0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

HMK Madde 1

(1) Mahkemelerin görevi, ancak kanunla düzenlenir. Göreve ilişkin kurallar, kamu düzenindendir.



HMK Madde 1 Gerekçesi

Anayasanın 142 nci maddesi uyarınca mahkemelerin görevleri ancak kanunla tayin edilebilir; idare, düzenleyici idarî işlemleri aracılığıyla göreve yönelik herhangi bir belirleme yapamaz.

Maddenin birinci cümlesinde yer alan düzenlemede, anılan Anayasa kuralı yasal plânda bir kez daha ifade edilmiştir. Şüphesiz, kanunla yapılacak olan göreve ilişkin belirlemenin, Anayasanın 37 nci maddesinde güvence altına alınmış bulunan tabiî hâkim ilkesine de uygunluk arz etmesi gerekir. Yine bu yasal düzenlemede, görev kurallarının niteliğine ilişkin bir belirleme de yapılmıştır. Bu belirleme ve görevin dava şartı hâline getirilmiş bulunması sebebiyle 18/6/1927 tarihli ve 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 7 nci maddesindeki düzenleme tümüyle yürürlükten kaldırılmıştır. Bu tercih yapılırken 1086 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrasında yer alan düzenleme de bilinçli olarak göz ardı edilmiştir. Bu durum her şeyden önce görev kurallarının yargı erkinin işleyişiyle ilgili olması sebebiyle kamu düzeninden sayılmasının ve ayrıca Tasarının 119 uncu maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde açıkça dava şartı olarak nitelenmiş bulunmasının doğal bir sonucudur. Öte yandan 7 nci maddenin üçüncü fıkrasında öngörülen düzenleme sulh hukuk mahkemelerinin tek hâkimli, asliye hukuk mahkemelerinin ise 469 sayılı Kanunun yürürlükte olduğu dönemde toplu mahkeme olarak öngörülmüş bulunmasını temel almaktadır. Bugün 08/04/1924 tarihli ve 469 Sayılı Mehakimi Şer’iyenin İlgasına Ve Mehakim Teşkilatına Ait Ahkamı Muaddil Kanun yürürlükten kalkıp yerini 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun alıp, bu Kanunda da açıkça asliye hukuk mahkemeleri tek hâkimli mahkeme olarak öngörüldüğü için, 1086 sayılı Kanunun 7 nci maddesinin üçüncü fıkrasındaki düzenlemenin temelindeki gerekçe tümüyle ortadan kalkmıştır. Yani bugün için hem sulh hukuk mahkemeleri hem de asliye hukuk mahkemeleri tek hâkimli konumdadır.

Sulh hukuk mahkemeleriyle asliye hukuk mahkemeleri arasında herhangi bir derecelendirme ilişkisi de yoktur. Dolayısıyla sulh hukuk mahkemeleri ve asliye hukuk mahkemeleri arasındaki görev ilişkisi ile bu mahkemelerle özel mahkemeler arasında kurulmuş bulunan görev ilişkisi ve sonuçları arasında herhangi bir ayırım gözetilemez.

Görevin kamu düzenine ilişkin bulunmasının doğal sonucu, bu alanın tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebileceği bir alan konumunda bulunmamasıdır. Yani taraflar anlaşmak suretiyle, bir başka ifadeyle görev sözleşmesi yaparak, somut uyuşmazlık bağlamında görevli olmayan bir yargı yerini görevli hâle getiremezler.

Diğer yandan, 1086 sayılı Kanunun 1 inci maddesinin birinci fıkrası, aynen bu maddeye alınmıştır.


HMK 1 (Görevin Belirlenmesi ve Niteliği) Emsal Yargıtay Kararları


YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/20545 Karar : 2018/8412 Tarih : 12.09.2018

  • HMK 1. Madde

  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

Davacı, davalının unlu mamuller üretimi ve lokanta işletmeciliği yaptığı iş yerinde … elamanları tarafından yapılan kontrollerde, davalı tarafın, atık su aboneliği olmaksızın kullanmış olduğu suyu, … ait kanalizasyon sistemine verdiğinin tespit edildiğini, buna ilişkin olarak 15.04.2014 ve10.11.2014 tarihlerinde usulsüz atık su deşarj tutanağı düzenlendiğini, davalı tarafa, … Tarifeler Yönetmeliğinin 28. maddesi uyarınca kaçak atık su fişi düzenlendiğini, belirlenen miktarın tahsili hususunda davalı borçlu taraf aleyhine … 26. İcra Dairesinin 2015/290 esas sayılı dosyası üzerinden genel haciz yolu ile icra takibi yaptıklarını, borçlunun süresi içinde takibe ve borca itirazı sonucu icra takibinin durduğunu, borçlunun icra takibine yapmış olduğu itirazın haksız ve yersiz olduğunu, bu nedenle davalı borçlu tarafın icra takibine yapmış olduğu itirazın iptaline, icra takibinin devamına ve davalı tarafın % 20 oranından aşağı olmamak üzere tazminata mahkum edilmesine karar verilmesini talep etmiştir.

Davalı, iş yerinde kullanılan suyun tamamen dışarıdan getirildiğini, hiçbir şekilde … ait kanalizasyon sistemine deşarj edilmediğini, tutanağın düzenlendiği tarihte lokantanın faal olmadığını, abonelik başvurusunda bulunduğunu ancak, davacı tarafça abonelik işlemleri geç tamamlandığı için cezai durum ile karşılaşıldığını belirterek davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece, davanın kısmen kabulü ile, davalı tarafın…2015/290 esas sayılı dosyasına yapmış olduğu itirazın kısmen iptaline, icra takibinin 1.928.04 TL asıl alacak ve takip tarihi itibariyle işlemiş 27.57 TL faiz miktarı üzerinden devamına karar verilmiş, hüküm davacı tarafça temyiz edilmiştir.

Uyuşmazlık, atık su bedelinden kaynaklı itirazın iptali talebine ilişkindir.

1-)Dava, 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden sonra, 19.03.2015 tarihinde açılmıştır. 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 4.maddesine göre, bir davanın ticari dava sayılması için uyuşmazlık konusu işin taraflarınınher ikisinin birden ticari işletmesiyle ilgili olmalı ya da tarafların tacir olup olmadıklarına veya işin tarafların ticari işletmesiyle ilgili olup olmamasına bakılmaksızın Türk Ticaret Kanunu veya diğer kanunlarda o davaya Asliye Ticaret Mahkemesi`nin bakacağı yönünde düzenleme olmalıdır.

Yine, 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu`nun 19/II. maddesinde, “Bir tacirin borçlarının ticari olması asıldır. Ancak, gerçek kişi olan bir tacir, işlemi yaptığı anda bunun ticari işletmesiyle ilgili olmadığını diğer tarafa açıkça bildirdiği veya işin ticari sayılmasına durum elverişli olmadığı takdirde borç adi sayılır. Taraflardan yalnız biri için ticari iş niteliğinde olan sözleşmeler, Kanunda aksine hüküm bulunmadıkça, diğeri için de ticari iş sayılır” hükmü bulunmaktadır.

6335 Sayılı Kanun’un 2.maddesi ile değişik 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 5. maddesi uyarınca, ticari davalar Asliye Ticaret Mahkemelerince görülerek karara bağlanır. Diğer taraftan aynı düzenleme gereğince, Asliye Ticaret Mahkemeleri ile diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki, 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’ndan ve 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 6335 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki halinden farklı olarak iş bölümü ilişkisi değil, görev ilişkisidir. Göreve ilişkin düzenlemeler, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemesi Kanununun 1.maddesi uyarınca kamu düzenine ilişkin olduğundan mahkemelerce ve temyiz incelemesi aşamasında Yargıtay’ca re`sen incelenir.

Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında ise; davaya konu uyuşmazlığın taraflarından, davacı …‘nin faaliyetini özel hukuk kuralları altında yapması davalının ise faaliyetinin ticari işletmesiyle ilgili olması nedeniyle davaya konu uyuşmazlığın iki tarafın ticari işletmesiyle ilgili olduğu anlaşıldığından, bu haliyle uyuşmazlığın çözümünün yukarıdaki yasa hükümleri de gözetildiğinde Asliye Ticaret Mahkemesi`nin görevi içinde olduğu anlaşılmaktadır.

Bu durumda mahkemece, taraflar arasındaki uyuşmazlık ticari dava olup, o yerde müstakil Asliye Ticaret Mahkemesi bulunduğundan görevsizlik kararı verilmesi, gerekirken Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından sonuçlandırılması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

2-)Bozma kapsamına göre davacının diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda 1. bentte açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 2. bentte açıklanan nedenlerle bozma kapsamına göre davacının sair temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine yer olmadığına, 6100 sayılı HMK`nun geçici madde 3 atfıyla 1086 sayılı HUMK.nun 440.maddesi gereğince karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 12.09.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY HUKUK GENEL KURULU Esas : 2017/22 Karar : 2018/1102 Tarih : 16.05.2018

  • HMK 1. Madde

  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

Taraflar arasındaki “alacak” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İzmir 3. Tüketici Mahkemesince görevsizliğe dair verilen 19.02.2015 gün ve 2014/3012 E., 2015/349 K. sayılı karar, davacı vekili tarafından temyiz edilmekle Yargıtay 11. Hukuk Dairesinin 02.12.2015 gün ve 2015/9952 E., 2015/12886 K. sayılı kararı ile,

“…Davacı vekili; müvekkilinin Akbank T.A.Ş. İzmir Alsancak Şubesi ile Özel Bankacılık Hizmetleri Sözleşmesi ile Opsiyonlu Döviz Mevduatı ve Opsiyon İşlemleri Çerçeve Sözleşmesi imzaladığını, sözleşme hükümlerine aykırı davranan bankanın müvekkilinin zararına sebep olacak işlemler yaptığını, bu kapsamda döviz opsiyonu ve forward işlemlerinin müvekkil açısından geçerli ve bağlayıcı olmadığını, bu sözleşmeler kapsamında yapılan işlemler nedeni ile zarara uğradığını ileri sürerek fazlaya ilişkin hakkı saklı olmak üzere 1.300,000 liraya haksız olarak el konulduğu 24/01/2014 tarihinden itibaren mevduata uygulanacak en yüksek faizi ile birlikte iadesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili; yapılan işlemlerin usule uygun olduğunu, sözleşmenin ticari nitelikte olduğunu, Tüketici Mahkemesinin görevli olmadığını, bu nedenle görevsizlik kararı verilmesini talep etmiştir.

Mahkemece tüm dosya kapsamına göre; taraflar arasında Özel Bankacılık Hizmetleri Sözleşmesi ile Opsiyonlu Döviz Mevduatı ve Opsiyon İşlemleri Çerçeve Sözleşmesi imzalandığı, işbu sözleşme de davacının tüketici konumunun bulunmadığı gerekçesiyle 6502 sayılı Yasa’nın 3. ve HMK’nın 1. maddesi dikkate alınarak, aynı Yasa’nın 2. maddesi gereğince uyuşmazlık konusu mahkemenin görevine girmediğinden, davanın görev yönünden reddine, kararın kesinleşmesi ve HMK’nın 20. maddesi gereğince iki haftalık sürede başvurulması halinde dava dosyasının görevli İzmir Asliye Ticaret Mahkemesi`ne gönderilmesine karar verilmiştir.

Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.

Dava, tüketici konumunda bulunan davacının, davalı banka ile imzaladığı Opsiyonlu Döviz Mevduatı ve Opsiyon işlemleri Çerçeve Sözleşmesi hükümlerine aykırı davranan bankanın işlemleri nedeniyle uğradığı zararının tazmini istemine ilişkindir.

15.07.2014 dava tarihi itibariyle yürürlükte olan 6502 sayılı TKHK`nın 3/k-l ve 73. maddesine göre, tüketiciler ile bankalar arasındaki her türlü sözleşme ve hukuki işlemlerin tüketici işlemi olarak tanımlanmış ve tüketici işlemlerinden doğabilecek uyuşmazlıklarda Tüketici Mahkemelerinin görevli olduğu belirtilmiş olduğuna göre, mahkemece davaya bakmakla görevli olduğunun kabulü ile işin esasına girilip, gerekli araştırma ve değerlendirme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken, yazılı şekilde Asliye Ticaret Mahkemesi görevli olduğu gerekçesiyle davanın usulden reddi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir…” gerekçesi ile bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

HUKUK GENEL KURULU KARARI

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava; davacı ile davalı banka arasında imzalanan Opsiyonlu Döviz Mevduatı ve Opsiyon İşlemleri Çerçeve Sözleşmesi hükümlerine aykırı davranan bankanın işlemleri nedeniyle uğranıldığı iddia edilen zararın tazmini istemine ilişkindir.

Davacı vekili müvekkilinin Akbank A.Ş İzmir Alsancak Şubesi ile Özel Bankacılık Hizmetleri Sözleşmesi ile Opsiyonlu Döviz Mevduatı ve Opsiyon İşlemleri Çerçeve Sözleşmesi imzaladığını, sözleşme hükümlerine aykırı davranan bankanın müvekkilinin zararına sebep olacak işlemler yaptığını, bu kapsamda döviz opsiyonu ve forward işlemlerinin müvekkil açısından geçerli ve bağlayıcı olmadığını, bu sözleşmeler kapsamında yapılan işlemler nedeni ile zarara uğradığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakkı saklı olmak üzere 1.300,000 TL’ye haksız olarak el konulduğunu ileri sürerek 24.01.2014 tarihinden itibaren mevduata uygulanacak en yüksek faizi ile birlikte iadesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı Akbank A.Ş vekili yapılan işlemlerin usule uygun olduğunu ancak sözleşmenin ticari nitelikte olması nedeni ile Tüketici Mahkemesinin görevli olmadığını, bu nedenle görevsizlik kararı verilmesini talep etmiştir.

Yerel mahkemece taraflar arasında Özel Bankacılık Hizmetleri Sözleşmesi ile Opsiyonlu Döviz Mevduatı ve Opsiyon İşlemleri Çerçeve Sözleşmesi imzalandığı, işbu sözleşme de davacının tüketici konumunun bulunmadığı gerekçesiyle 6502 sayılı Yasa’nın 3. ve HMK’nın 1. maddesi dikkate alınarak, aynı Yasa’nın 2. maddesi gereğince uyuşmazlık konusu mahkemenin görevine girmediğinden, davanın görev yönünden reddine, kararın kesinleşmesi ve HMK`nın 20. maddesi gereğince iki haftalık sürede başvurulması hâlinde dava dosyasının görevli İzmir Asliye Ticaret Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

Davacı vekilinin temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.

Mahkemece önceki gerekçeler tekrar edilmek suretiyle direnme kararı verilmiştir.

Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık: Opsiyonlu Döviz Mevduatı ve Opsiyon İşlemleri Çerçeve Sözleşmesi hükümlerine aykırı davranan bankanın işlemleri nedeniyle uğranıldığı iddia edilen zararın tazmini istemine ilişkin eldeki davada, Asliye Ticaret Mahkemesinin mi yoksa Tüketici Mahkemesinin mi görevli olduğu noktasında toplanmaktadır.

Opsiyon Sözleşmesi belirli bir fiyat üzerinden sınırlı bir zaman dilimi içinde veya belli bir tarihte belirli bir varlığın (örneğin sermaye piyasası aracı veya döviz) satılması veya alınması konusunda diğer tarafa (opsiyon alıcısı) bir seçim hakkı tanıdığı, bunun karşılığı olarak da belirli bir bedele hak kazandığı sözleşmedir (Değnekli, A.; Opsiyon Sözleşmelerinde Bankanın Bilgi Verme ve Aydınlatma Yükümlülüğü İle İlgili Bir Yargıtay Kararının Değerlendirilmesi, Prof. Dr. Seza Reisoğlu’na Armağan, Ankara 2016, s.624).

Eldeki davaya konu opsiyonun türü alım opsiyonudur. Alım opsiyonu sahibine sözleşmenin vadesinde opsiyona konu teşkil eden araçları (döviz, hisse senedi, endeks vs.) sözleşmede belirtilen fiyattan ve belirtilen miktarda satın alma hakkı veren opsiyon türüdür. Alım opsiyonu satıcısı, alıcı hakkını kullandığı takdirde sözleşmeye konu teşkil eden araçları (somut olayda döviz) satmakla yükümlüdür.

Taraflar arasında 03.01.2013 ve 06.08.2013 tarihli opsiyonlu döviz mevduatı ve opsiyon işlemleri çerçeve sözleşmesi imzalanmıştır. Münferit döviz opsiyon işlemlerinin davacı ile davalı bankanın imzalarını içeren 10.04.2013, 16.04.2013 ve 16.05.2013 tarihli Egzotik Opsiyon İşlem Formu başlıklı belgelere göre yapıldığı, opsiyonu kullanma (alım ya da satım) hakkının davalı bankada olduğu, başka bir anlatımla işlem formunda belirtilen tarihte, belirtilen fiyatlar üzerinde davacıdan satın alınması hakkının bankaya ait olduğu anlaşılmaktadır.

Bu genel açıklamadan sonra uyuşmazlığın hangi mahkemede görülmesi gerektiği hususunun yasal düzenlemelere göre değerlendirilmesi gerekmektedir.

6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun`un 3. maddesinde tüketici; “ ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişi”yi, sağlayıcı; “Kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla tüketiciye hizmet sunan ya da hizmet sunanın adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiyi”, satıcı; “Kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla tüketiciye mal sunan ya da mal sunanın adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiyi” ifade eder şeklinde tanımlanmıştır.

Anılan Kanunun 73/1. maddesinde; “ Tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğabilecek uyuşmazlıklara ilişkin davalarda tüketici mahkemeleri görevlidir.” düzenlemesine yer verilmiştir.

Tüketici sözleşmesinde iki taraf mevcut olup, zıt amaçların güdülmesi gerekmektedir. Başka bir anlatımla satıcı ve sağlayıcı tanımında da yer verildiği gibi satıcı ve sağlayıcının işlem yaparken ticari veya mesleki amaçlarla hareket etmesi, karşısında yer alan kişinin ise bunun tersine bir amaçla yani ticari veya mesleki olmayan amaçla (kâr elde etme amacı olmaksızın) hareket etmesi gerekir (Aydoğdu, M.; Tüketici Hukuku Dersleri, Ankara 2015, s. 59,60) .

Tüketici mahkemesinin görevli olması için öncelikle uyuşmazlığın bir tüketici uyuşmazlığı olması gerekir. Hangi tür uyuşmazlıkların tüketici uyuşmazlığı olduğu ise dava konusu işlem veya uygulamanın taraflarından birinin tüketici, diğerinin ise girişimci/satıcı/sağlayıcı olmasına göre belirlenmektedir (Topuz, G.; Tüketici Mahkemeleri, Ankara 2018, s.37).

Hâl böyle olunca davacının hizmeti davalı bankadan finansal işlemler için aldığı, hizmetin alınma amacının öncelikle göz önünde bulundurulması gerektiği anlaşılmakla, davacının bu ticari amacı karşısında tüketici sayılması mümkün değildir.

Tüm bu nedenlerle yerel mahkemenin yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik görülmediğinden usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekmiştir.

SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile yukarıda açıklanan nedenlerle direnme kararının ONANMASINA, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 16.05.2018 gününde oy birliği ile karar verildi.


YARGITAY 17. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/1287 Karar : 2017/9185 Tarih : 17.10.2017

  • HMK 1. Madde

  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

Davacı vekili, müvekkili ile davalı …’in boşanmak üzere olduklarını dava konusu 1785 parsel 3 nolu bağımsız bölümü, evlilik birliği devam ederken birlikte satın aldıklarını 16.08.2007 tarihinde davacıdan mal kaçırma amacı ile sattığını, dava konusu satış işlemlerinin iptali ile davacının hakkı olan miktarın müvekkili adına tescili istemi ile sadece eş … aleyhine dava açmış, daha sonra ise taşınmazı 16.08.2007 tarihinde satın alan … ve 29.09.2009 tarihinde de ondan satın alan … aleyhine muvazaalı satış işleminin iptali istemi ile Aile Mahkemesinde dava açılmış her iki dava mahkemece birleştirilmiştir.

Davalılar, yargılama sırasında haksız açılan davanın reddini savunmuşlar, davalı … ise ilk kararın temyiz aşamasında 19.04.2012 tarihli dilekçesinde taşınmazın, …’in bankadan kredi çekebilmek için adına satış gösterildiğini ancak kredi borcun ödeyemeyince durumdan haberdar olan davalı …’in emlakcı olan eşi vasıtası ile …’e satış yapıldığını belirtmiştir.

Mahkemece, davanın reddine ilişkin ilk karar Yargıtay 4.Hukuk Dairesi`nin 01.07.2013 tarih 2012/7703 Esas 2013/12617 Karar sayılı ilamı ile davanın BK’nun 18.maddesine dayalı olarak açılan muvazaalı işlemin iptaline ilişkin olduğundan görevli mahkeme genel mahkemeler olduğundan bahisle bozulmuş, bozma sonrasında verilen görevsizlik kararı üzerine, Asliye Hukuk Mahkemesinde yapılan yargılama sonunda da, davacının iddialarının subut bulmadığı gerekçesi ise yine davanın reddine karar verilmiş hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava dilekçesindeki açıklamalar ve dosya kapsamına göre davanın, ilk açılan davada davalı eş … adına olan taşınmazın diğer davalılar adına yapılan satışının muvazaalı olduğu iddiası ile iptali ve davalı eşe dönecek tapu kaydının eşler arasındaki mal rejimi gereğince tasfiye edilerek yarı paya ait tapu kaydının iptali ile davacı adına tescili olduğu anlaşılmaktadır. Davacının …’e geçen taşınmaza ait tapu kaydının iptali ile açılacak edinilmiş mallara katılma alacağının tahsili sağlanmış olacaktır. Davacının istekleri arasında yer alan taraflar arasında edinilmiş mallara katılma rejimi gereği yarı paya ait tapu kaydının iptali ve tescili; isteği bakımından bu davaların çözüm yeri 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 4.maddesi gereğince Aile Mahkemeleri olup Aile Mahkemesi kurulmayan yerlerde ise Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenen Asliye Hukuk Mahkemelerinde davanın Aile Mahkemesi sıfatı ile görülüp karar bağlanması gerekir. Davacının diğer isteği ise TBK’nun 19.maddesine dayalı şahsi hakka ilişkin muvazaa nedeniyle tapu iptali ve davacı eş adına tescili olup bu istek bakımından uyuşmazlığın çözüm yeri HMK’nun 1 ve devamı maddeleri uyarınca belirlenecek genel mahkemelerdir. Görev kamu düzenine ilişkin olup yargılamanın her aşamasında kendiliğinden göz önünde bulundurulur. Mahkemece verilen ilk kararın Yargıtay 4.Hukuk Dairesi tarafından görev yönünden bozulmuş olması, taraflar yönünden kazanılmış bir hak oluşturmaz.

Mahkemece yapılması gereken iş, temyize konu taşınmaz bakımından mal rejiminin tasfiyesine dayalı tapu iptali ve tescil davasının tefriki ile ayrı bir esasa kaydedilmesi daha sonra da tefrik edilen dosyanın görevli Aile Mahkemesine gönderilmesi, dava konusu taşınmazla ilgili 16.08.2007 ve 29.09.2009 tarihli tasarruflar yönünden ise, aile mahkemesi kararının bekletici mesele yapılarak, davacının bir alacağının olduğunun tesbiti halinde TBK’nun 19 maddesi gereğince iptale tabi olup olmadığının mevcut delillere göre değerlendirilmesi, iptale tabi olması halinde davacı yararına hükmedilecek katkı payı alacağı ve fer’ileriyle sınırlı olarak İİK’nun 283/1 maddesinin kıyasen uygulanarak davacıya haciz ve satış yetkisi verilmesinden ibarettir. Aksi durumda yani davacının katkı payının olmadığının saptanması halinde ise her iki dava yönünden de davanın reddine karar verilmesi gerekmektedir.

Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınmadan, her iki davanın birlikte görülerek karara bağlanması ve yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine, 17/10/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/1872 Karar : 2017/5949 Tarih : 29.06.2017

  • HMK 1. Madde

  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

Davacılar vekili dava dilekçesinde; müvekkillerinin … ili, … ilçesi, … mahallesinde kain 2186 ada 3 parselde kayıtlı arsa üzerinde kurulu apartmanın 16 ve 17 nolu bağımsız bölüm dükkanlarının maliki oldukları, davalıların ise aynı taşınmazda diğer bağımsız bölüm maliki bulundukları, kat irtifakı kurulu taşınmazda müvekkillerinin arsa payının 1/62 olduğu, 10.08.1990 tarihli tasdikli projeye göre söz konusu bağımsız bölümlerin oluşturulduğu, ancak daha sonra 17 Nisan 1992 ve 18 Mayıs 1992 tarihli tadilat projelerinin yapıldığı, bu projelerde müvekkillerine ait 16 ve 17 nolu dükkanların hissesine düşen alanlarının küçültüldüğü, söz konusu projenin tapuya tescil edilmediği, tescil işlemi yapılmadığından geçerliliğinin de bulunmadığını belirterek öncelikli olarak 17 Nisan 1992 ve 18 Mayıs 1992 tarihli tadilat projelerinin tapuda uygulanmaması açısından ihtiyati tedbir kararı verilerek bu tadilat projelerinin iptali istenilmiş, bir kısım davalılar vekilleri cevap dilekçesinde; dava konusunun Kat Mülkiyeti Kanunundan kaynaklanması nedeniyle sulh hukuk mahkemesinin görev alanına girdiği, 1992 tarihli projenin iptaline ilişkin olduğundan talebin zamanaşımına uğradığı, ayrıca davacının kendisinin hazırlayıp sunduğu projelerin 21 yıl sonra iptalini istemesinin de haksız olduğunu belirterek davanın esastan reddi savunulmuş, mahkemece; taraflar arasındaki uyuşmazlığın kat mülkiyeti kurulu ana taşınmazdaki tadilat projesinin iptali isteminden kaynaklandığı ve Kat Mülkiyeti Kanunu hükümlerinden kaynaklanan davaların 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanununun Ek 1. maddesi uyarınca sulh hukuk mahkemelerinde görülmesi gerektiğinden dava dilekçesinin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 1. ve 20. maddeleri uyarınca görev yönünden reddi ile görevsizlik kararı verilmiş, hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.

Dava, kat irtifakı kurulu anataşınmazdaki tadilat projesinin iptali istemine ilişkindir.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı kanıtlar ile yasal gerektirici nedenlere göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usule ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının davacılara yükletilmesine 29/06/2017 günü oy birliiyle karar verildi.


YARGITAY 11. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/1009 Karar : 2017/3989 Tarih : 22.06.2017

  • HMK 1. Madde

  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

Davacı vekili, müvekkillinin davalı bankanın (… A.Ş.) … Şubesi’ne birikimlerini yatırdığını, parasını çekmek istediğinde paranın off-shore bankasına havale edildiğinin söylendiğini, kendisinin bu yönde talimatının olmadığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 123.000 USD’nin hükmen tahsiline, paranın bankaya yatırıldığı tarihten itibaren 3095 sayılı Yasa’nın 4/a maddesi uyarınca faiz işletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı banka vekili, feri müdahil … vekili ve fer’i müdahil … vekili, davanın zamanaşımından ve esastan reddini istemişlerdir.

Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Kararı, davalı banka vekili ile feri müdahiller … ve … vekilleri ayrı ayrı temyiz etmiştir.

1- Bir davada kararı temyiz etme hakkı, yalnız taraflara veya hüküm ile kendisine mükellefiyet yüklenen veya bir hakkı ihlal edilen kimseye veyahut kanunun açıkça belirttiği mercilere aittir. Fer’i müdahil … vekili, verdiği temyize cevap dilekçesinde kararın davalı banka yararına bozulması isteminde bulunmuş olup, fer’i müdahil … vekilinin söz konusu dilekçesi temyiz istemi mahiyetinde ise de davalı banka yanında feri müdahil olarak davaya katılan …‘ın HUMK 433/2. maddesi uyarınca ancak karşı taraf sıfatına sahip davacı tarafın temyizine karşı katılma yoluyla temyiz hakkı bulunduğundan davalı bankanın temyiz dilekçesine istinaden katılma yoluyla temyiz yoluna başvurması mümkün olmadığı gibi, fer’i müdahil … vekilinin temyiz dilekçesini temyiz defterine kaydettirmediği ve temyiz harcını da yatırmadığı, bu haliyle usulünce yapılmış temyiz istemi de bulunmadığı anlaşıldığından, fer’i müdahil … vekilinin temyiz isteminin reddine karar vermek gerekmiştir.

2- 28.05.2014 tarihi itibariyle yürürlüğe giren 6502 sayılı Yasa’nın 3/k bendinde “Ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket eden gerçek veya tüzel kişi” tüketici, 3/ı bendinde ise “Mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekalet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dahil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlem” tüketici işlemi olarak tanımlanmıştır. Aynı Yasa’nın 73/1. maddesinde tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan doğabilecek uyuşmazlıklara ilişkin davalarda tüketici mahkemelerinin görevli olduğu belirtilmiş, 83/2. maddesinde ise taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu işlemler ile ilgili diğer kanunlarda düzenleme olmasının, bu işlemin tüketici işlemi sayılmasını ve 6502 sayılı Yasa’nın görev ve yetkiye ilişkin hükümlerinin uygulanmasının engelleyemeyeceğine değinilmiştir. HMK’nın 1. maddesinde ise görev hususunun kamu düzenine ilişkin olduğu, mahkemece yargılamanın her aşamasında resen gözetileceği düzenlenmiştir.

Somut olayda; davanın açıldığı 03.04.2015 tarihi itibariyle 6502 sayılı Yasa’nın yürürlüğe girdiği, davacının ticari veya mesleki olmayan amaçlarla hareket etmesi nedeniyle tüketici, dava konusu bankacılık işleminin de tüketici işlemi sayıldığı, yukarıda belirtilen yasa hükümleri uyarınca davaya bakma hususunda tüketici mahkemelerinin görevli olduğu hususu gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerekirken işin esasının incelenip yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamış, bozmayı gerektirmiştir.

3- Bozma sebep ve şekline göre davalı banka vekili ve feri müdahil … vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına karar vermek gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda (1) nolu bentte açıklanan nedenlerle feri müdahil … vekilinin temyiz isteminin reddine, (2) nolu bentte açıklanan nedenlerle kararın BOZULMASINA, (3) nolu bentte açıklanan nedenle davalı banka vekili ile feri müdahil … vekilinin temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, takdir olunan 1.480,00 TL duruşma vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davalıya iadesine, 22.06.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/39132 Karar : 2017/7111 Tarih : 8.06.2017

  • HMK 1. Madde

  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

Davacı şirket, … …. … Devlet Hastanesi’nin 2008 ile 2011 yılları arasında açmış olduğu yemek, temizlik işi, veri hazırlama işi yaptırılması konularında yedi ayrı ihaleyi kazandığını, 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunun 81. maddesinin (ı) bendinde öngörülen %5 oranında teşvik pirimi indiriminden yararlanmaya hak kazanmış olduğunu, %5 oranındaki sigorta primi teşvik indirimlerinin,davalı tarafından hakedişlerden haksız olarak kesilmiş olduğunu, hakedişlerden yapılan 46.144,37 TL kesintinin temerrüt tarihi olan 14.09.2010 tarihinden itibaren hesaplanacak …’nin kısa vadeli avanslar için uyguladığı oranda faiziyle birlikte davalıdantahsilini istemiştir.

Davalı, davanın reddini dilemiştir

Mahkemece, davanın kabulü ile 46.144,37 TL’nin 14.09.2010 tarihinden itibaren işleyecek avans faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine

karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.

1-Davacı ile davalı arasında hizmet sözleşmesi düzenlendiği ihtilafsız olup davacı, hakedişten haksız kesilen tutarın iadesini eldeki dava ile talep etmiştir. Davanın taraflarından olan davacı tacir ise de, davalı tacir olmadığı gibi, dava konusu ihtilafta TTK’de yer alan mutlak ticari davalardan değildir. Bu itibarla davanın görülmesi gereken mahkeme Asliye Hukuk Mahkemesidir.

6102 sayılı TTK’nin 6335 sayılı kanunla değişik 5. maddesi uyarınca asliye hukuk mahkemeleri ile ticaret mahkemeleri arasındaki ilişki iş bölümü ilişkisi olmaktan çıkarılıp görev ilişkisine dönüştürülmüştür. Dava, 6335 sayılı Yasa ile değişik 6102 sayılı TTK’nin 5. maddesi hükmünün yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden sonra 13.12.2013 tarihinde açılmıştır. Görev, 6100 sayılı yasanın 1. maddesi hükmü gereği kamu düzenine ilişkin olduğundan mahkemece yargılamanın her safhasında kendiliğinden gözetilmelidir. Bu durumda mahkemece, davanın asliye hukuk mahkemesinin görevine girdiği gözetilerek görevsizlik kararı verilmesi gerekirken işin esasına girilerek yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirir.

2-Bozma nedenine göre, davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan 1. bent gereğince temyiz olunan kararın BOZULMASINA, 2. bent gereğince davalının diğer temyiz itirazlarının incelenmesine yer olmadığına, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, HUMK’nun 440/1 maddesi uyarınca tebliğden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 08/06/2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 15. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/5676 Karar : 2017/1310 Tarih : 23.03.2017

  • HMK 1. Madde

  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

Dava, eser sözleşmesinden kaynaklanan alacak istemine ilişkin olup; mahkemece davanın reddine dair verilen karar, davacı yüklenici vekilince temyiz edilmiştir.

Eldeki dava, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun yürürlüğe girdiği 01.07.2012 tarihinden sonra, 19.08.2013 tarihinde açılmıştır. Burada öncelikli olarak Asliye Ticaret Mahkemesi’nin davaya bakmakla görevli olup olmadığının belirlenmesi, davanın ticari niteliğinin ve görevli mahkemenin belirlenmesinde 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu ile getirilen düzenlemelerin değerlendirilmesi gerekir.

6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 4. maddesine göre, bir davanın ticari dava sayılması için uyuşmazlık konusu işin taraflarının her ikisinin birden ticari işletmesiyle ilgili olması ya da tarafların tacir olup olmadıklarına veya işin tarafların ticari işletmesiyle ilgili olup olmamasına bakılmaksızın Türk Ticaret Kanunu veya diğer kanunlarda o davaya Asliye Ticaret Mahkemesi’nin bakacağı yönünde düzenleme olmalıdır. Örneğin, ödünç para verme işlemlerine ilişkin uyuşmazlıklar Türk Ticaret Kanunu’nun 4. maddesi uyarınca, iflas davaları ise 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 154 ve devamı maddeleri hükmünce ticari dava sayılır. Buna karşılık Türk Ticaret Kanunu’nun 4. maddesi uyarınca, tarafların tacir olup olmamasına bakılmaksızın ticari dava sayılan havale, vedia ve fikir ve sanat eserlerine ilişkin uyuşmazlıklardan doğan davalar herhangi bir ticari işletmeyi ilgilendirmiyorsa, ticari dava vasfını kaybedecektir.

Diğer taraftan 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 19/II. maddesi uyarınca, taraflardan biri için ticari iş sayılan bir işin diğeri için de ticari iş sayılması, davanın niteliğini ticari hale getirmeyecektir. Zira, Türk Ticaret Kanunu, kanun gereği ticari dava sayılan davalar haricinde, ticari davayı ticari iş esasına göre değil, ticari işletme esasına göre belirlemiştir. Hal böyle olunca, işin ticari nitelikte olması davayı ticari dava haline getirmez.

6335 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile değişik 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 5. maddesi uyarınca ticari davalar Asliye Ticaret Mahkemelerince görülerek karara bağlanır. Öte yandan aynı düzenleme gereğince, Asliye Ticaret Mahkemeleri ile diğer Hukuk Mahkemeleri arasındaki ilişki, 6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu’ndan ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 6335 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikten önceki halinden farklı olarak iş bölümü ilişkisi değil,

görev ilişkisidir. Göreve ilişkin düzenlemeler, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 1. maddesi uyarınca kamu düzenine ilişkin olduğundan mahkemelerce ve temyiz incelemesi aşamasında Yargıtay’ca re’sen incelenir. Bu kuralın tek istisnası, 6335 sayılı Kanun’un 2. maddesi ile değişik 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 5/4. maddesinde düzenlenmiş olup, buna göre, yargı çevresinde ayrı bir Asliye Ticaret Mahkemesi bulunmayan yerlerde Asliye Hukuk Mahkemeleri’ne açılan davalarda görev kuralına dayanılmamış olması görevsizlik kararı verilmesini gerektirmeyecektir. Başka bir anlatımla, yargı çevresinde Asliye Ticaret Mahkemesi bulunmayan yerlerde bir ticari uyuşmazlığın çözümü için Asliye Hukuk Mahkemesi’ne genel mahkeme sıfatıyla dava açılması halinde, mahkemece görevsizlik kararı verilmeksizin işin görülmesi gerekir. Buna karşılık, Kanun aksi durumu düzenlememiş olduğundan, Asliye Hukuk Mahkemesi’nin ticari olmayan bir davayı Asliye Ticaret Mahkemesi sıfatıyla görmüş olması açıkça bozmayı gerektiren bir usule aykırılık halini oluşturmaktadır.

Somut olayda; uyuşmazlık eser sözleşmesinden kaynaklanmakta olup, bu nevi davaların ticari dava olduğuna ya da Asliye Ticaret Mahkemeleri’nde görüleceğine ilişkin yasal bir düzenleme bulunmamaktadır. O halde, eldeki davanın ticari dava olarak kabulü ve Asliye Ticaret Mahkemesi’nin görevli olması için uyuşmazlık konusu işin her iki tarafın birden ticari işletmesi ile ilgili olması zorunludur.

Davacı yüklenici şirketin sözleşme konusu işleri ticari işletmesiyle ilgili olarak yaptığında tereddüt bulunmamaktadır. Buna karşılık davalı belediye, uyuşmazlık konusu ihaleyi ticari işletmesiyle ilgili olarak değil, kamu hizmetlerinin yürütülmesi amacıyla gerçekleştirmiştir.

Yapılan açıklamalara göre, eldeki davaya bakma görevi 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 2. maddesi uyarınca Asliye Hukuk Mahkemesi’ne aittir. Bu durumda mahkemece davanın görev yönünden reddi ile kararın kesinleşmesine müteakip, dosyanın talep halinde …Asliye Hukuk Mahkemesi’ne gönderilmesine karar verilmesi gerekirken, görevli olmayan mahkemece işin esasının incelenerek davanın reddine karar verilmiş olması doğru olmamış, kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, ödediği temyiz peşin harcının istek halinde temyiz eden davacıya geri verilmesine, karara karşı tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme isteminde bulunulabileceğine 23.03.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/4789 Karar : 2017/2121 Tarih : 20.03.2017

  • HMK 1. Madde

  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

Dava, mirasçılık belgesinin iptaline ilişkindir.

Davacılar, … Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/659 E., 2011/854 K. ve … Sulh Hukuk Mahkemesinin 2011/660 E., 2011/855 K. sayılı mirasçılık belgesinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.

Mahkeme, davanın görev nedeni ile usulden reddine karar vermiştir.

Hükmü, davacılar vekili temyiz etmiştir.

Görev kamu düzenine ilişkin olup, mahkemece kendiliğinden gözönünde bulundurulur.

Dava, HMK’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonra 05.03.2015 tarihinde açılmıştır. 01.10.2011 tarihinden önce yürürlükte bulunan HUMK’nun Sulh Hukuk Mahkemesi’nin görevini belirleyen 8/II-5. bendine göre “mirasçılık belgesi verilmesi hakkındaki isteklerle, bu belgenin değiştirilmesi veya iptali davalarına …” bakar şeklinde olduğu halde 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren HMK’nun 1. maddesi uyarınca; “Mahkemelerin görevi, ancak kanunla düzenlenir. Göreve ilişkin kurallar kamu düzeninden” sayılır, hükmüne yer verilmiştir. Aynı Kanun’un 2. maddesinde ise, “dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın mal varlığına ilişkin davalarla, şahıs varlığına ilişkin davalarda görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadıkça Asliye Hukuk Mahkemesi” olduğunu vurgulamıştır. 6100 sayılı HMK’nun 4/1-ç bendine göre, “Bu kanun ile diğer kanunların, Sulh

Hukuk Mahkemesi veya sulh hukuk hakiminin görevlendirdiği davalara Sulh Hukuk Mahkemesi bakar” yine aynı Kanun’un, görevli mahkeme başlığını taşıyan 383/1. fıkrasında; “ çekişmesiz yargı işlerinde görevli mahkeme, aksine bir düzenleme bulunmadığı sürece Sulh Hukuk Mahkemesi” olduğu açıklanmıştır. Öte yandan genel hüküm niteliğinde bulunan TMK’nun 598/1. fıkrasında da, veraset belgesinin Sulh Hukuk Mahkemesi’nce verilmesi öngörülmüştür. 6100 sayılı Kanunun çekişmesiz yargı işleri başlığını taşıyan 382/1-c kısmının 6. bendine göre, mirasçılık belgesi verilmesinin Sulh Hukuk Mahkemesi’nin görev alanına girdiği ve çekişmesiz yargı kapsamına alındığı belirlenmiştir. Yukarıda açıklandığı gibi HUMK’nun 8/II-5. maddesi uyarınca mirasçılık belgesinin verilmesi, değiştirilmesi veya iptal davaları ile ilgili görev Sulh Hukuk Mahkemesi’ne verildiği halde, HMK’nun 382/2-c kısmının 6. bendine göre, Sulh Hukuk Mahkemelerinin sadece veraset belgesinin verilmesiyle ilgili istekler konusunda görevli olduğu anlaşılmaktadır. Anılan maddenin bu haliyle yorumlanmasında veraset belgesinin değiştirilmesi veya daha önce verilen veraset belgesinin iptali davalarının Sulh Hukuk Mahkemesi’nde bakılamayacağı ve bu mahkemelerin görevli olamayacağı sonucuna varılmaktadır. Kaldı ki, veraset belgesinin iptali davaları hasımlı olarak açılması zorunlu bulunduğundan çekişmesiz yargıdan çıkıp çekişmeli yargı haline geldiği de bir gerçektir.

Bu durum karşısında HMK’nun yürürlüğe girdiği 01.10.2011 tarihinden sonra açılan eldeki dava bakımından HMK’nun 382/2-c kısmının 6. bendi uyarınca görevli mahkemenin Sulh Hukuk Mahkemesi değil Asliye Hukuk Mahkemesi olduğu sonucuna varıldığından işin esasına girilerek bir karar verilmesi gerekirken mahkemenin görevsiz olduğundan bahisle usulden red kararı vermiş olması doğru değildir. Yukarıda anılan ilkeler gözetilmeksizin karar verildiğinden kararın bozulması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan harcın istek halinde yatıranlara iadesine, kararın tebliğinden itibaren 15 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 20.03.2017 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 8. HUKUK DAİRESİ Esas : 2017/1135 Karar : 2017/3789 Tarih : 16.03.2017

  • HMK 1. Madde

  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

Davacı dava dilekçesinde, eski eşi … ‘tan 05.10.2005 tarihinde boşandıklarını, müşterek çocuk …‘ın velayetinin kendisine verildiğini ve birlikte yaşadığını, çocukların soyadı ile kendi soyadının farklı olması nedeni ile sorunlar yaşadığını bildirerek … ‘nın “ … “ olan soyadının “ … “ olarak değiştirilmesini istemiş, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 36/1. maddesine göre kişisel durum, bu amaçla tutulan resmi sicille belirlenir. Aynı Kanunun 39. ve Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 35/1. maddesi uyarınca ‘‘Kesinleşmiş mahkeme hükmü olmadıkça nüfus kütüklerinin hiçbir kaydı düzeltilemez ve kayıtların anlamını ve taşıdığı bilgileri değiştirecek şerhler konulamaz. Ancak olayların aile kütüklerine tescili esnasında yapılan maddî hatalar nüfus müdürlüğünce dayanak belgesine uygun olarak düzeltilir.’’ Kişisel durumlardaki değişikliklerin nüfus kaydında belirtilmesi ve doğru olmayan kayıtların düzeltilmesi ile “nüfus kayıtlarının düzeltilmesi” anlaşılır. “Kayıt düzeltilmesi”, aile kütüğüne düşürülmüş nüfus kaydının bir kısmının “düzeltilmesi” veya “değiştirilmesi”dir. Bu dava uygulamada “nüfus kaydının düzeltilmesi davası” olarak adlandırılmaktadır. Önemle vurgulanmalıdır ki; nüfus kaydının düzeltilmesine ilişkin davalarda, resmi kayıt ve belgelere başvurulabileceği gibi, tanık dahil her türlü kanıta başvurulabilir.

5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 36. maddesinde nüfus kayıtlarına ilişkin düzeltme davalarının düzeltmeyi isteyen şahıslar ile ilgili resmî dairenin göstereceği lüzum üzerine Cumhuriyet Savcıları tarafından yerleşim yeri adresinin bulunduğu yerdeki görevli asliye hukuk mahkemesinde açılacağı hükme bağlanmıştır.

4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 321. maddesi hükmüne göre çocuk, ana ve baba evli ise ailenin soyadını taşır. Boşanma veya ölüm üzerine velayetin annede olması soyadında herhangi bir değişikliğe neden olamaz. Aynı Yasanın 27. maddesi hükmüne göre haklı nedenin varlığı halinde, soyadın değiştirilmesi mümkün olup hangi hallerin haklı sebep teşkil ettiği konusunda bir yasal düzenleme bulunmadığından ve esasen bu konuda bir kıstas belirlenmesi de sözkonusu olmadığından, haklı sebebin var olup olmadığı, her bir davadaki özel koşullara göre mahkemece belirlenecektir. Yargıtay uygulamalarında, kişinin toplum içerisinde bilinip tanındığı soyadı ile anılmayı ve onu kayden de taşımayı istemesinin haklı neden teşkil edeceği kabul edilmiştir.Soyadı Nizamnamesinin 15. maddesinde; “evlilik devam ederken veya evliliğin sona ermesinden başlayarak üç yüz gün içinde doğan çocuklar babalarının soyadını taşırlar…” ve Nüfus Hizmetleri Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin 22. maddesinde; “Evlilik içinde veya herhangi bir nedenle evliliğin sona ermesinden başlayarak üçyüz gün içinde Türk babadan olan veya Türk anadan doğan çocuklar doğumlarından başlayarak Türk vatandaşlığını kazanırlar. Bu çocuklar babanın soyadını alır ve aile kütüklerinde babalarının hanesine yazılırlar.” hükümlerine yer verilmiştir.

Anayasa Mahkemesi, 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 321. maddesindeki “Çocuk, ana ve baba evli ise ailenin soyadını taşır.” hükmünün Anayasaya aykırı olmadığına karar vermiş, buradaki “aile soyadı” deyiminden babanın soyadının anlaşılacağını belirtmiştir (AYM, 02.07.2009, 2005/114 E. -2009/105 K.).

Velayet hakkının kapsamı Türk Medeni Kanunun 339. maddesinde düzenlenmiş olup buna göre velayetin kapsamında yer alan çocuğun adının ana ve babası tarafından konulacağı belirtilmiştir.

Somut olayda, dava dilekçesinde küçük olup velayeti annede bulunan … ‘nın “ … “ olan soyadının “ … “ olarak değiştirilmesi istenmiş, mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir. Evlilik birliği içinde doğan çocuğun doğumla kazandığı “ … “ aile soyadının velayet hakkı kapsamında annenin boşanma sonrası edindiği “ … “ soyadı ile değiştirilmesi talebidir ve dava velayet hakkına dayanılarak açılmıştır. Başka bir ifade ile, soyadının değiştirilmesi talep edilen … ergin kişi değil, çocuktur. Davacı annenin velayeti altındadır.

Buna göre; taraflar arasındaki uyuşmazlık, evlilik birliği içinde doğan, boşanma ilamıyla velayeti anneye verilen cocuğun, evlilik içinde doğumla kazandığı soyadının, davacı annesinin soyadı ile değiştirilmesinin mümkün olup olmadığı noktasındadır. Çocuğun soyadı TMK’nun soybağının hükümleri başlıklı beşinci ayırımda yer alan 321 ve devamı maddelerinde, velayet hakkı ve kapsamı ise, 6. ayırımda yer alan 335 ve devamı maddelerinde düzenlendiğine göre, görevli mahkemenin Asliye Hukuk Mahkemesi mi, yoksa Aile Mahkemesi mi olduğu hususunun öncelikle çözümlenmesi gerekir. Göreve ilişkin sorunun çözümü; çocuğa soyadını kazandıran pozitif hukuk normlarıyla ve çocuğun doğumla kazandığı soyadını belirleme hakkının velayet hakkının kapsamında bulunup bulunmadığıyla yakından ilgilidir.

Ancak, iş bu noktaya geldiğinde soyadını yakından ilgilendiren, şahsi durum sicillerinin niteliği ve bu sicillerde yapılacak düzeltmelerle ilgili hükümlere kısaca değinmekte yarar görülmüştür

Nüfus kütükleri, kişilerin kimliklerinin, yerleşim yeri adreslerinin, aile bağlarının, vatandaşlık durumlarının ve şahsi hallerinin belirlenmesi amacıyla ilçe ve aile esasına göre nüfus olaylarının tescil edildiği, daimi olarak saklanması gerekli resmi sicillerdir (5490 s. NHK. m. 5/1). Nüfus kütükleri; aile kütüğü, özel kütük ve yedeklerinden oluşur.

Aile kütüklerinde de kişinin T.C. kimlik numarası, kişinin adı, soyadı, cinsiyeti, baba ve ana adı ile soyadları, doğum yeri ile gün, ay ve yıl olarak doğum tarihi ve kütüğe kayıt tarihi, evlenme, boşanma, soybağının kurulması veya reddi, ölüm, vatandaşlığın kazanılması veya kaybedilmesi, kişinin kayıtlı bulunduğu il, ilçe, köy, mahalle adı, cilt, aile ve birey sıra numarası, kişisel durumda meydana gelen değişikliler veya yetkili makamlarca yapılan düzeltmeler, medeni hali, yerleşim yeri adresi gibi kişisel bilgiler yer alır (5490 s. NHK.m. 7).

Ad ve soyadının değiştirilmesi ancak haklı sebeplere dayanılarak hakimden istenebilir. Adın değiştirildiği nüfus siciline kayıt ve tescil olunur. 2525 sayılı Soyadı Kanununa göre taşınması zorunlu önad ve soyadı, Türk Medeni Kanununun 27. maddesi hükmünün kapsamındadır. Kanun, bu hükümde görevli mahkemeyi göstermemiştir.

Ne var ki; adın haklı sebeple değiştirilmesine ilişkin dava, kişisel durum sicilindeki mevcut kaydın değiştirilmesini ve düzeltilmesini gerektirdiğinden esas itibarıyla “nüfus kaydının düzeltilmesi” niteliğinde olduğu ve 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 36. maddesine göre de, görevli asliye hukuk mahkemesinde açılıp karara bağlanacağı açık ve tartışmasızdır.

Dolayısıyla çocuğun önadının değiştirilmesi için yasal temsilcileri tarafından açılan davalarla, ergin kişilerin ad ve soyadlarının değiştirilmesi davalarında görevli mahkemenin 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 36. maddesinde yer alan hüküm gereğince asliye hukuk mahkemesi olduğunda bir duraksama bulunmamaktadır.

Çocuğun hangi soyadını alacağı konusunda, yukarıda gösterildiği gibi Türk Medeni Kanununun 321. maddesinde, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununda, Soyadı Nizamnamesinde ve Nüfus Hizmetleri Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmelikte düzenlenmeler mevcuttur.

Bu düzenlemelere göre çocuk soyadını; evlilik içinde doğmuş ise; ailenin, başka bir ifade ile babanın: evlilik dışında doğmuş, babayla bir soybağı kurulmamış ise anasının: soybağı ana ve babanın sonradan evlenmesiyle veya tanıma (TMK. m.295) yahut da mahkeme kararıyla (TMK. m. 301) kurulmuş ise babasının soyadını almaktadır. Bu düzenlemelerden çıkan sonuç şudur; çocuğun soyadı, ana ve babasıyla soybağı ilişkisini göstermektedir. O halde, ergin olmayan çocuğun, doğumla veya kan bağına dayanan soybağının yahut da yapay soybağının (evlat edinme) kurulmasıyla kazandığı soyadının; velayet hakkına sahip olan ebeveyn yahut çocuk vesayet altında ise vasisinin talebiyle değiştirilip değiştirelemeyeceği sorunu, Türk Medeni Kanununun 321’nci maddesi hükmü ve soybağının hükümleri esas alınarak çözülecektir. Bu hüküm ve soybağının hüküm ve sonuçlarına ilişkin diğer hükümler, Türk Medeni Kanununun “aile hukuku” başlığını taşıyan ikinci kitabında, “hısımlık” başlıklı ikinci kısmının “soybağının hükümleri” başlıklı ikinci ayırımında yer almaktadır.

4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 4/1. maddesinde yer alan hükme göre; 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun ikinci kitabından üçüncü kısım hariç olmak üzere (TMK m.118-395) kaynaklanan bütün aile hukukundan doğan dava ve işlerde aile mahkemeleri görevlidir. Bir uzmanlık mahkemesi olarak tasarlanan ve kendine özgü usul hükümleri taşıyan bu Kanun, evvelce genel hukuk mahkemelerince bakılan aile hukukundan doğan dava ve işleri bu mahkemelerden alarak uzmanlık mahkemesine vermiştir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun görevin belirlenmesi ve niteliği başlıklı 1. maddesinde mahkemelerin görevinin ancak kanunla düzenleneceği ve göreve ilişkin kuralların kamu düzeninden olduğu belirlendiğinden bu husus mahkemelerce yargılamanın her aşamasında kendiliğinden gözetilmesi gerekir.

Yukarıya alınan yasal düzenlemeler ve yapılan açıklamalar dikkate alındığında mahkemece, davanın, ergin kişinin haklı sebeple soyadının değiştirilmesi niteliğinde değil, evlilik içinde doğan çocuğun, doğumla kazandığı “aile soyadının” velayet hakkı kapsamında değiştirilmesi talebine ilişkin bulunması ve buna ilişkin değerlendirmenin aile mahkemesi tarafından yapılması gerektiğinden davanın görev yönünden reddine kararı verilmesi gerekirken bu isteğin esastan incelenerek davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya uygun düşmediğinden bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenle hükmün HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma nedenine göre sair yönlerin incelenmesine şimdilik yer olmadığına, HUMK’nun 440/III-1, 2, 3 ve 4. bentleri gereğince ilama karşı karar düzeltme yolu kapalı bulunduğuna 16.03.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 23. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/6623 Karar : 2017/437 Tarih : 15.02.2017

  • HMK 1. Madde

  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

Davacı vekili Tüketici mahkemesinde açtığı dava dilekçesinde özetle; davacının … A.Ş.’nin ortağı ve finans sorumlusu olup Almanya’da yapılacak olan fuara şirket adına katılması kararı alınıp yurt dışı çıkışı otel, vize ve benzeri diğer işlerini hazırlaması için davalı şirket ile anlaşıldığı, Frankfurt’taki kontrol sırasında vizesinde sorun olduğu tespit edilerek polislerce gözaltına alındığı, bu sebeple 4.350,00 TL maddi ve 5.000,00 TL manevi tazminata mahkum edilmesini talep ve dava etmiştir.

Davalı vekili, görev ve zamanaşımı itirazında bulunup esas bakımından da davanın reddini istemiştir.

Mahkemece iddia, savunma ve dosya kapsamına göre; davacının bir ticari şirketin ortağı olup bu şirketin adına fuara katılmak istediği, bu sebeple ticaret kanununa tabi bir şirket olan davalı şirket ile anlaştığı, tarafların sıfatı ve işin mahiyeti gereğince uyuşmazlığın bir ticari uyuşmazlık olduğu, davacının tüketici sıfatını haiz olmadığı, bu halde de davaya bakmaya Ticaret Mahkemesi görevli olduğundan, dava dilekçesinin görev yönünden reddi ile mahkemenin görevsizliğine, yetkili ve görevli mahkemenin … Ticaret Mahkemesi olduğuna karar verilmiştir. Asliye Ticaret Mahkemesi ise; davacının adı geçen şirketin ortağı olup, yurt dışındaki fuara şirketi adına katılmak üzere davalı şirkete müracaatı neticesinde açılan maddi ve manevi tazminat davasında, işin şirket adına yapılmayıp, davacının bireysel otel, vize gibi işlemlerinin yapılmasından (yapılmamasından) ibaret olduğu, taraflar arasındaki sözleşmenin konusu göz önüne alınarak işin her iki taraf için de ticari bir iş sayılamayacağı, davacının tacir sıfatına sahip olmasının yapılan işlemi ticari hale getirmeyeceği, 6102 sayılı Yasa’nın 4. ve 6335 sayılı Yasa ile değişik 5/3. hükmü ile 6100 sayılı Yasa’nın 1. maddesi uyarınca görevsizliğine, dosyanın görevli Asliye Hukuk Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir.

Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.

Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere göre, davalı vekilinin tüm temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA, aşağıda yazılı onama harcının temyiz edenden alınmasına, karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere,15.02.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 16. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/8694 Karar : 2017/247 Tarih : 27.01.2017

  • HMK 1. Madde

  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

Uygulama kadastrosu sırasında … Köyü çalışma alanında bulunan ve tapuda davacı … adına kayıtlı bulunan eski … parsel sayılı 703,00 metrekare yüzölçümündeki taşınmaz, … ada … parsel numarasıyla ve 817,56 metrekare yüzölçümlü olarak tespit ve tescil edilmiştir. Davacı …, uygulama kadastrosu sırasında kendisine ait taşınmazın yüzölçümünün eksildiği iddiasına dayanarak dava açmıştır. Mahkemece yapılan yargılama sonunda davanın reddine ve çekişmeli taşınmazın uygulama tespiti gibi tapuya tesciline karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Mahkemece, yapılan uygulama kadastrosunun yasa ve yönetmeliğe uygun olduğu gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. 6100 sayılı HMK’nın l. ve 114. maddeleri uyarınca görev hususunun kamu düzenine ilişkin dava şartlarından olduğu ve dava şartlarının mevcut olup olmadığının mahkemece davanın her aşamasında kendiliğinden araştırılması gerektiği kuşkusuzdur. Kadastro Mahkemeleri 3402 sayılı Yasa’nın 11. ve 26/B maddeleri uyarınca 30 günlük askı ilan süresi içinde açılan kadastro tespitine itiraz davalarında görevli olup askı ilamından sonra açılan davalarda ise aynı Yasa’nın 12. maddesi uyarınca genel mahkemeler görevli bulunmaktadır. Somut olayda; çekişmeli taşınmazın tutanağı 19.07.2013 tarihinde askıya çıkarılmış ve 30 günlük askı süresi 20.08.2013 tarihinde dolmuştur. Dava tarihi ise 02.09.2013’tür. Davanın açıldığı tarih itibariyle kadastro tutanağı kesinleşmiş olup; davada, Kadastro Mahkemesi görevli değildir. Mahkemece bu yön göz önünde bulundurularak dava hakkında mahkemenin görevsizliğine karar verilmesi gerekirken, görevli mahkemece değerlendirilmesi gereken hususlara ilişkin gerekçe ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olup, davacı vekilinin temyiz itirazları açıklanan nedenle yerinde görüldüğünden kabulü ile hükmün BOZULMASINA, peşin yatırılan temyiz karar harcının talep halinde temyiz eden davacıya iadesine,

27.01.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 20. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/12904 Karar : 2017/344 Tarih : 23.01.2017

  • HMK 1. Madde

  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

Dava, itirazın iptali istemine ilişkindir.

… 12. Asliye Ticaret Mahkemesince, davanın mutlak yada nisbi ticari dava olmaması karşısında TTK’nın 4 ve 5, HMK’nın 1, 2, 114 ve 115.maddeleri gereğince görevli mahkemenin asliye hukuk mahkemesi olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir.

… 14. Asliye Hukuk Mahkemesince ise taraflar arasındaki uyuşmazlık sürücülü araç kiralama işine ilişkin hizmet alım sözleşmesi olup iş ticari nitelikte olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiştir.

6102 sayılı Türk Ticaret Kanununun 4/1. maddesinde her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili hususlardan doğan hukuk davaları ve çekişmesiz yargı işlerinin ticari dava ve ticari nitelikte çekişmesiz yargı işi sayılacağı hüküm altına alınmıştır. Buna göre bir uyuşmazlığın ticari nitelikte olabilmesi için, her iki tarafın da ticari işletmesini ilgilendirmesi yahut aynı maddenin alt bentlerinde düzenlenen istisnalardan birine dahil olması gerekmektedir.

Dosya kapsamında davacı ile davalı idare arasında taşıma hizmet sözleşmesi bulunduğu, buna göre davalının satın aldığı taşıma hizmetinin, davacılara ait araçla davacılar tarafından gerçekleştirileceği ve karşılığında hizmet karşılığı olarak belirli bir meblağın ödeneceği konusunda anlaştıkları, ancak hizmetin bedeli olan, hak edişlerden 25.10.2008 Tarihli Kamu İhale Genel Tebliği doğrultusunda %5’lik sigorta prim kesintisi yapıldığını, söz konusu kesintinin usul ve yasaya aykırı olduğu iddiasıyla hak edişlerden kesilen % 5’lik sigorta priminin iadesi için davalı idare aleyhine … 32. İcra Müdürlüğünün 2013/12856 Esas sayılı dosya ile icra takibi başlatıldığını, ancak davalı idarece borca ve ferilerine itiraz edildiğini, takibin durduğunu, davalı idarece yapılan itirazın kısmen iptalini, takibin 4.247,74.- TL üzerinden devamına, % 20 den az olmamak kaydıyla inkar tazminatına hükmedilmesini talep edildiği anlaşılmaktadır.

Taraflar arasındaki uyuşmazlığın kaynağının taşıma sözleşmesi olması nedeniyle, ticari dava niteliğinde olan uyuşmazlığın … 12. Asliye Ticaret görülüp sonuçlandırılması gerekmektedir.

SONUÇ:Yukarıda açıklanan nedenlerle, 6100 sayılı HMK’nın 21. ve 22. maddeleri gereğince … 12. Asliye Ticaret Mahkemesinin YARGI YERİ OLARAK BELİRLENMESİNE 23/01/2017 gününde oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 3. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/18717 Karar : 2016/14163 Tarih : 7.12.2016

  • HMK 1. Madde

  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

Davacı,… numaralı tarımsal sulama aboneliklerinin olduğunu, davalı … şirketinin, düzenlediği faturalar ile kendisinden hukuka aykırı olarak kayıp-kaçak bedeli adı altında fazladan ücret tahsil ettiğini ileri sürerek; fazlaya ilişkin hakkı saklı kalmak üzere, şimdilik 100 TL kayıp-kaçak bedelinin işleyecek yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiş; 14.09.2015 tarihli dilekçesi ile de talebini 4.537,07 TL`ye yükseltmiştir.

Davalı, kayıp-kaçak bedelinin ilgili mevzuat çerçevesinde abonelere yansıtıldığını ve uygulanmasının yasal bir zorunluluk olduğunu savunarak, davanın reddini dilemiştir.

Mahkemece Ticaret Mahkemesi Sıfatı ile yapılan yargılama neticesinde; davalı … şirketinin, kayıp-kaçak bedelini elektrik abonesi olan davacı şirketten tahsil etmesinin yasal dayanağı bulunmadığı gerekçe gösterilerek davanın kabulüne, 4.537,07 TL nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine karar verilmiş; hüküm, davalı tarafça temyiz edilmiştir.

1-) Dava, elektrik abonelerinden tahsil edilen kayıp-kaçak bedelinin istirdatı istemine ilişkindir.

Davanın açıldığı tarihte(30.01.2015) yürürlükte bulunan 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 4. maddesine göre, bir davanın ticari dava sayılması için uyuşmazlık konusu işin taraflarının her ikisinin birden ticari işletmesiyle ilgili olmalı ya da tarafların tacir olup olmadıklarına veya işin tarafların ticari işletmesiyle ilgili olup olmamasına bakılmaksızın Türk Ticaret Kanunu veya diğer kanunlarda o davaya Asliye Ticaret Mahkemesi`nin bakacağı yönünde düzenleme olmalıdır.

Yine, 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu`nun 19/II. maddesi uyarınca, taraflardan biri için ticari iş sayılan bir işin diğeri için de ticari iş sayılması, davanın niteliğini ticari hale getirmeyecektir. Zira, Türk Ticaret Kanunu, kanun gereği ticari dava sayılan davalar haricinde, ticari davayı ticari iş esasına göre değil, ticari işletme esasına göre belirlemiştir. Hal böyle olunca, işin ticari nitelikte olması davayı ticari dava haline getirmez.

6335 Sayılı Kanun’un 2. maddesi ile değişik 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 5. maddesi uyarınca, ticari davalar Asliye Ticaret Mahkemelerince görülerek karara bağlanır. Diğer taraftan aynı düzenleme gereğince, Asliye Ticaret Mahkemeleri ile diğer hukuk mahkemeleri arasındaki ilişki, 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’ndan ve 6102 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 6335 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki halinden farklı olarak iş bölümü ilişkisi değil, görev ilişkisidir. Göreve ilişkin düzenlemeler, 6100 Sayılı Hukuk Muhakemesi Kanununun 1. maddesi uyarınca kamu düzenine ilişkin olduğundan mahkemelerce ve temyiz incelemesi aşamasında Yargıtay’ca re`sen incelenir.

Yapılan bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; dosya arasında bulunan abonelik sözleşmesi ile davacının … numaralı tarımsal sulama abonesi olduğu anlaşılmakta ise de elektriği hangi amaçla kullandığı, yani davacının tacir sıfatının bulunup bulunmadığı mahkemece araştırılmamış, buna rağmen Ticaret Mahkemesi sıfatı ile yargılama yapılmıştır.

Hal böyle olunca, mahkemece; öncelikle ilgili yerlere müzekkere yazılarak yukarıda belirtilen kanun hükümleri çerçevesinde davacının tacir sıfatının bulunup bulunmadığı, işin her iki tarafın da ticari işletmesi ile ilgili bir iş olup olmadığı tespit edildikten sonra, re’sen görev hususu değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile Ticaret Mahkemesi sıfatı ile yargılama yapılması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir.

2-) Bozma nedenlerine göre, davalının diğer temyiz itirazlarının bu aşamada incelenmesine gerek görülmemiştir.

SONUÇ: Yukarıda birinci bendde açıklanan nedenlerle hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince davalı taraf yararına BOZULMASINA, ikinci bendde açıklanan nedenle davalı tarafın diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, HUMK`nun 440/III-1 maddesi uyarınca karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 07.12.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas : 2016/18834 Karar : 2016/17666 Tarih : 11.10.2016

  • HMK 1. Madde

  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

Mahkemece “ Davacının talebinin …Kurumuna bildirilmeyen çalışmalarının tespiti “ olduğu gerekçesi ile görevsizlik kararı verilmiş ise de, 5521 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 1. maddesine 6352 sayılı Kanunun 39. maddesi ile eklenen fıkra uyarınca …. nun 20.12.2012. tarih ve 3021 sayılı kararına dayanılarak verilen kararın HMK. nun 1. maddesinde belirtilen anlamda görevsizlik kararı olmayıp, iş bölümü nedeni ile gönderme kararı niteliğinde olup, iş bölümüne ilişkin gönderme kararının temyizi kabil olmadığı anlaşıldığından, davalı vekilinin temyiz dilekçesinin 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi uyarınca uygulanmasına devam olunan mülga 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu`nun 432/4. maddesi uyarınca REDDİNE, 11.10.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 1. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/16052 Karar : 2016/4252 Tarih : 7.04.2016

  • HMK 1. Madde

  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

Davacılar, kök mirasbırakanları …‘a ait 575 ada 5 parsel sayılı taşınmazın mirasçılarına intikali sırasında muris Handan’dan sonra ölen mirasçı …‘ın mirasçıları arasında kendileri de yeraldığı halde ketmedildikleri … Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 1973/969 Esas, 1973/900 Karar sayılı veraset ilamı kullanılmak suretiyle hatalı intikal yapıldığını, …‘ın … Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 2013/766 Esas, 2013/753 Karar sayılı dosyasında düzenlenen veraset ilamında mirasçılıklarının saptandığını ileri sürerek, … Sulh Hukuk Mahkemesi`nin 1973/969 Esas, 1973/900 Karar sayılı veraset ilamının iptaline, bu veraset ilamına göre davalılar lehine yapılan tescilin iptali ile miras payları oranında tescile karar verilmesini istemişlerdir.

Davalılar … vekili, veraset ilamının doğru olduğunu, hatalı olduğu iddia edilen veraset ilamının iptal ettirilmesinden sonra tapu iptal ve tescil davası açılabileceğini, davalı …, 1973 yılında alınan veraset ilamının hatalı olduğu farkedilip 1978 yılında alınan veraset ilamına göre işlem yapıldığını belirterek davanın reddini savunmuşlardır.

Mahkemece, ön inceleme duruşmasında, veraset ilamları arasındaki çelişki giderildikten sonra tapu iptal ve tescil davasının açılması gerektiği, bu hali ile muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil davası açılmasında davacıların hukuki yararlarının bulunmadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.

Bilindiği üzere; olayları bildirmek taraflara, hukuki nitelemeyi tespit ederek uygulanacak kanun hükmünü bulup tatbik etmek hakime aittir.

Somut olayda; Dava dilekçesi içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden; davada dayanılan hukuki sebebin, ketmi verese (yolsuz tescil) hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkin olduğu, Öte yandan davacıların, dava dilekçesinde, muris …‘a ait … Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 1973/969 Esas, 1973/900 Karar sayılı veraset ilamının da iptalini talep ettikleri, Evrak arasına sunulan mirasbırakan …`a ait iki ayrı veraset ilamı arasında çelişki bulunduğu, İptali istenen ve tapu müdürlüğüne intikal sırasında ibraz edilen veraset ilamında davacıların mirasçı gösterilmemiş olmaları sebebi ile eldeki davayı açmakta da hukuki yararların bulunduğu açıktır.

Hemen belirtmek gerekir ki; 01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 1. maddesi ile aynı yasanın 4/1-ç bendi ve 383/1. fıkrası ile 382/2-c kısmının 6. bendi uyarınca ve Türk Medeni Kanunu`nun 598/1. fıkrası dikkate alındığında; Hasımsız olarak alınan veraset belgesinin iptali ve hasımlı veraset ilamı alınmasına ilişkin davaların da Asliye Hukuk Mahkemesinde bakılıp görüleceği de tartışmasızdır.

Hâl böyle olunca, davacıların taleplerinden öncelikle hatalı veraset ilamının iptali hususu üzerinde durulurak, bu konuda tüm mirasçıların davada taraf olarak yeralması gerektiğinin gözetilmesi, ondan sonra tapu iptal ve tescil isteği değerlendirilerek varılacak sonuç çerçevesinden bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.

Davacılar vekilinin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün belirtilen nedenlerden ötürü BOZULMASINA, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 10. HUKUK DAİRESİ Esas : 2014/20333 Karar : 2015/19514 Tarih : 16.11.2015

  • HMK 1. Madde

  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

Hükmün davalı Kurum vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.

Dosyadaki belgelerden, memuriyet emekliliği nedeniyle sağlık sigortasından yararlandığı anlaşılan davacı, tedavide kullanılan bir adet ilaç salınımlı stent bedelinin tahsilini istemiştir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun 1. maddesine göre mahkemelerin görevi, ancak kanunla düzenlenir. Göreve ilişkin kurallar, kamu düzenindendir. Anılan Kanunun 114/1-b maddesi gereğince yargı yolunun caiz olması dava şartı olup, 115. Maddesine göre Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler.

5510 sayılı Kanunun 101. maddesine göre, “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür.”

5434 sayılı Kanunun sağlık yardımlarına ilişkin hükümleri 5510 sayılı Yasanın 106/8 maddesiyle yürürlükten kaldırılmıştır. Ancak, 5510 sayılı Kanunun Geçici 4. maddesinde, bu Kanunda aksine bir hüküm bulunmadığı taktirde; iştirakçi iken bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibariyle bu Kanunun 4/1-c maddesi kapsamına alınanlar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olarak çalışmış olup bu Kanunun 4/1-c maddesine tabi olarak yeniden çalışmaya başlayanlar ile bunların dul ve yetimleri hakkında bu Kanunla yürürlükten kaldırılan hükümleri de dahil 5434 sayılı Kanun hükümlerine göre işlem yapılacağı belirtilmiştir.

Statü hukukuna tabi olanlarla ilgili uyuşmazlıkların çözümünde görevli mahkemenin (yargı yolunun) 5510 sayılı Kanunun 101 ve Geçici 4. Maddesindeki düzenlemeler birlikte değerlendirilerek belirlenmesi gerekir.

5510 sayılı Kanunun 101. maddesinde yer alan “…bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar İş Mahkemelerinde görülür.” bölümünün iptali istemiyle yapılan itiraz başvurusunda Anayasa Mahkemesi, 22.12.2011 tarih ve E: 2010/65, K: 2011/169 sayılı kararıyla (RG. 25.1.2012, Sayı:28184) iptal istemini reddetmekle birlikte, söz konusu kararı somut olaydaki uyuşmazlığa ışık tutacak şekilde “…5754 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar, evvelce olduğu gibi 5434 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacaklar ve bunların emeklileri bakımından da aynı Kanun hükümleri uygulanmaya devam edecek; ancak 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlileri olarak çalışmaya başlayanlar ise 5510 sayılı Kanunun 4/1-c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacak ve haklarında 5434 sayılı Kanun değil, 5510 sayılı Kanun’un öngördüğü kural ve esaslar uygulanacak; ihtilaf halinde de adli yargı görevli bulunacaktır. 5754 sayılı Kanunun yürürlüğüyle birlikte, artık yapılan, tesis edilen işlem ve muameleler idari işlem sayılamayacak bir sosyal güvenlik kurumunun varlığından söz etmek gerekli bulunmaktadır. 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce iştirakçisi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanun’a göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden ise Sosyal Güvenlik Kurumu’nun tesis edeceği işlem ve yapacağı muameleler idari işlem niteliğini korumaya devam edecek, bunlara ilişkin ihtilaflarda da evvelce olduğu gibi idari yargı görevli olmaya devam edecektir. Bu bakımdan 5510 sayılı Kanunun yürürlüğünden sonra, prim esasına dayalı yani sistemin içeriği ve Kanun kapsamındaki iş ve işlemlerin niteliği göz önünde bulundurulduğunda, itiraz konusu kuralla, yargılamanın bütünlüğü ve uzman mahkeme olması nedeniyle Kanun hükümlerinin uygulanması ile ortaya çıkan uyuşmazlıkların çözümünde iş mahkemelerinin görevlendirilmesinde Anayasa’ya aykırılık görülmemiştir. Ancak, yukarıda açıklandığı üzere 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce statüde bulanan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile ilgili sosyal güvenlik mevzuatının uygulanmasından doğan idari işlem ve idari eylem niteliğindeki uyuşmazlıklarda idari yargının görevinin devam edeceği açıktır…” gerekçesine dayandırmıştır.

5510 sayılı Kanunun 101 ve Geçici 4. maddeleri ile Anayasa Mahkemesi kararının birlikte değerlendirilmesinden, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden önce memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmakta olanlar ile bunların emeklileri ve hak sahipleri yönünden, daha önce olduğu üzere 5434 sayılı Kanun hükümlerinin uygulanmaya devam edileceği; ancak, 5510 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra memur ve diğer kamu görevlisi olarak çalışmaya başlayanların ise 5510 sayılı Kanunun 4/1-c maddesi uyarınca, bu Kanun hükümlerine tabi sigortalı sayılacağı ve haklarında 5510 sayılı Kanunun öngördüğü kural ve esaslar uygulanıp uyuşmazlığın da adli yargı yerinde (iş mahkemesinde) çözümleneceği anlaşılmaktadır. Kaldı ki;

T.C. Anayasası’nın 158. maddesindeki “…diğer mahkemelerle, Anayasa Mahkemesi arasındaki görev uyuşmazlıklarında Anayasa Mahkemesi’nin kararı esas alınır” hükmü uyarınca Anayasa Mahkemesi kararının bu uyuşmazlığın çözümünde esas alınacağı tartışmasızdır.

Bu durumda, 5510 sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden önce iştirakçi sıfatıyla çalışmakta olan memurlar ve diğer kamu görevlileri ile emekli sıfatıyla 5434 sayılı Kanuna göre emekli, dul ve yetim aylığı almakta olanlar ve ayrıca memurlar ve diğer kamu görevlilerinden ileride emekliliğe hak kazanacaklar yönünden Sosyal Güvenlik Kurumunca tesis edilen işlem ve yapacağı muamelelerin “idari işlem” ve “idari eylem” niteliğini korumaya devam edeceğinden bunların iptali için açılan davaların çözüm yerinin İdari yargı yeri olduğu açıktır. Uyuşmazlık Mahkemesi`nin 05.12.2012 gün 2012/251E, 263K sayılı; 24.12.2012 gün 2012/536E, 433K sayılı kararları da bu yöndedir.

Somut olayda; 5434 sayılı Kanun kapsamında emekli olan davacının, 5510 sayılı Kanun’un Geçici 4. maddesinde değişiklik getiren 5754 sayılı Kanun’un yürürlüğe girmesinden önce mevcut statüsünde bulunduğu göz önünde bulundurularak ve 6100 sayılı HMK`nın 114/1-b maddesine göre dava şartı olan “yargı yolunun caiz olmaması” nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmesi gerekirken, işin esasına girilerek yazılı şekilde karar verilmesi, usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.

O hâlde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.

Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 14. HUKUK DAİRESİ Esas : 2015/2927 Karar : 2015/10160 Tarih : 10.11.2015

  • HMK 1. Madde

  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

Davacılar vekili, davacıların murisi F…İ…’nin terekesinin borca batık olduğunu, mirası kayıtsız şartsız reddettiklerini belirterek bu beyanlarının tespit ve tesciline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.

Hüküm, davalı SGK vekili ve Maliye Hazinesi vekili tarafından süresi içinde temyiz edilmiştir.

Dava, TMK`nun 605/2. maddesi gereğince açılan mirasın hükmen reddi istemine ilişkindir.

Ölüm tarihinde miras bırakanın ödemeden aczi açıkça belli veya resmen tespit edilmiş ise, miras reddedilmiş sayılır (TMK m. 605/2).

Mirasçılar Türk Medeni Kanunu’nun 610. maddesinde yazılı aykırılık da bulunmadıkça yani zımnen mirası kabul etmiş duruma düşmüş olmadıkça her zaman murisin ödemeden aczinin tespitini isteyebilir. Türk Medeni Kanunu`nun 606. maddesinde belirtilen süre bu davada uygulanmaz.

Dava alacaklılara husumet yöneltilerek görülür.

Bu davada yetkili mahkeme ise alacaklıların davanın açıldığı zamandaki ikametgahı mahkemesidir. Ayrıca TMK`nın Velayet Vesayet ve Miras Hükümlerinin Uygulanmasına İlişkin Tüzüğün 39/2. fıkrası gereğince mirasın reddi yetkisini içeren özel vekaletname sunulması da zorunludur.

Bir davada olayları açıklamak taraflara, hukuki nitelendirme hakime aittir (HMK m. 33).

Dava dilekçesi içeriğine göre dava, ölüm tarihinde miras bırakanın ödemeden aczinin tespiti isteğine ilişkindir (TMK m. 605/2 ).

Gerek 743 sayılı Medeni Kanun’da, gerekse 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nda bu tür uyuşmazlıklarda sulh hukuk mahkemesi`nin görevli olduğu konusunda bir düzenleme bulunmamaktadır.

23.12.1942 günlü ve 24/29 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı’na göre, mirasın hükmen reddi davasında görevli mahkeme borç miktarına göre belirlenir. Ancak, davanın açıldığı tarihten önce yürürlüğe giren 6100 sayılı HMK ise asliye hukuk ve sulh hukuk mahkemesi`nin görevli olup olmadığını tayin ve tespitte dava konusunun değeri ve miktarı ölçüsünü kaldırmış, dava konusunun değer ve miktarına bakılmaksızın malvarlığı haklarına ilişkin davalarda görevli mahkemenin aksine bir düzenleme bulunmadıkça asliye hukuk mahkemesi olduğu hükme bağlanmıştır (HMK m./1).

Kanunda bu konuda aksine bir düzenleme bulunmadığına göre, HMK’nın yürürlüğe girmesinden sonra açılacak terekenin borca batık olduğunun tespitine ilişkin davalarda davanın değerine bakılmaksızın asliye hukuk mahkemesi görevlidir. Görev kamu düzenine ilişkin olduğundan ve mahkemece davanın her aşamasında re`sen gözetilmesi gerektiğinden mahkemece dava dilekçesinin görev yönünden reddine karar verilmesi gerekirken işin esasının incelenerek hüküm kurulması doğru görülmemiş, bu sebeple kararın bozulması gerekmiştir.

Yukarıda açıklanan nedenlerle davalılar vekillerinin temyiz itirazları yerinde olduğundan kabulü ile hükmün ( BOZULMASINA ), oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ Esas: 2008/ 6368 K.). Karar: 2017/8004 Tarih: 08.05.2017

  • HMK 1. Madde

  • Görevin Belirlenmesi ve Niteliği

A-) Davacı İsteminin Özeti:

Davacı vekili; davacının 01.01.1996-01.05.2012 tarihleri arasında davalının … ve … sınırlarındaki tarım arazilerinde bahçıvan olarak çalıştığını, hiçbir sebep gösterilmeden 01.05.2012 tarihinde iş akdinin feshedildiğini, sigortasının hiç yapılmadığını, işçilik alacaklarının ödenmediğini ileri sürerek, kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık izin ücreti, ulusal bayram, genel tatil ve fazla mesai alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

B-) Davalı Cevabının Özeti:

Davalı vekili; davanın yetkisiz mahkemede açıldığını, davalının ikametgahının … olduğunu, yetkili mahkemenin … Mahkemeleri olduğunu, davacının yaptığı işin tarım arazisinde bahçıvanlık olduğunu, iş mahkemelerinin görevli olmadığını savunarak, davanın reddini istemiştir.

C-) Yerel Mahkeme Kararının Özeti:

Mahkemece, tanık beyanlarına göre davacının davalıya ait tarlalarda tarım işlerinde çalıştığı gerekçesiyle asliye hukuk mahkemesine görevsizlik kararı verilmiştir.

D-) Temyiz:

Kararı davacı vekili temyiz etmiştir.

E-) Gerekçe:

1-)Dosya içerisine sunulan vekaletnameye göre davalının ismi “…“dur. Davalının isminin karar başlığında resmi kayda uygun yazılmaması hatalıdır.

2-)Uyuşmazlık, taraflar arasındaki ilişkinin İş Kanunu kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği ve bu bağlamda iş mahkemesinin görevi noktasında toplanmaktadır.

İş Kanununun birinci fıkrasının (b) bendi uyarınca, 50’den az işçi çalıştırılan (50 dahil) tarım ve orman işlerinin yapıldığı işyerlerinde veya işletmelerinde bu Kanun hükümleri uygulanmaz. İşçi tarım ve orman işlerinin yapıldığı bir işyerinde çalışıyor ise, bu işçi ile işveren ararındaki uyuşmazlığın iş mahkemesi yerine görevli hukuk mahkemesine çözümlenmesi gerekir (Yargıtay 9.HD. 25.03.2008 gün 2007/ 9975 Ancak, tarım ve orman işlerinin yapıldığı işyerinde 50 dahil daha az işçi bulunmasına rağmen, işyerinde sendika örgütlenmesi sonucu Toplu İş Sözleşmesi bağıtlanmış ise, üye sendika üyesi işçi ile işveren arasındaki uyuşmazlığın 6356 Sayılı Kanununun 79. maddesi ( 2822 Sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve Lokavt Kanununun 66. maddesi ) uyarınca iş mahkemesinde görülmesi gerekir.

Somut uyuşmazlıkta, davacının yaptığı işin tarım işi olduğu sabit ise de, davalı nezdinde 50 işçi çalışıp çalışmadığı araştırılmadan verilen görevsizlik kararı eksik incelemeye dayanması sebebiyle isabetsizdir.

3-)Kabule göre de, 6100 Sayılı HMK. nun görevsizlik ve yetkisizlik kararlarına dair 1,, 20, 331. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde mahkemece sadece “ görevsizlik “ kararı verilmesi gerekirken 1086 Sayılı HUMK. nun uygulandığı döneme özgü biçimde “ Görevsizlik sebebiyle dava dilekçesinin usulden reddine “ şeklinde karar verilmesi hatalıdır.

SONUÇ : Temyiz olunan kararın yukarıda yazılı sebeplerden dolayı BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istenmesi halinde ilgilisine iadesine, 08.05.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS