0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

İnşai Dava

HMK Madde 108

(1) İnşai dava yoluyla, mahkemeden, yeni bir hukuki durum yaratılması veya mevcut bir hukuki durumun içeriğinin değiştirilmesi yahut onun ortadan kaldırılması talep edilir.

(2) Bir inşai hakkın, dava yoluyla kullanılmasının zorunlu olduğu hâllerde, inşaî dava açılır.

(3) Kanunlarda aksi belirtilmedikçe, inşai hükümler, geçmişe etkili değildir.



HMK Madde 108 Gerekçesi

Maddenin birinci fıkrasında, inşai dava kurumunun yasal çerçevede tanımı yapılmıştır. İnşaî dava, yeni bir hukukî durumun yaratılmasını, mevcut bir hukukî durumun içeriğinin değiştirilmesini ya da onun tümüyle ortadan kaldırılmasını hedefleyen bir dava çeşididir.

Maddenin ikinci fıkrasında ise inşai davaların, ancak, bir inşaî hakkın dava yoluyla kullanılmasının zorunlu olduğu hâllerde işlerlik kazanacağı hususu açıkça hükme bağlanmıştır. Bu hâllerin neler olduğunu maddî hukuk gösterecektir. İnşaî haklar, varması gerekli tek taraflı bir irade açıklaması ile kullanılırlar; karşı tarafa vardıkları anda kendilerinden beklenen etkiyi doğururlar. İnşaî hakka bağlanmış olan etkinin doğumu için, mahkeme aracılıyla kullanılması maddî hukuk tarafından zorunlu kılınmışsa, bu durumda inşaî hak sahibinin inşaî dava açması gerekir.

Maddenin son fıkrasında ise inşai davanın kabulü hâlinde, verilen hükümlere özgü bir nitelik olan inşaî etkinin, hükmün verilip şeklî anlamda kesinleştiği anda kanunlarda aksine bir düzenleme olmadığı sürece geçmişe değil; geleceğe etkili olacağı hususu açıkça ifade olunmuştur.

İnşaî hükümlerin geçmişe etkili olması ise son derece istisnaî hâllere münhasırdır.


HMK 108 (İnşai Dava/Yenilik Doğuran Dava) Yargıtay Kararları


Yargıtay (Kapatılan) 23. Hukuk Dairesi 2018/852 E. , 2020/4306 K.

  • HMK 108
  • Sözleşmenin uyarlanması davası inşai dava, diğer bir deyimle yenilik doğuran dava mahiyetindedir.

Bilindiği üzere; bir kimsenin tek taraflı irade beyanıyla yeni bir hukuki ilişki meydana getirebildiği hallerde kurucu (inşai-yenilik doğurucu) hakların varlığından sözedilir. Kural olarak inşai hak sahibinin bu hakkını tek taraflı olarak kullanmasıyla hukuki sonuç doğar. Ancak bazı inşai haklarda hak sahibinin bu hakkını tek taraflı olarak kullanmasıyla hukuki sonuç kendiliğinden doğmaz. Bu inşai hakların mutlaka mahkeme aracılığı ile kullanılması gerekir. Mahkeme inşai davanın kabulüne karar verirse bu karar inşai niteliktedir. Çünkü bu kabul kararı ile yeni bir hukuki durum yaratılır. Bu durumda açılan davaya inşai dava denilebilir ve bu inşai hakkına dayanarak mahkemeden bir hukuki durumun değiştirilmesine veya kaldırılmasına veya yeni bir hukuki durumun yaratılmasına karar verilmesini ister. İnşai davaların kabulü halinde verilen inşai kararlar kural olarak geleceğe etkilidir. Yani bu hakkın kazanılması ile ortaya çıkan yenilik doğurucu etki kural olarak gelecek için olup geçmişe etkili değildir.

TBK’nın 138. maddesine dayalı olarak açılan sözleşmenin uyarlanması davası geleceğe etkili inşai dava niteliğinde olup, davacının geçmişe dönük geciş hakkı bedeli talebi yerinde olmadığından, mahkemece bu istemin reddine karar verilmesi isabetli olmuştur.

Davacı tarafın uyarlama talebinin yerinde olduğu kabul edilerek, uyarlamanın süre ve bedel kapsamı yönünden, tarafların iddia, savunma ve tüm dellilleri değerlendirilerek, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı gerekçeye dayalı olarak yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmamıştır.


Yargıtay 15. Hukuk Dairesi 2016/2389 E. , 2017/4092 K.

  • Sözleşmenin kurulması istemi, inşai dava olarak kabul edilemez. Eda davası açılması gerekirken inşai dava (yenilik doğuran dava) açılması hukuka aykırıdır.

Davacı vekili, müvekkili kurumun 6200 sayılı Kanun’la verilen yetkiye dayanarak sulama kooperatiflerinin tesislerini yapıp, monte ederek çalışır vaziyette teslim ve devrettiğini, devir sözleşmesi ile pompaj tesislerinin intifa hakkının kooperatife geçmekte olduğunu, mülkiyetin ise, bedel ödeninceye kadar idarede kaldığını, taraflar arasında imzalanan 22.11.2012 tarihli ön sözleşmenin imzalamasını müteakip işlemleri yapıp tesislerin kurulup devire hazır hale getirildiği halde, davalı kooperatifçe sözleşmenin imzalanmadığını, sözleşmenin kurulmasına karar verilmesini dilemiştir.

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilerek sözleşmenin kurulmasına ve sözleşme şartlarının da düzenlenmesine karar verilmiştir.

Hukukumuzda sözleşme serbestliği ilkesi mevcuttur. Gerek mülga 818 sayılı BK’nın 19. maddesi gerekse yürürlükte bulunan 6098 sayılı TBK’nın 26. maddesi sözleşme özgürlüğünü getirmiş ve özellikle tarafların kanuna ve ahlaka/adaba aykırı olmamak koşuluyla sözleşme düzenleyebileceklerini, sözleşmenin içeriğini serbestçe belirleyebilecekleri kabul edilmiştir. Esasında gerek Dairemizin gerekse Yargıtay’ın kökleşmiş içtihatlarında da bu husus defalarca vurgulanmıştır. Bunun gibi taraflar tek taraflı olarak sözleşmeyi feshetme hakları da hukukumuzda yer almıştır. Öte yandan hakimin sözleşmeye müdahalesi ise bazı hallerde kabul edilmektedir. Örneğin aşırı ifa güçlüğü yönünde getirilen düzenleme (6098 sayılı TBK’nın 138. maddesi) ile hekimin sözleşmeye müdahalesi öngörülmektedir. Esasen TBK’nın yürürlüğe girmeden önce de Yargıtay sözleşmenin uyarlanmasını bazı koşullarda kabul etmekte idi. Özellikle yabancı para borçlarında dövizin hızla artması halinde uyarlama davalarının kimi zaman kabul edildiği bilinmektedir. Yine, iltihaki sözleşmelerde de, özellikle tüketicilerin korunması amacıyla şartları oluştuğunda idareyi zorlayıcı sözleşmelerin kurulması kabul edilmektedir. Ne var ki, bunlar istisnai haller olup, aslolan tarafların iradesi ve sözleşme serbestliği ilkesidir. Öte yandan, bir davada hukuki yarar olması dava şartıdır. Gerçekten de, gerek 6100 sayılı HMK’nın 114. maddesinde gerekse 1086 sayılı HUMK’nın uygulandığı dönemlerde, hukuki yarar bulunması gerekmektedir. Hukuki yarar bulunmadığı durumlarda davanın bu sebeple reddi gerekir.

Değinilmesi gereken bir husus da, dava açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 6100 sayılı HMK’nın dava çeşitlerini düzenleyen 105-113. maddeleridir. Bunlardan eda davası ve tespit davası yanında 108. maddesinde, inşai dava türü de mevcut ise de, inşai dava yoluyla, mahkemeden, yeni bir hukuki durumun yaratılması veya mevcut bir hukuki durumun içeriğinin değiştirilmesi yahut onun ortadan kaldırılması talep edilir (108/1.md.). İnşai dava türlerine örnek olarak da, geleceğe yönelik bir etki doğurması nedeniyle hükmün kesinleştiği an başlangıç noktası olacaktır. Bunlara örnek olarak, dernek veya vakıfların feshi, tüzel kişiliğin feshi, boşanma, evliliğin iptâli, evliliğin feshi, mirasın paylaştırılması gibi davalar örnek olarak gösterilebilir. Geçmişe etkili inşai davalara örnek olarak, soybağının reddi, ölüme bağlı tasarrufların iptâli, anonim ve limited şirketlerde genel kurul kararlarının iptâli, yargılamanın yenilenmesi davalarıdır (Prof. Dr. Hakan Pekcanıtez, Medeni Usul Hukuku, II. Cilt, sh. 985-986). Bu açıklamalar gözetildiğinde, sözleşmenin kurulmasının da bu dava türü içerisinde kaldığından bahsedilemez.

Yukarıda açıklanan nedenler ve somut olay incelendiğinde; davacı idare ön sözleşme uyarınca edimlerini ifa etmelerine rağmen, davalı kooperatifin sözleşmeye yanaşmadığını ileri sürmüş ve eldeki davayı açmıştır. Davacı idare eda davası açabilecekken, sözleşmenin kurulmasının mahkemeden istemesi bu düzenlemelere ve yargısal içtihatlara aykırıdır. Bu davada davacı yanın hukuki yararı bulunmadığından 6100 sayılı HMK’nın 114/1-h maddesindeki dava şartı da bulunmamaktadır. Bu haliyle davanın dava şartı noksanlığından reddi gerekirken, sözleşmenin kurulup, sözleşme şartlarının da belirlenerek, hüküm kurulması usul ve yasalara aykırı olup, kararın bu nedenlerle bozulması uygun bulunmuştur.


Hukuk Genel Kurulu 2019/853 E. , 2020/907 K.

  • HMK 108
  • Dava dilekçesi içeriğinin yorumlanarak dava türünün belirlenmesi gerekirken, inşai dava (yenilik doğuran dava) açılmasında hukuki yarar bulunmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilemez.

Dava çeşitleri HMK’nın 105 vd. maddelerde düzenlenmiştir. Bir davanın hangi dava çeşidini oluşturduğu davacının talep sonucunun hangi dava türü tanımına uyduğuna göre belirlenebilir. Davacı dava dilekçesinde dava türünü inşai dava olarak yazsa bile bir miktar alacağın tahsili talebinde bulunmuş ise bu eda davası olup hâkim bu kapsamda karar vermek zorundadır. Bu nedenle eda davası açılması gerekirken inşai dava açılmasında hukuki yarar bulunmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilemez. Hukuki yararı belirleyen davacının gösterdiği dava türü değil, karar verilmesi istenen talep sonucudur. Nasıl ki dava dilekçesinde hiç gösterilmemiş veya yanlış gösterilmiş olsa bile HMK’nın 33. maddesi kapsamında doğru hukuki sebebi bulmak ve uygulamak hâkimin görevi ise HMK’nın 32. maddesi çerçevesinde yargılamayı sevk ve idare ile dava türü tanımlarına ve talep sonucuna göre dava türünü doğru belirleyip buna göre yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandırmak da hâkimin görevidir. Bu konuda hâkim, davacının dilekçesinde yaptığı isimlendirmeyle bağlı olmaksızın açılan davanın, eda davası, tespit davası, belirsiz alacak ve tespit davası, inşai dava, kısmi dava, terditli dava, seçimlik dava ve topluluk davası çeşitlerinden hangisi olduğunu belirleyerek yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandıracaktır.


Yargıtay 8. Hukuk Dairesi 2018/14721 E. , 2019/6023 K.

  • HMK 108
  • Eda veya inşai dava ile sağlanamayacak hukuki koruma tespit davası ile sağlanabilir.

Dava, vakıf mütevelli heyeti üyesi olduğunun tespiti ve genel kurul kararının iptali talebine ilişkindir.

Somut olayda, dava konusu vakıf senedinin 6. maddesine göre mütevelli heyetinin daimi üyeleri arasında İstanbul Teknik Üniversiteliler Birliği Derneği eski başkanı olma şartı sayılmıştır. Davacının dernek eski başkanı olduğu konusunda ihtilaf bulunmamakta olup ihtilaf, dernek üyeliğinden 15.06.2013 tarihli dilekçe ile ayrılan davacının vakıf mütevelli heyetine üye olup olamayacağına ilişkindir.

Tespit davasının dinlenebilmesi için, tespit davası konusu hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece tespit edilmesinde hukuki yararın bulunması gerekir. Davacı tespit davası açmakta hukuki yararı bulunduğunu bildirmeli, açıklamalı ve gerekirse ispat etmelidir. 6100 Sayılı HMK’nin 114. maddesinde, hukuki yarar dava şartı olarak kabul edilmiştir. Davacı tespit davası açmakta hukuki yararı olduğunu ispat edemezse, tespit davası dava şartı yokluğundan usulden reddedilir. Mahkemenin, her tespit davasında hukuki yarar bulunup bulunmadığını kendiliğinden incelemesi gerekir.

HMK’nin 106. maddesine göre tespit davası açanın, kanunlarda belirtilen istisnai durumlar dışında, bu davayı açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararı bulunmalıdır. Yani, davacının tespit davasına konu yapılan hukuki ilişkinin hemen tespit edilmesinde hukuki yararının bulunması şarttır. Bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığı veya yokluğu, tespit davası açılabilmesi için tek başına yeterli değildir. Davacının tespit davası ile istediği hukuki koruma diğer dava çeşitlerinden (eda ve inşai dava) biri ile sağlanabiliyorsa, o zaman davacının dava açmada hukuki yararı yoktur.

Dava konusu vakıf mütevelli heyetine üyeliğinin bulunup bulunmadığının tespiti hakkında davacı istediği hukuki korumayı eda veya inşai dava ile sağlayamayacağından tespit davası açmakta hukuki yararı mevcut olup, talebin hukuki yarar yokluğu nedeniyle reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.


Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2014/19810 E. , 2014/17025 K.

  • HMK 108

  • Adi ortaklığın fesih ve tasfiyesi davası geleceğe etkili inşai davalardandır.

Uyuşmazlık; TBK. nun 639/7. (BK. nun 535/7) maddesi uyarınca mahkemeden alınacak inşai kararla ortaklığın fesih ve tasfiyesi istemine ilişkindir. Dosya içeriği ve özellikle dinlenilen tanık beyanları ile kardeş olan taraflar arasında adi ortaklığın kurulduğu ispatlanmış olup, tarafların ortaklığın mal varlığını oluşturan araçları 2008 ve 2009 yıllarında birlikte kullandığı, ancak 2010 yılında ortaklığın eylemli olarak sona erdiği anlaşılmaktadır. Esasen, ortaklığın kurulduğu hususu mahkemenin de takdirindedir. TBK. nun. 147/4 (BK. nun 126/4) maddesi uyarınca, adi ortaklıktan doğan davalar beş yıllık zamanaşımına tabidir. Zamanaşımının başlangıcı ise, yerleşmiş Yargıtay uygulamasına göre adi ortaklığın sona ermesi ile başlar. Zira, sona erme sebeplerinin gerçekleşmesi ile birlikte ortaklık tasfiye aşamasına girmekte olup, buna bağlı olarak ortakların tasfiye alacağını isteme hakkı da muaccel olmuş olur(TBK. Md 149, BK. md. 128).

Somut olayda, ortaklığın eylemli olarak sona erdiği 2010 yılından, davanın açıldığı 17.05.2013 tarihine kadar beş yıllık zamanaşımı süresinin dolmadığı belirgindir. Öte yandan, yukarıda açıklandığı üzere adi ortaklığın fesih ve tasfiyesi davası geleceğe etkili inşai davalardandır. Bilindiği üzere, inşai dava ile davacının talep sonucu olarak, var olan bir hukuki durumun değiştirilmesini veya kaldırılmasını veya yeni bir hukuki durumun yaratılmasını istemesi gerekir. Eldeki davada da davacı, adi ortaklığın fesih ve tasfiyesini istemiş; ancak tasfiye (sermaye ve kar payından ibaret) alacağının değerinin tam olarak belirlenmesi mümkün olmadığından, tespit edebildiği ölçüde asgari miktarı (5.790) TL göstermiştir. Diğer bir anlatımla, davada talep sonucu açık bir şekilde gösterilmiştir.

Hal böyle olunca; mahkemece; 6101 sayılı Türk Borçlar Kanununun Yürürlüğü ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 1.maddesi uyarınca, 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 620 ve devamı maddelerinde düzenlenen adi ortaklık hükümlerinin dikkate alınması ve 642. vd. maddelerindeki tasfiye hükümlerinin somut olaya uygulanması suretiyle uyuşmazlığın çözümlenmesi gerekirken, eksik inceleme ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir.


Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2013/13788 E. , 2014/16102 K.

  • HMK 108
  • İnşai davada verilen hükümler kural olarak geleceğe etkilidir.

Bilindiği üzere; bir kimsenin tek taraflı irade beyanıyla yeni bir hukuki ilişki meydana getirebildiği hallerde kurucu(inşai-yenilik doğurucu) hakların varlığından sözedilir. Kural olarak inşai hak sahibinin bu hakkını tek taraflı olarak kullanmasıyla hukuki sonuç doğar. Ancak bazı inşai haklarda hak sahibinin bu hakkını tek taraflı olarak kullanmasıyla hukuki sonuç kendiliğinden doğmaz. Bu inşai hakların mutlaka mahkeme aracılığı ile kullanılması gerekir. Mahkeme inşai davanın kabulüne karar verirse bu karar inşai niteliktedir. Çünkü bu kabul kararı ile yeni bir hukuki durum yaratılır. Bu durumda açılan davaya inşai dava denilebilir ve bu inşai hakkına dayanarak mahkemeden bir hukuki durumun değiştirilmesine veya kaldırılmasına veya yeni bir hukuki durumun yaratılmasına karar verilmesini ister. İnşai davaların kabulü halinde verilen inşai kararlar kural olarak geleceğe etkilidir. Yani bu hakkın kazanılması ile ortaya çıkan yenilik doğurucu etki kural olarak gelecek için olup geçmişe etkili değildir. Geleceğe etkili inşai davaların kabulü halinde verilen inşai kararlarda hukuki durumdaki değişiklik diğer bir söyleyişle yeni hukuki durum yaratılması ancak inşai kararın kesinleşmesi ile meydana gelir. İnşai hükümlerin geçmişe etkili olması istisna olup, ancak özel bir neden bulunması halinde mümkündür.

Öte yandan, inanç sözleşmesine dayalı olarak temlik edilen taşınmazın tekrar inanana dönmesi amacıyla gayrimenkul mülkiyetinin kazanılması için açılan davalar da geleceğe etkili inşai (kurucu-yenilik doğurucu) dava niteliğindedir.

Somut olaya gelince; davanın açıldığı tarih itibariyle davacı kayıt maliki olup, Türk Medeni Kanunun 683. maddesinden kaynaklanan mülkiyet hakkına dayandığı ve dava tarihinden geriye doğru ecrimisil talebinde bulunduğu, her ne kadar davalılar yargılama sırasında kesinleşen Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 01.10.2010 tarihli, 2008/189 Esas, 2010/294 Karar sayılı kararına istinaden çekişme konusu bağımsız bölümde davacı ile birlikte paydaş haline gelmiş iseler de, anılan kararın yukarıda açıklandığı üzere inşai (yenilik doğurucu) nitelikte olup, geriye doğru yürümeyeceği ve kesinleşmesinden sonra sonuçlarını doğuracağı açıktır.

O hâlde; dava konusu yapılan ecrimisil döneminde davalılar üçüncü kişi konumunda olup, ecrimisilden sorumlu olacakları kuşkusuzdur.


YARGITAY 22. HUKUK DAİRESİ Esas: 2015/12997 Karar: 2015/17064 Tarih: 11.05.2015

  • HMK 108. Madde

  • İnşai Dava - Yenilik Doğuran Dava

Davacı, kıdem ve ihbar tazminatı alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.

Mahkeme, davanın hukuki yarar yokluğu sebebi ile reddine karar vermiştir.

Hüküm süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmiş olmakla, dava dosyası için tetkik hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:

Karar: Davacı, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 00 TL ihbar tazminatı ve 2.500,00 TL kıdem tazminatının davalıdan tahsil edilmesine karar verilmesini istemiştir.

Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davacının çalışma süresi ve ücretini bildiği, talep konusu alacakları belirleyebilecek durumda olduğu, davanın kısmi alacak davası olarak açıldığı, tam eda davasına konu edilmesi mümkün iken kısmi eda davası açılmasında hukuki yarar olmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlık davanın niteliği ve işçilik alacaklarına ilişkin kısmi dava açılmasında hukuki yarar bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda dava çeşitleri 105. ila düzenlenmiş, eda davası (m. tespit davası (m. 106) ile belirsiz alacak ve tespit davası, inşai dava,, kısmi dava (m. 109) ayrı ayrı maddelerde gösterilerek farklılıkları belirtilmiştir.

Kısmi dava 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 109. maddesinde tanımlanmıştır. Maddenin birinci fıkrasına göre “Talep konusunun niteliği itibarıyla bölünebilir olduğu durumlarda, sadece bir kısmı da dava yoluyla ileri sürülebilir”.

Anılan Kanun’un Anılan Kanun’un 107. maddesinde düzenlenen belirsiz alacak davası ile kısmi dava birlikte değerlendirildiğinde, eğer alacak belirli veya belirlenebilir nitelikte ise, tam veya kısmi şekilde belirsiz alacak davası açarak, bu davanın sağladığı imkanlardan yararlanmak mümkün değildir. Ancak, kanunun kısmi dava açma imkanını sınırlamakla birlikte tamamen ortadan kaldırmadığı da gözetildiğinde, belirlenebilir alacaklar için, belirsiz alacak davası açılamasa da, şartları oluştuğunda ve hukuki yarar bulunduğunda kısmi dava açılması mümkündür. Aksi halde, sadece ya belirsiz alacak davası açma veya belirli tam alacak davası açma şeklinde iki imkandan söz edilebilir ki, o zaman da kısmi davaya ilişkin Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun m. 109’daki hükmün fiilen uygulanması söz konusu olamayacaktır. Çünkü, belirsiz alacak davasında zaten belirsiz alacak davasının sağladığı imkanlardan yararlanarak dava açılabilecek; şayet alacak belirli ise de, o zaman sadece tam eda davası açılabilecektir. Oysa kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği prensibi gereği, 6100 sayılı Kanun’un 109. maddesinde kısmi davaya ilişkin düzenleme yapıldığı düşünülerek ve kanundaki sınırlamalara dikkat edilerek kısmi dava açılabilecektir. Buradaki temel ölçü, kısmi dava açmakta hukuki yararın bulunması ve Yargıtay kararlarında da belirtildiği üzere, kısmi dava açma hakkının dürüstlük kuralına aykırı şekilde kötüye kullanılmamasıdır.

Somut olayda, işçilik alacaklarının tahsiline ilişkin dava açılırken fazlaya dair haklar saklı tutulmuş ve şimdilik 500,00 TL ihbar tazminatı ve 2.500,00 TL kıdem tazminatı alacağının davalıdan tahsili talep edilmiştir. Davacı vekili duruşma, kısmi dava açtıklarını beyan etmiş ve mahkemece, tam eda davasına konu edilmesi mümkün iken kısmi dava açılmasında hukuki yarar bulunmadığı gerekçesi ile davanın hukuki yarar yokluğundan reddine karar verilmiştir. 6100 sayılı Kanun’un 109/1. maddesi gereğince talep konusunun niteliği itibari ile bölünebildiği durumlarda sadece bir kısmının dava yolu ile ileri sürülmesi mümkün olup, mahkemece kısmi dava açılmasında hukuki yarar bulunduğu da gözetilerek işin esasına girilip oluşacak sonuç dairesinde karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçe ile davanın hukuki yarar yokluğundan reddedilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.

Sonuç: Hükmün yukarıda açıklanan sebeplerle BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 11.05.2015 gününde oybirliği ile, karar verildi.


Yargıtay HGK-Karar : 1997/450

  • HMK 108
  • Sözleşmedeki hakkın ifasına yönelik talepler yenilik doğruran davalar, diğer bir deyişle inşai davalar olarak değil; eda davası olarak kabul edilmelidir.

Kadastro Kanun’unun 25. maddesinde, Kadastro Mahkemeleri’nin bakamayacağı davalar sıralanırken “mahkemeden yenilik doğurucu hüküm almayı gerektiren dava ile ilgili isteklerin” incelenmesi Kadastro Mahkemesi’nin görevi dışında olduğu kabul edilmiştir. Gerçekte de Kadastro Mahkemesi’nin görevi 25. maddede görüldüğü gibi konu bakımından sınırlı olduğu gibi, zaman bakımından da sınırlıdır.

Kural olarak tek taraflı bir irade beyanı ile yeni bir hukuki durumun yaratılmasını, mevcut hukuki durumun değiştirilmesini veya kaldırılmasını sağlayan haklara yenilik doğurucu (inşai) haklar denir. İnşa-i hak sahibinin bu hakkını tek taraflı olarak kullanmasıyla hukuki sonuç meydana gelir. Bunun için karşı tarafın kabulüne veya bir mahkeme hükmüne gerek yoktur.

Böyle bir hakka dayanılarak mahkemeden korunma ve yardım istenmesi durumunda yenilik doğuran (inşai) dava söz konusu olur. Yenilik doğurucu dava, yenilik doğurucu bir hakka dayanılarak açılır. Ancak yenilik doğuran hakka dayanılarak açılan her dava ise, yenilik doğurucu dava değildir.

Az yukarıda belirtilen dava konusu tapuda bağışta bulunanın irade beyanı aynen “dokuz parça taşınmazın tamamı, Hüseyin oğlu Nazmi Sağlam adına kayıtlı iken, bu kerre kendisinden evvel vefatı halinde yine aslına rücu etmek kayıt ve şartı ile eşi Hatice Sağlama hibesinden tescili yapıldı" şeklindedir. Görüldüğü üzere, bu bağış hukuki nitelikçe BK.nun 242 maddesi kapsamına uygun bir “rucu şartı İLE BAĞIŞLAMA” olduğunda kuşku ve duraksamaya yer bulunmamaktadır. Bu tür, bağışlamada, kendisine mal bağışlanan şahıs bağışlayandan evvel ölürse, mal bağışlayanın mal varlığına geri dönecektir. Diğer bir anlatımla, burada çoğunlukla bir elden hibenin varlığı sözkonusudur. Akit, bağışlananın, bağışlayandan önce ölmesi gibi (insifaki ve tesadüfi) bir şarta bağlanmıştır. Şart doğmadıkça tek taraflı irade beyanı ile sözleşmenin bozulmasının mümkün olamayacağı çok açıktır. O nedenle, bu hakkın ifasına yönelik dava niteliği itibariyle inşa-i bir dava değil, eda davası olduğu belirgindir. Şu durum karşısında Kadastro Kanun`un 25. maddesi kapsamında kalan bir dava olarak kabulü mümkün değildir. Davaya bakmaya Kadastro Mahkemesi görevlidir.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS