0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Dava Şartları

HMK Madde 114

(1) Dava şartları şunlardır:

a) Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması.

b) Yargı yolunun caiz olması.

c) Mahkemenin görevli olması.

ç) Yetkinin kesin olduğu hâllerde, mahkemenin yetkili bulunması.

d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması.

e) Dava takip yetkisine sahip olunması.

f) Vekil aracılığıyla takip edilen davalarda, vekilin davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamesinin bulunması.

g) Davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması.

ğ) Teminat gösterilmesine ilişkin kararın gereğinin yerine getirilmesi.

h) Davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması.

ı) Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması.

i) Aynı davanın, daha önceden kesin hükme bağlanmamış olması.

(2) Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır



HMK Madde 114 Gerekçesi

Bu düzenleme, büyük ölçüde İsviçre Federal Medenî Usul Kanunu Tasarısının 57 nci maddesinde yer alan kuraldan esinlenmek suretiyle oluşturulmuştur.

Maddenin birinci fıkrasında, tüm davalar bakımından geçerlilik taşıyan dava şartlarının neler olduğu hususu açıkça hükme bağlanmıştır. Bu düzenleme ile 1086 sayılı Kanunun 188 inci maddesinin ikinci cümlesinde sözü edilen hâkim tarafından re’sen gözetilmesi gereken hususların neler olduğuna açıkça işaret edilmiştir. Burada sözü edilen dava şartlarından maksat, davanın esastan görülüp karara bağlanabilmesi için, varlığı ya da yokluğu hâkim tarafından davanın her aşamasında kendiliğinden gözetilen ve taraflarca da noksanlığı davanın her aşamasında ileri sürülebilen hâllerdir.

Ayrıca maddede, davanın taraflarına ve davanın konusuna ilişkin dava şartlarının tek tek sayılması yoluna gidilmiştir. Bu bağlamda, Türk mahkemelerinin yargı hakkının bulunması; yargı yolunun caiz olması; mahkemenin görevli olması; kesin yetki hâllerinde, mahkemenin yetkili bulunması; tarafların davada taraf ve dava ehliyetlerinin bulunması; yasal temsilin işlerlik kazandığı hâllerde, yasal temsilcinin, temsil için gerekli nitelikleri taşıyor olması; davayı takip yetkisine sahip olunması; vekilin, davaya vekâlet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekâletnamenin bulunması; davacının yatırması gereken gider avansının yatırılmış olması; davacının dava açmakta hukukî yararının bulunması; aynı davanın daha önceden de açılmış ve hâlen görülmekte olmaması ile aynı davanın daha önceden kesin hükme bağlanmamış bulunması, genel dava şartları olarak belirlenmiştir.

Maddenin (ı) ve (i) bentlerinde sayılan hâller diğerlerinden farklı olarak olumlu değil; olumsuz dava şartı konumundadırlar. Maddenin (e) bendinde yer alan düzenleme ile ilk defa hukukumuzda dava takip yetkisi kurumuna yasal bir dayanak oluşturulmuştur. Burada sözü edilen davayı takip yetkisinden maksat, davada taraf olan kişinin o davayı kendi adına yürütebilme ve kendi adına esas hakkında hüküm alabilme yetkisidir. Sözü edilen kurum, şeklî taraf kuramının kabulünün sonucu olarak ortaya çıkmış ve sözü edilen kuramı tamamlamak amacıyla geliştirilmiştir. Davayı takip yetkisi, maddî hukuktaki tasarruf yetkisinin usul hukukundaki karşılığını oluşturur. Ayrıca, bu kavram, davada taraf olmadığı hâlde kanun gereği taraf gibi davranmakla görevli kılınmış olanların hukukî konumlarının açıklanmasında başvurulan bir kavram konumundadır. Yine bu bağlamda, maddenin birinci fıkrasının (g) bendinde davanın sürüncemede kalmasını önlemek amacıyla davacının yatırması gereken gider avansını yatırmış bulunması da bir dava şartı hâline getirilmiştir.

Maddenin birinci fıkrasının (ğ) bendinde yapılan düzenlemeyle, Türkiye’de mutad meskeni bulunmayan Türk vatandaşının Türkiye’de dava açması durumunda, göstermesi gereken teminatın gereğini yerine getirmemesi hâlinin dava şartı olarak öngörülmesi suretiyle, mahkemece her zaman gözetilmesi ve taraflarca da her zaman ileri sürülebilmesi olanağı yaratılmıştır. Böylelikle, 1086 sayılı Kanunun 187 nci maddesinin (1) numaralı bendinde yer alan ve Türkiye’de yerleşim yeri bulunmayan Türk vatandaşlarının Türkiye’de dava açması hâlinde bu hususun ilk itiraz olarak ileri sürülmesini öngören düzenlemenin varlığına da son verilmiştir.

Maddenin birinci fıkrasının (h) bendinde ise davacının dava açmakta hukukî yararının bulunmasının bir dava şartı olduğu hususu açıkça vurgulanmıştır. Burada sözü edilen hukukî yarardan maksat, davacının sübjektif hakkına hukukî korunma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hâli hazırda hukuken korunmaya değer bir yararının bulunmasıdır. Bir başka ifadeyle, davacı hakkına kavuşmak için, hâli hazırda mahkeme kararına muhtaç bir konumda değilse onun hukukî yararının bulunduğundan söz etmek mümkün değildir. Bu şekilde anlam ve içerik yüklenen hukukî yarar kavramına grup davası bağlamında yeni bir açılımın getirilmesi de sağlanmış; hâli hazırda kollektif hukukî himaye ihtiyacı içerisinde bulunma da, bu kapsamda mütalaa edilmiştir.

Maddenin birinci fıkrasının (ı) bendinde ise aynı davanın daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması hususu yani teknik bir ifadeyle derdestlik iddiası bir olumsuz dava şartı hâline getirilmiş ve bu suretle derdestlik itirazı ilk itiraz olmaktan çıkartılıp; dava şartına ilişkin usulî bir itiraza dönüştürülmesi sağlanmıştır. Açılmış ve görülmekte olan bir davanın davacısı, hukukî korunma sürecini başlatmıştır. Artık onun aynı davayı yeniden bir başka mahkeme önüne getirmesinde hukuken korunmaya değer güncel bir yararı kalmamıştır; bu bağlamda hukuken korunma ihtiyacı içerisinde bulunmamaktadır ve onun yapacağı tek iş, davanın sonucunu beklemekten ibarettir.

Öte yandan, dava açmaktaki yarar hukukî olmalıdır; ideal veya ekonomik yarar tek başına yeterli değildir. Dolayısıyla daha önce açılmış ve hâlen görülmekte olan bir davanın, hangi saikle olursa olsun ikinci kez açılması hâlinde, davacının bu ikinci davayı açmaktaki kararı hukukî değildir. O hâlde derdestlik itirazının korunmasının temelinde, aynı davanın tekrar açılıp görülmesinin sağlanmasında davacının hiçbir hukukî yararının bulunmadığı düşüncesi yatmaktadır. Hukukî yararın ise dava şartı olduğu konusunda, bu düzenlemeden önce dahi doktrin ve yargı uygulaması bağlamında bir görüş birliği mevcuttur.

Derdestlik itirazı da hukukî yarar eksikliğinin, somut ve özel plânda bir düzenleniş biçimi olduğuna göre, onun da temelinde yatan bu düşünceye uygun bir işlev görmesinin sağlanabilmesi için ilk itiraz olmaktan çıkartılıp; dava şartına ilişkin usulî bir itiraza dönüştürülmesinde kaçınılmaz bir zorunluluk mevcuttur.

Maddenin birinci fıkrasının (i) bendinde ise aynı davanın daha önceden kesin hükme bağlanmamış olmasının bir dava şartı olduğu hususuna yasal çerçevede açıklık kazandırılmıştır. Derdestlik gibi kesin hüküm itirazı da, “ne bis idem” (aynı fiilden ötürü bir kişi ancak bir kez yargılanabilir) kuralını temel alır. Kesin hüküm itirazı, maddî anlamda kesin hükmün menfi etkisiyle ilişkili bir itiraz konumundadır. Burada sözü edilen maddî anlamda kesin hükmün menfi etkisinden maksat, karara konu kılınan uyuşmazlığın yeni bir davanın konusunu oluşturamaması; oluşturmuşsa böyle bir davanın dinlenmeyip usulden reddedilmesidir. Bir davanın konusunu oluşturan uyuşmazlığın, daha önce kesin bir hükümle çözümlenmiş olması nedeniyle, mahkemece yeniden inceleme konusu yapılamayacağını öngören bir usulî itiraz biçiminde tanımlanan kesin hüküm itirazı, maddî anlamda kesin hükmün müspet değil; menfi etkisiyle ilişkilidir. Zaten maddî anlamda kesin hüküm de, müspet değil menfi etkisi itibarıyla bir dava şartı konumundadır. Kesin hüküm itirazını da, menfi etkiyle ilişkili konumda bulunduğundan, dava şartına ilişkin bir itiraz olarak nitelemek gerekir. Bu suretle, maddî anlamda kesin hükmün, kesin hükümle mahkemenin ve davanın taraflarının bağlı olması, özellikle lehine karar verilen kişinin hakkının inkâr edilememesi biçiminde tanımlanan müspet etkisi itibarıyla, dava şartı niteliği vurgulanmış olmaktadır.

Maddenin ikinci fıkrasında ise münferit davalar bakımından diğer kanunlarda yer alan ve özel dava şartları öngören düzenlemelerin uygulanma alanlarının saklı tutulduğuna açıkça işaret edilmiştir.


HMK 114 (Dava Şartları) Emsal Yargıtay Kararları


Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2019/3280 E. , 2021/5603 K.

  • HMK 114
  • Dava şartlarının hukuki niteliği

Dava şartları, mahkemece davanın esası hakkında yargılama yapılabilmesi için gerekli olan koşullardır.

Diğer bir anlatımla; dava şartları dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan “kamu düzeni” ile ilgili zorunlu koşullardır. Mahkeme, hem davanın açıldığı günde hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp incelemek durumunda olup; bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir.

Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi için varlığı gerekli hallere, olumlu dava şartları (mesela, görev, hukuki yarar gibi); yokluğu gerekli hallere ise olumsuz dava şartları denilmektedir (mesela, kesin hüküm gibi). Olumsuz dava şartlarından birisi mevcutsa veya olumlu dava şartlarından biri mevcut değilse, davanın esası incelenemez. Bunun amacı, bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli bütün şartları ve bunların incelenmesi usulünü tespit etmek, böylece davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olmaktır.

Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da, açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Dava şartının eksik olması halinde nasıl bir usul işlemi yapılacağı, 6100 sayılı HMK’nin 115. maddesinde belirlenmiştir. Anılan maddenin ikinci fıkrasında “Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. 6100 Sayılı HMK’nin 114.maddesinde hukuki yarar dava şartı olarak kabul edilmiştir. Mahkemenin, her dava açıldığında davacının dava açmakta hukuki yarar bulunup bulunmadığını kendiliğinden incelemesi gerekir.


Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2020/1812 E. , 2021/3073 K.

  • HMK 114
  • Dava şartları ne anlama gelmektedir?
  • Davayı takip yetkisi dava şartlarındandır.

Bilindiği üzere, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nın 114 maddesinde, dava şartları açıkça sayılmıştır. Dava şartları, medeni usul hukukuna ait bir kurumdur. Bunun amacı, bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli bütün şartları ve bunların incelenmesi usulünü tespit etmek, böylece davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olmaktır.

Mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan haller, dava (yargılama) şartları’dır. Davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi için varlığı gerekli hallere, olumlu dava şartları (mesela, görev, hukuki yarar gibi); yokluğu gerekli hallere ise olumsuz dava şartları denilmektedir (mesela, kesin hüküm gibi).

Dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi (davanın esasına girebilmesi) için gerekli olan şartlardır. Buna davanın dinlenebilmesi şartları da denir.

Dava şartlarından biri olmadan açılan dava da açılmış (var) sayılır, yani derdesttir. Ancak mahkeme, dava şartlarından birinin bulunmadığını tespit edince, davanın esası hakkında inceleme yapamaz; davayı dava şartı yokluğundan (usulden) reddetmekle yükümlüdür.

Dava şartlarının bulunup bulunmadığı davada hakim tarafından kendiliğinden (re’sen) gözetilir; taraflar bir dava şartının noksan olduğu davanın görülmesine (esastan karara bağlanmasına) muvafakat etseler bile, hakim davayı usulden reddetmekle yükümlüdür.

Dava şartları mahkemeye, taraflara ve dava konusuna (müddeabihe) ilişkin olmak üzere, üçe ayrılarak incelenebilir. Buna göre;

Mahkemeye ilişkin dava şartları: “yargı hakkı, yargı yolu, görev, kamu düzenine ilişkin yetki halleri”;

Taraflara ilişkin dava şartları: “davada iki tarafın bulunması, taraf ehliyeti, dava ehliyeti, davaya vekalet ehliyeti ve geçerli vekaletname, davayı takip yetkisi”;

Dava konusuna ilişkin dava şartları ise: “kesin hüküm bulunmaması ve hukuki yarar (menfaat) bulunması” olarak sıralanmaktadır.

Davacının dava hakkına sahip olması, dava açabilmesi için yeterli değildir. Bundan başka, davacının dava açmakta hukuki bir yararının bulunması gerekir; yani, dava hakkı, hukuki yarar ile sınırlıdır. Dava açmakta hukuki yararı olmayan kişi, Devletin mahkemelerini gereksiz yere uğraştıramaz. Bu, hukuki korunma (himaye) ihtiyacı olarak da adlandırılmaktadır. Yani, davacının mahkemeden hukuki korunma istemesinde, korumaya değer bir yararı olmalıdır.

Bilindiği ve 07.12.1964 gün ve 3/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı’nda da belirtildiği üzere; dava, mahkemeden verilecek bir hükümle, bir iddia üzerinde hukuki korunmanın sağlanması dileğidir.

Davacının dava açmaktaki yararı, hukuki olmalıdır; ideal veya ekonomik yarar yalnız başına yeterli değildir. Davacı, hakkına kavuşmak için mahkemenin kararına muhtaç bulunmalıdır.

Davacının dava açmaktaki hukuki yararının, korunmaya değer bir yarar olması gerekir. Dava edilen alacak miktarının çok az olması halinde de, davacının dava açmakta korunmaya değer bir hukuki yararı vardır.

Hukuki yarar dava açıldığı anda var olmalıdır; ilerideki bir yarar yeterli değildir. Bu nedenle, muaccel olmayan alacak için dava açılamaz; açılırsa, dava hukuki yarar yokluğundan (usulden) reddedilir. Fakat bu durum, alacağın muaccel hale gelmesinden sonra yeniden dava edilmesine engel değildir. Dava ile erişilmek istenen amaç, aynı güvenle ve fakat daha basit bir yol ile gerçekleşebilecekse, o konuda dava açılmasında hukuki yarar yoktur. Dava açılmasında olduğu gibi, mahkemeye yapılan her talep için, talepte bulunanın hukuki yararının varlığı şarttır. Aksi halde mahkeme, böyle bir talebi inceleyip yerine getiremez.

Dava şartları, dava açılmasından hükmün verilmesine kadar var olmalıdır. Davanın açıldığı anda var olan bir dava şartı (mesela hukuki yarar) sonradan ortadan kalkarsa, o zaman dava esastan değil, dava şartı yokluğundan (usulden) reddedilecektir.

Dava şartı yokluğundan dolayı davanın (usulden) reddi kararı, nihai karar olması nedeniyle temyiz edilebilir. Böyle bir karar, ancak ilişkin olduğu dava şartının yokluğu hakkında kesin hüküm teşkil eder.

Bu nedenle, dava şartı yokluğundan reddedilen dava, noksan dava şartı tamamlandıktan sonra yeniden açılabilir ve davalı bu yeni davaya karşı kesin hüküm itirazında bulunamaz. Çünkü ilk karar, davanın esası hakkında verilmiş olmayıp, yalnız belli bir dava şartının yokluğuna ilişkindir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK)’nun 114/e maddesinde, dava takip yetkisine sahip olunması açıkça dava şartları içerisinde sayılmıştır. Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 7. maddesi “Görevsizlik, yetkisizlik, dava ön şartlarının yokluğu veya husumet nedeniyle davanın reddinde, davanın nakli ve açılmamış sayılmasında ücret” başlığını taşımakta; maddenin 2.fıkrasında ise “davanın dinlenebilmesi için kanunlarda öngörülen ön şartın yerine getirilmemiş olması ve husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde, davanın görüldüğü mahkemeye göre tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere üçüncü kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmolunur” düzenlemesi bulunmaktadır. Şu hale göre tarifenin açıklanan 7/2 maddesi hükmü gereğince; konusu para veya para ile değerlendirilmesi mümkün bulunan bir şey olan davanın dava şartlarından birinin bulunmaması (noksan olması) nedeniyle usulden reddine ilişkin kararda, vekalet ücreti nispi tarifeye göre takdir edilir; ancak, bu nispi vekalet ücretinin miktarı, maktu vekalet ücretini geçemez. Somut olaya gelince, dava yolsuz tescil hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin olup, davacı Hazine’nin eldeki davayı açabilmesi için öncelikle ilk kayıt maliki ’nın mirasçısı olması gerekmektedir.Ne var ki, yukarıda da açıklandığı üzere İstanbul 4.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2015/310 E. - 2016/366 Karar sayılı ilâmı ile Hazinenin …’nın mirasçısı olmadığı anlaşılmıştır. Bu durumda dava şartlarından olan HMK’nın 114/1-e ve 53. maddeleri gereğince Hazinenin dava takip yetkisi bulunmamaktadır. Hâl böyle olunca; davanın dava şartı (dava takip yetkisi) yokluğundan usulden reddine karar verilerek, davalılar lehine Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 7/2. maddesi gereğince maktu vekalet ücretine hükmedilmesi gerekirken, yazılı şekilde nispi vekalet ücretine hükmedilmesi doğru değildir.


Hukuk Genel Kurulu 2017/657 E. , 2021/491 K.

  • HMK 114
  • Husumet ehliyeti, diğer bir deyişle taraf sıfatı dava şartlarından değildir. Dava ve taraf ehliyeti dava şartlarındandır.

HMK’nın 114/1-d maddesinde açıkça düzenlendiği üzere dava ve taraf ehliyeti dava şartlarındandır. Bu düzenlemeye göre husumet ya da başka bir deyişle taraf sıfatı dava şartları arasında sayılmamıştır. Taraf sıfatının özelliği, tıpkı dava şartı gibi davanın esastan görülüp karara bağlanabilmesi için, varlığı ya da yokluğu hâkim tarafından davanın her aşamasında kendiliğinden gözetilen ve taraflarca noksanlığı davanın her aşamasında ileri sürülen nitelikte olmasıdır.

Taraf sıfatı, bir başka deyişle husumet ehliyeti ise dava konusu hak ile kişiler arasındaki ilişkiyi ifade eder. Sıfat, bir maddi hukuk ilişkisinde tarafların o hak ile ilişkisinin olup olmadığının belirlenmesi anlamına gelir. Davacı sıfatı, dava konusu hakkın sahibini, davalı sıfatı ise dava konusu hakkın yükümlüsünü belirler. Uygulamada davacı sıfatı, aktif husumeti, davalı sıfatı ise pasif husumeti karşılayacak şekilde değerlendirilmektedir. Dava konusu şey üzerinde kim ya da kimler hak sahibi ise, davayı bu kişi veya kişilerin açması ve kime karşı hukukî koruma isteniyor ise o kişi veya kişilere davanın yöneltilmesi gerekir. Bir kimsenin davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı tıpkı hakkın mevcut olup olmadığının tayininde olduğu gibi maddi hukuka göre belirlenir.

Sıfat dava şartı olmayıp, itirazdır. Zira bir kimsenin hak sahibi veya borçlu olup olmadığı ancak davanın esasına girildikten sonra tespit edilebilir ve bu durumda dava ret veya kabul ile sonuçlanır. Başka bir anlatımla dava şartların işin esasının incelenmesine engel teşkil eder mahiyetteyken bir davada, taraflardan birinin, davacı ya da davalı sıfatının (aktif ya da pasif husumet ehliyetinin) olmadığı belirlenirse, artık taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümüne girilmeden, davanın sıfat yokluğundan reddi gerekir. Sıfat, ileri sürülme zamanı yasa ile kabul edilen bir ilk itiraz olmadığı gibi davalı tarafından ileri sürülmesi gerekli bir def’î de teşkil etmediğinden davanın her aşamasında ileri sürülmesi mümkün veya mahkemece vakıf olunduğu takdirde re’sen nazara alınması gerekli hukukî bir durumdur (KURU, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, C.I., İstanbul 2001, s. 1157 vd.).

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; her ne kadar mahkemece hüküm sonucu “dava dilekçesinin pasif husumet şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine” şeklinde tesis edilmiş ise de sıfat yokluğunun dava şartı teşkil etmemesi ve bu yönde verilen bir kararın esasa ilişkin bir hüküm mahiyeti taşıması nedeniyle aslında davanın usulden değil esastan reddedildiği açıktır. Dava sıfat yokluğundan reddedilmiş olduğuna göre mahkemenin kavram karmaşasına düşerek usulden ret yönünde hüküm kurmuş olması da bu durumu değiştirmeyecektir. Bu hâlde, usulden reddedilmiş bir dava bulunmadığından Özel Daire kararında belirtilen şekilde usulden ret kararına rağmen esasa ilişkin gerekçe içermek suretiyle hukuka aykırılık taşıyan bir hükümden bahsedilemeyecektir. Başka bir anlatımla; mahkemece sıfat yokluğu nedeniyle kurulan hükmün, esasa ilişkin bir ret nedenine dayalı olduğu gözetildiğinde kararda davanın “usulden reddine” denilmiş olması hatalı ise de bu durum tek başına HMK’nın 297. maddesine aykırılık ve salt bu nedenden işin esası incelenmeksizin usul yönünden bozma nedeni teşkil etmeyecektir.


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/23043 Karar : 2018/9278 Tarih : 17.09.2018

  • HMK 114. Madde

  • Taraf ve dava ehliyeti dava şartlarındandır.

Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları dava şartlarından (HMK m. 114/1-d) olup, bu husus kamu düzeniyle ilgilidir. Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırmakla yükümlüdür. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. (HMK m. 115/1) Davada, davacı-karşı davalının ruhsal rahatsızlığı ileri sürülmüş ve bu iddia dosya arasındaki bir kısım delille de doğrulanmış bulunmasına göre, mahkemece yapılacak iş; Türk Medeni Kanununun 405. ve Hukuk Muhakemeleri Kanununun 56/1. maddeleri uyarınca davacı-karşı davalının vesayet altına alınmasının gerekip gerekmediğinin araştırılması ve bu hususun bir ön sorun sayılması, gerekirse Türk Medeni Kanununun 462/8. maddesi uyarınca işlem yapılması ve sonucuna kadar yargılamanın bekletilmesinden ibarettir. Bu yön gözönünde tutulmadan yargılamaya devam olunarak işin esası hakkında karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, bozma sebebine göre diğer yönlerin incelenmesine şimdilik yer olmadığına, temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren on beş gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 17.09.2018 (Pzt.)


Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2019/5518 E. , 2021/9944 K.

  • HMK 114
  • Hukuki yarar dava şartıdır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 2011/10-642 E., 2012/38 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunmasıdır. Bu çıkarında karar verilene kadar sürmesi gerekir.

Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır (… Davada Menfaat, Ankara 2009, önsöz VII).

Hukuk Genel Kurulu’nun 24.06.1992 gün ve 1992/1-347 E., 1992/396 K. ve 30.05.2001 gün ve 2001/14-443 E., 2001/458 K. sayılı kararlarında da belirtildiği üzere buna hukuki korunma (himaye) ihtiyacı da denir (Rechts-schutzbedürfnis). Mahkemelerden hukuki himaye istenmesinde, himayeye değer bir yarar olmalıdır.

Mülga 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönem içinde öğreti ve yargısal kararlar, dava açarken hukuki yararın bulunması gereğini, “dava şartı” olarak kabul etmiştir. Bu şart, “dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri” olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan “olumlu dava şartları” arasında sayılmaktadır.

Nitekim, aynı görüş, Hukuk Genel Kurulu’nun 24.11.1982 gün ve 1982/7-1874 E.-914 K.; 5.6.1996 gün ve 1996/18-337 E.-542 K.; 10.11.1999 gün ve 1999/1-937 E.-946 K. ve 25.05.2011 gün ve 2011/11-186 E. 2011/352 K. sayılı kararlarında da, benimsenmiştir.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda öğreti ve yargısal kararların bu uygulaması aynen benimsenerek, davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması “Dava Şartları” başlıklı 114. maddesinin 1. fıkrasının (h) bendinde açıkça dava şartları arasında sayılmıştır. Bir davada, hukuki yarar ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olarak yargılama yapılmasına yarar sağlayacağı, her türlü duraksamadan uzaktır.

Davacının hukuki ilişkinin derhal tespitinde menfaatinin (hukuki yararının) varlığı için öncelikle, davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel (halihazır) ve ciddi bir tehlike ile tehdit edilmelidir. Bu tehdit çoğunlukla davalının davranışları ile ortaya çıkar.

Söz konusu bu tehdidin davacı için bir tehlike oluşturabilmesi, bu tehdit nedeniyle, davacının hukuki durumunun tereddüt içinde olmasına ve bu hususun, davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmasına bağlıdır (…: a.g.e., s.133 vd).

Yukarıda yapılan açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Mahkemece, davacının talebe konu miktarlar yönünden Kuruma bildirilen kurumca herhangi bir uyuşmazlık çıkartılmayan ve ilk kararda reddedilen 2012/2-2012/6 dönem yönünden isteğin kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozma nedenidir.


Yargıtay 14. Hukuk Dairesi 2016/7174 E. , 2019/1622 K.

  • HMK 114
  • Hukuki yarar davanın açılması anında mevcut olması gereken dava şartlarındandır.

Hukuki yarar; davacının sübjektif hakkına hukukî koruma sağlanması hususunda mahkemeye başvurmasında hukuken korunmaya değer bir yararının bulunmasıdır. Hukuki yarar dava şartlarından olup (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 114. maddesi), davacının dava açmakta hukuken korunmaya değer bir yararının bulunması gerekir. Bu şart, dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan olumlu dava şartları arasında sayılmaktadır.

Somut olayda; davacılar vekili 332 ve 310 parsel sayılı taşınmazlardan ana yola ulaşabilmesi için kesintisiz geçit hakkı kurulabilmesi amacıyla tespit harici alandan, mahkemece uygun görülecek kısmının davalı Hazine adına tescili ile tescili sağlanan yer üzerinden 332 ve 310 parsel sayılı taşınmazlar lehine geçit hakkı kurulmasını; ayrıca, eldeki davanın 2009/211 Esas sayılı geçit hakkı kurulmasına ilişkin dosya ile birleştirilmesini talep etmiş, daha sonra davacılar vekili 19.01.2016 tarihli celsede, bu davada geçit hakkı taleplerinin olmadığını sadece tescil taleplerinin olduğunu geçit hakkı tesisinin 2009/211 Esas sayılı dosya üzerinden yargılamasının devam ettiğini belirtmiştir. Geçit hakkı kurulması istemine ilişkin 2009/211 Esas sayılı dosyada eldeki davanın açılması için herhangi bir yetki ve süre verilmediği anlaşılmaktadır.

Hukuki yararın dava açıldığı anda mevcut olması gerekir; geleceğe yönelik hukuki yarar bir davanın açılması için yeterli olmadığından, davacıların bu davayı açmakta korunmaya değer bir hukuki yararları bulunmamaktadır.

Mahkemece, davacıların dava açmakta hukuki yararı olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi gerekirken, davanın kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş hükmün bu sebeple bozulması gerekmiştir.


Hukuk Genel Kurulu 2018/154 E. , 2021/844 K.

  • HMK 114
  • Taraf ehliyeti dava şartlarındandır.

Dava şartları, mahkemece davanın esası hakkında yargılama yapılabilmesi için varlığı veya yokluğu gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla dava şartları, dava açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan “kamu düzeni” ile ilgili zorunlu koşullardır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114. maddesinin 1. fıkrasının (d) bendinde açıkça düzenlendiği üzere, dava ve taraf ehliyeti dava şartlarındandır. Dava ve taraf ehliyetine ilişkin dava şartlarının da, diğer dava şartları gibi davanın başlangıcından sonuna kadar bulunması gerekir. Eş deyişle dava açan ve davalı konumunda bulunan her gerçek ya da tüzel kişi, bu davanın devamı ve hüküm kesinleşinceye kadar bu ehliyetini korumuş olmalıdır.

Kişinin taraf ehliyetinin bulunması, taraf olarak yer aldığı davasını yürütebilmesi için tek başına yeterli değildir; kişinin dava ehliyetine de sahip olması gerekir (Erişir, E.: Medeni Usul Hukukunda Taraf Ehliyeti, İzmir 2007, s.57).

Dava şartlarından olan taraf ehliyeti, bir davada taraf olma yeteneğidir. Medeni haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, davada taraf ehliyetine de sahiptir. Taraf ehliyeti gerçek kişilerde çocuğun sağ olarak doğduğu andan başlayıp yaşadığı sürece devam eder ve ölümle sona erer. Tüzel kişilerin taraf ehliyeti de özel ve kamu tüzel kişileri yönünden kanunla belirlenir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 28. maddesi gereğince dava açıldıktan sonra davanın tarafı olan gerçek kişinin ölmesi hâlinde ölen kişinin taraf ehliyeti sona erer. Davaya ölen tarafa veya vekiline karşı devam edilemez. Veraset ilamı temin edilip, tespit edilecek tüm mirasçıların davaya dâhil ettirilip, taraf teşkili sağlandıktan sonra yargılamanın sürdürülmesi gerekir. Bu husus dava şartı olup, görevi gereği mahkemeler ve temyiz hâlinde Yargıtay tarafından da kendiliğinden gözetilir.

Davada taraf ehliyetinden maksat bir davada davacı veya davalı olarak yer alabilme ehliyetidir. Bu kavram medeni hukuktaki hak ehliyetinin medeni usul hukuku alanındaki uzantısını oluşturur (Tanrıver, S.: Medeni Usul Hukuku, c.I, Ankara 2016, s. 485).

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 50. maddesinde taraf ehliyeti “Medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, davada taraf ehliyetine de sahiptir.” şeklinde açıklanmıştır.

Dava ehliyeti ise, bir kişinin bizzat yahut tayin edeceği temsilcisi aracılığı ile dava açabilmesi, davayla ilgili usul işlemleri yapabilmesi ve kendisine karşı dava açılması hâlinde de hakkını koruyucu beyanlarda bulunabilme yani savunma yapabilme ehliyeti olarak tanımlanabilir.


Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2021/780 E. , 2021/4749 K.

  • HMK 114
  • Gider avansının yatırılmaması davanın usulden reddi nedenidir. Ancak, delil avansının yatırılmaması sadece o delile dayanmaktan vazgeçildiği anlamına gelir.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 120. maddesinde gider avansı düzenlenmiştir.

Buna göre “Davacı, yargılama harçları ile her yıl Adalet Bakanlığı’nca çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı, dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. Avansın yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması hâlinde, mahkemece, bu eksikliğin tamamlanması için davacıya iki haftalık kesin süre verilir”. 30/09/2011 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Gider Avansı Tarifesinin 1. maddesinde tarifenin amacının dava açılırken mahkeme veznesine yatırılacak olan gider avansının miktarı ile avansın ödenmesine ilişkin usul ve esasları belirlemek olduğu açıklanmıştır. Tarifenin 6. maddesinde “Bu Tarifenin yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan davalarda, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 120. maddesinin ikinci fıkrasına göre gider avansı ikmal ettirilir.” düzenlemesi getirilmiştir.

Anılan düzenlemelerden ve dava şartı müessesesinden gider avansının davanın açılması sırasında alınmasının şart olmadığı, mahkemenin sonradan bu eksikliği kesin süre vererek ikmal ettirebileceği anlaşılmaktadır.

Davanın açıldığı tarihte eksik veya hiç gider alınmamış olsa bile gider avansı dava şartı olmakla hüküm verilinceye kadar ikmal ettirilebilir. İster gider avansı isterse tamamlama avansı olarak tanımlansın ikmal edilmesi gereken paranın hukuk yargılamasındaki nitelemesi dava şartı olarak gösterilen gider avansıdır. Gider avansının yatırılmaması veya ikmal edilmemesi halinde dava usulden reddedilecektir.

Ancak Kanunun 324. maddesinde delil ikamesi avansı, 325. maddesinde ise re’sen yapılması gereken işlemlerde giderler düzenlenmiştir. (HMK) 324. madde gereğince “Taraflardan her biri ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorundadır. Taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak öderler. Taraflardan birisi avans yükümlülüğünü yerine getirmezse, diğer taraf bu avansı yatırabilir. Aksi hâlde talep olunan delilin ikamesinden vazgeçilmiş sayılır. Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işler hakkındaki hükümler saklıdır”.

(HMK) 325. maddeye göre ise “Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işlerde, hâkim tarafından resen başvurulan deliller için gereken giderlerin, bir haftalık süre içinde taraflardan birisi veya belirtilecek oranda her ikisi tarafından ödenmesine karar verilir. Belirlenen süre içinde bu işlemlere ait giderleri karşılayacak miktarda avans yatırılmazsa, ileride bu gideri ödemesi gereken taraftan alınmak üzere Hazineden ödenmesine hükmedilir”.

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 120. maddesindeki gider avansı ile ilgili düzenlemenin 324. maddedeki delil ikamesi için avans kuralı ile birlikte değerlendirilmesi ve dava şartı olan gider avansının delillerin ikamesi dışındaki yargılama giderleri için dikkate alınması gerekir. Dolayısı ile delil ikamesi için alınacak avans ile dava şartı olan gider avansının birbirinden ayrılması, delillerin ikamesi için alınacak avansın gider avansı içinde yer almaması zorunludur.

Tanık dinlenmesi, bilirkişi raporu alınması ve keşif gideri gibi delil ikamesine yönelik giderlerin gider avansı içinde değerlendirilmesi olanağı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 324. maddesi düzenlemesi karşısında yoktur. Ayrıca delil ikamesi avansının da ispat külfetine göre taraflara yükletilmesi gerekir. Diğer yandan örneğin re’sen hesap raporu, teknik rapor vb. alınacaksa giderin 325. maddesi kapsamında değerlendirilmesi isabetli olacaktır.

Delil avansının yatırılmaması halinde ilgili taraf dayandığı delilden vazgeçmiş sayılarak mevcut delil durumuna göre karar verilmelidir.

Somut uyuşmazlıkta, Mahkemece yapılan yargılamada davacı vekiline bilirkişi incelemesi yapılabilmesi için bilirkişi ücretinin mahkeme veznesine yatırılması için iki haftalık kesin süre verilerek kesin süre içerisinde bilirkişi ücreti yatırılmadığı taktirde bilirkişi deliline dayanmaktan vazgeçmiş sayılacağına dair ihtaratta bulunulmuş, akabinde belirlenen sürede ücretin yatırılmaması nedeniyle davacı taraf bilirkişi deliline dayanmaktan vazgeçmiş sayılarak, mevcut delil durumuna göre ispatlanamayan davanın reddine karar verilmiştir. Ne var ki, Hukuk Muhakemeleri Kanunu düzenlemesine göre bilirkişi incelemesi takdiri bir delil olmakla, davacının verilen kesin süre içerisinde bilirkişi ücretini mahkeme veznesine yatırmaması sebebiyle bu delile dayanmaktan vazgeçmiş sayıldığı kabul edildiğine göre, Mahkeme tarafından esasa yönelik olmak üzere davacının dayandığı diğer deliller gözetilmek suretiyle mevcut delil durumuna göre ( dava dosyasında talimat mahkemesince bilirkişi raporu alınmış olduğu da görülmektedir) bir değerlendirme yapılması gerekirken, kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın tümüyle reddine karar verilmesi hatalı bulunup, bozmayı gerektirmiştir.


Hukuk Genel Kurulu 2017/2222 E. , 2021/760 K.

  • HMK 114
  • Görev dava şartlarındandır.

Mahkemenin, davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllere dava şartları denir.

Bilindiği üzere, dava şartlarının neler olduğu 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (HMK) 114. maddesinde belirtilmiş olup, anılan düzenlemenin 1. bendinin (c) alt bendinde mahkemenin görevli olması dava şartı olarak düzenlenmiştir. Görev kuralları kamu düzenine ilişkin olup, bir dava ancak görevli mahkemece incelenebilir. Mahkeme her şeyden önce görevli olmalıdır. Görevsiz mahkemede açılan davanın dava şartı yokluğundan usulden reddi gerekir (Pekcanıtez, H./ Özekes, M./ Akkan, M./ Korkmaz, H.T.: Medeni Usul Hukuku, Cilt II, … 2017, s. 930).

Dava şartlarının amacı, bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli bütün şartları ve bunların incelenmesi usulünü tespit etmek, böylece davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olmaktır (Kuru, B.: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, … 2016, s 190).

Bu noktadan hareketle, uyuşmazlık yönünden görevli mahkeme kavramının açıklanması da gerekmektedir.

Genel anlamda bir mahkemenin görevi belirli bir davaya, dava konusunun niteliği veya değerine göre o yerdeki aynı yargı koluna ait ilk derece mahkemelerinden hangisi tarafından bakılabileceğini belirtir. Bilindiği üzere, ilk derece mahkemeleri genel mahkemeler ve özel mahkemeler olarak ikiye ayrılmışlardır. Hangi davalara özel mahkemelerde, hangi davalara genel mahkemelerde bakılacağı ve genel mahkemelerde bakılacak davalardan hangilerine asliye hukuk mahkemesinde, hangilerine sulh hukuk mahkemesinde bakılacağı hususuna görev, bunu düzenleyen kurallara da görev kuralları denir. Genel mahkeme ile özel mahkeme arasındaki ilişkinin bir görev ilişkisi olduğu ve görevle ilgili kuralların kamu düzenine ilişkin bulunduğu konusunda öğretide ve uygulamada duraksama yoktur. Genel mahkemelerin bakacakları davalar, belirli kişi ve iş gruplarına göre sınırlandırılmamış olup aksi belirtilmedikçe medeni yargılama hukukuna giren her türlü işe bakmakla görevlidirler. Açık kanun hükmü ile özel mahkemelerde görüleceği belirtilmemiş olan bütün davalar genel mahkemelerin görevine girer.

Buna karşılık özel mahkemeler, belirli kişiler arasında çıkan veya belirli uyuşmazlıklara bakmakla görevlidir. Diğer bir ifadeyle, özel mahkemeler özel kanunlarla kurulmuş olup özel kanunlarda belirtilen davaları yürütür.

Yukarıda belirtildiği üzere, göreve ilişkin kurallar kamu düzenine ilişkin olup HMK’nın 114/1-c maddesine göre mahkemenin görevli olması dava şartıdır. HMK’nın 115. maddesine göre ise dava şartlarının mevcut olup olmadığı, taraflarca ileri sürülüp sürülmediğine bakılmaksızın yargılamanın her aşamasında mahkemece kendiliğinden gözetilir. Diğer taraftan görevsiz mahkeme davanın esası hakkında karar veremez. Bu nedenle, dava açılırken dayanılan hukukî ve maddi olguların göreve etkili olduğu durumda öncelikle hukukî niteleme yapılmalı ve sonucuna göre mahkemenin görevsiz olduğu kanısına varılırsa dava dilekçesinin usulden reddine karar verilmelidir. Görev nedeniyle dava dilekçesinin reddi kararında görevli mahkemenin hangi mahkeme olduğu belirtilmeli ve dava dosyasının bu görevli mahkemeye gönderilmesine karar verilmelidir (HMK m.20).


Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2020/9568 E. , 2021/9528 K.

  • HMK 114

  • Dava açılmadan önce Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaat olması ve Kurumca müracaata konu istemin zımnen ya da açıkça reddedilmesi gerektiği dava şartı olarak düzenlenmiştir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/2. fıkrasında, “Diğer kanunlarda yer alan dava şartlarına ilişkin hükümler saklıdır.” şeklinde düzenlenme gözetildiğinde, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanun’u dışındaki kanunlar ile de dava şartı düzenlenebileceği anlaşılmaktadır.

Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamanın devamı için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; dava şartları, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.

HMK.’nun 115/2. maddesindeki kurala göre, “Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder”. Düzenleme gereğince, eksik olan bir dava şartı, belirli bir süre verilerek giderilebilecek ise hâkim tarafından eksikliğin giderilmesi için kesin süre verilmesi gerekir. Bu süre içinde dava şartı eksikliği tamamlanmaz ise dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmelidir.

Eldeki davada davacı, prime esas kazancın tespitini istemiştir. Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir. Yukarıda belirtilen açıklamalar ışığında, 11.09.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6552 sayılı Kanunun 64. maddesi ile 5521 sayılı Kanunun 7. maddesine 3. fıkra olarak eklenen düzenleme gereği, dava açılmadan önce Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaatın olması ve Kurumca müracaata konu istemin zımnen ya da açıkça reddedilmesi gerektiği dava şartı olarak düzenlenmiş olup, davacı tarafından 5521 sayılı Kanunun 7/3 maddesine uygun bir şekilde, davaya konu istem hakkında, dava tarihinde Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaat ve Kurum tarafından bu müracaata konu istemin reddine ilişkin bir işlem veya eylem bulunmadığı görülmekle, mahkemece, davacı tarafa 6100 sayılı HMK.’nun 115/2. maddesi uyarınca, 6552 sayılı Kanunun 64. maddesi ile 5521 sayılı Kanunun 7. maddesine üçüncü fıkra olarak eklenenen düzenleme doğrultusunda, davaya konu istemi hakkında Sosyal Güvenlik Kurumuna müracaat etmesi ve bu müracaat hakkında anılan yasal düzenleme uyarınca Kurumun red iradesini gösterir işlem veya eyleminin olduğunun belgelenmesi için kesin süre ihtaratlı önel verilmeli, bu süre içerisinde dava şartı eksikliğinin tamamlanmaması halinde, dava dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmeli, Kuruma müracaat ve müracaatın reddine dair Kurum işlem veya eylemine ilişkin dava şartının tamamlanması halinde ise davanın esasına girilerek, varılacak sonuca göre karar verilmelidir.


Yargıtay 10. Hukuk Dairesi 2020/11319 E. , 2021/9889 K.

  • HMK 114
  • Avukatla takip edilen işlerde vekaletnamenin ibrazı dava şartlarındandır.

Vekil ile takip edilen davalarda vekaletnamenin ibrazını düzenleyen 6100 sayılı HMK’nun 76. vekaletnamesiz dava açılması ve işlem yapılması halini düzenleyen HMK’nun 77. ve dava şartlarını düzenleyen HMK’nun 114/f maddeleri uyarınca usûlüne uygun düzenlenmiş vekaletnamenin dosya içerisinde bulunması zorunludur.

Davacı … Sanayi Anonim Şirketi vekili olarak Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 9. Hukuk Dairesi kararının tebliğ edildiği Av. … adına usulüne uygun düzenlenmiş yetki belgesi bulunmadığı, diğer davacı vekilleri …adına düzenlenmiş olan vekaletnamenin 31.12.2015 tarihine kadar süreli olduğu ve anılan kararın avukata 31.10.2020 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmakla; Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 77. maddesi gereğince; adı geçen avukata, davacı … Sanayi Anonim şirketi vekili olduğuna ilişkin yeni vekaletnamesini ibrazı için kesin süre içerir muhtıra tebliğ edilip, vekaletname ibrazı halinde aynen; ibraz edilmemesi halinde ise hükmün davalı şirkete yöntemince tebliğ edilerek, temyiz süresi geçtikten ve gerektiğinde 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi uyarınca 1086 sayılı Hukuk Usûlü Muhakemeleri Kanunu’nun 432. maddesindeki prosedür işletildikten sonra ve bir daha geri çevirmeye mahal vermeyecek şekilde gönderilmek üzere, dosyanın mahalline GERİ ÇEVRİLMESİNE, 08.07.2021 gününde oybirliğiyle karar verildi


Yargıtay 12. Hukuk Dairesi 2020/8433 E. , 2021/3916 K.

  • HMK 114
  • Derdestlik, yani daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte (derdest) olmaması dava şartları arasındadır.

6100 sayılı HMK’nın 114/1-ı maddesinde aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte (derdest) olmaması dava şartları arasında düzenlenmiştir. Derdestlik; daha önceden açılmış ve halen görülmekte olan bir davanın yeniden aynı ya da başka bir mahkemede açılması durumunda, ikinci davanın açıldığı mahkemede nazara alınan ve bu davanın daha önceden de açılmış ve hâlen görülmekte olması sebebiyle usûlden reddine karar verilmesini sağlamaya yönelik bir dava şartıdır. Derdestliğin şartları; aynı davanın aynı mahkemede ya da başka mahkemelerde iki kere açılmış olması, birinci davanın görülmekte (derdest) olması, birinci dava ile ikinci davanın aynı olması şeklinde sıralanabilir. Aynı konuda iki dava açılmasında davacının korunmaya layık bir menfaati yoktur.


Hukuk Genel Kurulu 2017/1531 E. , 2021/312 K.

  • HMK 114
  • Yargı yolunun caiz olmaması dava şartlarındandır.

Mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi (davayı esastan inceleyebilmesi) için varlığı veya yokluğu gerekli olan hâllere dava şartları denir. Mahkeme, hem davanın açıldığı günde hem de yargılamanın her aşamasında dava şartlarının bulunup bulunmadığını kendiliğinden araştırıp inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava şartlarının davanın açıldığı günde bulunmaması ya da bu şartlardan birinin yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkemece mesmu ( dinlenebilir ) olmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi gerekir.

HMK’nın 114. maddesinin 1-b bendine göre “Yargı yolunun caiz olması” dava şartları arasında yer alır.

Dava şartlarının amacı, bir davanın esası hakkında incelemeye geçilebilmesi için gerekli bütün şartları ve bunların incelenmesi usulünü tespit etmek, böylece davaların daha çabuk, basit ve ekonomik bir şekilde sonuçlanmasına yardımcı olmaktır (Kuru, B.: İstinaf Sistemine Göre Yazılmış Medeni Usul Hukuku, İstanbul 2016, s. 190).

Zira istikrar kazanmış Uyuşmazlık Mahkemesi kararlarına göre davanın açıldığı tarihte davalı mevkiinde kamu kuruluşu niteliği taşımayan BEDAŞ’ın olması karşısında, idari yargı yetkisi kapsamında açılmış bir idari dava bulunduğundan söz etmek olanaksız olduğu gibi, kayıp ve kaçak bedelinin davalı tarafından tahsil edildiği tarihte yürürlükte olan 4628 sayılı Enerji Piyasası Düzenleme Kurumunun Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un 12. maddesine göre açılmış iptal davası bulunmamaktadır. Uyuşmazlığın özel hukuk hükümlerine göre görüm ve çözümünde adli yargı yeri görevli olup, eldeki davanın TTK’nın 5. maddesine gereğince ticaret mahkemelerinde görülüp sonuçlandırılması gerekir.


Hukuk Genel Kurulu 2019/690 E. , 2021/299 K.

  • HMK 114
  • Dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile çözümlenmemiş olması dava şartıdır.

Dava konusu uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile çözümlenmemiş olması HMK’nın 114/1-i maddesi uyarınca dava şartıdır. Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılama yapabilmesi için varlığı ya da yokluğu gerekli olan unsurlardır. Belirtmek gerekir ki, dava şartları davanın açılabilmesi için değil, mahkemenin davanın esası hakkında inceleme yapabilmesi için aranan ve kamu düzeni ile ilgili olan zorunlu koşullardır. Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder.

Kesin hüküm ise bir hukuki uyuşmazlığı kesin olarak çözen son karardır. Kesin hüküm, hem bireyler hem de devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya koyar. Bununla hukuki güvenlik ve yargı erkine güven sağlandığından kesin hüküm kamu yararı ile doğrudan ilgilidir. Kesin hükümle, çelişik kararların ortaya çıkması engellenerek toplum hayatı için zorunlu olan hukuki istikrar sağlanır. Kesin hüküm şekli ya da maddi anlamda olabilir. Şekli anlamda kesinlik, bir karara karşı belli bir aşamadan sonra kanun yollarına başvurulamamasını, diğer bir anlatımla kanun yolunun bulunmaması veya var olan kanun yollarının tükenmesini ifade eder. Maddi anlamda kesinlik ise bir hukuki uyuşmazlığın artık bütün bir gelecek için çözümlenerek son bulmasını, hükmün kesinleşmesinden sonra o davanın tekrar açılamamasını ifade eder.Maddi anlamda kesin hükmün koşulları HMK’nın 303. maddesinde düzenlenmiştir. HMK’nın 303/1. maddesine göre bir davaya ait şeklî anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir.

Somut olaya gelince; ilk derece mahkemesince “kesin hüküm nedeniyle davanın dava şartı yokluğundan reddine” dair 07.06.2017 tarihinde karar verildikten sonra davacı vekilinin 13.06.2017 tarihinde süre tutum dilekçesi verdiği, 07.07.2017 tarihinde istinaf harçlarını yatırdığı, gerekçeli kararın 28.07.2017 tarihinde tebliğinden itibaren ise sekiz günlük süre içinde gerekçeli istinaf dilekçesi vermediği, istinaf nedenlerini belirtir dilekçeyi 10.08.2017 tarihinde 8 günlük süre geçtikten sonra ibraz ettiği, Bölge Adliye Mahkemesince davacı vekilinin istinaf nedenlerini süresi içinde bildirmediğinden HMK’nın 355. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararında kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı yönünden inceleme yapılarak istinaf başvurusunun esastan reddedildiği görülmüştür.

Şu durumda yukarıda yapılan açıklamalar ile somut olaya ilişkin maddi ve hukuki olgulara göre; İlk derece mahkemesi kararında hükme ilişkin tüm hususların gerekçeli karar ile birlikte açıklanmış olduğu, istinaf yoluna başvuru süresinin gerekçeli kararın tebliğ tarihinden itibaren başladığı, davacı vekilinin hüküm tarihinde yürürlükte bulunan 5521 sayılı Kanun’daki gerekçeli kararın tebliğinden itibaren sekiz günlük sürede istinaf nedenlerini belirtir dilekçe vermediği dikkate alındığında Bölge Adliye Mahkemesi tarafından davacı vekilinin süresinden sonra sunduğu gerekçeli istinaf dilekçesine değer verilmeyerek HMK’nın 355. maddesi uyarınca ilk derece mahkemesi kararının kamu düzenine aykırılık bulunup bulunmadığı yönünden incelenmesi gerektiği belirtilerek verilen direnme kararının usul ve yasaya uygun olduğu sonucuna varılmıştır.


Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2020/2899 E. , 2021/2319 K.

  • HMK 114
  • Başka bir ülkede görülmüş ve kesinleşmiş olan bir dava; Türkiye’deki bir dava için derdestlik teşkil etmez. MÖHUK’ta milletlerarası derdestlik konusunda bir hüküm yoktur.

Dava şartları, mahkemece bir davanın esası hakkında yargılama yapılabilmesi için gerekli olan koşullardır. Yargılamanın her aşamasında dava şartlarının var olup olmadığı mahkemece re’sen incelenmelidir.

6100 sayılı HMK’nın “dava şartları” başlıklı 114. maddesinin birinci fıkrasının (ı) bendinde; “Aynı davanın, daha önceden açılmış ve hâlen görülmekte olmaması”, yani derdestlik, iç hukukumuzda dava şartı olarak öngörülmüştür. Derdestliğin ilk koşulu, tarafları, konusu ve sebebi aynı olan bir davanın daha önce açılmış olmasıdır. İkinci koşulu, daha önce açılmış bulunan davanın halen görülmekte ve kesin hükümle sonuçlanmamış olmasıdır. Bu iki koşulun birlikte bulunması durumunda derdestlik söz konusu olmaktadır.

Yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde derdestlik, iç hukukumuzda bir dava şartı olarak düzenlenmesine rağmen 5718 sayılı MÖHUK’ta milletlerarası derdestlik konusunda herhangi bir düzenleme yapılmamıştır. 6100 sayılı HMK’da olduğu gibi açık bir düzenleme olmadığı sürece yabancı ülkede açılan ve görülmekte olan bir davanın, iç hukukumuzdaki bir dava bakımından derdestlik teşkil edeceğini kabul etmek doğru değildir. Böyle bir kabul, Türk Mahkemelerinin yargı yetkisinin, buna bağlı olarak bir bakıma egemenlik hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır. Öte yandan yabancı bir ülkede açılmış ve görülmekte olan bir dava sonucunda verilecek kararın tanınıp tenfiz edileceği de belli olmadığından milletlerarası derdestliğin kabul edilmesi, yargılamanın gecikmesine sebebiyet vererek davacının adil yargılanma hakkının zedelenmesine neden olacaktır. Yabancı bir mahkemede açılan ve görülen bir davada verilip kesinleşen bir karar bile, ülkemizde ancak tanınıp tenfiz edildiğinde hukuki sonuç doğurmaktadır. Bu gerçeklik karşısında yabancı bir ülkede henüz görülmekte olan bir davanın iç hukukumuz bakımından derdestlik teşkil edeceğini kabul etmek Yasa Koyucu’nun amacına da uygun değildir.

Somut uyuşmazlığa gelindiğinde ilk derece mahkemesince yukarıda yapılan açıklamalar çerçevesinde Almanya’da daha önce açılan, tarafları, konusu ve sebebinin aynı olduğu iddia edilen davanın eldeki dava bakımından derdestlik teşkil etmeyeceği kabul edilerek davanın esası hakkında inceleme ve araştırma yapılıp deliller hep birlikte değerlendirilerek varılacak uygun sonuç çerçevesinde bir hüküm kurulması gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi ve davacı vekilinin istinaf başvurusunun Bölge Adliye Mahkemesince reddedilmesi doğru görülmediğinden, temyize konu Bölge Adliye Mahkemesi kararının bozulması gerekmiştir.


YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/5208 Karar : 2018/8002 Tarih : 17.09.2018

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Davacılar, 16.09.2006 tarihli Tapu İfrazı İçin Anlaşma`` başlıklı sözleşme ile davalıların müşterek murisi … ve …in …de bulunan 106 parsel sayılı taşınmazın ifrazı ve ifraz edilecek kısımda birer katlık haklarının bulunduğu hususunu kabullendiklerini, ifraz işlemi sonrası bu yere …in 1 kat, davalıların murisi …in ise 3 kat olmak üzere 4 katlı bina inşa ettiklerini, kendilerine arsa payı karşılığı birer katın ödeneceği sırada davalıların murisi …in vefat ettiğini ve sonrasında da taleplerine rağmen mirasçı davalıların bugüne kadar kendilerine bedel ödemediğini beyan ederek her bir davacı için 20.000,00’er TL toplamdan 40.000,00 TL`nin davalılardan dava tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmişlerdir.

davalılar, davanın reddini dilemişlerdir.

Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile, davacı … için 11.118,00 TL, davacı … için 11.118,00 TL olmak üzere toplam 22.236,00 TL nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalılardan alınarak davacıya verilmesine, fazlaya ilişkin istemin reddine karar verilmiş; hüküm, davalılarca temyiz edilmiştir.

1-Dosyanın incelenmesinde davacı …in karar tarihinde sonra 12.05.2016 tarihinde vefat ettiği, dosya içerisinde bulunan … Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2017/297 Esas 2017/345 Karar Sayılı ilamında …in mirasının 6 pay kabul edilerek 2 payın …e, 2 payın …e, 2 payın …e, 1 payın …`e aidyetine, verasetin bu şekilde sübutuna karar verildiği anlaşılmıştır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 50. maddesinde medeni haklardan yararlanma ehliyetine sahip olanların, davada taraf ehliyetine de sahip olduğu düzenlenmiştir. Kanunun 114/1-d maddesinde ise taraf ehliyeti, dava şartları arasında sayılmıştır. Müteveffa …in terekesinde, mirasçıları arasında elbirliği mülkiyeti hükümleri geçerlidir. Elbirliği halinde mülkiyet hükümlerine tabi bulunan bir terekede, terekeye ilişkin tüm tasarruf işlemlerinin, 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 640 ve 702. maddeleri uyarınca, tüm mirasçılar tarafından birlikte yapılması zorunlu olup, tasarrufi işlem niteliğindeki davanın da tüm mirasçılar tarafından birlikte yürütülmesi gerekir. Ancak, mirasçılardan … ve …`in dosyada aynı zamanda davalı olması sebebiyle menfaat çatışması bulunduğundan, mahkemece, terekeye temsilci tayin ettirilerek taraf teşkilinin sağlanması, bundan sonra işin esasına girilerek bir karar verilmesi gerekmektedir. Bu sebeple karar usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

2-Bozma nedenine göre davalıların temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın BOZULMASINA, (2) numaralı bent uyarınca davalıların temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 17/09/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/3596 Karar : 2018/8266 Tarih : 11.09.2018

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Davacı, davalının, kendisinden vinç ve binek araç kiraladığını ve buna istinaden 08.10.2013 tarihli fatura düzenlediğini, fatura bedelinin ödenmediğini itirazın iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı, davacıdan araç kiralanmadığını beyanla davannı reddini savunmuştur.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-) 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı HMK`nun 4/1-a maddesine göre “Kiralanan taşınmazların, 09.06.1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler ayrık olmak üzere, kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dahil olmak üzere tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar ile bu davalara karşı açılan davalarda” Sulh Hukuk Mahkemesi görevlidir.

Somut olayda, uyuşmazlık kira ilişkisinden kaynaklanmaktadır. Dava, 23/07/2014 tarihinde 6100 sayılı HMK`nın yürürlüğe girmesinden sonra açıldığına göre görevli mahkeme Sulh Hukuk Mahkemesidir.

Görevle ilgili düzenlemeler kamu düzenine ilişkin olup, taraflar ileri sürmese dahi yargılamanın her aşamasında re’sen gözetilir. Taraflar da yargılama bitinceye kadar görev itirazında bulunabilirler. Görev itirazı yapılmamış olsa bile re`sen mahkeme, ilk önce görevli olup olmadığını inceleyip karara bağlamalıdır.

Hal böyle olunca, mahkemece; uyuşmazlığın çözümünde Sulh Hukuk Mahkemesinin görevli olduğu gözetilerek, görevsizlik nedeniyle HMK`nın 114/1-c ve 115/2. maddeleri uyarınca davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, bu yön gözardı edilerek davanın esası hakkında hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. 2-) Bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenle davacının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK`nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 11.09.2018 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ Esas : 2018/1209 Karar : 2018/5312 Tarih : 5.07.2018

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Dava, trafik kazası nedeniyle maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; karar, davacı vekili ve davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı vekili; davacının, davalı … İdaresinin bakım ve denetiminde bulunan yoldaki çukurdan kaçmak için manevra yapması üzerine dava dışı …’ in sevk ve idaresindeki … ile çarpışmak suretiyle trafik kazası yaptığını, kaza sonucunda davacının ağır yaralandığını belirterek uğranılan maddi ve manevi zararların giderilmesi isteminde bulunmuştur.

Davalı vekili; davanın reddi gerektiğini savunmuştur.

Mahkemece; bilirkişi raporu benimsenerek davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Davalı … bir kamu kurumu olup; kural olarak, işlem ve eylemleri kamusal nitelik taşır. Somut olayda; davacı, davalı idarenin denetimindeki yol üzerinde bulunan çukur nedeniyle kaza meydana geldiğini ileri sürerek maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuştur. Görevin hiç veya gereği gibi yerine getirilmemesi hizmet kusuru niteliğindedir. İdare’nin hizmet kusurundan doğan zararlardan dolayı; İdari Yargılama Usulü Yasası’nın 2/1-b maddesi gereğince İdare’ye karşı idari yargı yerinde tam yargı davası açılması gerekir. Görev sorunu, açıkça veya hiç ileri sürülmese de kendiliğinden (re’sen) dikkate alınır. Mahkemece, HMK’nın 114/1-b maddesi uyarınca davalı … yönünden yargı yolu bakımından görevsizlik kararı verilmesi yerine işin esasının çözümlenmesi usul ve yasaya aykırılık oluşturmaktadır.

Karar, açıklanan nedenle yerinde görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen kararın, yukarıda gösterilen nedenle taraflar yararına BOZULMASINA; bozma nedenine göre tarafların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına ve taraflardan peşin alınan harçların istekleri halinde geri verilmesine 05/07/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/25305 Karar : 2018/7642 Tarih : 4.07.2018

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Davacı, davalı kooperatifin avukatı olduğunu, takip ettiği dava ve işlerden dolayı vekalet ücret alacağı bulunduğunu, eldeki dava da kesinleşerek biten dosyalardan dolayı vekalet ücret alacağı talebinde bulunduğunu, çektiği ihtara rağmen ücretlerinin ödenmediği, alacağın tahsili için davalı hakkında İcra takibi başlattığını, takibe haksız olarak itiraz edildiğini ileri sürerek İcra takibine vaki itirazın iptali, takibin devamı ile %20 dan aşağı olmamak üzere İcra inkar tazminatına karar verilmesini istemiştir.

Davalı, ilk olarak derdestlik itirazında bulunmuş, esastan da davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, HMK’nun 114/1 ve 115/2. maddeleri uyarınca derdestlik sebebi ile dava şartı yokluğundan davanın usulden Reddine, karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, eldeki dava ile ödenmeyen ücret alacaklarının tahsili için İcra takibi yaptığını, yapılan İcra takibine de haksız olarak itiraz edildiğini ileri sürerek itirazın iptalini istemiş, davalı ise derdestlik itirazında bulunmuştur. Her ne kadar mahkemece; … 4. ASHM’nin 2014/140 E. Sayılı dava dosyası ile eldeki dosyanın tarafı, konusu, ekli liste ile atıf yapılan dosyaların birebir aynı olduğu gerekçesi ile derdestlik itirazını kabul ederek davanın usulden reddine karar verilmiş ise de; atıf yapılan ekli listeler ve davanın konusu aynı değildir. Davacı eldeki dosyada davalıya göndermiş olduğu ihtarnamedeki 166 adet dosyadan ihtarnameye konu edilen ve edilmeyen 108 adet dosya yönünden avukatlık ücret alacağı ve ihtar masrafı talebinde bulunmuştur. … 4. ASHM’nin 2014/140 E. sayılı dava dosyasında ise eldeki davada dava etmediği ancak ihtarda yer alan 51 adet dosya yönünden vekalet ücret alacağı talebinde bulunulmuştur. Mahkemece her iki dosyada da … 1. Noterliği’nin 31.01.2014 tarihve 996 yevmiye nolu ihtarnemesi ortak delil olarak yer aldığından dava edilen bütün dosyaların birebir aynı olduğunun belirtilmesi hatalıdır. Davacı, her iki davada da delil olarak 31.01.2014 tarihli ihtara dayansa da, her iki dava dosyasınının birbirinden farklı olduğu nazara alınarak derdestlik itirazının reddine karar verildikten sonra işin esasına girilip hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde yanlış değerlendirmeyle davanın usulden reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın davacı yararına BOZULMASINA peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/I maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 04/07/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/3369 Karar : 2018/6188 Tarih : 28.06.2018

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Vekil ile takip edilen davalarda vekaletnamenin ibrazını düzenleyen 6100 sayılı HMK’nun 76. vekaletnamesiz dava açılması ve işlem yapılması halini düzenleyen HMK’nun 77. ve dava şartlarını düzenleyen HMK’nun 114/f maddeleri uyarınca usûlüne uygun düzenlenmiş vekaletnamenin dosya içerisinde bulunması zorunludur.

Davalı şirket vekili olarak gerekçeli kararın tebliğ edildiği Av. ……adına düzenlenmiş vekaletnamenin 31.12.2015 tarihine kadar süreli olduğu ve gerekçeli kararın anılan avukata 08.02.2016 tarihinde tebliğ edildiğ anlaşılmakla

Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 77. maddesi gereğince; adı geçen avukata davalı …….vekili olduğuna ilişkin yeni vekaletnamenin ibrazı için kesin süre içerir muhtıra tebliğ edilip, vekaletname sunulmaması halinde, anılan davalıya, yapılan işlemleri kabul ettiğini dilekçe ile bildirmesi için kesin süre içerir muhtıra tebliğ edilmesi gerekmektedir.

Vekaletname ibrazı halinde aynen; ibraz edilmemesi halinde ise, gıyabî hükmün, davalı şirkete yöntemince tebliğ edilerek, temyiz süresi geçtikten ve gerektiğinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu`nun 432. maddesindeki prosedür işletildikten sonra gönderilmek üzere dosyanın yerel mahkemesine GERİ ÇEVRİLMESİNE, temyiz itirazlarının bu noksanlık giderilip dosya geldikten sonra incelenmesine, 28/06/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/2723 Karar : 2018/11134 Tarih : 7.06.2018

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Davacılar, … 6. Sulh Hukuk Mahkemesinin 29/05/2008 tarih ve 2007/2092 Esas 2008/1198 Karar sayılı veraset ilamı ile dava konusu … parselin diğer mirasçılar ile birlikte davalılar adına tescil edildiğini, anılan veraset ilamının iptali için … 5. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/391 Esas sayılı dosyasında açtığı verasetin iptali davasının sonucu beklenerek bu davada belirlenecek veraset ilamına göre dava konusu 344 parsel sayılı taşınmazda yeniden intikal ve tescilini istemişler, davacılardan Süleyman dışındaki diğer davacılar davalarından feragat etmişlerdir.

Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, feragat eden davacılar yönünden davanın reddine, davacı … yönünden ise dava değeri gösterilmeden ve avans yatırılmadan açılan davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; eldeki davanın 05.07.2011 tarihinde maktu harç ile 1086 sayılı HUMK’nın yürürlüğü döneminde açıldığı, mahkemece 23.11.2011 tarihli ara karar ile davacı tarafa 6100 sayılı HMK’nın 120. maddesi uyarınca 250,00-TL tutarındaki gider avansını yatırması için kesin süre verildiği, davacının 01.12.2011 tarihinde gider avansını yatırdığı, bir sonraki celsede ise gider avansının yatırılmadığı ve dava değeri gösterilmeden dava açıldığı gerekçesi ile davanın usulden reddine karar verildiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK.’nın 114. maddesinde dava şartları düzenlenmiş olup, aynı maddenin (g) fıkrasında davacının gereken gider avansını yatırması dava şartları arasında sayılmıştır. Yasanın 115/2. maddesinde ise dava şartının yokluğu halinde izlenecek yol gösterilmiş, 120. maddesinde yargılama sırasında yeterli olmadığı anlaşılan gider avansına ilişkin düzenlemeler getirilmiş, 324. maddesinde de delil ikamesi için avans düzenlemesine ve avansın yatırılmaması halinde o delilin ikamesinden vazgeçilmiş sayılacağı öngörülmüştür.

Tüm bu düzenlemelere göre, her davanın açıldığı tarihte yürürlükte olan hükümlere göre inceleneceği kuşkusuzdur.

Nitekim, 6100 sayılı H.M.K.’nın 448. maddesinde tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla yasanın derhal uygulanacağı hükme bağlanmıştır.

Somut olayda, dava 1086 sayılı Yasa döneminde açılmış ve 6100 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği tarihe kadar eski yasa hükümleri uygulanarak yürütülmüştür. Bu durumda davanın açılması ile ilgili tüm işlemlerin tamamlandığı kabul edilmelidir. Öte yandan gerek 1086 sayılı Yasanın ilgili hükümleri gerekse 6100 sayılı Yasanın 324. maddesi hükmü yargılamanın gerektirdiği masrafların ilgili tarafça yatırıp yatırılmaması hususunda benzer hükümler getirmiş, yatırılmaması halinde uygulanacak yaptırımlar da gösterilmiştir.

Öte yandan, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu 119. maddesinde dava dilekçesinin içeriğinin ne şekilde olması ve aynı maddenin 1-d bendinde ise malvarlığı haklarına ilişkin davalarda, dava dilekçesinde dava konusu ve değerine yer verilmesi gerektiği belirtilmiş olup,119. maddenin 2. fıkrasına göre de “ (a), (d), (e), (f) ve (g) bentleri dışında kalan hususların eksik olması halinde, hakimin davacıya eksikliği tamamlaması için bir haftalık kesin süre vereceği, bu süre içinde eksikliğin tamamlanmaması halinde davanın açılmamış sayılmasına karar verileceği hususu hükme bağlanmıştır.

Hal böyle olunca, 6100 sayılı HMK’nın 324 ve 119/2 maddeleri uygulanmak suretiyle sonuca gidilmesi gerekirken, aynı Kanun’un olayda uygulama yeri bulunmayan 114/g ve 119/1d maddesinden söz edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru değildir.

Davacının yerinde olan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre bir kısım davalılar vekilinin katılma yoluyla temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 07.06.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/4238 Karar : 2018/10226 Tarih : 15.05.2018

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Asıl ve birleştirilen davalar, paydaşlar arasında ecrimisil isteğine ilişkindir.

Asıl davada davacılar, ortak mirasbırakanları … kalan 1063 ada 20, 36, 44, 87, 90, 92, 94, 96, 1925 ada 2, 1920 ada 2, 995 ada 4, 1083 ada 8, 1115 ada 11, 1931 ada 4, 1942 ada 6, 1087 ada 3, 4, 5 parsel sayılı taşınmazların tamamı ile 1937 ada 3 parsel sayılı taşınmazın 4769/14037 payını davalı … ’in buğday ve yonca ekip biçmek suretiyle mirasbırakanın ölümünden itibaren tek başına kullandığını, paylarına isabet eden bedelin ödenmesi için yaptıkları ihtarın davalıya 17.07.2009 tarihinde tebliğ edildiğini, davalının ise cevap vermediği gibi herhangi bir ödeme de yapmadığını ileri sürerek, anılan taşınmazlara yönelik fazlaya dair hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik her bir davacı için 2.500,00 TL olmak üzere toplam 7.500,00 TL ecrimisilin mirasbırakanın ölüm tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini istemişler, 26.03.2012 tarihli ıslah dilekçeleri ile her bir davacı yönünden isteklerini 22.262,75 TL ye arttırmışlardır.

Birleştirilen 2011/38 Esas sayılı davada davacılar, asıl davada belirttikleri çekişmeli taşınmazları tek başına kullanmaya devam eden davalıdan asıl davanın dava tarihi olan 18/09/2009 tarihinden eldeki davanın dava tarihine kadar, ayrıca asıl davada dava edilmeyen 1008 ada 74 ile 760 ada 11 parsel sayılı taşınmazların kullanımı nedeniyle mirasbırakanın ölüm tarihinden dava tarihine kadar fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000,00 TL ecrimisilin tahakkuk tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini istemişler, 26.03.2012 tarihli ıslah dilekçeleri ile her bir davacı yönünden isteklerini 57.490,28 TL ye arttırmışlardır.

./..

Birleştirilen 2012/31 E sayılı davada davacılar, asıl ve birleştirilen davalardaki iddialarını tekrarlayarak ve 6100 sayılı HMK’nın 107/1. maddesi gereğince belirsiz alacak davası açtıklarını belirterek 10.02.2011 tarihinden eldeki davanın dava tarihine kadar çekişmeli 21 adet taşınmaz için isteklerini arttırma hakları saklı kalmak kaydıyla toplam 45.000,00 TL’nin dönem sonlarından itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsilini istemişlerdir.

Asıl davaya yönelik davalı, çekişmeli taşınmazlara yaptığı ekme biçme ve vergi masrafları düşüldükten sonra davacıların taleplerinin değerlendirilmesi gerektiğini, ayrıca 1063 ada 20 ve 1931 ada 4 parsel sayılı taşınmazları murisin sağlığında kiraladığını ve ücretlerini ödediğini belirtmiş, 2011/38 E sayılı davaya yönelik, zaman içerisinde ekilen ürünlerin değiştiğini, yonca ekili olduğu iddia olunan taşınmazlara buğday ekildiğini, ayrıca ürünlerin zarar gördüğünü, masraflar ve zararların hesaplamada dikkate alınması gerektiğini bildirmiş, 2012/31 E sayılı davaya yönelik, dava dilekçesinin 6100 sayılı HMK’nın 119. maddesindeki şartları taşımadığını, öte yandan HMK’nın 114/1-d ve 114/1-ğ maddesindeki dava şartlarının eksik olduğunu, alacağın belirli olması nedeniyle davacıların belirsiz alacak davası açamayacağını belirterek asıl ve birleştirilen davaların reddini savunmuştur.

Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile asıl dava yönünden her bir davacı için 19.631,14 TL’nin, birleştirilen 2011/38 E sayılı dava yönünden her bir davacı için 27.241,97 TL’nin, birleştirilen 2012/31 E sayılı davada her bir davacı için 11.170,47 TL’nin dava tarihlerinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsiline karar verilmiş, hüküm taraflarca süresi içerisinde temyiz edilmiştir.

Hükmü temyiz eden davalı asil … , 09.05.2018 tarihli dilekçesi ile temyiz isteğinden feragat ettiğini bildirdiğinden, davalının temyiz dilekçesinin feragat nedeniyle reddine.

Davacılar vekilinin temyiz itirazlarına gelince;

Hemen belirtmek gerekir ki, 01.01.2007 ile 31.12.2010 tarihleri arasındaki dönemi kapsayan mirasbırakan ve davalı arasında akdedilerek 19.02.2007 tarihinde köy defterine kaydedilip köy muhtarı tarafından tasdik edilen kira sözleşmesindeki mirasbırakan imzasına itiraz edilmediğine ve yargılama aşamasında ileri sürülmeyen iddiaların temyiz aşamasında ileri sürülemeyeceği gözetildiğinde mirasbırakanın kira sözleşmesinin akdedildiği tarihte ehliyetsiz olduğuna ilişkin iddianın dinlenemeyeceği, kaldı ki temyiz dilekçesine ek olarak sunulan … raporunun mirasbırakanın 01.08.2008 tarihinde ehliyetsiz olduğuna ilişkin olduğu açıktır. Bu nedenle, kira sözleşmesine konu taşınmazların ecrimisil hesabı dışında tutulmasında herhangi bir isabetsizlik yoktur. Davacılar vekilinin kira sözleşmesine konu taşınmazlara yönelik temyiz itirazı yerinde değildir.

Öte yandan, dosya kapsamında alınan bilirkişi raporları ve dinlenen tanık beyanları uyarınca, çekişmeli taşınmazların bulunduğu bölgede buğday mahsulü alındıktan sonra ikinci ürünün ekildiği anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere ecrimisil, kötüniyetli zilyedin geri vermekle yükümlü olduğu bir şeyi haksız olarak alıkoyması nedeniyle kayıt malikine ödemekle yükümlü olduğu en azı kira geliri, en çoğu ise mahrum kalınan gelir kaybı olan bir tür haksız kullanım tazminatıdır.

O halde, birleştirilen 2011/38 E sayılı dava yönünden, 18.09.2009 ile 10.02.2011 arasındaki dönemde buğday mahsulü alındıktan sonra ikinci ürün ekildiği ya da ekilebileceği gözetildiğinde anılan dönem yönünden ecrimisile hükmedilirken ikinci ürünün de dahil edilmesi gerektiği kuşkusuzdur.

../…

Diğer taraftan, birleştirilen 2012/31 E sayılı dava yönünden, yukarıda açıklanan ilke uyarınca ecrimisil hesabı yapılırken çekişmeli taşınmazların tarım arazisi olduğu göretilerek zirai gelir metoduna göre hesaplanacak net gelire hükmedilmesi gerekirken net gelir bulunduktan sonra ekili ürünün özelliğine göre % 35’i, % 45’i ve % 50’si üzerinden bulunan bedele hükmedilmesi hatalıdır.

Hal böyle olunca, birleştirilen 2011/38 E sayılı dava yönünden ecrimisile hükmedilirken ikinci ürünün de ecrimisil bedeline dahil edilmesi, birleştirilen 2012/31 E sayılı dava yönünden ise, alanında uzman bilirkişilerden yeniden alınacak rapor ile 10.02.2011 ile 02.02.2012 tarihleri arasındaki dönem için belirlenen ( ikinci ürünün gözetilmesi ) ecrimisile hükmedilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile birleştirilen davalar yönünden yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir.

Davacılar yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK’un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 15.05.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/8924 Karar : 2018/9036 Tarih : 12.04.2018

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Taraflar arasında görülen davada;

Davacı, mirasbırakanı … oğlu … ‘un dava konusu 177 ada 4 sayılı parselde paydaş, 1410 ada 4 sayılı parselin ise tam maliki olduğunu, anılan taşınmazlarda taksim yapılması için … 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/629 E sayılı dosyasında açtığı davaya 1976 yılında ölen … oğlu … ‘un mirasçılarının müdahil olduklarını ileri sürerek dava konusu taşınmazların mülkiyetinin 1943 yılında ölen mirasbırakanı … ve Zeynep oğlu … ‘a ait olduğunun tespitine karar verilmesini istemiştir.

Asli Müdahil … , dava konusu 177 ada 4 sayılı parsel malikinin mirasçılarından olduğunu, davacının sulh hukuk mahkemesinde açtığı davanın kayıt malikinin davacının murisi olmadığı gerekçesi ile reddedildiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, davacının aynı taleple … 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/629 E sayılı dosyasında açtığı davanın reddedildiğini ve eldeki davayı açmakta 6100 sayılı HMK’nun 114/1-h maddesi gereğince hukuki yararı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi … ‘in raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.

Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre; davacının yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı 10.70.-TL. bakiye onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 12.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.Taraflar arasında görülen davada;

Davacı, mirasbırakanı … oğlu … ‘un dava konusu 177 ada 4 sayılı parselde paydaş, 1410 ada 4 sayılı parselin ise tam maliki olduğunu, anılan taşınmazlarda taksim yapılması için … 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/629 E sayılı dosyasında açtığı davaya 1976 yılında ölen … oğlu … ‘un mirasçılarının müdahil olduklarını ileri sürerek dava konusu taşınmazların mülkiyetinin 1943 yılında ölen mirasbırakanı … ve Zeynep oğlu … ‘a ait olduğunun tespitine karar verilmesini istemiştir.

Asli Müdahil … , dava konusu 177 ada 4 sayılı parsel malikinin mirasçılarından olduğunu, davacının sulh hukuk mahkemesinde açtığı davanın kayıt malikinin davacının murisi olmadığı gerekçesi ile reddedildiğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.

Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, davacının aynı taleple … 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/629 E sayılı dosyasında açtığı davanın reddedildiğini ve eldeki davayı açmakta 6100 sayılı HMK’nun 114/1-h maddesi gereğince hukuki yararı bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi … ‘in raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.

Dosya içeriğine, toplanan delillere, hükmün dayandığı yasal ve hukuksal gerekçeye ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre; davacının yerinde bulunmayan temyiz itirazının reddiyle usul ve yasaya uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı 10.70.-TL. bakiye onama harcının temyiz eden davacıdan alınmasına, 12.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/22944 Karar : 2018/3621 Tarih : 21.03.2018

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Dava, tapu kütüğüne aile konutu şerhi konulması isteğine ilişkin olup, 27.8.2015 tarihinde açılmıştır. Türk Medeni Kanununun 194. maddesinin üçüncü fıkrası, 06.02.2014 tarihli 6518 sayılı Kanunla değiştirilmiş, yapılan değişiklikle, aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eşin, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini, tapu müdürlüğünden isteyebileceği kabul edilmiştir. Bu değişiklik 6518 sayılı Kanun, 19.02.2014 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmakla aynı tarihte yürürlüğe girmiştir. Anılan yasal değişiklikten sonra, tapu müdürlüğünün, talebi hukuken veya fiilen yerine getirmediği belgelendirilmedikçe, malik olmayan eşin tapu kütüğüne konutla ilgili şerh konulmasını doğrudan dava yoluyla istemekte artık hukuki yararı yoktur. Çünkü aynı sonucu tapu müdürlüğüne yapacağı başvuruyla elde etmesi imkan dahilindedir. Davacının dava açmakta hukuki yararının bulunması, dava şartı (HMK m. 114/1-h) olup, davanın her aşamasında ileri sürülüp sürülmediğine bakılmaksızın hakim tarafından kendiliğinden gözetilir. (HMK m. 115 t) O halde, davanın hukuki yarar bulunmadığından, usulden reddine karar verilmesi gerekirken, bu husus nazara alınmadan davanın esasına girilip kabulüne karar verilmesi doğru bulunmamıştır.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA, temyiz peşin harcının istek halinde yatırana geri verilmesine, işbu kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere oybirliğiyle karar verildi. 21.03.2018 (Çrş.)


YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/8411 Karar : 2018/1406 Tarih : 5.02.2018

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

A) Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili, davacının 26/07/2003 tarihinden bu yana aralıksız olarak davalının … ilinde bulunan … mağazasında çalışmaya başladığını, 2014 yılında … mağazası müdürü olarak çalışmasını sürdürdüğünü, 18/12/2015 tarihin kadar sürekli ve sorunsuz bir şekilde devam ettirdiğini, 18/12/2015 tarihinde “ mağaza masrafında olmadığı halde mağazanın açığı çıkan ürünleri defalarca mağaza masrafında gösterdiğiniz, mutfak yemek listesinde kullanılması gereken ürünler arasında olmadığı ve mutfakta kullanılmadığı halde gerçeğe aykırı olarak bazı ürünlerin mutfakta kullanılmış gibi gösterilerek masraf kestiği, stok düzeltme kurallarına aykırı olarak ve kasten kasadan gerçek dışı iade işlemi yaptığınız “ diyerek davacının iş sözleşmesinin feshedildiğini, iddia edilen bu durumların asılsız olduğunu, müşteri odaklı çalışan davalı işyerinin müşteri odaklı olduğunu, o yüzden müşterinin beklememesi için onay işlemlerinin daha sonra yapıldığını ve stoktan düşüldüğünü, iş yerinde 30 dan fazla işçi çalıştığını, feshin geçersiz olduğunu iddia ederek;

feshin geçersizliğine, davacının işe iadesine, süresinde işe başlatılmaması halinde 4 aydan 8 aya kadar ücreti tutarında tazminatın ve kararın kesinleşmesine kadar çalıştırılmadığı süreler için 4 aylık ücret ve tüm haklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

B) Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili, davacının şirketin mağaza müdürü olduğundan ticari temsilci sıfatı olduğunu, işe iade davası hakkı olmadığını, işveren vekili anlamına geldiğinden iş güvencesi hükümlerinden yararlanmasının söz konusu olmadığını, şirketin soruşturma bölümü tarafından tespit edilen belge kayıtların kendisine sorularak savunması istenildiği, davacının yaptığı bu usulsüz işlemleri ikrar ettiğini, bu yaptığı işlemlerin kamera kayıtları ve belgelerle sabit olduğunu, feshin haklı nedene dayandığını savunarak davanın reddini talep etmiştir.

C) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece, usul hatası bulunan işlerin mutfakta kullanılan malzemelerin ya da 2 ürün alan müşterinin ürünlerinin aynı ürünmüş gibi kasadan yanlışlıkla geçirilmesi sonucu oluşan hatalara ilişkin tavzihlere ilişkin olduğu, davacının menfaatine bir işlem yaptığının belirlenemediği, ayrıca feshin geçerli sebebe dayandığının ispat yükü davalı tarafta olduğundan bu konuda bilirkişi incelemesine karar verildiği, 04/05/2016 günlü duruşmada davalı tarafa yüklenen ve sonuçları hatırlatılan gider avansı ödenmediğinden davalı taraf feshin geçerli sebebe dayandığını ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

D) Temyiz:

Kararı davalı vekili yasal süresi içinde temyiz etmiştir.

E) Gerekçe:

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) 114/g maddesinde gider avansı dava şartı olarak düzenlenmiştir.

6100 sayılı HMK 448.maddesine göre Bu Kanun hükümleri, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla derhâl uygulanır.”

450.maddesinde “(1) 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ek ve değişiklikleri ile birlikte tümüyle yürürlükten kaldırılmıştır.” düzenlemesi mevcuttur.

Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamanın devamı için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; dava şartları, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır.

HMK.’un 115/2 maddedeki kurala göre ise “Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder”.

Düzenleme gereğince, eksik olan bir dava şartı, belirli bir süre verilerek giderilebilecek ise, hakim tarafından eksikliğin giderilmesi için kesin süre verilmesi gerekir. Bu süre içinde dava şartı eksikliği tamamlanmaz ise dava, dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddedilmelidir.

HMK.’un 120. maddesinde gider avansı düzenlenmiştir. Buna göre “ Davacı, yargılama harçları ile her yıl Adalet Bakanlığınca çıkarılacak gider avansı tarifesinde belirlenecek olan tutarı, dava açarken mahkeme veznesine yatırmak zorundadır. Avansın yeterli olmadığının dava sırasında anlaşılması hâlinde, mahkemece, bu eksikliğin tamamlanması için davacıya iki haftalık kesin süre verilir ”.

30.09.2011 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Hukuk Muhakemeleri Kanunu Gider Avansı Tarifesinin 1. maddesinde tarifenin amacının dava açılırken mahkeme veznesine yatırılacak olan gider avansının miktarı ile avansın ödenmesine ilişkin usul ve esasları belirlemek olduğu açıklanmıştır. Tarifenin 6. maddesinde “Bu Tarifenin yürürlüğe girmesinden önce açılmış olan davalarda, tamamlanmış işlemleri etkilememek kaydıyla, Hukuk Muhakemeleri Kanununun 120. maddesinin ikinci fıkrasına göre gider avansı ikmal ettirilir.” düzenlemesi getirilmiştir.

Anılan düzenlemelerden ve dava şartı müessesesinden gider avansının davanın açılması sırasında alınmasının şart olmadığı, mahkemenin sonradan bu eksikliği kesin süre vererek ikmal ettirebileceği anlaşılmaktadır.

Davanın açıldığı tarihte eksik veya hiç gider alınmamış olsa bile gider avansı dava şartı olmakla hüküm verilinceye kadar ikmal ettirilebilir. İster gider avansı isterse tamamlama avansı olarak tanımlansın ikmal edilmesi gereken paranın hukuk yargılamasındaki nitelemesi dava şartı olarak gösterilen gider avansıdır. Gider avansının yatırılmaması veya ikmal edilmemesi halinde dava usulden reddedilecektir.

Ancak kanunun 324. maddesinde delil ikamesi avansı, 325.maddesinde ise re` sen yapılması gereken işlemlerde giderler düzenlenmiştir.

324.madde gereğince “Taraflardan her biri ikamesini talep ettiği delil için mahkemece belirlenen avansı, verilen kesin süre içinde yatırmak zorundadır. Taraflar birlikte aynı delilin ikamesini talep etmişlerse, gereken gideri yarı yarıya avans olarak öderler. Taraflardan birisi avans yükümlülüğünü yerine getirmezse, diğer taraf bu avansı yatırabilir. Aksi hâlde talep olunan delilin ikamesinden vazgeçilmiş sayılır. Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işler hakkındaki hükümler saklıdır”.

325.maddeye göre ise “ Tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyeceği dava ve işlerde, hâkim tarafından resen başvurulan deliller için gereken giderlerin, bir haftalık süre içinde taraflardan birisi veya belirtilecek oranda her ikisi tarafından ödenmesine karar verilir. Belirlenen süre içinde bu işlemlere ait giderleri karşılayacak miktarda avans yatırılmazsa, ileride bu gideri ödemesi gereken taraftan alınmak üzere Hazineden ödenmesine hükmedilir ”.

HMK.’un 120. maddesindeki gider avansı ile ilgili düzenlemenin 324. Maddedeki delil ikamesi için avans kuralı ile birlikte değerlendirilmesi ve dava şartı olan gider avansının delillerin ikamesi dışındaki yargılama giderleri için dikkate alınması gerekir. Dolayısı ile delil ikamesi için alınacak avans ile dava şartı olan gider avansının birbirinden ayrılması, delillerin ikamesi için alınacak avansın gider avansı içinde yer almaması zorunludur.

Tanık dinlenmesi, bilirkişi raporu alınması ve keşif gideri gibi delil ikamesine yönelik giderlerin gider avansı içinde değerlendirilmesi olanağı HMK.nın 324. maddesi düzenlemesi karşısında yoktur. Ayrıca delil ikamesi avansının da ispat külfetine göre taraflara yükletilmesi gerekir. Diğer yandan örneğin re` sen hesap raporu, teknik rapor vb. alınacaksa giderin 325. maddesi kapsamında değerlendirilmesi isabetli olacaktır.

Delil avansının yatırılmaması halinde ilgili taraf “ o “ delilden vazgeçmiş sayılarak mevcut delil durumuna göre karar verilmelidir.

Kesin süre müessesine gelince;

Davaların kısa zamanda sonuçlandırılması, adaletin bir an önce tecellisi için, taraflarca veya Mahkemelerce yapılması gereken bir kısım adli işlemler sürelere bağlanmıştır. Bu sürelerin bazılarını kanun bizzat belirlerken, bir kısmını işin özelliğine, tarafların durumlarına göre belirlenmesi için hakime bırakmıştır.

Kanuni süreler açıkça belirtilen ayrıcalıklar dışında kesindir. Bu nedenle kanunun tayin ettiği süreler hakim tarafından azaltıp çoğaltılamaz.

Hakimin belirlediği süreler ise kural olarak kesin değildir. Hakim tayin ettiği süreyi henüz dolmadan azaltıp çoğaltacağı gibi, süre geçtikten sonra da tarafın isteği üzerine yeni bir süre tanıma yoluna da gidebilir. Bu takdirde verilen ikinci süre kesindir. Ancak, hakim kendi belirlediği sürenin kesin olduğuna da karar verebilir. Kesin sürenin tayin edilmesi halinde, karşı taraf yararına usulü kazanılmış hak doğacağı da kuşkusuzdur.

Hemen belirtmek gerekir ki, ister kanun, isterse hakim tarafından tayin edilmiş olsun, kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesine yasal olanak yoktur. Böylece kesin sürenin kaçırılması; o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikle getirmekte, bazen davanın kaybedilmesine dahi neden olmaktadır.

Bu itibarla geciken adaletin de bir adaletsizlik olduğu düşüncesinden hareketle, davaların yok yere uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere konan kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, kesin süreye ilişkin ara kararı her türlü yanlış anlaşılmayı önleyecek biçimde açık ve eksiksiz yazılmalı, yapılacak işler teker teker belirtilmelidir. Bunun yanında verilen süre yeterli, emredilen işler, gerekli ve yapılabilir nitelik taşımalı, ayrıca hakim süreye uymamanın sonuçlarını açıkça anlatmalı, tarafları uyarmalıdır. Öte yandan, kesin süre tarafların yanında hakimi de bağlayacağından uyulmaması halinde gereği hakim tarafından hemen yerine getirilmelidir.

Somut uyuşmazlıkta,

Mahkemece 04.05.2016 tarihli oturumda; “ 2- Dosyanın resen seçilen bilirkişi Av. ……ve işletme bilirkişisi …‘ya tevdiine, yerinde inceleme yapılarak dosyadaki cd`de izlenip, feshin geçerli sebebe dayanıp dayanmadığının belirlenmesine, bilirkişilerin emek ve mesaisine karşılık 350,00 TL ücret takdirine, bilirkişi ücreti ve raporun taraflara tebliği için gereken giderin davacı tarafça karşılanmasına, 3- Davalı vekiline eksik 500,00 TL avansın yatırılması için iki hafta kesin süre verilmesine,( sonuçlar anlatıldı) “ şeklinde ara kararları oluşturulmuş ve,

“ 04/05/2016 günlü duruşmada davalı tarafa yüklenen ve sonuçları hatırlatılan gider avansı ödenmediğinden davalı taraf feshin geçerli sebebe dayandığını ispatlayamadığı “ gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Gerekçenin yazılış şekli itibarı ile “ kabulün “ gerekçesinin ispattan öte “davalı tarafa yüklenen ve sonuçları hatırlatılan gider avansının ödenmemesi“ olduğu anlaşılmaktadır.

İspata ilişkin gerekçede yeterli değildir.

Yukarıda açıklandığı üzere Mahkemece 3 nolu ara kararı ile davalı taraftan istenilen 500,00 TL. avansın delil avansı mı, yoksa gider avansı mı olduğu açıklanmadan süre verilmiştir.

Ara kararında “ kesin süre verildiği ve sonuçlarının hatırlatıldığı “ yazılmış ise de, sonuçların ne olduğu zapta yazılmamıştır. “ ( sonuçlar anlatıldı) “ şeklindeki bir açıklama, kesin sürenin sonuçlarının ne olduğunu açıklamaya yeterli değildir. Verilen kesin süre usule uygun olmayıp, hukuki sonuç doğuracak nitelikte değildir.

Mahkemece yapılacak iş davalı tarafa usulüne uygun şekilde kesin süre vermek ve dosyada mevcut deliller değerlendirilip, iddia ve savunmadan hangisine, ne sebeple üstünlük tanındığı tartışılıp, gerekçelendirilerek sonuca gitmektir.

Kabule göre de; CD. çözümünü yaptırmak yükümlülüğü davalı tarafa ait olduğu halde bilirkişi masraflarının “ davacı “ tarafa yükletilmesi hatalıdır.

Mahkemenin 04.05.2016 tarihli oturumunda ki 2 nolu ara kararında bilirkişiye “ feshin geçerli sebebe dayanıp dayanmadığının belirlenmesine” şeklinde bir görev yükletilmesi de, hukuki değerlendirme hakime ait olduğundan HMK.nın 266. maddesine aykırıdır.

F) SONUÇ:

Temyiz olunan kararın, yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, bozma sebebine göre esasa ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine 05.02.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi


YARGITAY 16. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/18710 Karar : 2018/262 Tarih : 26.01.2018

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Davacı, … Köyü çalışma alanında bulunan ve 1984 yılında yapılan kadastro sırasında tespit harici bırakılan taşınmaz hakkında kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanarak tescil istemiyle, 27.02.2012 tarihinde dava açmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın Kara Yolları Genel Müdürlüğü yönünden husumet yokluğu nedeniyle reddi ile fen bilirkişisinin raporunda (A) harfi ile gösterilen 18.532,10 metrekare alanın (B1) harfi ile gösterilen 3.499,30 metrekare alanın davacı … adına kayıt ve tesciline karar verilmiş; hüküm, davalı … vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Taraf koşulu, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 114/1-d maddesi gereğince dava şartı olup mahkemelerce re’sen gözetilmesi zorunludur (HMK 115/1). Somut olayda, 6360 sayılı Yasa’nın 30.03.2014 tarihinde yürürlüğe giren hükümleri uyarınca, Büyükşehir Belediyesi olan illere bağlı ilçelerin mülki sınırları içerisinde yer alan köy ve belde belediyelerinin tüzel kişiliği kaldırılmış, mahalle olarak, bağlı bulundukları ilçenin belediyesine katılmıştır. Mahkemece yasal hasım olan … Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın davaya dahil edilmesi gerektiği gözden kaçırılmıştır. Taraf teşkili tamamlanmadan esastan karar verilmesi isabetsizdir. Hal böyle olunca; mahkemece davanın … Büyükşehir Belediyesi’ne yönlendirilmesi için davacı yana olanak sağlanmalı, … Büyükşehir Belediyesi davaya dahil edilerek husumetin yaygınlaştırılması suretiyle taraf teşkili sağlanmalı, ayrıca yine davanın niteliği gereğince 4721 sayılı TMK’nın 713/4-5. maddelerinde belirtilen ve mahkemece yapılmadığı anlaşılan ilanların yapılarak itiraz süresi beklendikten sonra tarafların iddia ve savunmalarına ilişkin tüm deliller toplanıp değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmelidir. Mahkemece bu husus göz ardı edilerek yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsiz olup, temyiz itirazları açıklanan nedenlerle yerinde görüldüğünden kabulüyle hükmün BOZULMASINA, bu aşamada sair yönlerin incelenmesine yer olmadığına, 26.01.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/24940 Karar : 2018/1002 Tarih : 22.01.2018

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

A)Davacı isteminin özeti:

Davacı vekili, iş sözleşmesinin haklı neden olmaksızın feshedildiğini ve alacaklarının ödenmediğini beyanla kıdem ve ihbar tazminatı, bayram genel tatil, fazla mesai alacağı alacaklarının tahsilini talep etmiştir.

B)Davalıların cevaplarının özeti:

Davalı vekili, davacının müvekkil şirketten alacağı bulunmadığını beyanla davanın reddini talep etmiştir.

C)Yerel Mahkeme kararının özeti:

Mahkemece, fazla mesai ve bayrm çalışmaları için davacının kendi yaptığı çalışma saat ve sürelerini bilmesinin gerekmesi, çalışma sürelerinin taraflar arasında ihtilaflı olmayan ve ibraz edilen puantaj kayıtları ile belirli olması sebebiyle hesaplamada hakkaniyet indirimi yapılmasını gerektiren bir hâlin bulunmaması ve davacı tarafından bilinmesi gereken çıplak ücrete göre hesaplanmaları bu açıdan şartları bulunmadığı halde davanın, belirsiz alacak davası olarak açıldığı gerekçesiyle 6100 sayılı HMK.`un 114/I-h ve 115/II madde ve fıkraları uyarınca dava şartı yokluğu sebebiyle davanın usûlden reddine; kıdem ve ihbar tazminatı içi hizmet sözleşmesinin davalı işveren tarafından haklı nedenle feshedildiği gerekçesiyle ispatlanamayan davanın reddine karar verilmiştir.

D)Temyiz:

Karar süresi içinde davacı tarafından temyiz edilmiştir.

E)Gerekçe:

1-Dosyadaki yazılara toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni gerektirici sebeplere göre, davacının aşağıdaki bendin kapsamı dışındaki tüm temyiz itirazlarının reddine karar vermek gerekmiştir.

2-Taraflar arasında öncelikle çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için gerekli şartları taşıyıp taşımadığı noktasında toplanmaktadır.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Kanun’un 107. maddesiyle, mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu`nda yer almayan yeni bir dava türü olarak belirsiz alacak ve tespit davası kabul edilmiştir.

6100 sayılı Kanun`un 107. maddesine göre;

“(1)Davanın açıldığı tarihte alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin kendisinden beklenemeyeceği veya bunun imkânsız olduğu hâllerde, alacaklı, hukuki ilişkiyi ve asgari bir miktar ya da değeri belirtmek suretiyle belirsiz alacak davası Açabilir.

(2) Karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacı, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabilir.

(3) Ayrıca, kısmi eda davasının açılabildiği hâllerde, tespit davası da açılabilir ve bu durumda hukuki yararın var olduğu kabul edilir.”

Hükümet tasarısında yer almayan bu madde, Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu tarafından, esasen baştan miktar veya değeri tam tespit edilemeyen bir alacakla ilgili hak arama durumunda olan kişinin, hukuk sisteminde karşılaştığı güçlüklerin bertaraf edilerek hak arama özgürlüğü çerçevesinde mümkün olduğunca en geniş şekilde korunmasının sağlanması gerekçesi üzerinde durularak ihdas edilmiş ve nihayetinde kanunlaşmıştır.

Davanın belirsiz alacak davası türünde açılabilmesi için, davanın açıldığı tarih itibariyle uyuşmazlığa konu alacağın miktar veya değerinin tam ve kesin olarak davacı tarafça belirlenememesi gereklidir.

Madde gerekçesinde “Alacaklının bu tür bir dava açması için, dava açacağı miktar ya da değeri tam ve kesin olarak gerçekten belirlemesi mümkün olmamalı ya da bu objektif olarak imkansız olmalıdır. Açılacak davanın miktarı biliniyor yahut tespit edilebiliyorsa, böyle bir dava açılamaz. Çünkü, her davada arandığı gibi, burada da hukuki yarar aranacaktır, böyle bir durumda hukuki yararın bulunduğundan söz edilemez. Özellikle, kısmi davaya ilişkin yeni hükümler de dikkate alınıp birlikte değerlendirildiğinde, baştan tespiti mümkün olan hallerde bu yola başvurulması kabul edilemez” şeklindeki açıklamayla, alacağın belirli veya belirlenebilir nitelikte olması durumunda, belirsiz alacak davası açılarak bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmanın mümkün olmadığına işaret edilmiştir.

6100 sayılı Kanun`un 107/2. maddesinde, sorunun çözümünde yol gösterici mahiyette kriterlere yer verilmiştir. Anılan madde fıkrasında, karşı tarafın verdiği bilgi veya tahkikat sonucu alacağın miktarı veya değerinin tam ve kesin olarak belirlenebilmesinin mümkün olduğu anda davacının, iddianın genişletilmesi yasağına tabi olmaksızın davanın başında belirtmiş olduğu talebini artırabileceği hüküm altına alınmış, madde gerekçesinde de “karşı tarafın verdiği bilgiler ve sunduğu delillerle ya da delillerin incelenmesi ve tahkikat işlemleri sonucu (örneğin bilirkişi ya da keşif incelemesi sonucu)” belirlenebilme hali açıklanmıştır.

Davacının alacağının miktar veya değerini belirleyebilmesi için elinde bulunması gerekli bilgi ve belgelere sahip olmaması, bu belgelere dava açma hazırlığı döneminde ulaşmasının da (gerçekten) mümkün olmaması ve dolayısıyla alacağın miktarının belirlenmesinin karşı tarafın elinde bulunan bilgi ve belgelerin sunulmasıyla mümkün hale geleceği durumlarda alacak belirsiz kabul edilmelidir.

Sırf taraflar arasında alacak miktarı bakımından uyuşmazlık bulunması, talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olması anlamına gelmez. Önemli olan objektif olarak talep sonucunun belirlenmesinin davacıdan beklenemeyecek olmasıdır (H. Pekcanıtez, Belirsiz Alacak Davası, Ankara 2011, s. 45; H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 448). Sadece alacak miktarında taraflar arasında uyuşmazlık bulunması ya da miktarın tartışmalı olmasının belirsiz alacak davası açılması için yeterli sayılması halinde, neredeyse tüm davaların belirsiz alacak davası olarak kabulü gerekir ki, bu da kanunun amacına aykırıdır. Çünkü, zaten uyuşmazlık bulunduğu için dava açılmakta ve uyuşmazlık mahkeme önüne gelmektedir. Önemli olan davacının talebini belirli kılacak imkana sahip olup olmadığıdır. Burada, alacağın belirlenebilir olması ile ispat edilebilirliğinin de ayrıca değerlendirilmesi gerektiği unutulmamalıdır. Davacının talep ettiği alacağı belirlemesi objektif olarak mümkün, ancak belirleyebildiği alacağını ispat etmesi, kanunun öngördüğü şekilde (elindeki delillerle) mümkün değilse, burada da belirsiz alacak davası açılacağından söz edilemez. Çünkü, bir alacağın belirlenmesi ile onun ispatı ayrı şeylerdir. Davacı, talep konusu yaptığı alacağını çok net şekilde belirleyebilir, ancak her zaman onu ispat edecek durumda olmayabilir. Aksinin kabulü, her ispat güçlüğü olan alacağı belirsiz alacağa dönüştürmek gibi, hem kanunun amacına hem de genel ilkelere aykırı bir durumu ortaya çıkartabilir.

Alacağın miktarının belirlenebilmesinin, tahkikat aşamasında yapılacak delillerin incelenmesi, bilirkişi incelemesi veya keşif gibi sair işlemlerin yapılmasına bağlı olduğu durumlarda da belirsiz alacak davası açılabileceği kabul edilmelidir. Ne var ki, bir davada bilirkişi incelemesine gidilmesi belirsiz alacak davasının açılabilmesi için yeterli değildir. Bir davada bilirkişiye başvurulmasına rağmen davacı dava açarken alacak miktarını belirleyebiliyorsa, belirsiz alacak davası açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 225).

Kategorik olarak, belirli bir tür davanın veya belirli kişilerin açtığı davaların baştan belirlenebilir veya belirsiz alacak davası olduğundan da söz edilemez. Her bir davaya konu alacak bakımından, belirsiz alacak davasına ilişkin ölçütlerin somut olaya uygulanarak, belirleme yapılması gereklidir.

Hakime alacak miktarının tayin ve tespitinde takdir yetkisi tanındığı hallerde (Örn: 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu md 50, 51, 56), hakimin kullanacağı takdir yetkisi sonucu alacak belirli hale gelebileceğinden, davacının davanın açıldığı tarih itibariyle alacağın miktarını yahut değerini tam ve kesin olarak belirleyebilmesinin imkansız olduğu kabul edilmelidir. Örneğin, iş hukuku uygulamasında, Yargıtayca, fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının yazılı belgelere ve işyeri kayıtlarına dayanmayıp, tanık anlatımlarına dayanması halinde, hesaba esas alınan süre ve alacağın miktarı nazara alınarak takdir edilecek uygun oranda takdiri indirim yapılması gerekliliği kabul edilmektedir. Bu halde, tanık anlatımlarına dayanılarak hesaplanan alacak miktarından hakimin takdir yetkisine bağlı olarak yapılacak indirim oranı baştan belirli olmadığından, alacak belirsiz kabul edilmelidir.

6100 sayılı Kanun ile birlikte, yukarıda belirtilen çerçevede belirsiz alacak davası açma imkanı tanınarak, belirsiz alacaklar bakımından hak arama özgürlüğü genişletilmiş; bununla bağlantılı olarak da hukuki yarar bulunmadan kısmi dava açma imkanı sınırlandırılmakla birlikte, tamamen kaldırılmamıştır.

Kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirlenebilir alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin 6100 sayılı Kanun`un 109. maddesindeki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, anılan maddeyle kısmi davaya ilişkin düzenleme yapıldığı düşünülerek ve Kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir.

Bu noktada şu da açıklığa kavuşturulmalıdır ki, şartları bulunmadığı halde dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı durumda davacıya herhangi bir süre verilmeden hukuki yarar yokluğundan davanın reddi yoluna gidilmelidir. Çünkü, alacağın belirlenebilmesi mümkün iken, böyle bir davanın açılmasına Kanun izin vermemiştir. Böyle bir durumda, belirsiz alacak davası açmakta hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmeli, ek bir süre verilmemelidir. Zira, burada talep açıktır, bu sebeple 6100 sayılı Kanun’un 119/1-ğ maddesinin uygulanarak süre verilmesi mümkün değildir. Aslında açılmaması gerektiği halde belirsiz alacak davası açılmış olduğundan, bu konudaki eksiklik de süre verilerek tamamlanamayacağından, dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmelidir. Buradaki hukuki yarar, sonradan tamamlanacak nitelikte bir hukuki yarar değildir. Çünkü, dava açıldığında o sırada mevcut olmayan hukuki yarar, bunun da açıkça mahkemece bilindiği bir durumda, tamamlanacak bir hukuki yarar değildir. Aksinin kabulü, aslında açık olan talep sonucunun süre verilerek davacı tarafından değiştirilmesi ve bulunmayan hukuki yararın sağlanması için davacıya ek imkan sağlanması anlamına gelecektir ki, buna usûl bakımından imkan yoktur. Böyle bir durum taraflar arasındaki eşitlik ilkesine de aykırı olacaktır (H. Pekcanıtez/O. Atalay/M. Özekes, Medeni Usul Hukuku, 14. Bası, Ankara 2013, s. 454). Bunun yanında, şayet açılan davada asgari bir miktar gösterilmişse ve bunun alacağın bir bölümü olduğu anlaşılmakla birlikte, belirsiz alacak davası mı yoksa belirli alacak olmakla birlikte kısmi dava mı olduğu anlaşılamıyorsa, bu durumda 6100 sayılı Kanun’un 119/1-ğ maddesinin aradığı şekilde açıkça talep sonucu belirtilmemiş olacaktır. Talep, talep türü ve davanın niteliği açıkça anlaşılamıyorsa, talep muğlaksa, aynı Kanun`un 119/2 maddesi gereğince, davacıya bir haftalık kesin süre verilerek talebinin belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunun belirtilmesi istenmelidir. Verilen bu süreden sonra, davacının talebini açıklamasına göre bir yol izlenmelidir. Eğer talep, davacı tarafından belirsiz alacak davası şeklinde açıklanmış olmakla birlikte, gerçekte belirsiz alacak davası şartlarını taşımıyorsa, o zaman yukarıdaki şekilde hareket edilmeli, hukuki yarar yokluğundan dava reddedilmelidir. Açıklamadan sonra talep belirsiz alacak davası şartlarını taşıyorsa, bu davanın sonuçlarına göre, talep kısmi davanın şartlarını taşıyorsa da kısmi davanın sonuçlarına göre dava yürütülerek karar verilmelidir (Dairemizin 31.12.2012 tarih 2012/30463 esas 2012/30091 karar sayılı kararı).

Tüm bu açıklamalar sonucunda şunu belirtmek gerekir ki, iş hukukundan kaynaklanan alacaklar bakımından baştan belirli veya belirsiz alacak davası şeklinde belirleme yapmak kural olarak doğru ve mümkün değildir. Bu sebeple iş hukukunda da belirsiz alacak davasının açılabilmesi, bu davanın açılması için gerekli şartların varlığına bağlıdır. Eğer bu şartlar varsa, iş hukukunda da belirsiz alacak davası açılabilir, yoksa açılamaz (C. Simil, Belirsiz Alacak Davası, I. Bası, İstanbul 2013, s. 414). Keza aynı şey kısmi dava için de söz konusudur.

Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgular ışığında olmak üzere, somut olayda, davacının ulusal bayram ve genel tatil ve fazla çalışma alacakları belirsiz alacak olarak nitelendirilmiştir. Davacı dava açarken davalının elindeki belgelere delil niteliğinde dayanmış durumda değildir, taleplerini tanık anlatımları ile ispatlayacağını belirtmiş olup tanık beyanları ile hesaplanması durumunda çalışmalarını belirleyebilmekte ise de mahkemenin hesaplanan miktardan hangi oranda takdiri indirim yapacağını bilebilecek durumda olmadığından dairemizin uygulamasına göre bu gibi durumlarda belirsiz alacak davasının açılabilmesi mümkündür . Bu sebeple talep edilen ulusal bayram ve genel tatil ve fazla çalışma alacaklarının esasa girilerek karar verilmesi gerekmekte olup mahkemece hatalı değerlendirme ile hukuki yarar yokluğu nedeni ile reddi bozmayı gerektirmektedir.

2- Davanın belirsiz alacak davası olarak açıldığı şüphesizdir. Uyuşmazlık konusu kıdem ve ihbar tazminatı alacakları bakımından, talep içeriğinden açıkça anlaşıldığı üzere, davacı çalışma süresini, en son ödenen ücreti, alması gerektiğini iddia ettiği aylık ücret miktarını belirleyebilmektedir. Bu halde dava konusu talepler belirsiz alacak davasına konu edilemez. Dava konusu edilen alacakların gerçekte belirlenebilir alacak olmaları ve belirsiz alacak davasına konu edilemeyecekleri anlaşılmakla, hukuki yarar yokluğundan davanın reddi gerekirken yazılı şekilde esasa girilerek karar verilmesi hatalı olup, bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebepten BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 22.01.2018 gününde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/461 Karar : 2018/252 Tarih : 18.01.2018

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Davacılar … A.Ş. ve arkadaşları vekili 09.01.2009 günlü dilekçe ile…beldesi 1 ada 54 sayılı parselin 4127 sayılı Kanun ile değişik 2924 sayılı Kanunun 11 ve 12. maddeleri gereğince hak sahibi olarak belirlenen …e satıldığını, Nihat’ında … A.Ş.’ye sattığını, imar uygulaması üzerine 1 ada 63 parselde şuyulandırıldığını, Hazine tarafından açılan dava üzerine … Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/52-2006/178 sayılı kararıyla bilirkişi rapor ve krokisinde (A), (B), (C), (D) harfleri ile gösterilen 10249 m2, (E) ve (F) harfleri ile gösterilen 6.517 m2 bölümlerinin eylemli orman olduğu gerekçesiyle tapu kaydının iptaline ve Hazine adına orman niteliği ile tesciline karar verildiğini, 1 ada 63 parselin tapusu iptal edilen 15.990 m2 yüzöçümlü kesiminin 1 ada 54 parselde kaldığını, 1 ada 54 parsel sayılı 77.283,50 m2 yüzölçümlü taşınmazın davalılardan …tarafından 51.035.000.000.-ETL bedelle … A.Ş.’ye satıldığını, 1 ada 54 parselin eylemli orman olarak tapusu iptal edilen kesiminin 15.990 m2’sinin satış bedelinin 10.559.170.000.-ETL (Eski Türk Lirası) olduğunu, anılan miktarın denkleştirici adalet kuralı gereğince dava tarihindeki değerine hükmedilmesi gerektiğini belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı tutup şimdilik 7.500,00.-TL tazminatın yasal faiziyle birlikte davalılar Orman Yönetimi, Hazine, Çevre ve Orman Bakanlığı ile …`den müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesi istemiyle dava açmıştır. Daha sonra 03.07.2009 tarihli ıslah dilekçesiyle toplam 185.000.-TL tazminatın yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Birleşen davanın davacısı … vekili 17.02.2009 tarihli dilekçe ile müvekkilinin ….Beldesi 1 ada 54 sayılı parseli 4127 sayılı Kanun ile değişik 2924 sayılı Kanunun 11 ve 12. maddeleri gereğince hak sahibi olarak 10.08.l998 tarihinde 40.960.255.000.-TL bedel ile Orköy’den satın aldığını, 30.09.2008 tarihinde 51.035.000.000.-TL bedelle …Sigorta A.Ş’ye sattığını, imar uygulamasıyla 1 ada 63 parsel numarasını aldığını, Hazine tarafından açılan dava üzerine …Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/52-2006/178 sayılı kararıyla bilirkişi rapor ve krokisinde (A), (B), (C), (D) harfleri ile gösterilen 10249 m2, (E) ve (F) ile gösterilen 6.517 m2 bölümlerinin eylemli orman olduğu gerekçesiyle tapu kaydının iptaline ve Hazine adına orman niteliği ile tesciline karar verildiğini, 1 ada 63 parselin tapusu iptal edilen 15.990 m2 yüzöçümlü kesiminin 1 ada 54 parselde kaldığını, 1 ada 63 parselin tapu malikleri tarafından sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca tazminat davası açıldığını, Ümraniye 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2009/16 Esasında devam ettiğini, bu sebeple müvekkilininde tazminat davası açmak zorunda kaldığını belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı tutup şimdilik 7.500,00.-TL`sinin davalılar Hazine, Orman Yönetimi, Çevre ve Orman Bakanlığından müteselsilen alınarak yasal faiziyle birlikte tahsiline karar verilmesi istemiyle dava açmıştır. Daha sonra 03.07.2009 tarihli ıslah dilekçesiyle toplam 150.000.-TL tazminatın yasal faiziyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Mahkemece davalar birleştirildikten sonra; asıl ve birleşen davaların asıl sebebinin Orköy’ün hizmet kusuru olduğu, Çevre ve Orman (Orman ve Su İşleri ) Bakanlığı ile Orman Genel Müdürlüğü aleyhine açılan davaların hizmet kusurundan kaynaklandığından idare mahkemesinin görevli olduğu, asıl ve birleşen davada sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca denkleştirici adalet ilkesi nazara alınarak belirlenen tazminata hükmedilmesi gerektiği gerekçesiyle 146.306,35.-TL’nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte davalılar … ve Hazine’den müteselsilen alınarak asıl davanın davacılarına verilmesine, 124.384,46.-TL tazminatın birleşen davanın dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte Hazine’den alınarak …`e verilmesine, Çevre ve Orman (Orman ve Su İşleri ) Bakanlığı ile Orman Genel Müdürlüğü aleyhine açılan davaların görev yönünden reddine karar verilmiş, hükmün Orman Yönetimi, Çevre ve Orman Bakanlığı ile Hazine vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairenin 10.04.2012 gün 2011/10285 E. - 2012/5515 K. sayılı ilâmıyla Orman Genel Müdürlüğü ile Orman ve Su İşleri Bakanlığının temyiz itirazlarının reddine, davalı Hazinenin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün bozulmasına karar verilmiş, süresi içinde asıl ve birleşen davanın davacıları vekili ile davalılardan Orman Yönetimi vekili tarafından kararın düzeltilmesi istenilmiştir.

Düzeltilmesi istenilen Ret-Bozma kararında özetle; “1- Orman Genel Müdürlüğü ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı görevlilerinin eylem ve işlemleri nedeniyle doğan zararın tazmini için açılan davada idare mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle, Orman Genel Müdürlüğü ile Orman ve Su İşleri Bakanlığının davalarının yargı yolu görevsizliği nedeniyle reddine karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığı, Orman Genel Müdürlüğünün satıcının zapta karşı tekeffülü hükümlerine ve Medeni Kanunun 1007. maddesi hükmüne göre açılan tazminat davasında davalı sıfatının olmadığı gözetilerek, Orman Genel Müdürlüğü ile Orman ve Su İşleri Bakanlığının temyiz itirazlarının reddine,

2- Davalı Hazinenin temyiz itirazları yönünden ise birden fazla kişinin davalı sıfatı taşıması veya bir borç nedeniyle birlikte sorumlu olmaları ya da hepsinin müteselsil olarak bir borç ve zarardan sorumlu olmaları ancak, sözleşmeye, kanun hükmüne ve haksız fiile dayanabileceği, böyle bir durum yoksa, birden fazla kişinin birlikte müteselsil olarak sorumlu olduklarına hükmedilemeyeceği, davacı şirketler yönünden davalı …in Borçlar Kanununun 189 ve devamı maddelerinde düzenlenen satıcının zapta karşı tekeffül hükümlerine göre sorumlu olduğu, Hazinenin ise Medeni Kanunun 1007. maddesi gereğince tapu sicilinin tutulması nedeniyle sorumlu olduğu, tazminat alacağının farklı nedenlerden kaynaklandığı için, Hazine ve …in davacı şirketlerin zararlarından müteselsil olarak sorumlu olduğuna karar verilemeyeceği gibi, Hazinenin hem davacı şirketlere hem de davalı ve karşı davacı …e aynı anda tazminat ödemeye mahkum edilemeyeceği, mahkemece, davalı …in zapta karşı tekeffül hükümlerine göre sorumlu olup olmadığı araştırılarak, sorumluluğu var ise tapu maliki şirketlerin zararının bu kişiden alınarak davacı şirketlere verilmesine, …’in ödemesine karar verilen zararın miktarına, alım satım işlemi nedeniyle ödedikleri ve edindiklerine göre tapu sicilinin tutulması nedeniyle oluşan zararı söz konusu ise bu miktarın Hazineden alınarak davalı ve karşı davacı … e ödemesine karar verilmesi gerekirken, kendi içinde çelişecek ve infazı mümkün olmayacak biçimde, tapu maliki davacı şirketlerin tapu kayıtlarının iptali nedeniyle oluşan zararlarının … ve Hazineden müteselsilen alınıp, davacı şirketlere verilmesine ve …in muhtemel zararının da Hazineden alınarak …e verilmesine hükmedilmesinin doğru olmadığı, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 gün ve 2010/13-618 E. - 2010/668 K. sayılı kararında değinildiği gibi, sözleşmeden doğan bir ilişkinin bulunduğu hallerde sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanamayacağı, bu halde Borçlar Kanunun 189 ve devamı maddelerinde düzenlenen satıcının zapta karşı tekeffül hükümlerinin uygulanması gerektiği, somut olayda; kayden satılan taşınmazın, davacı alıcıya teslim edildiği, üçüncü kişinin (Orman Yönetimi ve Hazinenin) zaptı sağlayacak bir aynî hakkının bulunduğu ve bu hakkın mahkeme kararıyla da tespit edildiği, ayrıca bu hakkın satım sözleşmesinin kurulmasından önce ve kurulması sırasında da mevcut olduğu, bu hakkın varlığının gerek satıcı davalı, gerekse alıcı davacı tarafından bilinmediği, böylece borçlunun tekeffülünün şartlarının somut olayda gerçekleştiği, Borçlar Kanununun 190/3. maddesi gereğince, satıcı, dava kendisine ihbar edilseydi ne derece elverişli bir sonuç sağlayacak olduğunu kanıtladığı oranda sorumluluktan kurtulacağı, ihbarın yapılmaması halinde, alıcının haklarının tamamen ortadan kalkmadığı, ancak satıcı daha elverişli sonuç alınacağını ispat ettiği takdirde ve oranda alıcının bu hakları kaybedeceği, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 29.09.2010 gün ve 2010/14-386 E. - 2010/427 K. sayılı kararında belirtildiği gibi, bir sözleşmenin başlangıçta geçerli olarak kurulmasına rağmen daha sonra ortaya çıkan nedenler dolayısı ile imkansız hale gelmesi durumunda, davacı gerçek ve güncel müspet zararını talep edebileceği, gerçek zararın hesabında ilkenin; zarar doğurucu eylem, zarar görenin malvarlığında ne miktarda bir azalmaya neden olmuş ise, zarar verenin tazminat borcunun da, o miktarda olacağı, öyle ise, oluşan gerçek zarar ne kadarsa, tazminatın da o kadar olacağı, tapu işlemlerinin kadastro tespit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan TMK`nın 1007. maddesi anlamında Devletin sorumlu olduğu, burada Devletin sorumluluğunun kusursuz sorumluluk olduğu, davanın niteliğine göre tazminat miktarı belirlenirken, öncelikli konunun, tapusu iptal edilen gayrimenkulün niteliğinin ve değerinin hesaplanması olup, arazi niteliğindeki taşınmazlarda, başka deyişle tarım alanlarında net gelir esas alınarak, arsa niteliğindeki taşınmazlar için ise emsal karşılaştırması yapılarak değer belirlenmesi gerektiği, ancak mahkemece tapusu iptal edilen taşınmazın bulunduğu yerin arsa mı yoksa arazi mi olduğu konusunda yöntemine uygun araştırma yapılmadığı, bu sebeple çekişmeli taşınmazın tapu iptali ve tescil davasının kesinleştiği tarih itibariyle arsa veya arazi mi olduğu yöntemine uygun olarak araştırılıp , yeniden oluşturulacak bilirkişi kurulu vasıtasıyla keşif yapılarak, arsa ise emsal kıyaslaması yoluyla arazi ise net zirai gelir yöntemiyle tazminatın belirlenmesi, sonucuna göre karar verilmesi” gerektiği belirtilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; 1996 yılında yapılan kullanım kadastrosu sırasında Ümraniye Ömerli köyü 1 ada 54 parsel sayılı 77.283,50 m2 yüzölçümündeki taşınmazın 09.09.1996 tarih 1568 sayfa numaralı tapu kaydı uygulanarak 6831 sayılı Kanunun 2/B madde uygulaması ile orman rejimi dışına çıkarıldığından söz edilerek Mipaş A.Ş’nin zilyetliğinde olduğu kütüğün beyanlar hanesine yazılmak suretiyle ve tarla niteliği ile Hazine adına tespit ve tescil edildiği, ORKÖY tarafından 10.08.1998 tarihinde 40.960.255.000.-ETL bedelle …’e satıldığı, 10.09.1998 tarihinde anılan kişi adına tapuda tescil işleminin yapıldığı,…`ında 30.09.1998 tarihinde 51.035.000.000.-ETL bedelle …Sigorta A.Ş’ye satış yoluyla devrettiği, 14.06.2000 tarihinde yapılan imar uygulaması ile 83.418,97m2 yüzölçümündeki 1 ada 63 parselde şuyulandırıldığı, 1996 yılında yapılan kullanım kadastrosu sırasında … köyü 1 ada 55 parsel sayılı 3.943,54 m2 yüzölçümündeki taşınmazın, 09.09.1996 tarih 1568 sayfa numaralı tapu kaydı uygulanarak 6831 sayılı Kanunun 2/B madde uygulaması ile orman rejimi dışına çıkarıldığından söz edilerek … A.Ş’nin zilyetliğinde olduğu kütüğün beyanlar hanesine yazılarak tarla niteliği ile Hazine adına tespit edildiği, … tarafından 10.08.1998 tarihinde …’e satıldığı, 10.09.1998 tarihinde tapuya tescil edildiği, ondan da 05.10.1998 tarihinde yapılan satış yoluyla … Yapı Endüstrüsü Tic. A.Ş’ye geçtiği, 14.06.2000 tarihinde yapılan imar uygulaması ile 1 ada 63 parselde şuyulandırıldığı, 1 ada 63 parsel sayılı 83.418,97m2 yüzöçümündeki taşınmazın arsa niteliği ile Mipaş Mümessillik İth. İhr. Paz. A.Ş., … A.Ş., … Yapı Endüstri ve Tic. A.Ş., … İnş. Proje Yönetim A.Ş. ve İş-… Turizm Ormancılık Madencilik İnş. Taah. Tic A.Ş. adlarına paylı mülkiyet üzere kayıtlı olduğu, daha sonra 15.11.2002 tarihinde 2.185,37m2 yüzöçümlü kesiminin terkin edilerek dava dışı parsele gittiği, Hazine tarafından açılan dava üzerine … Asliye Hukuk Mahkemesinin 2004/52-2006/178 sayılı kararıyla 1 ada 63 parsel sayılı taşınmazın 1942 yılında ilan edilerek kesinleşen orman sınırları içinde kaldığı, daha sonra Hazine adına orman sınırları dışına çıkarıldığı, toplam 16.766m2 yüzölçümlü kesiminin 2/B uygulaması sırasında ve halen eylemli orman olduğu gerekçesiyle tapu kaydının iptaline, orman niteliği ile Hazine adına tapuya tesciline karar verildiği, temyiz incelemesinden geçerek 04.07.2008 tarihinde kesinleştiği, anılan ilamın 21.08.2008 tarihinde infaz edilmesi üzerine 1 ada 63 parselin, 1 ada 77 ve 78 parsellere ayrıldığı, 1 ada 77 ve 78 parsel sayılı sırasıyla 61.309,53 m2-3.158,07 m2 yüzölçümlü taşınmazların davacı şirketler adlarına paylı mülkiyet üzere kayıtlı oldukları, asıl davanın 09.01.2009 tarihinde birleşen davanın ise 17.02.2009 tarihinde açıldıkları anlaşılmaktadır.

Dairenin bozma kararında asıl davada davalı … …in, davacılara karşı ayıba karşı tekeffül hükümleri uyarınca sorumlu olduğu belirtilmiş ise de … 1 ada 54 parseli davacılardan …A.Ş.`ye satış yoluyla temlik etmiş olup, diğer davacılarla arasında sözleşme ilişkisi bulunmamaktadır. Bu sebeple …6098 sayılı TBK’nun 214 ve devamı (mülga BK’nın 189 ve devamı) maddeleri uyarınca sadece davacılardan …A.Ş yönünden ayıba karşı tekeffül hükümleri uyarınca sorumludur.

Bundan ayrı bozma kararında birden fazla kişinin davalı sıfatı taşıması veya bir borç nedeniyle birlikte sorumlu olmaları ya da hepsinin müteselsil olarak bir borç ve zarardan sorumlu olmaları ancak, sözleşmeye, yasa hükmüne ve haksız fiile dayanabileceği, böyle bir durum yoksa, birden fazla kişinin birlikte müteselsil olarak sorumlu olduklarına hükmedilemeyeceği, davacı şirketler yönünden davalı …in Borçlar Kanununun 189 ve devamı maddelerinde düzenlenen satıcının zapta karşı tekeffül hükümlerine göre sorumlu olduğu, Hazinenin ise Medeni Kanunun 1007. maddesi gereğince tapu sicilinin tutulması nedeniyle sorumlu olduğu, tazminat alacağının farklı nedenlerden kaynaklandığı için, Hazine ve …`in davacı şirketlerin zararlarından müteselsil olarak sorumlu olduğuna karar verilemeyeceği belirtilmiş ise de 6098 sayılı TBK’nun 61. maddesinde “ Birden çok kişi birlikte bir zarara sebebiyet verdikleri veya aynı zarardan çeşitli sebeplerden dolayı sorumlu oldukları takdirde, haklarında müteselsil sorumluluğa ilişkin hükümler uygulanır.” hükmüne yer verilmiştir.

Anılan yasal düzenleme karşısında davacılardan … A.Ş.’nin, TBK’nın 214 ve devamı maddeleri uyarınca zapta karşı tekeffül hükümleri gereğince ….’den ve TMK’nun 1007.maddesi uyarınca Hazine’den tazminat isteme hakkı bulunmakta olup, …A.Ş’nin zararından Hazine ve … TBK’nun 61.maddesi uyarınca müteselsilen sorumludur. …A.Ş. dışındaki tapu malikleri ile davalı … Ergüder arasında sözleşme ilişkisi bulunmadığından …A.Ş. dışındaki tüm davacıların TMK`nın 1007.maddesi uyarınca sadece Hazineden tazminat isteme hakları bulunmaktadır.

Yine birleşen davanın davacısı …’in ise TMK’nın 1007. maddesi uyarınca Hazineden tazminat isteme hakkı bulunmakta ise de henüz …A.Ş’ye ödeme yapmamıştır.

6100 sayılı HMK`nın 114/h ve 115. maddeleri gereğince davacının dava açmakta hukuki yararının bulunması dava şartlarından olup, istek olmaksızın resen gözetileceği açıktır.

O halde birleşen dava yönünden HMK’nın 114/h ve 115. maddeleri uyarınca davacının dava tarihi itibariyle dava açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı yönünde değerlendirme yapılmadan karar verilmesi de doğru değildir.

Diğer taraftan davacılar ile Orman Genel Müdürlüğü (Orman Yönetimi), Çevre ve Orman Bakanlığı arasında sözleşme ilişkisi bulunmadığı gibi TMK’nın 1007. maddesi uyarınca açılan tazminat davalarında da yasal hasım Hazine olduğundan Orman Genel Müdürlüğü (Orman Yönetimi) ile Çevre ve Orman Bakanlığının eldeki davalarda pasif taraf sıfatı bulunmamaktadır. Bilindiği üzere taraf sıfatı 6100 sayılı HMK’nın 114/1-d bendi maddesi uyarınca dava şartı olup, mahkemece istek olmaksızın gözetilmesi gereken usul kurallarındandır. Mahkemece davada pasif taraf sıfatı bulunmayan Orman Genel Müdürlüğü ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı hakkında açılan davanın 6100 sayılı HMK`nun 114/1-d ve 115/2 maddeleri uyarınca pasif taraf sıfatı yokluğu yönünden usulden reddine karar verilmesi gerekirken açıklanan bu hususlar gözetilmeksizin …’ün hizmet kusuru sebebiyle idare mahkemesinin görevli olduğu gerekçesiyle Çevre ve Orman (Orman ve Su İşleri ) Bakanlığı ile Orman Genel Müdürlüğü aleyhine açılan davaların yargı yolu yönünden görevsizlik kararı verilmesi de doğru değildir.

Hal böyle olunca asıl dava ve birleşen davada Orman Genel Müdürlüğü (Orman Yönetimi) ile Çevre ve Orman Bakanlığı aleyhine açılan davaların HMK’nun 114/1-d ve 115/2 maddeleri uyarınca pasif taraf sıfatı yokluğu yönünden usulden reddine karar verilmesi, asıl dava yönünden davacılardan …A.Ş.’nin, TBK’nın 214 ve devamı maddeleri uyarınca zapta karşı tekeffül hükümleri gereğince davalı-birleşen davanın davacısı …‘den ve TMK’nın 1007. maddesi uyarınca Hazine’den tazminat isteme hakkı bulunduğu, …A.Ş’nin zararından Hazine ve …‘in TBK’nın 61. maddesi uyarınca müteselsilen sorumlu oldukları, …A.Ş dışındaki tapu malikleri ile davalı … Ergüder arasında sözleşme ilişkisi bulunmadığından …A.Ş. dışındaki tüm davacıların TMK`nın 1007.maddesi uyarınca sadece Hazineden tazminat isteme haklarının bulunduğu, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2010 gün ve 2010/13-618 E., 2010/668 K. sayılı kararında değinildiği gibi, sözleşmeden doğan bir ilişkinin bulunduğu hallerde sebepsiz zenginleşme hükümlerinin uygulanamayacağı, bu halde Türk Borçlar Kanununun 214 ve devamı maddelerinde düzenlenen satıcının zapta (ayıba) karşı tekeffül hükümlerinin uygulanması gerektiği, somut olayda; kayden satılan taşınmazın, alıcı …A.Ş’ye teslim edildiği, üçüncü kişinin (Orman Yönetimi ve Hazinenin) zaptı sağlayacak bir aynî hakkının bulunduğu ve bu hakkın mahkeme kararıyla da tespit edildiği, ayrıca bu hakkın satım sözleşmesinin kurulmasından önce ve kurulması sırasında da mevcut olduğu, bu hakkın varlığının gerek satıcı gerekse alıcı tarafından bilinmediği, böylece borçlunun tekeffülünün şartlarının somut olayda gerçekleştiği, satıcı …’in dava kendisine ihbar edilseydi ne derece elverişli bir sonuç sağlayacak olduğunu kanıtladığı oranda sorumluluktan kurtulacağı, ihbarın yapılmaması halinde, alıcının haklarının tamamen ortadan kalkmadığı, ancak satıcı daha elverişli sonuç alınacağını ispat ettiği takdirde ve oranda alıcının bu hakları kaybedeceği, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 29.09.2010 gün ve 2010/14-386 E. - 2010/427 K. sayılı kararında belirtildiği gibi, bir sözleşmenin başlangıçta geçerli olarak kurulmasına rağmen daha sonra ortaya çıkan nedenler dolayısı ile imkansız hale gelmesi durumunda, davacı … A.Ş.’nin gerçek ve güncel müspet zararını talep edebileceği, gerçek zararın hesabında ilkenin; zarar doğurucu eylem, zarar görenin malvarlığında ne miktarda bir azalmaya neden olmuş ise, zarar verenin tazminat borcunun da, o miktarda olacağı, öyle ise, oluşan gerçek zarar ne kadarsa, tazminatın da o kadar olacağı, tapu işlemlerinin ise kadastro tespit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, TMK’nın 1007. maddesi anlamında Devletin kusursuz sorumlu olduğu, TMK’nın 1007. maddesinden kaynaklanan tazminat davalarında tapunun iptaline ilişkin mahkeme kararının kesinleştiği tarih itibariyle taşınmazın niteliğinin ve değerinin hesaplanması gerektiği, arazi niteliğindeki taşınmazlarda, başka deyişle tarım alanlarında net gelir esas alınarak, arsa niteliğindeki taşınmazlar için ise, emsal karşılaştırması yapılarak tazminatın tespit edileceği gözetilerek çekişmeli taşınmazın tapu iptali ve tescil davasının kesinleştiği tarih itibariyle Bakanlar Kurulunun Yargıtay tarafından benimsenen 28.02.1983 gün ve 1983/6122 sayılı kararı ve Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük

Genel Kurulunun 17.04.1998 gün ve 1996/3-1998/1 sayılı kararı uyarınca arsa vasfında olup olmadığının araştırılıp yeniden oluşturulacak bilirkişi kurulu huzuruyla keşif yapılarak, arsa ise emsal incelemesi ve kıyaslaması yoluyla arazi ise net zirai gelir yöntemiyle tapu iptali ve tescile ilişkin hükmün kesinleştiği tarih itibariyle gerçek değeri tespit edilip sonucuna göre ilk kararı davacılar temyiz etmediklerinden davalı Hazine yararına oluşan usuli kazanılmış hak ilkesi de dikkate alınarak bir karar verilmesi gerekmektedir.

Açıklanan bu hususlar karar düzeltme isteği üzerine yeniden yapılan inceleme sonucu anlaşıldığından, Dairenin maddi yanılgıya dayalı ret- bozma kararının kaldırılarak hükmün değişik gerekçe ile bozulmasına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle asıl davanın davacıları vekilinin, asıl davanın davalısı birleşen davanın davacısı … vekilinin ve davalı … Yönetimi vekilinin karar düzeltme isteklerinin kabulüyle Dairenin 10.04.2012 gün 2011/10285 E. - 2012/5515 K. ret-bozma kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün 6100 sayılı Kanunun geçici 3.maddesinin göndermesiyle uygulamasına devam edilen 1086 sayılı HUMK`nın 428. maddesi gereğince DEĞİŞİK GEREKÇE İLE BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde iadesine 18/01/2018 günü oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/16289 Karar : 2017/17592 Tarih : 26.12.2017

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Davacılar vekili; taraflar arasındaki ortaklığın giderilmesi davasına konu edilen 2416 ada 10 parsel sayılı taşınmaz üzerinde bulunan 6 daireden ibaret binanın; 2. ve 4. katlardaki dairelerin davacı …, 1.kattaki dairenin davacı .., zemin kattaki dairenin davacı …, … kattaki dairenin davacı … 3. kattaki dairenin ise, davacı …`e ait olduğunun tespitine karar verilmesini istemiştir.

Davalı …, davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.

Mahkemece, bir kısım davacıların tapu maliki olmadığı, binanın 3. ve 4. katlarının kaçak olarak yapıldığı, davanın dayanağı olan izaleyi şuyu davasının açılmamış sayılmasına karar verildiği ve esasen yapı alım satımlarının kat irtifakı yada kat mülkiyeti esasına göre yapılması gerektiği gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmesi üzerine;

hüküm, bir kısım davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, taraflar arasında görülen ortaklığın giderilmesi davası nedeniyle dava konusu taşınmaz üzerinde bulunan 6 daireden ibaret binanın davacılara ait olduğunun tespiti isteğine ilişkindir.

Bir şeye malik olan kimse, o şeyin bütünleyici parçalarına da malik olur (4721 s.lı TMK 684/1 m).

Arazi üzerindeki mülkiyet, kullanılmasında yarar olduğu ölçüde, üstündeki hava ve altındaki arz katmanlarını kapsar. Bu mülkiyet kapsamına, yasal sınırlamalar saklı kalmak üzere kalıcı yapılar, bitkiler ve kaynaklar da girer (TMK 718 m).

22.12.1995 tarih ve 1/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da vurgulandığı gibi Eşya Hukukunda, muhdesattan, bir arazi üzerinde kalıcı yapı ve tesisler ile bağ ve bahçe şeklinde dikilen ağaçları anlamak gerekir. Muhdesat, şahsi bir hak olup (TMK 722, 724, 729 m.ler), sahibine arazi mülkiyetinden ayrı bağımsız bir mülkiyet veya sınırlı bir ayni hak bahşetmez. Taşınmaz üzerindeki kalıcı yapı, ağaç gibi bütünleyici parça niteliğindeki muhdesatların taşınmazın arzından ayrı bir mülkiyetinin varlığından söz edilemez.

Açıklanan bu ilke ve esaslara göre, kural olarak muhdesatın arz malikinden başkasına aidiyetinin tespiti istenemez.

Tespit davası, kendine özgü davalardan olup dava sonucunda istihsal edilecek ilamın icra ve infaz kabiliyeti bulunmamaktadır. Bunun doğal sonucu olarak da bu davaların uygulama alanı sınırlıdır. Bilindiği üzere, tespit davalarının görülebilmesi için güncel hukuki yararın bulunması (6100 s.lı HMK 106/2 m) ve dava sonuçlanıncaya kadar da güncelliğini kaybetmemesi gerekir. Tespit davaları eda davalarının öncüsüdür, bu nedenle eda davası açılmasının mümkün olduğu hallerde, tespit davası açılmasında hukuki yararın bulunmadığı kabul edilmektedir. Hukuki yararının bulunması dava şartı olup, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülebileceği gibi, hakim tarafından da re`sen gözetilir. Hukuki yararın bulunmadığının tespiti halinde davanın, dava şartı yokluğu gerekçesiyle usulden reddine karar verilmelidir. (HMK 114/1-h, 115 m.)

Öğretide ve Yargıtay`ın devamlılık gösteren uygulamalarında, taşınmaz hakkında derdest ortaklığın giderilmesi davasının, kentsel dönüşüm uygulamasının ya da kamulaştırma işleminin bulunması gibi istisnai durumlarda muhdesatın tespiti davasının açılmasında güncel hukuki yararın bulunduğu kabul edilmektedir.

Somut olaya gelince; tespit davasına konu edilen muhdesatın üzerinde bulunduğu taşınmazın satış suretiyle ortaklığın giderilmesine ilişkin olarak görülen … 5.Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2007/1238 Esas, 2011/12181 Karar sayılı dosyasında davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği, ancak Daire’nin 3.4.2017 tarihli geri çevirme kararı sonrası dosya arasına alınan … 4. Sulh Hukuk Mahkemesi`nin 2013/193 Esas sayılı dosyasında, taşınmazın satış suretiyle ortaklığın giderilmesine ilişkin davanın derdest olduğu ve muhdesatın tespitine ilişkin eldeki davanın bekletici mesele yapıldığı görülmüştür.

Az yukarıda da zikredildiği üzere, bu tür davaların (muhdesat tespiti) görülebilmesi için güncel hukuki yararın bulunması (6100 s.lı HMK 106/2 m) ve dava sonuçlanıncaya kadar da güncelliğini kaybetmemesi gerekir. Yargıtayın ve Dairemizin uygulamaları ile birlikte usul ekonomisi de göz önünde bulundurulduğunda, taşınmaz hakkındaki ortaklığın giderilmesine ilişkin dava derdest olduğu sürece muhdesatın tespiti davası açılabilir ve görülebilir. Bu durumda, davacıların dava konusu parsel üzerindeki muhdesat yönünden tespit davası açmalarında güncel hukuki yararının bulunduğu kabul edilmelidir.

Bundan ayrı, dava konusu taşınmazın davacı ve davalılar adına paylı mülkiyet hükümlerine göre kayıtlı olduğu, yargılama devam ederken davacılardan … ve …‘in hisselerini dava dışı şahıslara devrettikleri görülmüştür. 6100 sayılı HMK`nin 125/2 maddesine göre, davanın açılmasından sonra, dava konusunun davacı tarafından devredilecek olması halinde, devralmış olan kişinin, görülmekte olan davada davacı yerine geçeceği ve davanın kaldığı yerden itibaren devam edeceği düzenlendiğinden, Mahkemece davacı sıfatıyla yeni maliklere davanın ihbar edilmesi gerekirken, bu husus gözetilmeksizin bir kısım davacıların malik olmadığı gerekçelerine yer verilmesi doğru görülmemiştir.

O halde Mahkemece, öncelikle davada taraf teşkilinin sağlanması, HMK`nun 125/2. maddesinde belirtilen hükümlerin göz önünde bulundurulması; davaya katıldığı takdirde delillerini sunması konusunda süre ve imkan tanınması, ondan sonra iddia ve savunma çerçevesinde toplanmış ve toplanacak tüm deliller birlikte tartışılıp değerlendirilerek istek hakkında olumlu veya olumsuz karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.

SONUÇ: Bir kısım davacılar vekilinin temyiz itirazları yerinde olduğundan kabulüyle, yerel Mahkeme hükmünün yukarıda açıklanan nedenlerle 6100 sayılı HMK’nun Geçici 3. maddesi yollamasıyla HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, taraflarca HUMK`nun 440/I maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 15 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine, peşin harcın istek halinde temyiz eden davacılara iadesine, 26.12.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/2456 Karar : 2017/18108 Tarih : 25.12.2017

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Davacı; araç kiralama işi yaptığını ve dava konusu aracı davalılardan …a 30/12/2012 tarihinde bir gün süreyle günlük 80,00 TL bedelle kiraya verdiğini, …un ise aracı bilgisi dışında davalılardan … ile …ın velisi bulunduğu … a kullanması için verdiğini, …ın da 31/12/2012 tarihinde kaza yaptığını ve aracın pert olma derecesinde hasar görmesine neden olduğunu, kazadan sonra durumun davalı sigortaya bildirildiğini ancak sigortanın araı kullanan …`ın yaşının küçük olduğunu, alkollü olduğunu ve ehliyetinin olmadığını gerekçe göstererek araçta meydana gelen zararı ödemediğini, bu nedenle aracı kendisinin yaptırmak zorunda kaldığını, aracın tamiri dahil toplam zararının 27.130,00 TL olduğunu belirterek 27.130,00 TL maddi zararının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

Davalılar; davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, hüküm davalılardan … ve … tarafından temyiz edilmiştir.

1- ) 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı HMK’nun 4/1-a maddesine göre “ Kiralanan taşınmazların, 09.06.1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununa göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler ayrık olmak üzere, kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dâhil olmak üzere tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar ile bu davalara karşı açılan davalarda ” Sulh Hukuk Mahkemesi görevlidir.

Somut olayda, uyuşmazlık kira sözleşmesinden kaynaklanmaktadır.

Dava, 04.11.2013 tarihinde 6100 Sayılı HMK`nın yürürlüğe girmesinden sonra açıldığına göre görevli mahkeme Sulh Hukuk Mahkemesidir.

Görevle ilgili düzenlemeler kamu düzenine ilişkin olup, taraflar ileri sürmese dahi yargılamanın her aşamasında re’sen gözetilir. Taraflar da yargılama bitinceye kadar görev itirazında bulunabilirler. Görev itirazı yapılmamış olsa bile re`sen mahkeme, ilk önce görevli olup olmadığını inceleyip karara bağlamalıdır.

Hal böyle olunca, mahkemece; uyuşmazlığın çözümünde Sulh Hukuk Mahkemesinin görevli olduğu gözetilerek, görevsizlik nedeniyle HMK’nın 114/1-e ve 115/2. maddeleri uyarınca davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, bu yön gözardı edilerek davanın esası hakkında hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

2- ) Bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci bentte açıklanan nedenlerle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan nedenle davalıların diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, ve peşin alının temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 6100 sayılı HMK`nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440. maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 25.12.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/38985 Karar : 2017/12747 Tarih : 19.12.2017

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Davacı, arsa maliki olan …`un taşınmazdaki payı üzerine 30.000,00 TL ipotek verdiğini, ipoteğin paraya çevrilmesi yolu takip yapıldığını, yeni maliklerden davalının bu takibe itiraz ettiğini ileri sürerek, itirazın iptali ile takibin devamına, davalının icra inkar tazminatına mahkum edilmesine karar verilmesini istemiştir.

Davalı, dava dışı borçlu …a ait hisseyi … Sulh Hukuk Mahkemesinin 16.05.2012 tarihli kararı ile önalım hakkını kullanarak aldığını, …`un kötüniyetli olarak davacı ile işbirliği içine girerek, önalım hakkını bertaraf için taşınmaz üzerine ipotek konulduğunu, ipoteğin kaldırılması için ayrıca dava açtığını savunarak davanın reddini talep etmiştir.

Mahkemece, davavının kabulü ile; … İcra Dairesinin 2014/269 esas sayılı dosyasındaki davalının itirazının iptali ile takibin devamına, icra inkar tazminatı talebinin reddine karar verilmiş; hüküm, davalı tarafça temyiz edilmiştir.

1-Davacı, icra takibine yapılan itirazın iptali istemiyle eldeki davayı açmıştır. Davacı tarafça 28.01.2014 tarihinde ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile davalı-borçlu ile dava dışı borçlulara karşı takip başlatılmıştır. İcra dosyasının incelenmesinde, davalı-borçluya ödeme emri 05.02.2014 tarihinde tebliğ edilmiş, davalı-borçlu takibe aynı tarihte itiraz etmiştir. Davacı-alacaklı vekili 05.02.2014 tarihinde icra dosyasına yaptığı beyan ile , ipotekli taşınmazın yeni malikleri … ve …nın isimlerinin sehven borçlu olarak takip talebinde yer aldığını, bu durumun düzeltilerek şahısların 3. kişi sıfatına sokularak borçlu sıfatında sadece …nın yer almasını talep etmiş, icra müdürlüğü 12.02.2014 tarihli kararı ile alacaklı vekilinin talebi gereğince … ve …nın taraf sıfatlarının üçüncü şahıs olarak değiştirilmesine karar vermiştir. 6100 sayılı HMK`nun 114/d maddesi hükmünde; davalının taraf ve dava ehliyetine sahip olması dava şartı olarak düzenlenmiş olup, yine aynı kanunun 115. maddesi ğereği mahkemece istek olmaksızın resen gözetileceği açıktır. Somut olayda davacı-alacaklı, davalı-borçluya karşı başlattığı icra takibinden vazgeçtiğine göre, mahkemece resen dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile işin esasına girilerek ,yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir

2-Bozma nedenine göre davalının temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan nedenlerle hükmün davalı yararına BOZULMASINA, 2. bentte açıklanan nedenlerle davalının temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 19/12/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/12415 Karar : 2017/8173 Tarih : 21.11.2017

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Dava, davacı hakkında düzenlenen idari para cezasının ve buna dayanak olan Kurum işleminin iptali istemine ilişkindir.

Mahkemece, ilamında belirtilen gerekçelerle davanın reddine karar verilmiştir.

Hükmün, davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.

Dava, davacı Kooperatifin yöneticiliğini yaptığı … Evleri Sitesindeki kapıcılık işi ile ilgili davalı Kurum tarafından yapılan 19.08.2013 tarihli Sosyal Güvenlik Kontrol Memurluğu tarafından yapılan denetim sonucu işyerinde davadışı şahsın denetim gününde sigortasız çalıştırıldığının tespit edilmesi üzerine, bu sigortalı ile ilgili gerekli belgelerin süresinde Kuruma verilmemesi ve işyerinde 2012/12-2013/4. Ayları arasında kalan döneme ait aylık prim ve hizmet belgelerinin verilmemesi gerekçesine dayalı olarak Kurumun 21.01.2014 tarihli yazısı ile 24.02.2014 tarihinde davacı şirkete tebliğ edilen 14.5484,00 TL bedelli idari para cezasının ve buna dayanak Kurum işleminin iptali istemine ilişkindir.

Davanın yasal dayanağı olan 5510 Sayılı Kanun’un 102. maddesinde de, “İdarî para cezaları ilgiliye tebliğ ile tahakkuk eder. Tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde Kuruma ya da Kurumun ilgili hesaplarına yatırılır veya aynı süre içinde Kuruma itiraz edilebilir. İtiraz takibi durdurur. Kurumca itirazı reddedilenler, kararın kendilerine tebliğ tarihinden itibaren otuz gün içinde yetkili idare mahkemesine başvurabilirler. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde, idari para cezası kesinleşir.” hükmüne yer verilmiştir.Bu yasal çerçeve gereğince, idari para cezasının iptali için idare mahkemesine başvurulması gerekmekte olup, bu konuda iş mahkemesinin görevli olmadığı gözetilerek, idari para cezası ve ferilerinin iptali istemine dair olarak eldeki davada, yargı yolunun caiz olmaması sebebiyle HMK’nun 114`üncü maddesi gereğince davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmiş olması; usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenleridir.O hâlde, davacının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, temyiz harcının istenmesi halinde davacıya iadesine, 21.11.2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/17589 Karar : 2017/8887 Tarih : 11.10.2017

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Davacı vekili, Müvekkiline ait … plakalı BMW 116D marka aracın 23/09/2014 tarihinde davalı … şirketince kasko poliçesi ile sigortalandığını, 22/11/2014 tarihinde müvekkilinin oğlunun araç ile seyir halinde iken aracın uyarı verdiğini, hemen sigorta şirketini arayarak aracın servise götürülmesini sağladığını, ancak aracın motorunun değişmesi gerektiğini söylediklerini, müvekkiline pahalı geldiği için tamiratını istediğini, aracın motorunun değişmeyip tamirat yapıldığı için araçta değer kaybı oluştuğunu, açıklanan nedenlerle şimdilik 10.000,00 TL`nin davalıdan alınarak müvekkiline ödenmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili cevap dilekçesi ile kısaca davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece davacının davasının reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, kasko poliçesinden kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir.

1- 28.11.2013 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan ve 28.05.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un (TKHK) 2. maddesinde kanunun kapsamı “bu Kanun, her türlü tüketici işlemi ile tüketiciye yönelik uygulamaları kapsar” şeklinde açıklanmıştır. Kanun`un “tanımlar” başlıklı 3. maddesinde ise tüketici işlemi, “Mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemi ifade eder” biçiminde tanımlanmıştır.

6502 sayılı TKHK`nın 73. maddesi uyarınca tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğacak uyuşmazlıklara ilişkin davalarda tüketici mahkemesi görevli kılınmıştır.

Taraflar arasında akdi bir ilişki olup davalının sorumluluğunun kaynağı davacıyla yaptığı kasko sözleşmesine aykırılıktır. Görev, kamu düzenine ilişkin olup, yargılamanın her aşamasında re’sen dikkate alınmalıdır.

Davalı şirket ile davacı arasındaki ilişki ise 6502 sayılı Kanunun 3/1 maddesi kapsamında kalan tüketici işlemlerinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle davacının sözleşme ilişkisine dayalı olarak açtığı tazminat davasında Tüketici Mahkemesi’nin görevli olması nedeniyle HMK`nun 114-115 maddeleri uyarınca görevsizlik kararı verilmesi gerekirken, işin esasına girilerek yazılı olduğu biçimde hüküm tesisi doğru görülmemiştir.

2-)Bozma neden ve şekline göre davacı vekilinin temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ; Yukarıda 1-nolu bentte açıklanan nedenlerle hükmün BOZULMASINA, 2-nolu bentte açıklanan nedenlerle bozma neden ve şekline göre davacı vekilinin temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine 11.10.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/37037 Karar : 2017/17345 Tarih : 11.09.2017

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Davacı İsteminin Özeti: Davalı tarafından iş akdinin 667 sayılı KHK gerekçe gösterilerek, tamamen soyut ve sübjektif nedenlerle tazminatsız feshedildiğini, iş akdinin feshedilmesinin yasal olmadığını beyanla feshin geçersizliğine ve işe iadesine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı Cevabının Özeti: Davacının iş akdinin haklı nedenle 667 ve 672 sayılı KHK kapsamında feshedildiğini, davacının davasının yersiz olduğunu, davanın reddini savunmuştur.

İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti: Mahkemece, davalı kurum tarafından 667 sayılı KHK kapsamında kurulan komisyonca 15 Temmuz 2016 Terör olayları nedeniyle FETÖ/PDY terör örğütü aidiyeti, iltisakı ve irtibatı bulunan personellere ilişkin yapılan bu çalışmalar sonucunda içinde davacının da bulunduğu bir kısım personelin iş akitlerinin feshedildiği,

Davalı kurumun ülke çapında yörünge haklarının korunması, uyduların işletilmesi, haberleşme, uydu ve kablo üzerinde tv-radyo yayınları, e-devlet hizmetleri, bilişim alanında elektronik döküman sistemleri, devlet kurumlarının evrak, döküman, arşiv sistemi hizmetleri sağlanması gibi haberleşme sektöründe düzenleyici ve denetleyici hizmetler yapması nedeniyle kamu düzeni ve kamu güvenliğinin sağlanması bakımından son derece kritik faaliyetler yürütmekte olduğundan, davalı kurumun çalışanları ile arasındaki güven ilişkisinin son derece önemli olması nedeniyle; çalışan personelin FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibatının ve ilişkisine ilişkin en ufak bir şüphenin var olmasının fesih için yeterli olduğu,

Davalı kurum tarafından yapılan inceleme ve araştırma sonucunda, davacının FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibatı ve ilişkisinin bulunduğu yönde şüphenin var olması nedeniyle taraflar arasındaki güven ilişkisinin temelden zedelendiği;

ayrıca 667 ve 672 sayılı KHK kapsamında kamu görevinden çıkarılan davacı hakkında KHK dışında başka bir idari işlem olmadığından ve mahkemenin KHK`nın hukuki denetimi yapma yetkisi de bulunmadığından açılan bu davanın mahkemece inceleme olanağının da bulunmadığı,

Mahkememizde 02/09/2016 tarihinde işe iade talepli olarak davalı kurum aleyhine açılan bu dava görülmekteyken yine davacı tarafından davalı kurum aleyhine … 2. İş Mahkemesinde 29/09/2016 tarihinde aynı konulu dava açıldığı anlaşılmakla;

asıl dava yönünden davacı, 672 sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereğince işten çıkarıldığından dava şartı yokluğu nedeniyle davanın REDDİNE, birleşen davanın derdestlik nedeniyle REDDİNE, karar verilmiştir.

İstinaf başvurusu:

İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı, davacı vekilince istinaf başvurusunda bulunulmuştur.

Bölge Adliye Mahkemesi Kararının Özeti:

Davacının iş sözleşmesinin 05.08.2016 tarihinde 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 4. maddesinin 1. fıkrasının (f) bendi gereğince feshedildiği, ilgili fesih işlemine ilişkin açılmış işe iade davası devam etmekte iken 672 sayılı kanunun hükmünde Kararnamenin Ek-1 listesinde isminin yer alması üzerine ikinci defa işe iade davası açıldığı anlaşıldığından, birleştirilen davanın derdestlik nedeni ile reddine karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığı, ancak; 672 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 2 maddesinde yer alan düzenlemeye göre, bu kapsamda iş sözleşmesi sona erenlerin kamu hizmetinde çalıştırılması söz konusu olamayacağından işe iade isteğinin esas yönünden reddi gerekirken 05.08.2016 tarihli 667 sayılı KHK kapsamında gerçekleştirilen fesih işlemine ilişkin açılan bu davanın dava şartı yokluğu nedeniyle reddedilmesi hatalı olup, ilk derece mahkemesi kararının bu yönden kaldırılmasına karar verilerek asıl davanın esastan reddine, birleştirilen davanın HMK`nın 114.maddesi (ı) bendi gereğince derdestlik nedeniyle Dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine, karar verilmiştir.

Temyiz başvurusu:

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Gerekçe: Davacınının iş sözleşmesinin feshi ilk olarak 672 sayılı KHK kapsamında değil, 667 sayılı KHK`nın 4. maddesi doğrultusunda davalı işverence oluşturulan komisyon kararıyla davalı idare tarafından gerçekleştirilmiştir.

Davacı işçi 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri çerçevesinde çalışmış olmakla iş sözleşmesinin 05.08.2016 tarihindeki feshinde İş Kanunu`nun 18. ve devamı maddeleri hükümleri uygulanmalıdır.

Asıl dava yönünden; Mahkemece, 667 sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereğince işten çıkarıldığından dava şartı yokluğu nedeniyle davanın REDDİNE karar verilmesi hatalıdır.

Mahkemece davanın esasına girilerek, davacının iş akdinin feshine neden olabilecek kriterler davalı işverenden sorularak yapılacak inceleme sonunda bir karar vermektir.

Birleştirilen dosya yönünden ise ikinci feshin 01.09.2016 tarih ve 29818 mükerrer sayılı Resmi Gazetede yayınlanan 672 sayılı KHK ile yapıldığı, Mahkemesinin KHK’ lerin denetimini yapma görevinin bulunmadığı, Bakanlar Kurulu tarafından 02.01.2017 tarihinde çıkarılan ve 23.01.2017 tarih ve 29957 sayılı Resmi Gazete`de yayınlanan 685 sayılı KHK. ile “ Olağanüstü hal kapsamında Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu kurulmasına “ karar verildiği,

İş bu KHK. nin 2. maddesi ile Komisyonun görevlerinin belirlendiği,

690 sayılı KHK. nin 56. maddesi ile 685 sayılı KHK. nin Geçici Madde 1. maddesinin 3. Fıkrasının değiştirildiği,

685 sayılı KHK. nin 690 sayılı KHK. nin 56. Maddesi ile değiştirilen geçiş hükümleri başlıklı Geçici Madde 1. maddesinin 3. Fıkrasının son halinin; “ (3) Komisyonun görev alanına giren konularda daha önce herhangi bir yargı merciine başvurmuş veya dava açmış olanlar için de 7. maddedeki usul ve süreler uygulanır. Bu dosyalar hakkında yargı mercilerince karar verilmesine yer olmadığına ve tarafların yaptıkları masrafların üzerlerinde bırakılmasına dosya üzerinden kesin olarak karar verilir, vekâlet ücretine hükmedilmez. Bu dosyalar, yeni bir başvuru şartı aranmaksızın incelenmek üzere Komisyona gönderilir.” şeklini aldığı anlaşılmıştır.

Açıklanan nedenlerle İlk Derece Mahkemesi ve … Bölge Adliye Mahkemesi 7. HD. kararının kaldırılmasına ve asıl dava yönünden Mahkemece davanın esası incelenerek sonucuna göre karar verilmesine; birleşen dava yönünden ise 685 ve 690 sayılı KHK hükümleri gözönüne alındığında Mahkemenin hukuki denetim yapma görevi bulunmadığından davanın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına ve dosyanın Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu`na gönderilmesi yönünde karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi hatalı olup, İlk Derece Mahkemesi ve Bölge Adliye Mahkemesi kararlarının bozularak ortadan kaldırılmasını gerektirmiştir.

Sonuç: Temyiz olunan Bölge Adliye Mahkemesi kararının ve İlk Derece Mahkemesi kararının yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine gönderilmesine, bozma kararının bir örneğinin kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, peşin alınan temyiz karar harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 11.09.2017 tarihinde oybirliğiyle kesin olarak karar verildi.


YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/2735 Karar : 2017/4466 Tarih : 3.07.2017

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Dava, davalı kurum tarafından kesilen maaş ve sağlık giderleri kesintilerinin geri ödenmesi ile borçlu olmadığının tespiti istemine ilişkindir.

Mahkemece açılan davanın yargı yolunun caiz olmaması nedeniyle reddine karar verilmiş; karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Davacı, vefat eden babasının emekli sandığından emekli olması nedeniyle bağlanan dul ve yetim aylığı maaşının muvazalı boşanma yaptığı için davalı kurum tarafından kesildiğini, maaş ve sağlık giderleri yönünden davalı kurumun iki ayrı icra takibi yaptığını, sayılı dava ile muvazalı boşanma olmadığının tespitine ve bağlanan maaşın tekrar ödenmesine karar verildiğini, kararın kesinleştiğini; babasından aldığı maaşın kesilmesi ile kararın kesinleşmesi arasında geçen sürede yapılan kesintilerin iadesi için davalı kuruma müracaat ettiğini, ancak davalı kuruma borcu olduğu için kurumca mahsup yapıldıktan sonra kalan olursa ödeme yapılacağının bildirildiğini, icra takip dosyalarına yaptığı itiraz üzerine takipleri durduğunu, itirazın iptali davası açılıp açılmayacağının davalı kurumun Hukuk müşavirliğince sorulduğunu, icra takiplerinin kararları nedeniyle takipsiz bırakılması yönünde görüş bildirdiğini, davalı kuruma yeni yapılan başvurunun da olumsuz sonuçlandığını, maaş ve sağlık giderleri kesintilerinin ödeme tarihinden itibaren ne kadar kesildiğinin tespiti ile 15.500,00 TL maaş ve sağlık giderlerinin 01/10/2011 tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte tahsili ile maaş ve sağlık giderlerine ilişkin yapılan kesintilerin kaldırılması ve icra takibi konusu borcun olmadığının tespiti isteminde bulunmuştur.

Davalı vekili, cevap süresinin uzatılmasını istemiş, verilen süre içinde ise cevap vermemiştir.

Mahkemece, 5510 Sayılı Yasa’nın yürürlüğe girdiği 01/10/2008 tarihinden önce emekli sandığı iştirakçisi olan ve emekli olup vefat eden babasından dolayı yetim maaşı alan davacının, muvazalı boşanma nedeni ile yetim aylığının kesilerek davacıya borç çıkarılmasından kaynaklandığı, davacıya bağlanan aylığın kesilmesi işleminin 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olduğu, uyuşmazlığın çözüm yerinin idari yargının görev alanına girdiği, bu nedenle uyuşmazlığın çözümünde adli yargının görevli olmadığı, 6100 sayılı HMK’nın 114/1-b maddesi uyarınca dava şartı olan yargı yolunun caiz olmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.

Dosyanın incelenmesinden; 5510 sayılı Kanunun 101. maddesi uyarınca “ Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür.” hükmünü içermektedir.

Davacı eşinden 06/09/1991 tarihinde boşanmıştır.

Davacının annesi vefat ettikten sonra 01/03/1998 tarihi itibariyle 5434 sayılı kapsamındaki iştirakçi babasından yetim aylığı bağlanmıştır.

Kurum yoklama memurlarının davacıya ait adreste yaptıkları tespit üzerine düzenledikleri rapor doğrultusunda, davacının boşandığı eşi ile birlikte yaşadığı gerekçesiyle, 5510 sayılı Kanun`un 56/son maddesi gereğince bağlanan yetim aylığının 01/11/2008 tarihi itibariyle kesildiği anlaşılmaktadır.

Şu halde; gerek alanında, kural olarak her kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki zamanda meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır; o tarihten önceki zamana rastlayan olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Hukuk güvenliği bunu gerektirir.

Buna göre; uyuşmazlık konusu yetim aylığının iptali işlemi 5510 sayılı Kanun`un 56/son maddesi gereğince yapılmış olduğundan aynı Kanun’un 101. maddesi gereğince uyuşmazlığın çözümünde iş mahkemeleri görevli bulunmaktadır. Açıklanan nedenle; mahkemece, yargı yolu bakımından görevsizlik kararı vermesi bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz olunan kararın yukarıda açıklanan nedenle davacı yararına BOZULMASINA oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/1161 Karar : 2017/3984 Tarih : 21.06.2017

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Davacılar vekili, … ilçesinde kayıtlı bulunan 1190 parsel sayılı taşınmazın bakanlık tarafından turizm amaçlı olarak davacı şirketlerden …‘ye 2040 yılına kadar tahsis edildiğini, irtifak hakkının 1997 yılında üst hakkının da 2002 yılında tapuya tescil edildiğini, diğer davacı … A.Ş’nin ise bu bölgede turizm işletmeciliği belgesi alarak işletmeci sıfatı ile yer aldığını, davacı şirketlerin bölgede verdiği hizmetlerin bir vekil eli ile görülmesine karar verildiğini ve bunun için de davalı şirket ile anlaştıklarını, taraflar arasında sözleşme yapıldığını, ancak davalı tarafın iyi niyetle ifa yükümlülüğüne uygun davranmadığını, hesap verme borcunu ifa etmediğini, talimatlara aykırı davrandığını, bu itibarla da davacıların son çare olarak vekalet sözleşmesini sona erdirdiğini, davalı şirketi azlettiğini, ancak davalı şirketin azledildiği hususunu tebellüğ etmiş olmasına rağmen davacılar adına hizmet vermeyi sürdürdüğünü ve tesislerden çıkmadığını ileri sürerek; taraflar arasındaki hukuki ilişkinin vekalet sözleşmesi niteliğinde olduğunun ve bu ilişkinin azil beyanı neticesinde sona erdiğinin tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, davacıların içinde bulundukları ekonomik güçlükler nedeniyle bungalov alanıyla ilgili hizmetleri içerir hak ve yetkilerini yapılan sözleşmeyle davalıya devrettiklerini, davacı şirketlerdeki pay sahiplerinin değişmesiyle yeni pay sahiplerinin ekonomik gelirden nemalanmak amacıyla ve davalıya yapılan devrin bağlayıcılığından kurtulmak maksadıyla haksız olarak dava açtıklarını, davacıların bungalov alanında hizmet verilen kullanıcılara karşı verdileri yazılı taahhütte davalı şirketin hizmetlerine devam edeceğini açıkça taahhüt ettiklerini savunarak, davanın reddini istemiştir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve dosya kapsamına göre; davacı … Turizm İşletmeleri Yapı San. Tic. A.Ş’nin davasının HMK’nın 114/1 maddesindeki dava şartı olan taraf ehliyetini kaybetmiş olması nedeniyle HMK’nın 115/2 maddesi gereğince usulden reddine, davacı …‘nin davasının kabulüne, davacı ile davalı … Yatırımları San. ve Tic. A.Ş. arasındaki ilişkinin vekalet ilişkisi olduğunun tespiti ile bilahare bu vekalet ilişkisinin ihtarname gereği 13/05/2011 tarihinden itibaren sona ermiş olduğunun tespitine karar verilmiştir.

Kararı davalı vekili temyiz etmiştir.

Dava, taraflar arasındaki sözleşmenin vekalet sözleşmesi olduğu ve azil ile sona erdirildiğinin tespiti istemlerine ilişkin olup, mahkemece yazılı gerekçeyle davacı … Turizm İşletmeleri Yapı San. Tic. A.Ş’nin davasının HMK’nın 114/1 maddesindeki dava şartı olan taraf ehliyetini kaybetmiş olması nedeniyle HMK’nın 115/2 maddesi gereğince usulden reddine, davacı …‘nin davasının kabulüne karar verilmiştir.

Taraflar arasında 01/01/2007 ve 01/12/2008 tarihli sözleşmeler ile 10/10/2008 tarihli “Özel Güvenlik Hizmetlerinin Organizasyonu ve Satın Alınmasına İlişkin Devir – Muvafakat” başlıklı belge imzalanmış, böylece taraflar arasındaki ilişki söz konusu akitler çerçevesinde düzenlenmiştir. Taraflar arasında akdedilen sözleşme hükümleri ve sunulan bilirkişi raporundaki tespitler nazara alındığında turizm amaçlı olarak davacı şirketlerden …‘ye 2040 yılına kadar tahsis edilen, irtifak ve üst hakkı tanınan taşınmazdaki bungalov alanıyla ilgili olarak davalının güvenlik hizmeti, teknik hizmetler, su dağıtımı ve alt yapı hizmetleri verme, temizlik ve peyzaj hizmetleri, planlama, organizasyon, koordinasyon, üretim ve yönetim faaliyetlerinde bulunma, yıllık kira bedeli olarak yıllık gayrisafi hasılatının %2’sini ödeme borçlarının bulunduğu; davacıların ise sözleşme konusu arazide yönetim binası olarak kullanılmak üzere bir yapının kullanımını davalıya bırakma, hizmetlerin yerine getirileceği alan içindeki bungalov kullanıcılarından hizmet bedelleri veya özel servis bedelleri tahsili imkanını davalıya bırakma borçlarının olduğu anlaşılmaktadır. Davalının sözleşmelerde yer alan edimleri nazara alındığında güvenlik hizmetlerinin sunulmasının vekalet sözleşmesinin, temizlik, peyzaj, su dağıtımı hizmetlerinin eser sözleşmesinin, planlama, koordinasyon, organizasyon, sunum, üretim ve yönetim faaliyetlerinin vekalet ve eser sözleşmelerinin, hasılatın %2’sinin ödenmesinin ise ürün kirasının unsurlarını taşıdığı; davacının edimleri nazara alındığında ise yönetim binasının kullanılmasının sağlanmasının kira sözleşmesinin, kullanıcılardan para tahsilinin davalıya bırakılmasının vekalet sözleşmesinin unsurları olduğu görülmektedir. Böylece taraflar arasındaki sözleşme hükümleri gözetildiğinde taraflar arasında bir karma sözleşmenin bulunduğu sonucuna varılmaktadır. Bu suretle; taraflar arasındaki sözleşmelerin karma nitelikte sözleşmeler olduğu kabul edilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamış, kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulüyle kararın, davalı yararına BOZULMASINA, takdir olunan 1.480,00 TL duruşma vekalet ücretinin davacı …‘den alınarak davalıya verilmesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 21/06/2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/8468 Karar : 2017/9432 Tarih : 8.06.2017

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Davacı vekili; müvekkilinin davalıya ait evde 01/06/2010 tarihinde imzaladığı kira kontratı ile kiracı olarak ikamet ettiğini, davacının Ege Pol firmasında çalışmakta iken işten çıkarıldığını, daha öncede TCDD de sözleşmeli olarak çalışır iken geçirdiği iş kazası sonucu malul olduğundan bir süre çalıştığı iş yerinden ücret alacaklarını da alamadan çıkarıldığını , mağduriyetinin bu sebeple arttığını, yeni bir iş bulmak için İstanbul`a akrabalarının yanına ailesi ile birlikte geldiğini, 3 ay kadar kira parasını ödemeyemediğini ve ev sahibi ile irtibatını kesmediğini ve ev sahibine “ eski iş yerinde alacakları olduğunu, işe girdiğinde hepsini ödeyeceğini “ sıklıkla söylediğini , davalının ise devamlı “ kirayı öde, yoksa tüm evi boşaltacağım “ diyerek tehdit ettiğini ve bir süre sonrada Nisan 2011 civarında davalının müvekkilinin izni ve rızası dışında evine girdiğini ve tüm ev eşyaları , özel eşyaları, resmi ve gayri resmi evraklarını, iğneden ipliğe her şeyi evden çıkartarak bir kısmını sattığını , kalanı ziyan ettiğini ileri sürerek, 40.000,00 TL manevi, 30.000,00 TL maddi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalı vekili ; müvekkilinin davacının ikamet ettiği konuttan kötü kokular gelmesi sebebiyle taşınmazı anahtarla açıp, evde bulunan bir kaç eşyayı dışarı attığını belirterek davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiş,

hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.

1-) 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı HMK`nun 4/1-a maddesine göre “ Kiralanan taşınmazların, 09.06.1932 tarihli ve 2004 Sayılı İcra ve İflas Kanununa göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine dair hükümler ayrık olmak üzere, kira ilişkisinden doğan alacak davaları da dâhil olmak üzere tüm uyuşmazlıkları konu alan davalar ile bu davalara karşı açılan davalarda ” Sulh Hukuk Mahkemesi görevlidir.

Uyuşmazlık, kiracı tarafından kiraya veren aleyhine açılan maddi ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Uyuşmazlık ,kira ilişkisinden kaynaklandığına ve dava, 05/09/2013 tarihinde 6100 Sayılı HMK`nın yürürlüğe girmesinden sonra açıldığına göre görevli mahkeme Sulh Hukuk Mahkemesidir.

Görevle ilgili düzenlemeler kamu düzenine dair olup, taraflar ileri sürmese dahi yargılamanın her aşamasında re’sen gözetilir. Taraflar da yargılama bitinceye kadar görev itirazında bulunabilirler. Görev itirazı yapılmamış olsa bile re`sen mahkeme, ilk önce görevli olup olmadığını inceleyip karara bağlamalıdır.

Hal böyle olunca, mahkemece; uyuşmazlığın çözümünde Sulh Hukuk Mahkemesi’nin görevli olduğu gözetilerek, görevsizlik sebebiyle HMK`nın 114/1-c ve 115/2. maddeleri uyarınca davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, bu yön gözardı edilerek davanın esası hakkında hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

2-) Bozma nedenine göre sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.

SONUÇ : Yukarıda birinci bentte açıklanan sebeplerle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince davacı yararına BOZULMASINA, ikinci bentte açıklanan sebeple davacı tarafın diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına ve peşin alınan temyiz harcının istenmesi halinde temyiz edene iadesine, 6100 Sayılı HMK`nun geçici madde 3 atfıyla 1086 Sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince kararın tebliğinden itibaren 15 günlük süre içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 08.06.2017 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/2044 Karar : 2017/5064 Tarih : 6.06.2017

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Derdestlik, 6100 sayılı HMK’nın 114/1-ı maddesinde dava şartı olarak “aynı davanın, daha önceden açılmış ve halen görülmekte olmaması” şeklinde düzenlenmiş olup, tarafları, dava sebebi (vakıaları) ve dava konusu (talep sonucu) aynı olan bir davanın ikinci kez açılamayacağını ifade eder. Aynı dava ikinci kez açılırsa, ikinci davada bu husus ileri sürülmese bile re`sen gözetilerek ikinci dava dava şartı yokluğundan reddedilir. Derdestliğin olması için aynı davanın iki kez açılması gerekir.

Aynı Kanunun 115/2. maddesi uyarınca giderilmesi mümkün olan dava şartı noksanlığı tamamlanabileceği belirtildikten sonra 115/3. maddesinde de “Dava şartı noksanlığı mahkemece davanın esasına girilmesinden önce farkedilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmiş ise başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü dava usûlden reddedilemez” şeklinde düzenleme yapılmıştır.

Dosya içerisine alınan … Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/… E. - 2014/… K. sayılı dosyasında aynı davacılar tarafından aynı davalılar aleyhine defter ve belgelerin teslimi istemli Kat Mülkiyeti Kanunundan kaynaklanan dava açıldığı, Mahkemenin 27/10/2014 tarihinde görevsizlik kararı verdiği ve tarafların süresinde dava dosyasının görevli mahkemeye gönderilmesi talebinde bulunmadıklarından 05/01/2015 tarihinde davanın açılmamış sayılmasına karar verildiği ve kararın henüz kesinleşmediği anlaşılmaktadır.

Birinci davanın açılmamış sayılması kararı kesinleşmediğinden, sonradan açılan defter ve belgelerin teslimi davasına bakan mahkemenin hüküm verme aşamasına geldiğinde aynı neden ile ilgili açılan defter ve belge teslimi istemli davada açılmamış sayılma kararı verildiğinden bu karar kesinleşinceye kadar derdestlik (dava şartı) hakkında bir karar vermemesi gerekir. Birinci davanın açılmamış sayılmasına dair verilen karar kesinleşince ilk dava derdest olmaktan çıkacağı ve hüküm tarihi itibariyle dava şartı noksanlığı giderilmiş olacağından ikinci davaya bakan mahkeme işin esasını inceleyecektir.

Bu durumda, mahkemece … Sulh Hukuk Mahkemesinin 2014/… E. - 2014/… K. sayılı dosyasında verilen kararı tebliğe çıkarttırıp kesinleştirmek üzere davacıya süre verilip kesinleşmesi halinde dava derdest olmaktan çıkacağı ve HMK`nın 115/3. maddesi gereğince hüküm anında dava şartı noksanlığı giderilmiş olup dava şartı noksanlığından ötürü dava usulden reddedilemeyeceğinden derdestlik itirazı reddedilip işin esası incelenerek davanın sonuçlandırılması gerekirken davanın tümden reddine karar verilmesi doğru olmamış, bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle; davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, temyiz harcının istek halinde iadesine 06/06/2017 günü oy birliği ile karar verildi.


YARGITAY 19. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/12400 Karar : 2017/4510 Tarih : 5.06.2017

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Davacı vekili, davalı ile müvekkili banka arasında imzalanan kredi kartı sözleşmesi uyarınca davalıya kredi kartı tahsis edildiğini, kredi kartı kullanımından doğan borcun ödenmemesi üzerine alacağın tahsili için davalı aleyhine Antalya 7. İcra Müdürlüğü`nün 2014/11613 sayılı dosyası ile başlatılan ilamsız icra takibinin davalının itirazı üzerine durduğunu ileri sürerek, davalının haksız itirazının iptali ile davalı aleyhine %20 icra inkar tazminatına hükmedilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalıya dava dilekçesi tebliğ edilmeden dosya üzerinden karar verilmiştir.

Mahkemece, davalı aleyhine toplam 2.631,49.-TL alacak için ilamsız icra takibi yapıldığı, 6502 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun 68. maddesine göre dava tarihi itibariyle 2.200,00.-TL – 3.300,00.-TL arasındaki uyuşmazlıklarda İl Tüketici Hakem Heyetine başvurunun zorunlu olduğu, bu miktarın altındaki uyuşmazlıklar yönünden doğrudan icra takibi yapılmasının ve Tüketici Mahkemesine dava açılması mümkün olmadığından, HMK.`nın 114/2 maddesinde öngörülen dava şartının gerçekleşmediği anlaşıldığından davanın dava şartı yokluğu nedeniyle HMK.’nın 115. maddesi gereğince usulden reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.

Dosyadaki yazılara kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere göre, davacı vekilinin yerinde görülmeyen bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, 05/06/2017 gününde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2017/468 Karar : 2017/845 Tarih : 19.04.2017

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Taraflar arasındaki “kadastro tespitine itiraz” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;

Ordu Kadastro Mahkemesince verilen 15.10.2014 gün ve 2013/15 E- 2014/102 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine,

Yargıtay 16. Hukuk Dairesinin 14.12.2015 gün ve 2015/392 E.- 2015/15319 K. sayılı ilamıyla bozulmuş, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılan ön inceleme sonrasında gereği görüşüldü:

Vekil ile takip edilen davalarda vekaletnamenin ibrazını düzenleyen 6100 sayılı HMK’nun 76’ncı, vekaletnamesiz dava açılması ve işlem yapılması halini düzenleyen HMK’nun 77’nci ve dava şartlarını düzenleyen HMK’nun 114/f maddeleri uyarınca usulüne uygun düzenlenmiş vekaletnamenin dosya içerisinde bulunması zorunludur.

Somut olaya gelince;

Dosya içerisinde bulunan davalılar …, …, …, …, …, … ve … tarafından Av. … ve Av. …’ye verilen vekaletnamenin sayfalarının eksik olduğu anlaşılmıştır.

Açıklanan nedenle eksiklik giderildikten sonra Yargıtay Hukuk Genel Kurulu Başkanlığı’na gönderilmek üzere dosyanın mahkemesine geri çevrilmesi gerekmiştir.

S 0 N U Ç : Yukarıda açıklanan nedenlerle dosyanın mahkemesine GERİ ÇEVRİLMESİNE, oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2016/244 Karar : 2017/691 Tarih : 12.04.2017

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

Dava, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 46. maddesine dayalı tazminat istemine ilişkindir.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesince (ilk derece mahkemesi sıfatıyla) görevsizlik nedeniyle dava dilekçesinin reddine, dosyanın Yargıtay 18. Hukuk Dairesine gönderilmesine karar verilmiş, kararı davacı temyiz etmiştir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında işin esasının incelenmesine geçilmeden önce,

1- Davacı …’ın yargılama sırasında verilen ve karar tarihinden sonra kesinleşen Artvin Sulh Hukuk Mahkemesinin 29.09.2015 tarih ve 2015/56 Esas, 2015/357 Karar sayılı kararıyla Türk Medeni Kanunu’nun 405. maddesi uyarınca kısıtlandığı ve kardeşi Volkan Arslanbaş’ın vasi olarak atandığı anlaşıldığına göre, Türk Medeni Kanunu’nun 462/8. maddesi uyarınca vesayet makamından “husumete izin” kararı alınması gerekip gerekmediği,

2- Temyize konu kararın davacının vasisine usulüne uygun olarak tebliğ edilmesine rağmen, temyiz dilekçesinin davacı kısıtlı tarafından verildiğinin anlaşılması karşısında, davacının vasisine “kanuni süre içinde mahkeme hükmünü ayrıca temyiz edebileceği, bu süre içinde temyiz hakkını kullanmadığı takdirde kısıtlı tarafından yapılmış olan temyize icazet vermiş sayılacağı, temyizi kabul etmiyorsa bunu açıkça bildirmesi gerektiği” kaydını içerir biçimde tebligat çıkarılmak ve sonucuna göre işlem yapılmak üzere dosyanın geri çevrilmesinin gerekip gerekmediği

hususları ön sorun olarak ele alınıp incelenmiştir.

1- Davacı …’ın yargılama sırasında Artvin Sulh Hukuk Mahkemesinin 29.09.2015 tarih ve 2015/56 Esas, 2015/357 Karar sayılı kararıyla Türk Medeni Kanununun 405. maddesi uyarınca kısıtlandığı ve kendisine kardeşi Volkan Arslanbaş’ın vasi olarak atandığı anlaşılmaktadır.

Bilindiği üzere 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 462/8. maddesi uyarınca acele hallerde vasinin geçici önlemler alma yetkisi saklı kalmak üzere vasinin dava açması için vesayet makamının izni gereklidir.

Ne var ki, dosya içerisinde husumete izne ilişkin kararın olmadığı görülmüştür. Dava ve taraf ehliyeti dava şartlarından olup kamu düzenine ilişkindir (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu madde 114,115).

Öyle ise husumete izin kararının dosyaya ibrazı gereklidir.

2- Dosyada yapılan incelemede temyize konu kararın davacının vasisine usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, vasinin herhangi bir temyiz isteminde bulunmadığı ancak kararın davacı kısıtlı tarafından temyiz edildiği anlaşılmaktadır.

Türk Medeni Kanununun 451. maddesinde “Ayırt etme gücüne sahip olan vesayet altındaki kişi, vasinin açık veya örtülü izni veya sonraki onamasıyla yükümlülük altına girebilir veya bir haktan vazgeçebilir. Yapılan işlem diğer tarafın belirlediği veya başvurusu üzerine hakimin belirleyeceği uygun bir süre içinde onanmazsa, diğer taraf bununla bağlı olmaktan kurtulur.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Bu durumda, davacının vasisine “kanuni süre içinde mahkeme hükmünü ayrıca temyiz edebileceği, bu süre içinde temyiz hakkını kullanmadığı takdirde kısıtlı tarafından yapılmış olan temyize icazet vermiş sayılacağı, temyizi kabul etmiyorsa bunu açıkça bildirmesi gerektiği” kaydını içerir biçimde tebligat çıkarmak ve sonucuna göre işlem yapılmak üzere dosyanın geri çevrilmesi gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda yazılı noksanlıkların tamamlanması için dosyanın Yargıtay 4. Hukuk Dairesine GERİ ÇEVRİLMESİNE, oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas: 2016/6806 Karar: 2017/7730 Tarih: 09.11.2017

  • HMK 114. Madde

  • Dava Şartları

1- ) Temyiz konusu hükme dair dava, 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 Sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun Geçici 3. maddesi delaletiyle 1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 438. maddesinde sayılı ve sınırlı olarak gösterilen hâllerden hiçbirine uymadığından, temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasına dair isteğin reddine,

1- ) Uyuşmazlık, görevli yargı yolunun belirlenmesi noktasında toplanmaktadır.

6100 Sayılı HMK’nın 114/1-b maddesine6100 Sayılı HMK’nın 114/1-b maddesine göre “yargı yolunun caiz olması” dava şartı olup mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir.

5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu 01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girmiş olup Kanun’un 101. maddesine göre bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür.

5510 Sayılı Kanun’un “5434 Sayılı Kanuna İlişkin Geçiş Hükümleri” başlıklı Geçici 4. maddesinin5510 Sayılı Kanun’un “5434 Sayılı Kanuna İlişkin Geçiş Hükümleri” başlıklı Geçici 4. maddesinin 4. fıkrasına göre “Bu Kanunda aksine bir hüküm bulunmadığı takdirde; iştirakçi iken, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla bu Kanunun 4. maddesinin birinci fıkrasının ( c ) bendi kapsamına alınanlar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 Sayılı Kanun hükümlerine tabi olarak çalışmış olup bu Kanunun 4. maddesinin birinci fıkrasının ( c ) bendine tabi olarak yeniden çalışmaya başlayanlar ile bunların dul ve yetimleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 Sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılır.”

5510 Sayılı Kanun’un 101. maddesinde5510 Sayılı Kanun’un 101. maddesinde yer alan “…bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülür.” bölümünün iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusunda Anayasa Mahkemesi, 22.12.2011 tarih ve E: 2010/65, K: 2011/169 Sayılı kararıyla iptal isteminin reddine karar vermiştir. Anayasa’nın 153/ son maddesine göre Anayasa Mahkemesi kararları, Resmi Gazetede yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar. Anayasa Mahkemesi kararları ile ilgili doktrindeki ağırlıklı görüş; Anayasa Mahkemesi kararlarının gerekçesinin de bağlayıcı olduğu yönündedir.

17.04.2008 tarihli 5754 Sayılı “Sosyal Sigortalar Ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu İle Bazı Kanun Ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” ile Anayasa Mahkemesi’nin 15.12.2006 günlü, E. 2006/111, K.2006/112 Sayılı iptal kararı doğrultusunda 5510 Sayılı Kanunda düzenlemeler yapılmış ve anılan Kanun’a eklenen Geçici 1., Geçici 4. maddelerle 5754 Sayılı Kanun’un yürürlüğe girdiği tarih itibariyle bu Kanun’un 4. maddesinin birinci fıkrasının ( c ) bendi kapsamına alınanlar ile bunların dul ve yetimleri hakkında, bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 Sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağı hüküm altına alınmıştır.

5754 Sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, evvelce olduğu gibi 5434 Sayılı Kanun hükümlerine tâbi olacaklar ve bunların emeklilikleri bakımından da aynı Kanun hükümleri uygulanmaya devam edecek; ancak 5754 Sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanlar ise 5510 Sayılı Kanun’un 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tâbi sigortalı sayılacak ve haklarında 5434 Sayılı Kanun değil 5510 Sayılı Kanun’un öngördüğü kural ve esaslar uygulanacak; ihtilaf halinde de adli yargı görevli bulunacaktır.

5754 Sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 Sayılı Kanun’a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden …‘nun tesis edeceği işlem ve yapacağı muameleler idari işlem niteliğini korumaya devam edeceğinden bunlara dair ihtilaflarda idari yargının görevli olmaya devam edecektir.

Öte yandan Uyuşmazlık Mahkemesi’nin 04.09.2012 tarihli 2012/64-83 Esas ve Karar sayılı kararında 5510 Sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 Sayılı Kanuna göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden Sosyal Güvenlik Kurumunca tesis edilen işlem ve yapacağı muamelelerin “idari işlem” ve “idari eylem” niteliğini korumaya devam edeceği, dolayısıyla, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2/1-a maddesinde belirtilen idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan iptal davaları kapsamında bulunan, emekli kamu personeli olan davacı tarafından açılan davanın, görüm ve çözümünün idari yargı yerinde görüleceği, 5510 Sayılı bu Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanların ise 5510 Sayılı Kanun’un 4/c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacağı ve haklarında 5434 Sayılı Kanun’un değil 5510 Sayılı Kanun’un öngördüğü kural ve esasların uygulanacağı dolayısıyla ihtilafların da adli yargı yerinde çözümleneceği sonucuna varılmıştır.

Somut olayda uyuşmazlığın çözümünün idari yargının görev alanına girdiği gözetilerek 6100 Sayılı HMK’nın 114/1-b maddesine göre dava şartı olan “yargı yolunun caiz olmaması” sebebiyle davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken işin esasına girilerek yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O hâlde, davacı vekilinin temyiz itirazları bu yönden kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, temyiz harcının istenmesi halinde davacıya iadesine, 09.11.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS