Sanığın Dışarı Çıkarılması
CMK Madde 204
(1) Davranışları nedeniyle, hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşıldığında sanık, duruşma salonundan çıkarılır. Mahkeme, sanığın duruşmada hazır bulunmasını dosyanın durumuna göre savunması bakımından zorunlu görmezse, oturumu yokluğunda sürdürür ve bitirir. Ancak, sanığın müdafii yoksa, mahkeme barodan bir müdafi görevlendirilmesini ister. Oturuma yeniden alınmasına karar verilen sanığa, yokluğunda yapılan işlemler açıklanır.
CMK Madde 204 Gerekçesi
Maddenin birinci fıkrası duruşmada sanığın mutlaka hazır bulundurulması ilkesine önemli bir istisna getirmektedir: Davranışları nedeniyle hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşıldığı takdirde sanığın duruşma salonundan çıkartılmasına karar verilecektir. Hâkim veya mahkeme böylece çıkarılmış olan sanığın duruşmada hazır bulunmasını savunması bakımından zorunlu görmezse, bir avukatı bulunmadığı takdirde, kendisine bir avukat atanması suretiyle duruşmaya devam edip bitirecektir; dikkat edilmelidir ki, bu hâlde avukatın huzuru temel koşuldur.
Dışarı çıkarılan sanığın duruşmaya yeniden alınabilmesini sağlanmak üzere, bu hususta görevli olanlar tarafından duruşmanın sonuna kadar adı geçen muhafaza altında tutulacak ve kendisine her duruşma sonunda zabıt kâtibi tarafından bulunmadığı duruşmaya ilişkin tutanaklar okunacaktır. Ayrıca Cumhuriyet savcısının iddiaları ile sanığın bulunmadığı döneme ilişkin kararlar tebliğ edilecektir.
CMK 204 (Sanığın Dışarı Çıkarılması) Emsal Yargıtay Kararları
YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas: 2012/36256 Karar: 2014/4199 Tarih: 11.02.2014
-
CMK 204. Madde
-
Sanığın Dışarı Çıkarılması
Karar: Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.
Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede başkaca nedenler yerinde görülmemiştir.
Ancak;
1- Duruşma düzenini bozması nedeniyle duruşma salonundan dışarı çıkarılan sanığa CMK’nın 204. maddesi gereğince müdafii atanmayarak savunma hakkının kısıtlanması ve oturuma yeniden alındığında yokluğunda yapılan işlemlerin açıklanması gerektiğinin gözetilmemesi,
2- Sanığın, Cumhuriyet Savcısı olan katılana, Karasu Kaymakamlığınca M. O. Ü. hakkındaki suçu duyurusu konusunda bilgi almak istediğini söylediği, katılanın, sanığa hitaben söz konusu dosyada taraf olmadığından bilgi veremeyeceğini söylemesi üzerine sanığın, “Siz bu olayı savsaklıyorsunuz, bana 278. maddesine göre bilgi vermek zorundasınız, 257. maddeye göre suç işliyorsunuz” dediği, yine sanığın, 15. İdare Mahkemesinden bahsederek “Ailece acıyorum size” dediği, bunun üzerine katılan tarafından sanık hakkında adli işlem yapılmak üzere tutanak tanzim edildiği ve sanığın sorguya sevk edilmek üzere bekletildiği sırada “Beni burada bekletmek ile bana işkence yapıyorsunuz, mağdur sizsiniz, beni ancak şikayet edebilirsiniz, benim ifademi almaya yetkili değilsiniz, bana tebligat gelir, ben ifademi veririm, bu meslekte size uygun değildir” şeklindeki sözlerle hakaret ettiği olayda, sanığın soruşturma dosyası ile ilgili bilgi edinmek istemesi, TCK’nın 3. maddesinde öngörülen ölçülülük ilkesi ve TCK’nın 58. maddesinin uygulanma koşularının bulunmadığı gözetilmeden, hapis cezası tercih edilerek sanık hakkında orantısız ceza tayini,
3- Sanığın tekerrüre esas alınan sabıkasının 1412 sayılı CMUK’nın 305/son maddesi gereğince kesin nitelikte olması nedeniyle, tekerrür hükümlerinin uygulanamayacağının gözetilmemesi,
Sonuç: Kanuna aykırı ve sanık T. P.’in temyiz nedenleri ile tebliğnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden hükmün BOZULMASINA, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine gönderilmesine, 11.02.2014 tarihinde oybirliğiyle, karar verildi.
YARGITAY 16. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/3515 Karar : 2018/475 Tarih : 15.02.2018
-
CMK 204. Madde
-
Sanığın Dışarı Çıkarılması
Temyiz talebinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi;
1)Adil Yargılanma Hakkı, Anayasanın 36/1. maddesinde: “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6/1. maddesinde de: “Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir…” denilerek teminat altına alınmıştır. Anılan hakkın muhtevası, savunma ve müdafii yardımından faydalanma hakkı yönünden Sözleşmenin 6/3-c maddesinde belirlenmiştir. Buna göre; bir suç ile itham edilen herkes, kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiinin yardımından faydalanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek hakkına sahiptir.
AİHS’nin 6/3-(c) bendi gereğince, bir suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında, kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafii yardımından yararlanma ve bir müdafii tayin etme imkanından yoksun ise ve adaletin selameti için gerekli görülürse re’sen atanacak bir müdafii yardımından yararlanma olmak üzere üç ayrı hakka sahiptir. Bu nedenle, suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez. Savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafii yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (AİHM Pakelli/Federal Almanya, B.No: 8398/78, 25/4/1983).
Ancak AİHM, AİHS’nin adil yargılanma hakkına ilişkin 6. maddesinin, bu hakkın teminatlarından kişilerin kendi iradeleriyle vazgeçmelerini engelleyecek şekilde yorumlanamayacağı düşüncesindedir (Aksin ve diğerleri/Türkiye, B. No: 4447/05, 01.10.2013).
Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafii yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığı itibariyle asgari garantileri içermesi, önemli hiçbir kamu menfaatine ters düşmemesi ve vazgeçmenin sonuçlarının makul olarak öngörebileceğinin ortaya konulması gerekir (Salduz/Türkiye, B. No: 36391/02, 27/11/2008, Talat Tunç/Türkiye, B. No: 32432/96, 27/3/2007, Aksin ve diğerleri/Türkiye, Anayasa Mahkemesi B. No: 2013/2319 8/4/2015).
Ne var ki; AİHM, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da, resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin imkanının olmaması yanında, ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Talat Tunç/Türkiye).
Bu cümleden olarak, kanun koyucu bir suç isnadıyla karşı karşıya kalan şüpheli ya da sanığın, müdafii yardımından faydalanmak hakkından açıkça vazgeçmesi halinde dahi adaletin selameti bakımından re’sen bir müdafiinin atanması gerektiğini, 5271 sayılı CMK’da tahdidi olarak düzenlemiştir. Ayrıntıları Dairemizce de benimsenen Yüksek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.12.2016 tarih 2016/17-939, 2016/465 sayılı kararında açıklandığı üzere; “1412 sayılı CMUK, kişisel savunmada kural olarak ihtiyari müdafiilik sistemini benimsemiş ve sınırlı bazı hallerde zorunlu müdafiilik sistemini getirmişken; 5271 sayılı CMK zorunlu müdafiilik sistemini, önemli ölçüde genişletmiştir. 5271 sayılı CMK’na göre; müdafii bulunmayan şüpheli veya sanığın, çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması (150/2. md.), soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi (150/3. md.), resmi bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması (74/2. md.), tutuklama talebiyle mahkemeye sevkedilmesi (101/3. md.), davranışları nedeniyle, hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşılan sanığın yokluğunda duruşma yapılması (204/1. md.) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması (247/4. md.) hallerinde, şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa hatta açıkça müdafii istemediğini beyan etse bile müdafii görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır.”
Şu hale göre; 5271 sayılı CMK’nın 101/3. maddesi gereğince tutuklanması istenen ve seçtiği bir müdafii de bulunmayan sanığa müsnet suçun niteliği ve ön görülen ceza miktarı gözetilmeksizin müdafii görevlendirilmesinin yasal zorunluluk olması karşısında; görevlendirilen müdafii refakatinde tutuklanması nedeniyle, delillere erişme ve savunma hazırlama imkanları itibariyle (AİHM Gregaceviç/Hırvatistan) çelişmeli yargılamanın gereği olan “silahların eşitliği” ilkesinin ve Anayasanın 36, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddeleri ile teminat altına alınan adil yargılanma hakkının ihlali sonucunu doğuracak biçimde (AİHM Salduz/Türkiye), adaletin selameti açısından gerekli olan müdafii görevlendirilmeden yargılama yapılıp sorgusu tespit edilmek suretiyle savunma hakkının kısıtlanması,
2)Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından onanarak kesinleşen Dairemizin ilk derece mahkemesi sıfatıyla verdiği 24.04.2017 tarih, 2015/3 Esas, 2017/3 Karar sayılı kararında bylock iletişim sisteminin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde, kişinin örgütle bağlantısını gösteren delil olacağının kabul edildiği dikkate alınarak, somut dosyada sanığın bylock kullanıcısı olup olmadığının atılı suçun sübutu açısından belirleyici nitelikte olması karşısında; istinaf aşamasından sonra dosya içerisine konulduğu anlaşılan sanığın bylock kullanıcısı olduğunu bildiren ayrıntılı bylock tespit ve değerlendirme raporu ile istinaf kararından sonra dosyaya girdiği anlaşılan başka dosya şüphelileri …, … ve … isimli şahısların beyanları henüz dosyaya gelmeden, kovuşturma aşamasından sonra istinaf aşamasında dosyaya gönderilen …, …, … ve … isimli şahısların beyanlarının CMK’nın 217. maddesi uyarınca duruşmada sanık ve müdafiine okunmadan ve diyecekleri sorulmadan, sanığın ByLock kullanıcısı olduğuna dair Emniyet Genel Müdürlüğü Kom Dairesi Başkanlığı tarafından düzenlenen yetersiz belgeye dayanılarak ve eksik araştırma ile yazılı şekilde mahkumiyet kararı verilmesi,
Kanuna aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan, bu sebeplerden dolayı hükmün CMK’nın 302/2. maddesi uyarınca BOZULMASINA, Üye …’ın 1 nolu bozma nedeni yönünden karşı oyu ve oyçokluğuyla, 2 nolu bozma nedeni ve sanığın tutuklulukta geçirdiği süre, atılı suç için kanun maddelerinde ön görülen ceza miktarı gözetilerek tutukluluk halinin devamına oybirliğiyle, 15.02.2018 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY:
Sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olmak suçundan TCK’nın 314/2, 62, 53, 58/9, 63, 3713 sayılı Kanunun 5. maddeleri uyarınca kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik sayın çoğunluğun 1 nolu bozma düşüncesine iştirak edilmemiştir.
Sanık hakkında mahkumiyet hükmü Anayasanın 36/1, AİHS 6/1-3-c, CMK 101/3 maddesi ve Dairemizin 14.11.2017 tarih 2017/1824-2017/5384 sayılı kararına vurgu yapılarak ‘5271 sayılı CMK’nın 101/3. maddesi gereğince tutuklanması istenen ve seçtiği bir müdafii de bulunmayan sanığa müsnet suçun niteliği ve ön görülen ceza miktarı gözetilmeksizin müdafii görevlendirilmesinin yasal zorunluluk olması karşısında; görevlendirilen müdafii refakatinde tutuklanması nedeniyle, delillere erişme ve savunma hazırlama imkanları itibarıyla çekişmeli yargılamanın gereği olan silahların eşitliği ilkesinin ve Anayasanın 36, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddeleri ile teminat altına alınan adil yargılama hakkının ihlali sonucunu doğuracak biçimde (AİHM Salduz/Türkiye), adaletin selameti açısından gerekli olan müdafii görevlendirmeden yargılamaya devamla karar verilmesi suretiyle savunma hakkının kısıtlandığı gerekçesi ile bozulmuştur.
Öncelikle sanık, müdafii olmadan yargılama yapılarak hüküm kurulmasını temyiz nedeni olarak ileri sürmemiştir. Temyiz konusu yapılmayan bu hususun temyizen incelenip incelenemeyeceği dolayısı ile bozma konusu yapılıp yapılamayacağı CMK’nın 288 maddesi kapsamında ön sorun olarak çözülmesi gereklidir.
Zira temyize konu hüküm istinaf kanun yolundan geçerek temyiz edilmiş hükümlerden olup CMK’nın 288 maddesi ‘Temyiz, ancak hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayanır. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır.’ Amir hükmüne göre usul hukukunu ilgilendiren bir sorun karşımıza çıkmaktadır .
CMK’nın 288. maddesi uyarınca temyiz dilekçesinde gösterilen bir temyiz nedeni ile hükmün bozulması halinde 302/3 kapsamında diğer hukuka aykırılık hallerinin ilamda gösterilebileceği nazara alındığında, temyiz dilekçesinde gösterilmeyen bir hususta CMK’nın 289. maddesinde yazılı hususlar dışında bir incelemesi yapılmadan diğer temyiz nedenlerinin incelenmesi sırasında saptanan hukuka aykırılıkların ilamda gösterilebileceği kabul etmek gerekecektir.
Bölge Adliye Mahkemelerinin faaliyete geçmesi sonrasında temyiz incelemesinin kapsam ve koşulları hususunda hakkında daha önce yerleşik uygulama ve içtihatları bulunmayan Yargıtay içtihatlarının oluşumuna ışık tutabilecek Alman Yargıtay’ının yerleşik içtihatlarından faydalanılması imkan dahilindedir.
Kısaca ve özetle; temyiz nedeni, temyiz dilekçesinde ne kadar somut yazılması gerekir ki CMK’nın 288 maddesi kapsamında temyiz nedeni var kabul edilerek temyizen incelenebilsin? Bu sorunun cevabını Alman yargıtayı uygulamalarında bulmak mümkündür.
Anılan mahkeme içtihatlarına göre temyiz nedenlerinin usul hukuku yönünden son derece somut olarak gösterilmesi beklenirken, maddi hukuka ilişkin temyiz nedenlerinin soyut ve genel ibarelerle gösterilmesinin yeterli kabul edildiği anlaşılmaktadır.
Somut olayda sanığın müdafii bulunmadan hakkında hüküm kurulmasına yönelik bir temyiz nedeni yoktur. Temyiz nedeni bulunmadığı için hüküm bu yönü itibariyle temyizen incelenemez. Bu nedenle de sayın çoğunluğun bozma kararı yerinde değildir.
Velev ki, temyizen incelenebileceğini kabul etsek bile;
Sayın Çoğunluk bozma nedenine CMK’nın soruşturmaya ilişkin 101/3, Anayasa 36/1, AİHS 6. maddelerini esas almakla birlikte, bozma gerekçesinde yine Dairemizin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı belirtilerek Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.12.2016 tarih ve 2016/17-939-2016/465 sayılı kararını da vurgulamıştır.
Öncelikle sanığa isnat edilen suçun kovuşturma aşamasında müdafii bulundurma zorunluluğunu düzenleyen CMK’nın 150/3 maddesi kapsamında olup olmadığı; tutuklamaya sevkte müdafii bulundurma zorunluluğuna temas eden CMK’nın 101/3 maddesinin, Anayasa 36 ve AİHS 6 maddeleri kapsamında değerlendirmesinin yapılması ve bu hususların hangi kanun yolu ile denetleneceğinin tartışılmasında zorunluluk bulunmaktadır.
CMK’ya göre ceza soruşturma ve kovuşturmasında kural olarak her sanık müdafii yardımından yararlanabilir, istemi halinde kendisine Barodan müdafii atanması zorunludur. CMK’nın 147 maddesine göre savunması öncesinde sanığa bu hakkı hatırlatılmış, sanık müdafii istemeden savunmasını yapacağını beyan etmiştir. Bu hak hatırlatılmadan savunmasının alınması bizatihi bozma nedenidir. Somut olayda bu durum söz konusu değildir.
Yine mevzuatımızda duruşmada müdafii bulundurulmasını emredici düzenleme olarak CMK’nın 150/3 maddesi müdafii bulundurulmasını sanığın iradesine bırakmayan bir düzenleme olarak karşımıza çıkmaktadır. CMK’nın 150/3 maddesi alt sınırı 5 yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda istem aranmaksızın müdafii görevlendirileceğini hüküm altına almıştır.
Sanığa atılı suç, TCK’nın 314/2 maddesinde yazılı silahlı terör örgütüne üye olma suçudur. Beş yıldan on yıla kadar hapis cezasını gerektirmektedir. 5560 sayılı Kanunun 21 maddesi ile CMK’nın 150. maddesinde yapılan değişiklikten sonra silahlı örgüt üyesi olmak suçundan yapılan yargılamada sanık istemi dışında müdafii bulunmasının zorunlu olmadığı gerek Yargıtay 9. Ceza Dairesi gerekse Yargıtay 16. Ceza Dairesi tarafından kabul edilmiştir.
Hemen ifade etmek gerekir ki silahlı terör örgütü üyeliği suçunun zorunlu müdafiilik kapsamında suçlardan olduğu yönünde Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı üzerine konu Yargıtay Ceza Genel Kurulunda tartışılmış ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.12.2016 gün ve 2016/17-939-2016/465 sayılı kararı ile silahlı terör örgütü üyesi olma suçunun CMK’nın 150/3 maddesi kapsamında zorunlu müdafii bulundurmayı gerektiren suçlardan olmadığına karar verilmiştir.
Suça sürüklenen çocuklar dışında silahlı terör örgütüne üye olma suçu nedeniyle sanıklar hakkında 3723 sayılı Kanunun 5 maddesi ile her halde 1/2 oranında artırım yapılmasına rağmen, bu suça ilişkin Yargıtay içtihatları bu yönde şekillenmiş olup uygulama aynen devam etmektedir.
Zaten sayın çoğunluğun bozma nedeni CMK’nın 150/3 maddesine dayanmamaktadır.
Mevzuatımızda müdafii tayininin sanık yada şüphelinin iradesine bırakılmayıp zorunlu görüldüğü haller CMK’nın 150/2 maddesinde şüpheli veya sanığın çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır dilsiz olması; CMK’nın 74/2 maddesinde resmi kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınma kararı; CMK’nın 101/3 maddesinde tutuklama talebiyle mahkemeye sevk; CMK’nın 204/1 davranışları nedeniyle hazır bulundurulmasının duruşmanın düzenli yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşılan sanığın yokluğunda duruşma yapılması ve CMK’nın 247/4 maddesinde yazılı kaçak sanık hakkında duruşma yapılmasında isteme bakılmaksızın müdafii görevlendirilme zorunluluğu bulunduğu anlaşılmaktadır.
Somut olayda CMK’nın 150/2, 74/2, 204/1, 247/4 maddeleri söz konusu değildir.
O halde sayın çoğunluğun bozmaya esas aldığı anlaşılan CMK’nın 101/3 maddesinin irdelenmesi gerekecektir.
CMK’nın 101. maddesinin başlığı ‘Tutuklama Kararı’dır. Tutuklamanın safahatını düzenler. Müdafii zorunluluğunu düzenleyen CMK’nın 101/3. maddesi ‘tutuklama istenildiğinde Şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafii yardımından yararlanır’ hükmünü amirdir. Yani gerek soruşturmada gerekse kovuşturmada tutuklama kararı istenildiğinde mutlaka şüpheli veya sanığa müdafii tayin zorunluluğuna işaret etmektedir. İsteme bakılmaz. Somut olayda sanığın ilk tutuklanması aşamasında kendisine müdafii atanmıştır.
Madde de tutukluluğun devamı kararlarına ilişkin düzenleme getirildiği halde tutukluluğun devamı kararlarında müdafii zorunluluğuna işaret edilmemiştir. Bu konu doktirinde de tartışılmaktadır. Ancak ağırlıklı görüş tutukluluğun devamı kararlarında müdafi bulunmasının ihtiyari olduğu yönündedir. Nitekim ‘Belki tutukluluğu devam eden sanığın yanında veya katılmasa bile avukatın bulunması gerektiği ileri sürülebilir ki bizce bu görüşte en azından CMK m. 101 açısından isabet bulunmamaktadır. Tutuklama tedbirinde avukat bulundurma zorunluluğu, ilk aşama, yani ilk tutuklama tedbirinin değerlendirilmesi için öngörülmüştür. (Prof. Dr Ersan Şen Zorunlu Müdafilik ve Yargılama Sürati)’ denilmiştir.
İlk tutuklama kararında olduğu gibi tutukluluğun devamı kararlarında müdafii zorunluluğu kişi hürriyetine ilişkin olması nedeniyle farazi olarak kabul edilse bile, ilk tutuklama ve tutukluluğun devamı kararları hangi kanun yolu ile denetlenecektir. Bunun temyiz aşamasında denetimi mümkün müdür? İrdelenmesi gereken asıl husus bu olmakla birlikte tutuklu yargılamada sanığın kendi iradesi ile müdafi bulunmadan yapılan yargılamanın AİHS 6. maddesi kapsamında adil ve dürüst yargılama hakkının ihlali sayılabilir mi sorusununda cevaplanması gerekecektir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesi adil yargılama hakkı başlıklı olup yargılamaların tabi hakim ilkesine göre kanunla kurulmuş bağımsız, tarafsız mahkemelerde, makul sürede ve açık olarak yapılması, masumiyet ilkesi, savunma hakkının kısıtlanmaması ve tercüman yardımını düzenlemektedir. Somut olayda sanık kendi iradesi ile müdafii istemediğini beyan etmiş ve kovuşturmada sanık istemediği için müdafii olmadan görülmüştür. Yukarıda açıklandığı üzere CMK’nın 150/3 maddesine göre müdafii bulundurma zorunluluğu da yoktur. Bunun doğrudan AİHS 6. maddesine aykırılık teşkil ettiği iddia edilemez. ‘Sözleşme ile garanti altına alınan hakkın kullanılmasından vazgeçilmesi bunun açıkça söylenmesi ile mümkün olabilir. (Zana/Türkiye)’ Sanık ilk derece mahkemesinde hakları hatırlatıldığında müdafii istemediğini beyan etmiştir. İsteme bağlı müdafiiliğin söz konusu olduğu bir suçtan yapılan yargılamada sanığın müdafii istenmemesi nedeniyle yargılamanın müdafi atanmadan yapılması gerek Dairemiz gerekse Yargıtay içtihatlarında Anayasanın 36/1 ve AİHS 6. maddelerine aykırılık teşkil ettiği hususunda somut bir karara rastlanmamıştır. Yani isteme bağlı müdafiliğin uygulandığı durumlarda talep edilmemesi nedeniyle müdafii atanmadan yargılama yapılması gerek Anayasa 36/1 ve gerekse AİHS 6. maddesinin ihlali niteliğinde değildir.
Öte yandan CMK’nın 101/3 maddesinde yazılı ilk tutuklamada müdafii bulundurulması gerektiğine kuşku yoktur. Somut olayda ilk tutuklamada sanığa müdafii atanmıştır. Ancak biz sanığın ilk tutuklamada müdafii olmadan tutuklandığını tutukluluğunun devamı kararlarınında yargılamanın müdafii istenmemesi nedeniyle müdafi olmadan verildiğini düşünelim. Bu halde hangi kanun yolu ile tutuklama ve tutukluluğun devamı kararının denetleneceğini belirlememiz ve kanun yoluna ilişkin normu uygulama zorunluluğumuz ortaya çıkacaktır.
Hiç kuşku yok ki ilk tutuklama ve tutukluluğun devamı kararları CMK’nın 101/5 maddesine göre itiraz kanun yoluna tabidir. Gerek tutuklama gerekse tutukluluğun devamı kararı itiraz kanun yolu ile denetlenecek ve itiraz üzerine kesin olarak karar verilecektir. İtiraz kanun yoluna tabi olup kesin olarak verilen bir karar temyiz kanun yolu incelenmesi mümkün değildir. Ancak itiraz üzerine kesin olarak verilen karar kanun yararına temyize konu olabilir. Somut olayda kanun yararına temyiz de söz konusu değildir.
Usul hukukuna ilişkin uygulama yargılamada esasa etki etmişse bunun somut olarak tespiti halinde temyizen incelenip bozma konusu yapılabileceğini ifade etmemiz gerekirse de, somut olayda kendi istemi ile müdafii olmadan yapılan yargılamanın savunmasını ne suretle etkileyip delillere ulaşmada somut olarak hangi güçlüklerle karşılaştığı hangi delillere ulaşamadığının gerek sanık tarafından ortaya konması gerektiği gibi temyiz incelemesinde bu hususların somut olarak tespit edilmesi gerekir ki böyle bir değerlendirme de mevcut değildir.
Yukarıda açıklanan nedenlerle olayda AİHS 6. maddesi ve Anayasanın 36/1 maddesine ilişkin bir ihlal olmadığı gibi, zorunlu müdafiiliğin gerekmediği, kovuşturmada sanığın kendi talebi ile müdafii istemediği, sanığın ilk tutuklanma kararında müdafiinin bulunduğu, CMK’nın 101/3 maddesinin ilk tutuklamaya ilişkin olduğu, velev ki tutukluluğun devamı kararlarında da sanık lehine genişletici yorumla müdafii bulunması zorunluluğu kabul edilse bile, tutuklama ve tutukluluğun devamına ilişkin kararların itiraz kanun yoluna tabi olup, itirazlar üzerine kesin olarak karar verildiği, tutukluluğa ilişkin temyiz incelemesi yapılamayacağı müdafii olmadan yapılan yargılamanın savunma hakkı ve delillere erişimde ne gibi güçlüklere neden olduğunun somut olarak ortaya konmadığı düşüncesiyle sayın çoğunluğun 1 nolu bozma nedenine katılmıyorum.
YARGITAY 1. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/2928 Karar : 2017/1797 Tarih : 17.05.2017
-
CMK 204. Madde
-
Sanığın Dışarı Çıkarılması
I-) Ceza yargılamasının temel ilkelerinden biri “doğrudan doğruyalık- vasıtasızlıktır.” Bu nedenle CMK’nun 193/1. maddesinde “sanık olmaksızın yargılama olmaz” genel kuralına, istisnalarına ise aynı Kanun’un 193/2, 194/2, 195, 196, 200/1 ve 204. maddelerinde yer verilmiştir. Alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar hariç olmak üzere, kendisinin de kabulüne bağlı olarak sanık istinabe suretiyle sorguya çekilebilir. Görüntülü ve sesli iletişim tekniği kullanılarak sorgu yapma imkanı yine CMK’nun 196/4. maddesine göre mümkün kılınmıştır.
Somut olaydaki hukuki sorun sanık vekilinin, sanığın görüntülü ve sesli iletişim tekniğini kullanarak savunmasının alınmasına itiraz etmesi karşısında, bu sistemle savunma alınması durumunda, savunma hakkının kısıtlanarak adil yargılama ilkesinin ihlal edilip edilmediği noktasında toplanmaktadır.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/1. maddesi cezai bir suç ile itham edilen herkesin, kendini savunma, iddia tanıklarını sorguya çekme veya çektirme, duruşmada kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercüman yardımından para ödenmeksizin yararlanması haklarını güvence altına almıştır. Buna bağlı olarak kovuşturma aşamasında;
1)Genel kural, sanığın duruşmada hazır bulundurulmasıdır. Bu hak ciddi nedenlere dayalı olarak mahkeme kararı ile sınırlandırılabilir.
2)İlk ve son savunmanın yapıldığı, esasa ilişkin delillerin toplandığı oturumlara sanığın SEGBİS yolu ile katılması, açık kabulüne dayalı olmalıdır.
Tüm bu açıklamalar karşısında; Yargıtaydan verilen bozma kararı üzerine, davaya yeniden bakan mahkeme tarafından yapılan duruşmadan önce, … Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunan sanığın, 25.02.2015 tarihinde SEGBİS sistemi aracılığı ile bozma ilamına uyulup Cumhuriyet Savcısının mütalaasından sonra, sanık müdafiinin SEGBİS aracılığıyla sanığın savunmasının alınmasına itiraz etmesine rağmen, yasal ve yeterli olmayan gerekçeyle bu talebi reddedilerek, SEGBİS sistemi aracılığıyla beyanı alındıktan sonra mahkumiyetine karar verilmesi suretiyle savunma hakkının kısıtlanması,
II-) 24.11.2015 günlü Resmi Gazetede yayımlanan Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 günlü, 2014/140 esas ve 2015/85 sayılı kararı ile 5237 sayılı TCK’nun 53. maddesinin iptal edilen bölümleri nazara alındığında, sanığın hukuki durumunun yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,
Usule aykırı olup, sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, sair yönleri incelenmeyen hükmün öncelikle bu nedenlerle tebliğnamedeki düşünce gibi BOZULMASINA, 17/05/2017 gününde oybirliği ile karar verildi.
YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas : 2017/33 Karar : 2018/74 Tarih : 27.02.2018
-
CMK 204. Madde
-
Sanığın Dışarı Çıkarılması
Sanık …‘ın silahlı terör örgütüne yardım etme suçuna teşebbüsten TCK’nun 220/7. maddesi yollamasıyla aynı Kanunun 314/2, 220/7, 3713 sayılı Kanunun 5/1, TCK’nun 35, 62/1, 53, 58/7-9 ve 63. maddeleri uyarınca 3 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve mahsuba ilişkin Yüksekova Ağır Ceza Mahkemesince verilen 12.05.2015 gün ve 376-199 sayılı hükmün, sanık müdafii ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 16. Ceza Dairesince 11.04.2016 gün ve 8305-2285 sayı ile;
“…Ceza yargılamasının temel ilkelerinden biri ‘doğrudan doğruyalık-vasıtasızlıktır.’ Bu nedenle CMK’nun 193/1. maddesinde ‘sanık olmaksızın yargılama olmaz’ genel kuralına yer verildikten sonra istisnalar aynı Kanunun 193/2, 194/2, 195, 196, 200/1 ve 204. maddelerinde gösterilmiştir. Sanığın kabulüne bağlı olarak alt sınırı 5 yıl ve daha fazla hapis cezası gerektiren suçlar hariç olmak üzere istinabe yoluyla sorguya çekilebilecektir. Görüntülü ve sesli iletişim tekniği kullanılarak sorgu yapma yöntemi CMK’nun 196/4. maddesi hükmüne göre mümkün kılınmıştır.
Somut olaydaki hukuki sorun, sanığın görüntülü ve sesli iletişim tekniğini kullanarak savunma yapmak istemediğini ısrarla beyan ederek duruşmada hazır bulunma isteği karşısında, bu sistemle savunma alınması durumunda, savunma hakkının kısıtlanarak ‘adil yargılanma’ ilkesinin ihlal edilip edilmediği noktasında toplanmaktadır.
Duruşmada hazır bulunmak isteyen sanığın, duruşmada hazır bulundurulması sadece ödev değil aynı zamanda bir haktır. ( Ceza Genel Kurulunun 10.06.2008 gün ve 148-169 sayılı kararı)
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/1. maddesine göre;
Cezai bir suç ile itham edilen herkesin, kendini savunma, iddia tanıklarını sorguya çekme veya çektirme, duruşmada kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercüman yardımından para ödenmeksizin yararlanması hakları güvence altına almıştır. Duruşmada hazır bulunmaksızın bu hakları nasıl kullanabileceğinin anlaşılması zordur. (Colozza v. İtalya, 12 Şubat 1985)
Adil bir ceza yargılaması sürecinin oluşumunda sanığın mahkeme nezdinde hazır bulunmasının büyük önemi bulunmaktadır. (Lala v. Hollanda 22 Eylül 1994) Bunun sebebi hem ‘adil yargılanma hakkı’nın mevcudiyeti hem de beyanların doğruluğunun anlaşılması ve mağdur ile tanıkların beyanlarıyla karşılaştırılmasıdır. (Sedoviç v. İtalya)
Temyiz aşamasında davalının duruşma salonunda şahsen hazır bulunması ilk derece mahkemesinde görülmekte olan duruşmalarda hazır bulunmasına nispeten daha az önem arzetmektedir. (Kamasinsıki v. Avusturya, 19 Aralık 1989)
Adaletin gerçekten adil bir şekilde sağlanmasının demokratik bir toplumda tuttuğu yer göz önünde bulundurularak savunma hakkının kısıtlanmasına yönelik her bir tedbirin ciddi şekilde gerekli olmasına işaret edilmiştir. Daha az kısıtlayıcı bir tedbirin bulunması hâlinde o uygulanmalıdır. (Van Mechelen ve diğerleri)
Sözleşme ile garantiye alınan hakkın kullanılmasından vazgeçilmesi, bunun açıkça söylenmesi ile mümkün olabilir. (Zana/Türkiye)
CMK’nun genel ilkeleri ve 196. maddedeki düzenleme, Dairemizce benimsenen Ceza Genel Kurulunun 10.06.2008 gün ve 148-169 sayılı kararı ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatları göz önünde bulundurulduğunda; duruşmada hazır bulunma hakkı ‘adil yargılanma’ kapsamında değerlendirilmekte olup, bu hakkın sınırlanması ancak ciddi şekilde gerekli olması halinde istisna olarak uygulanmalıdır. AİHM’in Marcello Viola v. İtalya kararı temyiz duruşmasına ilişkindir. Bu nedenlerle kovuşturma aşamasında;
1-) Genel kural sanığın duruşmada hazır bulundurulmasıdır. Bu hak ciddi nedenlere dayalı olarak mahkeme kararı ile sınırlandırılabilir.
2-) İlk ve son savunmanın yapıldığı, esasa ilişkin delillerin toplandığı oturumlara sanığın SEGBİS yolu ile katılması açık kabulüne dayalı olmalıdır.
3-) Sesli ve görüntülü yöntemle savunma alınması hâlinde sanık müdafiinin talebi durumunda sanığın yanında bulunma olanağı sağlanmalıdır.
Bu koşullar gerçekleştiğinde savunma hakkının kısıtlanmadığı kabul edilebilecektir.
Tüm bu açıklamalar karşısında; duruşmalardan önce SEGBİS ile savunma yapmak istemediğini ve mahkemede hazır bulunarak savunma yapmak istediğini beyan eden sanığın taleplerine rağmen duruşmalarda hazır bulundurulmayıp SEGBİS aracılığıyla yargılaması yapılarak mahkûmiyetine karar verilmesi suretiyle savunma haklarının kısıtlanması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 14.07.2016 gün ve 356624 sayı ile;
“…Ceza yargılamasının temel ilkelerinden birini oluşturan ‘vasıtasızlık-doğrudan doğruyalık’ ilkesi CMK’nun 193/1. maddesinde yer alan ‘Kanunun ayrık tuttuğu hâller saklı kalmak üzere, hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılmaz’ düzenlemesi ile vücut bulmuştur. Bu düzenleme gereğince yasal istisnaları hariç olmak üzere duruşmada hazır bulunmayan sanık hakkında yargılama yapılamaz. Ceza yargılamasının en önemli usuli işlemlerinden birisi olan sorgunun ne şekilde yapılacağı hususu da CMK’nun 196. maddesinde düzenlemiş olup, ‘vasıtasızlık’ ilkesinin istisnalarından birisi CMK’nun 196/2. maddesinde yazılı olduğu üzere alt sınırı 5 yıldan az hapis cezası gerektiren suçlar yönünden sanığın sorgusunun istinabe ile yapılabilmesine olanak sağlanmıştır. Bunun dışındaki suçlar yönünden ise istinabe yasağı söz konusu olup, sanığın mahkeme huzurunda bulundurulmasını zorunlu kılmaktadır. Sanığın mahkeme huzuruna fiziken çıkarılamadığı durumlarda ise CMK’nun 196/4. maddesi gereğince ‘Yukarıdaki fıkralar içeriğine göre sanığın aynı anda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle sorgusunun yapılabilmesi olanağının varlığı hâlinde bu yöntem uygulanarak sorgu yapılır.’ düzenlemesine istinaden sanığın sorgusunun yapılması, diğer duruşmalara ise iştirakinin sağlanması mümkün kılınmıştır. Madde gerekçesine göre, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde konu edilen ‘adil yargılanma hakkı’ ilkesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bu konudaki kararı gözetilerek, hâkimlerin hüküm vermeden önce sanığı bizzat görmeleri sağlanmaya çalışılmıştır. SEGBİS, hem duruşma salonunda bulunanların sanığı, hem de sanığın duruşma salonunda bulunanları aynı anda görüp duyabildiği sesli ve görüntülü bir iletişim sistemidir. Bu hâliyle CMK’nun 196/4. maddesinde yazılı koşulları sağlayan bir sistemdir. Sistemin kullanılması ile sanıkların bir yerden bir yere nakillerinde karşılaşılan güçlüklerin, gecikmelerin ve hak kayıplarının önüne geçilerek yargılamanın süratle tamamlanması sağlandığı gibi, sistem sayesinde duruşmaya katılan sanıkların yargılamanın vasıtasızlık ilkesine uygun olarak kendilerini savunma imkânları da sağlanmış olacaktır. SEGBİS aracılığı ile duruşmaya katılan sanık, o celsede dinlenen tanık veya bilirkişilere soru sorabilecek, varsa beyanlara itirazlarını dile getirebilecektir. Bu hâliyle sistemin kullanımı, ceza yargılamasının temel bir ilkesi olan ‘vasıtasızlık- doğrudan doğruyalık’ ilkesini desteklemektedir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Atılı suçtan hakkında açılan kamu davası nedeniyle sanığın Yüksekova Ağır Ceza Mahkemesinde sanığın tutuklu olarak yargılandığı, sanığın Van F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunduğu, 05.01.2015 tarihinde duruşmalara fiziken katılma talebinin olduğu, ancak 07.01.2015 tarihli oturuma SEGBİS aracılığıyla katıldığı ve savunmasını ana dilinde müdafi eşliğinde herhangi bir itirazda bulunmaksızın yaptığı, 12.02.2015 tarihli duruşmalara yine fiziki olarak katılmak istediğinden bahisle dilekçe verdiği, bu nedenle 12.02.2015 ve 12.03.2015 tarihli oturumlara katılmadığı, Cumhuriyet savcısının davanın esası hakkındaki mütalaasını bildirdiği 30.04.2015 tarihli oturuma ise SEGBİS vasıtasıyla katıldığı, hüküm celsesi olan 12.05.2015 tarihli oturuma ise katılmadığı anlaşılmıştır. Sanığa duruşmalara SEGBİS aracılığıyla katılma, davanın esası hakkında son savunmasının yapma fırsatı verildiği hâlde, sanığın duruşmalara katılımı konusunda SEGBİS’i vasıta kılmak istememesi ve bu nedenle duruşmalara iradi olarak katılmaması hâlinin, sanığın savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurmayacağı, SEGBİS kullanımının CMK’nun 196/4. maddesindeki düzenlemeye uygun olduğu…” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 16. Ceza Dairesince, 09.11.2016 gün ve 5927-5526 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık … hakkında silahlı terör örgütüne yardım etme suçuna teşebbüsten kurulan mahkûmiyet hükmü Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme, sanık … hakkında aynı suçtan kurulan hüküm ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; alt sınırı beş yıl hapis cezasını gerektiren 5237 sayılı TCK’nun 314. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanan, yargı çevresi dışında tutuklu bulunan ve ses ve görüntü bilişim sistemi (SEGBİS) ile savunma yapma imkanı tanınan sanığın, duruşmanın başlamasından sonra sorgusunun yapıldığı, Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşünü bildirdiği ve hükmün açıklandığı son oturuma getirtilmeden karar verilmesinin savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de; öncelikle, 5271 sayılı CMK’nun 196. maddesinin dördüncü fıkrasında 25.08.2017 tarihinde yürürlüğe giren 694 sayılı KHK’nın 147. maddesi ile yapılan değişiklik göz önüne alındığında bu hususun bozma nedeni yapılıp yapılmayacağı değerlendirilmelidir.
Sanığın, 14.08.2014 tarihinde silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanarak Hakkari Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderildiği, 18.08.2014 tarihinde ise Van F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiği, daha sonra silahlı terör örgütüne üye olma suçundan hakkında açılan kamu davası nedeniyle Yüksekova Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmasına başlandığı,
Yüksekova Ağır Ceza Mahkemesince, tutuklu sanığın 07.01.2015 tarihli oturuma katılımının sağlanması bakımından, öncelikle duruşma salonuna getirilmesi, bunun mümkün olmaması hâlinde SEGBİS imkânlarının bulunduğu bir yerde hazır edilmesinin cezaevi idaresinden istendiği,
Sanığın, yerel mahkemeye hitaben yazdığı 05.01.2015 tarihli dilekçede; hakkındaki iddialara karşı daha iyi savunma yapabilmek için 07.01.2015 tarihli oturumda duruşma salonunda bulunmak istediğini belirttiği, ancak söz konusu oturuma SEGBİS vasıtası ile katılan sanığın, bu sisteme ilişkin herhangi bir itiraz ileri sürmeksizin savunmasını yaptığı, sanık müdafiinin de söz konusu oturumda duruşma salonunda hazır olduğu,
12.02.2015 tarihli oturumdan önce tutuklu sanığın duruşmada hazır bulundurulması, bunun mümkün olmaması hâlinde SEGBİS imkânlarının bulunduğu bir yerde hazır edilmesi için yazılan müzekkereye cezaevi idaresince, Van ili ile Hakkari’nin ilçeleri arasında güvenli seyahatin sağlanamayacağı gerekçesi ile sevkin gerçekleştirilemediği şeklinde cevap verildiği, sanığın ise SEGBİS vasıtasıyla savunma yapmak istemediğine ilişkin dilekçeyi aynı tarihte yerel mahkemeye gönderdiği, belirtilen sebeplerle sanığın bahse konu oturuma katılımının sağlanamadığı,
Sanık müdafiinin hazır bulunduğu, 12.02.2015 tarihli oturuma tutuklu sanığın güvenlik gerekçesiyle getirilemediğini bildiren cezaevi idaresince müzekkere ekinde, Van Ceza İnfaz Kurumu Jandarma Bölük Komutanlığının 12.09.2014 tarihli yazısına yer verildiği, bu yazıda; ceza infaz kurumunda bulunanların büyük bir çoğunluğunun PKK terör örgütü üyeliği suçundan tutuklu olup suç yerlerinin ağırlıklı olarak Hakkari ili ve Yüksekova ilçesi olduğunun, yargılama yerleri değişen bu tutukluların yerel mahkemelerce duruşmalarda hazır edilmelerinin talep edildiğinin, Van’dan Hakkari ili ile Yüksekova ilçesine gidilmesi için Van-Başkale-Hakkari karayolunun kullanılacağının, ayın belirli günlerinde güvenlik güçlerince yolun belirli noktalarında güvenlik önlemleri alınarak güvenli yol günleri oluşturulduğunun, tamamında güvenliğin sağlanamadığı Van-Hakkari karayolunda geçmiş yıllarda yol kesme, silahlı çatışma, mayınlama, pusu kurma ve adam kaçırma gibi olayların meydana geldiğinin, son bir yıl içerisinde PKK terör örgütünün bu nitelikli eylemlerinin özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde artış gösterdiğinin, bahsi geçen eylemlerin tekrarlanma olasılığı bulunduğundan Van-Hakkari karayolunun en kritik bölge olduğunun, sevki yapılan PKK terör örgütü üyeliğinden tutuklu şahısların kaçırılabileceğinin, sevkte görevli personelin kaçırılma veya şehit edilme risklerinin yüksek olması nedeniyle Hakkari il ve ilçeleri ile Başkale’ye yapılacak duruşmalara güvenlik nedeniyle tutuklu sevkinin çok riskli olduğunun, devletin milyonlarca Lira harcayarak kurduğu ve aktif olan SEGBİS yerine karayolu ile sevk yapılmasının hem devlete ek bir maddi külfet hem de personel zayiatına yol açabilecek nitelikli olumsuz sonuçlar doğurabileceğinin belirtildiği,
12.03.2015 tarihli oturumda, sanık müdafiinin hazır bulunduğu, cezaevi idaresi tarafından sanığın SEGBİS vasıtasıyla ifade vermek istemediğinin bildirildiği,
30.04.2015 tarihli oturuma SEGBİS vasıtası ile katılan sanığın, bu sisteme yönelik herhangi bir itiraz ileri sürmediği, söz konusu oturumda Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşünü açıkladığı, ancak sanık müdafiinin esasa ilişkin savunma yapmak için süre talep etmesi nedeniyle bu oturumun ertelendiği,
12.05.2015 tarihli oturumda sanık müdafiinin hazır bulunduğu, cezaevi idaresi tarafından sanığın SEGBİS vasıtasıyla ifade vermek istemediğinin bildirildiği, aynı oturumda Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşünü açıkladığı, sanık müdafiinin esas hakkındaki savunmasını yapmasından sonra, yargılamaya son verilerek sanığın adli kontrol şartıyla tahliyesine ve eyleminin teşebbüs aşamasında kalan silahlı terör örgütüne yardım etme suçunu oluşturduğu kabul edilerek, TCK’nun 220/7. maddesi yollamasıyla aynı Kanunun 314/2, 220/7, 3713 sayılı Kanunun 5/1, TCK’nun 35, 62/1, 53, 58/7-9 ve 63. maddeleri uyarınca 3 yıl 9 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, hükmolunan hapis cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve mahsuba ilişkin hükmün tefhim edildiği,
Anlaşılmaktadır.
Şüpheli veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde uyulacak hususları belirleyen 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun “İfade ve sorgunun tarzı” başlıklı 147. maddesinin 1. fıkrasının (h) bendinde ifade ve sorgu işlemlerinin kaydında, teknik imkânlardan yararlanılacağı düzenlenmiş,
20.09.2011 tarihinde yürürlüğe giren Ceza Muhakemesinde Ses ve Görüntü Bilişim Sisteminin Kullanılması Hakkında Yönetmeliğin;
3.maddesinin 1. fıkrasının (c) bendinde; SEGBİS:“UYAP Bilişim Sisteminde ses ve görüntünün aynı anda elektronik ortamda iletildiği, kaydedildiği ve saklandığı Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi” olarak tanımlanmış,
14.maddesinin 1. fıkrasında; “Teknik altyapının hazır olması durumunda ceza infaz kurumunda bulunan kişi SEGBİS ile dinlenebileceği gibi, SEGBİS üzerinden duruşmalara da katılabilir.” hükmü getirilmiştir. Böylelikle, ceza infaz kurumunda, tedavi kurumunda veya yargı çevresi dışında bulunan kişilerin dinlenilmesinde SEGBİS’in kullanılmasına ilişkin usul ve esaslar belirlenmiştir.
Sanık hazır olmaksızın duruşma yapılamayacağı kuralını düzenleyen CMK’nun “Sanığın duruşmada hazır bulunmaması” başlıklı 193. maddesinin birinci fıkrası ise, “Kanunun ayrık tuttuğu hâller saklı kalmak üzere, hazır bulunmayan sanık hakkında duruşma yapılmaz. Gelmemesinin geçerli nedeni olmayan sanığın zorla getirilmesine karar verilir” hükmünü amirdir. Bu kuralın istisnaları da aynı maddenin 2. fıkrasında “Sanık hakkında, toplanan delillere göre mahkûmiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa, sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda bitirilebilir”,
194.maddenin ikinci fıkrasında, “Sanık savuşur veya ara vermeyi izleyen oturuma gelmezse, önceden sorguya çekilmiş ve artık hazır bulunmasına mahkemece gerek görülmezse, dava yokluğunda bitirilebilir”,
195.maddesinde “(1) Suç, yalnız veya birlikte adlî para cezasını veya müsadereyi gerektirmekte ise; sanık gelmese bile duruşma yapılabilir. Bu gibi hâllerde sanığa gönderilecek davetiyede gelmese de duruşmanın yapılacağı yazılır”,
200.maddenin birinci fıkrasında, “Sanığın yüzüne karşı suç ortaklarından birinin veya bir tanığın gerçeği söylemeyeceğinden endişe edilirse, mahkeme, sorgu ve dinleme sırasında o sanığın mahkeme salonundan çıkarılmasına karar verebilir”,
204.maddesinde “(1) Davranışları nedeniyle, hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşıldığında sanık, duruşma salonundan çıkarılır. Mahkeme, sanığın duruşmada hazır bulunmasını dosyanın durumuna göre savunması bakımından zorunlu görmezse, oturumu yokluğunda sürdürür ve bitirir. Ancak, sanığın müdafii yoksa, mahkeme barodan bir müdafi görevlendirilmesini ister. Oturuma yeniden alınmasına karar verilen sanığa, yokluğunda yapılan işlemler açıklanır” şeklinde gösterilmiştir.
Uyuşmazlık konusunun çözümüne ışık tutacak olan “Sanığın duruşmadan bağışık tutulması” başlıklı CMK’nun 196. maddesi ise suç ve karar tarihi itibarıyla;
(1) Mahkemece sorgusu yapılmış olan sanık veya bu hususta sanık tarafından yetkili kılındığı hâllerde müdafii isterse, mahkeme sanığı duruşmada hazır bulunmaktan bağışık tutabilir.
(2) Sanık, alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlar hariç olmak üzere, istinabe suretiyle sorguya çekilebilir. Sorgu için belirlenen gün, Cumhuriyet savcısı ile sanık ve müdafiine bildirilir. Cumhuriyet savcısı ile müdafiin sorgu sırasında hazır bulunması zorunlu değildir. Sorgusundan önce sanığa, ifadesini esas mahkemesi huzurunda vermek isteyip istemediği sorulur.
(3) Sorgu tutanağı duruşmada okunur.
(4) Yukarıdaki fıkralar içeriğine göre sanığın aynı anda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle sorgusunun yapılabilmesi olanağının varlığı hâlinde bu yöntem uygulanarak sorgu yapılır.
(5) Hastalık veya disiplin önlemi ya da zorunlu diğer nedenlerle yargılamanın yapıldığı yargı çevresi dışındaki bir hastahane veya tutukevine nakledilmiş olan sanığın, sorgusu yapılmış olmak koşuluyla, hazır bulundurulmasına gerek görülmeyen oturumlar için getirilmemesine mahkemece karar verilebilir.
(6) Yurt dışında bulunan sanığın, belirlenen duruşma tarihinde hazır bulunmasının zorluğu hâlinde, bu tarihten önce duruşma açılarak veya istinabe suretiyle sorgusu yapılabilir” şeklinde iken, 25.08.2017 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 694 sayılı KHK’nın 147. maddesi ile anılan maddenin dördüncü fıkrası; “Hâkim veya mahkemenin zorunlu gördüğü durumlarda, aynı anda görüntülü ve sesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle yurt içinde bulunan sanığın sorgusu yapılabilir veya duruşmalara katılmasına karar verilebilir.” şeklinde değiştirilmiştir.
Görüldüğü üzere, 694 sayılı KHK’nın 147. maddesi ile CMK’nun 196. maddesinin dördüncü fıkrasında yapılan birinci değişiklik “yukarıdaki fıkralar içeriğine göre” ibaresinin madde metninden çıkarılmasıdır. Bu halde alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda sanığın bizzat huzurda dinlenilmesine ilişkin gereklilik, sanığın istinabe suretiyle sorguya çekilmesini düzenleyen aynı maddenin ikinci fıkrası bakımından devam etmekte iken, sanığın SEGBİS yöntemi ile sorgusunun yapılmasını düzenleyen dördüncü fıkrası bakımından aranmamıştır. Böylelikle, alt sınır ayrımı yapılmaksızın tüm suçlar yönünden sanığın SEGBİS yöntemi uygulanarak sorgusu yapılabilecektir.
694 sayılı KHK’nın 147. maddesi ile CMK’nun 196. maddesinin dördüncü fıkrasında yapılan ikinci değişiklik ise “Hâkim veya mahkemenin zorunlu gördüğü durumlarda” ibaresinin madde metninde eklenmesidir. Bu manada, somut yargılamanın şartlarına göre bir değerlendirme yapacak olan yerel mahkeme, zorunlu gördüğü durumlarda, sanığın SEGBİS yöntemi ile sorgusunu yapabilir veya sorgusu yapılan sanığın bu sistem vasıtasıyla oturumlara katılmasına karar verebillir.
Buna göre; yargılama usulüne ilişkin hükümlerin derhal uygulanması zorunluluğu dikkate alındığında, 694 sayılı KHK’nın 147. maddesiyle CMK’nun 196. maddesinin dördüncü fıkrasında yapılan değişiklik nedeniyle, hâkim veya mahkemenin zorunlu gördüğü durumlarda, alt sınırı beş yıl ve daha fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan yargılanan ve mahkeme huzuruna getirilme talebi bulunan sanığın SEGBİS yöntemi ile sorgusunun yapılması veya duruşmalara katılımına karar verilmesi bozma nedeni oluşturmayacaktır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Yargılandığı suçtan dolayı mahkemenin yargı çevresi dışındaki bir ceza infaz kurumunda tutuklu olup değişik tarihli dilekçelerinde oturumlara bizzat katılmak istediğini belirten sanığın, sorgusunun yapıldığı 07.01.2015 ve Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşünü bildirdiği 30.04.2015 tarihli oturumlara SEGBİS vasıtası ile katılımının sağlanmasının ve Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşünü bildirdiği ve hükmün açıklandığı son oturumda da duruşma salonunda hazır bulundurulmayıp yokluğunda yargılama yapılarak mahkûmiyetine karar verilmesinin hüküm tarihinde yürürlükte bulunan muhakeme kurallarına göre savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurduğu ileri sürülebilir ise de; hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 694 sayılı KHK’nın 147. maddesiyle CMK’nun 196. maddesinin dördüncü fıkrasında yapılan değişiklik sonucu, yerel mahkemenin zorunlu gördüğü hâllerde, alt sınırı beş yıl hapis cezasını gerektiren silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanan ve duruşma salonunda hazır edilme talebi bulunan sanığın SEGBİS yöntemi ile sorgusunu yapabileceği veya duruşmalara katılmasına karar verebileceği ve yargılama usulüne ilişkin hükümlerin derhal uygulanması zorunluluğu göz önüne alındığında, bu aşamada Özel Dairenin, duruşmalardan önce sanığın, SEGBİS yoluyla savunma yapmak istemediğini beyan etmesine rağmen duruşmalarda hazır bulundurulmayıp SEGBİS yöntemiyle yargılamasının yapılarak hüküm kurulması isabetsizliğine ilişkin bozma nedeninin yerine getirilme imkanının bulunmadığı, bu yönde yapılacak bozmanın sonuca etkili olmayacağı ve yargılamanın uzamasına neden olacağı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, hükmün esasının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile KABULÜNE,
2- Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 11.04.2016 gün ve 8305-2285 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, hükmün esasının incelenmesi için Yargıtay 16. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 27.02.2018 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.
UYARI
Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.
Makale Yazarlığı İçin
Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.