0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Davaya Yeniden Bakacak Mahkemenin İşlemleri

CMK Madde 307

(1) Yargıtaydan verilen bozma kararı üzerine davaya yeniden bakacak bölge adliye veya ilk derece mahkemesi, ilgililere bozmaya karşı diyeceklerini sorar.

(2) Sanık, müdafii, katılan ve vekilinin dosyada varolan adreslerine de davetiye tebliğ olunamaması veya davetiye tebliğ olunmasına rağmen duruşmaya gelmemeleri nedeniyle bozmaya karşı beyanları saptanmamış olsa da duruşmaya devam edilerek dava yokluklarında bitirilebilir. Ancak, sanık hakkında verilecek ceza, bozmaya konu olan cezadan daha ağır ise, her hâlde dinlenmesi gerekir.

(3) (Ek:20/2/2019-7165/9 md.) Yargıtaydan verilen bozma kararına uyulması hâlinde ilk derece mahkemesi tarafından verilen karara karşı, istinaf veya temyiz sınırlarına bakılmaksızın sadece temyiz yoluna başvurulabilir.

(4) Yargıtaydan verilen bozma kararına bölge adliye veya ilk derece mahkemesinin direnme hakkı vardır. (Değişik ikinci cümle: 24/11/2016-6763/36 md.) Direnme kararları, kararına direnilen daireye gönderilir. (Ek iki cümle: 24/11/2016-6763/36 md.) Daire, mümkün olan en kısa sürede direnme kararını inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir. Direnme üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara karşı direnilemez.

(5) Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 262 nci maddede gösterilen kimselerce temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz.



CMK Madde 307 Gerekçesi

Bozma ilâmına bağlı dava dosyası Yargıtayca 335 inci maddenin ikinci veya üçüncü fıkrası uyarınca kendisine gönderilen mahkeme ilk iş olarak duruşma gününü belirleyecek ve taraflara çağrı yapacaktır. Duruşmada Yargıtay bozma kararı okunarak Cumhuriyet savcısı, katılan ile sanık ve avukatlarından bozmaya karşı diyecekleri sorulur.

Katılan, sanık ve avukatları davetiye tebliğine rağmen duruşmaya gelmezler veya bunlara, dosyada bilinen adreslerinde tebligat yapılamazsa duruşma sürdürülerek yokluklarında dava bitirilebilir.

Ancak bozma sanığın aleyhine, diğer bir anlatımla verilecek ceza, bozmaya konu olan cezadan daha ağır ise, avukatının gelip bozmaya karşı görüşünü açıklamış olması durumunda da, sanığın herhâlde mahkeme önünde veya istinabe yoluyla dinlenilmesi zorunludur.

Bu hususlar tamamlandıktan sonra bölge adliye mahkemesince;

1.Daha önce verilmiş olan hükmün doğru, hukuka uygun olduğu kanısında ise, direnme kararı verilir. Yargıtayın bozması birden çok fıkralardan oluşuyorsa mahkemenin bunlardan bir bölümüne uyması diğerleri hakkında direnme kararı vermesi de olanaklıdır.

Direnme kararı temyiz edilirse inceleme Yargıtay Ceza Genel Kurulunca yapılır. Direnme kararına karşı yapılan temyiz başvurusunun reddi durumunda hüküm kesinleşir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunca direnme üzerine verilen bozma kararlarına karşı direnme söz konusu olmaz; bunlara mahkemece uyulması gereklidir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu, mahkemece direnme kararı verilmeden önce son sözün herhâlde sanığa ait olması gerektiği görüşündedir.

2.Yargıtayın bozma nedenleri yerinde görüldüğü takdirde ise uyma kararı verilir. Uyma, bu konuda verilen bir ara karar ile veya bozma nedenleri yerine getirilmek suretiyle eylemli şekilde olabilir.

Bozmaya uyma üzerine yargılamaya yeniden başlanır. Yargıtayca saptanan hukuka aykırılıklar giderilir, eksiklikler tamamlanır. İlk kararla da veya bozma ile de bağımlı olmaksızın yeniden hüküm kurulur.

Bozmaya uyan bölge adliye mahkemesi sonradan bundan dönerek direnme kararı veremez.

Hüküm yalnız sanık veya avukatı veya 292 nci madde uyarınca yasal temsilcisi ve eşi veya Cumhuriyet savcısı tarafından sanık yararına temyiz edilmişse, bozmadan sonra yapılan yargılama sonunda verilecek ceza, önceki hükümdeki cezadan daha ağır olamaz.

Bu kural gerek cezanın türü ve gerekse süresi bakımından geçerli olup, suç niteliği yönünden uygulama yeri bulunmamaktadır.


CMK 307 (Davaya Yeniden Bakacak Mahkemenin İşlemleri) Emsal Yargıtay Kararları


Ceza Genel Kurulu 2018/491 E. , 2019/541 K.

  • CMK 307
  • Aleyhe bozma halinde sanığın mutlaka bozmaya karşı beyanı alınmalıdır.

Yerel Mahkemece, bozmadan sonra yapılan yargılamada sanık ve müdafisi ile katılan vekiline bozma kararı ve duruşma günü davetiyesinin tebliğ edildiği, sanığın tebliğe rağmen duruşmaya gelmemesi üzerine yokluğunda yargılamaya devam edilerek, katılan vekilinin ve müdafisinin dinlenilmesi ile yetinilip aleyhe bozmaya karşı diyeceklerinin sorulmadığı anlaşılmaktadır.

1412 sayılı CMUK’un 326. maddesinin ikinci fıkrasına göre, hükmün aleyhe bozulması hâlinde davaya yeniden bakacak mahkemece, sanıktan bozmaya karşı diyeceğinin sorulması zorunlu olup müdafisinin dinlenilmesi ile de yetinilemez. Aynı kurala karar tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 5271 sayılı CMK’nın 307. maddesinin birinci fıkrasında da yer verilmiş olup anılan bu kanun hükümleri uyarınca sanığa, bozmada belirtilen ve aleyhinde sonuç doğurabilecek olan hususlarda beyanda bulunma, kendisini savunma ve bu konudaki delillerini sunma imkânı tanınmalıdır. Bu düzenleme, savunma hakkının sınırlanamayacağı ilkesine dayandığından, uyulmasında zorunluluk bulunan emredici kurallardandır.

Bu zorunluluk beraat hükmünde direnilmesi hâlinde de geçerlidir. Zira Ceza Genel Kurulunca yapılacak inceleme sonucunda Özel Dairenin aleyhe bozması isabetli bulunup yerel mahkeme hükmünün bozulması mümkündür. 5271 sayılı CMK’nın 307. maddesinin üçüncü fıkrasına göre ısrar üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara uymak mecburidir. Bu durumda sanıktan aleyhe bozmaya karşı diyeceği sorulmadan beraat hükmünde direnilebileceğinin kabulü, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurabilecektir. Savunma hakkı sanığın en önemli hakkı olup bu hakkın sınırlanması 5271 sayılı CMK’nın 289. maddesinin birinci fıkrasının (h) bendi uyarınca mutlak bozma nedenidir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun duraksamasız uygulamaları da ısrar edilen önceki hüküm beraat dahi olsa sanıktan aleyhe bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan direnme kararı verilemeyeceği yönündedir.

Bu itibarla, Yerel Mahkemece verilen direnme kararına konu hükmün, aleyhe olan bozmaya karşı sanığın beyanı alınmadan yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden sair yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.


Ceza Genel Kurulu 2022/356 E. , 2024/53 K.

  • CMK 307
  • Bozma kararı sanığın lehine olsa bile, sanığa tebligat yapılarak sanık duruşmaya çağrılmalıdır.

Bozma kararı sanık lehine olsa dahi, bozmadan sonra yapılan yargılamada yerel mahkemece sanık, katılan, varsa müdafisi ve vekillerine duruşma gün ve saatini bildirir davetiye tebliğ edilip, duruşmadan haberdar olmaları sağlanmalıdır. Yerleşik yargısal kararlarda da açıkça vurgulandığı üzere, tebligat yapılamaması ya da davetiye tebliğ olunmasına rağmen sanığın duruşmaya gelmemesi durumunda, verilecek cezanın, bozmaya konu cezadan daha ağır yaptırım içermemesi hâlinde yargılamaya devam olunarak bir karar verilebilecektir.


Ceza Genel Kurulu - Karar: 2019/385

  • CMK 307
  • Özel Dairenin bozma kararından sonra Yerel Mahkemece, sanığın ve katılanın bozmaya karşı diyeceklerinin tespiti amacıyla duruşmadan haberdar edilmeleri gerekliliğine uyulmadan ve duruşma açılmadan tensiben önceki kararda direnilmesi 5271 sayılı CMK’nın 307. maddesinin birinci fıkrasına aykırıdır.

Özel Dairenin bozma kararından sonra, Yerel Mahkemece, sanık ve katılana Yargıtay bozma ilamı ile duruşma gün ve saatini bildirir davetiye tebliğ edilmeden ve duruşma açılmadan tensiben önceki hükümde direnilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.

5271 sayılı CMK’nın “Davaya yeniden bakacak mahkemenin işlemleri” başlıklı 307. maddesinde; “Yargıtaydan verilen bozma kararı üzerine davaya yeniden bakacak bölge adliye veya ilk derece mahkemesi, ilgililere bozmaya karşı diyeceklerini sorar.

Sanık, müdafisi, katılan ve vekilinin dosyada var olan adreslerine de davetiye tebliğ olunamaması veya davetiye tebliğ olunmasına rağmen duruşmaya gelmemeleri nedeniyle bozmaya karşı beyanları saptanmamış olsa da duruşmaya devam edilerek dava yokluklarında bitirilebilir. Ancak, sanık hakkında verilecek ceza, bozmaya konu olan cezadan daha ağır ise her hâlde dinlenilmesi gerekir.” düzenlemesi yer almaktadır. Bu hüküm gereğince, bozma kararı sanık lehine olsa dahi, bozmadan sonra yapılan yargılamada Yerel Mahkemece sanık, katılan, varsa müdafisi ve vekillerine duruşma gün ve saatini bildirir davetiye tebliğ edilip, duruşmadan haberdar olmaları sağlanmalıdır. Yerleşik yargısal kararlarda da açıkça vurgulandığı üzere, tebligat yapılamaması ya da davetiye tebliğ olunmasına rağmen sanığın duruşmaya gelmemesi durumunda, verilecek cezanın, bozmaya konu cezadan daha ağır yaptırım içermemesi hâlinde yargılamaya devam olunarak bir karar verilebilecektir.

Nitekim Ceza Genel Kurulunun 08.05.2018 tarihli ve 1057-197 sayılı; 31.05.2016 tarihli ve 5-296 sayılı kararlarında da aynı sonuca ulaşılmıştır.

Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin yapılan değerlendirmede; Özel Dairenin bozma kararından sonra Yerel Mahkemece, sanığın ve katılanın bozmaya karşı diyeceklerinin tespiti amacıyla duruşmadan haberdar edilmeleri gerekliliğine uyulmadan ve duruşma açılmadan tensiben önceki kararda direnilmesi 5271 sayılı CMK’nın 307. maddesinin birinci fıkrasına aykırıdır.


İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 9. CEZA DAİRESİ

ESAS NO : 2022/1511, KARAR NO : 2022/2343

  • CMK 307
  • İstinaf mahkemesinin bozma kararından sonra da sanığa bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan karar verilmesi kanuna aykırıdır.

Hükmün aleyhe bozulması halinde davaya yeniden bakacak mahkemece suça sürüklenen çocuklara bozmada belirtilen ve aleyhlerine sonuç doğuracak olan hususlarda beyanda bulunma, kendilerini savunma ve bu konudaki kanıtları sunma olanağı tanınmasının zorunlu olduğu dikkate alınmadan ve 5271 sayılı CMK’nin 307/2 maddesine aykırı davranılarak suça sürüklenen çocukların bozma ilamına karşı (bozma kararı üzerine yapılacak duruşmada, yine CMK’nın duruşmaya ilişkin hükümlerinin uygulanacağı da gözetilerek) suça sürüklenen çocuklar M.A. ve H.E.’in duruşmada hazır olmalarına rağmen bozma kararı okunması ile CMK’nın 147. Maddesindeki hakları hatırlatıldıktan sonra bozma kararına karşı savunmaları alınmadan yazılı şekilde karar verilmek suretiyle savunma haklarının kısıtlanması, bozma nedenidir.


Ceza Genel Kurulu 2020/260 E. , 2022/183 K.

  • CMK 307
  • Bozma sanığın lehine olsa bile mutlaka duruşmadan haberdar edilmelidir. Tebligat yapılamaması halinde verilecek ceza bozmaya konu cezadan daha ağır yaptırım içermemesi halinde sanığın yokluğunda hüküm kurulabilir.

Sanık, müdafisi, katılan ve vekilinin dosyada var olan adreslerine de davetiye tebliğ olunamaması veya davetiye tebliğ olunmasına rağmen duruşmaya gelmemeleri nedeniyle bozmaya karşı beyanları saptanmamış olsa da duruşmaya devam edilerek dava yokluklarında bitirilebilir. Ancak, sanık hakkında verilecek ceza, bozmaya konu olan cezadan daha ağır ise her hâlde dinlenilmesi gerekir.” düzenlemesi yer almaktadır.

Bu hüküm gereğince, bozma kararı sanık lehine olsa dahi, bozmadan sonra yapılan yargılamada yerel mahkemece sanık, katılan, varsa müdafisi ve vekillerine duruşma gün ve saatini bildirir davetiye tebliğ edilip, duruşmadan haberdar olmaları sağlanmalıdır. Yerleşik yargısal kararlarda da açıkça vurgulandığı üzere, tebligat yapılamaması ya da davetiye tebliğ olunmasına rağmen sanığın duruşmaya gelmemesi durumunda, verilecek cezanın, bozmaya konu cezadan daha ağır yaptırım içermemesi hâlinde yargılamaya devam olunarak bir karar verilebilecektir.


Ceza Genel Kurulu 2022/548 E. , 2022/859 K.

  • CMK 307
  • Direnme yasağı
  • İtiraz kanun yolu üzerine Ceza Genel Kurulunca verilen bozma kararlarına karşı bölge adliye mahkemesi ceza daireleri veya ilk derece mahkemelerince direnme kararı verilebilmesinin mümkün olmadığı kabul edilmelidir.

Muhakeme hukukunda yargılama bir süreçtir. Sınırsız sürede ve belirsiz bir usulde yargılama faaliyeti gerçekleşmeyeceğinden, yargılamanın icrası, kararların verilmesi, başvurulabilecek olağan ve olağanüstü kanun yolları ile hükmün kesinleşme süreci ayrıntılı usul kurallarıyla düzenlenmiştir. Nitekim olağanüstü kanun yolu olarak Yargıtay Ceza Dairelerinin kararlarına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına itiraz yetkisi tanınmıştır. Yerleşik uygulamaya göre Genel Kurul fiil ve fail hakkında itiraz nedenlerine bağlı olmaksızın (suç vasfı yönünden itiraz edilen olayda suçun sübut bulmadığı gibi) hükmü her yönüyle inceleyip yargılama sürecini sonlandıran veya hukuka aykırılıkların giderilmesi için ilk derece veya Bölge Adliye Mahkemesi kararlarının bozulmasına yönelik süreci devam ettiren bir karar verebilmektedir. Bu kararın Özel Dairenin değil Genel Kurul kararı olduğu kuşkusuzdur. CMK’nın 271/4. maddesi uyarınca aksine hüküm bulunmayan hâllerde itiraz üzerine merciin verdiği kararlar kesindir. Genel Kurulun 14.06.1982 tarihli ve 12-281 sayılı kararından olağan kanun yolu olarak itiraz ile olağanüstü itirazın farklı hükümlere tâbi olduğu sonucuna ulaşmak mümkün ise de ceza yargılamasında maddi ve hukuki denetimde son sözü söyleme hakkını haiz Genel Kurul kararlarının bağlayıcı olup olmadığı tartışma konusudur.

2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nda dairelerin, Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının görevleri, çalışma usul ve esasları ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Daireler … bölümü esasına göre çalışmalarına rağmen Genel Kurulların görevleri kanunla belirlenmiştir. “Yargıtay” ibaresinden ayrım yapmaksızın Daire ve Genel Kurulun anlaşılması gerektiğine ilişkin görüşün hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Nitekim tutukluluğa itiraz ve salıverme talepleriyle ilgili dosyanın Yargıtayda olması hâlini düzenleyen CMK’nın 104/3. maddesinde, “Dosya bölge adliye mahkemesine veya Yargıtaya geldiğinde salıverilme istemi hakkındaki karar, bölge adliye mahkemesi veya Yargıtay ilgili dairesi veya Yargıtay Ceza Genel Kurulunca dosya üzerinde yapılacak incelemeden sonra verilir; bu karar re’sen de verilebilir.” düzenlemesine yer verilerek Daire ile Genel Kurul ayrımı ortaya konulmak suretiyle bu husustaki yetki karmaşası önlenmiştir.

Diğer yandan 6763 sayılı Kanun’un 36. maddesi ile CMK’da yapılan değişiklik sonrası, kanun koyucunun fuzuli işlerle iştigal etmeyeceği düşüncesinden hareketle Genel Kurulun önceki kararlarının yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu doğmuştur.

Bu bağlamda CMK’nın 307. maddesinin 4. fıkrasının birinci cümlesinde “Yargıtaydan verilen bozma kararına bölge adliye veya ilk derece mahkemesinin direnme hakkı vardır.” düzenlemesine yer verildikten hemen sonra direnme kararlarının, kararına direnilen daireye gönderileceğinin belirtilmesi, bu düzenlemeden de yalnızca Yargıtay Ceza Dairelerinin kararlarına direnilebileceğinin anlaşılması ve Ceza Genel Kurulunun bu anlamda bir “Ceza Dairesi” olarak nitelendirilememesi, Genel Kurulun, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz nedenleri ve görüşleriyle bağlı olmaksızın itiraza konu hükmü tüm yönleriyle inceleyerek karara bağlama hak ve yetkisine sahip olması, ilk derece mahkemelerinin ve bölge adliye mahkemesi ceza dairelerinin direnme kararları ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı prosedür, dayanak ve hukuki dokuları bakımından farklılık gösterseler de her iki hâlde de Yargıtay Ceza Genel Kurulunun görüşünü alma ihtiyacının bulunması, direnme ya da itiraz yoluyla Genel Kurul önüne gelen bir dosyanın aynı usullerle incelenip karara bağlanmasının, itiraz kanun yolu üzerine Genel Kurulca verilen bozma kararlarına karşı direnilebileceğinin kabulünün aynı dosyanın Ceza Genel Kurulunca aynı yöntem ve usullerle bir kez daha ele alınarak yargılamanın uzaması sonucunu doğurması, dairelerin bozma kararlarına karşı ilk derece ve istinaf mahkemelerinin direnme yetkisini Genel Kurul kararlarına karşı da kullanabilmelerinin kabulünün olağanüstü itirazı hukuki sonuç doğurmayan bir kanun yolu hâline dönüştürme riski taşıması, bir kural değil istisna niteliğindeki direnme üzerine Genel Kurulca verilen kararlara tekrar direnilememesinin o hususta Genel Kurulca bir sonuca varıldığı hukuki temeline dayanması, itiraz üzerine incelenen dosyalarda da bu yönden bir farklılık bulunmaması, diğer taraftan itiraz üzerine gelen dosyalarda itiraz sebebiyle bağlı olmayan Genel Kurulca zaten incelenmiş bir meseleye ilişkin direnme hakkı bulunmamasının adil yargılanma hakkını ihlal eden bir yönünün bulunmaması ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne Ek 7 No.lu Protokol’e göre üst yargı mercilerinin kararlarının kesinliğinin Sözleşme hükümlerine de aykırılık teşkil etmemesi karşısında; itiraz kanun yolu üzerine Ceza Genel Kurulunca verilen bozma kararlarına karşı bölge adliye mahkemesi ceza daireleri veya ilk derece mahkemelerince direnme kararı verilebilmesinin mümkün olmadığı kabul edilmelidir.


YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas : 2017/487 Karar : 2018/329 Tarih : 3.07.2018

  • CMK 307. Madde

  • Davaya Yeniden Bakacak Mahkemenin İşlemleri

Hırsızlık suçundan sanık …‘ın TCK’nun 142/2-h ve 62. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis; sanık …‘ın TCK`nun 142/2-h, 31/3 ve 62. maddeleri uyarınca 2 yıl 9 ay 10 gün hapis cezasıyla cezalandırılmalarına, sanık … hakkında ayrıca aynı Kanunun 53 ve 63. maddeleri uyarınca hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin Karşıyaka 7. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 27.10.2015 gün ve 551-619 sayılı hükümlerin, sanık … müdafii ile sanık … tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 17. Ceza Dairesince 09.03.2016 gün ve 23-3158 sayı ile;

“Sanık …‘ın adli sicil kaydında bulunan, Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi`nden verilme 2008/283 Esas, 2010/337 Karar sayılı 17.09.2015 tarihinde kesinleşmiş tekerrüre esas eski hükümlülüğü bulunduğu ve koşulları oluştuğu halde, hakkında 5237 sayılı TCK’nun 58. maddesinin uygulanmaması, aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır” eleştirisiyle;

“Diğer temyiz nedenleri yerinde görülmemiştir.

Ancak;

1- Sanık …‘ın 27.10.2015 günlü kararın da verildiği oturumda, Suçlamayı ve haklarımı anladım, hazır olan avukat vekilimdir, savunmamı avukatım ile birlikte yapacağım` şeklindeki beyanına göre, sanığa müdafii tayin edilip savunma sırasında hazır bulundurulmadan hüküm kurulması suretiyle 5271 sayılı CMK’nun 149 ve 150/1. maddesine aykırı davranılması,

2- Sanık … ve suça sürüklenen çocuk …‘ın, müştekinin çalıştığı markete müşteri gibi girip kasasından ayrıldığı anda, yaş küçüklüğü itibarıyla ceza sorumluluğu bulunmayan akrabaları Yaprak Ay’a işaret etmeleri üzerine, çocuğun müştekinin kasasının altında bulunan bölümden cep telefonunu alması şeklinde gerçekleşen eylemde, sanıkların kusur yeteneği olmayan çocuğu suçun işlenmesinde araç olarak kullandıklarının anlaşılması karşısında; 5237 sayılı TCK`nun 37/2. madde ve fıkrası gereğince sanık ve suça sürüklenen çocuğun cezalarında artırım yapılması gerektiğinin düşünülmemesi,

3- Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2015/85 sayılı iptal kararı nazara alınarak, sanık … yönüyle TCK`nun 53. maddesi ile ilgili uygulamanın yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,

4- Suça sürüklenen çocuk … hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun 35/1. maddesine göre sosyal inceleme raporu alınmadan veya aynı maddenin 3. fıkrasına göre bu yönde inceleme yaptırılmamasının gerekçesi de kararda gösterilmeden hüküm kurulması” isabetsizliklerinden, ceza miktarı itibarıyla kazanılmış haklarının saklı tutulması suretiyle bozulmasına karar verilmiştir.

(1), (3) ve (4) numaralı bozma nedenlerine uyan Karşıyaka 7. Asliye Ceza Mahkemesi 10.05.2016 gün ve 236-275 sayı ile; (2) numaralı bozma nedenine direnmiştir.

Bu hükümlerin de sanıkların müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 23.11.2016 gün ve 296677 sayılı “onama” istekli tebliğnamesiyle dosya, kararına direnilen daireye gönderilmiş, 6763 sayılı Kanunun 38. maddesiyle 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici 10. madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 17. Ceza Dairesince 22.03.2017 gün ve 19496-3358 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanıklar hakkında TCK’nun 37. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinin uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkin ise de; Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle, aleyhe olan bozma kararına karşı sanıklardan …`ın beyanı alınmadan her iki sanık hakkında direnme kararı verilip verilemeyeceğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.

İncelenen dosya kapsamından;

Yerel mahkemece, bozmadan sonra yapılan yargılamada, katılan ve sanıklardan … ile sanıkların müdafilerine bozma kararı ve duruşma günü davetiyesinin tebliğ edildiği, sanıklardan …‘ın ise, istinabe yoluyla bozmaya karşı diyeceklerinin sorulması için kendisine usulüne uygun olarak tebliğ edilen davetiyeye rağmen duruşmaya gelmediği gibi önceden kalmakta olduğu Kemerburgaz Çocuk Destek Merkezinden de ayrılması nedeniyle duruşmada hazır edilemediği, bunun üzerine mahkemece hazır bulunan diğer sanık … ile sanıklar müdafilerinin dinlenilmesi ile yetinilip, sanık …`ın aleyhe bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan önceki hükümlerde direnilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.

1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326/2. maddesine göre, hükmün aleyhe bozulması halinde davaya yeniden bakacak mahkemece, sanıktan bozmaya karşı diyeceğinin sorulması zorunlu olup müdafiin dinlenilmesi ile de yetinilemez. Aynı kurala 5271 sayılı CMK`nun 307/2. maddesinde de yer verilmiş olup anılan bu kanun hükümleri uyarınca sanığa, bozmada belirtilen ve aleyhinde sonuç doğurabilecek olan hususlarda beyanda bulunma, kendisini savunma ve bu konudaki delillerini sunma imkânı tanınmalıdır. Bu düzenleme, savunma hakkının sınırlanamayacağı ilkesine dayandığından, uyulmasında zorunluluk bulunan emredici kurallardandır.

Bu itibarla, yerel mahkemenin direnme kararına konu hükümlerinin, aleyhe olan bozmaya karşı sanık …`ın beyanı alınmadan yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden, direnmeye konu her iki sanık yönünden sair yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Karşıyaka 7. Asliye Ceza Mahkemesinin 10.05.2016 gün ve 236-275 sayılı direnme kararına konu hükümlerinin, aleyhe olan bozmaya karşı sanık …`ın beyanı alınmadan yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden, direnmeye konu her iki sanık yönünden sair yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,

2- Dosyanın, mahalline iadesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 03.07.2018 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ Esas : 2018/35 Karar : 2018/35 Tarih : 27.06.2018

  • CMK 307. Madde

  • Davaya Yeniden Bakacak Mahkemenin İşlemleri

Sanıklar hakkında Konya 6. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 11.06.2012 tarih ve 2011/349-2012/1129 sayılı kararı ile iftira suçundan mahkumiyet kararı verildiği, bu kararın sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 09.04.2014 tarih ve 2013/14069-2014/4375 sayılı kararı ile bozulduğu, Konya 6. Asliye Ceza Mahkemesi’nce 03.12.2014 tarih ve 2014/367-2014/748 sayılı karar ile Dairemizin bozma kararına direnildiği, hükmün sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyanın Yargıtay 16. Ceza Dairesi’ne gönderildiği, anılan Daire tarafından 14.01.2016 tarih ve 2015/4385-2016/217 sayılı görevsizlik kararı ile dosya Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gönderildiği, 02.12.2016 tarihli 29906 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 36. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 307. maddesi uyarınca, Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından 14.12.2016 tarih ve 2016/472-2016/1956 sayılı karar ile dosya Yargıtay 16. Ceza Dairesi’ne gönderildiği, Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından da iş bölümü değişikliği nedeniyle 22.03.2017 tarih ve 2017/196-2017/2784 sayılı gönderme kararı ile dosya Yargıtay 8. Ceza Dairesine gönderildiği, anılan Daire de 13.06.2018 tarih ve 2017/10370-2018/6967 sayılı görevsizlik kararıyla dosyayı Dairemize gönderdiği, 02.12.2016 tarihli 29906 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 36. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 307. maddesi uyarınca ve Yargıtay Ceza Daireleri Başkanlar Kurulu`nun 26.12.2017 tarih ve 2017/280-2017/300 sayılı emsal kararında da belirtildiği üzere uyarınca direnme kararı üzerine verilen hükmün Dairemizce incelenmesinde zorunluluk bulunduğu anlaşılmakla yapılan incelemede;

1- Dairemizin 09.04.2014 tarih ve 2013/14069-2014/4375 sayılı kararında usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından, Konya 6. Asliye Ceza Mahkemesi`nin 03.12.2014 tarih ve 2014/367-2014/748 sayılı direnme kararının yerinde görülmediğine,

2- 5271 sayılı CMK’nın 307. maddesinin 3. fıkrası ile 5320 sayılı Kanun’un Geçici 10. maddesinin 3. fıkrası uyarınca direnme kararının incelenmesi için dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı`na TEVDİİNE, 27.06.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ Esas : 2018/28 Karar : 2018/28 Tarih : 4.06.2018

  • CMK 307. Madde

  • Davaya Yeniden Bakacak Mahkemenin İşlemleri

Sanık hakkında Bakırköy 27. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 21.03.2011 tarih ve 2008/463-2011/200 sayılı kararı ile Adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçundan beraat kararı verildiği, bu kararın katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 08.01.2013 tarih ve 2012/4562-2013/187 sayılı kararı ile bozulduğu, Bakırköy 27. Asliye Ceza Mahkemesi’nce 06.06.2013 tarih ve 2013/151 – 2013/538 sayılı karar ile Dairemizin bozma kararına direnildiği, hükmün katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyanın Yargıtay 16. Ceza Dairesi’ne gönderildiği, Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından 30.11.2015 tarih ve 2015/5544-2015/5023 sayılı karar ile dosya Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gönderildiği, 02.12.2016 tarihli 29906 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 36. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK`nın 307. maddesi uyarınca, Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından 22.12.2016 tarih ve 2016/316-2016/2147 sayılı karar ile dosya Dairemize gönderildiği, Dairemiz tarafından iş bölümü değişikliği nedeniyle 19.01.2017 tarih ve 2017/37-2017/73 sayılı kararı ile dosya Yargıtay 16. Ceza Dairesine gönderildiği, Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından da iş bölümü değişikliği nedeniyle 23.03.2017 tarih ve

2017/759-2017/3373 sayılı gönderme kararı ile dosya Yargıtay 12. Ceza Dairesine gönderildiği, anılan Daire de 23.10.2017 tarih ve 2017/3241-2017/7740 sayılı görevsizlik kararıyla dosyayı Dairemize gönderdiği, Dairemiz tarafından 21.12.2017 tarih ve 2017/2734-2017/8772 sayılı karar ile görev uyuşmazlığının çözümlenmesi için dosyanın Yargıtay Ceza Daireleri Başkanlar Kurulu`na gönderildiği, Yargıtay Ceza Daireleri Başkanlar Kurulu tarafından 02.05.2018 tarih ve 2018/10-2018/72 sayılı karar ile Dairemizin görevsizlik kararı kaldırılarak dosya Dairemize gönderildiği, direnme kararı üzerine verilen hükmün Dairemizce incelenmesinde zorunluluk bulunduğu anlaşılmakla yapılan incelemede;

Sanığa atılı adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçu için TCK’nın 288/1. maddesinde belirlenen cezanın süresi itibariyle, anılan Kanunun 66. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendinde belirlenen sürenin zamanaşımını son kesen neden olan 10.11.2009 tarihli sorgu ile inceleme tarihi arasında gerçekleştiği anlaşılmakla, hükmün bu nedenle BOZULMASINA, CMK`nın 223. maddesi uyarınca sanık hakkındaki kamu davasının zamanaşımı nedeniyle DÜŞMESİNE, 04.06.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas : 2018/137 Karar : 2018/272 Tarih : 5.06.2018

  • CMK 307. Madde

  • Davaya Yeniden Bakacak Mahkemenin İşlemleri

Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı orman alanının işgali ve faydalanma suçunun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de; Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle, aleyhe olan bozma kararına karşı sanığın beyanı alınmadan direnme kararı verilip verilemeyeceğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.

İncelenen dosya kapsamından;

Yerel mahkemece, bozmadan sonra yapılan yargılamada, sanığa bozma kararı ve duruşma günü davetiyesinin tebliğ edildiği, sanığın tebliğe rağmen duruşmaya gelmemesi üzerine sanıktan aleyhe bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan önceki hükümde direnilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.

1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326/2. maddesine göre, hükmün aleyhe bozulması hâlinde davaya yeniden bakacak mahkemece, sanıktan bozmaya karşı diyeceğinin sorulması zorunlu olup müdafiin dinlenilmesi ile de yetinilemez. Aynı kurala 5271 sayılı CMK`nun 307/2. maddesinde de yer verilmiş olup anılan bu kanun hükümleri uyarınca sanığa, bozmada belirtilen ve aleyhinde sonuç doğurabilecek olan hususlarda beyanda bulunma, kendisini savunma ve bu konudaki delillerini sunma imkânı tanınmalıdır. Bu düzenleme, savunma hakkının sınırlanamayacağı ilkesine dayandığından, uyulmasında zorunluluk bulunan emredici kurallardandır.

Bu zorunluluk beraat hükmünde direnilmesi hâlinde de geçerlidir. Zira Ceza Genel Kurulunca yapılacak inceleme sonucunda Özel Dairenin aleyhe bozması isabetli bulunup yerel mahkeme hükmünün bozulması mümkündür. 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326/3. maddesine göre ısrar üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara uymak mecburidir. Bu durumda sanıktan aleyhe bozmaya karşı diyeceği sorulmadan beraat hükmünde direnilebileceğinin kabulü savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurabilecektir. Savunma hakkı sanığın en önemli hakkı olup bu hakkın sınırlanması 1412 sayılı CMUK`nun 308/8. maddesi uyarınca mutlak bozma nedenidir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun duraksamasız uygulamaları da ısrar edilen önceki hüküm beraat dahi olsa sanıktan aleyhe bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan direnme kararı verilemeyeceği yönündedir.

Bu itibarla, yerel mahkemece verilen direnme kararına konu hükmün, aleyhe olan bozmaya karşı sanığın beyanı alınmadan yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden sair yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Isparta (Kapatılan) 6. Asliye Ceza Mahkemesinin 30.03.2015 gün ve 358-509 sayılı direnme kararına konu hükmünün, aleyhe olan bozmaya karşı sanığın beyanı alınmadan yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden sair yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,

2- Dosyanın, mahalline iadesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 05.06.2018 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ Esas : 2018/21 Karar : 2018/23 Tarih : 24.04.2018

  • CMK 307. Madde

  • Davaya Yeniden Bakacak Mahkemenin İşlemleri

Sanık hakkında İzmir 18. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 26.05.2011 tarih ve 2011/39-2011/338 sayılı kararı ile infaz kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokma suçundan beraat kararı verildiği, bu kararın Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 08.07.2013 tarih ve 2013/6767-2013/10614 sayılı kararı ile bozulduğu, İzmir 18. Asliye Ceza Mahkemesi’nce 14.11.2013 tarih ve 2013/618-2013/726 sayılı karar ile Dairemizin bozma kararına direnildiği, hükmün Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyanın Yargıtay 16. Ceza Dairesine gönderildiği, anılan Dairenin 12.02.2016 tarih ve 2015/6936-2016/927 sayılı görevsizlik kararıyla Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gönderdiği, 02.12.2016 tarihli 29906 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 36. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 307. maddesi uyarınca, Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından 07.12.2016 tarih ve 2016/529-2016/1137 sayılı karar ile dosya tekrar Yargıtay 16. Ceza Dairesi’ne gönderildiği, Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından iş bölümü değişikliği nedeniyle 22.03.2017 tarih ve 2017/202-2017/2786 sayılı kararı ile dosya Yargıtay 8. Ceza Dairesine gönderildiği, anılan Daire de 19.03.2018 tarih ve 2017/10372-2017/2947 sayılı görevsizlik kararıyla dosyayı Dairemize gönderdiği, 02.12.2016 tarihli 29906 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 36. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 307. maddesi uyarınca ve Yargıtay Ceza Daireleri Başkanlar Kurulu`nun 26.12.2017 tarih ve 2017/280-2017/300 sayılı emsal kararında da belirtildiği gibi direnme kararı üzerine verilen hükmün Dairemizce incelenmesinde zorunluluk bulunduğu anlaşılmakla yapılan incelemede;

1- Dairemizin 08.07.2013 tarih ve 2013/6767-2013/10614 sayılı kararında usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından, İzmir 18. Asliye Ceza Mahkemesi`nce 14.11.2013 tarih ve 2013/618-2013/726 sayılı direnme kararının yerinde görülmediğine,

2- 5271 sayılı CMK’nın 307. maddesinin 3. fıkrası ile 5320 sayılı Kanun’un Geçici 10. maddesinin 3. fıkrası uyarınca direnme kararının incelenmesi için dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı`na TEVDİİNE, 24.04.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2018/1953 Karar : 2018/4187 Tarih : 10.04.2018

  • CMK 307. Madde

  • Davaya Yeniden Bakacak Mahkemenin İşlemleri

Suça sürüklenen çocuk hakkında 5237 sayılı TCK’nın 142/1-e, ve 31/3 maddeleri uyarınca belirlenen 1 yıl 4 ay hapis cezasından, aynı Kanun’un 62. maddesi uyarınca 1/6 oranında indirim yapılırken, 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezası yerine hesap hatası sonucu 10 ay 10 gün hapis cezasına hükmedilmesi suretiyle eksik ceza tayini ve Dairemizin 06/10/2016 gün, 2016/10917 E.- 13453 K. sayılı bozma kararından önce verilen ve sadece suça sürüklenen çocuk müdafii tarafından temyiz olunan 12/10/2011 gün, 2010/202 E. - 2011/122 K. sayılı kararda suça sürüklenen çocuğun hırsızlık suçundan 5237 sayılı TCK’nın 141/1,31/3,62. maddeleri uyarınca 6 ay 20 gün hapis cezasına karar verildiği, hükmolunan 6 ay 20 gün hapis cezasının 1412 sayılı CMUK’nın 326/son maddesi uyarınca suça sürüklenen çocuk lehine kazanılmış hak teşkil ettiği, bozma ilamı sonrası yapılan kovuşturmada yeni hüküm kurulurken suça sürüklenen çocuğun eylemine uyan tüm maddeler uygulandıktan sonra sonuç cezanın önceki hükümde yer alan ceza miktarı kadar belirlenmesi gerektiği gözetilmeden yazılı şekilde TCK’nın 142/1-e,31/3 ve 62.maddelerinin 1 yıl 1 ay 10 gün hapis cezasını gerektirmesi, bu cezanın kısa süreli olmadığı ve adli para cezasına çevrilmesi mümkün olmadığı halde bozma sonrası verilen, kararda kazanılmış hak gözetilerek sonuç cezanın 6 ay 20 gün hapis cezası olarak belirlenmesi yerine, aynı Kanunun 50.maddesi uyarınca para cezasına çevrilmesi karşı temyiz bulunmadığından bozma sebebi yapılmamış, kazanılmış hakka ilişkin 1412 sayılı CMUK’un 326/son maddesi yerine 5271 sayılı CMK’nın 307. maddesinin yazılması, mahallinde düzeltilebilir yazım hatası kabul edilmiştir.

Bozma üzerine yapılan duruşmaya, toplanan delillere, gerekçeye, hakimin kanaat ve takdirine göre temyiz itirazları yerinde olmadığından reddiyle hükmün istem gibi ONANMASINA,10/04/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 9. CEZA DAİRESİ Esas : 2018/16 Karar : 2018/14 Tarih : 16.02.2018

  • CMK 307. Madde

  • Davaya Yeniden Bakacak Mahkemenin İşlemleri

Sanık hakkında Bursa(Kapatılan) 10. Sulh Ceza Mahkemesi’nin 11.04.2013 tarih ve 2012/954-2013/506 sayılı kararı ile muhafaza görevini kötüye kullanma suçundan mahkumiyet kararı verildiği, bu kararın sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine Dairemizin 12.02.2014 tarih ve 2013/12237-2014/1537 sayılı kararı ile bozulduğu, Bursa 18. Asliye Ceza Mahkemesi’nce 21.10.2014 tarih ve 2014/191-2014/542 sayılı karar ile Dairemizin bozma kararına direnildiği, hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyanın Yargıtay 16. Ceza Dairesi’ne gönderildiği, anılan Dairenin 02.06.2015 tarih ve 2015/3519-2015/1657 sayılı kararı ile dosya Yargıtay Ceza Genel Kurulu’na gönderildiği, 02.12.2016 tarihli 29906 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 36. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 307. maddesi uyarınca, Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından 14.12.2016 tarih ve 2015/687-2016/1858 sayılı karar ile dosya Dairemize gönderildiği, Dairemiz tarafından iş bölümü değişikliği nedeniyle 19.01.2017 tarih ve 2017/33-2017/69 sayılı görevsizlik kararı ile dosya Yargıtay 16. Ceza Dairesi’ne gönderildiği, Yargıtay 16. Ceza Dairesi de 22.03.2017 tarih ve 2017/55-2017/3183 sayılı iş bölümü değişikliği nedeniyle gönderme kararı ile dosya Yargıtay 8. Ceza Dairesi`ne gönderildiği, Yargıtay 8. Ceza Dairesi de 29.01.2018 tarih ve 2017/10769-2018/675 sayılı görevsizlik kararı ile dosyayı Dairemize gönderdiği, direnme kararı üzerine verilen hükmün Dairemizce incelenmesinde zorunluluk bulunduğu, dosya kapsamı, sanık savunmaları ve gösterilen gerekçeye göre direnmenin yerinde olduğu anlaşılmakla, yapılan incelemede;

Yapılan yargılama sonunda aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların toplanan tüm delillerle birlikte gerekçeli kararda tartışılıp, sanığın suçunun sübutu kabul, olay niteliğine ve kovuşturma sonuçlarına uygun şekilde vasfı tayin edilmiş, cezayı azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, incelenen dosyaya göre verilen hükümde bir isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanığın yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün ONANMASINA, 16.02.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/34 Karar : 2018/746 Tarih : 7.02.2018

  • CMK 307. Madde

  • Davaya Yeniden Bakacak Mahkemenin İşlemleri

“1) Belli bir olay ile ilgili suç işlediği izlenimini veren ve hakkında herhangi bir araştırma yapılan kişi, şüpheli statüsüne girer. Şüpheli muhakeme hak ve yetkilerine sahiptir.

Yargılanacak her uyuşmazlıkta; şüphelilik, uyuşmazlığın somut olması ve uyuşmazlığın çözümü şeklinde özellikler vardır. O halde önce olay öğrenilmelidir. Yani sübut konusunda bir hükme varılır. Sübut (veya ispat) meselesi maddi mesele olup, bu konu geçmişteki olayı zihnimizde yeniden yaratmak, yani nasıl meydana geldiğini belirlemektir. Olay belirlendikten sonra, olaya uygulanacak hukuki norm ve bunun olayın tipine uygun olup olmadığı konusunda sonuç çıkarılır. Maddi durumun tespiti, hukuki durumun tespitidir.

Hakim bu güne dayanarak dünü öğrenir. Dün hakkındaki şüphesini deliller sayesinde yener. Şüphenin yenilmesi yerine belirliliğe terk eder.

Delillerin gösterdiği objektif bakımından bir (ihtimal) dir. Buna rağmen ihtimal belli bir dereceye gelince kanaat (kanı) olacaktır. Şüphe yerini kanaate bıraktığında ispatta aranan belirlilik ortaya çıkar. Her olayda lehe ve aleyhe deliller vardır.

Kanaati meydana getiren delillerin tek tek değerlendirilişi kadar hep birlikte değerlendirilmesi de mümkündür. Deliller bütünlük teşkil ediyorsa, bir bütünün birbiri ile uyuşan ve birbirini tamamlayan parçaları ise, bu hakiki delildir. İspat konusu, gerçeğin bir parçası olan olay hakkında hüküm vermektir.

Gerçekten Hakim geçmişte ne olduğunu ve nasıl olduğunu bilmeye mecburdur, elindeki imkan, bu gündür.

Bu günden maksat da, varlığını duygularımızla öğrendiğimiz şeylerdir. İşte “delil” budur.

Delillerin bu günün akılcı anlayışına göre, Hakimin kanaati, ispat edilmesi istenen olayların tahlil ve tetkiki ile lehe ve aleyhe bütün şartlan tenkit ve değerlendirmesinin mahsulü olacaktır. İspat edilmesi gereken şüpheli olandır, delillerden biri de tanıktır. Tanık taraflardan olmayan, fakat olay hakkında görgü ve bilgisi olmuş bir kişinin, o olay hakkında beş duyusu ile edindiği sübut konusunda karar verecek mahkeme ve/veya Hakim huzurundaki sözlü beyanıdır. Sanık dışında herkesin bu konumda ele alınabileceği dikkate alınarak, değerlendirme yapılacağı muhakkaktır.

Yağma suçlarında eylemin sabit olup olmadığı hususu çoğu zaman mağdurun anlatımlarından hareket edilerek ulaşılan kanıtlarla belirlenebilmektedir.Bu nedenle mağdurun anlatımlarının elde edilen diğer kanıtlarla da değerlendirilerek doğruluğunun her türlü şüpheden uzak şekilde ispatı gerekir. Ceza Yargılaması Yasası adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaçlamaktadır. Bu nedenle, adaletin tam gerçekleşmesi için olaya ışık tutabilecek nitelikteki tüm yasal kanıt ve belgelerin tartışılıp gereğinde araştırılıp belirlenmesi gerekir.

Bu genel ilkeler ışığında,

Somut olaya gelince;

Katılanın borçlu, sanığın da alacaklı olup İdris Aytan isimli şahsa ciro etmiş olduğu ve ağırlıklı olarak tanzim tarihleri 2002 yılı olan toplam 15 adet bonoya dayalı olarak İdris isimli şahıs tarafından katılan aleyhine Turgutlu İcra Müdürlüğünün 2003/2232 Esas sayılı takip dosyası ile 16.12.2003 tarihinde icra takibi başlatıldığı; katılanın ödeme emrinin tebliği üzerine İcra Müdürlüğüne sunmuş olduğu 25.12.2003 tarihli mal beyanı dilekçesinde “takibe konu bonoların kambiyo senedi vasfını taşımadığı, bono miktarının üzerinde talepte bulunulduğu ve tahrifatlı olduğu ile birlikte bonoların elinden zorla alınmış senetler olduğunu” ileri sürmüş olduğu; vekili marifetiyle Turgutlu İcra Tetkik Mercii Hakimliğine anılan bonoların iptaline yönelik olarak 2003/183 esas sayılı dosyası ile dava açtığı, ancak bu aşamada bonoların zorla alındığına ilişkin iddianın sürdürülmediği ve kamu davasına esas olacak nitelikte yasal ve yetkili merciilere başvuruda bulunulmadığı, İcra Tetkik Mercii Hakimliği 11.3.2004 tarihli kararı ile, üç adet bononun kambiyo senedi vasfında olmadığından, bu bonolar yönünden takibin iptaline, diğer bonolar yönünden ise takibin devamına karar verildiği, katılanın bu aşamadan sonra ve yağma olayının gerçekleştiği tarihten uzunca bir zaman sonra vekili marifetiyle Cumhuriyet Savcılığına vermiş olduğu 20.5.2004 tarihli dilekçe ile sanık hakkında yağma suçundan şikayette bulunduğu;

Katılan …‘in vekili marifetiyle Cumhuriyet Savcılığına vermiş olduğu 20.5.2004 tarihli şikayet dilekçesi ve 23.6.2004 tarihli kolluk anlatımlarında: “2003 yılı Haziran aylarında bir konuda paraya sıkıştığından, önceden tanıdığı sanıktan 600 TL borç para aldığını ve borcunu ödediğini, 2003 yılı Eylül ayı içerisinde kahvede oturduğu bir sırada sanığın gelerek “gel seninle bir yere gidelim” diyerek arabasına bindirdiğini, arabayı askerlik şubesinin arka tarafına götürüp yol kenarında durduğunu, silah tehdidi ile kendisine senet imzalattığını, senetlerde miktar ve tarih yazıp yazmadığına bakmadığını, senetleri imzaladıktan sonra kendisini orada indirdiğini, karşılaştığı … isimli kişiye durumu anlattığını, birlikte oğlunun kahvesine gidip durumu oğluna da anlattığını, mahkemeye müracaat etmeden sanığın borçlu olduğu yönünde hakkında dava açtığını, sanığın şikayet etmemesi yönünde kendisini tehdit ettiğini, evden dışarı çıktığında kendisini takip ettiğini, korkusundan şikayette bulunamadığını” beyan ettiği; Turgutlu 1.Asliye Ceza Mahkemesinde alınan beyanlarında da benzer anlatımlarda bulunup “sanıktan aldığı paranın 400 TL olduğunu, 200 TL faizi ile birlikte 600 TL ödediğini, hiç borcunun kalmadığını, sanığın Eylül ayında mavi büyük bir arabayla gelip kendisini aldığını, silah tehdidi ile senetleri imzalamasını istediğini, kaç tane senet imzaladığını bilmediğini, senetlerin boş veya dolu olduğunu hatırlamadığını, bir kısmının yazılı, bir kısmının yazılı olmadığını” beyan etmiş olmasına rağmen Ağır Ceza Mahkemesinde alınan beyanlarında: “sanıktan 400 TL aldığını ve kısa bir süre sonra 400 TL olarak ödediğini, sanığın kendisinden faiz almadığını, sanığın silah tehdidi ile kendisine 15 tane senet imzalattığını ve tüm senetlerin boş olduğunu, senetleri imzalattıktan sonra sanığın kendisini arabadan indirdiğini, senetlerle ilgili icradan tebligat gelene kadar savcılık, polis veya jandarma gibi herhangi bir resmi makama gidip şikayette bulunmadığını ve olaydan yakın akraba ve çevresine de bahsetmediğini” beyan ettiği, mahkemece olayın hemen sonrasında neden resmi makamlara şikayette bulunmadığı yahut yakınlarına haber vermediği sorulduğunda: “aklına gelmediğini, aklına gelseydi savcılığa gideceğini, ayrıca başına gelen bu olaylar nedeniyle utandığını”; emniyet ifadesi okunup sorulduğunda ise: “aldığı borç miktarını yanlış hatırlamış olabileceğini, senetleri imzalarken boş olduğunu hatırladığını, ayrıca olayı oğlu İsmet`e de anlattığını, unuttuğu için biraz önce söyleyemediğini, sanığın sürekli kendisini tehdit ettiği ve şikayet etmemesi konusunda tehdit ettiğinin de doğru olduğunu, bu yüzden şikayette bulunmadığını” beyan ettiği;

Katılanın soruşturma ve kovuşturma aşamasında iddiasını desteklediğini ileri süren tanıklar gösterdiği, bu kapsamda dinlenen tanıkların beyanları özetle;

Tanık …`in kolluk beyanında: “müştekiyi beyaz renkli bir araçtan inerken gördüğünü, aracın sanığın arabası olduğunu, müştekinin araçtan indiğinde renginin solmuş ve bitkin bir vaziyette olduğunu, kendisine ne olduğunu sorduğunda sanığın silah zoruyla kendisine senet imzalattığını söylediğini” beyan ettiği; Asliye Ceza Mahkemesindeki beyanlarında: “görgüye dayalı bilgisi olmadığını, sadece müştekinin bir keresinde sanığın kendisini tehdit ettiğini söylediğini, ancak arabadan indiğini görmediğini”; Ağır Ceza Mahkemesinde ise: “müştekiyi gördüğünde sanığın yanında olmadığını, müştekinin de korkmuş bir hali olmadığını, müştekinin sanığın kendisine silah zoruyla senet imzalattığını söylediğini” beyan ettiği;

Tanık …‘in ise, katılanın oğlu olduğu, kollukta ve Asliye Ceza Mahkemesindeki anlatımlarında: “2003 yılı Eylül aylarında sanığın beyaz renkli bir araçla çalıştırmış olduğu kahvehaneye gelip babası ile konuştuğunu, babasını alıp götürdüğünü, birkaç saat sonra babasının … ile kahvehaneye geldiğinde renginin değişik olduğunu, sorduğunda sanığın silah zoruyla senetler imzalattığını söylediğini” beyan etmiş olmasına rağmen Ağır Ceza Mahkemesinde alınan beyanlarında ise: “sanığın babasını arabayla Subaşı mahallesine götürüp orada bir yere sokmuş olduğunu, burada gözünü bağlayıp tehditle senetler imzalattırdığını, tabanca çıkarıp şikayette bulunmaması için tehdit etmiş olduğunu” beyan ettiği, tanık İsmet`in bu anlatımlarının tanık … tarafından hiçbir aşamada bu şekilde doğrulanmadığı,

Sanık ve katılan beyanları ile tanıklar …, …, …, … beyanlarından suça konu bonoların boş olarak dosya kapsamından tefecilik yaptığı anlaşılan sanığa verilmiş olduğu, sanığın da muhtelif zamanlarda bu bonoları tanıklara doldurttuğunun, tanıklar … ve …`nın anlatımlarında da: “bonoların doldurulması esnasında katılanın da sanık ile geldiğini” beyan ettikleri;

Tanık …`in ise “2002 yılında emlakçı dükkanı açıp 3 ay açık tuttuğunu, bu süre zarfında müştekinin kendisine gelerek ev ve dükkanlarını satacağından bahsettiğini, müşteri aramaya başladığını, ancak bir süre sonra müştekinin yanına gelerek dükkanları sanığa sattığını söylediğini” açıklamıştır.

Tanık …`nın Asliye Ceza Mahkemesindeki 15.3.2005 günlü oturumdaki anlatımında: “katılanın oğlunun kahvesine gidip geldiğini, ara sıra sanığın katılanı sıkıştırdığını gördüğünü, bir keresinde de beyaz renkli bir taksiye bindirip götürdüğünü” beyan etmiş olmasına rağmen 04.10.2005 günlü oturumdaki anlatımında ise: “sanığı tanımadığını, katılanı tanıdığını, katılanın yönlendirmesi ile onun söylediği şekilde beyanda bulunduğunu 15.3.2005 tarihli ifadesinin doğru olmadığını, bu beyanında geçen hadiselerden hiçbirinin gerçekleşmediğini, mahkemeye karşı yalan beyanda bulunduğunu” beyan etmiş olduğu;

Sanığın tüm aşamalarda ise: “Katılandan 4 ve/veya 5 adet dükkan satın aldığını, verdiği paralara karşılık senet aldığını, bu senetleri farklı kişilere doldurttuğunu, dükkanların tapusu verilmeyince senetlerin icraya verildiği” biçiminde savunmada bulunduğu ve bu savunmalarını aşamalarda sürdürdüğünün dosya kapsamı ile anlaşılması karşısında; iddia savunma ve tanıkların her birinin ayrı ayrı değerlendirilip hangi deliller ile güçlendirildiğini ve inanırlığının ortaya çıkarıldığının öncelikle belirlenmesi gerekir.

Yukarıda izah edilen ve dosya kapsamına göre mağdurun olayla ilgili olan başvuru şekli, süreci ve beyanları kendi içinde gelişip değişmekte, kamu tanıkları ve katılanın soruşturma ve kovuşturma aşamasında bildirdiği tanıklar …, …, …‘nın anlatımlarının ise kendi içinde değişerek gelişen ve birbiri ile çelişen, iddia ile örtüşmeyen ve mağdura karşı duruşları nedeniyle de inanırlığında duraksamaya yer vermesine karşın, sanığın aşamalardaki istikrarlı savunması ve bunu teyit eden tanıklar …, …, …, …, …, …in beyanları, icra takip dosyası, savunmada bahsi geçen gayrımenkullerin değerleri ve dosya fotokopileri mevcut senet örnekleri birlikte ele alındığında, sanığın savunması ve sanığın savunmasını teyit eden bu delillere üstünlük tanınması gerektiği düşünülmeden, yerinde ve yeterli olmayan gerekçeyle, yazılı şekilde hükümlülüğüne karar verilmesi` şeklinde bozulmasına karar verilmiştir.

Bozma sonrası Manisa 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 30.12.2013 gün 2013/201- 2013/487 sayılı kararı ile;

“Müşteki A…..sanık …‘a toplam 15 adet senet karşılığı borçlu olarak gözüktüğü, 30/09/2002 tarih ve 6340 TL meblağlı, 30/10/2002 tarih ve 1200 TL meblağlı, 30/11/2002 tarih ve 1446 TL meblağlı, 30/12/2002 tarih ve 1766 TL meblağlı, 30/01/2003 tarih ve 2082 TL meblağlı, 28/02/2003 tarih ve 2500 meblağlı, 30/03/2003 tarih ve 3000 TL meblağlı, 30/04/2003 tarihli ve 3750 TL meblağlı, 30/05/2003 tarih ve 4464 meblağlı, 30/06/2003 tarih ve 5360 TL meblağlı, 30/07/2003 tarih ve 6440 TL meblağlı, 30/08/2003 tarih ve 8000 TL meblağlı, 30/09/2003 tarih ve 10000 TL meblağlı, 30/10/2003 tarih ve 12000 TL meblağlı, 30/11/2003 tarih ve 14400 TL meblağlı toplam 15 adet senedin sanık tarafından Turgutlu icra müdürlüğünün 2003/2232 sayılı takip dosyasıyla icra takibine konulduğu, borçlu …‘in 25/12/2003 tarihli mal beyanı dilekçesiyle takibe konulan bonoların elinden zorla alınan senetler olduğu, borcu kabul etmediği ve yasal yollara başvuracağını belirttiği, davacı (borçlu) …`in Turgutlu icra takibine itiraz davası açtığı Mahkemenin 2003/183 Esas 2004/35 Karar sayılı ilamıyla bir kısım senetlerde lehtar hanesinin boş olması sebebiyle bunların bono vasfını taşımadığı gerekçesiyle 3 adet senedinin takibinin iptaline diğerleri yönünden ise davanın reddine karar verildiği, icra dosyasında birtakım gayri menkullar üzerinde de haciz ve satış işlemlerinin yürütüldüğü ve borçluya ait bazı gayri menkullerinin devir işlemlerinin yapıldığı anlaşılmaktadır.

Müşteki sanıktan 400 TL faiz karşılığı borç aldığını, borcunu 600 TL olarak geri ödediğini, olay günü sanığın kendisine seni bir yere götüreceğim diyerek arabaya bindirdiğini ve arabada bazı senetler çıkararak bunları imzalamasını istediğini, tabanca çıkarıp öldürmekle tehdit ettiğini ve zorla 15 senedi imzaladığını ve imzaladığında tüm senetlerin boş olduğunu belirtirken sanık müştekiden Turgutlu şehir merkezindeki 4 adet dükkanı taksitle satın aldığını her bir taksit ödemesi sonrası ödediği miktar kadar müştekinin kendine senet verdiğini, taksitler bittikten sonra tapuda devir yapmak üzere anlaştıklarını, devir yaptıklarında da senetleri iade edeceğini, müştekinin devir yapmaması üzerine senetleri icraya koyduğunu belirterek suçlamaları kabul etmemiştir.

Suça konu 15 senedin 3 tanesi hariç 12 tanesinin kambiyo senedi vasfında tahsil kabiliyeti olan ve hukuken geçerli senetler olduğu, bu senetlerin müşteki tarafından imzalandığı konusunda bir ihtilaf bulunmamaktadır. Müşteki icra takibine itirazda bulunmuş, imzanın kendisine ait olduğu gerçeği ve zorla imzalatıldığı iddiasının hukuk mahkemelerinde ispatının çok zor olması sebebiyle açtığı borca itiraz davasını kaybettiği ve bu suretle hacizlere maruz kalıp gayri menkullerin elinden çıktığı anlaşılmaktadır. İcra takibinin yürümesi bu senetlerin sanık tarafından zorla alınmadığının ispatı sayılamaz. İcra tetkik merci dar kapsamlı araştırma yetkisine sahip olup senetlerin hukuken geçerli ve müşteki tarafından imzalı senetler olduğu gerçeğiyle yetinmiştir. Müştekinin olayı savcılığa geç intikal etmesi dahi başlı başına haksız olduğunu göstermez. Nitekim sanık ile faiz karşılığı para alıp verme ilişkisi vardır. Belki o aşamada alınan borç üzerine konulan haksız yere istenen faizler söz konusudur. Müşteki boş senetlere imza atmış olup sanığın bu senetleri ne yapacağını henüz bilmemektedir. Senetler ortaya çıkmadan yapılacak bir şikayetinde netice vermeyeceği aşikardır. Ayrıca müşteki yaşlı, yol yordam bilmeyen cahil ve üstelik sanık tarafından korkutulmuş bir insandır. Bu hususlar değerlendirildiğinde müştekinin neden o anda şikayet etmediği sorusu açıklanabilir. Kaldı ki senetler icraya verildiğinde ortaya çıkarıldığında üzerine konulan rakamları da gören müşteki borca itiraz etmenin yanı sıra sanık hakkında şikayette de bulunmuştur. O halde Mahkememiz sayı ve miktar olarak fazla olan bu senetlerin hangi hukuki ilişkiye istinaden sanığa verilmiş olduğunu araştırması gerekir.

Her şeyden önce müştekiye ait 5 adet dükkan Turgutlu ilçe merkezinde olup peşin satışı çok kolay ve değerli gayrimenkullerdir. Bu husus bizzat sanık tarafından ikrar edilmiştir. Müştekinin oldukça değerli 5 dükkanını da birden satmak istemesi olağan dışıdır. Eğer ihtiyaca binaen satmış ise ki böyle bir ihtiyaç dosyaya yansımamıştır. bu durumda da müştekinin peşin paraya satma imkanı varken taksitle satıyor olması şüphe çekmektedir. Sanık dükkanları taksitle aldığını her ay yaptığı ödeme karşılığı senet aldığını, toplam 100.000 TL ödeme tamamlanınca tapuları devralmak suretiyle anlaştıklarını ifade etmektedir. Böyle bir satış usulü hiçbir yerde hiçbir zaman görülmemiştir. Sanık müştekiyle aralarında herhangi bir sözleşme- protokol düzenlemediklerini beyan etmektedir. Oysaki ileriye yönelik satış vaatlerinde noterden satış vaadi sözleşmesi düzenlemek ve bunu tapuya şerh düşmek esastır. Müştekinin dükkanları başkalarına satması da mümkündür. Sanık 100.000 TL’nin tamamı ödenince tapuları alacağını söylemektedir. Oysaki 82.748 TL’lik (kendi beyanına göre) ödeme yaptıktan sonra senetleri icraya koymuştur. Zaten 5 dükkan 100.000 TL etmekte ise ortalama dükkan başında 20.000 TL`lik bir değer düşmektedir. Suç tarihinde dahi bu miktarlar kıymetli bir dükkan için az ise de sanığın her bir dükkanın bedeli ödendikten sonra tapuyu almamış olması da izahata muhtaçtır.

Sanık senetleri farklı farklı kişilere doldurttuğunu söylemektedir. Herhangi bir yakınına çalışanına veya aynı komşusuna doldurma imkanı var iken farklı farklı ve tanımadığı kişilere doldurtmuş olması sanki bu işe tarafsız tanık arıyor gibi görüntü arz etmektedir. Tanık … borçlunun senedi huzurunda imzalayıp imzalamadığını hatırlamadığını beyan etmektedir. Tanık … müştekinin dükkanları sanık …‘a sattığına dair ifade vermiş ise de dükkanların peşin mi yoksa veresiye mi satıldığı konusunda ifadeleri arasında çelişkiler bulunduğu, icra yoluyla satılan bir gayri menkulü bu tanığın satın aldığı dikkate alındığında sanık ile bir menfaat ilişkisi olabileceği düşünülerek beyanına itibar edilmemiştir. tanık … senedi doldurduğunu, ancak bu sırada borçlu Ahmet Öner`in hazır olmadığını ifade etmiştir. Tanık … sanığın ricasıyla senetleri doldurduğunu, sanığın küçük bir kağıda kendi adını ve borçlunun adını yazarak bu isimleri senede yazdırdığını, bu sırada kapı önünde oturan birisi olduğunu ve sanığın o kişiyi … olarak belirttiğini ifade etmiştir. Ancak bu tanığın dediğine göre dışardaki şahıs içeri girmemiş olup kendisiyle ilgili bir senet düzenlenirken hazır olmaması dükkanda olmasına rağmen isminin bir kağıda yazılıp senede geçirilmesi mantıklı gelmemiştir. Üstelik bu tanık ilk kez 8 yıl önce ve dükkan dışında gördüğü müştekiyi 2. kez duruşmada gördüğü halde tanıdığını beyan etmiş, bu hususta mahkememizce inandırıcı bulunmamıştır. Bu itibarla sanığın kendisiyle menfaat ilişkisi bulunan bir takım kişilere bu senetleri doldurduğu gibi müştekiyi tanımayan tarafsız görünümlü bir takım kişilere müştekinin yokluğunda senetleri doldurtarak gerçek alacak-borç ilişkisi gibi göstermeye çalışmış, ancak hiçbir tanığın müşteki ve sanığın birlikte geldilerine, huzurunda senedi doldurması istediklerine ve ortaya konulan rakamı onaylayarak huzurunda senedi birlikte imzaladıklarına dair bir beyanının olmaması hepsinin doğru düzgün müştekiyi görmemeleri ve müştekinin senedi imzaladıklarını da görmemeleri şüphe çekmektedir.

Müşteki tanıkları … ve …`in beyanlarına göre ise müştekinin o tarihlerde borcu bulunmayıp malını toptan satması için bir sebebi olmadığı gibi olayın hemen sonrasında her iki tanığa da durumu intikal ettirmiştir. Sanığın tefecilik yaptığı bu tanık beyanlarıyla da sabittir. Müşteki ise tefecinin ağına düşen yaşlı ve korkutulmuş bir insandır. Hiç ihtiyacı yokken son derece değerli gayri menkullerini bir anda elden çıkarmak istemesi üstelik veresiye satmış olması ve bu satışla ilgili hiçbir protokolün düzenlenmemesi hayatın olağan akışına aykırıdır. Sanığın alışveriş tarzına yönelik iddiaları ise gayri ciddidir. Tüm bu hususlar müştekiye ait yüklü miktardaki senetleri elinde bulundurma sebebini izah edemeyen memleketinde tarla sattığını söylemesine rağmen bunu ispat edemediği gibi satmış olsa dahi niçin gayri menkullarin karşılığını peşin ödeyip tapusunu almadığını izah edemeyen tefecilikle iştikal ettiği dosya kapsamından anlaşılan sanığın savunmasına itibar edilmeyerek müştekinin beyanları sabit görülmüş, gasp suçundan cezalandırılmış dosyanın temyiz incelemesi sonucu Yargıtay 6. Ceza Dairesi sanığın beraatine karar verilmesi gerektiğinden bahisle kararı bozmuştur.

Mahkememiz bozma kararına uymamıştır. Şöyle ki ;

Yukarıda bahsedildiği üzere Turgutlu İlçesi gibi gayrimenkullerin kıymetli olduğu bir ilçenin merkezi yerinde 5 tane değerli dükkanın aynı anda satışa çıkarılması izaha muhtaç bir husustur.

Müştekinin bu gayrimenkulleri rahatlıkla peşin satma imkanı var iken hiç görülmeyecek bir şekilde taksitle satmış olması inandırıcı bir durum olmayıp sanığın taksit taksit ödediği rakam için senet aldığı iddialarının elinde her hangi bir hukuki gerekçe olmaksızın bulundurduğu müştekiye ait senetleri açıklama gayretinden ibarettir.

Sanığın tefecilik yaptığı, müdafinin beyanı ile de sabit olup, bu amaçla dahi bu miktar alacaklı olduğunu ispatlayamamıştır. müştekinin bu kadar borçlu olması mümkün olmayıp, gerçekten büyük miktarlarda paraya ihtiyacı olsa dükkanlardan bir tanesini peşin satma durumu varken tefeciye bu kadar borçlanmış olması da anlamsızdır. Sanık tefeci olarak müştekiyi ağına düşürüp anlaşmalarının üzerinde senet almışsa bu durum dahi gasp suçunun oluşumuna engel değildir.

Müşteki senetleri boş olarak imzaladığını ifade etmektedir. Eğer bir takım tanıklar sanığın da ifade ettiği gibi senetleri doldurmuş ise , müşteki tarafından zorla imzalandıktan sonra da doldurmuş olabilirler. Esasen bu tanıklar yönünden zorla imzalatıldığında dair iddia ve dava olan senetler ile ilgili senetleri doldururken müştekinin imzasının olduğunu beyan etmeleri de kendilerinden beklenemez, bu tanıklar yönünden önemli olan husus hiç birisinin müştekinin sanık ile birlikte yanına gelip senetle ilgili birlikte beyanda bulunmadıkları ve hiç birisinin önünde müştekinin senedi imzalamadığı gerçeğidir.

Bozma ilamının giriş bölümünde belirtilen bonolar ile ilgili zorla alındığı iddialarının zamanında dile getirilmediğine ilişkin gerekçe samimiyetten uzaktır, yukarıda da değinildiği gibi, tefeciye bulaşmış ve borcunu ödeyememiş kişilerin bir takım boş senetler alınması üzerine hangi merciye gidip ne gibi şikayette bulunacağı muammadır, müşteki ayrıca korkudan şikayette bulunmadığını dile getirmiştir. Müşteki senetler ortaya çıktıktan ve icraya verildikten sonra elinden geldiğince yasal yollara müracaat etmiştir. Suçun mağduru olan kişi neden daha önce yasal yollara müracaat etmedi diye suçlanırken sanık konumundaki kişiye ayrı ayrı dükkanları alırken kendi ifadesine göre 82.000 TL ödemiş ve sözde 4 tane dükkanın bedelini müştekiye vermiş olmasına rağmen tapuyu almak için neden tüm ödemeyi beklediği, neden her bir dükkanın parası tamamlandığında tapuyu almadığı sorulmamıştır. Tefecilik yapan bir insanın yol yordam bilmediği bunu aklına getirmediği söylenebilir mi?

Bozma ilamında müştekinin çelişkili beyanlarda bulunduğundan bahsedilmektedir. Asliye Ceza Mahkemesindeki beyanında sanıktan 400 TL borç aldığını 200 TL faizi ile birlikte 600 TL ödediğini, mahkememizdeki beyanında ise 400 TL ye karşılık 400 TL ödediğini ve sanığın faiz almadığını söylediği belirtilmektedir. müştekinin yaşlılıktan heyecandan veya korkudan sanığın tefecilik yaptığını gösteren nitelikte faiz ödediğini belirtmemiş olması önemli değildir. Nitekim dosya kapsamından ve hatta vergi dairesince tefecilikle ilgili soruşturma geçirdiğini söyleyen müdafinin beyanından anlaşıldığı üzere sanığın tefecilik yaptığında bir tereddüt bulunmamaktadır. Bir tefecinin müştekiye iyilik olsun diye borç vermeyeceği de aşikardır. Bu durumda müşteki dükkanlarını sanığa satmış ondan peyder peyi para almakta ise neden sanıktan 400 TL borç alsın bu hiç bir şekilde kabulü mümkün olmayan bir husustur.

Bozma ilamında müştekinin ikinci çelişkisi olarak senetleri imzalarken boş olup olmadığı yönündeki beyanları zikredilmiştir. Müşteki kolluk anlatımlarında “senetlerde miktar ve tarih yazıp yazmadığına bakmadığını “Turgutlu Asliye Ceza Mahkemesindeki beyanında” senetlerin boş veya dolu olduğunu hatırlamadığını”, mahkememizdeki beyanında “tüm senetlerin boş olduğunu” belirttiğinden bahsedilmiştir. Bu cümlelerde müştekinin ifadelerinin samimiyetsiz olduğunu gösterecek derecede çelişki var mıdır? yok mudur? tekrar gözden geçirilmesi gerekir. 1932 d.lu olan, olayın heyecanı içeresinde değişik tarihlerde bir çok ifade vermek durumunda olan müştekinin senetlerin boşmu dolumu olduğunu hatırlamaması garipsenecek bir olay mıdır. Bu noktada tam çelişki olduğu dahi söylenemez şekildeki muallak cümlelerden müştekinin yalan söylediğimi ortaya çıkmaktadır?

Bozma ilamında bir takım tanık ifadelerinden bahsedilmiştir. Bunlar;

Tanık …`in aşamalarda değişen beyanıdır. … emniyet ifadesinde: Müştekinin sanığın kullandığı araçtan indiğini renginin solgun ve bitkin vaziyette olduğunu ne olduğunu sorduğunda kendisine silah zoru ile senet imzalattığını söylediğini, bunun üzerine şikayetçi olmasını tavsiye ettiğini belirtmektedir. Bu tanık Asliye Ceza Mahkemesindeki ifadesinde: Müşteki kendisine bir keresinde sanığın tehdit ettiğinden bahsettiğini, arabadan indiğini görmediğini ancak yorgun bir halinin olduğunu belirtmiştir. Aynı tanık mahkememizdeki beyanında ise: 2003 yılı Eylül ayında müştekiyi gördüğünde sanığın yanında olmadığında müştekinin de korkmuş bir hali bulunmadığını, ancak müştekinin kendisine sanık tarafından tehdit edilerek zorla senet alındığından bahsettiğini belirtmiştir. Bu ifadelerde kısmı çelişki bulunmakta ise de: çelişki sadece tanığın müştekiyi sanığın kullandığı araçtan inerken görüp görmediği ile ilgilidir. Sanığın müştekiye zorla senet imzalattığına dair müştekinin tanığa beyanına ilişkin tüm aşamalarda bir çelişki yoktur.

Tanık …‘in beyanlarını tanık … tarafından doğrulanmadığı ifade edilerek bu tanığın da beyanı çürütülmeye çalışılmış ise de: esasen müştekinin oğlu olan tanık İsmet’in ifadesi tek başına hükme esas alınmamıştır. Olayın çok fazla içinde olmamaya çalışan tanık Mustafa`nın beyanını daralttığı, hiç akla gelmemiştir.

Bozma ilamında devamla tanık beyanları ve dosya kapsamından tefecilik yaptığı anlaşılan sanığa suça konu bonoların boş olarak verildiği belirtilmektedir. Bir yandan yukarıda müştekinin 400 TL lik borca karşı faiz ödeyip ödemediğini çelişkili bulan Yargıtay dairesi burada sanığın tefecilik yaptığını kabul etmiştir. Bu durumda sanığın müştekiye ne kadar borç verdiği, anlaşmaların ne miktar üzerinde gerçekleştiği, 82.000 TL lik bir rakamın 1932 doğumlu olan müşteki tarafından borç olarak alındığını kabulündeki samimiyetsizlik sorgulanmamış, bu maksatla senetler boş olarak alınmış olsa dahi rıza ile verilip verilmediği ne şekilde doldurulduğu hiç irdelenmemiştir.

Bozma ilamında tanık …‘nın Asliye Ceza Mahkememsinde sanığı müştekiyi sıkıştırırken ve taksiye bindirirken gördüğünü belirtmiş olmasına rağmen 04.10.2005 günlü oturumda sanığı tanımadığını müştekinin yönlendirmesi ile o şekilde beyanda bulunduğunu söylediğinden bahsedilmektedir.1932 d.lu olan borçlu olup tefecinin ağına düştüğü kabul edilen müştekinin tanık Sebahattin`i yönlendirdiği düşünülürken bu tanığın tefeci olan sanık tarafından korkutularak veya başka bir sebeple ifade değiştirmeye zorlandığı hiç akla gelmemiş midir?

Bozma ilamında müştekinin ve gösterdiği tanıkların tutarsız ifadeleri karşısında sanığın aşamalardaki istikrarlı savunmasında ve bunu teyit eden tanık ifadelerinden bahsedilmektedir. Müşteki tefeci olan sanıktan bu kadar borç almış ve karşılığında senet vermiş ise, şimdi hangi amaç ve cesaret ile borcunu inkar etmektedir. Tefeci olduğu Yargıtay bozma ilamında dahi kabul edilen sanığın tüm aşamalarda tefecilik iddiasını reddetmesi karşısında savunmasının nasıl tutarlı ve samimi olduğu kabul edilmiştir anlaşılamamaktadır. Tutarlı denilen savunma 5 tane değerli dükkanı satın almak, bedelini küçük küçük rakamlar ile peyderpey ödemek, karşılığında da senet almak, parasını ödediği alda dükkanların tapusunu almamak, sözde müştekinin başka kişilere borçlu olduğunun öğrenilmesi üzerine 100.000 TL nin tamamı ödenmeden 82.000 TL ye rakam ulaşınca senetleri icraya koymaktır. Tutarlı denilen bu savunmanın inandırıcı ve samimi olduğu nasıl kabul edilmiştir anlaşılamamaktadır. Sözde bu tutarlı ifadeyi destekleyen tanıklar senetleri doldurduğunu söyleyen tanıklardır. Doldurmuş olabilirler ancak tanık Hasan Hüseyin ./..

Lombur’un müşteki dışarıda kapıda bekledi içeri girmedi gibi tuhaf beyanından sonra 8 yıl önce bir kez gördüğü müştekiyi duruşmada tanıdığına dair ilginç beyanı, tanık Nedim’in senetleri düzenleyip düzenlemediğine ve müştekinin huzurunda imzalayıp imzalamadığına ilişkin beyanı, tanık …‘nın sanık ile müşteki benim müşterimdi 2001 yılı yada 2002 yılında yanıma gelerek senet doldurmamı istediler derken müştekinin senedi imzalayıp imzalamadığını hatırlamadığını, görevsiz mahkemede sanıkla gelen kişinin müşteki olup olmadığını bilmediğine ( oysaki müşterisi olduğunu belirtmişti), 8 yıl sonraki ifade verdiği oturuma girerken müşteki işte bu diyerek müşteki Ahmet’i gösterdiklerine dair yanlı ve yönlendirildiğini ikrar eden beyanları, tanık …‘nin senetler yazıldığında borçlunun yanlarında olmadığına dair beyanları, tanık …‘in Asliye Ceza Mahkemesinde sanık ile müşteki arasında senet, taşınmaz veya para alış verişi konusunda bir bilgi ve duyumu olmadığını söylemesine rağmen sanık müdafisinin sorusu üzerine müştekinin 3-4 ay sonra gelip yerini Bedri Yavuz’a taksitle sattığını söylediğine ilişkin beyanları (ki emlakçı olan bu tanığın 3-4 ay son derece değerli dükkanlara müşteri bulamaması ve taksitle dükkan satışını tuhaf karşılamaması ayrıca emlakçı olduğunu söylemesine rağmen her hangi bir resmi makamda kaydının bulunmadığını belirtmesi dikkat çekicidir.) , tanık …`nın olayı sanıktan duyduğuna dair tek taraflı beyanı (ki bu tanıkta sanıktan borç aldığını ifade eden ve sanığın üzerinde baskı kurabileceği muhtemel kişilerden olan bir tanıktır), sanığın sözde tutarlı savunmasını destekleyen tanık ifadeleri olarak ortaya konulmuştur. Oysaki ne savunma ne bu tanık ifadelerinin hiç biri tutarlı gerçekçi ve samimi görülemez.

Sonuç olarak mahkememiz müştekiden 15 adet senet alması için gerçekçi hiç bir hukuki ilişkiyi ortaya koyamayan sanığı ticari hayatta hiç görülmemiş bir alış veriş iddiasını ciddi bulmamış, yukarıda izah edilen deliller ile desteklenen müşteki beyanlarına itibar etmiş, ortada müşteki tarafından zorla imzalatıldığı ifade edilen senetlerin bulunduğu ve senetler sebebiyle müştekinin gayrimenkullerini kaybettiği, tefeci olan sanığa da bu miktarda borcunun sübuta ermediği gibi sanığın yasal olarak hakkının çok çok ötesinde bir miktarı zorla aldığı senetler ile menfaatine geçirdiği ve böylece suça konu senetleri almak için müştekiye zor kullanarak gasp suçunu işlediği kabul edilmiştir” gerekçesi ile ilk hükümde direnilmesine karar verilmiştir.

Bu hükmün sanık savunmanı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “bozma” istekli 19.02.2014 gün ve 2014/54729 sayılı tebliğnamesi ile dosya Ceza Genel Kuruluna gönderilmişse de; ve geçici 10. maddesini düzenleyen, 02/12/2016 gün, 29906 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 36. maddesi uyarınca; “Direnme üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulu`na gelen ve henüz karara bağlanmamış olan dosyaların, öncelikle kararına direnilen Daire tarafından incelenmesinin zorunlu kılınması karşısında;

Yargıtay Ceza Genel Kurulu Başkanlığının 07/12/2016 gün, 2014/121 Esas ve 2016/1070 Karar sayılı kararı ile Dairemize gönderilen dosya, yeniden incelenerek değerlendirilmiş ve karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Oluş ve dosya kapsamına göre, sanığın üzerine atılı yağma suçu sübut bulmadığı halde, sanık hakkında suçun nitelendirilmesinde yanılgıya düşülmesi yerinde görülmediğinden bozulmasına dair;

Yargıtay 6. Ceza Dairesi 13.02.2013 gün 2012/ 9589 Esas ve 2013/2227 Karar sayılı kararı usul ve yasaya uygun bulunmakla, Manisa 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 30/12/2013 gün 2013/201 Esas ve 2013/487 Karar sayılı ilamındaki direnme kararı yerinde görülmediğinden,

CMK`nın 307/3. maddesi gereğince, mahkemenin direnme kararı konusunda karar verilmek üzere dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına İADESİNE, 07.02.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/6113 Karar : 2018/173 Tarih : 23.01.2018

  • CMK 307. Madde

  • Davaya Yeniden Bakacak Mahkemenin İşlemleri

Sanık hakkında Yargıtay bozma ilamından önce verilen, Beyoğlu 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 13.10.2009 tarih ve 2008/210 E, 2009/310 K sayılı kararında sonuç olarak 1 yıl hapis ve 400 TL adli para cezasına hükmedilmesi nedeniyle sanığın kazanılmış hakkı korunarak verilen temyize konu mahkumiyet hükmünde, 1 yıl hapis cezasının yanısıra 400,00 TL adli para cezasına hükmedilmesi gerektiğinin gözetilmemesi aleyhe temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamış, sanık hakkında kurulan hükümde TCK’nın 53. maddesinin 1. fıkrasındaki hak yoksunluklarının uygulanması hususunda bir karar verilmemişse de, anılan madde ve fıkrada belirtilen hak yoksunluklarının uygulanması hapis cezasına mahkumiyetin kanuni sonucu olup, 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesinin bazı bölümlerinin iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin 24/11/2015 tarihinde yürürlüğe giren 08/10/2015 gün ve 2014/140 esas, 2015/85 sayılı kararı da nazara alınarak bu maddede öngörülen hak yoksunluklarının uygulanması ve sanığın gözaltında geçirdiği sürenin TCK’nın 63. maddesi uyarınca cezasından mahsubuna karar verilmesinin infaz aşamasında gözetilmesi mümkün görülmüş; gerekçeli karar başlığında suç adının “Bilişim Sistemlerinin Kullanılması Suretiyle Hırsızlık” yerine, “Bilişim Sistemleri Banka veya Kredi Kurumlarının Araç Olarak Kullanılması Suretiyle Dolandırıcılık,” olarak yazılması ile cezayı aleyhe değiştirmeme ilkesi gereğince uygulama yapılırken, 5320 sayılı Yasa’nın 8. maddesi yollamasıyla halen yürürlükte bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 326/son maddesi yerine, 5271 sayılı CMK’nun 307/son maddesinin yazılması sonuca etkili olmayan ve mahallinde düzeltilmesi mümkün maddi hatalar olarak kabul edilmiştir.

Bozma üzerine yapılan duruşmaya, toplanan delillere, gerekçeye, hakimin kanaat ve takdirine göre sanığın temyiz itirazları yerinde olmadığından reddiyle hükmün istem gibi ONANMASINA, 23.01.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas: 2017/1034 Karar: 2018/101 Tarih: 14.03.2018

  • CMK 307. Madde

  • Davaya Yeniden Bakacak Mahkemenin İşlemleri

Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa muhalefet suçundan sanık …‘ın 5846 sayılı Kanunun 81/4, 43, 62,, 52/2-4,, 53, 54. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis ve 7.500 Lira adli para; 5846 sayılı Kanunun 81/4, 62, 52/2-4,, 53, 54. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis ve 5.000 Lira adli para; sanıklar … ve …‘ın 5846 sayılı Kanunun 81/4, 43, 62,, 52/2-4,, 53, 54. maddeleri uyarınca 1 yıl 15 gün hapis ve 1.660 Lira adli para; 5846 sayılı Kanunun 81/4, 62, 52/2-4,, 53, 54. maddeleri uyarınca 10 ay hapis ve 1.000 Lira adli para; sanık …‘ün 5846 sayılı Kanunun 81/4, 43, 62,, 52/2-4,, 53, 54. maddeleri uyarınca 1 yıl 15 gün hapis ve 1.660 Lira adli para cezası ile cezalandırılmalarına, hak yoksunluğuna ve müsadereye ilişkin İzmir 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Ceza Mahkemesince verilen 26.09.2008 gün ve 164-310 sayılı hükümlerin sanık …, sanıklar …, Kenan ve … müdafileri ile Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 7. Ceza Dairesince 14.05.2009 gün ve 1767-6608 sayı ile hükümlerin bozulmasına karar verilmiştir.

Yerel mahkemece 14.07.2009 gün ve 196-356 sayı ile; bozma nedenlerinden bir kısmına direnilerek, sanıkların mahkûmiyetlerine karar verilmiştir.

Bu hükümlerin de sanıklar Siraç ve Kenan ile sanıklar … ve … müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 21.12.2010 tarih, 34047 sayı ve “bozma” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilerek 31.05.2016 gün ve 101-289 sayı ile “İzmir 2. Fikrî ve Sınaî Haklar Ceza Mahkemesince verilen 14.07.2009 gün ve 196-356 sayılı direnme kararı, yeni hüküm niteliğinde olduğundan, dosyanın temyiz incelemesi yapılabilmesi amacıyla Yargıtay 7. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE” karar verilmiştir.

Yargıtay 7. Ceza Dairesince 18.01.2017 gün ve 18302-322 sayı ile; “İddianamedeki sevk ve nitelendirmeye, hükmün konusuna, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’na 6572 sayılı Kanun’un 27. maddesi ile eklenen geçici 14. maddesi ile Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun iş bölümüne ilişkin 19.01.2015 tarih ve 2015/8 sayılı kararlarına göre, temyiz inceleme görevinin Yargıtay Yüksek 19. Ceza Dairesine ait bulunduğu” gerekçesiyle görevsizlik kararı verilmiş,

Yargıtay 19. Ceza Dairesince ise 27.09.2017 gün ve 1802-7418 sayı ile; “02/12/2016 gün ve 29906 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Ceza muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 36. maddesiyle, 5271 sayılı CMK’nın 307. maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi değiştirilerek belirtilen fıkraya,

‘Direnme kararları, kararına direnilen daireye gönderilir. Daire mümkün olan en kısa sürede direnme kararını inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir. Direnme üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara karşı direnilemez’ cümleleri eklenmiş, aynı Kanun’un 38. maddesi ile de 5320 sayılı Ceza muhakemesi Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanuna;

Bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihinden önce verilen kararlarla ilgili Yargıtay ceza daireleri tarafından verilen bozma kararları üzerine mahkemelerce verilen direnme kararları, kararına direnilen daireye gönderilir. Daire mümkün olan en kısa sürede direnme kararını inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir, görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir” biçiminde geçici 10. maddenin eklenmesi üzerine, direnme üzerine Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gelen dosyanın, anılan madde uyarınca kararına direnilen Yargıtay 7. Ceza Dairesine gönderilmesinden sonra; her ne kadar Yargıtay 7. Ceza Dairesi tarafından; temyiz inceleme görevinin Dairemize ait olduğu kabul edilerek görevsizlik kararı verilmiş ise de;

Dairemizce yapılan inceleme sonucunda; yerel mahkemece verilen kararın yeni hüküm niteliğinde olup olmadığının tartışmalı olduğu, bu husustaki takdirin Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından yapılmasının daha uygun olacağı…” gerekçesiyle dosyanın Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiştir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunca 31.05.2016 gün ve 101-289 sayı ile yerel mahkemece kurulan son mahkûmiyet hükümlerinin direnme kararı niteliğinde olmayıp, önceki mahkûmiyet hükümlerinde yer almayan ve Özel Daire denetiminden geçmemiş olan yeni ve değişik gerekçelerle kurulmuş hükümler olması nedeniyle, yerel mahkemenin son uygulamasının direnme kararı olmayıp yeni hüküm niteliğinde olması karşısında, dosyanın temyiz incelemesi yapılmak üzere Özel Daireye gönderilmesine karar verilmiş olup,

Özel Dairesince temyiz incelemesi yapılması yerine, 27.09.2017 gün 1802-7418 sayı ile dosyanın sehven Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderildiği anlaşılmakla,

Dosyanın temyiz incelemesi yapılmak üzere İNCELENMEKSİZİN YARGITAY 19. CEZA DAİRESİNE İADESİNE, 14.03.2018 tarihinde karar verildi.


YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ Esas: 2016/2977 Karar: 2018/118 Tarih: 22.01.2018

  • CMK 307. Madde

  • Davaya Yeniden Bakacak Mahkemenin İşlemleri

Dairemizin 17.11.2014 gün ve 3024-5248 sayılı kararı ile sanıklar … ve … hakkında mağdur …‘ı tasarlayarak öldürmeye teşebbüs suçundan kurulan hükümlerin,

“Oluşa ve dosya kapsamına göre; sanık … ile evli olan sanık …‘nun, olaydan yaklaşık 3 ay kadar önce internet üzerinden tanıştığı mağdur … ile görüşmeye başladığı, daha sonra mağdur ile cinsel ilişkiye girdiği, mağdur …‘nın, bu durumu kullanarak “eşine söyleyeceğim” diyerek para istediği, sanık …‘nun da eşine söylenmesinden korktuğu için ve geri ödemesi koşuluyla toplam 9.000,00 TL para verdiği, mağdurun, parayı istemesine rağmen sanık …‘ya geri ödemediği, bu ilişkiden haberdar oldktan sonra psikiyatrik tedavi gören sanık …‘in, olay günü sanık … ile birlikte olay yerine geldiği, sanık …‘nun, mağduru, büfeci Yılmaz’ın cep telefonundan arayarak olay yerine çağırdığı, sanık …‘in de olay yerine gelen mağdura tabanca ile dört el ateş ederek sağ lomber ve sağ uyluk bölgelerinden toplam iki isabetle karaciğer yaralanmasına, yaşamsal tehlike geçirmesine sebebiyet verdiği olayda;

a) Sanıklar hakkında 5237 sayılı 13 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası öngören ile yapılan uygulama sırasında, zararın ağırlığına göre alt ve üst sınırlar arasında makul bir ceza tayini yerine, 15 yıl hapis cezası verilerek eksik ceza tayini,

b) Diğer sanık … ile birlikte gelerek mağduru olay yerine çağıran sanık …‘nun, eylemi diğer sanık …‘in tasarlayarak öldürmeye teşebbüs eylemini kolaylaştırdığı ve suça yardım niteliğinde bulunduğu gözetilmeksizin yazılı şeklide asli fail olarak cezalandırılmasına karar verilmesi,

c) Mağdurdan kaynaklanan ve sanık …‘e yönelen davranışların ulaştığı boyut dikkate alınarak, haksız tahrikten dolayı indirim öngören 29. maddesi uyarınca yapılan uygulama sırasında, makul oranda indirim yapılması yerine yazılı şekilde 1/4 oranında indirim yapılarak fazla ceza tayini,

d) Sanık … hakkında, haksız tahrik hükümlerini düzenleyen 29. maddesi uyarınca hükmolunan cezada asgari oranda indirim yapılması gerektiğinin gözetilmemesi” gerekçeleriyle bozulduğu, bozma kararı üzerine yerel mahkemece eski hükümde direnilmesine karar verildiği görülmekle, 6763 sayılı Kanunla değişik 5271 sayılı CMK’nun 307. maddesinin üçüncü fıkrasının ikinci cümlesi uyarınca yapılan incelemede Dairemizce verilen bozma kararının usul ve yasaya uygun olduğu görülmekle, dosyanın Yargıtay Ceza Kurulunca incelenmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 22/01/2018 gününde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 12. CEZA DAİRESİ Esas: 2016/4219 Karar: 2018/300 Tarih: 11.01.2018

  • CMK 307. Madde

  • Davaya Yeniden Bakacak Mahkemenin İşlemleri

Taksirle yaralama suçundan sanığın mahkumiyetine ilişkin hüküm, sanık müdafii tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Bozma ilamına uyularak yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre; sanık müdafiinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 23.11.2010 tarih ve 7/191-227 sayılı kararında “ Hükmün aleyhe bozulması halinde davaya yeniden bakacak mahkemece, sanıktan bozmaya karşı diyeceğinin sorulması 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 1412 Sayılı 326 ve 5271 sayılı TCK’nın 307/2. maddeleri uyarınca zorunludur. Savunma hakkının sınırlandırılamayacağı ilkesine dayanan bu zorunluluk uyarınca, sanığa, bozmada belirtilen ve aleyhinde sonuç doğuracak olan hususlarda beyanda bulunma, kendisini savunma ve bu konudaki kanıtlarını sunma olanağı tanınmalıdır.” hususlarına yer verilmiş olup; somut olayda davaya yeniden bakan mahkemece bozma üzerine yapılan yargılamada, Dairemiz’in 2014/22019- 2015/14519 sayılı ve 05.10.2015 tarihli bozma kararı sanık aleyhine olmasına rağmen, usulüne uygun bozma ilamı ekli davetiye ile çağrıldığı duruşmaya gelmeyen sanığın duruşmaya katılımı sağlanıp bozmaya karşı diyeceklerinin sorulmaması suretiyle, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracak şekilde 1412 326 ve 5271 sayılı CMK’nın 307. maddelerinin ihlal edilmiş bulunması;

Kanuna aykırı olup, sanık müdafinin temyiz itirazları bu nedenle yerinde görüldüğünden, hükmün sair yönler incelenmeksizin 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 1412 sayılı 231. maddesi gereğince isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 11.01.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS