Dinleme ve Okumadan Sonra Diyeceğin Sorulması
CMK Madde 215
(1) Suç ortağının, tanığın veya bilirkişinin dinlenmesinden ve herhangi bir belgenin okunmasından sonra bunlara karşı bir diyecekleri olup olmadığı katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine sorulur.
CMK Madde 215 Gerekçesi
Maddeye göre, tanığın, bilirkişinin veya sanığın suç ortağının dinlenmesinden veya herhangi bir belgenin okunmasından sonra Cumhuriyet savcısına, hazır bulunuyorsa katılana, sanığa ve avukatına, söylenenlere karşı diyecekleri sorulacaktır.
Madde, ceza davasının adil yargılama ilkesini güçlendiren yeni bir katkı olarak kabul edilmelidir.
CMK 215 (Dinleme ve Okumadan Sonra Diyeceğin Sorulması) Emsal Yargıtay Kararları
YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/1263 Karar : 2017/16133 Tarih : 31.05.2017
-
CMK 215. Madde
-
Dinleme ve Okumadan Sonra Diyeceğin Sorulması
Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle, başvurunun süresi ve kararın niteliği ile suç tarihine göre dosya görüşüldü:
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;
1-Katılanın 22.11.2012 tarihinde kendisine usulsüz tebligat yapılarak icra takibinin kesinleştirilmesi nedeniyle yaptığı şikayet sırasında Cumhuriyet Başkanlığında beyanı alırken 2009 yılı içinde icra satışı sırasında sanığın, kendisini “bu sahanın bize geçmesine mani olma seni öldürürüm” biçimindeki sözlerle tehdit ettiğini belirtmesi üzerine davaya konu soruşturmanın başladığı ve bu soruşturmada, tanık …‘nun 2015 yılında alınan beyanında, olayın yaklaşık 4-5 yıl önce gerçekleştiğini belirtmesi karşısında, tanık beyanının bu olay ile ilgili olup olmadığının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde saptanarak sonucuna göre hüküm kurulması gerektiğinin gözetilmemesi,
2-Soruşturma evresindeki beyanı ile katılanın anlatımlarını görgüye dayalı bilgisi ile doğruladığı anlaşılan ve kovuşturma aşamasında da dinlenmesine karar verilen ancak araştırmalara rağmen bulunamaması nedeniyle dinlenilemediği görülen tanık Ziya Dikkart’ın CMK’nın 211. maddesi gereğince kolluktaki beyanı okunarak anılan Kanunun 215. maddesine göre işlem yapılmadan eksik inceleme sonucu hüküm kurulması,
3-Sanığın eyleminin TCK’nın 106/1-1. cümlesi kapsamında olduğunun kabulü halinde ise;
02/12/2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanunun 34. maddesiyle değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesi ve maddeye eklenen fıkraya göre uzlaşma hükümleri yeniden düzenlenmiş ve sanığa isnat edilen TCK’nın 106/1. maddesi kapsamındaki tehdit suçunun uzlaştırma kapsamında bulunduğu anlaşılmış olmakla, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 2 ve 7. maddeleri de gözetilerek, uzlaştırma işlemi uygulanarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun bu kapsamda tekrar değerlendirilip belirlenmesinde zorunluluk bulunması,
Bozmayı gerektirmiş, O Yer Cumhuriyet Savcısı ve katılan …‘in temyiz itirazları bu nedenle yerinde görülmüş olduğundan, diğer yönleri incelenmeksizin HÜKMÜN 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 321. maddesi uyarınca BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 31.05.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ Esas : 2008/6500 Karar : 2010/5104 Tarih : 1.07.2010
-
CMK 215. Madde
-
Dinleme ve Okumadan Sonra Diyeceğin Sorulması
Veysel D.’i kasten öldürmekten sanık Barış K.’ın yapılan yargılanması sonunda, hükümlülüğüne ilişkin İzmir Yedinci Ağır Ceza Mahkemesinden verilen 16/01/2008 gün ve 211/01 sayılı hüküm resen temyize tabi olmakla beraber Yargıtay`ca incelenmesi sanık müdafi tarafından da istenilmiş olduğundan dava dosyası C.Başsavcılığından tebliğname ile Dairemize gönderilmekle: incelendi ve aşağıdaki karar tespit edildi.
Hükme esas alınan otopsi raporunun duruşmada açıkça okunup sanık ve müdafiden diyeceklerinin sorulmaması suretiyle CMK.nun 209 ve 215 maddelerine aykırı davranılması,
SONUÇ:
Usule aykırı ve sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, sair cihetleri incelenmeksizin, öncelikle bu nedenle resen de temyize tabi hükmün tebliğnamedeki düşünce gibi CMUK.nun 321 maddesi uyarınca ( BOZULMASINA ), oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas : 2008/8558 Karar : 2008/15780 Tarih : 10.07.2008
-
CMK 215. Madde
-
Dinleme ve Okumadan Sonra Diyeceğin Sorulması
Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre sanıklar Haldun ve Cenk hakkında Telekom-Turkcell davasıyla ilgili Ankara Yedinci Asliye Hukuk Mahkemesi ve sanık Galip`in Ankara Yedinci Asliye Ticaret Mahkemesi yargıçları üzerinde gerçekleştirdikleri iddia olunan eylemleri nedeniyle bir karar verilmemiş ise de, zamanaşımı süresince hüküm kurulabileceği anlaşılarak yapılan incelemede;
Anayasa’nın 141, 5271 sayılı CMK’nın 34, 230 ve 5320 sayılı Yasa’nın 8. maddesi aracılığıyla 1412 sayılı CMUK’nın 308/7. maddeleri uyarınca mahkeme kararlarının sanıkları, mağdurları, C.savcısını ve herkesi inandıracak ve Yargıtay denetimine olanak verecek biçimde olması, Yargıtay`ın gerekçelerde tutarlılık denetimi yapması ve gerekçelerde disiplin işlemini yerine getirmesi için, kararın dayandığı iddia ve savunmada ileri sürülen görüşler ile delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi, bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gerekçeye yansıtılmasının gerekmesine karşın;
Yerel mahkeme kararında, iddia ve savunmada ileri sürülen görüşlere yer verilmediği,
Suç tarihinde yürürlükte bulunan 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu’nun iletişimin dinlenmesi veya tespitini düzenleyen 2. maddesinde “Bu Kanunda öngörülen suçları işleme veya bunlara iştirak yahut işlendikten sonra faillere her ne suretle olursa olsun yardım veya aracılık veya yataklık etme kuşkusu altında bulunan kimselerin kullandıkları telefon, faks ve bilgisayar gibi kablolu, kablosuz veya diğer elektromanyetik sistemlerle veya tek yönlü sistemlerle alınan veya iletilen sinyalleri, yazıları, resimleri, görüntü veya sesleri ve diğer nitelikteki bilgileri dinlenebilir veya tespit edilebilir … “ hükmüne yer verildiği, devam eden fıkralarında karar mercii, süresi ve koşullarının düzenlendiği, 4422 sayılı Kanun’u yürürlükten kaldıran 5271 sayılı CMK’nın 135. maddesi ile “iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması” başlığı ile yapılan düzenlemede, söz konusu tedbirin uygulanmasının maddede öngörülen suçlarla sınırlı tutulduğu, suça ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilme olanağının bulunmaması koşuluna bağlanarak, dinlemenin yöntem ve esaslarının gösterildiği, 10.11.2005 tarihinde 25989 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren “Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan iletişimin Tespiti, Dinlenmesi, Sinyal Bilgilerinin Değerlendirilmesi ve Kayda Alınmasına Dair Usul ve Esaslar ile Telekomünikasyon iletişim Başkanlığının Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Yönetmelik” ve sonradan 14.02.2007 tarih 26434 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren yönetmelik hükümlerinde ayrıntıların saptandığı, T.C. Anayasası’nın özel hayatın gizliliği ve haberleşme hürriyetini düzenleyen 20 ve 22. maddeleri ve Türkiye’nin de tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi`nin B. maddesi ile koruma altına alınan haberleşme hakkının ihlali suretiyle delil elde edilmesi ancak kanunla belirlenen yöntem ve esaslara uyulması koşuluyla hukuka uygun sayılacağı öngörüldüğü halde, hükümlülük kararında kanıt olarak kabul edilen iletişimin tespitine dair belgelerin yasal dayanağını oluşturan kararların dosyaya getirtilip duruşmada okunmadığı, iletişimin tespitinin kim hakkında, hangi suça ilişkin olarak ve hangi süreyle gerçekleştirildiği, hukuka uygun ya da aykırı olarak elde edilip edilmediği hususlarının tartışılıp değerlendirilerek gerekçeye yansıtılmadığı,
Suç tarihinde 765 sayılı TCK’nın 232. maddesi yürürlükte iken, sonradan 5237 sayılı TCK’nın 277. maddesinin yürürlüğe girmesi karşısında, 5237 sayılı TCK’nın 7/2 ve 5252 sayılı Yürürlük Yasası’nın 9/3. maddeleri uyarınca, ilgili yasa hükümlerinin somut olaya ayrı ayrı ve bütünüyle uygulanarak ortaya çıkan sonuçlar birbirleriyle karşılaştırılıp sonuç olarak hangi yasa maddesinin sanıklar yararına olduğu denetime olanak verecek biçimde hükmün gerekçesinde gösterilmeden, yalnızca maddelerde öngörülen cezalar değerlendirilerek 5237 sayılı TCK`nın 277. maddesinin uygulandığı, sanıkların sergiledikleri rahat, pervasız tavırları nedeniyle yasanın öngördüğü cezanın alt sınırdan belirlenmesinin adil ve caydırıcı olmayacağının düşünüldüğü belirtilmesine karşın, cezaların hükümlülük kararlarının birinde iki yıl altı ay, diğerlerinde ise üç yıl hapis olarak farklı biçimde Uygulanması nedenlerinin açıklanmadığı,
Sanık Özgün`ün OB.05.2007 günlü dilekçesinde iletişimin tespitiyle ilgili bilirkişi incelemesi yaptırılmasının istenmesine karşın bu hususta bir karar verilmeyerek savunma hakkının sınırlandırıldığı,
Her ne kadar 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 4/2. maddesinde, CMK’nın yürürlüğe girmesinden önce soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yapılmış olan işlem ve kararların hukuki geçerliliklerini sürdüreceği öngörülmüş ise de, CMK’nın 7. maddesinin, yenilenmesi mümkün olmayanlar dışında, görevli olmayan hakim veya mahkemece yapılan işlemlerin hükümsüz olacağına dair hükmü ile CMK’nın 217. maddesinin yargıcın, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabileceği kuralı ve CMK’nın doğrudanlık, yüz yüzelik ve sözlülük ilkeleri karşısında yürürlük yasasının anılan maddesinin uygulama olanağının bulunmadığı, görevsiz Ankara Onbirinci Ağır Ceza Mahkemesi’nde sorgusu yapılan sanık Haldun’un duruşmaya çağrılmasına ve kendisine iddianame yerine geçen görevsizlik kararı okunmasına karşın CMK’nın 147 ve 191. maddeleri uyarınca açıklamada bulunmaya hazır olduğunu bildirdiğinde yöntemince sorgusunun yapılmadığı ve yine görevsiz mahkemede dinlenen tanıkların adil bir yargılama için tekrarlanma olanağı bulunduğu halde yeniden dinlenmedikleri gibi, anlatımları da duruşmada okunup değerlendirilmediği, istinabe yoluyla dinlendikleri anlaşılan tanıklar Erdal, H.İbrahim ve Oğuz`un ifade tutanakları dosya içerisinde bulunmamasına karşın, anlatımlarına dayanarak hükümlülük kararı verildiği,
Yargı görevi yapanı etkileme suçunun, 5237 sayılı TCK’nın 277. maddesine göre, yargı görevi yapanlara emir verilmesi veya baskı yapılması veya nüfuz icra edilmesi veya her ne surette olursa olsun hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs edilmesi halinde, suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK`nın 232. maddesine göre ise, sahabet veya garaz ve menfaate müsteniden hakimlere emir ve tahaküm veya nüfuz veya iltimas etme suretiyle oluşacağı gözetildiğinde, kendilerine nüfuz edildiği kabul edilen görevli yargıçların olayla ilgili bilgileri olacağı açık olduğu halde, tamamının tanık olarak dinlenmedikleri,
CMK’nın 232. maddesinin 7. fıkrasının açık hükmüne karşın gerekçeli kararın mühürlenmediği, sanıklar Cenk, Galip ve Özgün`ün adli sicil kayıtlarının dosyaya getirtilmediği, Anlaşılmıştır.
Bu durumlar karşısında;
1 - CMK`nın 230/1. maddesi uyarınca gerekçeli kararda iddia ve savunmada ileri sürülen görüşlerin gösterilmesi;
2- CMK`nın 135, 206/2-a, 230/2 ve 217. maddeleri gereğince iletişimin tespitine dair kararların dosya içerisine konulması ve duruşmada okunmak suretiyle delillerin hukuka uygun ya da aykırı olup olmadıklarının tartışılıp değerlendirilmesi,
3- 5237 sayılı TCK’nın 7/2, 5252 sayılı Yürürlük Kanunu’nun 9/3. maddeleri uyarınca, suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı Kanun ile sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı Kanun`un hangisinin sanıklar yararına olduğunun yöntemine uygun olarak tartışılması,
4- 765 sayılı TCK’nın 29 ve 5237 sayılı TCK`nın 61. maddesi uyarınca, kurulan hükümlerde temel ceza belirlenirken farklı cezalar öngörülmesi nedenlerinin açıklanması,
5- CMK’nın 177. maddesi uyarınca sanık Özgün`ün bilirkişi incelemesi yaptırılması konusundaki isteği hakkında karar verilmesi,
6- Yargı görevlerinin etkilenmesine kalkışılan Neşter davasında tahliye kararı veren Ankara İki Nolu DGM Yargıçları, Hayat Bilgisi davasında görev yapan İstanbul Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi Yargıcı, Santral davasının görüldüğü Ankara Onuncu İdare Mahkemesi Yargıçları ve Pasaparola ve Pazar Yıldızı davasında Ankara Altıncı Asliye Ticaret Mahkemesi Yargıçlarının tanık olarak dinlenerek kanıtların birlikte değerlendirilmesi,
7- CMK’nın 7, 209, 215, 217 ve doğrudanlık, yüz yüzelik, sözlülük ilkeleri ile Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 06.05.2008 gün 90-100 sayılı kararı uyarınca, sanık Haldun’un yöntemince sorgusunun yapılması ve görevsiz mahkemede dinlenen tanıkların yeniden dinlenmeleri, istinabe yoluyla dinlenen tanıklar Erdal, H.İbrahim ve Oğuz`un anlatımlarına ilişkin tutanakların dosya içerisine konulması,
8- CMK`nın 232/7. maddesi uyarınca gerekçeli kararın mühürlenmesi,
9- Sanıklar Cenk, Galip ve Özgün`ün adli sicil kayıtlarının dosyaya getirtilmesi,
Gerekirken eksik soruşturma ve yetersiz gerekçeyle hükümler kurulması,
Bozmayı gerektirmiş ve sanık Haldun müdafii ile sanıklar Cenk, Galip ve Özgün`ün temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnamedeki onama düşüncesinin reddiyle başkaca yönler incelenmeksizin HÜKÜMLERİN ( BOZULMASINA ), yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine ( GÖNDERİLMESİNE ), oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY 11. CEZA DAİRESİ Esas : 2006/4401 Karar : 2007/237 Tarih : 25.01.2007
-
CMK 215. Madde
-
Dinleme ve Okumadan Sonra Diyeceğin Sorulması
Başkasına ait malda mülkiyet iddia etmek suçundan sanıklar M… ve S…‘nin yapılan yargılamaları sonunda: Beraatlerine dair SAFRANBOLU Sulh Ceza Mahkemesinden verilen 09.09.2005 gün ve 2005/183 Esas, 2005/210 Karar sayılı hükmün süresi içinde Yargıtay`ca incelenmesi katılan tarafından istenilmiş olduğundan dava evrakı C. Başsavcılığının bozma isteyen 18.6.2006 tarihli tebliğnamesi ile daireye gönderilmekle incelenerek gereği görüşüldü:
Şikayetçinin kamu davasına katılma talebi hakkında 1.7.2005 günlü celsede karar verilmiş olduğundan tebliğnamedeki ( 1 ) nolu bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.
1-Sanıklara yüklenen suçun şikayete tabi olması karşısında 5271 Sayılı CMK. nun 253, 254. maddeleri uyarınca uzlaşma hükümlerinin öncelikle uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi,
2-Davaya katılma talebi ile ilgili olarak duruşmada hazır bulunan sanıklardan diyecekleri sorulmadan katılma kararı verilerek CMK. nun 238/3. maddesine aykırı davranılması,
3-Hazır bulunan katılana, tanık beyanlarına karşı diyeceği sorulmayarak CMK. nun 215 ve delillerin tartışılması sırasında söz verilmeyerek aynı kanunun 216. maddesine muhalefet edilmesi,
Yasaya aykırı, katılanın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebeplerden dolayı 5320 Sayılı Yasanın 8/1. maddesi gereğince uygulanması gereken 1412 Sayılı CMUK. nun 321. maddesi uyarınca istem gibi ( BOZULMASINA ), oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY 22. CEZA DAİRESİ Esas: 2015/4646 Karar: 2015/7879 Tarih: 26.11.2015
-
CMK 215. Madde
-
Dinleme ve Okumadan Sonra Diyeceğin Sorulması
Yerel Mahkemece verilen hükümler temyiz edilmekle, kararların nitelik, cezaların türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:
A-Sanık M.. A.. hakkında kurulan hükmün temyiz incelemesinde;
Yapılan duruşmaya, toplanan delillere, gerekçeye, hakimin kanaat ve takdirine göre sanık M.. A..’ün temyiz itirazları yerinde olmadığından reddiyle hükmün istem gibi ONANMASINA,
B-Sanık E.. A.. hakkında kurulan hükmün temyiz incelemesinde;
1-09.03.2010 tarihli karar duruşmasında hazır bulunan sanık E.. A.. ve müdafiine birlikte son söz hakkı verildiği halde yalnızca müdafiinin beyanının alınması ve 28/07/2008 tarihli resen açılan celse de, müşteki ve sanık M.. A..’ün alınan beyanları sanığa okunup diyecekleri sorulmadan hüküm kurulmak suretiyle 5271 sayılı CMK’nın 215/1,, 216/3. maddesine aykırı davranılarak savunma hakkının kısıtlanması,
2-27/09/2007 olan suç tarihinin gerekçeli karar başlığında 28/09/2007 olarak gösterilmiş olması;
Sonuç: Bozmayı gerektirmiş,sanık E.. A.. müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan diğer yönleri incelenmeyen hükmün, bu sebeplerden dolayı isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 26/11/2015 gününde oybirliği ile, karar verildi.
YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas: 2007/8558 Karar: 2008/15780 Tarih: 10.07.2008
-
CMK 215. Madde
-
Dinleme ve Okumadan Sonra Diyeceğin Sorulması
Karar: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi. Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre sanıklar Haldun ve Cenk hakkında Telekom-Turkcell davasıyla ilgili Ankara Yedinci Asliye Hukuk Mahkemesi ve sanık Galip’in Ankara Yedinci Asliye Ticaret Mahkemesi yargıçları üzerinde gerçekleştirdikleri iddia olunan eylemleri nedeniyle bir karar verilmemiş ise de, zamanaşımı süresince hüküm kurulabileceği anlaşılarak yapılan incelemede;
Anayasa’nın 141,Anayasa’nın 141, 5271 sayılı CMK’nın 34,, 230 ve 5320 sayılı Yasa’nın 8. maddesi aracılığıyla 1412 sayılı CMUK’nın 308/7. maddeleri uyarınca mahkeme kararlarının sanıkları, mağdurları, C.savcısını ve herkesi inandıracak ve Yargıtay denetimine olanak verecek biçimde olması, Yargıtay’ın gerekçelerde tutarlılık denetimi yapması ve gerekçelerde disiplin işlemini yerine getirmesi için, kararın dayandığı iddia ve savunmada ileri sürülen görüşler ile delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi, bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gerekçeye yansıtılmasının gerekmesine karşın;
Yerel mahkeme kararında, iddia ve savunmada ileri sürülen görüşlere yer verilmediği,
Suç tarihinde yürürlükte bulunan 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu’nun iletişimin dinlenmesi veya tespitini düzenleyen 2. maddesinde Bu Kanunda öngörülen suçları işleme veya bunlara iştirak yahut işlendikten sonra faillere her ne suretle olursa olsun yardım veya aracılık veya yataklık etme kuşkusu altında bulunan kimselerin kullandıkları telefon, faks ve bilgisayar gibi kablolu, kablosuz veya diğer elektromanyetik sistemlerle veya tek yönlü sistemlerle alınan veya iletilen sinyalleri, yazıları, resimleri, görüntü veya sesleri ve diğer nitelikteki bilgileri dinlenebilir veya tespit edilebilir … hükmüne yer verildiği, devam eden fıkralarında karar mercii, süresi ve koşullarının düzenlendiği, 4422 sayılı Kanun’u yürürlükten kaldıran 5271 sayılı CMK’nın 135. maddesi ile iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması başlığı ile yapılan düzenlemede, söz konusu tedbirin uygulanmasının maddede öngörülen suçlarla sınırlı tutulduğu, suça ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilme olanağının bulunmaması koşuluna bağlanarak, dinlemenin yöntem ve esaslarının gösterildiği, 10.11.2005 tarihinde 25989 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Tespiti, Dinlenmesi, Sinyal Bilgilerinin Değerlendirilmesi ve Kayda Alınmasına Dair Usul ve Esaslar ile Telekomünikasyon iletişim Başkanlığının Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Yönetmelik ve sonradan 14.02.2007 tarih 26434 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren yönetmelik hükümlerinde ayrıntıların saptandığı, T.C. Anayasası’nın özel hayatın gizliliği ve haberleşme hürriyetini düzenleyen 20, 22. maddeleri ve Türkiye’nin de tarafı olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin B. maddesi ile koruma altına alınan haberleşme hakkının ihlali suretiyle delil elde edilmesi ancak kanunla belirlenen yöntem ve esaslara uyulması koşuluyla hukuka uygun sayılacağı öngörüldüğü halde, hükümlülük kararında kanıt olarak kabul edilen iletişimin tespitine dair belgelerin yasal dayanağını oluşturan kararların dosyaya getirtilip duruşmada okunmadığı, iletişimin tespitinin kim hakkında, hangi suça ilişkin olarak ve hangi süreyle gerçekleştirildiği, hukuka uygun ya da aykırı olarak elde edilip edilmediği hususlarının tartışılıp değerlendirilerek gerekçeye yansıtılmadığı,
Suç tarihinde 765 sayılı TCK’nın 232. maddesi yürürlükte iken, sonradan 5237 sayılı TCK’nın 277. maddesinin yürürlüğe girmesi karşısında, 5237 sayılı TCK’nın 7/2 ve 5252 sayılı Yürürlük Yasası’nın 9/3. maddeleri uyarınca, ilgili yasa hükümlerinin somut olaya ayrı ayrı ve bütünüyle uygulanarak ortaya çıkan sonuçlar birbirleriyle karşılaştırılıp sonuç olarak hangi yasa maddesinin sanıklar yararına olduğu denetime olanak verecek biçimde hükmün gerekçesinde gösterilmeden, yalnızca maddelerde öngörülen cezalar değerlendirilerek 5237 sayılı TCK’nın 277. maddesinin uygulandığı, sanıkların sergiledikleri rahat, pervasız tavırları nedeniyle yasanın öngördüğü cezanın alt sınırdan belirlenmesinin adil ve caydırıcı olmayacağının düşünüldüğü belirtilmesine karşın, cezaların hükümlülük kararlarının birinde iki yıl altı ay, diğerlerinde ise üç yıl hapis olarak farklı biçimde Uygulanması nedenlerinin açıklanmadığı,
Sanık Özgün’ün 08.05.2007 günlü dilekçesinde iletişimin tespitiyle ilgili bilirkişi incelemesi yaptırılmasının istenmesine karşın bu hususta bir karar verilmeyerek savunma hakkının sınırlandırıldığı,
Her ne kadar 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 4/2. maddesinde, CMK’nın yürürlüğe girmesinden önce soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yapılmış olan işlem ve kararların hukuki geçerliliklerini sürdüreceği öngörülmüş ise de, CMK’nın 7. maddesinin, yenilenmesi mümkün olmayanlar dışında, görevli olmayan hakim veya mahkemece yapılan işlemlerin hükümsüz olacağına dair hükmü ile CMK’nın 217. maddesinin yargıcın, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabileceği kuralı ve CMK’nın doğrudanlık, yüz yüzelik ve sözlülük ilkeleri karşısında yürürlük yasasının anılan maddesinin uygulama olanağının bulunmadığı, görevsiz Ankara Onbirinci Ağır Ceza Mahkemesi’nde sorgusu yapılan sanık Haldun’un duruşmaya çağrılmasına ve kendisine iddianame yerine geçen görevsizlik kararı okunmasına karşın CMK’nın 147, 191. maddeleri uyarınca açıklamada bulunmaya hazır olduğunu bildirdiğinde yöntemince sorgusunun yapılmadığı ve yine görevsiz mahkemede dinlenen tanıkların adil bir yargılama için tekrarlanma olanağı bulunduğu halde yeniden dinlenmedikleri gibi, anlatımları da duruşmada okunup değerlendirilmediği, istinabe yoluyla dinlendikleri anlaşılan tanıklar Erdal, H.İbrahim ve Oğuz’un ifade tutanakları dosya içerisinde bulunmamasına karşın, anlatımlarına dayanarak hükümlülük kararı verildiği,
Yargı görevi yapanı etkileme suçunun, 5237 sayılı TCK’nın 277. maddesine göre, yargı görevi yapanlara emir verilmesi veya baskı yapılması veya nüfuz icra edilmesi veya her ne surette olursa olsun hukuka aykırı olarak etkilemeye teşebbüs edilmesi halinde, suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK’nın 232. maddesine göre ise, sahabet veya garaz ve menfaate müsteniden hakimlere emir ve tahakküm veya nüfuz veya iltimas etme suretiyle oluşacağı gözetildiğinde, kendilerine nüfuz edildiği kabul edilen görevli yargıçların olayla ilgili bilgileri olacağı açık olduğu halde, tamamının tanık olarak dinlenmedikleri,
CMK’nın 232. maddesininCMK’nın 232. maddesinin 7. fıkrasının açık hükmüne karşın gerekçeli kararın mühürlenmediği, sanıklar Cenk, Galip ve Özgün’ün adli sicil kayıtlarının dosyaya getirtilmediği,
Anlaşılmıştır.
Bu durumlar karşısında;
1 - CMK’nın 230/1. maddesi uyarınca gerekçeli kararda iddia ve savunmada ileri sürülen görüşlerin gösterilmesi;
2- CMK’nın 135,, 206/2-a,, 230/2, 217. maddeleri gereğince iletişimin tespitine dair kararların dosya içerisine konulması ve duruşmada okunmak suretiyle delillerin hukuka uygun ya da aykırı olup olmadıklarının tartışılıp değerlendirilmesi,
3- 5237 sayılı TCK’nın 7/2, 5252 sayılı Yürürlük Kanunu’nun 9/3. maddeleri uyarınca, suç tarihinde yürürlükte olan 765 sayılı Kanun ile sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı Kanun’un hangisinin sanıklar yararına olduğunun yöntemine uygun olarak tartışılması,
4- 765 sayılı TCK’nın 29 ve 5237 sayılı TCK’nın 61. maddesi uyarınca, kurulan hükümlerde temel ceza belirlenirken farklı cezalar öngörülmesi nedenlerinin açıklanması,
5- CMK’nın 177. maddesi uyarınca sanık Özgün’ün bilirkişi incelemesi yaptırılması konusundaki isteği hakkında karar verilmesi,
6- Yargı görevlerinin etkilenmesine kalkışılan Neşter davasında tahliye kararı veren Ankara İki Nolu DGM Yargıçları, Hayat Bilgisi davasında görev yapan İstanbul Fikri ve Sınai Haklar Hukuk Mahkemesi Yargıcı, Santral davasının görüldüğü Ankara Onuncu İdare Mahkemesi Yargıçları ve Pasaparola ve Pazar Yıldızı davasında Ankara Altıncı Asliye Ticaret Mahkemesi Yargıçlarının tanık olarak dinlenerek kanıtların birlikte değerlendirilmesi,
7- CMK’nın 7,, 209,, 215,, 217 ve doğrudanlık, yüz yüzelik, sözlülük ilkeleri ile Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 06.05.2008 gün 90-100 sayılı kararı uyarınca, sanık Haldun’un yöntemince sorgusunun yapılması ve görevsiz mahkemede dinlenen tanıkların yeniden dinlenmeleri, istinabe yoluyla dinlenen tanıklar Erdal, H. İbrahim ve Oğuz’un anlatımlarına ilişkin tutanakların dosya içerisine konulması,
8- CMK’nın 232/7. maddesi uyarınca gerekçeli kararın mühürlenmesi,
9- Sanıklar Cenk, Galip ve Özgün’ün adli sicil kayıtlarının dosyaya getirtilmesi,
Gerekirken eksik soruşturma ve yetersiz gerekçeyle hükümler kurulması,
Sonuç: Bozmayı gerektirmiş ve sanık Haldun müdafii ile sanıklar Cenk, Galip ve Özgün’ün temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnamedeki onama düşüncesinin reddiyle başkaca yönler incelenmeksizin hükümlerin BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 10.07.2008 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas : 2012/1-406 Karar : 2012/1868 Tarih : 25.12.2012
-
CMK 215. Madde
-
Dinleme ve Okumadan Sonra Diyeceğin Sorulması
Sanık Uğur `un kasten öldürme suçuna yardım etmekten beraatına ilişkin, Gaziantep 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 13.10.2009 gün ve 356–349 sayılı hükmün katılanlar vekilleri ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 08.12.2010 gün ve 2921–7847 sayı ile;
“…B. Sanık Uğur’un öldürmeye yardım ve 6136 sayılı Kanuna muhalefet` suçları yönünden,
a) Sanığın nüfus kaydının getirtilmesi, duruşmada okunup sanıktan diyeceğinin sorulması gerektiğinin düşünülmemesi suretiyle, CMK’nun 209 ve 215. maddelerine aykırı davranılarak hükümler kurulması,
b) Dosya kapsamına göre, sanık Adem’in, sanık Uğur’a, maktulün bulunduğu işyerine ateş edeceğini söyleyip, eylemini gerekçeleştirirken, kendisinin yanında bulunmasını teklif ettiği, sanık Uğur’un da bu teklifi kabul ettiği, bunun üzerine her iki sanığın maktulün bulunduğu işyerinin yakınına birlikte geldikleri, sanık Adem’in yaklaşıp, içinde maktulün de bulunduğu işyerini hedef alarak, tabancasıyla en az yedi el ateş ettiği, iki adet isabet alan maktulün iç organ yaralanması sonucu öldüğü, bu sırada sanık Uğur’un da, elli metre kadar olayı görebilecek şekilde arkada bekleyerek, Adem’in yanında yer aldığı, fiilin işlenmesinden sonra maktulün yanına yaklaşarak, ölüp ölmediğini kontrol ettiği, sanık Adem’le birlikte suç yerinden kaçtığı, suçta kullanılan silahı muhafaza ettiği olayda,
Sanık Uğur’un, sanık Adem`in işlediği kasten öldürme suçuna yardım etmek suçundan cezalandırılmasına karar verilmesi yerine, delillerin takdirinde yanılgıya düşülerek, yazılı biçimde beraatına karar verilmesi” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 09.06.2011 gün ve 4-337 sayı ile;
“…Sanık Uğur hakkında öldürme suçuna katıldığı iddiasıyla dava açılmışsa da, bu sanığın Adem’in arkadaşı olduğu, samimi bulunan ve aksine delil bulunmayan beyanlarına göre olay yerine gitmeden önce Adem’in kendisine marangoza sıkacağını söylediği, ancak kendisinin katılmamasını istediği, olay sırasında da biraz uzakta beklediği, Adem eylemi gerçekleştirip kaçtıktan sonra maktulün yanına yaklaşıp yaralı halde yere düştüğünü görünce Adem’in maktule yönelik maksadını anladığı, yani başlangıçta Adem’in dükkana ya da çevresine korkutmak amacıyla mı sıkacağı, tabancanın gerçek tabanca olup olmadığı hususlarını önceden bilmediği, olaydan sonra da onunla birlikte kaçmadığı, birkaç gün sonra onunla birkaç kez karşılaştığı ve son karşılaşmada yapılan teklifi kabul edip silahı üzerine aldığı, olay sırasında da biraz ilerde beklemesinin arkadaşının gerçek kastını bilmemesi nedeniyle merak saikiyle olduğunun anlaşıldığı, kaldı ki suçun işleniş şekli, yeri ve saatine göre gözcüye ihtiyaç bulunmadığı, Adem’in doğrudan maktulün yakınına kadar varıp birçok kez ateş edip kaçıp gittiği hususları dikkate alındığında, bu sanığın suç kastıyla diğer sanığın yanında yer aldığı ya da gözcülük yaptığı veyahut da suçun işlenmesinden sonra kendisine yardım vaadinde bulunduğu hususunda zandan öte ve cezalandırılmasına yeterli delil bulunmadığı, Adem’in kız arkadaşıyla yaptığı telefon görüşmesinde bu sanığın adı geçmekte ise de, bu konuşmalarında net ifadeler içermediği, Uğur`un da olay sırasında bulunduğunu açıklama niteliğinde olduğu, bu sanığın hazırlık ifadesinin katılan tarafça da samimi bulunduğu, bunun ifadeleri oluşa uygun bulunarak diğer sanıklar hakkında verilen karar doğru ve samimi bulunurken aynı ifadesinin kendisi yönünden inandırıcı bulunmamasının mümkün olmadığı, dolayısıyla bu sanığın suça katıldığı hususunda her türlü şüpheden uzak ve cezalandırılmasına yeterli somut ve inandırıcı delil bulunmadığı” gerekçesi ile direnerek ilk hükümdeki gibi karar vermiştir.
Bu hükmün de katılanlar vekilleri ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay C. Başsavcılığının “onama” istekli 15.02.2012 gün ve 349375 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İnceleme, sanık Uğur hakkında kasten öldürme suçuna yardım etmekten kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmış olup, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın üzerine atılı kasten öldürme suçuna yardım etme fiilinin sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Tanık Adem ‘in özetle, arkadaşı olan Adem ‘in eniştesinin husumeti olduğu bir kişiyi vurmasını istemesi üzerine yanına dürüm lakaplı Uğur ‘u da alarak şahsın işyerine gittiğini, Uğur`un biraz ileride beklediğini, şahsa doğru 7-8 el ateş ederek olay yerinden kaçtığını kendisine anlattığını belirttiği,
İnceleme dışı olan ve kasten öldürme suçunu işlediği sabit olan sanık Adem ‘in özetle, olay günü arkadaşı Uğur ile birlikte ölenin bulunduğu marangoz dükkanının olduğu yere geldiğini, Uğur’un 100 metre ileride beklediğini, dükkana doğru 5-6 el ateş ettikten sonra olay yerinden kaçtığını, ertesi gün mahallede karşılaştığı Uğur`dan vurduğu kişinin yaralandığı, üç gün sonrada tekrar karşılaştığı Uğur’dan şahsın öldüğünü öğrendiğini, suçta kullandığı silahı yok etmesi için Uğur’a verdiğini söylediği,
Suçta kullanılan silahla birlikte olaydan on gün sonra 18.09.2007 tarihinde yakalanan, başlangıçta kolluk görevlilerine üzerindeki tabancayı Ahmet isimli bir kişiye karşı kullandığını söyleyen sanık Uğur ‘un savunmalarında özetle, arkadaşı Adem ‘in yanında olay yerine geldiğini, olay yerine 50 metre mesafede beklediğini, 7-8 el silah sesi duyduğunu, Adem’in hiç bir şey söylemeden olay yerinden kaçtığını, merakla marangoz atölyesinin olduğu kısma doğru ilerlediğinde atölye önünde bir şahsın yerde yattığını gördüğünü, olayın olduğu anda Adem’in talimatı üzerine yukarıda beklediğini, ancak gözcülük yapmadığını, sadece arkadaşlık icabı bekle demesi üzerine orada beklediğini ve olay yerinden kaçtığını ve Adem`in teklifi üzerine suçta kullanılan silahı alıp üzerinde taşıdığını dile getirdiği,
18.09.2007 günlü tutanakta, Mehmet ‘in öldürülmesi olayında kullanılan silahın sanık Uğur`un üzerinden çıktığı ve sanığın bu tabancayı Ahmet isimli bir kişiye karşı kullandığını söylediğinin belirtildiği,
Batın ve göğüs bölgesinden aldığı isabetler sonucu yaralanan Mehmet `in bir gün sonra tedavi gördüğü hastanede öldüğü,
İnceleme dışı olan sanık Adem in Mehmet’i kasten öldürmekten 5237 sayılı TCK`nun 81/1 ve 62. maddeleri uyarınca 25 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin yerel mahkeme hükmünün Özel Daire tarafından onanmak suretiyle kesinleştiği,
Anlaşılmaktadır.
5237 sayılı Türk Ceza Kanununda suça iştirakta, faillik ve şeriklik ayırımı öngörülmüş, azmettirme ve yardım etme şeriklik kavramı içinde değerlendirilmiştir. Azmettirme, belli bir suçu işleme hususunda henüz bir fikri olmayan kişide, bir başkası tarafından suç işleme kararının oluşmasının sağlanmasıdır. Aynı kanunun 39. maddesi kapsamındaki yardım ise, fiili birlikte gerçekleştirmenin dışında kalan, fakat suçun meydana gelmesi bakımından nedensellik değeri taşıyan hareketleri ifade eder. Burada fiil üzerinde hâkimiyet kurulmamakta, sadece suçun icrası kolaylaştırılmaktadır. Yardım edenin hareketi fiili birlikte gerçekleştiren yani müşterek faillere nazaran, suçu oluşturan bir nitelik taşımayıp, destekleyici, hazırlayıcı veya kolaylaştırıcı bir durum arzettiğinden yardım eden ikincil bir konumda yer almaktadır.
Anılan kanunun “Yardım etme” başlıklı 39. maddesi; “(1) Suçun işlenmesine yardım eden kişiye, işlenen suçun ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirmesi hâlinde, onbeş yıldan yirmi yıla; müebbet hapis cezasını gerektirmesi hâlinde, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde cezanın yarısı indirilir. Ancak, bu durumda verilecek ceza sekiz yılı geçemez.
(2) Aşağıdaki hâllerde kişi işlenen suçtan dolayı yardım eden sıfatıyla sorumlu olur:
a) Suç işlemeye teşvik etmek veya suç işleme kararını kuvvetlendirmek veya fiilin işlenmesinden sonra yardımda bulunacağını vaat etmek.
b) Suçun nasıl işleneceği hususunda yol göstermek veya fiilin işlenmesinde kullanılan araçları sağlamak.
c) Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak” şeklinde olup, maddenin ikinci fıkrasındaki düzenlemeye göre, yardım etme; maddi yardım ve manevi yardım olarak ikiye ayrılmaktadır.
1- Maddi yardım: Bir suçun işlenmesine maddi yardımda bulunma çok çeşitli şekillerde ortaya çıkmakla birlikte maddede;
a) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları temin etmek,
b) Suçun işlenmesinden önce veya işlenmesi sırasında maddi yardımda bulunarak icrasını kolaylaştırmak olarak sayılmıştır.
2- Manevi yardım ise;
a) Suç işlemeye teşvik etmek,
b) Suç işleme kararını kuvvetlendirmek,
c) Suçun işlenmesinden sonra yardımda bulunmayı vaad etmek,
d) Suçun nasıl işleneceği konusunda yol göstermek, Şeklinde belirtilmiştir. Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde; Sanık Uğur’un, kasten öldürme suçunu işleyen ve inceleme dışı olan sanık Adem ile birlikte olay yerine gelmesi, olayın gerçekleştirildiği sırada yakın bir yerde beklemesi, sanık Adem’in eylemine taraftar olmadığını gösterecek şekilde engelleyici bir söz söylememesi ve bu yönde herhangi bir davranışta bulunmaması, aksine sanık Adem’in eylemi gerçekleştirdiği aşamada ve sonrasında olay yerinden ayrılmaması, sanık Adem’in ateş etmesi sonrasında yaralanan Mehmet ‘in yanına gelerek durumuna bakması, olay sonrasında da sanık Adem’e vurduğu kişinin durumuyla ilgili bilgi vermesi birlikte değerlendirildiğinde, olayın başından itibaren sanık Adem’in isteği doğrultusunda olay yerinde bulunan sanık Uğur’un davranışları ile diğer sanık Adem’in suç işleme kararını kuvvetlendirdiği, dolayısıyla sanık Adem`in gerçekleştirdiği kasten öldürme suçuna yardım eden olarak katıldığının kabulü gerekmektedir.
Her ne kadar sanık Uğur sanık Adem’in eylemine katılmadığını, sadece arkadaşı olduğu için sanık Adem ile birlikte olay yerine geldiğini belirtmiş ise de, sanığın bu savunmaları kendisini suçtan ve cezadan kurtarmaya yöneliktir. Zira, hayatın olağan akışına göre, suça katılma kastıyla olay yerine gelmediğini belirtmiş olan ve olay tarihi itibariyle onsekiz yaşından küçük olan sanık Uğur’un sanık Adem’in Mehmet ‘e ateş etmesi sonrasında hemen olay yerinden kaçması beklenirken, olayın başından sonuna kadar olay yerinden kaçmamış, hatta Mehmet ‘in durumunu öğrenerek bu konuda sanık Adem’i bilgilendirmiş olup, bu durum sanık Uğur’un sanık Adem`in suç işleme kararını kuvvetlendirmek amacıyla olay yerine geldiğini ve orada bulunduğunu göstermektedir.
Bu itibarla, Özel Daire bozma kararı isabetli olup, sanık Uğur`un yüklenen suçtan cezalandırılması yerine beraatına karar veren yerel mahkemenin direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Açıklanan nedenlerle;
1- Gaziantep 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 09.06.2011 gün ve 4-337 sayılı direnme hükmünün, sanık Uğur Kaya’nın yüklenen suçtan cezalandırılması yerine beraatına karar verilmesi isabetsizliğinden ( BOZULMASINA ),
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına (TEVDİİNE ), yapılan müzakerede tebliğnamedeki isteme aykırı olarak oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas : 2011/4-141 Karar : 2011/184 Tarih : 20.09.2011
-
CMK 215. Madde
-
Dinleme ve Okumadan Sonra Diyeceğin Sorulması
… 1- Eroin bağımlısı olduğunu ve halüsinasyon gördüğünü ileri süren sanığın, suç tarihinde ceza sorumluluğunu ortadan kaldıracak ya da azaltacak bir durumun bulunup bulunmadığı araştırılarak sonucuna göre hukuki durumu saptanmadan, eksik incelemeyle karar verilmesi,
2-) Kanıt olarak kabul edilen iletişim dinlenmesine dair tutanaklar duruşmada okunup sanık ve müdafiine bu konuda diyecekleri sorulmadan ve rastlantı sonucu elde edilen ve C.M.K.nın 135/6 ncı maddesinde sayılmayan tehdit ve yaralama suçlarına dair konuşmaların ne suretle kanıt kabul edildiği tartışılmadan hükümlülük kararı verilerek 5271 Sayılı C.M.K.nın 135/6, 138, 209/1 ve 215. maddelerine aykırı davranılması,
3-) Olayla ilgili görgüsü bulunan mağdur Y. K. B. ve tanık S. T. ‘ın ateş eden kişinin duruşmada gördükleri sanık olmadığı biçimindeki teşhise dair anlatımları diğer kanıtlarla birlikte yöntemince tartışılarak reddolunmadan yetersiz gerekçeyle hüküm kurulması…”, İsabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 30.9.2009 gün ve 575-897 sayı ile; “… Öncelikle kişinin ruh sağlığı cezai ehliyetinin yerinde olup olmadığı hususları her dosya için araştırılması gerekli olan bir husus olmadığı gibi mahkemece olayın oluş tarzı sanığın duruşmadaki hal ve tavırları, sanığın geçmiş yaşamı, geçirdiği tedaviler bir bütün olarak değerlendirilip gerekirse bu yönde inceleme yoluna gidebilir. Mahkememiz sanıkta anormal hiçbir durum tespit etmemiştir. Nitekim sanık daha önce de iki suç sebebiyle yargılanıp mahkûm olmuş ve mahkûmiyetleri de kesinleşmiştir. Bu dosyalarda da böyle bir durum değerlendirilmemiştir. Sanığın telefon kayıtlarında açıkça olayı ikrar etmiş olması karşısında bu ifadesini geçersiz kılmak için genelde tüm sanıkların başvurduğu yola başvurmuş, uyuşturucu kullandığı ve halüsinasyon gördüğünü savunmuştur. Ama ne enteresandır ki telefonda söylediği tüm olaylar bir kişinin yaralı olması, eylemi tüfekle gerçekleştirmesi, mekan hepsi doğru telaffuz edilmiştir. Ve tümü gerçekleşmiştir. Mahkememiz bu sebeple sanığın savunmasına yönelik bu iddiasını ciddi bulmayıp bu yönde araştırma gereği duymamıştır.
Yüksek mahkeme tanık Sabri ve müşteki Yusuf un eylemi gerçekleştiren kişinin sanık olmadığı yönündeki ifadelerinin yeterince incelenip reddedilmeden hüküm kurulduğu eleştirisinde bulunmuştur. Bu eleştiri doğrudur ancak mahkememiz yılda yaklaşık 2500-3000 civarında dosyaya bakıp yılda ortalama 1200-1300 civarı karar verme durumundadır. Bu iş yükünün altında her dosyada içe sinecek şekilde hüküm yazmak her zaman mümkün olmamaktadır. Ancak müşteki olay anında ateş eden kişiyi görmediğini bildirip duruşma aşamasında sanık olmadığını bildirmesi tüm ceza dosyalarında büyük olasılıkla gerçekleşen eylem olup bittikten sonra bir takım zorlama veya sebeplerle ifadelerin yönlendirildiği bilinen bir durumdur. Olayın tek tanığı Sabri ise bir anda gerçekleşen olay anında o atış sırasında sanığı tam olarak teşhis edebilmesi hayatın olağan akışına uygun değildir. Ortada somut adli tıp raporu, usulünce alınmış dinleme kararı uyarınca iletişim tespit tutanağında sanığın olayı detayınca anlatması, suçunu ikrar etmesi, somut delillerdir. Soyut tanık Sabri’nin ifadesine dayanılarak beraat kararı verilmesi mümkün değildir…”, Gerekçesiyle önceki hükmünde direnmiştir.
Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “bozma” istekli 19.5.2011 gün ve 68244 Sayılı tebliğnamesiyle Birinci Başkanlığa gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
Sanığın kasten yaralama ve tehdit suçlarından cezalandırılmasına karar verilen olayda Özel Daireyle yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1-) Yargılama sırasında eroin bağımlısı olduğunu ve halüsinasyonlar gördüğünü bildiren sanığın ceza sorumluluğunun araştırılmasının gerekip gerekmediği,
2-) İletişimin tespiti tutanaklarının duruşmada okunmasının zorunlu olup olmadığı, tesadüfen elde edilen ve C.M.K.nın 135/6 ncı maddesinde sayılmayan suçlara dair konuşmaların kanıt olarak kabul edilip edilmeyeceği,
3-) Teşhise yönelik mağdur ve tanık anlatımlarının yöntemince tartışılıp tartışılmadığının belirlenmesine dair ise de; öncelikle (2) ve (3) numaralı bozma nedenlerine yönelik direnme hükmünün yasal ve yeterli gerekçe içerip içermediğinin belirlenmesi gerekmektedir.
Anayasanın 141 ve 1412 Sayılı cyuy’nın 32 nci maddelerinde mahkeme kararlarının gerekçeli olması gerektiği belirtilmiş olup, benzer düzenleme içeren 5271 Sayılı C.M.K.nın 34. maddesinde de aynı nitelikte bir zorunluluk öngörülmüştür. Yasal, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesi, yasa koyucunun amacına aykırılık teşkil edeceği gibi uygulamada da keyfiliğe yol açacağında kuşku yoktur. Nitekim Ceza Genel Kurulunun yerleşmiş uygulamalarına göre de, bir karar bozulmakla tamamen ortadan kalkacağından, yerel mahkemece cyuy’nın 260, 261, 268 ve 308. maddeleri uyarınca yeniden hüküm kurulması, yasal ve yeterli gerekçenin gösterilmesi zorunludur.
Özel Dairenin (2) numaralı bozma nedenine yönelik olarak açıklayıcı bir direnme gerekçesi yazılmayan, (3) numaralı bozma nedeninin ise yerinde olduğunu kabul edip, iş yoğunluğu sebebiyle her dosyaya gerekçe yazmanın mümkün olmadığını ifade ederek direnme kararı veren yerel mahkeme, yasal direnme nedenlerini kararda göstermemiş, bozma kararına niçin uymadığını denetlenebilir düzeyde açıklamamıştır.
Bu itibarla, yerel mahkemenin (2) ve (3) numaralı bozma nedenlerine yönelik direnme hükmünün geçerli, yasal ve yeterli gerekçe içermemesi sebebiyle bozulmasına karar verilmelidir.
Yargılama sırasında eroin bağımlısı olduğunu ve halüsinasyonlar gördüğünü bildiren sanığın ceza sorumluluğunun araştırılmasının gerekip gerekmediğine dair uyuşmazlığa gelince;
Kusur yeteneği, 5237 Sayılı T.C.K.nın 31/2 ve 32/1. maddelerinde dolaylı bir biçimde tanımlanmıştır. Bu hükümler uyarınca; fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını buna göre yönlendirme yeteneğinin bulunması halinde kusur yeteneğinin bulunduğu kabul edilmiştir. Kusur yeteneğinin iki belirgin görünümü vardır. Bunlardan ilki; kişinin işleyeceği fiilin hukuki anlamını ve sonuçlarını anlayabilme yeteneği, diğeri ise; fiilin hukuki anlam ve sonucunu kavrayan kişinin davranışlarını bu algılaması doğrultusunda ve hukuk düzeninin gereklerine uygun olarak yönlendirme yeteneğinin bulunmasıdır. Algılama ve irade yeteneği denilen bu iki öğenin bir kişide bir arada bulunmaması veya bu yeteneklerinde azalma meydana gelmesi durumunda kusur yeteneğinin tam olmadığı kabul edilmelidir.
Yeni ceza adalet sistemimizde akıl hastalığı; kusur yeteneğini etkilemesi nedeniyle, ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran sebeplerden birisi olarak düzenlenmiştir. Buna göre, ortada tüm unsurlarıyla oluşmuş bir suç bulunmakta ise de; akıl hastası olduğu saptanan sanık, işlemiş bulunduğu fiilin anlam ve sonuçlarını algılayamayacak durumda olduğundan, bu suçun işlenmesinden dolayı hukuki anlamda “kınanamaz” yani sorumlu tutulamaz.
Dolayısıyla, 5237 Sayılı Kanunun 32/1. maddesi gereğince bu durumdaki sanığa ceza tayin edilmesi mümkün bulunmadığından, 5271 Sayılı Kanunun 223/3-a maddesi uyarınca “ceza verilmesine yer olmadığı” hükmünün verilmesi gerekir. Ancak, sanığa ceza verilemiyor olması, sanık hakkında 5237 Sayılı Kanunun 57 nci maddesi uyarınca güvenlik tedbiri uygulanmasına engel değildir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığın yargılama sırasında eroin bağımlısı olduğunu ve halüsinasyonlar gördüğünü, hayal ettiği şeyleri bazen gerçekleşmiş gibi konuştuğunu savunması karşısında, öncelikle sanığın cezai sorumluluğunu etkileyecek bir akıl hastalılığının olup olmadığının araştırılması gerekmektedir.
Bu nedenle, Özel Dairenin sanığın ceza sorumluluğunu ortadan kaldıracak veya azaltacak bir durumunun olup olmadığının araştırılmasına dair (1) numaralı bozma nedenine yönelik yerel mahkeme direnme hükmünde de isabet bulunmamaktadır.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün her üç uyuşmazlık yönünden de bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle; 1-) Adana 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 30.9.2009 gün ve 575-897 Sayılı direnme kararının sanığın cezai sorumluluğunun araştırılmaması ve Özel Dairenin (2) ve (3) numaralı bozma nedenlerine yönelik olarak yasal ve yeterli gerekçe içermemesi isabetsizliklerinden (BOZULMASINA), 2-) Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına tevdiine, oybirliğiyle karar verildi.
YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas : 2011/3-422 Karar : 2012/132 Tarih : 3.04.2012
-
CMK 215. Madde
-
Dinleme ve Okumadan Sonra Diyeceğin Sorulması
“… 5237 Sayılı T.C.K.nda tecilli adli para cezalarının aynen infazı düzenlenmediğinden, T.C.K.nun 51/7. maddesinin uygulanamayacağının gözetilmemesi,
Bozmayı gerektirmiş, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten 5320 Sayılı Kanunun 8/1. maddesiyle yürürlükte bulunan 1412 Sayılı C.M.U.K.nun 321. maddesi uyarınca bozulmasına, ancak bu husus yeniden yargılama gerektirmediğinden C.M.U.K.nun 322. maddesi gereğince Sivas 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nin 2005/248-436 Sayılı ilamının T.C.K.nun 51/7 maddesi uyarınca aynen infazına` dair hüküm fıkrasının karar metninden çıkarılması suretiyle hükmün düzeltilerek onanmasına…”,
Karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 2.11.2011 gün ve 314915 sayı ile
” … Uyap ortamından alınan 25.10.2011 tarihli nüfus kayıt örneğine göre sanık E…K… 16.12.2006 tarihinde, yani temyiz yargılaması aşamasında öldüğü tespit edilmiştir,
T.C.K.nun 64 maddesi “1-Sanığın ölümü hâlinde kamu davasının düşürülmesine karar verilir. Ancak, niteliği itibarıyla müsadereye tâbi eşya ve maddî menfaatler hakkında davaya devam olunarak bunların müsaderesine hükmolunabilir. 2- )Hükümlünün ölümü, hapis ve henüz infaz edilmemiş adlî para cezalarını ortadan kaldırır. Ancak, müsadereye ve yargılama giderlerine dair olup ölümden önce kesinleşmiş bulunan hüküm, infaz olunur, yönünde düzenleme getirmiştir…”,
Görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurarak, Özel Daire düzelterek onanma kararının kaldırılmasına ve kamu davasının düşürülmesine karar verilmesi isteminde bulunmuştur.
Dosya Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır:
Özel Daireyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın temyiz aşamasında ölmesi halinde yapılması gereken işlemin belirlenmesine ilişkindir. İncelenen dosya içeriğinden;
Özel Dairece yerel mahkeme hükmünün 12.9.2011 gününde onanmasına karar verilmesi sonucunda dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği, bu aşamada Yargıtay C.Başsavcılığınca 25.10.2011 tarihinde UYAP sistemi kullanılarak çıkartılan ve dosyaya konulan nüfus kaydına göre, Hayati ve Bedriye oğlu, 1.5.1987 doğumlu, Sivas, Merkez, Yüceyurt nüfusuna kayıtlı, 229… … T.C. kimlik numaralı sanığın 16.12.2006 tarihinde öldüğü, itiraznamenin tebliği için çıkartılan tebligatın da sanığın öldüğünden söz edilerek 27.12.2012 tarihinde iade edildiği anlaşılmaktadır.
01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 Sayılı T.C.K.nın 64. maddesindeki; “(1 )Sanığın ölümü hâlinde kamu davasının düşürülmesine karar verilir. Ancak, niteliği itibarıyla müsadereye tâbi eşya ve maddî menfaatler hakkında davaya devam olunarak bunların müsaderesine hükmolunabilir.
(2 )Hükümlünün ölümü, hapis ve henüz infaz edilmemiş adlî para cezalarını ortadan kaldırır. Ancak, müsadereye ve yargılama giderlerine dair olup ölümden önce kesinleşmiş bulunan hüküm, infaz olunur.” şeklindeki düzenlemeyle sanığın ölümü halinde kamu davasının düşürüleceği, sadece niteliği itibariyle müsadereye tabi eşya ve yararlar hakkında yargılamaya devam edileceği, hükümlünün ölümü halinde ise, cezanın ortadan kaldırılmasına karar verilmekle birlikte, müsadere ve yargılama giderlerine dair hükmün infaz edileceği belirtilmek suretiyle, sanık ve hükümlünün ölümüne farklı sonuçlar yüklenmiştir.
Buna göre somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığın UYAP sistemi kullanılarak çıkartılan nüfus kaydında Özel Dairece düzelterek onama kararının verildiği 12.9.2011 tarihinden önce 16.12.2006 günü öldüğünün belirtilmesi ve bu hususun itiraznamenin tebliği için çıkarılan tebligatın sanığın öldüğünden bahisle iade edilmesiyle de doğrulanması karşısında, Özel Dairece verilen düzelterek onama kararında isabet bulunmamakta olup, 5237 Sayılı Kanunun 64. maddesiyle sanık ve hükümlünün ölümüne farklı sonuçlar yüklenmiş bulunması sebebiyle hükmün kesinleşmesinin önlenmesi gerekmektedir.
Bu itibarla, Özel Daire düzelterek onama kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün sanığın temyiz aşamasında ölmüş olması sebebiyle bozulmasına, zoralımına karar verilmesi gereken bir eşya ya da maddi menfaatin bulunmadığı da göz önüne alındığında, yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu konuda 1412 Sayılı cyuy`nın 5320 Sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak karar verilmesi olanaklı bulunduğundan sanık hakkındaki kamu davasının T.C.K.nın 64 ile 5271 Sayılı Kanunun 223. maddeleri uyarınca düşmesine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi O. Koçak; “Somut olayda yerel mahkeme kararı Yargıtay 3.Ceza Dairesince düzeltilerek onanmış, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da UYAP ortamından nüfus kayıt tablosunu indirerek daire kararına itiraz edip, sanığın ölümü sebebiyle davanın düşürülmesini istemiştir.
Daireler değerlendirmesini dosya içindeki mevcut belgelerle yapar. Bu husus Yargıtay’da yerleşmiş bir kuraldır. Yargıtay’da yerleşmiş uygulamalarla oynamak istikrarı bozar. Bu görüşün kabulü halinde artık hüküm belge eksikliğinden dolayı bozulamaz. Aksi halde dosyada otopsi raporunun, adli tıp raporunun, keşif zaptının, kısa kararın ve benzeri belgelerin bulunmaması halinde UYAP’tan Yargıtay’ca temin edilerek karar verilmesi sonucunu doğuracaktır. Mahkeme kararlarının denetimini yapmakla görevli Yargıtay dosyadaki eksikliklerin giderilmesi görevini de üstlenmiş olacaktır ki bu da yargı tay`ın göreviyle bağdaşmaz. Kaldı ki C.M.K.nun 214/1. maddeye göre bir açıklamayı ve görüşü içeren resmi belge ve diğer yazılar, fenni muayene ve doktor raporları duruşmada okunur. 215. maddeye göre de herhangi bir belgenin okunmasından sonra bunlara karşı bir diyecekleri olup olmadığı katılana veya vekiline, Cumhuriyet Savcısına, sanığa ve müdafiine sorulur. Bu kurallara riayet etmemek usul kurallarını yok saymaktır ve hukuk devleti ilkesiyle bağdaşmaz.
İtiraz olağanüstü bir kanun yoludur. Ölen bir kişi hakkında verilen hüküm zaten infaz edilemez, dolayısıyla kesinleşmeden sonra ölen sanık için ne yapılacaksa kesinleşmeden önce ölen ancak ölümü fark edilmeyen sanık için de aynı işlem yapılacaktır. Dolayısıyle bozma yapmanın hukuki bir yararı yoktur.
İzah edilen sebeplerle itirazın reddi gerektiği görüşüyle çoğunluğun kararına katılmıyorum”,
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi A.Kınacı; “Sanık Erdinç hakkında “kasten yaralama” suçundan 19.9.2006 tarihinde verilen mahkûmiyet hükmü sanık müdafiinin temyizi üzerine Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nce 12.9.2011 tarihinde düzeltilerek onanmıştır. Dosyanın gönderildiği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, UYAP sistemi aracılığıyla mernis`ten alınan nüfus kaydına göre sanığın hükümden sonra ve onama kararından önce 16.12.2006 tarihinde öldüğü ileri sürülerek, Özel Daire kararına itiraz edilmiş, “onama kararının kaldırılmasına hükmün bozulmasına ve ölümü sebebiyle sanık hakkındaki kamu davasının düşürülmesine” karar verilmesi istenmiştir.
Tartışmanın konusunu, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı`nın somut durumda itiraz yetkisinin bulunup bulunmadığı oluşturmaktadır.
5271 Sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (C.M.K.nın )”Olağanüstü Kanun Yolları” başlıklı 3. kısmında yer alan 308. maddesine göre, Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, resen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kurulu`na itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz.
Bu maddenin gerekçesinde, itirazın ancak daire kararındaki hukuka aykırı olduğu saptanan hususlara yönelik olabileceği belirtilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı`na tanınan itiraz yetkisi, bir “olağanüstü kanun yolu” olduğu için genişletilemez.
Yargıtay, dosyadaki delillere göre karar verir. Yetkili ve görevli mahkeme dışındaki mercilerin, bu bağlamda yargı tay`ın ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığımın delil toplama yetkisi bulunmamaktadır. Dairenin karar verdiği tarihte, sanığın öldüğüne dair bir iddia ve dosyaya girmiş bir delil olmadığından, kararda hukuka aykırılık bulunduğu ileri sürülemez.
C.M.K.nın 311-323. maddelerinde, yine bir olağanüstü kanun yolu olarak “yargılamanın yenilenmesi” düzenlenmiş; 313. maddesinde hükümlünün ölümünün yargılamanın yenilenmesi istemine engel olmayacağı ve bu durumda ölenin madde metninde sayılan yakınlarının yargılamanın yenilenmesi isteğinde bulunabilecekleri belirtilmiştir.
C.M.K.nın 209. maddesinde, sanığın kişisel durumuna dair bilgilerin yer aldığı belgelerin (nüfus kaydı gibi )duruşmada okunmasının zorunlu olduğu; 215. maddesinde, bir belgenin okunmasından sonra, bir diyeceği olup olmadığının katılan veya vekiline. Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine sorulması gerektiği; 217. maddesinde ise, hâkimin, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabileceği öngörülmüştür.
Mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesinden sonra, sanığın temyiz aşamasında öldüğüne dair nüfus kaydının elde edilmesi durumunda, “yargılamanın yenilenmesi” yoluna gidilebilir. Yargılamanın yenilenmesi istemi üzerine mahkeme, elde edilen ölüm kaydının doğru olup olmadığını varsa taraflardan da sorup kesin olarak saptadıktan sonra, gerekli kararı vermelidir.
Sonuç olarak; somut olayda itiraz yetkisi olmadığı için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmesi gerektiği kanısını taşıdığımdan, çoğunluğun aksi yöndeki görüşüne katılmıyorum”, Çoğunluk görüşüne katılmayan diğer üç Genel Kurul Üyesi de: benzer düşüncelerle itirazın reddi gerektiği, Düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
Açıklanan nedenlerle,
1- )Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne,
2- )Yargıtay 3. Ceza Dairesinin 12.09.2011 gün ve 17593-11142 Sayılı düzelterek onama kararının kaldırılmasına,
3- )Sivas 2. Asliye Ceza Mahkemesi`nin 19.09.2006 gün ve 181-544 Sayılı hükmünün sanığın ölmüş olması sebebiyle ( BOZULMASINA ),
Ancak, yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu konuda, zoralımına karar verilmesi gereken bir eşya ya da maddi menfaatin bulunmadığı da göz önüne alındığında, 1412 Sayılı cyuy`nın 5320 Sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak karar verilmesi olanaklı bulunduğundan sanık hakkındaki kamu davasının T.C.K.nın 64 ile 5271 Sayılı Kanunun 223. maddeleri uyarınca düşmesine,
4- )Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiine, yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.