Eda Davası
HMK Madde 105
(1) Eda davası yoluyla mahkemeden, davalının, bir şeyi vermeye veya yapmaya yahut yapmamaya mahkûm edilmesi talep edilir.
HMK Madde 105 Gerekçesi
Bu maddede, hukuk uygulaması bakımından son derecede önem taşıyan ve sıklıkla kendisine müracaat edilen bir dava çeşidi olan, eda davalarına ilişkin genel bir düzenleme getirilmiştir.
Eda davaları, davalının bir şeyi vermeye veya yapmaya yahut yapmamaya mahkum edilmesini hedefleyen bir dava çeşididir. Buradaki “yapmamaya” ibaresinin kapsamına bir şeyi yapmaktan kaçınma eski deyişle “içtinap etme” hâli de dahildir.
HMK 105 (Eda Davası) Emsal Yargıtay Kararları
Hukuk Genel Kurulu 2019/853 E. , 2020/907 K.
- HMK 105
- Tam eda davası nedir? Kısmi davadan farkı nedir?
Dava çeşitleri HMK’nın 105 vd. maddelerde düzenlenmiştir. Bir davanın hangi dava çeşidini oluşturduğu davacının talep sonucunun hangi dava türü tanımına uyduğuna göre belirlenebilir. Davacı dava dilekçesinde dava türünü inşai dava olarak yazsa bile bir miktar alacağın tahsili talebinde bulunmuş ise bu eda davası olup hâkim bu kapsamda karar vermek zorundadır. Bu nedenle eda davası açılması gerekirken inşai dava açılmasında hukuki yarar bulunmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilemez. Hukuki yararı belirleyen davacının gösterdiği dava türü değil, karar verilmesi istenen talep sonucudur. Nasıl ki dava dilekçesinde hiç gösterilmemiş veya yanlış gösterilmiş olsa bile HMK’nın 33. maddesi kapsamında doğru hukuki sebebi bulmak ve uygulamak hâkimin görevi ise HMK’nın 32. maddesi çerçevesinde yargılamayı sevk ve idare ile dava türü tanımlarına ve talep sonucuna göre dava türünü doğru belirleyip buna göre yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandırmak da hâkimin görevidir. Bu konuda hâkim, davacının dilekçesinde yaptığı isimlendirmeyle bağlı olmaksızın açılan davanın, eda davası, tespit davası, belirsiz alacak ve tespit davası, inşai dava, kısmi dava, terditli dava, seçimlik dava ve topluluk davası çeşitlerinden hangisi olduğunu belirleyerek yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandıracaktır.
Bir davadaki talep sonucu bazı kısımları itibarıyla birden fazla dava türü tanımıyla ilgili, çakışan yani benzer unsurlar içeriyor olabilir. Bu gibi durumlarda hâkim davayı aydınlatma ödevi kapsamında davacıdan açıklama isteyerek doğru dava türünü belirleyebilecektir. Tüm bu nedenlerle davacı dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olduğundan söz etmiş olsa bile belirsiz alacak davası unsurları bulunmuyorsa bu davanın açılmasında hukuki yarar olmadığından söz edilemeyecek alacağın istenmesinde hukuki yarar olduğundan mevcut unsurları itibarıyla kısmi dava açılmış olduğu kabul edilerek davacının talep sonucu hakkında karar verilebilecektir.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında alacak belirli olmasına rağmen belirsiz alacak davasına konu edilmesi durumunda ne yapılması gerektiği konusuna dönecek olursak; şartları bulunmamasına başka bir anlatımla talep edilecek alacak miktarının davanın açıldığı anda tam ve kesin bir biçimde belirlenmesinin mümkün olmasına rağmen belirsiz alacak davası şeklinde açılan dava, hukuki yarar, yani dava şartı yokluğu nedeni ile usulden hemen reddedilmemelidir. Zira bir miktar belirtilmek sureti ile açılan belirsiz alacak davası da alacak ister belirli ister belirsiz olsun bir eda davasıdır ve eda davalarında hukuki yarar var kabul edilir. Öte yandan davacının dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşması mümkün olmayıp bir mahkeme kararına muhtaç ise dava açmakta hukuki yararının bulunduğu tartışmasızdır. Başka bir anlatımla alacağın belirli veya belirsiz olması başlangıçta var olan hukuki yararı ortadan kaldırmaz.
Bu durumda dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek alacak tutarı konumunda olup kısmi davanın koşulları yoksa davacının tam eda davası açtığı kabul edilmelidir. Ancak dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek toplam alacak miktarı kadar değilse ve kısmî davanın koşulları da bulunmuyorsa, bu durumda mahkemece alacak miktarını netleştirmesi ve bildireceği dava değerine göre eksik harcı tamamlaması için davacıya HMK’nın 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca bir haftalık kesin süre verilmeli ve verilen kesin süre içinde belirtilen eksikliğin tamamlanması hâlinde davaya tam eda davası olarak devam edilmeli, aksi durumda ise davanın usulden reddine karar verilmelidir.
Buna karşılık, dava dilekçesinde asgari bir tutar gösterilmiş olup bunun, alacağın belirli bir kesimi olduğu anlaşılmakla birlikte, açılan davanın belirsiz alacak davası mı; yoksa kısmi dava mı olduğu hususunda açıklık bulunmuyorsa hâkim, taleple bağlı olduğu için (HMK m. 26) öncelikle, HMK’nın 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, davacı tarafa bir haftalık kesin bir süre vermeli ve onun beyanı doğrultusunda açılmış olan davanın belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunu belirlemelidir. Bu da esasen hâkimin davayı aydınlatma ödevi kapsamındadır. Davacı verilen bir haftalık kesin süre içinde davanın belirsiz alacak davası olduğunu beyan etmiş ve belirsiz alacak davası açılabilmesi için gerekli koşullar mevcut ise, dava belirsiz alacak davası olarak görülüp sonuçlandırılmalıdır. Belirsiz alacak davası açılabilmesi için gerekli şartlar bulunmakla birlikte davacı açmış olduğu davanın kısmi dava olduğunu belirtmiş ise, bu hâlde mahkeme davayı, kısmi dava olarak kabul edip yargılamayı sürdürmelidir. Üçüncü bir ihtimal olarak davacı davasının belirsiz alacak davası olduğunu mahkemeye bildirmiş olmakla birlikte belirsiz alacak davasının koşulları bulunmuyor ve fakat kısmi dava açılabilmesi mümkün ise, bu durumda, mahkemece, açılmış olan dava, doğrudan bir ara kararıyla bir kısmi dava olarak nitelendirilmek suretiyle görülüp karara bağlanmalıdır.
Somut olayda davacı, dava dilekçesinde davalı sigorta şirketi ile işyeri (eczane paket sigortası) sigortası poliçesi düzenlediklerini, işyerinde hırsızlık olayı olduğunu ve bir kısım mallarının çalındığını, davalı şirketin zararın 44.090,00TL olduğu gerekçesiyle bu miktarı ödediğini, gerçek zararının 565.910,00TL olduğunu, 10.000,00TL harca esas değer üzerinden belirsiz alacak davası açtığını bildirerek talepte bulunmuş, davasını açıkça belirsiz alacak davası olarak nitelendirmiştir. Davanın belirsiz alacak davası olarak açılmasına rağmen alacakların belirli olduğu sonucuna ulaşıldığından somut olayda belirsiz alacak davasının koşulları bulunmamakta ise de, alacaklarının ödenmediğini iddia eden davacının, mevcut yasal düzenlemeler karşısında dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşma imkânı olmayıp, bir mahkeme kararına ihtiyaç bulunması karşısında eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunmadığını söylemek mümkün değildir. Başka bir anlatımla alacağı olduğunu iddia eden davacının alacağının tahsili amacı ile ister kısmi, ister tam eda veya belirsiz alacak davası açmasında her zaman hukuki yararı vardır. Zira davacı davalıdan olan alacağını istemektedir.
Alacağın tartışmasız veya belirli olması hâlinde kısmi dava açılamayacağına ilişkin HMK’nın 109. maddesinin ikinci fıkrasının yürürlükten kaldırılmış olmasından, yeni düzenleme ile dava açılırken, talep konusunun kalan kısmından açıkça feragat edilmiş olması hâli dışında, kısmi dava açılmasında, talep konusunun geri kalan kısmından feragat edildiği anlamına gelmeyeceğinin belirtilmiş olmasından dolayı belirli alacaklar için de artık kısmi dava açılması mümkün hâle geldiğine ve davacının alacaklarının bir kısmını dava ettiğinin dava dilekçesi içeriğinden anlaşılmasına başka bir anlatımla davanın kısmi dava olarak görülmesi için gerekli koşulların somut olayda bulunmasına göre, mahkemece dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmeyerek bir ara kararı ile kısmi dava olarak görülüp sonuçlandırılmalıdır.
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2021/6683 E. , 2021/11220 K.
- HMK 105
- Eda davası tespit talebini içerdiğinden, eda davasının reddine, tespit davasının kabulüne karar verilemez.
Davacı vekili, davacının ilk işe giriş tarihinden itibaren Karayolları Genel Müdürlüğünün işçisi olduğunun tespitine ve Sendika üyeliğinin işveren tarafından Genel Müdürlüğüne bildirildiği tarihten itibaren Toplu İş Sözleşmesinden doğan her türlü ücret alacakları ile davacıya ödenen ücretler arasındaki fark ücret alacaklarının davalıdan yasal faizi ile birlikte alınarak davacıya verilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
…
Davacı dava dilekçesinde muvazaa tespiti ile fark alacak talebinde bulunmuş ise de, yargılama sırasında fark alacaklara ilişkin talebinden feragat ettiği anlaşıldığından davacının alacağa ilişkin bir talebinin bulunmadığı görülmektedir. Davanın özü eda davası olup her eda davası aynı zamanda içinde tespit talebini de barındırmaktadır. Esasen, açılacak eda davası sonucunda verilecek karar ile de, bu davada iddia edilen tespit hüküm altına alınacaktır. Hal böyle iken, feragat nedeniyle davanın reddine karar vermek gerekirken ücret farkı talebinin reddine, muvazaa tespitinin ise kabulüne karar verilmesi hatalı olup bozmayı gerektirmiştir.
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2021/8000 E. , 2021/12322 K.
- HMK 105
- Eda davası ile birlikte tespit talebi ileri sürüldüğünde, dosyada iki dava değil tek dava olan eda davası vardır.
Davacı eda davası ile birlikte tespit talebinde de bulunmuşsa da dosyada iki dava değil tek dava vardır. Somut uyuşmazlıkta, kabul miktarı 10,00 TL olup karar tarihindeki Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi’nin 13/2. maddesi uyarınca davacı lehine hükmedilecek ücreti vekaletin kabul miktarını geçemeyeceği gözetilmeden davacı yararına 4.080,00 TL ücreti vekalete hükmedilmesi hatalı olup bozma sebebi ise de bu hususun düzeltilmesi yeniden yargılamayı gerektirmediğinden hükmün Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3/2. maddesi yollaması ile Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 438/7. maddesi uyarınca düzelterek onanmasına karar vermek gerekmiştir.
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2018/6495 E. , 2019/4170 K.
- HMK 105
- İş müfettişi tarafından işçi alacaklarına ilişkin yapılan tespitin eksik olduğu ve daha fazla alacağı bulunduğu gerekçesiyle itiraz ediliyorsa dava eda davası niteliğindedir.
Uyuşmazlık T.C Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı iş müfettişince düzenlenen inceleme raporuna yönelik davanın hukukî niteliği ile buna bağlı olarak dava şartının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
4857 sayılı İş Kanunu’nun 91. maddesinin 2. fıkrasında, “30/1/1950 tarihli ve 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 10. maddesine istinaden iş sözleşmesi fiilen sona eren işçilerin kanundan, iş ve toplu iş sözleşmesinden doğan bireysel alacaklarına ilişkin şikayetleri Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bölge müdürlüklerince incelenir” denilmiştir.
Aynı Kanun’un 92. maddesinin 3. fıkrasında ise, “Çalışma hayatını izleme, denetleme ve teftişe yetkili iş müfettişleri ile işçi şikayetlerini incelemekle görevli bölge müdürlüğü memurları tarafından tutulan tutanaklar aksi kanıtlanıncaya kadar geçerlidir. İş müfettişleri tarafından düzenlenen raporların ve tutulan tutanakların işçi alacaklarına ilişkin kısımlarına karşı taraflarca otuz gün içerisinde yetkili iş mahkemesine itiraz edilebilir. İş mahkemesinin kararına karşı taraflarca 5521 sayılı Kanun’un 8. maddesine göre kanun yoluna başvurulabilir. Kanun yoluna başvurulması iş mahkemesince hüküm altına alınan işçi alacağının tahsiline engel teşkil etmez.” hükmüne yer verilmiştir.
Dava çeşitleri 6100 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 105. ilâ 113. maddeleri arasında düzenlenmiştir. Eda davası, davalının, bir şeyi vermeye veya yapmaya yahut yapmamaya mahkûm edilmesinin talep edildiği dava türü olarak tanımlanmışken, tespit davası ise mahkemeden, bir hakkın veya hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesinin talep edildiği dava çeşidi olarak açıklanmıştır.
4857 sayılı Kanun’un 92. maddesinin 3. fıkrasına göre iş müfettişi raporlarına karşı açılan davalar, işçilerin bireysel başvuruları üzerine iş müfettişi tarafından işçi alacaklarına ilişkin yapılan tespitlere karşıdır. Bu tespite işçi tarafından, yapılan tespitin eksik olduğu ve daha fazla alacağı bulunduğu gerekçesiyle itiraz ediliyorsa dava eda davası karakterindedir. Söz konusu tespite işveren tarafından, yapılan tespitin hatalı olduğu ve tamamen ya da kısmen borçlu olmadığı gerekçesiyle itiraz ediliyorsa dava menfi tespit davası niteliğindedir. Bu son halde kanunda özel olarak düzenlenmiş olması sebebiyle davacı işverenin bu davayı açmakta, kanunun ifadesiyle “hukuken korunmaya değer güncel bir yararı” bulunduğu kabul edilmelidir. Başka bir ifadeyle tespit davaları için ayrıca araştırılan hukuken korunmaya değer güncel bir yarar koşulunun bu dava açısından mevcut olduğu değerlendirilmelidir.
Görüldüğü üzere, iş müfettişleri tarafından düzenlenen raporların ve tutulan tutanakların işçi alacaklarına ilişkin kısımlarına karşı işçi ya da işveren tarafından açılacak davalar, yerine göre eda davası yerine göre ise menfi tespit davası özelliği göstermekte olup, her halükarda bu davaların tarafları işçi ve işverendir. T.C Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın veyahut Türkiye İş Kurumu Genel Müdürlüğü’nün bu davalarda taraf sıfatı bulunmamaktadır.
Yargıta 11. Hukuk Dairesi 2018/816 E. , 2019/2725 K.
- HMK 105
- Eda davasının açılmasında davacının hukuki yararı olmalıdır.
Dava, davacıların murisine ait hesaba ilişkin belgelerin müracaata rağmen davalı tarafından verilmemesi nedeniyle, hesap özetleri ile hesapta kullanılan varsa vekaletnamenin birer suretinin davalı bankadan alınarak kendilerine verilmesi istemine ilişkin olup, mahkemece, davacıların murisine ait davalı banka nezdinde bulunan hesapların kapatıldığı ve herhangi bir açık hesabın bulunmadığının tespitine karar verilmiştir.
Davacılar, dava dilekçesinde tespit davası değil eda davası açtıklarını belirtmiş olmalarına rağmen, mahkemece davacıların talebi gözardı edilerek ve talep aşılmak suretiyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır. Ayrıca davacıların talebi, ileride açılabilecek bir eda davasının delillerinin mahkemece önceden toplanarak kendisine verilmesine ilişkin olup, eda davasında tartışılacak delillerin, eldeki dava açılmadan, yine bir eda davası yoluyla davanın tarafına verilmesi talebi de hukuki yarar dava şartını karşılamamaktadır. Hukuki yarar ise, dava konusuna ilişkin dava şartlarından olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için davanın her aşamasında mevcut olması gerekir.
Bu durumda mahkemece, davacıların taleplerinin gerek tespit davasına gerekse eda davasına konu olamayacağı gözetilerek reddine karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması yerinde olmayıp, bozmayı gerektirmiştir.
2- Bozma sebep ve şekline göre, taraf vekillerinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle kararın BOZULMASINA, (2) numaralı bentte açıklanan nedenlerle taraf vekillerinin sair temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, ödedikleri peşin temyiz harcının istekleri halinde temyiz edenlere iadesine, 08/04/2019 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY
Dava tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı HMK 105 maddesinde “Eda davası yoluyla mahkemeden, davalının bir şeyi vermeye veya yapmaya yahut yapmamaya mahkum edilmesinin talep edileceği” düzenlenmiştir.
Somut uyuşmazlıkta, 13.07.2012 tarihinde vefat eden muris … mirasçıları olan davacılar, müteveffa annelerinin davalı bankadaki hesaplarına ilişkin, açılış tarihinden itibaren hesap ekstrelerinin ve hesaplarda vekaletname ile işlem yapılmış ise vekaletname örneğinin verilmesini istemişlerdir. Davacıların istemi, HMK 105 maddesinde düzenlenen eda davası niteliğindedir.
Davacılar, murisin yaşlı ve hesapları ile ilgilenemeyecek durumda olması ve hesaplarda murislerinin bilgi ve rızası dışında kötü niyetli ve usulsuz işlemler yapılma olasılığının kuvvetle muhtemel olduğu iddiası ile eldeki davayı açmış olup, dosya içeriğine göre davacıların böyle bir eda davasını açmakta hukuki yararları bulunmaktadır. Davacıların, müşteri sırrına ilişkin 5411 sayılı Bankacılık Kanununun ilgili hükümleri karşısında dava konusu bilgileri elde edebilmeleri için başkaca hukuki yolları da mevcut değildir. Davacılar ancak bu şekilde elde edecekleri bilgi ve belgeler ile, murisin bankadaki paraları ile ilgili yasal haklarını kullanabilecek veya kullanamayacaklardır.
Ancak davanın eda davası niteliğinde olmasına ve mahkemece edaya ilişkin hüküm kurulmasının gerekmesine rağmen talep dışına çıkılarak yazılı şekilde tespit hükmü kurulması usul ve yasa hükümlerine aykırıdır. Davacıların eldeki eda davasını açmakta hukuki yararlarının bulunması nedeniyle edaya ilişkin hüküm tesis edilmek üzere yerel mahkeme kararının bozulmasına karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde davacıların hukuki yararlarının bulunmadığı nedeniyle davanın reddi gerektiğine ilişkin sayın çoğunluk görüşüne katılamıyorum.
Hukuk Genel Kurulu 2016/1166 E. , 2019/576 K.
- HMK 105
- Davacı dava dilekçesinde dava türünü inşai dava olarak yazsa bile bir miktar alacağın tahsili talebinde bulunmuş ise bu eda davası olup hâkim bu kapsamda karar vermek zorundadır. Bu nedenle eda davası açılması gerekirken inşai dava açılmasında hukuki yarar bulunmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilemez. Hukuki yararı belirleyen davacının gösterdiği dava türü değil, karar verilmesi istenen talep sonucudur.
Dava çeşitleri HMK 105 vd. maddelerde düzenlenmiştir. Bir davanın hangi dava çeşidini oluşturduğu davacının talep sonucunun hangi dava türü tanımına uyduğuna göre belirlenebilir. Davacı dava dilekçesinde dava türünü inşai dava olarak yazsa bile bir miktar alacağın tahsili talebinde bulunmuş ise bu eda davası olup hâkim bu kapsamda karar vermek zorundadır. Bu nedenle eda davası açılması gerekirken inşai dava açılmasında hukuki yarar bulunmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilemez. Hukuki yararı belirleyen davacının gösterdiği dava türü değil, karar verilmesi istenen talep sonucudur.
Nasıl ki dava dilekçesinde hiç gösterilmemiş veya yanlış gösterilmiş olsa bile HMK 33. madde kapsamında doğru hukuki sebebi bulmak ve uygulamak hâkimin görevi ise HMK 32. madde çerçevesinde yargılamayı sevk ve idare ile dava türü tanımlarına ve talep sonucuna göre dava türünü doğru belirleyip buna göre yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandırmak da hâkimin görevidir. Bu konuda hâkim, davacının dilekçesinde yaptığı isimlendirmeyle bağlı olmaksızın açılan davanın, eda davası, tespit davası, belirsiz alacak ve tespit davası, inşai dava, kısmi dava, terditli dava, seçimlik dava ve topluluk davası çeşitlerinden hangisi olduğunu belirleyerek yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandıracaktır. Bir davadaki talep sonucu bazı kısımları itibarıyla birden fazla dava türü tanımıyla ilgili, çakışan yani benzer unsurlar içeriyor olabilir. Bu gibi durumlarda hâkim davayı aydınlatma ödevi kapsamında davacıdan açıklama isteyerek doğru dava türünü belirleyebilecektir. Tüm bu nedenlerle davacı dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olduğundan söz etmiş olsa bile belirsiz alacak davası unsurları bulunmuyorsa bu davanın açılmasında hukuki yarar olmadığından söz edilemeyecek alacağın istenmesinde hukuki yarar olduğundan mevcut unsurları itibarıyla kısmi dava açılmış olduğu kabul edilerek davacının talep sonucu hakkında karar verilebilecektir.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında alacak belirli olmasına rağmen belirsiz alacak davasına konu edilmesi durumunda ne yapılması gerektiği konusuna dönecek olursak; şartları bulunmamasına başka bir anlatımla talep edilecek alacak miktarının davanın açıldığı anda tam ve kesin bir biçimde belirlenmesinin mümkün olmasına rağmen belirsiz alacak davası şeklinde açılan dava, hukuki yarar, yani dava şartı yokluğu nedeni ile usulden hemen reddedilmemelidir. Zira bir miktar belirtilmek sureti ile açılan belirsiz alacak davası da alacak ister belirli ister belirsiz olsun bir eda davasıdır ve eda davalarında hukuki yarar var kabul edilir. Öte yandan davacının dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşması mümkün olmayıp bir mahkeme kararına muhtaç ise dava açmakta hukuki yararının bulunduğu tartışmasızdır. Başka bir anlatımla alacağın belirli veya belirsiz olması başlangıçta var olan hukuki yararı ortadan kaldırmaz. Bu durumda dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek alacak tutarı konumunda olup kısmi davanın koşulları yoksa davacının tam eda davası açtığı kabul edilmelidir.
Ancak dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek toplam alacak miktarı kadar değilse ve kısmî davanın koşulları da bulunmuyorsa, bu durumda mahkemece alacak miktarını netleştirmesi ve bildireceği dava değerine göre eksik harcı tamamlaması için davacıya HMK’nın 119’uncu maddesinin ikinci fıkrası uyarınca bir haftalık kesin süre verilmeli ve verilen kesin süre içinde belirtilen eksikliğin tamamlanması hâlinde davaya tam eda davası olarak devam edilmeli, aksi durumda ise davanın usulden reddine karar verilmelidir.
Buna karşılık, dava dilekçesinde asgari bir tutar gösterilmiş olup bunun, alacağın belirli bir kesimi olduğu anlaşılmakla birlikte, açılan davanın belirsiz alacak davası mı; yoksa kısmi dava mı olduğu hususunda açıklık bulunmuyorsa hâkim, taleple bağlı olduğu için (6100 sayılı HMK m. 26) öncelikle, HMK’nın 119’uncu maddesinin ikinci fıkrası uyarınca, davacı tarafa bir haftalık kesin bir süre vermeli ve onun beyanı doğrultusunda açılmış olan davanın belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunu belirlemelidir. Bu da esasen hâkimin davayı aydınlatma ödevi kapsamındadır. Davacı verilen bir haftalık kesin süre içinde davanın belirsiz alacak davası olduğunu beyan etmiş ve belirsiz alacak davası açılabilmesi için gerekli koşullar mevcut ise, dava belirsiz alacak davası olarak görülüp sonuçlandırılmalıdır. Belirsiz alacak davası açılabilmesi için gerekli şartlar bulunmakla birlikte davacı açmış olduğu davanın kısmi dava olduğunu belirtmiş ise, bu hâlde mahkeme davayı, kısmi dava olarak kabul edip yargılamayı sürdürmelidir. Üçüncü bir ihtimal olarak davacı davasının belirsiz alacak davası olduğunu mahkemeye bildirmiş olmakla birlikte belirsiz alacak davasının koşulları bulunmuyor ve fakat kısmi dava açılabilmesi mümkün ise, bu durumda, mahkemece, açılmış olan dava, doğrudan bir ara kararıyla bir kısmi dava olarak nitelendirilmek suretiyle görülüp karara bağlanmalıdır.
Bu açıklamalar kapsamında somut olaya bakıldığında; davacı vekili müvekkilinin iş sözleşmesinin haksız olarak feshedildiğini ancak alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek, fazlaya ilişkin haklarını saklı tutmak sureti ile 1.000,00TL kıdem tazminatı, 500,00TL ihbar tazminatı talep etmiş olup davasını açıkça belirsiz alacak davası olarak nitelendirmiştir. Davanın belirsiz alacak davası olarak açılmasına rağmen alacakların belirli olduğu sonucuna ulaşıldığından somut olayda belirsiz alacak davasının koşulları bulunmamakta ise de, alacaklarının ödenmediğini iddia eden davacının, mevcut yasal düzenlemeler karşısında dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşma imkânı olmayıp, bir mahkeme kararına ihtiyaç bulunması karşısında eldeki davayı açmakta hukuki yararının bulunmadığını söylemek mümkün değildir. Başka bir anlatımla alacağı olduğunu iddia eden davacının alacağının tahsili amacı ile ister kısmi, ister tam eda veya belirsiz alacak davası açmasında her zaman hukuki yararı vardır. Zira davacı davalıdan olan alacağını istemektedir.
Öyle ise, alacağın tartışmasız veya belirli olması hâlinde kısmi dava açılamayacağına ilişkin 6100 sayılı HMK’nın 109’uncu maddesinin ikinci fıkrasının yürürlükten kaldırılmış olmasından dolayı belirli alacaklar için de artık kısmi dava açılması mümkün hâle geldiğine ve davacının alacaklarının bir kısmını dava ettiğinin dava dilekçesi içeriğinden anlaşılmasına başka bir anlatımla davanın kısmi dava olarak görülmesi için gerekli koşulların somut olayda bulunmasına göre, mahkemece dava hukuki yarar yokluğundan reddedilmeyerek bir ara kararı ile kısmi dava olarak görülüp sonuçlandırılmalıdır.
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi 2016/7614 E. , 2017/6729 K.
- HMK 105
- Yetkili hamil olduğunun tespiti isteminde hukuki yarar yoktur, eda davası açılmalıdır.
Davacı vekili, müvekkilinin yönetim kurulu üyesi olduğu … A.Ş’nin içinde bulunduğu nakit sıkıntısı dolayısıyla İş Bankasından kullandığı krediye teminat olarak iki adet taşınmaz ile … A.Ş. lehine iki adet senet verildiğini, … A.Ş’nin borcunu ödeyememesi nedeni ile müvekkilince toplamda 736.981,89 TL ödeme yapılarak borcun kapatıldığını, bu nedenle bankaya teminat olarak verilen taşınmazlar ile 29 adet senedin de içinde olduğu birçok senedin müvekkiline devredildiğini, temliknamelerde müvekkilinin bu senetlere BK 496 ve TBK 596 maddesi uyarınca kanunen halef olduğunun belirtildiğini, söz konusu senetlerin takip konusu yapıldığında ise davalı tarafça şikayet yoluna başvurularak icra mahkemesince ciro silsilesinde müvekkilinin adının geçmemesi ve ciro silsilesinin kopukluğu gerekçesi ile takibin iptal edildiğini, ciro silsilesinde isminin geçmemesinin sahip oldukları hakkı ortadan kaldırmadığını, kefil sıfatı ile ödeme yapan müvekkilinin … Bankası tarafından kendisine devredilen senetlerden dava konusu 10.05.2011 tarih, 4.000,00 TL bedelli senet üzerinde yetkili hamil olduğunun tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, takip konusu senetlerin karşılıksız olduğu, ciroların usul ve yasaya aykırı olduğu, bankanın senedi temlik etme hakkı bulunmadığı, bankanın tahsil cirosu ile devredebileceğini, temlik veya rehin cirosu ile ciro edemeyeceğini savunarak davanın reddini talep etmiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davaya konu senedin de içerisinde bulunduğu senetlerin, dava dışı … ve İnşaat A.Ş. ile T. … Bankası A.Ş. arasında akdolunan Genel Nakdi ve Gayri Nakdi Kredi Sözleşmesi nedeniyle kredinin ön teminatı mahiyetinde verildiği, kredinin, davacı tarafından müşterek borçlu müteselsil kefil sıfatıyla ödenmesini müteakip krediye teminat/ipotek olarak verilen taşınmaz ipoteği ve senetlerin davacıya devrinin yapıldığı, krediye ön teminat olarak verilen davaya konu 10.05.2011 tarih, 4.000,00 TL bedelli, borçlusu davalı, alacaklısı … ve İnşaat A.Ş. olan senette ciro silsilesine göre yetkili hamilin belirlenmesi gerektiği, davacı …‘un yetkili hamil olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir
Dava, kefil sıfatıyla yapılan ödeme sonucunda banka tarafından kendisine temlik edilen senetten dolayı yetkili hamil olduğunun tespiti istemine ilişkindir. Mahkemece, işin esasına girilerek davanın reddine karar verilmiştir. 6100 sayılı HMK’nın 106. maddesinde düzenlenen, tespit davası, bir hakkın veya bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının yahut bir belgenin sahte olup olmadığının belirlenmesi için açılan bir dava türüdür. Tespit davası eda davasının öncüsü durumunda olup, aynı maddenin 2. fıkrası uyarınca, eda davası açılması mümkün olan hallerde davacının tespit davası açmakta hukuken korunmaya değer güncel bir yararının bulunması şarttır. Somut olayda davacı maddi olgu olarak yetkili hamil olduğunun tespitini talep etmiş olup, HMK m.105 gereğince eda davası açabilecekken maddi olgunun tespitini talep etmesinde güncel bir yararı bulunmamaktadır. Buna göre yazılı gerekçeyle davanın reddi doğru değil ise de, sonucu itibariyle doğru olan kararın HUMK 437/7. maddesi gereğince açıklanan bu gerekçe ile onanmasına karar vermek gerekmiştir.
YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas: 2014/6864 Karar: 2015/1358
-
HMK 105. Madde
-
Usulüne uygun bir menfi tespit davası açılmadığından bahisle davanın reddine karar verilmişse de eda davasının aynı zamanda tespit/menfi tespit niteliğinde olması nedeniyle talep hakkında karar verilmelidir.
Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanmakta olup, davacı iş sahibi, davalının yapmış olduğu takibe dayanak olan çekin 67.000,00 TL’sinin ödenmesine karşın tamamı üzerinden takibe geçildiğini ileri sürerek istirdat davası açmış, mahkemece davanın reddine dair verilen hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Davacı vekili, müvekkili olan şirketin davalıya 67.000,00 TL bedelli çekten dolayı borçlu olduğunu, Bursa 13. İcra Müdürlüğü’nün 2010/11006 esas sayılı dosyasında çeke dayalı olarak takip başlattığını, ancak davalıya takip öncesi farklı tarihlerde ve değişik miktarlarda toplam 57.000,00 TL ödeme yaptığını, takibin bakiye 10.000,00 TL üzerinden yapılması gerekirken çek bedelinin tamamı üzerinden yapıldığını, icra takibi sırasında üçüncü şahıs Sinpaş Şirketine de haciz ihbarnamesi göndermek suretiyle davacının istihkakı olan 30.739,40 TL tahsilat yapıldığını, bu nedenle fazla ödemenin istirdadını istemiş ve fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla 10.000,00 TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili ise, takibe ve davaya konu çek bedelinin ödenmemesi nedeniyle Bursa 13. İcra Müdürlüğü’nün anılan takip dosyası ile takip başlattıklarını, üçüncü kişiye yapılan haciz ihbarı ve alacak haczi sonunda dosyaya 25.11.2010 tarihinde intikal eden 30.739,40 TL’den yasal kesintiler tenzil edildikten sonra 27.690,20 TL tahsilat yaptıklarını, istirdat davası açmak için gereken bir yıllık zamanaşımı süresinin geçtiğini, davacının önceki davalarda çeke mahsuben toplam 47.000,00 TL ödeme yaptığını ispatlaması gerektiğini, ödeme makbuzlarında bu açıklamanın yer almadığını, faturadan kaynaklanan başka alacaklarına mahsup edildiğini, davacının halen borçlu olduğunu savunmuş ve davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece, usulüne uygun şekilde bir menfi tespit davası açılmadığı, takibin iptali istenmediği sürece davacının borçlu görünmeye devam edeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Taraflar arasında düzenlendiği tarihte yürürlükte bulunan mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 355. ve devamı maddelerinde öngörülen eser sözleşmesi niteliğinde taşeron sözleşmesi bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu husus tarafların da kabulündedir. Davacı yüklenici, davalı ise taşerondur. Davalı taşeron davalının yüklenicisi olduğu inşaatta bulunan yerden ısıtma imalatı tamamlanmış olan dairelerin şap dökülmesi ve mastarlanması işini üstlenmiştir. Sözleşmede bedel birim fiat olarak ve KDV hariç olmak üzere, malzeme ve işçilik 9,00/m2 olarak kararlaştırılmıştır. Sözleşmenin 5. maddesinde ilk hakediş ve ödemenin 30 günlük çekle yapılacağı, ikinci ve daha sonraki ödemelerin ise 60 günlük çeklerle yapılacağı belirlenmiştir. Davacı vekili, müvekkili yüklenici tarafından, iş bedeli karşılığı verilen dava ve takibe konu olan Bursa 13. İcra Müdürlüğü’nün 2010/11006 esas sayılı dosyasına ve davaya konu olan 67.000,00 TL miktarındaki çekin 57.000,00 TL’sinin muhtelif tarihlerde banka kanalıyla ödenmesine rağmen, davalı taşeronun bu çekin tamamı üzerinden takip başlattığını, müvekkilinin Sinpaş nezdinde bulunan bir kısım istihkaklarına da, haciz konulduğunu, halen takip dosyasının derdest olduğunu ileri sürerek borçlu olmadığının tespitiyle fazlaya ilişkin haklarının saklı kalmak kaydıyla 10.000,00 TL’sinin davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili ise, ödemelerden 20.000 TL ve 10.000 TL olanlarında hiçbir açıklama bulunmadığını, 27.000,00 TL olanın ise, bu çeke istinaden yapıldığını, ancak halen müvekkiline borcunun bulunduğunu, tahsilatın borcu karşılamadığını savunmuştur. Mahkemece, usulüne uygun bir menfi tespit davası açılmadığından bahisle davanın reddine karar verilmişse de, davacının açmış olduğu davanın 6100 sayılı HMK’nın 105. maddesinde düzenlenen “eda” davası niteliğinde olduğu, eda davalarının aynı zamanda tespit/menfi tespit niteliğinde de olduğu, Yargıtay ve Dairemiz uygulamalarının da bu doğrultuda olup, somut olayda olduğu gibi davalının edaya mahkum edilebilmesi için ilk önce dava konusu hakkın veya hukuki ilişkinin tespit edilmesi gerekir. Bu nedenlerle, mahkemece, öncelikle alacak davasının tespit istemini de içerdiği gözetilerek usulüne uygun bir dava açıldığı kabul edilmeli, takip konusu çeke karşılık ödendiği kabul edilen ve çekişmesiz olan 27.000,00 TL miktar kadar çek nedeniyle davacının borçlu olmadığı gözetilip, ancak bakiye borç yönünden, icra dosyası da incelenerek bilirkişiden rapor alınarak bakiye borç miktarı belirlenmeli ve fazla tahsil edilen miktar varsa davalıdan tahsiline karar verilmelidir. Eksik inceleme ile hatalı değerlendirmelerle ve hukuki olmayan gerekçeyle davanın reddi doğru olmayıp kararın açıklanan nedenle bozulması uygun bulunmuştur.
Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle temyiz olunan kararın davacı yararına bozulmasına, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 19.03.2015 gününde oybirliği ile, karar verildi.
YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas: 2013/5649 Karar: 2014/968
-
HMK 105. Madde
-
İtirazın iptali davası, H.M.K.nın 105. maddesinde düzenlenen eda davası niteliğindedir. İnşai dava olarak nitelenemez.
Dava, davacı taşeronla davalı yüklenici arasında ödenmeyen iş bedelinin tahsili talebiyle başlatılan icra takibine itirazın iptali ve %40 icra inkar tazminatı ödenmesi talebinden ibaret olup, mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın reddine karar verilmiştir.
Davacı, davalı yüklenicinin üstlendiği Akyazı Devlet Hastanesi Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi’nin inşaatında muhtelif dolgu ve hafriyat işi yaptığını ve iş bedelinin ödenmediğinden bahisle dava açmış ve 9.4.2009 tarihli “Akyazı Fizik Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezi Binası Şantiyesi” başlıklı belgeye ve davalı şirket ortağı D. G. tarafından düzenlenen bonolara delil olarak dayanmıştır. Mahkemece tanıklar dinlenmiş ise de: sözü edilen belge ve bonolara dair bir inceleme ve değerlendirme yapılmamıştır. Bu inceleme ve değerlendirme yapılmaksızın akdin varlığının yazılı delille ispat edilmediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi isabetli olmamıştır.
Mahkemece yapılması gereken iş; davacının delil olarak dayandığı 9.4.2009 tarihli sözü edilen belgeyle davalı şirket ortağı olduğu anlaşılan D. G. tarafından düzenlenen bonolarla ilgili olarak davalı şirket yetkilisi 6100 Sayılı H.M.K.nın 169 vd. maddeleri gereğince isticvap edilmeli, imzayı inkar etmeleri halinde belge asılları ibraz ettirilmeli ve gerektiğinde imza incelemesi yaptırılmalı, imzaların aidiyeti sübuta erdiğinde bu belgelerde imzaları bulunanların mülga 818 Sayılı B.K.nın 32 vd. maddeleri gereğince davalı şirketi temsil edip etmedikleri de araştırıldıktan sonra davacı tarafın yemin deliline dayandığı da dikkate alınarak sonucuna uygun bir karar verilmelidir.
Öte yandan; itirazın iptali davası olup, H.M.K.nın 105. maddesinde düzenlenen eda davası niteliğinde olması ve H.M.K.nın 118 vd. maddelerinde düzenlenen yazılı yargılama usulüne tabi olmasına rağmen, yargılamanın 23.11.2011 tarihli oturumunda eda davası olduğu ve basit yargılama usulüne tabi olduğunun, 22.2.2012 tarihli oturumunda ise davanın inşai dava olduğu ve basit yargılama usulüne tabi olduğunun belirlenmesi doğru olmamıştır.
SONUÇ : Yukarıda yazılı sebeplerle kararın temyiz eden davacı yararına BOZULMASINA, ödenen temyiz peşin harcının istenmesi halinde temyiz eden davacıya iadesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine, 13.02.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2018/983 Karar : 2018/2068
-
HMK 105. Madde
-
Eda davasında hüküm kurulurken, ayrıca tespit hükmü kurulmasına gerek yoktur.
Mahkemece, davanın kabulü ile, küçük …lehine takdir edilen iştirak nafakasının kaldırılmasına, velayetin değiştirilmesine ilişkin … 1.Aile Mahkemesi’nin 2010/177 Esas, 2011/133 Karar sayılı kararının verildiği 23/12/2011 tarihi itibari ile nafakanın resen kalkmış sayılacağının tespitine karar verilmiş, hüküm davacı ve davalı tarafça temyiz edilmiştir.
…
Somut olayımızda, davacının davada, iştirak nafakasının kaldırılmasını ve dava tarihine kadar davalı tarafa ödenmiş olan toplam 22.149,00 TL iştirak nafakalarının iadesini talep ettiği hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Ancak mahkemece hüküm kısmında iştirak nafakasının hangi tarihten itibaren kaldırıldığı belirtilmediği gibi davacının iade talebini karşılar şekilde olumlu veya olumsuz bir hüküm de tesis edilmemiştir. Hal böyle olunca, mahkemece iştirak nafakasının hangi tarihten itibaren kaldırıldığı belirtilerek davacının iade talebine ilişkin olumlu veya olumsuz hüküm tesis edilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
6100 sayılı HMK’nın 105.maddesinde, “… davası yoluyla mahkemeden, davalının bir şey vermeye veya yapmaya yahut yapmamaya mahkum edilmesi talep edilir” … davası açıldığında, mahkemece dava konusu hakkının mevcut olup olmadığı tespit edildikten sonra, davalıyı o hakka ilişkin ediminin yerine getirilmesine mahkum eder. Dolayısıyla davacının talebinin kabulü halinde verilen hüküm bir emri içermekle beraber dolaylı olarak davacının hakkının varlığı da tespit edilmektedir.
Mahkemece … davası niteliğindeki iştirak nafakasının kaldırılması davasında iştirak nafakasının kaldırılmasına karar vermesi gerekli ve yeterli olup ayrıca nafakanın resen kalkmış sayılacağının tespiti şeklinde tespit hükmü kurması doğru görülmemiş, bu husus da bozmayı gerektirmiştir.
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2022/2159 E. , 2022/5064 K.
- HMK 105
- Bir davanın eda davası mı yoksa başka bir dava mı olduğu talep sonucuna göre hakim tarafından resen belirlenir.
Dava çeşitleri HMK’nın 105 vd. maddelerde düzenlenmiştir. Bir davanın hangi dava çeşidini oluşturduğu davacının talep sonucunun hangi dava türü tanımına uyduğuna göre belirlenebilir. Davacı dava dilekçesinde dava türünü inşai dava olarak yazsa bile bir miktar alacağın tahsili talebinde bulunmuş ise bu eda davası olup hâkim bu kapsamda karar vermek zorundadır. Bu nedenle eda davası açılması gerekirken inşai dava açılmasında hukuki yarar bulunmadığı gerekçesiyle davanın usulden reddine karar verilemez. Hukuki yararı belirleyen davacının gösterdiği dava türü değil, karar verilmesi istenen talep sonucudur. Nasıl ki dava dilekçesinde hiç gösterilmemiş veya yanlış gösterilmiş olsa bile HMK’nın 33. maddesi kapsamında doğru hukuki sebebi bulmak ve uygulamak hâkimin görevi ise HMK’nın 32. maddesi çerçevesinde yargılamayı sevk ve idare ile dava türü tanımlarına ve talep sonucuna göre dava türünü doğru belirleyip buna göre yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandırmak da hâkimin görevidir. Bu konuda hâkim, davacının dilekçesinde yaptığı isimlendirmeyle bağlı olmaksızın açılan davanın, eda davası, tespit davası, belirsiz alacak ve tespit davası, inşai dava, kısmi dava, terditli dava, seçimlik dava ve topluluk davası çeşitlerinden hangisi olduğunu belirleyerek yargılamayı sürdürüp davayı sonuçlandıracaktır.
Bir davadaki talep sonucu bazı kısımları itibarıyla birden fazla dava türü tanımıyla ilgili, çakışan yani benzer unsurlar içeriyor olabilir. Bu gibi durumlarda hâkim davayı aydınlatma ödevi kapsamında davacıdan açıklama isteyerek doğru dava türünü belirleyebilecektir. Tüm bu nedenlerle davacı dava dilekçesinde davanın belirsiz alacak davası olduğundan söz etmiş olsa bile belirsiz alacak davası unsurları bulunmuyorsa bu davanın açılmasında hukuki yarar olmadığından söz edilemeyecek alacağın istenmesinde hukuki yarar olduğundan mevcut unsurları itibarıyla kısmi dava açılmış olduğu kabul edilerek davacının talep sonucu hakkında karar verilebilecektir.
Alacak belirli olmasına rağmen belirsiz alacak davasına konu edilmesi durumunda ise; şartları bulunmamasına başka bir anlatımla talep edilecek alacak miktarının davanın açıldığı anda tam ve kesin bir biçimde belirlenmesinin mümkün olmasına rağmen belirsiz alacak davası şeklinde açılan dava, hukuki yarar, yani dava şartı yokluğu nedeni ile usulden hemen reddedilmemelidir. Zira bir miktar belirtilmek sureti ile açılan belirsiz alacak davası da alacak ister belirli ister belirsiz olsun bir eda davasıdır ve eda davalarında hukuki yarar var kabul edilir. Öte yandan davacının dava açmaktan başka bir yolla alacağına kavuşması mümkün olmayıp bir mahkeme kararına muhtaç ise dava açmakta hukuki yararının bulunduğu tartışmasızdır. Başka bir anlatımla alacağın belirli veya belirsiz olması başlangıçta var olan hukuki yararı ortadan kaldırmaz. Bu durumda dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek alacak tutarı konumunda olup kısmi davanın koşulları yoksa davacının tam eda davası açtığı kabul edilmelidir. Ancak dava dilekçesinde talep edilen asgari tutar somut olayın özelliklerine göre talep edilebilecek toplam alacak miktarı kadar değilse ve kısmî davanın koşulları da bulunmuyorsa, bu durumda mahkemece alacak miktarını netleştirmesi ve bildireceği dava değerine göre eksik harcı tamamlaması için davacıya HMK’nın 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca bir haftalık kesin süre verilmeli ve verilen kesin süre içinde belirtilen eksikliğin tamamlanması hâlinde davaya tam eda davası olarak devam edilmeli, aksi durumda ise davanın usulden reddine karar verilmelidir. Buna karşılık, dava dilekçesinde asgari bir tutar gösterilmiş olup bunun, alacağın belirli bir kesimi olduğu anlaşılmakla birlikte, açılan davanın belirsiz alacak davası mı; yoksa kısmi dava mı olduğu hususunda açıklık bulunmuyorsa hâkim, taleple bağlı olduğu için (HMK m. 26) öncelikle, HMK’nın 119. maddesinin 2. fıkrası uyarınca, davacı tarafa bir haftalık kesin bir süre vermeli ve onun beyanı doğrultusunda açılmış olan davanın belirsiz alacak davası mı, yoksa kısmi dava mı olduğunu belirlemelidir. Bu da esasen hâkimin davayı aydınlatma ödevi kapsamındadır. Davacı verilen bir haftalık kesin süre içinde davanın belirsiz alacak davası olduğunu beyan etmiş ve belirsiz alacak davası açılabilmesi için gerekli koşullar mevcut ise, dava belirsiz alacak davası olarak görülüp sonuçlandırılmalıdır. Belirsiz alacak davası açılabilmesi için gerekli şartlar bulunmakla birlikte davacı açmış olduğu davanın kısmi dava olduğunu belirtmiş ise, bu hâlde mahkeme davayı, kısmi dava olarak kabul edip yargılamayı sürdürmelidir. Üçüncü bir ihtimal olarak davacı davasının belirsiz alacak davası olduğunu mahkemeye bildirmiş olmakla birlikte belirsiz alacak davasının koşulları bulunmuyor ve fakat kısmi dava açılabilmesi mümkün ise, bu durumda, mahkemece, açılmış olan dava, doğrudan bir ara kararıyla bir kısmi dava olarak nitelendirilmek suretiyle görülüp karara bağlanmalıdır.” Yukarıda açıklanan ve emsal nitelikteki Yargıtya Hukuk Genel Kurulu kararı da somut uyuşmazlık açısından değerlendirildiğinde; davacının davasını açmakta hukuki yararı olduğu tartışmasızdır. Hal böyle olunca, hukuki yarar yokluğundan yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.