0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Seçimlik Dava

HMK Madde 112

(1) Seçimlik borçlarda, seçim hakkı kendisine ait olan borçlu veya üçüncü kişinin bu hakkı kullanmaktan kaçınması hâlinde, alacaklı seçimlik dava açabilir.

(2) Seçimlik davada mahkeme, talebin hukuka uygun olduğu sonucuna varırsa, seçimlik mahkûmiyet hükmü verir.

(3) Seçimlik mahkûmiyet hükmünü cebrî icraya koyan alacaklı, takibinin konusunu, mahkûmiyet hükmünde yer alan edimlerden birine hasretmek zorundadır. Ancak, bu durum, borçlunun, diğer edimi ifa etmek suretiyle borcundan kurtulma hakkını ortadan kaldırmaz.



## HMK Madde 112 Gerekçesi

Maddenin birinci fıkrasında, seçimlik dava kurumunun yasal çerçevede genel bir tanımı yapılmış ve hangi hâllerde seçimlik davanın açılabileceği hususu hüküm altına alınmıştır.

Seçimlik borç kavramı ile seçimlik dava kavramını birbiriyle karıştırmamak gerekir. Yani her seçimlik borç bir seçimlik dava açılmasına vücut vermez. Seçimlik borçlarda, seçme hakkı borçluya yahut üçüncü bir kişiye bırakılmış ve borçlu yahut üçüncü kişi bu hakkını kullanmaktan kaçınıyorsa ancak bu durumda seçimlik dava açılması söz konusu olacaktır. Seçme hakkı alacaklıya aitse, alacaklının bu durumda seçimlik dava açma imkânı yoktur. Alacaklı, sözü edilen hâlde, hukukî niteliği itibarıyla inşaî bir hak olan seçme hakkını kullanmak suretiyle öncelikle borç konusunu belirli hâle getirecek, borçlu, belirlenen bu edimi yerine getirmeye yanaşmıyorsa, ona karşı seçimlik dava değil; bir eda davası açacaktır.

Seçimlik davada esasında gerçek anlamda bir dava yığılması mevcut değildir. Borcun konusu yani edim ve dolayısıyla talep tektir. Edimin konusunu birbirinin alternatifi olacak şekilde birden fazla şeyin oluşturması edimin de birden fazla olması anlamına asla gelmez.

Maddenin ikinci fıkrasında, seçimlik dava sonucunda mahkemece nasıl bir hüküm verilmesi gerektiği hususuna açıklık getirilmiştir. Seçimlik davada, davacı dava dilekçesinde seçimlik olarak talepte bulunduğu için, mahkemece talebin hukuka uygun bulunduğu sonucuna varılması hâlinde de, verilecek mahkûmiyet kararı seçimlik bir mahkûmiyet kararı olacaktır.

Maddenin üçüncü fıkrasında ise seçimlik mahkûmiyet hükümlerinin cebrî icra yoluyla yerine getirilmesinin nasıl sağlanacağı hususuna açıklık getirilmiştir. Bu çerçevede, seçimlik mahkûmiyet hükmünü cebrî icraya koyan alacaklı, takip hukukunun temel kuralı olan takibin konusunun belirli olması kuralı uyarınca, takibinin konusunu seçimlik mahkûmiyet hükmünde yer alan edim konusu şeylerden birisine hasretmek zorundadır. İcra müdürü de, bu belirleme çerçevesinde, borçluya, hasredilen edimin yerine getirilmesini konu alan bir icra emri çıkartacaktır. Ancak, borçlu, hasredilen ve icra emrinin konusunu oluşturan edimin yerine diğer edimi yerine getirmek suretiyle de takibin son bulmasını sağlayabilecektir. Bu düzenleme sayesinde, sözü edilen hâlde seçme hakkının yine borçluda kalması sağlanacak; alacaklıya geçmesinin de engellenmesi gerçekleştirilmiş olacaktır. Böylelikle, esas itibarıyla bir borçlar hukuku kurumu olan seçimlik borç kurumuyla ilgili yasal düzenlemeyle de paralellik gerçekleştirilmiş olacaktır.

Seçimlik Dava HMK 112 Yargıtay Kararları


Yargıtay 1HD Esas : 2022/1851 Karar : 2022/5209

  • HMK 112
  • Seçimlik dava

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin 04/02/2021 tarihli ve 2019/121 E., 2021/24 K. sayılı kararıyla; davalı …’nın taşınmazı iade etmesi veyahut taşınmazın rayiç bedelini ödemesi hususunda seçimlik hakkı bulunduğu, sözleşmenin birinci kısmında seçimlik hak davacı …’a aitken ikinci kısmında seçimlik hakkın kime ait olduğu hususunun açıkça kararlaştırılmadığı, seçimlik hakkın davalı …’ya ait olduğunun kabulü gerektiği, seçimlik hakkın borçluda olması halinde, borçlunun seçimlik hakkını kullanmadığı zaman alacaklının 6100 sayılı HMK’nın 112. maddesi gereğince seçimlik dava açabileceği, davacının seçimlik dava açması gerekirken taleplerden birine yönelik eda davası açarak davalının seçimlik hakkını engellediği, bu nedenle hukuki yarar yokluğundan davanın usulden reddi gerektiği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

  1. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili ve davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

2.İstinaf Nedenleri

2.1. Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; verilen kararın usul yönünden hatalı olduğunu, Mahkemece davacı tarafa süre verilerek talebin seçimlik davaya uygun hale getirilmesinin istenilmesi gerekirken davanın reddi kararının hatalı olduğunu, seçimlik davanın da niteliği gereği bir eda davası olduğunu, davada hukuki yararın mevcut olduğunu bildirerek ve önceki beyanlarını tekrarla İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.

2.2. Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle; Mahkeme kararının sonucu itibariyle hukuka uygun olduğunu, Mahkeme kararının gerekçesinde davanın esasına ilişkin fahiş derecede hatalı tespitler bulunduğunu, sözleşme kapsamında 01/11/2017 tarihinde taşınmazın davalıya tapuda resmi senet ile devrolunduğunu, davacıya 1.600.000 TL’nin ödendiğini, devam eden süreçte dava dışı…’ın sözleşmeden kaynaklı yükümlülüğünü yerine getirmediğini, davalıya iade etmekle yükümlü olduğu borcunu ödemediğini, Mahkemenin usulden red kararı vermesine rağmen esasa ilişkin inceleme ve değerlendirme yapıldığını, sözleşmede yer alan 18 aylık sürenin, davalının taşınmazı veya rayiç değerinin iadesi için değil, dava dışı…’ın 1.600.000 TL tutarındaki ödemeyi davalıya iadesi için öngörüldüğünü, taşınmazın iadesinin istenebilmesi için gerekli şartların oluşmadığını, dava dışı… tarafından 1.600.000 TL’nin davalıya geri ödenmediğini bildirerek ve önceki beyanlarını tekrarla İlk Derece Mahkemesi kararının gerekçesinin düzeltilerek davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

  1. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin 23/11/2021 tarihli ve 2021/669 E., 2021/1706 K. sayılı kararıyla; sözleşmede asıl borçlunun dava dışı… olup, davalı …’nın 3. kişi olarak dava dışı asıl borçlu…’ın borcunu ödemeyi üstlendiği ve edimini ifa ettiği, sözleşme uyarınca dava dışı… tarafından davalı …’ya, davalı …’nın ödemiş olduğu bedel iade olunduğu takdirde, davalının ya dava konusu taşınmazı ya da dava konusu taşınmazın o günkü rayiç bedelini ödeyeceği kararlaştırılmış olduğundan ve henüz… tarafından davalı …’ya borç ödenmemiş olup, davacının taşınmazın tapu kaydının iptalini talep etmesinin mümkün olmaması nedeniyle davanın reddine karar verilmesi doğru olmakla birlikte gerekçenin hatalı olduğu gerekçesiyle, 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b-1 maddesi uyarınca, davacının istinaf başvurusunun esastan reddine; davalının istinaf başvurusunun kabulüne, 6100 sayılı HMK’nın 353/1-b-2 maddesi uyarınca İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasına, gerekçesi değiştirilmek suretiyle davanın esastan reddine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

1.Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili ve davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

  1. Temyiz Nedenleri

2.1.Davacı vekili temyiz dilekçesinde özetle; davanın usulden reddine ilişkin istinaf sebeplerinin öncelikle değerlendirilmesi gerekirken bu konuda hiçbir değerlendirme yapılmadan, davanın esastan reddedildiğini, sözleşmenin niteliğinin ve maksadının hatalı değerlendirildiğini, sözleşmede taşınmazın iade edileceği tarihin hüküm altına alındığını, davacının kredi çekilip kendisine borç ödendikten sonra 18 ay içerisinde taşınmazının tekrar kendisine iade edileceğine inandığını, davalı inanılan da davacıya kredi çekmesini müteakip taşınmazı en geç 18 ay sonra iade edeceğini taahhüt ettiğini, davalının borcu üstlenme iradesi olduğunu, davacının taşınmazının kendisine iadesini, sadece borcu üstlenen davalıya dava dışı… tarafından borcun ödeneceği şartına bağlamasının da hayatın olağan akışına uygun olmadığını, davacının alacağına kavuşabilmek için borcu üstlenen davalıya, sözleşmede belirlenen süre dolduğunda taşınmazını iade edilmek üzere devrederek kredi çekebilmesine yardımcı olduğunu, Bölge Adliye Mahkemesince yapılan hukuki ve sözleşmede tarafların iradesine ilişkin değerlendirmelerin yanlış olup verilen kararın hukuka aykırı olduğunu bildirerek ve önceki beyanlarını tekrarla kararın bozulmasına karar verilmesi talep etmiştir.

2.2. Davalı vekili temyiz dilekçesinde özetle; Bölge Adliye Mahkemesi kararının vekalet ücreti yönünden usul ve yasaya aykırı olduğunu, davanın esastan reddine karar verildiği halde davacı aleyhine maktu vekalet ücretine hükmolunduğunu, dava değeri üzerinden nispi vekalet ücretine hükmolunması gerekirken, sanki yine usulden red kararı verilmiş gibi maktu vekalet ücretine hükmedildiğini, davacı aleyhine nispi vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiğini bildirerek, kararın vekalet ücreti yönünden düzeltilerek onanmasına/bozulmasına karar verilmesini talep etmiştir.

  1. Gerekçe

3.1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Uyuşmazlık, inançlı işlem hukuki nedenine dayalı tapu iptali ve tescil istemine ilişkindir.

3.2. İlgili Hukuk

Öte yandan; inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartlarını içeren borçlandırıcı bir muameledir.

Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.

Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek ve iade edilmek üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için başvururlar. Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin edecek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiyetini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.

Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniyle, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç almış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini istemek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satmamak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmıştır.

İnanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uygun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı veren geçerli sözleşmelerdir. (818 s. Borçlar Kanunu 818 s. Borçlar Kanunu’nun (BK). m.; 6098 s. Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 97. m.). Anılan sözleşmelerde, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçları belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafından inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de TBK’nın 26 ve 27. maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.

Uygulamada mesele, 05.02.1947 tarihli ve 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapılmak suretiyle çözüme gidilmektedir. İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üzere, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların veya inanılanın imzasını içermesi gereklidir. Bunun dışındaki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme kararının kapsamının genişletilmesi, hemde taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anlamını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.

05.02.1947 tarihli 20/6 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca, inançlı işleme dayalı iddianın, şekle bağlı olmayan yazılı delille kanıtlanması gerekeceği kuşkusuzdur. Şayet, ispat külfeti kendisinde olan tarafın yazılı bir belgesi yok ise ancak taraflar arasında gerçekleştirilen mektup, banka dekontu, yazışmalar gibi birtakım belgeler var ise bunların delil başlangıcı sayılacağı ve iddianın her türlü delille kanıtlanmasının olanaklı hale geleceği sabittir. Şayet, delil başlangıcı sayılacak böylesi bir olgu da bulunmuyor ise iddia sahibinin son başvuracağı delilin karşı tarafa yemin teklif etme hakkı olduğu da şüphesizdir.

3.3. Değerlendirme

3.3.1. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı …’ın çekişme konusu 107 ada 13 parsel sayılı taşınmazdaki 7/100 olan payının tamamını 01/11/2017 tarihinde satış suretiyle davalı …’ya devrettiği, aynı tarihte taşınmaz üzerine dava dışı Türkiye Halk Bankası lehine 2.000.000,00 TL bedelli ipotek tesis edildiği, davacı …, davalı … ve dava dışı… arasında 26/10/2017 tarihli ‘‘Borcun Üçüncü Kişi Tarafından Ödenmesine İlişkin Sözleşme’’ başlıklı belge imzalandığı, sözleşmenin imzalandığı ve taşınmazın devredildiği tarihin üzerinden dava tarihi itibariyle 18 aydan fazla süre geçtiği anlaşılmaktadır.

3.3.2. Somut olaya gelince; davacı … ve davalı … arasındaki inançlı işlemin belgesi niteliğindeki 26/10/2017 tarihli sözleşmenin yapıldığı hususunda anlaşmazlık bulunmamaktadır. Davalı … dava dışı …’nin borcunu üstlenirken, davacıya ödeyeceği …’nin borcunu, davacının dava konusu taşınmazını teminat olarak alarak çekmiş olduğu kredi ile ödemiştir. Dolayısıyle kredi borcunun asıl borçlusu dava dışı…ve taraflar arasında yapılan sözleşme nazara alındığında, dava dışı…tarafından …’a olan borç ödendiği anda taşınmaz davacıya iade edilecek, 18 ay içinde ödeme yapılmasa dahi her halükarda taşınmaz iade edilecektir. Bu konudaki tercih hakkı davacıya bırakılmıştır.

3.3.3.Hal böyle olunca; davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken sözleşmenin yorumunda hataya düşülerek yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.

VI. SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle; davacının yerinde bulunan temyiz itirazlarının kabulü ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 371/1-a maddesi uyarınca Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi kararının BOZULMASINA, HMK’nın 373/2. maddesi gereğince dosyanın kararı veren Antalya Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesine gönderilmesine, bozma nedenine göre davalının sair temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yer olmadığına, 20/11/2021 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden davacı vekili için 3.815,00 TL duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilen davalıdan alınmasına, alınan peşin harçların temyiz eden taraflara geri verilmesine, 28/06/2022 tarihinde kesin olmak üzere oybirliğiyle karar verildi.


Yargıtay 20. Hukuk Dairesi 2015/3439 E. , 2015/2106 K.

  • HMK 112
  • Seçimlik dava açılmış olması halinde, her iki talep hakkında da karar verilmelidir.

Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, 2/B’lik alanda kalan, ancak kullanım kadastrosunda tutanak düzenlenmeyen taşınmazın adına tescili, olmadığı takdirde … adına tescili istemine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamına göre, dava konusu 128 ada 4 nolu parsel 447 nolu, 128 ada 5 nolu parsel ise 448 nolu kadastro parsellerinden gelmekte olup, bu parseller kadastro sırasında hükmen orman niteliği ile tapuya tescil edilmişler, 1987 yılında yapılıp, kesinleşen 2/B uygulaması sırasında ise P.II olarak 2/B uygulaması ile … adına orman sınırı dışına çıkarılmışlardır. P.II’nin çalışma tutanağının okunmasında, dava konusu 446 ve 447 nolu parsellerin tamamının 2/B uygulaması ile orman sınırları dışına çıkarıldığı anlaşılmaktadır. Daha sonra, bu yerde 5831 sayılı yasanın 8. maddesi ile getirilen Ek madde 4 gereğince kullanım kadastrosu yapılmış, 447 nolu parsel 128 ada 4, 446 nolu parsel ise, 128 ada 5 nolu parsel olmuştur. Ne var ki; kullanım kadastrosu sırasında, 446 ve 447 nolu parsellerin tamamına kullanım kadastro tutanağı düzenlenmemiş, güneyde kalan bir kısım bölümler 128 ada 4 ve 5 parsellerin çapı dışında kalmıştır. Davacı 128 ada 4 ve 5 nolu parselleri Hazineden satın almış, bu parsellerin çapı dışında kalan, ancak 2/B alanında kaldığı anlaşılan taşınmazların da kendi adına, olmadığı takdirde ise … adına tescil edilerek, beyanlar hanesine kullanıcı olarak adının yazılmasını istemiştir. Mahkemece dava konusu taşınmazların davacı adına tesciline karar verilmiştir. Ancak, dava konusu taşınmazların kesinleşen 2/B alanında kaldığı ve 6831 sayılı Kanunun değişik 2. ve 2/B madde uygulaması sonucu nitelik kaybı nedeniyle … adına orman sınırları dışına çıkarılan taşınmazların, Anayasanın 170. maddesinde belirtilen kamu hizmetinin yerine getirilmesi için 2924 sayılı Kanun gereği Orman Bakanlığı’nın emrine geçeceği, başka bir anlatımla, Orman Bakanlığına tahsis edilmiş sayılacağı, bu yerlerin 6292 sayılı Kanunun 3/6. maddesi uyarınca da Maliye Bakanlığının tasarrufuna geçtiği, kazandırıcı zamanaşımı yoluyla edinilmesine olanak bulunmadığı, 27.01.2009 tarihli Resmî Gazetede yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren 5831 sayılı Kanunun 5. maddesiyle, 6831 sayılı Kanuna eklenen ek 10. maddesi uyarınca, Orman Kanununun 20.06.1973 tarihli ve 1744 sayılı Kanunla değişik 2. maddesi, 23/9/1983 tarihli ve 2896 ve 5/6/1986 tarihli ve 3302 sayılı Kanunlarla değişik 2. madde birinci fıkra (B) bendi uygulamaları ile orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin, çıkarma işleminin kesinleştiği tarihten itibaren kazandırıcı zamanaşımı yolu ile iktisap edilemeyeceği anlaşıldığından, davacının kendi adına tescile yönelik davasının reddine karar verilmesi gerekir. Ancak, davacı seçimlik dava açtığından, diğer talebi hakkında da olumlu ya da olumsuz bir karar verilmesi gerekirken, aksi düşüncelerle yazılı şekilde hüküm kurulması usûl ve kanuna aykırı olup bozma nedenidir.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS