasına” dair ara karar kurması ve 6100 sayılı HMK`nın 114/1-g ve 115/2, 448 maddeleri gereğince yatırılması gereken gider avansının yatırılmamış olması nedeniyle dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine karar verilmesi hatalı olmuştur.

2-) 1086 Sayılı HUMK’nun 388 ve 389. maddeleri ile 6100 Sayılı HMK’nun karşılık 297/1-2 maddeleri uyarınca, mahkeme kararında; hüküm sonucunun, taraflara yükletilen hak ve sorumlulukların şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde ayrı ayrı ve açıkça gösterilmesi gerekir. Ayrıca; 1086 Sayılı HUMK’nun 45. maddesi ile 6100 Sayılı HMK`nun karşılık 166. maddesi uyarınca, birleştirilen dava dosyaları birbirlerinden bağımsız ayrı bir dava olup, birleştirilen her dava hakkında usul hükümlerine göre ayrı ayrı hüküm kurulması gerekir. Yukarıda belirtilen ilkeler gözardı edilerek, infazda tereddüt oluşturacak şekilde asıl ve birleştirilen davalar yönünden ayrı ayrı hüküm kurulmamış olması doğru görülmediğinden, kararın açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir.

O halde mahkemece yapılacak iş, her bir dava için iddia ve savunmalar irdelenip gerekçelendirme yapılarak, sonrasında da asıl ve birleşen davalar için ayrı ayrı hüküm kurmak olacaktır.

SONUÇ: Yukarıda (1) ve (2) numaralı bentlerde açıklanan nedenlerle asıl-birleşen davada davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden asıl-birleşen davada davacıya geri verilmesine 05/10/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/335 Karar : 2017/6373 Tarih : 7.07.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Davacı vekili, 17/02/2010 tarihli dava dilekçesiyle, … köyü … mevkiinde sınırlarını bildirdiği taşınmazın müvekkili tarafından 50 yıldır malik sıfatı ile aralıksız kullanıldığını ve Medeni Kanunun 713. maddesinde belirtilen şartların müvekkili lehine oluştuğunu belirterek tapusuz taşınmazın müvekkili adına tapuya tescilini istemiştir.

Mahkemece yapılan yargılama sonucu; dava edilen taşınmazın 1410, 1411 ve 1412 tapulama parselleri ile 116 ada 3, 4 ve 5 sayılı 2/B parsellerine isabet eden kısımlar yönünden davanın reddine, davacının dava konusu ettiği taşınmazın 11/05/2012 tarihli bilirkişi raporunda (D) harfi ile gösterilen 7.594,14 m2`lik kısma yönelik davanın reddi ile bu kısmın … vasfıyla … adına tapuya tesciline karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından esasa yönelik olarak temyiz edilmiştir. Dairenin 30/05/2013 tarih ve 2013/1836-6336 E-K sayılı kararıyla hükmün “1410, 1411 ve 1412 tapulama parselleri ile 116 ada 3, 4 ve 5 sayılı 2/B parsellerine ilişkin bölümü yönünden onanmasına, taşınmazın (D) ile gösterilen bölümü yönünden bozulmasına” karar verilmiştir. Davalı … karar düzeltme talebinde bulunmuş, Dairenin 07/04/2014 tarih ve 2013/9746 E. – 2014/4137 K sayılı kararıyla karar düzeltme isteğinin reddine karar verilmiştir.

Hükmüne uyulan bozma kararında özetle; “…Dava konu taşınmazın kesinleşen … tahdidine göre … sınırları dışında bırakıldığı, halen fındık bahçesi olarak kullanıldığı anlaşıldığına göre; mahkemece davacı yararına zilyetlikle kazanma koşullarının oluşup oluşmadığı belirlenmeli; 3402 sayılı Kanunun 14. maddesi uyarınca, davacılar yanında, murisler yönünden de tapu ve kadastro müdürlükleri ile mahkeme yazı işleri müdürlüğünden araştırma yapılıp, aynı Kanunun 03.07.2005 gün 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanma Kanunu ile değiştirilen 14/2. maddesi gereğince sulu ve susuz olarak kazanılmış toprak miktarı belirlenip, Kanunun getirdiği sınırlamanın aşılıp aşılmadığı saptanmalı ve Medeni Kanunun 713/4. maddesinde belirtilen ilanların yapılarak taşınmaz üzerinde hak iddiası olanların davaya katılımı sağlanmalı ve toplanacak tüm kanıtlar birlikte değerlendirilip, ulaşılacak sonuca göre bir hüküm kurulmalıdır…” denilmiştir.

Mahkemece bozma kararına uyulduktan sonra davanın kabulüne, taşınmazın 11/05/2012 tarihli fen ve harita bilirkişisi müşterek raporlarında (D) harfi ile gösterilen 7.594,14 m²`lik kısmın kapama fındık bahçesi vasfı ile davacı … tesciline karar verilmiş, hüküm davalı … tarafından temyiz edilmiştir.

Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, Medeni Kanunun 713. maddesi hükmü uyarınca tapusuz olan taşınmazın tesciline ilişkindir.

Çekişmeli taşınmazların bulunduğu yörede; 1976 yılında 6831 sayılı Kanunun 1744 sayılı Kanunla değişik hükümleri gereğince yapılan … kadastrosu ve 2/B çalışması 1979 yılında kesinleşmiş, 1989 yılında ise 3302 sayılı Kanunla değişik 6831 sayılı Kanunun 2/B maddesi gereğince yapılan çalışmalar 25/04/1991 tarihinde ilan edilerek kesinleşmiştir.

Mahkemece yazılı şekilde karar verilmiş ise de taraf teşkili sağlanmadan karar verilmiştir. Şöyleki, 4721 sayılı TMK’nın 713/3. maddesi uyarınca tescil davası, … ve ilgili kamu tüzel kişilerine veya varsa tapuda malik gözüken kişinin mirasçılarına karşı açılır. 6100 sayılı HMK`nın 114/d maddesinde taraf ve dava ehliyetinin dava şartlarından olduğu ve 115. madde uyarınca da mahkemenin dava şartlarının mevcut olup olmadığını davanın her aşamasında kendiliğinden araştıracağı belirtilmektedir. Bozma kararı tarihinden sonra yürürlüğe giren “On Dört İlde Büyükşehir Belediyesi ve Yirmi Yedi İlçe Kurulması İle Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair” 6360 sayılı Kanunun 1. maddesi gereğince;

1)…, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … ve … illerinde, sınırları il mülki sınırları olmak üzere aynı adla büyükşehir belediyesi kurulmuş ve bu illerin il belediyeleri büyükşehir belediyesine dönüştürülmüştür.

2)…, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, …, … ve … Büyükşehir Belediyelerinin sınırları il mülki sınırlarıdır.

3)Birinci ve ikinci fıkrada sayılan illere bağlı ilçelerin mülki sınırları içerisinde yer alan köy ve belde belediyelerinin tüzel kişiliği kaldırılmış, köyler mahalle olarak, belediyeler ise belde ismiyle tek mahalle olarak bağlı bulundukları ilçenin belediyesine katılmıştır.

Somut olaya gelince; davalılardan … köyünün, 6360 sayılı Kanunun yukarıda belirtilen hükümleri gereğince tüzel kişiliği kaldırıldığından, davalı köy tüzel kişiliğinin bağlı bulunduğu … İlçe Belediyesinin ve aynı Kanunla büyükşehir belediyesi sınırları il mülki sınırları olarak belirlendiğinden … Büyükşehir Belediye Başkanlığının da davada taraf olacağı dikkate alındığında 6360 sayılı Kanunun geçici 1. maddesinin onüçüncü fıkrası gereğince işlem yapılması için kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; davalı … temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre bu aşamada sair hususların incelenmesine yer olmadığına, 07/07/2017 günü oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/5240 Karar : 2017/11253 Tarih : 6.07.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Davacı, davalı şirketle aralarında, diğer davalı Sultan Barış T.`nun müteahhitliğini üstlendiği İstanbul İli, Ümraniye İlçesi, Ç. Mah. 3. Pafta, 2.3 Ada, 12/13/14 Parseller üzerinde ortak bir inşaat yapmak için 07.04.2007 tarihli inşaat yapım ve ortaklık sözleşmesi imzalandığını, imzadan sonra tüm sözleşme gereği yüklenmiş olduğu tüm edimlerinitam ve eksiksiz şekilde ve gereği gibi ifa etmesine rağmen, davalı ve davalı şirketin mezkur ödemeleri vadeye yayarak kendisinin zor duruma düşmesine sebep olduğunu, davalılar ile bu konuda müzayaka haline düştüklerini, kendisinin tahahhüt altına girdiği tüm edimleri ifa ettiğini ve sözleşme konusu işin tamamlanmasını sağladığını, taraflar arasındaki sözleşme sonrasında tanzim edilen 31.10.2008 tarihli protokol ile de bahse konu edimlerin yerine getirildiği, davalıların edimlerini eksik yaptığının açıkça ortaya çıktığını, davalıların bu protokol ile hüküm altına alınan 325.000 TL bedeli ödemediklerini ileri sürerek, bu bedelin protokol tarihinden itibaren reeskont faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalılar, bu davada husumetin sadece Sultan Barış T.`na yöneltilebileceğini, T. İnşaatın şahıs şirketi olup hükmi şahsiyetinin olmadığını belirterek husumet itirazında bulunmuş, davacının davadan önce aynı alacak için açtığı İstanbul 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2012/1..3 E. sayılı dosyası ile davalı tarafından davacı aleyhine açılan İstanbul Anadolu 4. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2010/1..3 E. sayılı dosyası ile adi ortaklığın fesih ve tasfiyesi ile tasfiye bakiyesinin ödenmesine ilişkin dava dosyasının derdest olduğunu belirterek derdestlik itirazında bulunarak davanın usulden reddini, olmadığı takdirde davanın hukuki dayanağının bulunmadığını, protokolde hesap hatalarının bulunduğunu, alacağın muaccel olmadığını beyan ederek davanın esastan reddini talep etmiştir.

Mahkemece, ``…davacı vekili mahkememizde işbu alacak davasını açmışsa da, aynı taraflar arasında aynı mahiyetteki davanın İstanbul Anadolu 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nde görülerek davanın açılmamış sayılmasına karar verildiğini bu kararın da temyiz edilmekle halen Yargıtay`da bulunduğunu beyan ederek, derdestlik ilk itirazında bulunmuştur.

Adı geçen dosya celbedilerek incelendiğinde İstanbul Anadolu 1. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 2012/1..3 esas, 2012/1..1 karar noludosyası ile 24/12/2012 tarihinde davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği, bu kararın da temyiz edilmekle halen Yargıtay’da bulunduğu ve kesinleşmediği, adı geçen karar kesinleşmeden de mahkememizde tarafları ve konusu aynı olan aynı mahiyetteki işbu davanın açıldığı anlaşılmıştır.`` gerekçesiyle davalının derdestlik ilk itirazının kabulü ile aynı mahiyetteki dava halen İstanbul Anadolu 1. Asliye Ticaret Mahkemesi`nin 2012/1..3 esas nolu dosyasında halen derdest olduğundan, karar kesinleşmeden aynı mahiyetteki işbu dava açılmış olduğundan derdestlik nedeni ile davanın usulden reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosyadaki bilgi ve belgelerden, davacı tarafından davaya konu aynı alacağın tahsili için davalılar aleyhine yapılan icra takibine vaki itirazın iptali için İstanbul Anadolu 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2012/1..3 E. sayılı dosyasında, Beykoz 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin TTK.’nun 4 ve 5. maddesi hükmünce verilen 2010/3.9 E. 2011/3.3 K. sayılı işbölümünden kaynaklanan gönderme kararı sonrasında davacı vekili tarafından HMK.’nun 20. maddesinde öngörülen hak düşürücü süre içerisinde ilgili mahkemeye başvurulmadığı gerekçesiyle davanın HMK.`nun 20,137,138. maddeleri gereğince açılmamış sayılmasına karar verildiği, söz konusu kararın davacı vekili tarafından temyizi üzerine, Dairemizin 23.12.2014 günlü ve 2014/6793 -17074 E.K. sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verildiği, temyize konu eldeki davanın ise 28.10.2013 tarihinde açıldığı anlaşılmıştır. 6100 sayılı HMK derdestlik konusunu dava şartı olarak düzenlemiştir.

HMK`nun 114/ı maddesinde aynı davanın, daha önceden açılmış ve halen görülmekte olması gerektiği dava şartı olarak belirtilmiştir.

Dava şartları, mahkmenin davanın esası hakkında yargılamada bulunulabilmesi için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; dava şartları, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.

Mahkeme, hem davanın açıldığı günde, hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp, inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir.

Dava şartları dava açılmasından, hüküm verilmesine kadar varolmalıdır. Dava şartlarının davanın açıldığı günde bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkemenin HMK 115 maddesi gereği dava şartı noksanlığı nedeniyle davayı usulden reddetmesi gerekir.

Bir davada derdestliğin kabul edilebilmesi için varlığı gerekli üç koşul birlikte aranır.

Bunlar:

1- Bu davanın daha önce aynı veya başka bir mahkemede açılmış olması;

2- Davanın görülmekte ( derdest ) olması;

3- Daha önce açılmış ve görülmekte olan o dava ile ikinci davanın yani bu davanın aynı olması koşullarıdır.

Somut olayda, mahkemenin gerekçesine konu olan İstanbul Anadolu 1. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2012/1..3 E. sayılı dosyası ile yapılan yargılama sonucunda, davanın açılmamış sayılmasına karar verilmiştir. Davanın açılmamış sayılması kararı temyizi kabil niteliktedir. Ancak, derdestlik yönünden kararın temyiz edilmeyerek veya temyiz aşamasından geçerek kesinleşmesini aramaya gerek yoktur. Burada davaların takipsiz bırakılmasını önlemek amacı güdülmüştür. Davanın açılmamış sayılmasına ilişkin kararların kesin hüküm oluşturmayacağı da yasa gereğidir. Bu itibarla,yukarıda anılan maddi ve hukuki olgular dikkate alındığında, mahkemece; yanılgılı değerlendirme sonucu yazılı gerekçe ile hüküm tesisi usul ve yasaya uygun görülmemiş, hükmün bozulmasını gerektirmiştir.

SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK`nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 06.07.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/799 Karar : 2017/10711 Tarih : 22.06.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Davacılar, murislerinden kalan iki taşınmazın davalılar tarafından kullanılıp işletildiği, kullandıkları dönem için tespit edilen kira bedelinindavacıların payı oranında tahsili için başlatılan takibe yapılan itirazın haksız olduğunu belirterek, itirazın iptaline ve % 20 tazminata karar verilmesini talep etmiştir.

Davalılar, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-) 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı HMK’nun 2/1 maddesine göre “ Dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesidir. ” Somut olayda, uyuşmazlık sebepsiz zenginleşmeden kaynaklanan alacak istemine ilişkindir. Dava, 04/11/2014 tarihinde 6100 sayılı HMK`nın yürürlüğe girmesinden sonra açıldığına göre görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesidir.

Görevle ilgili düzenlemeler kamu düzenine ilişkin olup, taraflar ileri sürmese dahi yargılamanın her aşamasında re’sen gözetilir. Taraflar da yargılama bitinceye kadar görev itirazında bulunabilirler. Görev itirazı yapılmamış olsa bile re`sen mahkeme, ilk önce görevli olup olmadığını inceleyip karara bağlamalıdır.

Hal böyle olunca, mahkemece; uyuşmazlığın çözümünde Asliye Hukuk Mahkemesinin görevli olduğu gözetilerek, görevsizlik nedeniyle HMK`nın 114/1-c ve 115/2. maddeleri uyarınca davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, bu yön gözardı edilerek davanın esası hakkında hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

2-) Bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenle davacı tarafın diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK’nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK`nun 440. maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 22.06.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/1161 Karar : 2017/3984 Tarih : 21.06.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Davacılar vekili, … ilçesinde kayıtlı bulunan 1190 parsel sayılı taşınmazın bakanlık tarafından turizm amaçlı olarak davacı şirketlerden …‘ye 2040 yılına kadar tahsis edildiğini, irtifak hakkının 1997 yılında üst hakkının da 2002 yılında tapuya tescil edildiğini, diğer davacı … A.Ş’nin ise bu bölgede turizm işletmeciliği belgesi alarak işletmeci sıfatı ile yer aldığını, davacı şirketlerin bölgede verdiği hizmetlerin bir vekil eli ile görülmesine karar verildiğini ve bunun için de davalı şirket ile anlaştıklarını, taraflar arasında sözleşme yapıldığını, ancak davalı tarafın iyi niyetle ifa yükümlülüğüne uygun davranmadığını, hesap verme borcunu ifa etmediğini, talimatlara aykırı davrandığını, bu itibarla da davacıların son çare olarak vekalet sözleşmesini sona erdirdiğini, davalı şirketi azlettiğini, ancak davalı şirketin azledildiği hususunu tebellüğ etmiş olmasına rağmen davacılar adına hizmet vermeyi sürdürdüğünü ve tesislerden çıkmadığını ileri sürerek; taraflar arasındaki hukuki ilişkinin vekalet sözleşmesi niteliğinde olduğunun ve bu ilişkinin azil beyanı neticesinde sona erdiğinin tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davacıların içinde bulundukları ekonomik güçlükler nedeniyle bungalov alanıyla ilgili hizmetleri içerir hak ve yetkilerini yapılan sözleşmeyle davalıya devrettiklerini, davacı şirketlerdeki pay sahiplerinin değişmesiyle yeni pay sahiplerinin ekonomik gelirden nemalanmak amacıyla ve davalıya yapılan devrin bağlayıcılığından kurtulmak maksadıyla haksız olarak dava açtıklarını, davacıların bungalov alanında hizmet verilen kullanıcılara karşı verdileri yazılı taahhütte davalı şirketin hizmetlerine devam edeceğini açıkça taahhüt ettiklerini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre; davacı … Turizm İşletmeleri Yapı San. Tic. A.Ş’nin davasının HMK’nın 114/1 maddesindeki dava şartı olan taraf ehliyetini kaybetmiş olması nedeniyle HMK’nın 115/2 maddesi gereğince usulden reddine, davacı …‘nin davasının kabulüne, davacı ile davalı … Yatırımları San. ve Tic. A.Ş. arasındaki ilişkinin vekalet ilişkisi olduğunun tespiti ile bilahare bu vekalet ilişkisinin ihtarname gereği 13/05/2011 tarihinden itibaren sona ermiş olduğunun tespitine karar verilmiştir.

Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.

Dava, taraflar arasındaki sözleşmenin vekalet sözleşmesi olduğu ve azil ile sona erdirildiğinin tespiti istemlerine ilişkin olup, mahkemece yazılı gerekçeyle davacı … Turizm İşletmeleri Yapı San. Tic. A.Ş’nin davasının HMK’nın 114/1 maddesindeki dava şartı olan taraf ehliyetini kaybetmiş olması nedeniyle HMK’nın 115/2 maddesi gereğince usulden reddine, davacı …‘nin davasının kabulüne karar verilmiştir.

Taraflar arasında 01/01/2007 ve 01/12/2008 tarihli sözleşmeler ile 10/10/2008 tarihli “Özel Güvenlik Hizmetlerinin Organizasyonu ve Satın Alınmasına İlişkin Devir – Muvafakat” başlıklı belge imzalanmış, böylece taraflar arasındaki ilişki söz konusu akitler çerçevesinde düzenlenmiştir. Taraflar arasında akdedilen sözleşme hükümleri ve sunulan bilirkişi raporundaki tespitler nazara alındığında turizm amaçlı olarak davacı şirketlerden …‘ye 2040 yılına kadar tahsis edilen, irtifak ve üst hakkı tanınan taşınmazdaki bungalov alanıyla ilgili olarak davalının güvenlik hizmeti, teknik hizmetler, su dağıtımı ve alt yapı hizmetleri verme, temizlik ve peyzaj hizmetleri, planlama, organizasyon, koordinasyon, üretim ve yönetim faaliyetlerinde bulunma, yıllık kira bedeli olarak yıllık gayrisafi hasılatının %2’sini ödeme borçlarının bulunduğu; davacıların ise sözleşme konusu arazide yönetim binası olarak kullanılmak üzere bir yapının kullanımını davalıya bırakma, hizmetlerin yerine getirileceği alan içindeki bungalov kullanıcılarından hizmet bedelleri veya özel servis bedelleri tahsili imkanını davalıya bırakma borçlarının olduğu anlaşılmaktadır. Davalının sözleşmelerde yer alan edimleri nazara alındığında güvenlik hizmetlerinin sunulmasının vekalet sözleşmesinin, temizlik, peyzaj, su dağıtımı hizmetlerinin eser sözleşmesinin, planlama, koordinasyon, organizasyon, sunum, üretim ve yönetim faaliyetlerinin vekalet ve eser sözleşmelerinin, hasılatın %2’sinin ödenmesinin ise ürün kirasının unsurlarını taşıdığı; davacının edimleri nazara alındığında ise yönetim binasının kullanılmasının sağlanmasının kira sözleşmesinin, kullanıcılardan para tahsilinin davalıya bırakılmasının vekalet sözleşmesinin unsurları olduğu görülmektedir. Böylece taraflar arasındaki sözleşme hükümleri gözetildiğinde taraflar arasında bir karma sözleşmenin bulunduğu sonucuna varılmaktadır. Bu suretle; taraflar arasındaki sözleşmelerin karma nitelikte sözleşmeler olduğu kabul edilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle kararın, davalı yararına BOZULMASINA, takdir olunan 1.480,00 TL duruşma vekalet ücretinin davacı …‘den alınarak davalıya verilmesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 21/06/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/6309 Karar : 2017/7810 Tarih : 21.06.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Davacı, davalı ile davalının oğlunun trafik kazası geçirmesi nedeniyle uğramış olduğu maddi manevi zararların tazmini için dava açılması hususunda anlaştığını, alınacak tazminatın % 12’si, dava açılmadan sigorta şirketi ile anlaşılması halinde alınacak ücretin % 10’unun alınacağı hususunda anlaşıldığını, … 7. Asliye Ticaret Mahkemesinin 2015/748 sayılı dosyası ile dava açıldığını, tazminat davasından önce sulh hukuk mahkemesinde vesayet davası açıldığını ve vasilik kararı alındığını, dava açılıp işlemlere başladığını, sigorta ile sulh görüşmeleri yapıldığını, davalının başka bir avukatla anlaşarak kendisini haksız olarak azlettiğini, haksız azil sebebiyle sözleşmede kararlaştırılan ücretin tamamına, dava sonunda alınacak karşı vekalet ücretini de hak kazandığını belirterek haksız azil sebebiyle şimdilik 1.000,00 TL`nin yasal faizi ile tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalı, davaya cevap vermemiştir.

Mahkemece ilk olarak ….her ne kadar davacı, davalı ile aralarındaki vekalet ilişkisi nedeni ile haksız olarak azledildiğinden bahisle tazminat ödenmesine karar verilmesini talep etmiş ve dava belirsiz alacak davası olarak açılmış ise de, davanın belirsiz alacak veya kısmi dava olarak açılabileceğinin kabulü halinde dahi dava konusu edilen miktarın 6502 Sayılı Kanun’un 68. Maddesinde gösterilen hakem heyetine zorunlu başvuru sınırının üstünde olması gerektiği, ancak dava dilekçesinde talep edilen miktarın dava tarihi itibari ile hakem heyetine zorunlu başvuru sınırının altında kaldığı ve değeri 3.480,00 TL’nin altında bulunan uyuşmazlıklarda tüketici hakem heyetlerine başvuru yapılmadan tüketici mahkemesi nezdinde dava açılamayacağı, hakem heyetine müracaatın dava şartı olduğu kanaatine varıldığından davacı tarafından açılan davanın HMK’nun 114/1-h,2 maddesi delaletiyle HMKnun 115/2 maddesi gereğince dava şartı yokluğundan reddine...` gerekçesiyle davanın dava şartı yokluğu nedeniyle reddine karar verilmiş, hükmün süresi içerisinde davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine dairemizin 03/11/2016 tarih, 2016/9439 Esas, 2016/20193 Karar sayılı kararıyla mahkemece işin esasına girilerek bir karar verilmesi gerektiği gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir.

Mahkemece bozma ilamına uyulmuş ve ilk celsede bu kez de mahkemenin görevsiz olduğu anlaşılmakla dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine, hükmün kesinleşmesi ve talep halinde dosyanın … Nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesi`ne gönderilmesine karar verilmiş, hüküm süresi içerisinde davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Dava tarihinde yürürlükte bulunan 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun 3. maddesine göre tüketici; ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişiyi, tüketici işlemi;mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemi ifade eder.

6502 sayılı yasanın 73. maddesi bu kanunun uygulanması ile ilgili her türlü ihtilafa tüketici mahkemelerinde bakılacağını öngörmüştür.

Bir hukuki işlemin sadece 6502 Sayılı yasada düzenlenmiş olması tek başına o işlemden kaynaklanan uyuşmazlığı tüketici mahkemesinde görülmesini gerektirmez. Bir hukuki işlemin 6502 sayılı yasa kapsamında kaldığının kabul edilmesi için taraflardan birinin tüketici olması gerekir. Eldeki davada davacı, haksız azledildiğini ileri sürerek vekalet ücretinin tahsili amacıyla eldeki davayı açmıştır. Somut uyuşmazlıkta davacının vermiş olduğu hizmet mesleki ve ticari amaçlı olup, davalı ise tüketici vasfındadır. Bu durumda taraflar arasındaki uyuşmazlık Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun kapsamında kalmakta olup, davaya bakmaya Tüketici Mahkemesi görevlidir. Görevle ilgili düzenlemeler kamu düzenine ilişkin olup taraflar ileri sürmese dahi yargılamanın her aşamasında resen gözetilir. Görevle ilgili hususlarda kazanılmış hak söz konusu olmaz. Hal böyle olunca; mahkemece, davanın esasına girilerek hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde görevsizlik kararı verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz edilen hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/III-2 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 21/06/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/5469 Karar : 2017/10351 Tarih : 13.06.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

A) Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; 30/09/2014 tarihli müfettiş raporunda iş müfettişlerinin fazla çalışma ile ilgili olarak inceleme yapılan mutfak, bar, restoran bölümünde çalışan işçilerin haziran-temmuz-ağustos 2013 aylarına ait ücret bordrolarında aldıkları ücrete dahil olan aylık 19 saate tekabül eden fazla çalışma ücretlerinin ayrıca 4857 S.K. Nun 41/2 maddesi gereği % 50 zamlı olarak işçilerin maaş hesaplarına yatırılması gerektiği şeklindeki görüşüne hukuken ve fiilen katılımların mümkün olmadığını, işçilerin fazla mesai ücretlerinin ödendiğinin yazılı belge ile sabit olduğunu, yıllık 270 saate kadar yapılan fazla mesai ücretlerinin işçinin aldığı ücrete dahil olduğuna dair taraflar arasında imzalanan iş sözleşmesinin yasal ve geçerli olduğunu, fazla mesai düzenlemesinin gece postasında çalışan işçileri iş sözleşmesinde de yer aldığını, sözleşme serbesti gereği gece fazla çalışma yapılmayacağına dair müfettiş raporunun ilgili kısmının da iptalinin gerekmekte olduğunu, raporda fazla çalışma ile ilgili belirlenen haftalık fazla mesai saatleri üzerinden işçilere işe giriş tarihinden itibaren % 50 zamlı fazla mesai alacağının aldığı ücrete dahil olmayacağına dair kısmına ve haziran-temmuz-ağustos 2013 aylarına ait 19 saatlik fazla mesai ücretlerinin ödenmesi kararına itirazlarının kabulü ile buna bağlı yazı ve yaptırımlarından rapordan çıkarılmasına karar verilmesini istemiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle ; davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece toplanan deliller,tanık beyanları,bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamının değerlendirilmesinde;davacı taraf her ne kadar Bölge Çalışma müdürlüğü müfettişlerinin 30/09/2013 tarihli raporunun iptalini talep etse de; işçilerin 19 saat dahil fazla çalışma ücretinin işçinin aldığı asgari ücretin veya buna yakın bir ücretin içinde yer almasına dair iş sözleşmesinde ki hükmün 6098 sayılı yasanın 20 maddesi gereğince geçerliliğinin kabulünün mümkün olamayacağı, işverenin yasal düzenleme gereğince asgari ücretin altında işçi çalıştırmasının yasak olduğu bir durumda asgari ücret veya buna yakın bir maaş alan işçinin iş sözleşmesindeki 270 saat uygulamasına dayanılarak işçiye fazla mesai yaptırılması ve bunun karşılığının ödenmemesinin hakkaniyette aykırı olacağı, raporda belirtilen işçilerin aylık ücretlerinin asgari ücret veya buna yakın ücret olduğu, Bölge Çalışma müdürlüğü müfettişlerinin raporunun yasaya ve usule uygun olduğu anlaşılmakla 20/11/2014 havale tarihli bilirkişi raporu da dikkate alınarak davacının davasının reddine karar verilerek hüküm kurulmuştur.

D) Temyiz:

Kararı davacı temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:

4857 sayılı İş Kanunu’nun 92. maddesine göre ise:

“91. madde hükmünün uygulanması için iş hayatının izlenmesi, denetlenmesi ve teftişiyle ödevli olan iş müfettişleri, işyerlerini ve eklentilerini, işin yürütülmesi tarzını ve ilgili belgeleri, araç ve gereçleri, cihaz ve makineleri, ham ve işlenmiş maddelerle, iş için gerekli olan malzemeyi 93 üncü maddede yazılı esaslara uyarak gerektiği zamanlarda ve işçilerin yaşamına, sağlığına, güvenliğine, eğitimine, dinlenmesine veya oturup yatmasına ilişkin tesis ve tertipleri her zaman görmek, araştırmak ve incelemek ve bu Kanunla suç sayılan eylemlere rastladığı zaman bu hususta T.C. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından çıkarılacak İş Teftişi Tüzüğünde açıklanan şekillerde bu halleri önlemek yetkisine sahiptirler.

Teftiş, denetleme ve incelemeler sırasında işverenler, işçiler ve bu işle ilgili görülen başka kişiler izleme, denetleme ve teftişle görevli iş müfettişleri ve işçi şikayetlerini inceleyen bölge müdürlüğü memurları tarafından çağrıldıkları zaman gelmek, ifade ve bilgi vermek, gerekli olan belge ve delilleri getirip göstermek ve vermek; iş müfettişlerinin birinci fıkrada yazılı görevlerini yapmaları için kendilerine her çeşit kolaylığı göstermek, bu yoldaki isteklerini geciktirmeksizin yerine getirmekle yükümlüdürler.

Çalışma hayatını izleme, denetleme ve teftişe yetkili iş müfettişleri ile işçi şikayetlerini incelemekle görevli bölge müdürlüğü memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi kanıtlanıncaya kadar geçerlidir. İş müfettişleri tarafından düzenlenen raporların ve tutulan tutanakların işçi alacaklarına ilişkin kısımlarına karşı taraflarca otuz gün içerisinde yetkili iş mahkemesine itiraz edilebilir”.

Anılan yasal hükümler ile Çalışma ilişkilerini korumak ve geliştirmek, ortam ve koşullarını denetlemek görevi iş müfettişlerine verilmiştir. Buna göre iş müfettişleri işyerinde genel, kontrol ve inceleme denetimi yaparlar.

İşyerinde işin yürütümü yönünden çalışma hayatı ile ilgili tüm mevzuat hükümlerine ve işçi sağlığı ve iş güvenliği açısından ise; işçi sağlığı ve güvenliğine ilişkin mevzuat hükümlerinin uyulup uyulmadığının tespiti, genel denetimdir. Genel denetim ise yargısal faaliyet olarak nitelendirilemez.

Kontrol denetimi ise, genel denetim sonrası (işin yürütümü veya işçi sağlığı ve güvenliğine ilişkin) mevzuata aykırılık ve eksiklik olarak tespit edilen olguların, verilen süre içinde giderilip giderilmediğini kontrol edilmesidir.

İnceleme denetimi, bir kişinin ya da kurumun başvurusu üzerine yapılan denetimdir.

6100 sayılı HMkK.’un 106/son maddesine göre ise Maddi vakıalar, tek başlarına tespit davasının konusunu oluşturamaz.

Diğer taraftan 6100 sayılı HMK.’un 114/1.d maddesi uyarınca “Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları” dava şartıdır. Aynı kanunun devam eden 115/2 maddesine göre ise “Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder”.

Dosya içeriğine göre davalı Bakanlığın İş Müfettiş raporu, işyerinde çalışan Kemal Karadoğan adlı işçinin şikayeti üzerine düzenlenmiştir. Bu hali ile raporun inceleme denetimi sonrası tanzim edildiği açıktır. Ancak burada raporun iptalinde zarar görecekler başvuran dolayısı ile taraf olması gereken işçilerdir. Bu rapora karşı iptalin 4857 sayılı İş Kanunu’nun 92. maddesi kapsamında itiraz olarak değerlendirilmesi ve başvuran işçilere davanın yöneltilmesi gerekir. Bu nedenle davacı işverene şikayet eden işçilere davayı yöneltmesi için süre verilmeli, adı geçenlerin savunması alınmalı ve delilleri toplanmalı ve sonucuna göre karar verilmelidir. Taraf teşkili sağlanmadan karar verilmesi hatalıdır.

F) SONUÇ:

Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 13.06.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/11683 Karar : 2017/5302 Tarih : 10.05.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Davacı vekili, davacıya ait Renault marka 2012 model aracın 07/02/2014 tarihide genişletilmiş kasko sigortası sözleşmesinin 49065170-0 nolu sözleşme ile davalı sigorta şirketi tarafından yapıldığını, aracın S… tarafından kullanımı esnasında 13/09/2014 yaptığı trafik kazasında pert olduğunu, zararın tazmini için davalı şirkete müracaat edilmiş ise de, 28/10/2014 tarihli cevabi yazı ile yapılan araştırma sonucunda aracın kiralık olarak kullanıldığı tespit edildiğinden, %50 oranında muafiyet uygulanarak ödenecek bedelin 9.605,50 TL olduğunun belirtildiğini, oysaki aracın Rent A Car olarak kullanılmadığını, şirket işinin halledilmesi için S… verildiğini belirterek, fazlaya dair talep hakları saklı kalmak kaydıyla 43.000,00 TL`nin temerrüt tarihinden itibaren işleyecek temerrüt faizi ile birlikte tahsilini talep ve dava etmiştir.

Davalılar vekili, kaza yapan 1… plaklı aracın kasko sigortasının davalı şirket tarafından yapıldığını, bağımsız hasar araştırmacısı tarafından yapılan araştırma sonucunda aracın kiralık olarak kullanıldığı anlaşıldığından, sigorta sözleşmesindeki düzenleme nedeni ile hasarın %50`sinin ödenebileceği belirlendiğinden, davacıya 9.605,50 TL ödenmesi gerektiği, bu raporda bahsedildiğini belirterek, davanın reddine, aksi takdirde poliçe teminatı ile sınırlı tutulmasına karar verilmesi talep etmiştir.

Mahkemece, toplanan deliller ve benimsenen bilirkişi raporuna göre,davanın kısmen kabulüne, davacı için; 22.668,98 TL`nin 28/10/2014 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya davacıya verilmesine karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Dava tarihi olan 21.01.2015 önce, 28.05.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6502 sayılı yasanın 73/1 maddesinde ‘Tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğabilecek uyuşmazlıklara ilişkin davalarda tüketici mahkemesi görevlidir.’ şeklinde düzenlenmiş olup aynı yasanın 3/1 maddesi (l) bendinde, ‘Tüketici işlemi: Mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemi, ifade eder.’ şeklinde düzenleme getirilmiştir.

Somut olayda, davacının tüketici olduğu ve davalı sigorta şirketinin aralarındaki sigorta sözleşmesine dayalı olarak rücu talebinde bulunduğu anlaşılması, davanın açıldığı tarih olan 21.01.2015 tarihi itibari ile davanın tüketici davası olduğu ve tüketici mahkemesinin görev alanına girdiği hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup, mahkemece kendiliğinden (re`sen) dikkate alınması zorunludur. O halde mahkemece, HMK 114-115 maddeleri hükümleri uyarınca görevsizlik nedeniyle usulden davanın reddine karar verilmesi gerekirken işin esasına girilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.

2-Bozma neden ve şekline göre, davalı vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine de gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, (2) nolu bentte açiklanan nedenlerle davalı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine 10.5.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/20060 Karar : 2017/3985 Tarih : 9.05.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Dava, 01.10.2008 tarihinden sonra Kurumca kabul edilen sigortalılığın iptali ile yaşlılık aylığı bağlanması gerektiğinin tespiti istemine ilişkindir.

Mahkeme, ilâmda belirtildiği şekilde davanın kabulüne karar vermiştir.

Hükmün, davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/2. fıkrasında, “Diğer Kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır.” şeklinde düzenlenme gözetildiğinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanun`u dışındaki Kanunlar ile de dava şartı düzenlenebileceği anlaşılmaktadır.

11.09.2014 tarihli Mükerrer Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6552 sayılı Kanunun 64’üncü maddesi ile 5521 sayılı Kanunun 7`inci maddesinin üçüncü fıkra olarak “31.05.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile diğer sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklarda, hizmet akdine tabi çalışmaları nedeniyle zorunlu sigortalılık sürelerinin tespiti talepleri hariç olmak üzere, dava açılmadan önce Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaat edilmesi zorunludur. Diğer Kanunlarda öngörülen süreler saklı kalmak kaydıyla yapılan müracaata altmış gün içinde Kurumca cevap verilmezse talep reddedilmiş sayılır. Kuruma karşı dava açılabilmesi için taleplerin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması şarttır. Kuruma başvuruda geçirilecek süre zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerin hesaplanmasında dikkate alınmaz.” hükmü eklenmiştir.

Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamanın devamı için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; dava şartları, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.

HMK.’nun 115/2. maddesindeki kurala göre, “Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder”. Düzenleme gereğince, eksik olan bir dava şartı, belirli bir süre verilerek giderilebilecek ise hâkim tarafından eksikliğin giderilmesi için kesin süre verilmesi gerekir. Bu süre içinde dava şartı eksikliği tamamlanmaz ise dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmelidir.

Eldeki dava 20.10.2014 tarihinde, 6552 sayılı Kanunun yürürlük tarihinden sonra açılmıştır. Yukarıda belirtilen açıklamalar ışığında, 11.09.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6552 sayılı Kanunun 64. maddesi ile 5521 sayılı Kanunun 7. maddesine 3. fıkra olarak eklenen düzenleme gereği, dava açılmadan önce Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaatın olması ve Kurumca müracaata konu istemin zımnen ya da açıkça reddedilmesi gerektiği dava şartı olarak düzenlenmiş olup, eldeki davada, davacı tarafından 5521 sayılı Kanunun 7/3 maddesine uygun bir şekilde, davaya konu istem hakkında, Sosyal Güvenlik Kurumu’na müracaat ve Kurum tarafından bu müracaata konu istemin reddine ilişkin bir işlem veya eylem bulunmadığı görülmekle, mahkemece, davacı tarafa 6100 sayılı HMK.’nun 115/2. maddesi uyarınca, 6552 sayılı Kanunun 64. maddesi ile 5521 sayılı Kanunun 7. maddesine üçüncü fıkra olarak eklenenen düzenleme doğrultusunda, davaya konu istemi hakkında Sosyal Güvenlik Kurumu`na müracaat etmesi ve bu müracaat hakkında anılan yasal düzenleme uyarınca Kurumun red iradesini gösterir işlem veya eyleminin olduğunun belgelenmesi için kesin süre ihtaratlı önel verilmeli, bu süre içerisinde dava şartı eksikliğinin tamamlanmaması halinde, dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmeli, Kuruma müracaat ve müracaatın reddine dair Kurum işlem veya eylemine ilişkin dava şartının tamamlanması halinde ise davanın esasına girilerek, varılacak sonuca göre karar verilmelidir.

Bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin, mahkemece yanılgılı değerlendirme sonucu, yargılama aşamasında giderilmesi olanaklı başvuru şartı eksikliği yönünden değinilen 115. maddede öngörülen yöntem izlenmeksizin yazılı şekilde hüküm tesisi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün sair hususlar incelenmeksizin, yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, Başkan …’in muhalefetine karşı, üyeler …, …, … ve …`ın oylarıyla ve oyçokluğuyla 09.05.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

(M)

-KARŞI OY-

10/09/2014 tarih ve 6552 sayılı Kanun’un 64. maddesi ile eklenen 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu`nun 7/3. maddesi ile “31/5/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile diğer sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklarda, hizmet akdine tabi çalışmaları nedeniyle zorunlu sigortalılık sürelerinin tespiti talepleri hariç olmak üzere, dava açılmadan önce Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaat edilmesi zorunludur. Diğer kanunlarda öngörülen süreler saklı kalmak kaydıyla yapılan müracaata altmış gün içinde Kurumca cevap verilmezse talep reddedilmiş sayılır. Kuruma karşı dava açılabilmesi için taleplerin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması şarttır. Kuruma başvuruda geçirilecek süre zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerin hesaplanmasında dikkate alınmaz” hükmü getirilmiştir.

Daire çoğunluğu ile aramızdaki uyuşmazlık, 10/09/2014 tarih ve 6552 sayılı Kanun’un 64. maddesi ile eklenen 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu`nun 7/3. maddesi ile getirilen hükmün dava şartı olup olmadığı, akabinde sonradan tamamlanabilen dava şartlarından olup olmadığı noktasındadır.

5521 sayılı Kanuna yapılan değişiklik ile dava açmadan önce Kuruma müracaat zorunluluğu, iş yargısında uyuşmazlıkların azaltılması, sigortalı ile Kurum arasında uyuşmazlık çıkmadan dava açılmasının önlenmesidir. Getirilen düzenleme ile sigortalı önce Kuruma müracaat edecek, Kurum isteme olumsuz cevap verirse veya belli bir süre sessiz kalırsa öyle dava açılabilecektir. Bu düzenleme 2577 İdari Yargılama Usulü Kanununun 10. maddesine benzer bir düzenlemedir.

İş Mahkemeleri Kanununun 7. maddesine getirilen düzenleme, önce Kuruma müracaat ile ihtilafın oluşması şartını aradığı için 6100 sayılı HMK’nun 114 ve 115 inci maddeleri uyarınca dava şartıdır. Dava şartları 114 üncü maddede sınırlı olarak sayılmıştır. Dava şartı mutlaka maddede sayılan nedenler olabilir. Bu nedenle maddede sayılan dava şartları çoğaltılamaz. Çoğunluk görüşünde somut olayın 114 üncü maddede sayılan hangi dava şartlarından olduğu hususu açıklığa kavuşturulmamıştır.

İş Mahkemeleri Kanununun 7. maddesine getirilen düzenleme ile dava açılabilmesi için önce sigortalı ile Sosyal Güvenlik Kurumu arasında uyuşmazlık bulunması şartı aranmıştır. Bu uyuşmazlık ise Kurumun istemi reddetmesi veya reddetmiş sayılması ile oluşur. Bunun için de Kuruma müracaat zorunludur. Sigortalının henüz Kurumca reddedilmiş bir talebi yokken, Kurumun talebini reddetme ihtimaline binaen dava açılmasında hukuki yarar yoktur. Bu haliyle önce Kuruma müracaat zorunluluğu, HMK’nun m. 114/1-h bendinde düzenlenen ve dava şartı bulunan hukuki yarar bendine girmektedir. Mahkeme, dava tarihinde hukuki yararı yoksa, hukuki yarar için uyuşmazlık çıkmasını bekleyemez. Zira Kurum, sigortalının talebini kabul ederse hukuki yarar hiç oluşmayacak ve dava açılamayacaktır. Tıpkı, vadesi dolmamış bir senedin veya ifa zamanı gelmemiş bir borcun, borcun ödenmeyeceği ihtimaline binaen alacaklı tarafından önceden alacak davası açılması gibi. Bu örnekte de mahkeme, hukuki yarar oluşması için senedin vadesinin dolmasını veya borcun ifa zamanını bekleyemeyeceği gibi somut olayımızda da mahkeme, Kurumun ihtilaf çıkarmasını bekleyemez.

Somut olayımızda bulunan dava şartı, Kuruma başvuru ile 60 günün dolması değil, hukuki yarar yokluğudur. Çünkü henüz taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Bu dava şartı, mahkeme tarafından uyuşmazlığın oluşması için belli bir süre verilerek giderilemez. Yani, HMK’nun m. 115/2 de düzenlenen sonradan giderilebilecek dava şartlarından değildir. Kurum sigortalının talebini kabul ederse uyuşmazlık hiç oluşmamış olacaktır. Yoksa dava konusuz kalmış olmaz. Mahkemenin davayı reddetmeyip elinde bekletmesi, yasanın çıkış gerekçesine ve davaların azaltılması amacına uygun düşmez.

Henüz uyuşmazlık oluşmadığından dava şartı olan hukuki yarar yokluğu nedeniyle dava açılamayacağından davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.


YARGITAY 23. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/8269 Karar : 2017/1348 Tarih : 4.05.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Asıl ve birleşen davada davacı vekili, müvekkili ile davalılardan … arasında imzalanan 17.07.1995 tarihli arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi uyarınca yüklenicinin yükümlülüklerini yerine getirmediğini, yüklenicinin tapuda hissesinin bir kısmını diğer davalıya devrettiğini ileri sürerek, sözleşmenin iptali ile tapu iptali ve tescil istemiştir.

Asıl davada davalı … ve … vekili, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma ve tüm dosya kapsamına göre; dava sözleşmenin iptali ile tapu iptali ve tescil istemlerini içerdiğinden sözleşmede imzası bulunan tüm tarafların birlikte dava açması veya açılan davaya muvafakat vermesinin zorunlu olduğu, … ve …‘ın bu yönde muvafakatinin bulunmadığı, bu yönde davacı tarafa üç defa süre verilmiş olmasına rağmen gereğinin yerine getirilmediği, bu nedenle …`a karşı ayrıca birleşen dosyadan dava açıldığı,

HMK`nın 114 ve 115. maddeleri gereğince usulüne uygun şekilde tarafların davada yer almadığı, bu hali ile dava şartı bulunmadığı gerekçesiyle,

asıl ve birleşen davanın HMK’nın 114. ve 115. maddeleri gereğince dava şartı yokluğundan usulden reddine, davalı taraf kendisini bir vekil ile temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT`nin 12. maddesine göre belirlenen 1.800,00 TL vekalet ücretinin davacıdan tahsiline karar verilmiştir.

Kararı, asıl davada davalı … vekili temyiz etmiştir.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına ve temyiz edenin sıfatına göre, asıl davada davalı … vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, asıl davada davalı … vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 04.05.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 12. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/13909 Karar : 2017/5969 Tarih : 18.04.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Takip alacaklısının, … İş Ortaklığı aleyhinde, ilamsız icra takibi başlattığı, örnek 7 no. lu ödeme emrinin iş ortaklığı adresinde tebliğ edildiği, şikayetçi iş ortaklığının, tüzel kişiliği ve dolayısıyla taraf ehliyetinin bulunmaması sebebiyle takibin iptalini talep ettiği ,mahkemece, tüzel kişiliği bulunmayan iş ortaklığı aleyhine takip yapılamayacağından şikayetin kabulü ile takibin iptaline karar verildiği anlaşılmaktadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 50. maddesinde; “Medeni haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, davada taraf ehliyetine de sahiptir.” hükmüne yer verilmiştir. Bu hüküm, icra takipleri için de kıyasen uygulanmakta olup; taraf ehliyeti icra takibinde kendini takip alacaklısı veya takip borçlusu olabilme ehliyeti olarak anlaşılmalıdır. HMK’nun 114 /d. maddesinde ise, taraf ehliyeti dava (takip) şartı olarak düzenleşmiştir. HMK’nun 115/1. maddesine hükmü uyarınca; mahkeme, dava (takip) şartlarının mevcut olup olmadığını davanın her aşamasında kendiliğinden araştırabileceği gibi, taraflar da dava (takip) şartı noksanlığını takibin her aşamasında süreye tabi olmadan ileri sürebilirler. Takip (dava) şartı olan taraf ehliyetinin yokluğunun hukuki sonucu takibin iptal edilmesidir. Ancak; tarafın yanlış gösterilmiş olmasının kabul edilebilir bir yanılgıya dayanması halinde, tarafları yeni bir dava açmaya zorlamanın usul ekonomisine aykırı olduğunu düşünen kanun koyucu; HMK`nun 124. maddesi çerçevesinde iradi olarak taraf değişikliği yapılmasına imkan sağlamıştır.

Takip tarihi itibariyle olayda kıyasen uygulanması gereken HMK`nun 124. maddesinin 4. fıkrasına göre; “Dava dilekçesinde tarafın yanlış veya eksik gösterilmesi kabul edilebilir bir yanılgıya dayanıyorsa hakim karşı tarafın rızasını aramaksızın taraf değişikliği talebini kabul edebilir.” hükmüne yer verilmiştir.

Somut olayda; takibe dayanak belgelerin anılan adi ortaklık adına düzenlendiği gözönüne alındığında, borçlu tarafın yanlış gösterilmesinin kabul edilebilir bir yanılgıya dayandığı görülmektedir.

Bu durumda; takipte borçlu tarafın iş ortaklığı olarak gösterilmesinin kabul edilebilir bir yanılgı olarak kabul edilerek, mahkemece takibin iş ortaklığını oluşturan şirketlere yöneltilmesi için süre verilmesi, verilen süre içinde eksikliğin giderilmesi halinde işin esasının incelenmesi, aksi taktirde şikayetin usulden reddi gerekir iken yazılı gerekçe ile şikayetin kabulü ile takibin iptali yönünde hüküm tesisi isabetsizdir.

SONUÇ:

Alacaklının temyiz itirazlarının kabulü ile ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/5481 Karar : 2017/2967 Tarih : 6.04.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Davacı vekili 29/06/2011 havale tarihli dava dilekçesinde özetle; müvekkiline ait taşınmazların kadastro sırasında …. ilçesi …. köyü 105 ada 1 sayılı orman parseli içerisinde bırakıldığını, oysa bu yerlerin müvekkili tarafından harici satış sözleşmeleri sonucu zilyetlik yoluyla elinde bulunduran şahıslardan satın alındığını, taşınmazların tarla olarak yüzyıllardır kullanılan tarım arazileri olduğunu ileri sürerek, dava dilekçesine ekli krokide 7, 8, 9 ve 10 sayılı alan olarak gösterilen toplam 16.949,695 m2`lik taşınmazın tespitinin iptali ile davacı şirket adına tescili istemiyle dava açmıştır.

Mahkemece; Orman Yönetimi ve Hazine aleyhine açılan davanın dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilmiş, hüküm davacı …Ş tarafından temyiz edilmiş,

Dairemizin 14/05/2013 tarih ve 2013/741 E. - 2013/5501 K. sayılı ilamı ile “Kadastro mahkemesinde görülen davalarda, 3402 sayılı Kanunun usul hükümlerinin uygulanacağı, uyuşmazlığın çözümünde özel kanunda hüküm bulunması halinde, genel hükümlerin uygulanmasının söz konusu olamayacağı ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu, Hukuk Muhakemeleri Kanununa göre özel kanun olup; bu kanunda öngörülen usul kurallarının uygulanması gerekeceği; bu durumda, mahkemece, 3402 sayılı Kanunun 28/2 maddesi gereğince duruşma günü taraflara Tebligat Kanununa göre re’sen tebliğ edilecek, 36/1. maddesinin son paragrafına göre re`sen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere suçüstü giderden harcama yapılacak ve yine, 36/1. maddesine göre aynı Kanunun 30/2. maddesinde belirtilen istisnai haller dışında taraflar dinlenilmelerini talep ettiği tanık ve bilirkişi, vasıta masrafları hakim ile katip ve mübaşire verilecek ücretler ile yapılacak tebligatlarla ilgili masfarlar kalemler halinde gösterilip bu ücretin mahkeme veznesine yatırılması için uygun bir süre verilmesi, kesin önel gereği yerine getirilmediği takdirde sonucunun hatırlatılması ve belirlenecek süre içinde gerekli giderlerin yatırılmaması durumunda bu delillere dayanılmaktan vazgeçmiş sayılarak, mevcut delil durumuna göre bir karar verilecektir.

Söz konusu 36/1. madde ile HUMK’nın 414. maddesi ve HMK`nın 324. maddesi de parelel hükümleri ihtiva etmektedir.

Mahkemece keşif için gerekli masrafların ve diğer giderlerin yatırılması için 3402 sayılı Kanunun 28/1 ve 36/1 maddeleri gereğince ara kararı oluşturulması ve bunun sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, gider avansının yatırılmadığı gerekçesiyle HMK`nın 115/2. maddesi uyarınca davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.

Kaldı ki; davacı vekilinin temyiz dilekçesine ekli 19/07/2012 tarihli PTT ödeme belgesinde mahkemenin esas numarası belirtilmesede, 1055.-TL gider avansının süresi içinde mahkemeye yatırıldığı anlaşılmaktadır” gereğine değinilerek bozulmuştur.

Mahkemece bozma ilamına uyulmasının ardından dava konusu taşınmazların orman sayılan yerlerden olması ve bu nedenle zilyetlikle iktisabının mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine, 105 ada 1 parsel sayılı taşınmazın tespit gibi tapuya tesciline karar verilmiş,

hüküm davacı …Ş. vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, kadastro tespitine itiraza ilişkindir.

Çekişmeli taşınmazların bulunduğu yerde orman kadastrosu 2011 yılında 3402 sayılı Kanunun 5304 sayılı Kanunla değişik 4. maddesine göre yapılmıştır.

İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye ve 28/08/2014 tarihinde yapılan keşifte dinlenen mahalli bilirkişi ve tutanak bilirkişilerinin beyanlarından davacı şirketin dayandığı 09/07/2007 tarih cilt:2 sayfa:27 sıra:1’de kayıtlı tapu kaydının dava konusu taşınmazları kapsamadığı, davacı tarafın satın aldığı kişinin taşınmazının dava konusu edilen yerde olmadığı, taşınmazların orman sayılan yerlerden olup ormanların zilyetlikle iktisabının mümkün olmadığı belirlenerek hüküm kurulduğuna göre,

yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usul ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/653 Karar : 2017/1536 Tarih : 4.04.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Dava, davacı Başbakanlık … Başkanlığı ile davalı .. … Proje Uluslararası A.Ş arasında imzalanan; … İli …. İlçesi 392 Adet konut, ticaret merkezi, cami, şadırvan ile ada içi altyapı, genel altyapı ve çevre düzenlemesi inşaat işine ilişkin imzalanan sözleşmeden kaynaklanan ayıplı imalatlar sebebiyle açılmış alacak davası olup, mahkemece dava dilekçesi ve ekleri davalı tarafa tebliğ edilmeden dosya üzerinde yapılan inceleme ile görevsizlik kararı verilmiş, karar davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlık, 6100 sayılı HMK’nın 114/c maddesi gereğince dava şartı olan “mahkemenin görevli olması” şartı hakkında taraf teşkili sağlanmadan karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Dava, 6100 sayılı HMK’nın yürürlükte olduğu 16.03.2016 tarihinde açılmıştır. 6100 sayılı HMK’da ilk derece yargılamasında yazılı yargılama usulü beş aşamadan oluşacak şekilde düzenleme yapılmıştır. Bunlar; 1-Davanın açılması ve dilekçeler aşaması (madde 118,126-136), 2-Ön inceleme (madde 137-142), 3-Tahkikat (madde 143-293), 4-Sözlü yargılama (madde 184-186) ve 5-Hükümdür (madde 294). Dava şartları ve ilk itirazlar ön incelemede sonuca bağlanır. Ön inceleme ise dilekçelerin karşılıklı olarak verilmesinden sonra yapılır (HMK. m.137/1, 139/1 ilk cümle). Buna göre, usule ilişkin kararın verilebilmesi için; dava dilekçesinin davalıya tebliği, cevap süresinin (HMK. m. 127/1) beklenmesi, süresi içinde cevap verilmesi halinde davacıya tebliği, onun cevaba cevap verme süresinin (HMK. m.136/1) beklenmesi, davacı dilekçe verdiğinde bunun davalı tarafa tebliği ve davalının ikinci cevap süresinin beklenmesi zorunludur. Mahkemenin, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar verebileceğini öngören aynı Kanun’un 138. maddesi hükmü, dilekçelerin karşılıklı verilmesi zorunluluğunu ortadan kaldırmaz. Bu hüküm, hakime belirtilen hususlar hakkında gerekmiyorsa ön inceleme duruşması yapmaksızın karar verebilme yetkisi tanır. Ön inceleme duruşması yapmaksızın dosya üzerinden karar verilebilmesi için de davanın ön inceleme aşamasına getirilmiş olması gereklidir. Yasa’nın 137/1’inci fıkrasında, ön incelemenin dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra yapılacağının açıkça öngörülmüş olması karşısında, dava şartlarının mevcut olup olmadığının davanın her

aşamasında hakim tarafından kendiliğinden gözetileceğine ilişkin 115/1’inci madde hükmü de bu hususlarda, davalıya dava dilekçesi tebliğ edilmeden karar verilebileceğine izin verir tarzda bir yoruma elverişli değildir.

Diğer yandan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu, 1086 sayılı Kanun’dan farklı olarak iddia ve savunmanın genişletilmesi yahut değiştirilmesi yasağını dava ve cevap dilekçesinin verilmesiyle başlatmamış; bu yasağı, dilekçelerin karşılıklı verilmesinin tamamlanmasına, bazı hallerde ön inceleme duruşmasına kadar ileriye ötelemiştir. Tarafların bu haklarını kullanabilmeleri, dilekçelerin karşılıklı olarak verilmesini veya bunun için kanunda belirlenen sürelerin geçmesini gerekli kılar. 6100 sayılı HMK’nın 138’inci maddesi uyarınca dava şartları hakkında dosya üzerinden karar verilebilir ise de; bunun için dava dilekçesinin davalıya tebliğ edilerek savunma hakkı tanınması gerekir.

Bu genel anlatımlar ışığında somut olaya gelince; mahkemece davalıya dava dilekçesi tebliğinin yapılmayıp, dilekçeler aşaması tamamlanmadan görevsizlik sebebiyle usulden red kararı verilmesi Anayasa’nın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan hukuki dinlenme hakkına aykırıdır.

Bu nedenlerle mahkemece 6100 sayılı HMK ile öngörülen yargılama aşamalarına uyulmadan, dava dilekçesi davalıya tebliğ edilmeyip dilekçeler aşaması tamamlanmadan görevsizlik sebebiyle usulden red kararı verilmek suretiyle davalının hukuki dinlenilme hakkına aykırı davranılması usül ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 04.04.2017 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

  • K A R Ş I O Y -

Mahkemenin görevli olması Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) 114/1-c maddeye göre dava şartıdır. Göreve ilişkin kurallar kamu düzenindendir (HMK 1. md.). “Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.” (HMK 115. md.).

Yasada açıkça dava şartlarının her aşamada mahkemece kendiliğinden araştırılacağı düzenlendiğinden henüz taraflara tebliğ yapılmadan tensip aşamasında dahi mahkemenin görevsiz olması halinde usulden red kararı verilebilir. HMK 137, 138 ve 140. maddedeki ön inceleme aşamasında dava şartlarının inceleneceğine dair düzenlemeler, henüz incelenmemiş ise tahkikata geçilmeden önce dava şartlarının incelenmesi zorunluluğunu belirtmekte olup görev yönünden bu incelemenin en erken değil, en geç ne zaman yapılması gerektiğini göstermektedir.

Konuya ilişkin HMK 138. maddenin yasa gerekçesi şöyledir: “Usule ilişkin hususlar, şeklî nitelik taşıdıklarından yargılamanın başında, dosya üzerinden de incelenerek karara bağlanabilir. Ancak, mahkeme, kararını vermek için tarafların dinlenmesine ihtiyaç duyuyorsa, bunu da tahkikat aşamasında değil, ön inceleme oturumunda yapacaktır. Böylece dava şartları ve ilk itirazlarla ilgili sorunların, en geç tahkikat başlamadan, ön inceleme duruşması sonunda karara bağlanması amaçlanmıştır.” Bu gerekçe ile de her aşamada görev hususunun incelenebileceğine açıklık getirilmiştir.

HMK hükümlerine göre her aşamada dava şartlarının incelenerek karar verilmesi mümkün olduğu için, kararın hukuka uygunluğu yönünden inceleme yapılması gerekirken, “dilekçeler safhası dolmadan görev konusunda karar verilemeyeceği” gerekçesiyle kararın bozulması” yönünde olan değerli çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/24873 Karar : 2017/2640 Tarih : 28.03.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Dava, prime esas kazanç matrahı içerisinde olduğu kabul edilerek prime tabi tutulan yol ve yemek yardımları üzerinden alınan primlerin yersiz ödendiği iddiası ile istirdatı istemine ilişkindir.

Mahkemece, ilâmında belirtildiği şekilde davanın kabulüne karar vermiştir.

Hükmün, davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/2. fıkrasında, “Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır.” şeklinde düzenlenme gözetildiğinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanun’u dışındaki kanunlar ile de dava şartı düzenlenebileceği anlaşılmaktadır.

11.09.2014 tarihli Mükerrer Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6552 sayılı Kanunun 64’üncü maddesi ile 5521 sayılı Kanunun 7’inci maddesinin üçüncü fıkra olarak “31.05.2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile diğer sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklarda, hizmet akdine tabi çalışmaları nedeniyle zorunlu sigortalılık sürelerinin tespiti talepleri hariç olmak üzere, dava açılmadan önce Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaat edilmesi zorunludur. Diğer kanunlarda öngörülen süreler saklı kalmak kaydıyla yapılan müracaata altmış gün içinde Kurumca cevap verilmezse talep reddedilmiş sayılır. Kuruma karşı dava açılabilmesi için taleplerin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması şarttır. Kuruma başvuruda geçirilecek süre zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerin hesaplanmasında dikkate alınmaz.” hükmü eklenmiştir.

Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamanın devamı için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; dava şartları, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.

HMK.’nun 115/2. maddesindeki kurala göre, “Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder”. Düzenleme gereğince, eksik olan bir dava şartı, belirli bir süre verilerek giderilebilecek ise hâkim tarafından eksikliğin giderilmesi için kesin süre verilmesi gerekir. Bu süre içinde dava şartı eksikliği tamamlanmaz ise dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmelidir.

Eldeki dava 09.12.2014 tarihinde, 6552 sayılı Kanunun yürürlük tarihinden sonra açılmıştır. Yukarıda belirtilen açıklamalar ışığında, 11.09.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6552 sayılı Kanunun 64. maddesi ile 5521 sayılı Kanunun 7. maddesine 3. fıkra olarak eklenen düzenleme gereği, dava açılmadan önce Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaatın olması ve Kurumca müracaata konu istemin zımnen ya da açıkça reddedilmesi gerektiği dava şartı olarak düzenlenmiş olup, eldeki davada, davacı tarafından 5521 sayılı Kanunun 7/3 maddesine uygun bir şekilde, davaya konu istem hakkında, Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaat ve Kurum tarafından bu müracaata konu istemin reddine ilişkin bir işlem veya eylem bulunmadığı görülmekle, mahkemece, davacı tarafa 6100 sayılı HMK.’nun 115/2. Maddesi uyarınca, 6552 sayılı Kanunun 64. maddesi ile 5521 sayılı Kanunun 7. maddesine üçüncü fıkra olarak eklenenen düzenleme doğrultusunda, davaya konu istemi hakkında Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaat etmesi ve bu müracaat hakkında anılan yasal düzenleme uyarınca Kurumun red iradesini gösterir işlem veya eyleminin olduğunun belgelenmesi için kesin süre ihtaratlı önel verilmeli, bu süre içerisinde dava şartı eksikliğinin tamamlanmaması halinde, dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmeli, Kuruma müracaat ve müracaatın reddine dair Kurum işlem veya eylemine ilişkin dava şartının tamamlanması halinde ise davanın esasına girilerek, varılacak sonuca göre karar verilmelidir.

Bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin, mahkemece yanılgılı değerlendirme sonucu, yargılama aşamasında giderilmesi olanaklı başvuru şartı eksikliği yönünden değinilen 115. maddede öngörülen yöntem izlenmeksizin yazılı şekilde hüküm tesisi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün sair hususlar incelenmeksizin, yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, Başkan …’in muhalefetine karşı, Üyeler …, …, … ve …‘ın oylarıyla ve oyçokluğuyla 28.03.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.

KARŞI OY

10/09/2014 tarih ve 6552 sayılı Kanun’un 64. maddesi ile eklenen 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7/3. maddesi ile “31/05/2006 tarihli ve 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ile diğer sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan uyuşmazlıklarda, hizmet akdine tabi çalışmaları nedeniyle zorunlu sigortalılık sürelerinin tespiti talepleri hariç olmak üzere, dava açılmadan önce Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaat edilmesi zorunludur. Diğer kanunlarda öngörülen süreler saklı kalmak kaydıyla yapılan müracaata altmış gün içinde Kurumca cevap verilmezse talep reddedilmiş sayılır. Kuruma karşı dava açılabilmesi için taleplerin reddedilmesi veya reddedilmiş sayılması şarttır. Kuruma başvuruda geçirilecek süre zamanaşımı ve hak düşürücü sürelerin hesaplanmasında dikkate alınmaz” hükmü getirilmiştir.

Daire çoğunluğu ile aramızdaki uyuşmazlık, 10/09/2014 tarih ve 6552 sayılı Kanun’un 64. maddesi ile eklenen 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7/3. maddesi ile getirilen hükmün dava şartı olup olmadığı, akabinde sonradan tamamlanabilen dava şartlarından olup olmadığı noktasındadır.

5521 sayılı Kanuna yapılan değişiklik ile dava açmadan önce Kuruma müracaat zorunluluğu, iş yargısında uyuşmazlıkların azaltılması, sigortalı ile Kurum arasında uyuşmazlık çıkmadan dava açılmasının önlenmesidir. Getirilen düzenleme ile sigortalı önce Kuruma müracaat edecek, Kurum isteme olumsuz cevap verirse veya belli bir süre sessiz kalırsa öyle dava açılabilecektir. Bu düzenleme 2577 İdari Yargılama Usulü Kanununun 10. maddesine benzer bir düzenlemedir.

İş Mahkemeleri Kanununun 7. maddesine getirilen düzenleme, önce Kuruma müracaat ile ihtilafın oluşması şartını aradığı için 6100 sayılı HMK’nun 114 ve 115 inci maddeleri uyarınca dava şartıdır. Dava şartları 114 üncü maddede sınırlı olarak sayılmıştır. Dava şartı mutlaka maddede sayılan nedenler olabilir. Bu nedenle maddede sayılan dava şartları çoğaltılamaz. Çoğunluk görüşünde somut olayın 114 üncü maddede sayılan hangi dava şartlarından olduğu hususu açıklığa kavuşturulmamıştır.

İş Mahkemeleri Kanununun 7. maddesine getirilen düzenleme ile dava açılabilmesi için önce sigortalı ile Sosyal Güvenlik Kurumu arasında uyuşmazlık bulunması şartı aranmıştır. Bu uyuşmazlık ise Kurumun istemi reddetmesi veya reddetmiş sayılması ile oluşur. Bunun için de Kuruma müracaat zorunludur. Sigortalının henüz Kurumca reddedilmiş bir talebi yokken, Kurumun talebini reddetme ihtimaline binaen dava açılmasında hukuki yarar yoktur. Bu haliyle önce Kuruma müracaat zorunluluğu, HMK’nun m. 114/1-h bendinde düzenlenen ve dava şartı bulunan hukuki yarar bendine girmektedir. Mahkeme, dava tarihinde hukuki yararı yoksa, hukuki yarar için uyuşmazlık çıkmasını bekleyemez. Zira Kurum, sigortalının talebini kabul ederse hukuki yarar hiç oluşmayacak ve dava açılamayacaktır. Tıpkı, vadesi dolmamış bir senedin veya ifa zamanı gelmemiş bir borcun, borcun ödenmeyeceği ihtimaline binaen alacaklı tarafından önceden alacak davası açılması gibi. Bu örnekte de mahkeme, hukuki yarar oluşması için senedin

vadesinin dolmasını veya borcun ifa zamanını bekleyemeyeceği gibi somut olayımızda da mahkeme, Kurumun ihtilaf çıkarmasını bekleyemez.

Somut olayımızda bulunan dava şartı, Kuruma başvuru ile 60 günün dolması değil, hukuki yarar yokluğudur. Çünkü henüz taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Bu dava şartı, mahkeme tarafından uyuşmazlığın oluşması için belli bir süre verilerek giderilemez. Yani, HMK’nun m. 115/2 de düzenlenen sonradan giderilebilecek dava şartlarından değildir. Kurum sigortalının talebini kabul ederse uyuşmazlık hiç oluşmamış olacaktır. Yoksa dava konusuz kalmış olmaz. Mahkemenin davayı reddetmeyip elinde bekletmesi, yasanın çıkış gerekçesine ve davaların azaltılması amacına uygun düşmez.

Henüz uyuşmazlık oluşmadığından dava şartı olan hukuki yarar yokluğu nedeniyle dava açılamayacağından davanın reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesinde olduğumuzdan sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.


YARGITAY 23. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/4976 Karar : 2017/949 Tarih : 28.03.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Davacı vekili, müvekkili ile davalı …’in, müvekkiline ait olan taşımaz hissesi karşılığında inşaat yapmak üzere noter aracılığı ile düzenleme şeklinde arsa payı karşılığı inşaat yapım sözleşmesi imzaladıklarını, dairelerin yapım işlerinin diğer davalı kooperatife devredildiğini öğrendiklerini, bu devre ilişkin onayının olmadığını, devir işleminin davalı …’in sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağını, arsa sahiplerine teslimi gereken dairelerin halen tamamlanmadığını ve inşaatın devam ettiğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin haklarının saklı tutularak şimdilik 34.805,00 TL geciken aylara ait kira bedeli alacağının 28.10.2014 ihtar tarihinden itibaren reeskont faizi ile birlikte davalılardan alınmasını talep ve dava etmiştir.

Davalılar vekili, davaya cevap dilekçesi vermemiştir.

Mahkemece iddia, savunma ve dosya kapsamına göre; dava konusu uyuşmazlığın konusunun düzenleme şeklinde gayrimenkul satış vaadi ve daire karşılığında inşaat sözleşmesi gereğince davalı …’in davacıya teslim edilmesi gereken dairelerin süresinde teslim edilmemesinden kaynaklanan kira tazminatına ilişkin olduğu, davacının söz konusu sözleşmeyi imzalarken tacir sıfatı ile değil arsa sahibi gerçek kişi olarak imzalandığı, davacının dava konusu taşınmazın maliki olması nedeniyle diğer davalı kooperatif aleyhine üyelik ve ortaklık ilişkisinin olmadığı, bu nedenle uyuşmazlığın 1163 sayılı Kanundan kaynaklanmadığı, uyuşmazlığın her iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili olmadığından ve TTK’de düzenlenen bir hususa da ilişkin olmadığından, uyuşmazlığa bakmakla görevli mahkemenin Ticaret Mahkemelerinin olmadığı belirtilerek, mahkemenin görevsizliği nedeniyle dava dilekçesinin görev yönünden reddine, davaya bakmaya Asliye Hukuk Mahkemelerinin görevli olduğuna karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Karar tarihinde yürürlükte olan HMK’nın 115/2. maddesi uyarınca, mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Bu durumda mahkemece, HMK’nın 114/1-c madde hükmü gereğince anılan yasal düzenleme göz önünde bulundurularak, göreve ilişkin dava şartı noksanlığı bulunduğu gerekçesiyle, davanın usulden reddine karar verilmesi ile yetinilmesi gerekirken, karar tarihinde yürürlükte olmayan ve göreve ilişkin dava şartı öngörmeyen HUMK’nın göreve ilişkin 7 ve 27. madde hükümlerine uygun olarak gerekçede ve hüküm fıkrasında “mahkememizin görevsizliğine” ibarelerine yer verilmesi de hatalı olmuştur.

Ne var ki, karar sonucu itibariyle doğru olduğundan, HUMK’nın 438/son maddesi uyarınca gerekçesi kısmen değiştirilerek ve hüküm fıkrasında yapılan yanlışlığın düzeltilmesi yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, HUMK’nın 438/7. maddesi uyarınca hüküm fıkrasının aşağıda yazılı olduğu şekilde düzeltilerek onanmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin temyiz itirazının kabulü ile kararın gerekçesinin kısmen değiştirilmesine, “HÜKÜM” bölümünün 1. bendinde yer alan “Mahkememizin görevsizliğine” ibaresinin çıkarılmasına ve 1. bent olarak “Mahkemenin görevine ilişkin dava şartı noksanlığı bulunduğundan HMK’nın 114/1-c ve 115/2 . maddeleri uyarınca davanın usulden reddine” ibaresinin yazılması suretiyle hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 28.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 16. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/9686 Karar : 2017/1867 Tarih : 24.03.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Kullanım kadastrosu sırasında … Mahallesi çalışma alanında bulunan 27919 ada 1 parsel sayılı 2.108,31 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz, kadastro tutanağının beyanlar hanesine, 6831 sayılı Yasa’nın 2/B maddesi uyarınca orman sınırları dışına çıkarıldığı ve …‘un fiili kullanımında bulunduğu şerhi yazılarak tarla vasfıyla Hazine adına tespit edilmiştir. Davacı …, taşınmazın kendi fiili kullanımında bulunduğu iddiasına dayanarak dava açmıştır. Sulh Hukuk Mahkemesince; Asliye Hukuk Mahkemesinin önceki tarihli görevsizlik kararı üzerine davanın HMK’nın 114/c ve 115/2. maddeleri gereğince usulden reddine, görev uyuşmazlığının çözümü için dosyanın ilgili Yargıtay Hukuk Dairesine gönderilmesine karar verildikten sonra Yargıtay 17. Hukuk Dairesi’nin 27.11.2014 günü 2014/15937 Esas ve 2014/17132 Karar sayılı kararında uyuşmazlığın Asliye Hukuk Mahkemesinde görülüp sonuçlandırılması gerektiğine ilişkin ilamı üzerine yapılan yargılama sonucunda çekişmeli taşınmaza ait kadastro tutanağının kesinleşmediği dikkate alınarak davaya bakmaya Kadastro Mahkemesinin görevli olduğundan davacının davasının görev yönünden reddine, karar kesinleştiğinde iki haftalık süre içerisinde başvurulduğunda dosyanın Kadastro Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verilmiş; hüküm, davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dosya içeriğine, toplanan delillere, kararda yazılı gerektirici nedenlere göre yerinde bulunmayan temyiz itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı bakiye temyiz karar harcının temyiz eden davalıdan alınmasına, 24.03.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/6109 Karar : 2017/4723 Tarih : 23.03.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

A) Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili, davacının davalı kurumda 10/06/2005 tarihinden beri her yıl 12 ay müddetle fiilen ve devamlı olarak sulama işlerinde daimi işçi kadrosunda çalıştığını, davalı Birlik Yönetim Kurulu`nun 10/06/2014 gün ve 25 sayılı kararından dava konusu edilen iptali istenen yazı nedeniyle haberdar olduklarını, 2007 yılında davacıya daimi işçi kadrosu verilerek müktesep hak sağlandığını, iş akdinin askıya alınmasının şartının belli olduğunu, 15/04/2014 tarihinden itibaren 15/10/2014 tarihine kadar gölden yapılacak sulamanın devam edeceğini bu itibarla zaman ve zemin yönünden davalı idarenin almış olduğu kararın hem gerçeklerle hemde T.M.K.nun 2. ve 3. maddelerinde yer alan iyiniyet kuralları ile bağdaşmadığını ileri sürerek davalı Kurumun 08/07/2014 gün ve 368 sayılı yazısı ile tebliğ olunan 20/06/2014 gün ve 25 sayılı askıya alma kararının iptalini-özel hukuka ilişkin haklarının saklı tutulmasını talep etmiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili, Valilikten gelen yazı üzerine davacının iş akdinin askıya alındığını, davanın reddini talep ettiklerini savunmuştur.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece yapılan yargılama sonunda, davacı hakkında düzenlenen işten ayrılma bildirgesinde, davacının işten ayrılış tarihinin 14/07/2014 olarak yer almakta ve sigortalının işten ayrılış nedeni (kodu) olarak (30) kod sayısı: vize süresinin bitimi (iş akdinin askıya alınması halinde kullanılır.) olduğu, davacının da içinde bulunduğu 34 işçi bakımından 5620 Sayılı Kanun ve 2007/1 Sayılı Tebliğ hükümlerine göre başvuruların davalı Kurumun o tarihteki yetkilileri tarafından yapıldığı ve bu başvurular üzerine İçişleri ve Maliye Bakanlığı temsilcilerinden oluşturulan komisyon ve Türkiye İş Kurumu yetkilileri tarafından yapılan inceleme neticesinde, Türkiye İş Kurumu tarafından İçişleri ve Maliye Bakanlığı`nın uygun görüşüne istinaden 17/12/2007 tarih ve B.13.1.TİK.2.3.310/412255 sayılı yazıları ile davacının da içinde bulunduğu bu işçilerin daimi işçi statüsünü hak ettiği belirlendiği ve daimi işçi statüsüne geçirildiği, yönünden ve aynı durumdaki diğer işçiler yönünden müktesap hak teşkil ettiği mahkememizce kabul edilmiş daha sonraki denetimlerde ( 2013 yılı ) bu kişilerin daimi işçi statüsüne geçiş hakkına haiz olmadıklarının belirlendiğinin belirtilerek bu işçilerin daimi işçi statüsünü kazanmadıklarını yönündeki değerlendirmeye dayanarak iş akitlerinin askıya alınmasının davacı işçi yönünden müktesap hak ilkesine aykırılık teşkil edeceği, bu durumda daimi işçi statüsünde bulunan işçinin bu statüsü yok sayılarak, müktesep hak ilkesine aykırılık teşkil edecek şekilde iş akdinin geçici işçi gibi askıya alınması yönündeki davalı kurumun 08.07.2014 gün ve 368 sayılı yazıları ile davacıya tebliğ edilen 20.06.2014 gün ve 25 sayılı askıya alma kararının iptaline karar verilmiştir.

D) Temyiz:

Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:

5620 sayılı Kanunun madde 1.de bazı kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan geçici işçilerin sözleşmeli personel pozisyonlarına veya sürekli işçi kadrolarına geçirilme koşul ve yöntemi düzenlenmiştir. Buna göre maddede belirtilen kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan işçinin sürekli işçi kadrosuna geçirilmesi için 2006 yılı içerisinde usulüne uygun olarak vizesi yapılmış geçici iş pozisyonlarında toplam 6 ay veya daha fazla süreyle geçici işçi olarak çalışmış olmak gerekir. Aynı düzenlemede 2005 veya 2006 yıllarında aynı şartlarda çalışıp da askerlik, doğum veya sağlık kurulu raporuyla belgelendirilen sağlık sorunları sebebiyle iş sözleşmeleri askıda kalanların da bu hüküm kapsamında değerlendirileceği öngörülmüştür.

Kadro tahsisi idari bir işlemdir. İdari işlem tesis edecek şekilde yargı kararı verilemez. İdarenin 5620 sayılı yasa kapsamında sürekli işçi veya sözleşmeli personel statüsüne geçirilmesi için düzenlediği kadro tahsis işlemi bir idari işlem olup, bu işlemin iptaline yönelik uyuşmazlığın, kısaca sürekli işçi kadrosunda bulunması gerektiği yönündeki istemin idari yargı yerinde çözülmesi gerekir. Zira 5620 sayılı yasadan kaynaklanan düzenleyici işlem niteliğindeki uyuşmazlığın çözüm yeri idari yargıdır.

Diğer taraftan, 6100 sayılı HMK.’un 106. Maddesinde tespit davasının koşulları düzenlenmiştir. Buna göre

(1) Tespit davası yoluyla, mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi talep edilir.

(2) Tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır.

(3) Maddi vakıalar, tek başlarına tespit davasının konusunu oluşturamaz”.

Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunmasıdır.

Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır (Arslan, Ramazan; aktaran: Hanağası, Emel: Davada Menfaat, Ankara 2009, önsöz VII).

Dava açmaktaki hukuki yarar; hukuk düzenince kabul edilmiş meşru bir yarar olmalı, bu yarar dava açan hak sahibi ile ilgili olmalı ve dava açıldığı sırada halen mevcut bulunmalıdır. Ayrıca açılacak davanın, ortaya çıkacak tehlikeyi bertaraf edecek nitelikte olması gerekir. Bir kimsenin hakkına ulaşmak için mahkeme kararının o an için gerekli olması durumunda hukuki yararın olduğundan sözedilebilir. Bir mahkeme kararına ihtiyaç yoksa hukuki yarardan söz edilemez (Pekcanıtez, H./Atalay, O./Özekes, M.: Medeni Usul Hukuku, Ankara 2011, s.297).

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda öğreti ve yargısal kararların bu uygulaması aynen benimsenerek, davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması “Dava Şartları” başlıklı 114. maddesinin 1. fıkrasının (h) bendinde açıkça dava şartları arasında sayılmıştır.

  1. madde uyarınca da “Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder”.

İş Hukuku, işçi hakları yönünden sürekli ileriye yönelik gelişimci bir karaktere sahiptir. Bu anlayıştan hareket edildiğinde, işçinin haklarının iş ilişkisinin devamı sırasında daha ileriye götürülmesi, iş hukukunun temel amaçları arasındadır. En azından çalışma koşulları bakımından geriye gidişin işçinin rızası hilafına yapılamaması gerekir. İş ilişkisinden kaynaklanan ve işin yerine getirilmesinde tabi olunan hak ve borçların tümü, “çalışma koşulları” olarak değerlendirilmelidir. 4857 sayılı İş Kanununun 22. maddesinde, “işveren, iş sözleşmesiyle veya iş sözleşmesinin eki niteliğindeki personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ya da işyeri uygulamasıyla oluşan çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir. Bu şekle uygun olarak yapılmayan ve işçi tarafından altı işgünü içinde yazılı olarak kabul edilmeyen değişiklikler işçiyi bağlamaz. İşçi değişiklik önerisini bu süre içinde kabul etmezse, işveren değişikliğin geçerli bir nedene dayandığını veya fesih için başka bir geçerli nedenin bulunduğunu yazılı olarak açıklamak ve bildirim süresine uymak suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir. İşçi bu durumda 17 ila 21 inci madde hükümlerine göre dava açabilir” düzenleme, çalışma koşullarındaki değişikliğin normatif dayanağını oluşturur. 4857 sayılı İş Kanununun 22. maddesinden de yola çıkılarak, Anayasa, yasalar, toplu ya da bireysel iş sözleşmesi, personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ile işyeri uygulamasından doğan işçi ve işveren ilişkilerinin bütünü, çalışma koşulları olarak değerlendirilmelidir.

Gerek Borçlar Hukuku’nun hizmet akdi hükümlerinde ve gerekse 4857 sayılı İş Kanunu’nda, işverenin yönetim hakkı kapsamında işçinin işyerini veya işini değiştirmesi durumunda, bu işlemin iptali için öngörülmüş bir dava türü bulunmamaktadır. Bu konuda tek hüküm sendika işyeri temsilcileri ve amatör sendika çalışanları ile ilgili 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 24/4 maddesidir. Bu hükme göre “İşveren, yazılı rızası olmadıkça işyeri temsilcisinin çalıştığı işyerini değiştiremez veya işinde esaslı bir tarzda değişiklik yapamaz. Aksi halde değişiklik geçersiz sayılır”.

İş sözleşmesinin askıya alınması, işçi tarafından kabul edilmediğinde, yasal askıya alınma sözkonusu değilse, işveren feshi olarak değerlendirilmeli ve bu fesih nedeni ile de işçi iş güvencesi kapsamında kalmakta ise 4857 sayılı İş Güvencesi hükümlerinden yararlanmak için dava yoluna başvurmalıdır.

6100 sayılı HMK.’un yürürlüğe girdikten sonra işçinin gerek disiplin cezasının iptali ve gerekse iş şartlarında esaslı değişiklik yapan işlemin iptali için güncel hukuki yararı bulunmak sureti ile bu tür bir dava yoluna başvuracağını kabul etmek gerekir.

Dosya içeriğine göre davacı işçi 2006 yılına göre 2007 yılında uygulanan 5620 sayılı yasa kapsamında geçici işçi olarak çalıştırılması gerekirken, daimi kadroya alınmış ve aralıksız iş sözleşmesinin askıya alındığı tarihe kadar çalıştırılmıştır. İş sözleşmesi de aralıksız çalıştığı belli olmasına rağmen daimi kadroya alınmaması gerektiği halde alınması nedeni ile askıya alınmıştır. Yukarda açıklandığı üzere daimi kadro tahsisi ve kadro iptali idari bir işlemdir. Ancak davacı burada askıya almayı kabul etmediğini ve iptalini istemektedir. Askıya almayı kabul etmediğine göre devamlı olarak çalışan davacı askıya alma iş şartlarında esaslı değişiklik olduğundan, 4857 sayılı İş Kanunu`nun 22. Maddesi uyarınca bu işlemi kabul etmeme hakkına sahiptir. Diğer taraftan devamlı suretle çalışan işçi kabul etmediğinde askıya alma fesih niteliğinde olduğundan, davacı feshin geçersizliği ve işe iade davası açabileceği gibi fesih nedeni ile kıdem ve ihbar tazminatı talepli dava açabilecektir. Davacı bu taleplerde bulunabilir. Somut bu maddi ve hukuki olgulara göre davacının tespit niteliğinde askıya alınma işleminin iptalinde hukuki yararı yoktur.

Mahkemece davacının güncel hukuki yararı bulunmadığından davanın usulden reddine karar vermesi gerekirken, askıya alma işleminin esastan iptaline karar verilmesi hatalıdır.

F) SONUÇ:

Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 23.03.2017 gününde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/13194 Karar : 2017/3959 Tarih : 21.03.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Davacı … vekili, evlilik birliği içinde davalı adına edinilen malvarlığı nedeniyle 100.000,00 TL alacağın davalıdan alınarak davacıya verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı … vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davacıya eksik harcın tamamlanması kesin süre verildiği verilen süre içerisinde yatırılan harcın talebi karşılamadığı, kesin süreye rağmen harcın yatırılmaması nedeniyle HMK.nun 115/2. maddesi gereğince davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Maddi olayları ileri sürmek taraflara, hukuki nitelendirme yapmak ve uygulanacak kanun maddelerini belirlemek hakime aittir (6100 sayılı HMK m. 33). İddianın ileri sürülüş şekline göre dava, mal rejiminin tasfiyesinden kaynaklanan alacak isteğine ilişkindir.

Tüm dosya kapsamı birlikte incelendiğinde; davacının dava dilekçesinde tasfiyeye konu malları belirtip her bir mal için de ne kadar istediğini açıkça yazarak fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla toplam 100.000,00 TL alacak talebinde bulunduğu ve 100.000,00 TL üzerinden hesaplanan nisbi harcı da peşin olarak yatırdığı anlaşılmaktadır. Her ne kadar dava dilekçesinde ve bilahare verilen açıklama dilekçelerinde tasfiyeye konu mallar ve talep miktarları açık, anlaşılır ve somut olmasına ve de talep miktarı yönünden harcı yatırılmış olmasına rağmen davacıya verilen usulüne uygun olmayan süreler neticesinde davanın reddine karar verilmesi hatalı olmuştur.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarda gösterilen sebeplerle 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla 1086 sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA ve HUMK’nun 440/I. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve peşin harcın istek halinde temyiz edene iadesine, 21.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/196 Karar : 2017/1217 Tarih : 21.03.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Dava, davacı ile davalı … arasında imzalanan; …Kuzey Marmara Bölge Kan Merkezi Tadilat İşlerine ilişkin imzalanan sözleşmenin feshinden kaynaklanan kesintiler sebebiyle açılmış tazminat davası olup, mahkemece dava dilekçesi ve ekleri davalı tarafa tebliğ edilmeden dosya üzerinde yapılan inceleme ile görevsizlik kararı verilmiş, karar davalı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlık, 6100 sayılı HMK`nın 114/c maddesi gereğince dava şartı olan “mahkemenin görevli olması” şartı hakkında taraf teşkili sağlanmadan karar verilip verilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.

Dava, 6100 sayılı HMK’nın yürürlükte olduğu 17.05.2016 tarihinde açılmıştır. 6100 sayılı HMK`da ilk derece yargılamasında yazılı yargılama usulü beş aşamadan oluşacak şekilde düzenleme yapılmıştır. Bunlar; 1-Davanın açılması ve dilekçeler aşaması, (Madde 118,126-136) 2-Ön inceleme, (Madde 137-142) 3-Tahkikat, (Madde 143-293) 4-Sözlü yargılama (Madde 184-186) ve 5-Hükümdür (madde 294). Dava şartları ve ilk itirazlar ön incelemede sonuca bağlanır. Ön inceleme ise dilekçelerin karşılıklı olarak verilmesinden sonra yapılır (HMK. m.137/1, 139/1 ilk cümle). Buna göre, usule ilişkin kararın verilebilmesi için; dava dilekçesinin davalıya tebliği, cevap süresinin (HMK. m. 127/1) beklenmesi, süresi içinde cevap verilmesi halinde davacıya tebliği, onun cevaba cevap verme süresinin (HMK. m.136/1) beklenmesi, davacı dilekçe verdiğinde bunun davalı tarafa tebliği ve davalının ikinci cevap süresinin beklenmesi zorunludur.

Mahkemenin, dava şartları ve ilk itirazlar hakkında dosya üzerinden karar verebileceğini öngören aynı Kanun’un 138. maddesi hükmü, dilekçelerin karşılıklı verilmesi zorunluluğunu ortadan kaldırmaz. Bu hüküm, hakime belirtilen hususlar hakkında gerekmiyorsa ön inceleme duruşması yapmaksızın karar verebilme yetkisi tanır. Ön inceleme duruşması yapmaksızın dosya üzerinden karar verilebilmesi için de davanın ön inceleme aşamasına getirilmiş olması gereklidir. Yasa’nın 137/1. fıkrasında, ön incelemenin dilekçelerin karşılıklı verilmesinden sonra yapılacağının açıkça öngörülmüş olması karşısında, dava şartlarının mevcut olup olmadığının davanın her aşamasında hakim tarafından kendiliğinden gözetileceğine ilişkin 115/1`inci madde hükmü de bu hususlarda, davalıya dava dilekçesi tebliğ edilmeden karar verilebileceğine izin verir tarzda bir yoruma elverişli değildir.

Diğer yandan 6100 sayılı HMK’nın 1086 sayılı Kanun’dan farklı olarak iddia ve savunmanın genişletilmesi yahut değiştirilmesi yasağını dava ve cevap dilekçesinin verilmesiyle başlatmamış; bu yasağı, dilekçelerin karşılıklı verilmesinin tamamlanmasına, bazı hallerde ön inceleme duruşmasına kadar ileriye ötelemiştir. Tarafların bu haklarını kullanabilmeleri, dilekçelerin karşılıklı olarak verilmesini veya bunun için kanunda belirlenen sürelerin geçmesini gerekli kılar. 6100 sayılı HMK`nın 138’inci maddesi uyarınca dava şartları hakkında dosya üzerinden karar verilebilir ise de; bunun için dava dilekçesinin davalıya tebliğ edilerek savunma hakkı tanınması gerekir.

Bu genel anlatımlar ışığında somut olaya gelince; mahkemece davalıya dava dilekçesi tebliğinin yapılmayıp, dilekçeler aşaması tamamlanmadan görevsizlik sebebiyle usulden red kararı verilmesi Anayasanın 36. maddesinde ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan hukuki dinlenme hakkına aykırıdır.

Bu nedenlerle Mahkemece 6100 sayılı HMK ile öngörülen yargılama aşamalarına uyulmadan, dava dilekçesi davalıya tebliğ edilmeyip dilekçeler aşaması tamamlanmadan görevsizlik sebebiyle usulden red kararı verilmek suretiyle davalının hukuki dinlenilme hakkına aykırı davranılması usül ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davalıya geri verilmesine, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 21.03.2017 gününde oyçokluğuyla karar verildi.

  • K A R Ş I O Y-

Mahkemenin görevli olması Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) 114/1-c maddeye göre dava şartıdır. Göreve ilişkin kurallar kamu düzenindendir. (HMK 1. md.) “Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.” (HMK 115. md.)

Yasada açıkça dava şartlarının her aşamada mahkemece kendiliğinden araştırılacağı düzenlendiğinden henüz taraflara tebliğ yapılmadan tensip aşamasında dahi mahkemenin görevsiz olması halinde usulden red kararı verilebilir. HMK 137, 138 ve 140. maddedeki ön inceleme aşamasında dava şartlarının inceleneceğine dair düzenlemeler, henüz incelenmemiş ise tahkikata geçilmeden önce dava şartlarının incelenmesi zorunluluğunu belirtmekte olup görev yönünden bu incelemenin en erken değil, en geç ne zaman yapılması gerektiğini göstermektedir.

Konuya ilişkin HMK 138. maddenin yasa gerekçesi şöyledir: “Usule ilişkin hususlar, şeklî nitelik taşıdıklarından yargılamanın başında, dosya üzerinden de incelenerek karara bağlanabilir. Ancak, mahkeme, kararını vermek için tarafların dinlenmesine ihtiyaç duyuyorsa, bunu da tahkikat aşamasında değil, ön inceleme oturumunda yapacaktır. Böylece dava şartları ve ilk itirazlarla ilgili sorunların, en geç tahkikat başlamadan, ön inceleme duruşması sonunda karara bağlanması amaçlanmıştır.” Bu gerekçe ile de her aşamada görev hususunun incelenebileceğine açıklık getirilmiştir.

HMK hükümlerine göre her aşamada dava şartlarının incelenerek karar verilmesi mümkün olduğu için, kararın hukuka uygunluğu yönünden inceleme yapılması gerekirken, “dilekçeler safhası dolmadan görev konusunda karar verilemeyeceği” gerekçesiyle kararın bozulması” yönünde olan değerli çoğunluk görüşüne katılmıyoruz.


YARGITAY 23. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/6907 Karar : 2017/649 Tarih : 1.03.2017

  • HMK 15. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Davacı, davalı kooperatifin 30 Haziran 2013 günü yapılan genel kurul toplantısına üyeliğinin devam ettiği halde davet edilmediğini ileri sürerek, genel kurul kararlarının iptalini ve ihraç kararının tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, kooperatif üyelerinin usule uygun bir şekilde toplantıya çağrıldığını, davacının toplantıdan haberdar olduğunu, kooperatife olan aidatlarını ödememesi nedeni ile kendisine 2 adet ihtarname gönderildiğini ve tebliğ edildiğini, herhangi bir ödeme yapılmaması üzerine kooperatif yönetim kurulunca ihraç kararı alındığını, bu kararın da davacıya tebliğ edildiğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece iddia, savunma ve dosya kapsamına göre; davacının aynı taleplerle aynı mahkemeye başvurarak, 2014/452 esasında dava açtığı, davanın karara bağlandığı ancak henüz kesinleşmediği; dolayısıyla aynı hususta açılmış derdest bir dava bulunduğu; bu durumun HMK’nın 114/ı maddesi uyarınca dava şartı olduğu, bu nedenle davanın HMK’nın 115/2. maddesi uyarınca dava şartı yokluğundan usulden reddine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre, davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 01.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 21. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/7250 Karar : 2017/1703 Tarih : 6.03.2017

  • HMK 115. Madde

  • Dava Şartlarının İncelenmesi

Davacı, murisinin iş kazası sonucu ölümünden doğan maddi ve manevi tazminatın ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme bozmaya uyarak ilamında belirtildiği şekilde, isteğin kısmen kabulüne karar vermiştir.

Hükmün davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

Dava 20.01.2006 tarihinde meydana gelen iş kazası sonucu vefat eden sigortalının hak sahiplerinin maddi ve manevi zararlarının giderilmesi istemine ilişkindir.

Mahkemece; davanın reddine dair verilen ilk karar Dairemizin 29.11.2010 tarih ve 2009/12246 E, 2010/11687 K sayılı kararı ile; 24.04.2007 günlü bilirkişi raporunda işçinin %100 oranında kusurlu olduğu belirtilmiş ise de bu raporun olaya ve oluşa uygun olmadığı, bu nedenle işçi sağlığı ve iş güvenliği konularında uzman bilirkişilere konuyu yeniden açıklandığı biçimde ve aracın nitelikleri ile olayın oluşumundaki tüm etkenler ayrıntılı şekilde inceletilerek alınacak kusur raporu ile dosyadaki bilgi ve belgelerle birlikte değerlendirilerek sonuca göre karar verilmesi gerektiği belirtilerek bozulmuş, bozma kararına uyan mahkemece son olarak davanın kabulüne karar verilmiştir.

Dosyadaki kayıt ve belgelerden; dava dilekçesi ile davalı olarak… İl Özel İdaresi’nin gösterildiği ve mahkemece verilen ilk kararda da davalı olarak … İl Özel İdaresi’nin yer aldığı, ancak Dairemizin anılan bozma kararından sonra davalı vekilince dilekçe sunulduğu, 12.11.2012 tarihli kanun ile…‘nın büyükşehir olduğunun ve il özel idaresinin kaldırıldığının, bu nedenle dava dilekçesi ile ıslah dilekçesinin TC …‘na tebliğ edilmesi ve Bakanlığın davaya dahil edilmesinin talep edildiği, mahkemece …‘nın davaya dahil edildiği ve … davalı olduğu halde yargılamaya devam edilerek hüküm kurulduğu,… İl Özel İdaresi Genel Sekreterliği’nin tüzel kişiliğinin 12.11.2012 Tarih ve 6360 sayılı on üç ilde büyükşehir belediyesi ve yirmi altı ilçe kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun gereğince sona erdiği, davacılar murisi olan işçinin olay günü… İl Özel İdare Genel Sekreterliği’ne ait 0021231 sayılı hizmet aracı ile karlı yolda virajı alamayıp uçuruma yuvarlandığı ve hayatını kaybettiği anlaşılmaktadır.

…/…

Medeni haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan gerçek ve tüzel kişi davada taraf ehliyetine (HMK 50. madde ) ve medeni hakları kullanma ehliyetine sahip olan bütün gerçek ve tüzel kişiler de dava ehliyetine (HMK 51. madde ) sahiptir. Taraf ehliyeti; hak ehliyetinin, dava ehliyeti ise fiil ehliyetinin medeni usul hukukunda büründüğü şekildir.

HMK’nın 115. maddesine göre; dava şartı olarak düzenlenen “dava ve taraf ehliyetinin” olup olmadığının mahkemece kendiliğinden araştırılması ve dava şartı noksanlığının tespiti halinde davanın usulden reddine karar verilmesi gerekir ise de dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için davacıya kesin süre verilmeli, bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davanın dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddine karar verilmelidir. Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez.

Öte yandan husumet doğru hasıma yönlendirildiği ve bu hasmın da “dava ve taraf ehliyetine ” sahip olduğu hallerde, hasmın temsilcisinde hata yapılması “ temsilde hata” olup davanın “ dava ve taraf ehliyeti ” noksanlığı nedeniyle reddi yerine davanın gerçek temsilciye yöneltilmesi gerektiği Yargıtay’ın oturmuş ve yerleşmiş görüşlerindendir.

Somut olayda; davacılar murisinin olay tarihi itibari ile… İl Özel İdaresi’nde çalıştığı ve İl Özel İdaresi’ne ait 0021231 sayılı hizmet aracını kullanmakta iken meydana gelen kaza sonucu hayatını kaybettiği, ancak; 12.11.2012 Tarih ve 6360 sayılı Yasa gereğince… İl Özel İdaresi’nin tüzel kişiliğinin sona erdiği ve Büyükşehir Belediyesi’ne devredildiği, bu itibarla husumetin… Büyükşehir Belediyesi’ne yöneltilmesi gerektiği gözardı edilerek sonuca gidilemesi hatalı olmuştur.

Mahkemece yapılacak iş; temsilde hata olduğunu kabul ederek, davacılara… Büyükşehir Belediyesi’nin taraf haline getirebilmeleri için uygun bir mehil vermek,… Büyükşehir Belediyesi’nin davalı sıfatıyla savunmasını almak ve böylece toplanan deliller ışığında varılacak sonucuna göre karar vermekten ibarettir.

Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular göz önünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O halde davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ: Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 06.03.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS