0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Müdafiin Görevlendirilmesi

CMK Madde 150

(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.

(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.

(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.

(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.



CMK Madde 150 Gerekçesi

Madde, ceza soruşturmasında veya davasında avukat atanmasıyla ilgili temel esasları içermektedir. Aslında ceza davasında bir avukattan yararlanılabilmesi temel bir haktır. Ancak bunun sağlanması, ülkenin koşullarıyla orantılıdır.

Maddeye göre avukatın seçilmesi ve atanması şüpheli veya sanığın iradesine bağlıdır. Ancak adı geçenler bu seçimi yapabilecek durumda değillerse, istemleri hâlinde kendilerine 156 ncı madde uyarınca avukat seçilir ve atanır.

İkinci fıkra, zorunlu olarak avukat atanmasını gerektiren hâlleri göstermektedir. Bunlar, şüpheli veya sanığın:

  1. On sekiz yaşını doldurmamış,

  2. Sağır veya dilsiz,

  3. Kendisini savunamayacak derecede malûl olmasıdır. Bu kişilerin avukatı yoksa bunlara istemleri aranmaksızın avukat atanacaktır.


Ceza Genel Kurulu 2022/290 E. , 2022/439 K.

  • CMK 150
  • Zorunlu müdafi tayini için suçun alt sınırının 5 yıldan fazla olması gerektiği kuralına sadece suçun temel şekli değil, nitelikli halleri de dahil edilmelidir.

Uyuşmazlık konusunun çözümlenmesi için 5271 sayılı CMK’nın “Müdafiin görevlendirilmesi” başlıklı 150. maddesinin ayrıca ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 150. maddesi;”(1) Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi hâlinde bir müdafi görevlendirilir.(2) Şüpheli veya sanık on sekiz yaşını doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malûl olur ve bir müdafi de bulunmazsa istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.(3) Üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.” biçiminde iken, 19.12.2006 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun’un 21. maddesi ile; “(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi hâlinde bir müdafi görevlendirilir.(2) Müdafisi bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir.” şeklinde değiştirilmiştir.Maddenin birinci fıkrasında isteğe bağlı müdafilik hüküm altına alınmış; ikinci fıkrasında, çocuklara, kendisini savunamayacak derece malul olanlara veya sağır ve dilsizlere istemi aranmaksızın müdafi görevlendirilmesi gerektiği belirtilmiş; üçüncü fıkrada ise alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmıştır. Görüldüğü üzere, 5271 sayılı CMK’nın 150/3. maddesinde şüpheli veya sanık için zorunlu müdafi görevlendirilmesi, alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarla sınırlandırılmış, alt sınırı beş yıl ve daha az hapis cezasını gerektiren suçlar bu kapsama alınmamıştır. Bununla birlikte, 5271 sayılı CMK’nın 150/3. maddesine göre şüpheli veya sanığa zorunlu müdafi görevlendirilmesinde, temel hapis cezasının belirli bir oranda artırılmasını öngören nitelikli hâllerin dikkate alınıp alınmayacağı hususunda Kanun’da bir açıklık bulunmamaktadır.

Bu aşamada, suçun nitelikli hâline ilişkin 5237 sayılı TCK’da yer alan düzenlemelere de değinilmelidir.

765 sayılı Kanun’un sisteminde, suçun temel şekline göre cezanın artırılmasını veya azaltılmasını gerektiren hususlara “ağırlaştırıcı sebepler” ve “hafifletici sebepler” denilmekte iken 5237 sayılı Kanun’da, suçun temel şekline göre cezanın artırılmasını veya azaltılmasını gerektiren nedenler nitelikli hâl olarak düzenlenmiştir. Bunun sonucu olarak da nitelikli hâller yalnızca daha ağır cezayı veya cezada artırımı gerektirmemekte, kanunda daha az cezayı gerektiren nitelikli hâller de yer almaktadır (Kayıhan İçel-Füsun Sokullu Akıncı-İzzet Özgenç- Adem Sözüer-Fatih Selami Mahmutoğlu-Yener Ünver, Suç Teorisi, 2. Bası, …, 2002, ….89; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 5. Bası, …, 2010, Seçkin Yayınevi, ….199-200; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 5. Bası, …, 2012, Seçkin Yayınevi, ….128-129).5237 sayılı TCK’nın bazı maddelerinde suçun nitelikli hâli için, bağımsız yaptırım öngörülmüş iken (örneğin; 94/2-3, 106/2, 109/2, 149/1. maddeleri), bazı maddelerinde suçun temel şekli için belirlenen cezanın belli oranlarda artırılması yöntemi tercih edilmiş (örneğin; 86/3, 102/3, 103/3-4, 109/3. maddeleri), bazılarında ise suçun nitelikli hâlleri için hem bağımsız bir ceza öngörülmüş (örneğin; 109/2. maddesi), hem de aynı maddenin müteakip fıkralarında yer alan nitelikli hâller için cezanın belirli bir oranda artırılması esası kabul edilmiştir. (örneğin; 109/3. maddesi) Kanunda, suçun nitelikli hâlleri için bazı maddelerde bağımsız bir ceza öngörülmesi, bazılarında ise cezanın belirli bir oranda artırılması esasının benimsenmesi, uygulamada bir takım zorluklara neden olsa da, bu tercih bütünüyle kanun koyucunun takdiridir. Bununla birlikte bu takdir, kanunda cezanın belirli bir oranda artırılmasının öngörüldüğü hâllerin nitelikli hal olmayıp ağırlaştırıcı neden olduğu anlamına da gelmemektedir.

Kanun koyucu, 5237 sayılı TCK’da, özel hükümlerin yanı sıra genel hükümlerde de suçun nitelikli hâllerine ilişkin düzenlemeler yapmış, bu bağlamda TCK’nın 66. maddesinin 3. fıkrasındaki; “Dava zamanaşımı süresinin belirlenmesinde dosyadaki mevcut deliller itibarıyla suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâlleri de göz önünde bulundurulur.” düzenlemesi ile, ister bağımsız bir yaptırım öngörülmüş olsun, isterse belirli bir oranda artırım yapılması yöntemi tercih edilmiş olsun, dava zamanaşımı süresinin daha ağır cezayı gerektiren tüm nitelikli hâller göz önüne alınarak belirleneceğini hüküm altına almıştır.

Açıklamalar çerçevesinde, 5271 sayılı CMK’nın 150/3. maddesinde alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda, şüpheli veya sanığa müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmakla birlikte müdafi görevlendirilmesinde yalnızca temel cezanın mı gözetilmesi gerektiği yoksa hapis cezasında belirli bir oranda artırım yapılmasını öngören nitelikli hâllerin de dikkate alınıp alınmayacağına ilişkin Kanun’da açık bir düzenlemeye yer verilmemiş ise de, soruşturma ve kovuşturma zamanaşımı sürelerinin hesaplanmasında dikkate alınan nitelikli hâllerin, isnat edilen suç bakımından öngörülen cezayı da etkileyecek olması nedeniyle, … ve eşitlik ilkeleri gereğince sanığa zorunlu müdafi tayin edilmesinde de dikkate alınması gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 22.11.2016 tarihli ve 950-436; 06.12.2016 tarihli ve 939-465 sayılı kararlarında müdafi görevlendirilmesinde yalnızca temel cezanın dikkate alınacağı, 5271 sayılı CMK’nın 149. maddesinin birinci fıkrası uyarınca şüpheli veya sanığın soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında istemi üzerine müdafinin yardımından faydalanabileceği, bu bağlamda, sanığa müdafi görevlendirilmesinde, yalnızca temel cezanın dikkate alınmasının, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurmayacağı sonucuna ulaşılmakla birlikte, çağdaş ceza adaletini tam manasıyla temin etmek, savunma hakkının daha etkin bir şekilde kullanımına imkan sağlamak bakımından aleyhte yorumda bulunmak için haklı ve gerektirici bir nedenin olmaması, Kanun’da aksi yönde bir düzenlemeye de yer verilmemesi karşısında, ceza … sistemimizde, bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekillerinin, aynı suç sayılacağı ilkesi de gözetildiğinde, aynı suç sayılan bir suçun nitelikli hâlinin ve benzer şekilde fiilin ağırlaştırıcı neden altında işlenen şeklinin, 5271 sayılı CMK’nın 150. maddesinin üçüncü fıkrasında belirlenen ve zorunlu müdafi atanması için gerekli olan beş yıllık sürenin belirlenmesinde esas alınması gerektiği, savunma hakkının etkin kullanılmasını sağlama yönündeki bu yorum değişikliğinin, hukuk devleti ilkesine daha uygun olduğu, ancak bu hâlde, adil yargılanma hakkının yeterince uygulanabilir ve etkili olmasının sağlanabileceği kabul edilmelidir. Öte yandan, suçun hukuki niteliğinin kovuşturma aşamasında değişmesi ve kanunda öngörülen hapis cezasının alt sınırının beş yıldan fazla olması durumunda mahkeme tarafından resen sanığa müdafi görevlendirilmesi gerektiği, isnat edilen suçun niteliğinin değişmesi sebebiyle cezanın alt sınırının beş yıldan az olması durumunda ise müdafinin görevinin kendiliğinden sona ermeyeceği, sanığın, görevlendirilmiş olan bu müdafiden faydalanmak istemediği şeklinde beyanda bulunması hâlinde müdafinin katılımı olmaksızın yargılamaya devam edileceği, sanığın savunmasını müdafi ile sürdürmek istediği hâllerde müdafinin görevinin, ihtiyari müdafilik kapsamında devam edeceği hususları gözden uzak tutulmamalıdır. Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;Sanık …’ın 07.01.2015 tarihinde gece saat 00.00 sıralarında açık kimlik bilgileri tespit edilemeyen bir arkadaşı ile birlikte katılan …’a ait … yerinden çay ocağı, üç tane çaydanlık, … altlığı, bilgisayar monitörü, araba teybi ve 50 TL’yi çaldığı iddiasıyla açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda TCK’nın 142/2-h, 143, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 6 yıl 3 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilen olayda;

Gece vakti nitelikli hırsızlık suçundan yargılaması yapılan sanığın, yargılama aşamasında kendisinin seçtiği bir müdafisinin bulunmadığı gibi 5271 sayılı CMK’nın 156. maddesi gereğince de Yerel Mahkemece resen bir müdafi tayin edilmediği, sanığa isnat edilen nitelikli hırsızlık suçu bakımından TCK’nın 142/2-h maddesi uyarınca beş yıldan on yıla kadar hapis cezası öngörüldüğü, suçun gece vakti işlenmesi nedeniyle aynı Kanun’un 143. maddesine göre herhangi bir takdir hakkı kullanılmaksızın yarı oranda artırım yapılmasının zorunlu olduğu, bu kapsamda, gece vakti nitelikli hırsızlık suçu bakımından Kanun’da öngörülen cezanın alt sınırının beş yıldan fazla olması dikkate alındığında adil ve etkin yargılanma hakkı kapsamında, istemi olup olmadığına bakılmaksızın 5271 sayılı CMK’nın 150. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca sanığa müdafi atanması gerektiği kabul edilmelidir.


Ceza Genel Kurulu 2019/158 E. , 2022/103 K.

  • CMK 150
  • Müdafi nedir?
  • Seçilmiş müdafi-atanmış müdafi, zorunlu müdafi-ihtiyari müdafi arasındaki fark nedir?

5271 sayılı CMK’ya göre bir ceza davasında müdafi ile şüpheli, sanık veya hükümlü arasında iki yöntem ile ilişki kurulabilmektedir. Birinci yöntem koşullarının gerçekleşmesi durumunda yasa gereği baro tarafından avukat görevlendirilmesi, ikinci yöntem ise şüpheli, sanık veya hükümlünün vekaletname ile avukat tayin etmesidir. 1412 sayılı CMUK’nın birinci şekilde görevlendirilen avukatı “müdafi”, ikinci şekilde görevlendirilen avukatı ise “vekil” olarak ifade etmesine karşın 5271 sayılı CMK’nın 2. maddesinin 1. fıkrasının c ve d bentlerinde yer verilen “…c) Müdafi: Şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı, d) Vekil: Katılan, suçtan zarar gören veya malen sorumlu kişiyi ceza muhakemesinde temsil eden avukatı,… ifade eder” tanımlamaları ile bu ayrım kaldırmıştır. Diğer bir anlatımla 5271 sayılı CMK’da ister koşullarının oluşması üzerine kanun gereği baro tarafından atanmış olsun isterse vekaletname ile görevlendirilsin, şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukat “müdafi” olarak kabul edilmiştir. Şüpheli veya sanık ile avukat arasındaki iç ilişki bakımından bir vekalet ilişkisi bulunması “müdafi” kavramının tanımlanmasında dikkate alınmamıştır. Buna göre; avukat, temsil ettiği kişilerin sıfatına göre “vekil” veya “müdafi” olarak ceza muhakemesindeki yerini alacaktır. 5271 sayılı CMK, “müdafi” tanımlamasında bir değişiklik getirmesine karşın şüpheli, sanık veya hükümlü arasında ilişkinin kurulabilme yönteminde bir değişiklik yapmamıştır.

5271 sayılı CMK’nın “Şüphelinin veya sanığın müdafi seçimi” başlıklı 149. maddesi; “Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir….”,

“Müdafiin görevlendirilmesinde usul” başlıklı 156. maddesi ise;

“(1) 150 nci maddede yazılı olan hâllerde, müdafi;

a) Soruşturma evresinde, ifadeyi alan merciin veya sorguyu yapan hâkimin istemi üzerine,
b) Kovuşturma evresinde, mahkemenin istemi üzerine,

Baro tarafından görevlendirilir.

(2) Yukarıda belirtilen hâllerde müdafi soruşturmanın veya kovuşturmanın yapıldığı yer barosunca görevlendirilir.

(3) Şüpheli veya sanığın kendisinin sonradan müdafi seçmesi halinde, baro tarafından görevlendirilen avukatın görevi sona erer.” şeklinde düzenlenmiş olup şüpheli veya sanığa hukuki yardımda bulunan avukatın mahkemeye vekâletname ibraz etmesi gibi bir zorunluluk getirilmediği anlaşılmaktadır.

Bu çerçevede, avukatlık sıfatına sahip olan kişilerin müdafilik görevini üstlenilebilmeleri için şüpheli, sanık veya varsa kanuni temsilcisi tarafından seçilmiş ya da yetkili kurum tarafından usulüne uygun olarak görevlendirilmiş olmaları gerekmektedir.

Müdafinin hukuki yardımından yararlanmanın zorunlu olup olmamasına göre “zorunlu müdafilik” ve “iradi müdafilik”, müdafinin görevlendirme biçimine göre “seçilmiş müdafilik” ve “atanmış müdafilik” ayrımı yapılması mümkündür.

Görevlendirme şekline göre müdafi, “seçilmiş” ve “atanmış” olmak üzere ikiye ayrılmakta olup seçilmiş müdafilik şüpheli, sanık veya kanuni temsilci ile avukat arasında akdedilen avukatlık sözleşmesi ile tesis edilirken, atanmış müdafi ilgili merciin istemi üzerine muhakemenin yürütüldüğü yer Baro Başkanlığı tarafından görevlendirilmektedir.

“Seçilmiş müdafilik” de kendi içerisinde ikiye ayrılabilir. Müdafinin hukuki yardımından yararlanıp yararlanmamanın şüpheli, sanık veya kanuni temsilcisinin takdirine bırakıldığı ve ceza muhakemesinin müdafi olmadan da yürütülebilmesinin mümkün olduğu durumda “İradi seçilmiş müdafilik”, ceza muhakemesinin şüpheli veya sanığa hukuki yardımda bulunan bir müdafi bulunmaksızın yürütülemeyeceği hâllerde, şüpheli, sanık veya kanuni temsilcisinin hukuki yardımda bulunmak üzere bir müdafi seçmesi durumunda “zorunlu seçilmiş müdafilik” söz konusudur.

Benzer şekilde “atanmış müdafilik” de kendi içerisinde ikiye ayrılabilir. Ceza muhakemesinin yürütülmesi için bir müdafi bulunmasının zorunlu kılınmadığı hâllerde, şüpheli veya sanığın istemi üzerine atanacak bu müdafinin “iradi atanmış müdafi”; ceza muhakemesinin yürütülmesi için bir müdafi bulunmasının zorunlu olduğu hâllerde, şüpheli veya sanığın kendisine bir müdafi seçemeyecek durumda ise istem aranmaksızın atanacak müdafinin ise “zorunlu atanmış müdafi” olarak adlandırılması mümkündür. İster iradi isterse zorunlu olsun, “seçilmiş müdafilik” durumunda, şüpheli/sanık veya kanuni temsilcisi ile seçilen avukat arasında Avukatlık Kanunu’nun 163. maddesinde düzenlenen avukatlık sözleşmesi ile kurulan bir ilişki bulunmaktadır. Avukatlık sözleşmesi bir özel hukuk sözleşmesidir. Sözlü veya yazılı olabileceği gibi sözleşmenin geçerliliği Borçlar Kanunu’nda yer alan genel hükümler dışında bir koşula bağlı tutulmamıştır. Şüpheli/sanık veya kanuni temsilci ile avukat arasında karşılıklı ve birbirine uygun irade açıklanması ile tesis edilen avukatlık sözleşmesi ile seçilmiş müdafinin görevlendirilmesi tamamlanacaktır.

Seçilmiş müdafinin, müdafilik hak ve yetkilerini kullanması ve görevlerini yerine getirmesi vekaletname ibrazına bağlı değildir. Ancak bu durum, seçilmiş müdafinin şüpheli, sanık veya kanuni temsilcisi tarafından seçildiğinin herhangi bir suretle ispatlanması, aynı şekilde avukatlık sözleşmesinin belli bir şekil şartına bağlı kılınmamış olmasının da ilgili merciler önünde işlem yapacak olan avukatın, hangi sıfatla hareket ettiği ve şüpheli/sanık veya hükümlünün müdafisi olduğunu ispat etmesi gerekliliğini ortadan kaldırmamaktadır.

Seçilmiş müdafi olan avukatın, şüpheli/sanık veya kanuni temsilcisi tarafından “müdafi” olarak görevlendirilmiş olduğunun, böylece müdafilik sıfatını kazandığının ve bu görevin tanıdığı hak ve yetkileri kullanılabileceğinin muhataplarınca bilinebilir olması gereklidir. Bu bakımdan, ceza muhakemesi hukukunda iradi veya zorunlu seçilmiş müdafi olarak görev yapacak olan avukatın “müdafi” tayin edildiğinin ilgili mercisine usulüne göre bildirilmesi gerektiği sonucuna ulaşmak yanlış olmayacaktır.

Bir avukatın müdafi olarak seçilmiş olduğu ise; ifade işlemi sırasında hazır bulunması, sanığın da hazır bulunduğu duruşmalarda savunma yapması, şüpheli/sanık tarafından ilgili merciler önünde müdafi olarak seçildiğinin beyan edilmesi, vekaletname ibraz edilmesi, şüpheli/sanık tarafından müdafi olarak seçildiğinin yazılı olduğu bir belgenin ibraz edilmesi gibi işlemlerle ortaya konulabilecektir. Bu ilişkinin varlığının herhangi bir şekilde ispatlanması mümkündür. Noter aracılığıyla düzenlenmiş olan vekaletname sadece bir ispat aracı olup hiçbir şekilde şüpheli/sanık ile müdafi ilişkisinin kurulması için bir geçerlilik şartı oluşturmamaktadır. Ancak hazır bulunmayan kaçak veya bağışık tutulmuş olan bir sanığı temsil edecek müdafinin de bu sıfatı ispat için vekaletname göstermesi gerekir. (Yenisey/Nuhoğlu; CMH 4. Baskı S.195)

Nitekim, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kurulunun 20.10.1975 tarihli ve 7-9 sayılı kararında “Sanıkla birlikte duruşmaya gelen ve hâkim huzurunda müdafii olarak kabul edildiği sanık tarafından bildirilen vekaletnamesiz müdafinin hükmü temyiz etmesi hâlinde, dosyada sanığın açık bir muhalefeti bulunmuyorsa temyizin geçerli olduğu” sonuca ulaşılmış, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.11.2020 tarihli ve 1421-461 sayılı kararında da “…Müdafilik sıfatının kazanılması ve bu görevin tanıdığı yetkilerin icra edilmesi için taraflar arasında bir vekâlet sözleşmesi gereklidir. Bu sözleşmenin mutlaka noter tarafından düzenlenmiş hatta yazılı bir vekâletname şeklinde olması gerekmemekte ve ceza yargılaması hukukunda avukatın vekil tayin edildiğinin mahkemeye usulüne göre bildirilmesi yeterlidir…” açıklamalarına yer verilmiştir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Soruşturma ve kovuşturma aşamalarında herhangi bir müdafi yardımından yararlanma talebinde bulunmayan, mahkemece de kendisine müdafi görevlendirilmesine ilişkin bir karar verilmeyen sanığa, yokluğunda verilen hükmün tebliğ edilmesi sonrasında temyiz başvurusunda bulunan avukatın, sanık müdafisi olduğuna dair herhangi bir belge ibraz etmediği anlaşılan dosyada;

Temyiz başvurusunda bulunan avukatın; baro tarafından görevlendirildiğine ilişkin herhangi bir evrakın dosyada bulunmadığının, sanık ile birlikte duruşmalara katılmadığının, müdafi olarak seçildiği veya kabul edildiğinin sanık tarafından mahkemeye herhangi bir şekilde bildirilmediğinin, seçilmiş müdafi olduğuna ilişkin vekaletname ibraz etmesi hususunda 04.12.2014 tarihinde yapılan ihtaratlı tebligata rağmen, gerek temyiz gerekse itirazın incelenme tarihine kadar vekaletname veya sanık tarafından müdafi olarak seçildiğini gösterir bir belgeyi de ibraz etmediğinin anlaşılması karşısında, avukatın seçilmiş müdafi olarak görevlendirildiğinin ve bu suretle müdafilik sıfatını kazanarak bu görevinin tanıdığı hak ve yetkileri kullanılabileceğinin ispat edilememesi ve bu durumun ilgili mercisine usulüne göre bildirilmemesi nedeniyle yetkili müdafi olarak görülemeyeceği, bu nedenle sanık hakkında verilen hükmü temyiz etme hakkının da bulunmadığı kabul edilmelidir.


Ceza Genel Kurulu 2018/268 E. , 2021/398 K.

  • CMK 150
  • TCK 314/2 maddesinden yargılanan sanığa isteği olmasa bile müdafi atanması zorunludur.

Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; 5237 sayılı TCK’nın 314/2 ve 3713 sayılı Kanun’un 5. maddeleri uyarınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklu olarak yargılanan sanığın resen atanacak bir müdafi yardımından yararlandırılmasının gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkindir.

CMK’nın 150/3. maddesine göre; müdafisi bulunmayan şüpheli veya sanığa talebi olup olmadığına bakılmaksızın, alt sınırı 5 yıldan fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı yapılan soruşturma veya kovuşturmada bir müdafi görevlendirilmek zorundadır. Şüpheli veya sanığın talebi olmasa, hatta kendisine hukuki yardımda bulunması için görevlendirilen avukatı geçerli bir nedene dayanmadan kabul etmese veya reddetse bile, iddia veya yargılamaya konu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla olması hâlinde zorunlu müdafilik uygulama alanı bulacak ve bu durumda şüpheli veya sanığın yanında avukat bulunmaksızın yapılan tasarruflar hukuka aykırı kabul edilecektir.

Ceza adalet sistemimizde “bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekillerinin aynı suç sayılacağı” ilkesi benimsenmiştir (TCK m. 43/1, 3. cümle). Bu itibarla, aynı suç sayılan bir suçun nitelikli hâlinin ve benzer şekilde fiilin ağırlaştırıcı neden altında işlenen şeklinin CMK’nın 150/3. maddesinde belirlenen ve zorunlu müdafi atanması için gerekli olan beş yıllık sürenin belirlenmesinde esas alınması gerektiği kuşkusuzdur.

Bu açıklamalar ışığında 5271 sayılı CMK’nın, zorunlu müdafilik sistemini istisna olmaktan çıkarıp adeta kural hâline getirecek şekilde uygulama alanını genişletmesi, gerçekten de pratik olarak bakıldığında, suç isnadı altındaki bir birey için önemli olan hususun; hakkında istenen hapis cezasının alt veya üst sınırının uzun olması olup bu alt ve üst sınırın uzunluğunun, ister cezanın temel şeklinden isterse suçun nitelikli hâli veya ağırlaştırıcı nedeninden kaynaklansın, belirtilen sonucun değişmeyeceği, aksi durumun kabulü yani, CMK’nın 150/3. maddesinde düzenlenen beş yıllık sınırın belirlenmesinde, ağırlaştırıcı neden veya nitelikli hâl uygulanması sebebiyle alt sınırın beş yılın üstüne çıkması durumunda zorunlu müdafi atanmasının gerekmediğini kabul etmenin sanığın savunma hakkını kısıtlayacağı ve bunun sonucunda adil yargılanma hakkından mahrum edeceği ve bunun da adalete erişim hakkını sınırlayacağı apaçık ortadadır.

Bu nedenlerle, silahlı terör örgütü üyesi olma suçlarının 3713 sayılı TMK’nın 3. maddesinde düzenlenen mutlak terör suçlarından olduğu ve söz konusu mutlak terör suçlarında her halükarda anılan Kanun’un 5/1. maddesinde belirtilen 1/2 oranındaki arttırımın herhangi bir takdir hakkı olmaksızın uygulanması zorunluluğu neticesinde cezanın alt sınırın beş yıldan fazla olduğu nazara alındığında, sanık hakkında silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan yapılan yargılama sırasında, CMK’nın 150/3. maddesi gereğince isteğine bağlı olmaksızın, hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır.

Bu zorunluluğa uyulmamasının temyizen inceleme konusu yapılıp yapılmayacağına gelince;

CMK’nın 188/1. maddesinde “Duruşmada, hükme katılacak hakimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt katibinin ve kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hallerde müdafiinin hazır bulanması şarttır.” şeklinde duruşmada hazır bulunması gerekenler gösterilirken “zorunlu müdafiyi” mahkeme heyetinden sayılmıştır. CMK’nın 197/1. maddesinde; “Sanık hazır bulunmasa da müdafii bütün oturumlarda hazır bulunmak yetkisine sahiptir.” denmek suretiyle yasa koyucu genel kural olarak sanık müdafisinin tüm oturumlarda hazır bulunmasını arzu etmiştir.

CMK’nın 289. maddesinin 1. fıkrasının a ve e bentlerinde, kanuna kesin aykırılık hâlleri içinde, “mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması” ile “Cumhuriyet savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken kişilerin yokluğunda duruşma yapılması” gösterilmiştir. Temyiz denetiminde bu madde kapsamındaki hukuka aykırılıklar temyiz kapsamında gösterilmiş olmasa da resen incelenecektir (CMK m. 289/1).

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

PKK/KCK silahlı terör örgütüne üye olma suçu şüphesi ile Suruç Cumhuriyet Başsavcılığınca hakkında soruşturma başlatılan sanığın 16.08.2015 tarihinde kollukta, 17.08.2015 tarihinde ise Suruç Cumhuriyet Başsavcılığında müdafisi huzurunda alınan ifadelerinde susma hakkını kullandığı, 17.08.2015 tarihinde Suruç Sulh Ceza Hâkimliğinde müdafisi eşliğinde yapılan sorgusu neticesinde tutuklandığı, … Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından silahlı terör örgütüne üye olma ve 6136 sayılı Kanun’a muhalefet etme suçlarından TCK’nın 314/2, 53, 54, 63, 58/9, 6136 sayılı Kanun’un 13/3, 3713 sayılı Kanun’un 5. maddeleri uyarınca cezalandırılması talebiyle kamu davası açılması üzerine … 2. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılamada 20.04.2016 tarihli duruşmaya … 4. Nolu Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan SEGBİS ile katılan sanığa iddianame okunduktan sonra CMK’nın 191/3-c maddesi gereğince yüklenen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanunî hakkı olduğunun belirtildiği, CMK’nın 147 ve 176. maddeleri uyarınca yüklenen suçun anlatıldığı, müdafi seçme hakkının bulunduğu ve müdafisinin hukukî yardımından yararlanabileceğinin ve ayrıca sorgusunda müdafisinin hazır bulunabileceğinin bildirildiği, şüpheden kurtulmak için somut delillerin toplanmasını isteyebileceğinin ve aleyhine var olan şüphe nedenlerini ortadan kaldırma ve lehine olan hususları ileri sürme olanağının bulunduğunun hatırlatılması üzerine sanığın “Yasal haklarımızı anladık, susma hakkımızı kullanmayacağız, savunmamızı yapacağız, savunma yapmak için süre talep etmiyoruz, açıklama yapmaya hazırız.” diyerek savunmasını yaptığı, 06.12.2016 tarihli duruşmada yokluğunda verilen esas hakkındaki mütalaada sanığın TCK’nın 314/2, 58/9, 53, 3713 sayılı Kanun’un 5. maddeleri ile 6136 sayılı Kanun’un 13/3, 3713 sayılı Kanun’un 5, TCK’nın 58/9, 53, 63 maddeleri gereğince cezalandırılmasının talep edildiği, 06.01.2017 tarihli celsede sanığın silahlı terör örgütüne üye olma suçundan TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 53, 58/9 ve 63/1. maddeleri uyarınca 7 yıl 6 ay hapis ve 6136 sayılı Kanun’un 13/3, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 52/2, 53, 58/6-7 maddeleri uyarınca 1 yıl 6 ay hapis ve 740 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. 5271 sayılı CMK’nun 2/1-c maddesinde “şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı” olarak tanımlanan müdafi, toplumsal savunmayı gerçekleştirmek amacıyla şüpheli veya sanık lehine hareket edip hukuki yardımda bulunan ve gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlayan kamusal bir muhakeme sujesidir. Şüpheli veya sanığın müdafisi aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma imkânına sahip olduğu hâllerde görev yapan müdafi ihtiyari müdafi, görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem taşımadığı hâllerde görev yapan müdafi ise zorunlu müdafidir. Görüldüğü gibi müdafinin zorunlu veya ihtiyari olması, şüpheli veya sanığın istemine ya da istemi olup olmadığına bakılmaksızın yani iradesi dikkate alınmadan atanıp atanmadığına bakılarak belirlenmektedir. Ceza muhakemesi hukukumuzda kural olarak ihtiyari müdafilik sistemi benimsenmiş olmakla birlikte, şüpheli veya sanığın müdafisinin olmadığı ve suçun ciddiliği, cezanın ağırlığı, şüpheli veya sanığın fiziksel ve ruhsal engellerinin varlığı, savunmanın özel olarak desteklenmesini gerektiren hâller ile adaletin zorunlu kıldığı bazı istisnai ve sınırlı durumlarda zorunlu müdafilik de kabul edilmiştir. 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 150. maddesinin üçüncü fıkrasında alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda şüpheli veya sanığa istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirileceği ifade edilmiştir.

Silahlı terör örgütüne üye olma suçunu düzenleyen 5237 sayılı TCK’nın 314/2. maddesi, “…Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.” şeklinde, 3713 sayılı Kanun’un 5. maddesi ise “3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.

Suçun, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olması dolayısıyla ilgili maddesinde cezasının artırılması öngörülmüşse; sadece bu madde hükmüne göre cezada artırım yapılır. Ancak, yapılacak artırım, cezanın üçte ikisinden az olamaz.” şeklinde düzenlenmiştir.

Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılaması yapılan sanığın, yargılama aşamasında kendisinin seçtiği bir müdafisi bulunmadığı gibi CMK’nın 156. maddesi gereğince de resen bir müdafi görevlendirilmediği ve sanığa isnat edilen suçun niteliği dikkate alındığında, Anayasa’nın 36 ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddelerinde teminat altına alınan adil yargılanma ilkesi ve savunma hakkının korunmasının sağlanması kapsamında sanığa CMK’nın 150/3. maddesi uyarınca zorunlu müdafi atanması gerektiği kabul edilmelidir.


Ceza Genel Kurulu 2018/441 E. , 2020/468 K.

  • TCK 150
  • Kovuşturmada tutuklama tedbiri olsa bile zorunlu müdafilik şartları yoksa, tutukluya müdafi atanamaz.

5271 sayılı CMK’nın 150/3. maddesinde şüpheli veya sanık için zorunlu müdafi görevlendirilmesi, alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarla sınırlandırılmış, alt sınırı beş yıl ve daha az hapis cezasını gerektiren suçlar bu kapsama alınmamıştır.

Düzenlemenin yürürlüğe girdiği ilk hâlinde, üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlarda, soruşturma ve kovuşturma evresinde şüpheli veya sanığa istemi olmaksızın müdafi görevlendirileceği kabul edilmiştir. 2005 yılında bu hâliyle yürürlüğe giren Kanun 2006 yılında değişikliğe uğramış, üst sınır olarak kabul edilen beş yıl, uygulamada yaşanan sorunlar, birçok soruşturma ve kovuşturmada müdafi görevlendirilmesi yapılmasının maliyeti ve güçlüğü sebebiyle alt sınıra çekilmiştir. Böylece alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, soruşturma ve kovuşturma evresinde müdafi bulundurma zorunluluğu kabul edilmiştir (Soyaslan, Ceza Muhakemesi Hukuku. s. 184., Galma Jahıc, İdil Elveriş, 2010, Müdafiliğe İlişkin Bir Değerlendirme: Değişen Kanunlar, Değişmeyen Sonuç. Türkiye Barolar Birliği Dergisi, s. 167. http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2010-90-642, Erişim Tarihi: 30.05.2018.).

Hakkında birden fazla suç şüphesi bulunan şüpheli veya sanığa zorunlu müdafi gerekip gerekmediğine ilişkin tespit yapılırken, her suç için öngörülen hapis cezasının alt sınırının ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu değerlendirme yapılırken suçlar için kanunda öngörülen hapis cezaları toplanmayacak, suçlardan herhangi birinin beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi durumunda müdafi görevlendirmesi yapılacaktır. Buna göre alt sınırı beş yılın altında kalan birden fazla suç şüphesiyle yargılanan sanık zorunlu müdafilikten faydalanamayacaktır. Bununla birlikte ceza yargılamalarında soruşturma ve kovuşturma evresinde, elde edilen yeni delillerle suçun hukuki niteliği birçok kez değişebilmektedir. Bu değişikliklerle birlikte şüpheli veya sanığın müdafiye ihtiyaç duyması mümkün olabileceği gibi bu ihtiyacın ortadan kalkması da mümkündür. Bu nedenlerle de şüpheli veya sanığa isnat edilen suça göre müdafi bulundurulmasını zorunlu kabul etmenin uygulamada eşitsizlik yaratacağı da savunulmaktadır. Ancak müdafi görevlendirmesi yargılamanın her aşamasında mümkün olduğundan, suçun hukuki niteliğinin değişmesinden bahisle yeni suçun kanunda öngörülen hapis cezasının alt sınırının beş yıldan fazla olması durumunda bu aşamada resen mahkeme tarafından müdafi görevlendirilmesi yapılmalıdır. Bu aşamada görevlendirilen müdafiye savunmayı hazırlaması için yeterli zaman tanınmalı, gerekirse duruşma ertelenmelidir. İsnat edilen suç için öngörülen hapis cezasının alt sınırının beş yıldan fazla olması sebebiyle müdafi görevlendirilmiş olan şüpheli veya sanığına isnat edilen suçun niteliğinin değişmesi sebebiyle cezanın alt sınırının beş yıldan az olması durumunda ise müdafinin görevi kendiliğinden sona ermemelidir. Ancak sanık savunmasını müdafi aracılığı ile yapmak istemediğini ve görevlendirilmiş olan bu müdafiden faydalanmayacağını belirtirse müdafinin görevi sona ermelidir. Buna karşın sanık, savunmasını müdafi ile sürdürmek isterse müdafinin görevi devam etmeli ve fakat ihtiyari müdafilik kapsamında değerlendirilmelidir.

5271 sayılı CMK’nın 150/3. maddesinin, Anayasa’nın 2, 5, 11, 13 ve 36. maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal davası açılmış ise de Anayasa Mahkemesinin 12.03.2009 tarihli ve 14-48 sayılı kararı ile Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 149. maddesinde, şüpheli veya sanığın, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafinin yardımından yararlanabileceği, kanuni temsilcisi varsa, onun da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebileceği, 150. maddenin (1) numaralı fıkrasında da şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesinin isteneceği, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi hâlinde bir müdafi görevlendirileceği, dolayısıyla iptali istenilen düzenleme ile bir yargılama faaliyeti içerisinde bulunan kişinin bizzat savunma yapması veya istediği bir avukat yardımından yararlanma haklarının elinden alınmadığı, bu nedenle iptali istenilen düzenleme ile savunma hakkının özünün zedelendiği ve kullanılamaz hâle geldiği iddialarının yerinde görülmediği gerekçeleriyle iptal isteminin oy birliğiyle reddine karar verilmiştir.

Gelinen bu aşamada, suçun nitelikli hâline ilişkin 5237 sayılı TCK’da yer alan düzenlemelere de değinilmelidir.

765 sayılı Kanun’un sisteminde, suçun temel şekline göre cezanın artırılmasını veya azaltılmasını gerektiren hususlara “ağırlaştırıcı sebepler” ve “hafifletici sebepler” denilmekte iken 5237 sayılı Kanun’da, suçun temel şekline göre cezanın artırılmasını veya azaltılmasını gerektiren nedenler nitelikli hâl olarak düzenlenmiştir. Bunun sonucu olarak da nitelikli hâller yalnızca daha ağır cezayı veya cezada artırımı gerektirmemekte, kanunda daha az cezayı gerektiren nitelikli hâller de yer almaktadır (Kayıhan İçel-Füsun Sokullu Akıncı-İzzet Özgenç- Adem Sözüer-Fatih Selami Mahmutoğlu-Yener Ünver, Suç Teorisi, 2. Bası, İstanbul, 2002, s.89; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 5. Bası, Ankara, 2010, Seçkin Yayınevi, s.199-200; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 5. Bası, Ankara, 2012, Seçkin Yayınevi, s.128-129.). 5237 sayılı TCK’nın bazı maddelerinde suçun nitelikli hâli için, bağımsız yaptırım öngörülmüş iken (Örneğin; 94/2-3, 106/2, 109/2, 149/1. maddeleri) bazı maddelerinde suçun temel şekli için belirlenen cezanın belli oranlarda artırılması yöntemi tercih edilmiş (Örneğin; 86/3, 102/3, 103/3-4, 109/3. maddeleri), bazılarında ise suçun nitelikli halleri için hem bağımsız bir ceza öngörülmüş (Örneğin; 109/2. maddesi), hem de aynı maddenin müteakip fıkralarında yer alan nitelikli hâller için cezanın belirli bir oranda artırılması esası kabul edilmiştir (Örneğin; 109/3. maddesi).

Kanun’da, suçun nitelikli hâlleri için bazı maddelerde bağımsız bir ceza öngörülmesi, bazılarında ise somut olayımızda olduğu gibi cezanın belirli bir oranda artırılması esasının benimsenmesi, uygulamada birtakım zorluklara neden olsa da, bu tercih bütünüyle kanun koyucunun takdiridir. Bununla birlikte bu takdir, kanunda cezanın belirli bir oranda artırılmasının öngörüldüğü hâllerin nitelikli hâl olmayıp ağırlaştırıcı neden olduğu anlamına da gelmemektedir.

Kanun koyucu, 5237 sayılı TCK’da, özel hükümlerin yanı sıra genel hükümlerde de suçun nitelikli hâllerine ilişkin düzenlemeler yapmış, bu bağlamda TCK’nın 66. maddesinin 3. fıkrasındaki; “Dava zamanaşımı süresinin belirlenmesinde dosyadaki mevcut deliller itibarıyla suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli halleri de göz önünde bulundurulur.” düzenlemesi ile, ister bağımsız bir yaptırım öngörülmüş olsun, isterse belirli bir oranda artırım yapılması yöntemi tercih edilmiş olsun, dava zamanaşımı süresinin daha ağır cezayı gerektiren tüm nitelikli hâller göz önüne alınarak belirleneceğini hüküm altına almıştır (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.12.2016 tarihli ve 939-465 sayılı kararı). Öte yandan Ceza Muhakemesi Kanunu’nda müdafi bulundurulmasının zorunlu olduğu hâllerin 150. madde ile sınırlı olmaması ve uyuşmazlığın çözümü için Kanun’un 101/3. maddesindeki zorunlu müdafilik düzenlemesinin de açıklanması gerekmektedir.

5271 sayılı CMK’nın “Tutuklama kararı” başlıklı 101. maddesi;

“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re’sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir.

(3) Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır. …” şeklinde düzenlenmiştir.

Tutuklama, suç işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller ile bir tutuklama nedeninin bulunması hâlinde, şüpheli veya sanığın kaçmasını ve delilleri karartmasını önlemek amacıyla, hâkim kararıyla alınan özgürlüğü kısıtlayıcı, bir koruma tedbiridir. Tutuklama isteminde bulunulması üzerine, müdafisi olmayan şüpheli veya sanığa baro tarafından bir müdafi görevlendirmesi yapılır. Hukuki niteliği bakımından bir koruma tedbiri olan tutuklama, cezalandırma amacı taşımamakla birlikte delillerin toplanması, şüpheli veya sanığın kaçmasının engellenmesi amacıyla uygulanan ve kişi hürriyetini kısıtlayan tutucu veya önleyici ağır bir tedbiridir (Yenisey, Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku. s. 358., Öztürk. Ana Hatlarıyla Ceza Muhakemesi Hukuku. s. 273., Nur Centel, 2013, Tutuklama Uygulamasında Sorunlar. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, S.1. S.193. http://dergipark.gov.tr/download/article-file/97762 (Erişim Tarihi: 23.10.2020).

Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre tutuklama istendiğinde, şüpheli veya sanık kendi seçeceği ya da baro tarafından görevlendirilecek bir müdafinin yardımından yararlanacaktır. Gerek soruşturma gerekse kovuşturma evresinde tutuklama talep edildiğinde müdafisi olmayan şüpheli veya sanığa mutlaka müdafi görevlendirilmesi yapılacaktır. Kural bu olmakla birlikte, kanun tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda müdafi bulundurmanın zorunluluğundan bahsetmemiştir. Burada belirtilmek istenen asıl husus, şüpheli veya sanığa savunma hakkını kullanmasına imkân tanımaktır.

Müdafiye tanınmış olan dosyaya erişim ve dosyadan örnek alma imkânı şüpheli veya sanığa tam olarak tanınmamıştır. Bu durum özellikle tutuklu bulunan sanık açısından önem arz etmekle birlikte AİHM vermiş olduğu kararlarda, bilmediği bir dilde yargılanan yabancının ücretsiz hukuki yardımdan yararlanıyor olması ve müdafiye dosyadan örnek alma yetkisi tanınmış olması sebebiyle, başvurucuya dosyayı görme imkânının tanınmamasının bireysel savunma kapsamında Sözleşme’nin 6/3-c maddesine ihlal oluşturmadığına karar vermiştir. (AİHM. Kamasinski ve Avusturya. 9783/82 B. No. 12.19.1989 T. 86-88. p. https://hudoc.echr.coe.int (Erişim Tarihi: 23.10.2020).

Gelinen noktada, CMK’da düzenlenmiş olan zorunlu müdafi görevlendirilmesini gerektiren sınırlı hâller, savunma hakkının etkin kullanılması bakımından yetersiz gibi görünse de aslında zorunlu müdafilik gerektiren hâller ile talep halinde baro tarafından ihtiyari müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğuna ilişkin düzenleme birlikte değerlendirildiğinde, CMK’daki düzenlemenin savunma hakkı ve çağdaş ceza adaleti açısından ve mehaz Alman hukukuna göre, oldukça ileri bir düzenleme olduğu, ceza muhakemesinde müdafinin yardımından yararlanmanın istisna olmaktan çıkıp kural hâline geldiği rahatlıkla ifade edilebilir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konularının ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir.

1- TCK’nın 314/2 ve 3713 sayılı Kanun’un 5. maddeleri uyarınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanan sanığa, CMK’nın 150/3. maddesi uyarınca zorunlu müdafi atanması gerekip gerekmediği ve bu bağlamda sanığın savunma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığı;

FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığınca 05.08.2016 tarihinde gözaltına alınmasına karar verilen sanık …’in, Elazığ Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde müdafisi huzurunda ifadesi alındıktan sonra tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk edildiği ve yine müdafisi huzurunda yapılan sorgusu sonucu tutuklanmasına karar verildiği, Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma üzerine FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314/2, 53, 54, 58/9, 63; Terörle Mücadele Kanunu’nun 3/1. maddesi yollamasıyla 5 ve 8/A maddeleri uyarınca cezalandırılması talebiyle hakkında kamu davası açılması üzerine Elazığ 2. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılamasında, sanığa yüklenen suçun anlatıldığı, CMK’nın 147. ve 191. maddeleri uyarınca yasal haklarının hatırlatılması üzerine sanığın “Yasal haklarımı anladım. Savunmamı kendim yapacağım müdafİ talebim yoktur” şeklinde bir müdafinin yardımından faydalanmak istemediğini belirterek savunmasını yaptığı ve 12.05.2017 tarihinde yapılan celsede FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçundan TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanun’un 5, TCK’nın, 62 53, 58/9 ve 63. maddeleri uyarınca 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği anlaşılmıştır.

Silahlı terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla hakkında kamu davası açılan sanık …‘in cezalandırılması talep edilen TCK’nın 314/2. maddesinde temel hapis cezasının beş yıl olarak belirlenmesi; 3713 sayılı Kanun’un 5. maddesinin ise temel hapis cezasının artırılmasına dair düzenleme içermesi; CMK’nın 150/3. maddesinde de alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada şüpheli veya sanığa müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğunun hükme bağlanması; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun şüpheli veya sanığa zorunlu müdafi görevlendirilmesinde temel cezanın gözetilmesi gerektiğine dair 06.12.2016 tarihli ve 939-465 sayılı kararında da açıklandığı üzere, dava zamanaşımının düzenlendiği TCK’nın 66/3. maddesinde suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin göz önüne alınması gerektiğini açıkça belirten kanun koyucunun, alt sınırı beş yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren suçlarda zorunlu müdafiliği düzenlerken, cezada belirli bir oranda artırım öngören nitelikli hâllerin de bu madde kapsamında dikkate alınması gerektiğine dair bilinçli bir tercihte bulunmasına rağmen bu madde kapsamında herhangi bir düzenleme yapmamış olması ve ayrıca zorunlu müdafilik gerektiren hâller ile talep hâlinde baro tarafından ihtiyari müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğuna ilişkin CMK’nın 150/1. maddesindeki düzenleme de dikkate alındığında; müdafi talebinde bulunmayıp savunmasını bizzat yapacağını beyan eden sanığa atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçu için öngörülen ceza miktarına göre CMK’nın 150/3. maddesi uyarınca müdafi atanmasının zorunlu olmadığı kabul edilmelidir.

2- Kovuşturma aşamasında müdafi atanması talebinde bulunmayan ve tutuklu yargılanan sanık hakkında, müdafi atanmamasının CMK’nın 101/3. maddesine aykırılık oluşturup oluşturmadığı ve bu bağlamda savuma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığı;

5271 sayılı CMK’ya göre; müdafisi bulunmayan şüpheli veya sanığın, çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması (150/2. md.), soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi (150/3. md.), resmi bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması (74/2. md.), tutuklama talebiyle mahkemeye sevkedilmesi (101/3. md.), davranışları nedeniyle, hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşılan sanığın yokluğunda duruşma yapılması (204/1. md.) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması (247/4. md.) hallerinde, şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır.

CMK’da düzenlenmiş olan zorunlu müdafi görevlendirilmesini gerektiren sınırlı hâller ile talep hâlinde baro tarafından ihtiyari müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğuna ilişkin düzenleme birlikte değerlendirildiğinde, ceza muhakemesinde ihtiyarı müdafinin yardımından yararlanmanın istisna olmaktan çıkıp kural hâline geldiği, zorunlu müdafiliğe ilişkin düzenlemelerin Kanun’da sınırlı sayıda ifade edildiği ve bu nedenlerle bu istisnai düzenlemelerin yorumla genişletilemeyeceği kabul edilmelidir.

Uyuşmazlığa konu, 5271 sayılı CMK’nın “Tutuklama kararı” başlıklı 101. maddesinin üçüncü fıkrasında tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanığın kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafinin yardımından yararlanacağının düzenlendiği, hukuki niteliği bakımından bir koruma tedbiri olan tutuklamada dosyaya erişim ve dosyadan örnek alma imkânı şüpheli veya sanığa tam olarak tanınmadığından müdafi zorunluluğu ilk aşama, yani ilk tutuklama talebi için öngörülmüş olup CMK’da tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda ve sanığın tutuklu olduğu yargılamalarda müdafi atanmasına ilişkin zorunluluk hâli düzenlenmemiştir. Sanık …‘in soruşturma aşamasında alınan ilk ifadesinin müdafisi huzurunda alındığı gibi sorgusunda da CMK’nın 101/3. maddesine uygun olarak müdafisinin hazır bulunduğu, kovuşturma aşamasında ise müdafi seçecek durumda olmaması ve bir müdafinin yardımından faydalanmak istemesi hâlinde, kendisine baro tarafından bir müdafinin görevlendirilebileceğine yönelik hakkı da hatırladığında, sanığın müdafi yardımından yararlanmak istemediğini beyan ederek savunmasını yaptığı ve hakkındaki tüm delillerden haberdar olduğu, dosyaya erişim ve dosyadan örnek alma imkânının bulunmadığına dair bir savunmasının da olmadığı, Özel Daire bozma ilamında yer alan ve AİHM’nin oluşturduğu bir kavram olan “adaletin selameti” ilkesinin, Ceza Muhakemesi Hukukunda adli yardım müessesesinin konusu olarak tanımlandığı ve kişinin maddi olanaklarının avukat tutmaya elverişli olmadığı hâllerde resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanma hakkını ifade ettiği, yine Özel Daire ilamında dayanılan AİHM’nin 27.11.2008 tarihli ve 36391/02 başvuru numaralı “Salduz-Türkiye” kararının 1412 sayılı CMUK dönemine ilişkin olup Sözleşme’nin 6. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, kural olarak her davanın kendine has koşulları ışığında bu hakkın kısıtlanması için zorunlu sebep olmadıkça, şüpheliye polis tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkının sağlanmasına yönelik olduğu hususları ve ayrıca Kanun’da sınırlı şekilde sayılan zorunlu müdafiliğe ilişkin düzenlemeler ile sanığın talebi hâlinde baro tarafından ihtiyari müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğuna ilişkin düzenleme birlikte değerlendirildiğinde; tutuklanması amacıyla sevk edildiği sulh ceza hâkimliğinde CMK’nın 101/3. maddesi uyarınca kendisine zorunlu olarak müdafi atanan sanık hakkında kovuşturma evresinde, CMK’nın 147/1-c maddesindeki hakkından haberdar olan ve müdafi talebinde bulunmayan sanığın müdafiye erişim hakkı da kısıtlanmadığından zorunlu müdafi atanmamasında bir isabetsizlik bulunmadığı ve sanığın savunma hakkının kısıtlanmadığı kabul edilmelidir.


CMK 150 (Müdafiin Görevlendirilmesi) Emsal Yargıtay Kararları


Ceza Genel Kurulu 2018/441 E. , 2020/468 K.

  • İhtiyari ve zorunlu müdafilik
  • Tutuklama yargılamasında zorunlu müdafilik
  • Müdafiliğin mahiyeti ve uygulama
  • Silahlı örgüt üyeliği suçu zorunlu müdafilik kapsamında değildir.

Uyuşmazlıkların sağlıklı bir şekilde çözümlenmesi için adil yargılanma hakkı bağlamında savunma hakkı ve müdafi kavramlarının ayrıntılı şekilde açıklanması gerekmektedir. Savunma, sözlükte “saldırıya karşı koyma”, “müdafaa”, “koruma” kavramlarıyla tanımlanmıştır (Türk Dil Kurumu. Güncel Türkçe Sözlüğü. Http://www….gov.tr/ Erişim Tarihi: 22.10.2020.). Şüpheli veya sanık konumundaki kişileri koruyabilmek amacıyla ortaya çıkan savunma hakkı ise, bir suç isnadı ile iddia ve yargılama makamları karşısında bulunan şüpheli veya sanığa, bu suçlamadan kurtulması için tanınan düşüncelerini açıklayabilme hakkı olarak ifade edilmiştir. (Nur Başar CENTEL, 1984, Ceza Muhakemesi Hukukunda Müdafi, İstanbul, Kazancı Kitap, s. 11.). Ceza muhakemesi hukuku anlamında savunma, şüpheli veya sanığın yararına olarak yürütülen, hakkındaki suç isnadına karşı konulması ile fiili ve hukuki korumayı amaçlayan bir faaliyettir. (Recep Kibar, Türk Hukukunda Sanık Hakları, Yetkin Yayınları, Ankara, 1997, s. 51., Salih OKTAR, Ceza Muhakemesi Hukukumuzdaki Son Gelişmeler Karşısında Müdafi, “Dr. Dr. h. c. Silvia Tellenbach’a Armağan”, Seçkin Yayıncılık, 2018, s. 1128.).

Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” şeklinde olup hak arama hakkının ilk şartı olan yargı mercilerine davacı ve davalı olarak başvurabilme hakkı ve özgürlüğü hüküm altına alınmış ve bunun tabii sonucu olarak da kişinin yargı mercileri önünde iddia, savunma ve adil ve hakkaniyete uygun yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Yargılama usulü kanunu ve yargı organı, Anayasa emri olarak, adil ve hakkaniyete uygun yargılamayı sağlayacak şekilde düzenlenmiştir. Savunma hakkının güvencesi olan Anayasa’nın 36. madde her ne kadar müdafi ile savunulma hakkından açıkça ve ayrıca bahsetmemiş olsa da meşru yol olan savunmaya aracı konumda, müdafi yer almaktadır. Böylece bir anlamda bu madde müdafi yardımından yararlanmanın anayasal güvencesi sayılmaktadır. Şüpheli veya sanık veya onların müdafileri gerek uluslararası sözleşmelerle gerekse Anayasa ile güvence altına alınan savunma hakkını kullanırken baskı altında olmamalıdırlar. Bu hakkını kullanan şüpheli veya sanığın veya onların savunmasını üstlenen müdafinin, bu görevini yerine getirirken herhangi bir yaptırım ile karşılaşma riski bulunmamalıdır. Ancak bunun güvencesiyle gerçek bir savunmadan bahsedilebilecektir (Serhat Sinan Kocaoğlu, 2012, Türk Ceza Kanunu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Kararları Işığında Bir Hukuka Uygunluk Nedeni Olarak “Savunma Dokunulmazlığı”, http://www.ankarabarosu.org.tr/siteler/ankarabarosu/tekmakale/2012-4/1.pdf Erişim Tarihi: 21.10.2020.).

Nitekim ülkemizin de kabul ettiği Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil yargılanma hakkının asgari şartlarını gösteren 6. maddesinin 3/c bendinde; “Bir suç ile itham edilen herkes:… c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek, …haklarına sahiptir” denilmek suretiyle, sanığın kendisini bizzat savunma hakkının yanında, müdafi tayin etme yetkisi ile belirli şartlarda müdafiden ücretsiz yararlanabilme hakkının da bulunduğu belirtilmiştir. Bu açıdan, savunma hakkı “meşru bir yol”, müdafi de savunma hakkının kullanılması bakımından “meşru bir araçtır”.(Ceza Muhakemesi Hukukunda Müdafi, Nur Centel, Kazancı Hukuk Yayınları, İstanbul, 1984, s. 13.). AİHM’ye göre Sözleşme’nin 6. maddesinin asıl amacı, cezai kovuşturma söz konusu olduğunda isnat edilen suçlamalar ile ilgili olarak karar vermeye yetkili bir “mahkeme” tarafından adil bir yargılama yapılmasını sağlamak olsa da bu durum, 6. maddenin hazırlık soruşturmasına uygulanamayacağı anlamına gelmemektedir. Dolayısıyla bir yargılamanın adilliğinin soruşturmanın ilk safhalarında Sözleşme’nin 6. maddesi hükümlerine uygun hareket edilmemesi nedeniyle ciddi derecede zarara uğratılması söz konusuysa 6. madde ve özellikle bu maddenin (3) numaralı fıkrası yargılama öncesi durumlar için de geçerli olabilir. Buna göre Sözleşme’nin 6. maddesinin (3) numaralı fıkrasının (c) bendinde belirtilen hak, birinci paragrafta yer alan ceza davalarında adil yargılanma kavramının unsurlarından birini teşkil eder (Salduz/Türkiye [BD], B. No: 36391/02, 27.11.2008, § 50).

Sözleşme’nin 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (c) bendindeki düzenlemede isnat altında bulunan kişi, savunma hakkının kullanılmasında üç ayrı hakka sahiptir. Bunlar kendisini bizzat savunma, kendi seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafie sahip olmak için gerekli mali olanaktan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görülürse resen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma haklarıdır. Dolayısıyla suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması devlet tarafından talep edilemez (Pakelli/Federal Almanya, B.No: 8398/78, 25.4.1983).

AİHM, mutlak olmamakla birlikte cezai bir suçla itham edilen herkesin gerekiyorsa resmî olarak görevlendirilen bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulması hakkının adil yargılanmanın temel özelliklerinden biri olduğunu belirtmekte (Poitrimol/Fransa, B. No: 14032/88, 23/11/1993, § 34; Demebukov/Bulgaristan, B. No: 68020/01, 28/2/2008, § 50) fakat avukat tayin edilmesinin tek başına sanığa yapılacak adli yardımın etkili olmasını garanti etmediğini de vurgulamaktadır (Salduz/Türkiye [BD], § 51). Bu açıklamalara göre adil yargılanma hakkının yeterince “uygulanabilir ve etkili” olabilmesi için kural olarak her davanın kendine has koşulları ışığında bu hakkın kısıtlanması için zorunlu sebepler olmadıkça polis tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkının şüpheliye sağlanması gerekir. Avukat erişiminin sağlanmamasına istisnai olarak zorunlu sebeplerin gerekçe gösterilmesi durumunda bile böylesi bir kısıtlama gerekçesi ne olursa olsun- şüphelinin/sanığın adil yargılanma bağlamında güvence altına alınan haklarına zarar vermemelidir. Avukat erişimi sağlanmayan sanığa polis soruşturması sırasında suçlayıcı ifadeler kullanılması durumunda prensip olarak sanığın haklarına telafi edilemeyecek şekilde zarar geldiğinin kabulü gerekir (Aligül Alkaya ve diğerleri [GK], § 137).

Uyuşmazlığın çözümü için Türk Ceza Hukuku sisteminde müdafi kavramı, ihtiyari ve zorunlu müdafilik düzenlemelerinden de bahsedilmesi gerekecektir. 5271 sayılı CMK’nun 2/1-c maddesinde “şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı” olarak tanımlanan müdafi, toplumsal savunmayı gerçekleştirmek amacıyla şüpheli veya sanık lehine hareket edip hukuki yardımda bulunan ve gerçeğin ortaya çıkarılmasını sağlayan kamusal bir muhakeme sujesidir (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, Onsekizinci Baskı, Beta Yayınevi, İstanbul 2010, s. 401 vd.; Nur Centel-Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınevi, 12. Baskı, İstanbul, 2015, s. 180 vd.; Bahri Öztürk-Durmuş Tezcan-Mustafa Ruhan Erdem-Özge Sırma-Yasemin Saygılar Kırıt-Özdem Özaydın-Esra Alan Akcan-Efser Erdem, Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 9. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara 2015, s. 245 vd.; Erdener Yurtcan, Ceza Yargılaması Hukuku, 12. Baskı, Beta, İstanbul, 2007, s. 184; Sinan Kocaoğlu, Müdafi, 2. Baskı, Seçkin, Ankara, 2012, s. 57.).

Şüpheli veya sanığın müdafi aracılığıyla savunulması hususunda tercih yapma imkânına sahip olduğu hâllerde görev yapan müdafi ihtiyari müdafi, görevlendirilmesi hususunda şüpheli veya sanığın iradesinin önem taşımadığı hâllerde görev yapan müdafi ise zorunlu müdafidir. Görüldüğü gibi müdafinin zorunlu veya ihtiyari olması, şüpheli veya sanığın istemine ya da istemi olup olmadığına bakılmaksızın yani iradesi dikkate alınmadan atanıp atanmadığına bakılarak belirlenmektedir (Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 10. Baskı, Beta, Kunter- Yenisey- Nuhoğlu, s. 409; Centel- Zafer, s. 187; Yurtcan, s.192; Kocaoğlu, s.120 ; Öztürk-Tezcan-M. R. Erdem-Sırma-Kırıt-Özaydın-Akcan- E. Erdem, s. 250.).

1412 sayılı CMUK, kişisel savunmada kural olarak ihtiyari müdafilik sistemini benimsemiş ve sınırlı bazı hâllerde zorunlu müdafilik sistemini getirmiştir. 5271 sayılı CMK zorunlu müdafilik sistemini, önemli ölçüde genişletmiştir. Şüpheli veya sanığın Kanun’un müdafi bulundurulmasını zorunlu tuttuğu haller dışında bir müdafinin hukuki yardımından faydalanması, ihtiyari müdafilik kapsamında değerlendirilmektedir. İsteğe bağlı olarak yapılan ihtiyari müdafi seçimi yargılamanın her aşamasında yapılabilecektir. Görevlendirilmiş ihtiyari müdafilik ise 5271 sayılı CMK’nın 150. maddesinin birinci fıkrasından düzenlenmiş olup “Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.” şeklindedir. Bu hüküm müdafi bulundurmanın zorunlu olmadığı ve fakat şüpheli veya sanığın istemi üzerine yapılan görevlendirmeleri kapsamaktadır. Maddi gücü müdafi bulundurmaya yetersiz olan şüpheli veya sanığa, suçun niteliğine veya cezanın ağırlığına bakılmaksızın, müdafi görevlendirilmesi ihtiyari müdafilik kapsamındadır. Kanun’un müdafi bulundurulmasını zorunlu saydığı durumlar dışında, şüpheli veya sanıktan müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse istemi hâlinde kendisine barodan bir müdafi görevlendirmesi yapılır. Bu kapsamda kendisine müdafi görevlendirmesi yapılmasını isteyen şüpheli veya sanık istemini soruşturma evresinde ifadeyi alan merciye veya sorguyu yapan hâkime kovuşturma evresinde mahkemeye bildirir. Bu makamlar da soruşturma veya kovuşturmanın yapıldığı yer barosundan görevlendirme isteminde bulunur. Ancak şüpheli veya sanık henüz bu makamlar karşısında adli bir işleme tabi tutulmamışsa istemini Baro Adli Yardım Bürosuna yapacaktır. Bu durumda istemi “adli yardım” hükümlerine göre değerlendirilecektir (Yenisey, Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 202., Centel, Zafer. Ceza Muhakemesi Hukuku. s. 195.).

Zorunlu müdafilik ise, soruşturma veya kovuşturma aşamasında şüpheli veya sanığın ruhsal ve fiziksel durumu ile isnat edilen suçun ciddiliği ve kişisel savunmanın özellikle desteklenmesini gerektiren özel bazı hâllerde, adil bir muhakemenin zorunlu kılması nedeniyle, şüpheli veya sanığın bir müdafi ile savunulmasının zorunlu tutulmasıdır. Zorunlu müdafiliği gerektiren durumlarda, şüpheli veya sanık kendisine müdafi görevlendirilmesini açıkça istemese de (karşı da çıksa) kendisine resen müdafi görevlendirilir. Zorunlu müdafilik kapsamında seçilen veya görevlendirilen müdafiye ise, zorunlu müdafi denmektedir. Zorunlu müdafiliğin uygulandığı hâllerde, müdafi seçilmeden veya görevlendirilmeden yahut seçilen ya da görevlendirilen müdafi hazır bulunmadan ifade alma ve sorguya çekme işlemleri yapılamaz, savunma alınamaz, duruşma yapılmaz ve hüküm kurulamaz. Diğer bir ifadeyle şüpheli veya sanığın aktif olarak katıldığı tüm soruşturma ve kovuşturma işlemlerinde zorunlu müdafinin hazır bulunması gerekir.

Toplumsal savunmanın ceza muhakemesindeki öneminin artması ve anlaşılmaya başlanması, gelişmiş ülkelerde müdafinin yardımından yararlanmanın bir zorunluluk olarak düzenlenmesi fikrini doğurmuştur. Fakat ceza muhakemesinde herkese zorunlu müdafi görevlendirilmesi düşüncesi, hem avukatlığın serbest meslek olma özelliğine zarar vermesi hem devlete yüksek maddi külfetler yüklemesi hem de gelişmemiş ülkelerde yeterince avukat olmaması nedeniyle tam olarak uygulanamamıştır. Zorunlu müdafilik sistemi mutlak olarak uygulanmasa da gelişmiş bir çok ülkede, adaletin zorunlu kıldığı bazı durumlarda zorunlu müdafiliğin uygulanması kabul edilmiştir.

Ülkemizde de uzun bir süreden beri istisnai hâllerde de olsa zorunlu müdafilik kabul edilmiş ve uygulanmaktadır. Osmanlı Devleti’nin ilk ceza muhakemesi kanunu olan 1879 tarihli Usul-i Muhakemat-ı Cezaiyye Kanunu’nda hem müdafilik sistemi hem de ilk defa zorunlu müdafilik sistemi kabul edilmiştir. Buna göre ağır ceza gerektiren fiiller sebebiyle yapılan ceza muhakemelerinde, müdafi bulundurulması zorunlu tutulmuştur. Bu tür davalarda sanık kendisi bir müdafi seçmemişse, mahkeme tarafından sanığa bir müdafi görevlendirilmesi zorunludur. Usul-i Muhakemat-ı Cezaiyye Kanunu’nun yerine 1877 tarihli Alman Ceza Muhakemesi Kanunu kodifikiye edilerek oluşturulan 04.04.1929 tarihli ve 1412 sayılı CMUK’un ilk hâlinde zorunlu müdafilik kabul edilmemişti. Ancak 1973 yılında CMUK’nın 74. maddesinde yapılan değişiklikle, sanığın gözlem altına alınmasına kararı verilirken sanığın müdafisi yoksa kendine resen bir müdafi tayin edileceği düzenlenmiştir. Ayrıca 1992 yılında CMUK’da yapılan bir diğer değişiklikle de zorunlu müdafilik alanı genişletilerek, yakalanan kişi veya sanığın onsekiz yaşını bitirmemiş yahut sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malul olması ve bir müdafisinin de bulunmaması hâlinde talebi aranmaksızın kendisine resen bir müdafi görevlendirileceği kabul edilmiştir. (CMUK m.138) Fakat CMUK’daki zorunlu müdafiliği öngören bu hüküm, kanuna eklenen bir istisna ile Devlet güvenliğini ilgilendiren suçlarla ilgili ceza muhakemelerinde 2003 yılına kadar uygulanmamış, 2003 yılında yapılan değişiklikle, zorunlu müdafilikle ilgili hükümlerin Devlet güvenliğini ilgilendiren suçlarla ilgili ceza muhakemelerinde de uygulanması kabul edilmiştir. 1412 sayılı CMUK’yı yürürlükten kaldıran 2004 tarihli ve 5271 sayılı CMK’da zorunlu müdafilik, hukuk devleti ve insan hakları anlayışımızdaki değişim ve gelişime paralel olarak ve AİHM’in kararlarının etkisiyle CMUK’ya göre daha detaylı ve daha geniş kapsamlı düzenlenmiştir.

Alman ceza muhakemesi hukukunda, şüpheli veya sanık olan çocukların yargılamalarında müdafi bulunması zorunluluğu yoktur. Fakat bu tür yargılamalarda adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkeme başkanı talep üzerine ya da resen müdafi görevlendirilebilir. Dolayısıyla bu tür yargılamalarda müdafi bulunması zorunlu olmayıp mahkeme başkanının takdirine bırakılmıştır.

5271 sayılı CMK’ya göre; müdafisi bulunmayan şüpheli veya sanığın, çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması (150/2. md.), soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi (150/3. md.), resmî bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması (74/2. md.), tutuklama talebiyle mahkemeye sevkedilmesi (101/3. md.), davranışları nedeniyle, hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşılan sanığın yokluğunda duruşma yapılması (204/1. md.) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması (247/4. md.) hâllerinde şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır.

5271 sayılı CMK’nın “Müdafiin görevlendirilmesi” başlıklı 150. maddesinin ayrıca ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir.

01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 150. maddesi;

“(1) Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi hâlinde bir müdafi görevlendirilir.

(2) Şüpheli veya sanık onsekiz yaşını doldurmamış ya da sağır veya dilsiz veya kendisini savunamayacak derecede malûl olur ve bir müdafii de bulunmazsa istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.

(3) Üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır” biçiminde iken,

19.12.2006 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun’un 21. maddesi ile;

“(1) Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir.

(2) Müdafii bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir.

(3) Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır.

(4) Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir” şeklinde değiştirilmiştir.

Maddenin birinci fıkrasında isteğe bağlı müdafilik hüküm altına alınmış; ikinci fıkrasında, çocuklara, kendisini savunamayacak derece malul olanlara veya sağır ve dilsizlere istemi aranmaksızın müdafi görevlendirilmesi gerektiği belirtilmiş; üçüncü fıkrada ise alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğu hükme bağlanmıştır.

Görüldüğü üzere, 5271 sayılı CMK’nın 150/3. maddesinde şüpheli veya sanık için zorunlu müdafi görevlendirilmesi, alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarla sınırlandırılmış, alt sınırı beş yıl ve daha az hapis cezasını gerektiren suçlar bu kapsama alınmamıştır. Düzenlemenin yürürlüğe girdiği ilk hâlinde, üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlarda, soruşturma ve kovuşturma evresinde şüpheli veya sanığa istemi olmaksızın müdafi görevlendirileceği kabul edilmiştir. 2005 yılında bu hâliyle yürürlüğe giren Kanun 2006 yılında değişikliğe uğramış, üst sınır olarak kabul edilen beş yıl, uygulamada yaşanan sorunlar, birçok soruşturma ve kovuşturmada müdafi görevlendirilmesi yapılmasının maliyeti ve güçlüğü sebebiyle alt sınıra çekilmiştir. Böylece alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, soruşturma ve kovuşturma evresinde müdafi bulundurma zorunluluğu kabul edilmiştir (Soyaslan, Ceza Muhakemesi Hukuku. s. 184., Galma Jahıc, İdil Elveriş, 2010, Müdafiliğe İlişkin Bir Değerlendirme: Değişen Kanunlar, Değişmeyen Sonuç. Türkiye Barolar Birliği Dergisi, s. 167. http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2010-90-642, Erişim Tarihi: 30.05.2018.). Hakkında birden fazla suç şüphesi bulunan şüpheli veya sanığa zorunlu müdafi gerekip gerekmediğine ilişkin tespit yapılırken, her suç için öngörülen hapis cezasının alt sınırının ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu değerlendirme yapılırken suçlar için kanunda öngörülen hapis cezaları toplanmayacak, suçlardan herhangi birinin beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi durumunda müdafi görevlendirmesi yapılacaktır. Buna göre alt sınırı beş yılın altında kalan birden fazla suç şüphesiyle yargılanan sanık zorunlu müdafilikten faydalanamayacaktır. Bununla birlikte ceza yargılamalarında soruşturma ve kovuşturma evresinde, elde edilen yeni delillerle suçun hukuki niteliği birçok kez değişebilmektedir. Bu değişikliklerle birlikte şüpheli veya sanığın müdafiye ihtiyaç duyması mümkün olabileceği gibi bu ihtiyacın ortadan kalkması da mümkündür. Bu nedenlerle de şüpheli veya sanığa isnat edilen suça göre müdafi bulundurulmasını zorunlu kabul etmenin uygulamada eşitsizlik yaratacağı da savunulmaktadır. Ancak müdafi görevlendirmesi yargılamanın her aşamasında mümkün olduğundan, suçun hukuki niteliğinin değişmesinden bahisle yeni suçun kanunda öngörülen hapis cezasının alt sınırının beş yıldan fazla olması durumunda bu aşamada resen mahkeme tarafından müdafi görevlendirilmesi yapılmalıdır. Bu aşamada görevlendirilen müdafiye savunmayı hazırlaması için yeterli zaman tanınmalı, gerekirse duruşma ertelenmelidir. İsnat edilen suç için öngörülen hapis cezasının alt sınırının beş yıldan fazla olması sebebiyle müdafi görevlendirilmiş olan şüpheli veya sanığına isnat edilen suçun niteliğinin değişmesi sebebiyle cezanın alt sınırının beş yıldan az olması durumunda ise müdafinin görevi kendiliğinden sona ermemelidir. Ancak sanık savunmasını müdafi aracılığı ile yapmak istemediğini ve görevlendirilmiş olan bu müdafiden faydalanmayacağını belirtirse müdafinin görevi sona ermelidir. Buna karşın sanık, savunmasını müdafi ile sürdürmek isterse müdafinin görevi devam etmeli ve fakat ihtiyari müdafilik kapsamında değerlendirilmelidir.

5271 sayılı CMK’nın 150/3. maddesinin, Anayasa’nın 2, 5, 11, 13 ve 36. maddelerine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal davası açılmış ise de Anayasa Mahkemesinin 12.03.2009 tarihli ve 14-48 sayılı kararı ile Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 149. maddesinde, şüpheli veya sanığın, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafinin yardımından yararlanabileceği, kanuni temsilcisi varsa, onun da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebileceği, 150. maddenin (1) numaralı fıkrasında da şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesinin isteneceği, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi hâlinde bir müdafi görevlendirileceği, dolayısıyla iptali istenilen düzenleme ile bir yargılama faaliyeti içerisinde bulunan kişinin bizzat savunma yapması veya istediği bir avukat yardımından yararlanma haklarının elinden alınmadığı, bu nedenle iptali istenilen düzenleme ile savunma hakkının özünün zedelendiği ve kullanılamaz hâle geldiği iddialarının yerinde görülmediği gerekçeleriyle iptal isteminin oy birliğiyle reddine karar verilmiştir.

Gelinen bu aşamada, suçun nitelikli hâline ilişkin 5237 sayılı TCK’da yer alan düzenlemelere de değinilmelidir.

765 sayılı Kanun’un sisteminde, suçun temel şekline göre cezanın artırılmasını veya azaltılmasını gerektiren hususlara “ağırlaştırıcı sebepler” ve “hafifletici sebepler” denilmekte iken 5237 sayılı Kanun’da, suçun temel şekline göre cezanın artırılmasını veya azaltılmasını gerektiren nedenler nitelikli hâl olarak düzenlenmiştir. Bunun sonucu olarak da nitelikli hâller yalnızca daha ağır cezayı veya cezada artırımı gerektirmemekte, kanunda daha az cezayı gerektiren nitelikli hâller de yer almaktadır (Kayıhan İçel-Füsun Sokullu Akıncı-İzzet Özgenç- Adem Sözüer-Fatih Selami Mahmutoğlu-Yener Ünver, Suç Teorisi, 2. Bası, İstanbul, 2002, s.89; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 5. Bası, Ankara, 2010, Seçkin Yayınevi, s.199-200; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 5. Bası, Ankara, 2012, Seçkin Yayınevi, s.128-129.). 5237 sayılı TCK’nın bazı maddelerinde suçun nitelikli hâli için, bağımsız yaptırım öngörülmüş iken (Örneğin; 94/2-3, 106/2, 109/2, 149/1. maddeleri) bazı maddelerinde suçun temel şekli için belirlenen cezanın belli oranlarda artırılması yöntemi tercih edilmiş (Örneğin; 86/3, 102/3, 103/3-4, 109/3. maddeleri), bazılarında ise suçun nitelikli halleri için hem bağımsız bir ceza öngörülmüş (Örneğin; 109/2. maddesi), hem de aynı maddenin müteakip fıkralarında yer alan nitelikli hâller için cezanın belirli bir oranda artırılması esası kabul edilmiştir (Örneğin; 109/3. maddesi).

Kanun’da, suçun nitelikli hâlleri için bazı maddelerde bağımsız bir ceza öngörülmesi, bazılarında ise somut olayımızda olduğu gibi cezanın belirli bir oranda artırılması esasının benimsenmesi, uygulamada birtakım zorluklara neden olsa da, bu tercih bütünüyle kanun koyucunun takdiridir. Bununla birlikte bu takdir, kanunda cezanın belirli bir oranda artırılmasının öngörüldüğü hâllerin nitelikli hâl olmayıp ağırlaştırıcı neden olduğu anlamına da gelmemektedir.

Kanun koyucu, 5237 sayılı TCK’da, özel hükümlerin yanı sıra genel hükümlerde de suçun nitelikli hâllerine ilişkin düzenlemeler yapmış, bu bağlamda TCK’nın 66. maddesinin 3. fıkrasındaki; “Dava zamanaşımı süresinin belirlenmesinde dosyadaki mevcut deliller itibarıyla suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli halleri de göz önünde bulundurulur.” düzenlemesi ile, ister bağımsız bir yaptırım öngörülmüş olsun, isterse belirli bir oranda artırım yapılması yöntemi tercih edilmiş olsun, dava zamanaşımı süresinin daha ağır cezayı gerektiren tüm nitelikli hâller göz önüne alınarak belirleneceğini hüküm altına almıştır (Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.12.2016 tarihli ve 939-465 sayılı kararı). Öte yandan Ceza Muhakemesi Kanunu’nda müdafi bulundurulmasının zorunlu olduğu hâllerin 150. madde ile sınırlı olmaması ve uyuşmazlığın çözümü için Kanun’un 101/3. maddesindeki zorunlu müdafilik düzenlemesinin de açıklanması gerekmektedir.

5271 sayılı CMK’nın “Tutuklama kararı” başlıklı 101. maddesi;

“(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re’sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. …

(3) Tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanık, kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafiin yardımından yararlanır. …” şeklinde düzenlenmiştir.

Tutuklama, suç işlediği yönünde kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut deliller ile bir tutuklama nedeninin bulunması hâlinde, şüpheli veya sanığın kaçmasını ve delilleri karartmasını önlemek amacıyla, hâkim kararıyla alınan özgürlüğü kısıtlayıcı, bir koruma tedbiridir. Tutuklama isteminde bulunulması üzerine, müdafisi olmayan şüpheli veya sanığa baro tarafından bir müdafi görevlendirmesi yapılır. Hukuki niteliği bakımından bir koruma tedbiri olan tutuklama, cezalandırma amacı taşımamakla birlikte delillerin toplanması, şüpheli veya sanığın kaçmasının engellenmesi amacıyla uygulanan ve kişi hürriyetini kısıtlayan tutucu veya önleyici ağır bir tedbiridir (Yenisey, Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku. s. 358., Öztürk. Ana Hatlarıyla Ceza Muhakemesi Hukuku. s. 273., Nur Centel, 2013, Tutuklama Uygulamasında Sorunlar. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, S.1. S.193. http://dergipark.gov.tr/download/article-file/97762 (Erişim Tarihi: 23.10.2020).

Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre tutuklama istendiğinde, şüpheli veya sanık kendi seçeceği ya da baro tarafından görevlendirilecek bir müdafinin yardımından yararlanacaktır. Gerek soruşturma gerekse kovuşturma evresinde tutuklama talep edildiğinde müdafisi olmayan şüpheli veya sanığa mutlaka müdafi görevlendirilmesi yapılacaktır. Kural bu olmakla birlikte, kanun tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda müdafi bulundurmanın zorunluluğundan bahsetmemiştir. Burada belirtilmek istenen asıl husus, şüpheli veya sanığa savunma hakkını kullanmasına imkân tanımaktır.

Müdafiye tanınmış olan dosyaya erişim ve dosyadan örnek alma imkânı şüpheli veya sanığa tam olarak tanınmamıştır. Bu durum özellikle tutuklu bulunan sanık açısından önem arz etmekle birlikte AİHM vermiş olduğu kararlarda, bilmediği bir dilde yargılanan yabancının ücretsiz hukuki yardımdan yararlanıyor olması ve müdafiye dosyadan örnek alma yetkisi tanınmış olması sebebiyle, başvurucuya dosyayı görme imkânının tanınmamasının bireysel savunma kapsamında Sözleşme’nin 6/3-c maddesine ihlal oluşturmadığına karar vermiştir. (AİHM. Kamasinski ve Avusturya. 9783/82 B. No. 12.19.1989 T. 86-88. p. https://hudoc.echr.coe.int (Erişim Tarihi: 23.10.2020).

Gelinen noktada, CMK’da düzenlenmiş olan zorunlu müdafi görevlendirilmesini gerektiren sınırlı hâller, savunma hakkının etkin kullanılması bakımından yetersiz gibi görünse de aslında zorunlu müdafilik gerektiren hâller ile talep halinde baro tarafından ihtiyari müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğuna ilişkin düzenleme birlikte değerlendirildiğinde, CMK’daki düzenlemenin savunma hakkı ve çağdaş ceza adaleti açısından ve mehaz Alman hukukuna göre, oldukça ileri bir düzenleme olduğu, ceza muhakemesinde müdafinin yardımından yararlanmanın istisna olmaktan çıkıp kural hâline geldiği rahatlıkla ifade edilebilir.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konularının ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir.

1- TCK’nın 314/2 ve 3713 sayılı Kanun’un 5. maddeleri uyarınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanan sanığa, CMK’nın 150/3. maddesi uyarınca zorunlu müdafi atanması gerekip gerekmediği ve bu bağlamda sanığın savunma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığı;

FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçundan Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığınca 05.08.2016 tarihinde gözaltına alınmasına karar verilen sanık …’in, Elazığ Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde müdafisi huzurunda ifadesi alındıktan sonra tutuklanması talebiyle mahkemeye sevk edildiği ve yine müdafisi huzurunda yapılan sorgusu sonucu tutuklanmasına karar verildiği, Elazığ Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma üzerine FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 314/2, 53, 54, 58/9, 63; Terörle Mücadele Kanunu’nun 3/1. maddesi yollamasıyla 5 ve 8/A maddeleri uyarınca cezalandırılması talebiyle hakkında kamu davası açılması üzerine Elazığ 2. Ağır Ceza Mahkemesinde yapılan yargılamasında, sanığa yüklenen suçun anlatıldığı, CMK’nın 147. ve 191. maddeleri uyarınca yasal haklarının hatırlatılması üzerine sanığın “Yasal haklarımı anladım. Savunmamı kendim yapacağım müdafİ talebim yoktur” şeklinde bir müdafinin yardımından faydalanmak istemediğini belirterek savunmasını yaptığı ve 12.05.2017 tarihinde yapılan celsede FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma suçundan TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanun’un 5, TCK’nın, 62 53, 58/9 ve 63. maddeleri uyarınca 7 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verildiği anlaşılmıştır.

Silahlı terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla hakkında kamu davası açılan sanık …‘in cezalandırılması talep edilen TCK’nın 314/2. maddesinde temel hapis cezasının beş yıl olarak belirlenmesi; 3713 sayılı Kanun’un 5. maddesinin ise temel hapis cezasının artırılmasına dair düzenleme içermesi; CMK’nın 150/3. maddesinde de alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada şüpheli veya sanığa müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğunun hükme bağlanması; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun şüpheli veya sanığa zorunlu müdafi görevlendirilmesinde temel cezanın gözetilmesi gerektiğine dair 06.12.2016 tarihli ve 939-465 sayılı kararında da açıklandığı üzere, dava zamanaşımının düzenlendiği TCK’nın 66/3. maddesinde suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin göz önüne alınması gerektiğini açıkça belirten kanun koyucunun, alt sınırı beş yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren suçlarda zorunlu müdafiliği düzenlerken, cezada belirli bir oranda artırım öngören nitelikli hâllerin de bu madde kapsamında dikkate alınması gerektiğine dair bilinçli bir tercihte bulunmasına rağmen bu madde kapsamında herhangi bir düzenleme yapmamış olması ve ayrıca zorunlu müdafilik gerektiren hâller ile talep hâlinde baro tarafından ihtiyari müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğuna ilişkin CMK’nın 150/1. maddesindeki düzenleme de dikkate alındığında; müdafi talebinde bulunmayıp savunmasını bizzat yapacağını beyan eden sanığa atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçu için öngörülen ceza miktarına göre CMK’nın 150/3. maddesi uyarınca müdafi atanmasının zorunlu olmadığı kabul edilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Ceza Genel Kurulu Üyesi de; 5237 sayılı TCK’nın 314/2 ve 3713 sayılı Kanun’un 5. maddeleri uyarınca silahlı terör örgütüne üye olma suçundan yargılanan sanığa, 5271 sayılı CMK’nın 150/3. maddesi uyarınca zorunlu müdafi atanması gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

2- Kovuşturma aşamasında müdafi atanması talebinde bulunmayan ve tutuklu yargılanan sanık hakkında, müdafi atanmamasının CMK’nın 101/3. maddesine aykırılık oluşturup oluşturmadığı ve bu bağlamda savuma hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığı;

5271 sayılı CMK’ya göre; müdafisi bulunmayan şüpheli veya sanığın, çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması (150/2. md.), soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi (150/3. md.), resmi bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması (74/2. md.), tutuklama talebiyle mahkemeye sevkedilmesi (101/3. md.), davranışları nedeniyle, hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşılan sanığın yokluğunda duruşma yapılması (204/1. md.) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması (247/4. md.) hallerinde, şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır.

CMK’da düzenlenmiş olan zorunlu müdafi görevlendirilmesini gerektiren sınırlı hâller ile talep hâlinde baro tarafından ihtiyari müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğuna ilişkin düzenleme birlikte değerlendirildiğinde, ceza muhakemesinde ihtiyarı müdafinin yardımından yararlanmanın istisna olmaktan çıkıp kural hâline geldiği, zorunlu müdafiliğe ilişkin düzenlemelerin Kanun’da sınırlı sayıda ifade edildiği ve bu nedenlerle bu istisnai düzenlemelerin yorumla genişletilemeyeceği kabul edilmelidir.

Uyuşmazlığa konu, 5271 sayılı CMK’nın “Tutuklama kararı” başlıklı 101. maddesinin üçüncü fıkrasında tutuklama istenildiğinde, şüpheli veya sanığın kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilecek bir müdafinin yardımından yararlanacağının düzenlendiği, hukuki niteliği bakımından bir koruma tedbiri olan tutuklamada dosyaya erişim ve dosyadan örnek alma imkânı şüpheli veya sanığa tam olarak tanınmadığından müdafi zorunluluğu ilk aşama, yani ilk tutuklama talebi için öngörülmüş olup CMK’da tutukluluğun devamına ilişkin kararlarda ve sanığın tutuklu olduğu yargılamalarda müdafi atanmasına ilişkin zorunluluk hâli düzenlenmemiştir. Sanık …‘in soruşturma aşamasında alınan ilk ifadesinin müdafisi huzurunda alındığı gibi sorgusunda da CMK’nın 101/3. maddesine uygun olarak müdafisinin hazır bulunduğu, kovuşturma aşamasında ise müdafi seçecek durumda olmaması ve bir müdafinin yardımından faydalanmak istemesi hâlinde, kendisine baro tarafından bir müdafinin görevlendirilebileceğine yönelik hakkı da hatırladığında, sanığın müdafi yardımından yararlanmak istemediğini beyan ederek savunmasını yaptığı ve hakkındaki tüm delillerden haberdar olduğu, dosyaya erişim ve dosyadan örnek alma imkânının bulunmadığına dair bir savunmasının da olmadığı, Özel Daire bozma ilamında yer alan ve AİHM’nin oluşturduğu bir kavram olan “adaletin selameti” ilkesinin, Ceza Muhakemesi Hukukunda adli yardım müessesesinin konusu olarak tanımlandığı ve kişinin maddi olanaklarının avukat tutmaya elverişli olmadığı hâllerde resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanma hakkını ifade ettiği, yine Özel Daire ilamında dayanılan AİHM’nin 27.11.2008 tarihli ve 36391/02 başvuru numaralı “Salduz-Türkiye” kararının 1412 sayılı CMUK dönemine ilişkin olup Sözleşme’nin 6. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, kural olarak her davanın kendine has koşulları ışığında bu hakkın kısıtlanması için zorunlu sebep olmadıkça, şüpheliye polis tarafından ilk kez sorgulanmasından itibaren avukata erişim hakkının sağlanmasına yönelik olduğu hususları ve ayrıca Kanun’da sınırlı şekilde sayılan zorunlu müdafiliğe ilişkin düzenlemeler ile sanığın talebi hâlinde baro tarafından ihtiyari müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğuna ilişkin düzenleme birlikte değerlendirildiğinde; tutuklanması amacıyla sevk edildiği sulh ceza hâkimliğinde CMK’nın 101/3. maddesi uyarınca kendisine zorunlu olarak müdafi atanan sanık hakkında kovuşturma evresinde, CMK’nın 147/1-c maddesindeki hakkından haberdar olan ve müdafi talebinde bulunmayan sanığın müdafiye erişim hakkı da kısıtlanmadığından zorunlu müdafi atanmamasında bir isabetsizlik bulunmadığı ve sanığın savunma hakkının kısıtlanmadığı kabul edilmelidir.


Yargıtay 6CD
Esas : 2021/5904 Karar : 2021/8518

  • TCK m.150/3

  • TCK 143. maddedeki arttırımla nitelikli hırsızlık zorunlu müdafiliğe tabidir.

8.06.2014 tarihli 6545 sayılı Yasa ile değişik 5237 sayılı TCK’nın 142/2-h ve 143. maddelerinde öngörülen suçun gerektirdiği cezanın alt sınırı dikkate alınarak, 5271 sayılı CMK’nın 150/3 ve 196/2. maddeleri uyarınca sanık …’e zorunlu müdafi atanması gerektiği gözetilmeden, yargılamaya devam edilerek aynı Kanunun 188/1 ve 289/1-e maddesine aykırı davranılması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması,


Yargıtay 13. Ceza Dairesi

Esas No:2015/1882
Karar No:2016/4955

5237 sayılı TCK’nın 142/3 ve 143. maddelerinde öngörülen suçun gerektirdiği cezanın alt sınırı dikkate alınarak, 5271 sayılı CMK’nın 150/3 ve 196/2. maddeleri uyarınca sanıklara zorunlu müdafii atanması gerektiği gözetilmeden, yargılamaya devam edilerek aynı Kanunun 188/1 ve 289/1-e. maddesine aykırı davranılması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması, Bozmayı gerektirmiş, sanıklar …. .. müdafii, … … ve o yer Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, diğer yönleri incelenmeyen hükümlerin açıklanan nedenle tebliğnameye uygun olarak BOZULMASINA, 22.03.2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


  • Özet: TCK m.314/2’de düzenlenen silahlı örgüt üyeliği suçundan yargılanan sanıkların avukat ile temsili zorunludur.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi 2019/7145 E. , 2020/6770 K. , Tarih: 23.12.2020

Hüküm : TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanunun 5/1, TCK’nın 62,53, 58/9, 63. maddeleri uyarınca mahkumiyet kararına ilişkin istinaf başvurusunun esastan reddi

Bölge Adliye Mahkemesince verilen hüküm temyiz edilmekle; Temyiz edenin sıfatı, başvurunun süresi, kararın niteliği ve temyiz sebebine göre dosya incelendi, gereği düşünüldü; Temyiz talebinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi;

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar, belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

1)Ceza muhakemesi hukukunda savunmanın ayrılmaz parçası olan “müdafilik” kavramı üzerinde durmak gerekecektir.

Müdafi; şüpheli veya sanığın ceza muhakemesinde savunmasını yapan avukatı ifade eder (CMK m. 2/1-c). Müdafilik ihtiyari veya zorunlu olabilir. 1412 sayılı sayılı CMUK, kişisel savunmada kural olarak isteğe bağlı/ihtiyari müdafilik sistemini benimsemiş, sınırlı hallerde ise kişilerin kendilerini yeterince savunamayacakları ve kamusal bir kurum olan savunmanın zaafa uğrayacağı kabulünden hareketle zorunlu müdafilik sitemini getirmiştir. 5271 sayılı CMK ise zorunlu müdafilik sistemini, istisna olmaktan çıkararak adeta kural haline getirecek şekilde genişletmiştir(C.G.K. 17.12.2009 t. 2008/1-172 E. 2009/26 K.).

Şüpheli veya sanık soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafinin yardımından yararlanabilir. Müdafiiyi kendisi ya da kanuni temsilcisi seçebilir. Müdafii seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir. Bu haller isteğe bağlı müdafiliktir. Kanunumuz bazı hallerde ise zorunlu müdafiliği benimsemiştir. Bu durum Ceza Genel Kurulunun gündemine birçok kez gelmiştir.

Ayrıntıları Dairemizce de benimsenen Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.12.2016 tarih ve 2016/17-939, 2016/465 sayılı kararında açıklandığı üzere; “1412 sayılı CMUK, kişisel savunmada kural olarak ihtiyari müdafilik sistemini benimsemiş ve sınırlı bazı hallerde zorunlu müdafilik sistemini getirmişken; 5271 sayılı CMK zorunlu müdafilik sistemini, önemli ölçüde genişletmiştir.

5271 sayılı CMK’ya göre; müdafii bulunmayan şüpheli veya sanığın, çocuk, kendini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz olması (CMK’nın 150/2. maddesi), soruşturma veya kovuşturma konusu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla hapis cezasını gerektirmesi (CMK’nın 150/3. maddesi), resmi bir kurumda kusur yeteneğinin araştırılması için gözlem altına alınmasına karar verilecek olması (CMK’nın 74/2 maddesi), tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilmesi (CMK’nın 101/3. maddesi), davranışları nedeniyle hazır bulunmasının duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşılan sanığın yokluğunda duruşma yapılması (CMK’nın 204/1. maddesinde) ve kaçak sanık hakkında duruşma yapılması (CMK’nın 247/4. maddesinde) hallerinde, şüpheli veya sanığın istemi bulunmasa, hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafi görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır”.

“5271 sayılı CMK’nun 150/3. maddesi uyarınca sanığa zorunlu müdafii atanması gerekip gerekmediği, bu kapsamda “beş yıllık ceza süresinin belirlenmesinde suçun temel şekli için kanunda öngörülen cezanın mı dikkate alınacağı yoksa, suçun nitelikli halleri ve ağırlaştırıcı nedenlerinin de beş yıllık cezanın belirlenmesinde dikkate alınıp alınamayacağı”, hususları yönünden irdelenmesi gerekmektedir.

Adil yargılanma hakkı, Anayasanın 36/1. maddesinde; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Adil yargılanma hakkı” başlıklı 6/1. maddesinde de; “Herkes davasının, … cezai alanda kendisine yöneltilen suçlamaların esası konusunda karar verecek olan, yasayla kurulmuş, bağımsız ve tarafsız bir mahkeme tarafından, adil ve kamuya açık olarak, … görülmesini isteme hakkına sahiptir..” denilerek teminat altına alınmıştır.

Adil yargılanma hakkının muhtevası, savunma ve müdafii yardımından faydalanma hakkı yönünden iç hukukumuzun da bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/3-c maddesinde belirlenmiştir. Buna göre, bir suç ile itham edilen herkes, kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafiin yardımından faydalanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddi olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek hakkına sahiptir. Anılan madde gereğince, bir suç isnadı altında bulunan kişi savunma hakkının kullanılmasında, kendisini bizzat savunma, seçtiği bir müdafi yardımından yararlanma ve bir müdafi tayin etme imkanından yoksun ise ve adaletin selameti için gerekli görülürse re’sen atanacak bir müdafi yardımından yararlanma olmak üzere üç ayrı hakka sahiptir. Bu nedenle, suç isnadı altında bulunan kişinin kendisini bizzat savunması talep edilemez. Savunma hakkının etkin bir şekilde kullanma imkânını sağlayan müdafi yardımından yararlanma hakkı aynı zamanda adil yargılanma hakkının diğer bir unsuru olan “silahların eşitliği” ilkesinin de gereğidir (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Pakelli/Federal Almanya Davası, B.No: 8398/78, 25.04.1983).

Gözaltı sırasında bir avukatın hazır bulunmaması ile ilgili olarak, AİHM, her sanığın, gerekiyorsa resmi olarak görevlendirilen bir avukat tarafından etkili bir şekilde savunulması hakkının adil yargılamanın temel özelliklerinden birisi olduğunu hatırlatmaktadır (Salduz, Poitrimol-Fransa, 23 Kasım 1993 ve Demebukov- Bulgaristan, başvuru no: 68020/01, 28 Şubat 2008).

Kural olarak, sanığa, polis tarafından ifadesinin alındığı veya tutuklu olarak yargılandığı andan itibaren avukat yardımından yararlanma imkanı sağlanmalıdır (Dayanan/Türkiye davası, başvuru no:7377/03).

Adil yargılanma hakkı kapsamında yer alan müdafi yardımından yararlanmadan vazgeçmenin geçerli ve etkin olabilmesi için her türlü şüpheden uzak bir açıklıkta olması, ayrıca sonuçlarının ağırlığı itibariyle asgari garantileri içermesi, önemli hiçbir kamu menfaatine ters düşmemesi ve vazgeçmenin sonuçlarının makul olarak öngörebileceğinin ortaya konulması gerekir (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Salduz/Türkiye Davası, B. No: 36391/02, 27.11.2008; Talat Tunç/Türkiye Davası, B. No: 32432/96, 27.03.2007). Ne var ki; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bazı durumlarda kişinin talebi olmasa da, resen ücretsiz olarak avukat tayin edilmesi gerektiğini belirtmektedir. Kişinin imkanının olmaması yanında, ayrıca suçlama nedeniyle alabileceği özgürlükten mahrum bırakılmayı gerektiren bir ceza ve davanın karmaşıklığı, avukat yardımının sağlanmasını gerektiren bir hukuki menfaati ortaya çıkarmaktadır (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Talat Tunç/Türkiye Davası, B. No: 32432/96, 27.03.2007).

Bu cümleden olarak, kanun koyucu bir suç isnadıyla karşı karşıya kalan şüpheli ya da sanığın, müdafii yardımından faydalanmak hakkından açıkça vazgeçmesi halinde dahi adaletin selameti bakımından re’sen bir müdafiin atanması gerektiğini, 5271 sayılı CMK’da tahdidi olarak düzenlemiştir.

Savunma, toplumun suçtan sorumlu olması nedeniyle muhakemenin vazgeçilmez unsuru olduğu için, en azından ağır suçlarda müdafii bulunmasının gerektirir. Nitekim Ceza Muhakemesi Kanunu önce sadece küçükler bakımından (CMK. 150/2) ve gözlem altına almada (CMK. 74/2) kabul edilmiş olan mecburi müdafiiliği yerinde bir şekilde genişletmiştir. CMK’nın 150/3 maddesine göre; müdafiisi bulunmayan şüpheli veya sanığa talebi olup olmadığına bakılmaksızın, alt sınırı 5 yıldan fazla hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı yapılan soruşturma veya kovuşturmada bir müdafi görevlendirilmek zorundadır. Şüpheli veya sanığın talebi olmasa, hatta kendisine hukuki yardımda bulunması için görevlendirilen avukatı geçerli bir nedene dayanmadan kabul etmese veya reddetse bile, iddia veya yargılamaya konu suçun cezasının alt sınırının beş yıldan fazla olması halinde zorunlu müdafilik uygulama alanı bulacak ve bu durumda şüpheli veya sanığın yanında avukat bulunmaksızın yapılan tasarruflar hukuka aykırı kabul edilecektir.

Acaba CMK’nın 150/3 maddesinde düzenlenen ve zorunlu müdafinin atanması için gerekli olan beş yıllık hapis cezasının tespitinde sadece suçun temel şekline mi bakılacak yoksa suçun nitelikli halleri ve ağırlaştırıcı nedenleri de beş yıllık cezanın belirlenmesinde dikkate alınacak mıdır?

Suç genel teorisinde suça etki eden nedenler, suçun temel şeklini düzenleyen suç tipindeki kanuni unsurların dışında kalan ve ona eklenen özel fiili nedenler veya şahsi nedenlerdir. Bu bağlamda suça etki eden nedenler, doktrinde çeşitli ayrımlara tabi tutulmaktadır: Ağırlatıcı-hafıfletici nedenler, genel-özel nedenler, kanuni-takdiri nedenler, fıili-şahsi nedenler gibi. Suça etki eden nedenlerden cezanın artırılmasını gerektiren nedenler ağırlatıcı nedenler iken; indirilmesini gerektirenler hafifletici nedenlerdir. Ceza adalet sistemimizde ‘bir suçun temel şekli ile daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli şekillerinin aynı suç sayılacağı’ ilkesini benimsemiştir (TCK md. 43/1, 3. cümle). Bu itibarla, aynı suç sayılan bir suçun nitelikli halinin ve benzer şekilde fiilin ağırlaştırıcı neden altında işlenen şeklinin CMK’nın 150/3 maddesinde belirlenen ve zorunlu müdafi atanması için gerekli olan beş yıllık sürenin belirlenmesinde esas alınması gerektiği kuşkusuzdur. Nitekim Dairemiz; 16.01.2018 tarihli ve 2017/3415 E. - 2018/495 K. sayılı kararında, özellikle bölge adliye mahkemelerinin hangi kararlarının temyize tabi olduğu veya kesin olduğunu gösteren 5271 sayılı CMK’nın 286. maddesinin 2/a-b bentleri kapsamında “temyiz edilebilirlik sınırını” belirlerken, suçun sadece temel şeklini esas alınmamış nitelikli hal ve ağırlaştırıcı nedenleri de gözönüne alınmıştır. Bu açıklamalar ışığında;

5271 sayılı CMK’nın zorunlu müdafilik sistemini, istisna olmaktan çıkararak adeta kural haline getirecek şekilde zorunlu müdafilik sisteminin uygulama alanını genişletmesi, özellikle Dairemizin 16.01.2018 tarih ve 2017/3415 E. – 2018/495 K. sayılı ilamında “temyiz edilebilirlik sınırı belirlenirken suçun temel şeklinde belirlenen cezanın değil nitelik hal ve ağırlaştırıcı nedenlerde gözönünde bulundurularak istenilen sonuç cezanın esas alınması” gerektiğine yönelik gerekçesi, gerçekten de pratik olarak bakıldığında, suç isnadı altında olan bir birey için önemli olan hususun; hakkında istenen hapis cezasının alt veya üst sınırının uzunluğu olması olup bu alt ve üst sınırın uzunluğunun ister cezanın temel şeklinden kaynaklansın isterse suçun nitelikli hali veya ağırlaştırıcı nedeninden kaynaklansın belirtilen sonucun değişmeyeceği, aksi durumun kabulü yani, CMK’nın 150/3 maddesinde düzenlenen “beş yıllık sınırının” belirlenmesinde ağırlaştırıcı neden veya nitelikli hal uygulanması sebebiyle üst sınırın beş yılın üstüne çıkması durumunda zorunlu müdafii atanmasının gerekmediğini kabul etmenin sanıkların “savunma haklarının kısıtlanması ve bunun sonucunda adil yargılanma” hakkından mahrum edeceği, bunun da adalete erişim hakkını sınırlayacağı apaçık ortadadır. Bu nedenlerle, silahlı terör örgütü üyesi olmak suçlarının 3713 sayılı TMK’nın 3. maddesinde düzenlenen mutlak terör suçlarından olması, aynı yasanın 5. maddesi kapsamında mutlak terör suçlarında her halükarda 3713 sayılı TMK’nın 5. maddesinin herhangi bir takdir hakkı olmaksızın uygulanmasının zorunlu olduğu, bu kapsamda “silahlı terör örgütü üyesi olmak suçlarında cezanın alt sınırın beş yıldan fazla olduğu” nazara alındığında, sanık hakkında, “silahlı terör örgütü üyesi olmak” suçundan yapılan yargılama sırasında, CMK’nın 150/3 maddesi gereğince isteğine bağlı olmaksızın hatta açıkça müdafi istemediğini beyan etse bile müdafii görevlendirme zorunluluğu bulunmaktadır. Bu zorunluluğa uyulmamasının temyizen inceleme konusu yapılıp yapılmayacağına gelince;

CMK 188/1. maddesinde; “Duruşmada, hükme katılacak hakimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt katibinin ve kanunun zorunlu müdafiiliği kabul ettiği hallerde müdafiinin hazır bulanması şarttır.” şeklinde duruşmada hazır bulunması gerekenler gösterilirken “zorunlu müdafiiyi” mahkeme heyetinden saymıştır. CMK 197/1 maddesinde; “ sanık hazır bulunmasada müdafi bütün oturumlarda hazır bulunmak yetkisine sahiptir” denmek suretiyle yasa koyucu genel kural olarak sanık müdafiinin tüm oturumlarda bulunmasını arzu etmiştir.

CMK 289. maddesinin 1-a-e bendlerinde, kanuna kesin aykırılık halleri içinde, “mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması ile Cumhuriyet savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken kişilerin yokluğunda duruşma yapılması” gösterilmiştir. Temyiz denetiminde bu madde kapsamındaki hukuka aykırılıklar temyiz kapsamında gösterilmiş olmasa da re’sen incelenecektir (CMK 289/1).

Tüm bu hususlar dikkate alınarak somut olay değerlendirildiğinde;

Silahlı terör örgütü üyeliği suçundan yargılaması yapılan sanığın, yargılama aşamasında kendisinin seçtiği bir müdafi bulunmadığı gibi CMK’nın 156. maddesi gereğince de re’sen bir müdafi görevlendirilmediği, sanığa isnat edilen “silahlı terör örgütü üyeliği” suçunun niteliği dikkate alındığında, CMK’nın 150. maddesinin 2 ve 3. fıkraları uyarınca hakkında müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğunun anlaşılması karşısında, Anayasanın 36, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddelerinde teminat altına alınan adil yargılanma ilkesine aykırı olacak ve savunma hakkının kısıtlanmasını doğuracak biçimde kovuşturmada müdafi hazır bulundurulmaksızın mahkumiyet hükmü kurulmak suretiyle CMK 150/3, 188/1, 197/1 ve 289/1-a-e maddelerine muhalefet edilmesi;

2) Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından onanarak kesinleşen Dairemizin İlk Derece Mahkemesi sıfatıyla verdiği 24.04.2017 tarih, 2015/3 Esas, 2017/3 Karar sayılı kararında ByLock iletişim sisteminin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu suç örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti halinde, kişinin örgütle bağlantısını gösteren delil olduğunun kabul edildiği dikkate alınarak, somut dosyada sanığın ByLock kullanıcısı olup olmadığının atılı suçun sübutu açısından belirleyici nitelikte olması karşısında; temyiz aşamasında dosya içerisine geldiği anlaşılan ve sanığın ByLock kullanıcısı olduğunu bildiren ayrıntılı ByLock tespit ve değerlendirme tutanaklarının duruşmada CMK 217/1. maddesi uyarınca sanık ve müdafiine okunarak diyecekleri sorulduktan sonra yargılamaya devamla bir hüküm kurulması gerekirken eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması,

Kanuna aykırı, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün sair yönleri incelenmeksizin öncelikle bu nedenle CMK’nın 302/2. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 28.02.2019 tarihinde yürürlüğe giren 20.02.2019 tarih ve 7165 sayılı Kanunun 8. maddesiyle değişik 5271 sayılı Kanunun 304. maddesi uyarınca dosyanın Diyarbakır 8. Ağır Ceza Mahkemesine, kararın bir örneğinin bilgi için Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi 3. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 23.12.2020 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


  • Özet: TCK m.314’te düzenlenen silahlı örgüt üyeliği suçu zorunlu müdafiliğe tabi değildir.

Ceza Genel Kurulu 2018/270 E. , 2020/498 K. - Tarih: 03.12.2020

Silahlı terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla hakkında kamu davası açılan sanık …‘in cezalandırılması talep edilen TCK’nın 314/2. maddesinde temel hapis cezasının beş yıl olarak belirlenmesi; 3713 sayılı Kanun’un 5. maddesinin ise temel hapis cezasının artırılmasına dair düzenleme içermesi; CMK’nın 150/3. maddesinde de alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada şüpheli veya sanığa müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğunun hükme bağlanması; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun şüpheli veya sanığa zorunlu müdafi görevlendirilmesinde temel cezanın gözetilmesi gerektiğine dair 06.12.2016 tarihli ve 939-465 sayılı kararında da açıklandığı üzere, dava zamanaşımının düzenlendiği TCK’nın 66/3. maddesinde suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin göz önüne alınması gerektiğini açıkça belirten kanun koyucunun, alt sınırı beş yıl veya daha az hapis cezasını gerektiren suçlarda zorunlu müdafiliği düzenlerken, cezada belirli bir oranda artırım öngören nitelikli hâllerin de madde kapsamında dikkate alınması gerektiğine dair bilinçli bir tercihte bulunmasına rağmen bu madde kapsamında herhangi bir düzenleme yapmamış olması ve ayrıca zorunlu müdafilik gerektiren hâller ile talep hâlinde baro tarafından ihtiyari müdafi görevlendirilmesinin zorunlu olduğuna ilişkin CMK’nın 150/1. maddesindeki düzenleme de dikkate alındığında; müdafi talebinde bulunmayıp savunmasını bizzat yapacağını beyan eden sanığa atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçu için öngörülen ceza miktarına göre CMK’nın 150/3. maddesi uyarınca müdafi atanmasının zorunlu olmadığı kabul edilmelidir.


Ceza Genel Kurulu - Karar: 2019/269

  • CMK 150
  • Zorunlu müdafi ücretinin yargılama giderlerine dahil edilerek sanıklardan tahsiline karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.

AİHS’in 6/3-c maddesinde yer alan ücretsiz müdafi hakkı mutlak bir hak olmayıp sanığın malî imkanının uygun olmaması ve adaletin selameti şartlarına tabi tutulmuştur.

“Sanığın malî imkanlardan yoksun olması” ifadesinden ne anlaşılması gerektiği sözleşme hükümleriyle belirlenmemiş olup değerlendirme, paranın satın alma gücü ve ülke ekonomisi gibi şartlar gözönüne alınarak yapılmalıdır. Sanığın malî durumunun müdafi ücretini karşılamak için uygun olduğu durumlarda ise söz konusu kişiye adli yardım verilmesine matuf olarak ayrıca adaletin selameti değerlendirmesi yapılmasına gerek yoktur. (Campbell ve Fell/ Birleşik Krallık, 28.06.1984 Başvuru no: 7819/77-7878/77) “Adaletin selameti” ifadesi bakımından AİHM içtihatlarında muhtemel cezanın ağırlığı (Quaranta/ İsviçre, 24.04.1992, Başvuru no:12744/87; Twalib/ Yunanistan, 09.06.1998, Başvuru no: 24294/94 ); özgürlükten mahrum bırakılma ihtimali (Benham/ Birleşik Krallık, 09.06.1998, Başvuru no:12744/87) gibi bazı belirlemeler yapılmaktadır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Temel hak ve hürriyetlerden olan ücretsiz müdafi hakkına ilişkin yasal mevzuat ile AİHS’nin farklı hükümler içermesi sebebiyle Anayasanın 90. maddesinin beşinci fıkrası uyarınca somut olayda AİHS’nin 6/3-c maddesi hükmünün uygulanması gerekmekte olup suç tarihi itibarıyla 18 yaşından küçük olan ve kendi beyanlarına göre sabit bir gelirleri bulunmayan sanıklar K.K. ve Ş.Y.’nin mali imkânlardan yoksun olması ve sanıklara CMK’nın 150. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca talepleri olmaksızın zorunlu olarak müdafi atanması karşısında, zorunlu müdafi ücretinin yargılama giderlerine dahil edilerek sanıklardan tahsiline karar verilmesinde isabet bulunmamaktadır.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/474 Karar : 2018/6704 Tarih : 23.05.2018

  • CMK 150. Madde

  • Müdafiin Görevlendirilmesi

Dosya incelenerek gereği düşünüldü;

Suça sürüklenen çocuk için 5271 sayılı CMK’nın 150/2. maddesi uyarınca zorunlu olarak görevlendirilen müdafii, katılanın dinlendiği 16/04/2014 tarihli duruşmada hazır bulundurulmadan duruşmaya devam edilmesi ve hükmün esasını oluşturan kısa kararın açıklandığı 18/06/2014 tarihli son oturumda hazır bulundurulmadan hüküm kurularak aynı Kanun’un 188/1. maddesine aykırı davranılması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması,

Bozmayı gerektirmiş, suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan diğer yönleri incelenmeyen hükümlerin bu sebepten dolayı kısmen istem gibi BOZULMASINA, 23/05/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2018/2709 Karar : 2018/6508 Tarih : 21.05.2018

  • CMK 150. Madde

  • Müdafiin Görevlendirilmesi

Dosya incelenerek gereği düşünüldü;

1- Suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz isteminin incelenmesinde;

Suça sürüklenen çocuk hakkında verilen mahkumiyet kararını CMK’nın 150/2. maddesine göre atanan Av. … temyiz etmiş ise de, suça sürüklenen çocuğun bozmadan sonra savunmasının alındığı 15/04/2013 tarihli duruşmada, kendisine müdafii atanmasını istemediğini belirtmesi, ayrıca savunmasının alındığı tarihte 18 yaşını doldurmuş olan suça sürüklenen çocuğun müdafiinin temyiz istemini kabul ettiğine dair bir beyanının da olmaması nedeniyle zorunlu müdafiiin görevinin sona erdiğinin kabul edilmesi gerektiği anlaşılmakla, görevi sona eren zorunlu müdafiin suça sürüklenen çocuk hakkında verilen hükmü temyize hak ve yetkisi bulunmadığından, suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz isteminin 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddesi uyarınca REDDİNE,

2- Suça sürüklenen çocuğun temyiz isteminin incelenmesinde;

Suç tarihi itibariyle 15-18 yaş grubunda bulunan suça sürüklenen çocuğun eylemine uyan 5237 sayılı TCK’nın 151/ ve 31/3. maddelerinde tanımlanan mala zarar verme suçu için öngörülen cezanın üst sınırına göre aynı Kanun’un 66/1-e, 66/2, 67/4. maddelerinde öngörülen 7 yıl 12 aylık zamanaşımının suçun işlendiği tarih olan 12/06/2009 tarihinden inceleme tarihine kadar geçmiş bulunması,

Bozmayı gerektirmiş, suça sürüklenen çocuğur temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle BOZULMASINA, bozma nedeni yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 5320 sayılı Yasa’nın 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan, 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, suça sürüklenen çocuk hakkında açılan kamu davasının 5271 sayılı CMK’nın 223/8. maddesi gereğince DÜŞÜRÜLMESİNE, 21/05/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


Ceza Genel Kurulu 2021/421 E. , 2022/21 K.

  • CMK 150
  • Talebi üzerine müdafi atanan sanığın müdafi huzurunda verilen hükmü müdafi temyiz etmemiştir. Temyiz süresi geçtikten sonra sanığın temyiz etmesi hukuki sonuç doğurmaz.

Yargılama aşamasında talebi üzerine CMK’nın 150/1. maddesine göre kendisine müdafi atanan sanığın yokluğunda ve müdafisinin huzurunda 07.04.2021 tarihinde verilen beraat hükmünün gerekçesine yönelik olarak sanığın 20.09.2021 tarihinde temyiz talebinde bulunduğu, sanık müdafisi tarafından temyiz nedenlerini bildirir bir dilekçe sunulmadığı, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince 24.09.2021 tarihinde temyiz talebinin süresinde yapılmadığından bahisle temyiz talebinin reddine karar verildiği, bu kararın sanığa 11.11.2021 tarihinde tebliğ edildiği, anılan kararın da 24.11.2021 tarihinde sanık tarafından temyiz edildiği anlaşılmakla; hakkında verilen hükmü öğrenen sanık tarafından temyiz talebinde bulunulmuş ise de sanığın talebi üzerine CMK’nın 150/1. maddesine göre sanığa müdafi atanması, sanık müdafisinin yargılama aşamasında görev alması, Tebligat Kanunu’nun 11. maddesi uyarınca vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılacağının düzenlenmesi ve 07.04.2021 tarihli gerekçeli kararın sanık müdafisine tefhim edilmesine rağmen sanık müdafisinin temyiz isteminde bulunmaması karşısında; sanığın 20.09.2021 tarihli dilekçeyle yapmış olduğu temyiz talebinin süresinde olmadığı kabul edilmelidir.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/508 Karar : 2018/6429 Tarih : 17.05.2018

  • CMK 150. Madde

  • Müdafiin Görevlendirilmesi

Dosya incelenerek gereği düşünüldü;

1-Suça sürüklenen çocuk … hakkında iş yeri dokunulmazlığının ihlali ve mala zarar verme suçlarından kurulan hükümlere yönelik temyiz isteminin incelenmesinde;

Hüküm tarihine kadar yapılan yargılama gideri toplamı, 5271 sayılı CMK’nun 324/4 maddesinde atıfta bulunulan 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 106. maddesindeki terkin edilmesi gereken tutar olan 20 TL’den az olduğu halde yargılama giderinin suça sürüklenen çocuktan tahsiline karar verilmiş ise de, hüküm kesinleşinceye kadar yapılacak yargılama giderlerinin de toplam yargılama gideri kapsamında olması nedeniyle hükmün kesinleştiği tarihte suça sürüklenen çocuktan tahsili gereken yargılama giderinin yukarıda açıklanan terkin miktarından az olması halinde Devlet Hazinesi üzerinde bırakılmasının infaz aşamasında değerlendirilmesi mümkün görülmüştür.

Yapılan duruşmaya, toplanan delillere, gerekçeye, hakimin kanaat ve takdirine göre temyiz itirazları yerinde olmadığından reddiyle hükümlerin ONANMASINA,

2-Suça sürüklenen çocuk … hakkında iş yeri dokunulmazlığının ihlali ve mala zarar verme suçlarından kurulan hükümlere yönelik temyiz isteminin incelenmesinde;

Hüküm tarihine kadar yapılan yargılama gideri toplamı, 5271 sayılı CMK’nun 324/4 maddesinde atıfta bulunulan 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun’un 106. maddesindeki terkin edilmesi gereken tutar olan 20 TL’den az olduğu halde yargılama giderinin suça sürüklenen çocuktan tahsiline karar verilmiş ise de, hüküm kesinleşinceye kadar yapılacak yargılama giderlerinin de toplam yargılama gideri kapsamında olması nedeniyle hükmün kesinleştiği tarihte suça sürüklenen çocuktan tahsili gereken yargılama giderinin yukarıda açıklanan terkin miktarından az olması halinde Devlet Hazinesi üzerinde bırakılmasının infaz aşamasında değerlendirilmesi mümkün görülmüş; dosya içeriğine göre diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak;

5271 sayılı CMK’nın 150/2. maddesi uyarınca atanan zorunlu müdafi ücretinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/3-c maddesindeki düzenlemeye aykırı olarak mali olanaklardan yoksun olduğu anlaşılan suça sürüklenen çocuk …‘e yükletilmesi,

Bozmayı gerektirmiş, suça sürüklenen çocuk … müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükümlerin BOZULMASINA, ancak bu aykırılığın 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesi gereğince düzeltilmesi mümkün bulunduğundan; hüküm fıkrasının yargılama giderleriyle ilgili bölümdeki ‘‘…ayrıca 310TL müdafi ücretinin SSÇ Emre’den tahsiliyle hazineye irat kaydına” ibaresinin çıkartılmasına karar verilmek suretiyle diğer yönleri usul ve yasaya uygun olan hükümlerin DÜZELTİLEREK ONANMASINA,

3-Suça sürüklenen çocuklar hakkında hırsızlık suçundan kurulan hükümlere yönelik temyiz isteminin incelenmesinde;

Dosya içeriğine göre diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak;

a-Suç tarihinde mağdura ait iş yerinde hırsızlık yapıldığı ihbarı üzerine olay yerine giden kolluk görevlilerinin suça sürüklenen çocuk …‘yi iş yeri içerisinde çalınan paraların bir kısmı ile yakalaması, görgü tanıklarının verdiği eşkal bilgilerinden hareketle çevrede yapılan araştırmada suça sürüklenen çocuk …‘nın yakalanması şeklinde gerçekleşen olayda, hırsızlık eylemi tamamlandığı halde suça sürüklenen çocuklar hakkında teşebbüs hükümlerinin uygulanması suretiyle eksik ceza belirlenmesi,

b-Suça sürüklenen çocukların müştekiye ait iş yerinden 45-55 TL para çaldıklarının anlaşılması karşısında, suça sürüklenen çocuklar hakkında 5237 sayılı TCK’nın 145. maddesinin uygulanması gerekip gerekmediği tartışılmadan yazılı şekilde karar verilmesi,

c-Kabul ve uygulamaya göre de;

Hırsızlık suçunun teşebbüs aşamasında kaldığı kabul edildiği ve bu durumda etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanamayacağının gözetilmememesi,

Bozmayı gerektirmiş, suça sürüklenen çocuklar müdafiilerinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükümlerin BOZULMASINA, suça sürüklenen çocuklar hakkında bozma sonrası kurulacak hükümlerde 1412 sayılı CMUK’nın 326/son maddesinin gözetilmesine, 17/05/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/16970 Karar : 2018/6315 Tarih : 16.05.2018

  • CMK 150. Madde

  • Müdafiin Görevlendirilmesi

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:

I- Suça sürüklenen çocuk … hakkında hırsızlık suçundan verilen beraat kararına ilişkin temyiz isteminin incelenmesinde;

Suça sürüklenen çocuğun istinabe mahkemesinde 20/12/2012 tarihli duruşmada alınan ifadesinde müdafi istemediğini belirttiği gibi, 18 yaşını doldurmuş olması nedeniyle zorunlu müdafii atanmasının da gerekli olmadığı ve yüzüne karşı tefhim edilen kararı suça sürüklenen çocuğun temyiz etmediğinin anlaşılması karşısında, esas mahkemenin talebi üzerine atanan müdafi Av. …, öğrenme üzerine kararı, suça sürüklenen çocuk … yönünden de temyiz etmiş ise de, anılan müdafinin suça sürüklenen çocuk … hakkında verilen beraat kararını temyize yetkisi bulunmadığı gibi hukuki menfaatin de bulunmadığı belirlenmekle; suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz isteminin, 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddesi uyarınca REDDİNE,

II- Suça sürüklenen çocuk … hakkında hırsızlık suçundan kurulan mahkumiyet hükmüne ilişkin temyiz isteminin incelenmesinde;

Suça sürüklenen çocuk için 5271 sayılı CMK’nın 150/2. maddesi uyarınca zorunlu olarak görevlendirilen müdafii, beyanları hükme esas alınan tanıklar … ve …‘in dinlendikleri 07/03/2012 tarihli ve 25/03/2014 tarihli duruşmalarda hazır bulundurulmadan duruşmalara devam edilmesi ve hükmün esasını oluşturan kısa kararın açıklandığı 22/04/2014 tarihli son oturumda hazır bulundurulmadan hüküm kurularak aynı Kanun’un 188/1. maddesine aykırı davranılması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması,

Bozmayı gerektirmiş, suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan diğer yönleri incelenmeyen hükmün bu sebepten dolayı isteme aykırı olarak BOZULMASINA, 16/05/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/14226 Karar : 2018/6378 Tarih : 16.05.2018

  • CMK 150. Madde

  • Müdafiin Görevlendirilmesi

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Dosya kapsamına göre diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.Ancak;

1- Müştekinin 01/10/2013 tarihli duruşmadaki beyanında, zararının suça sürüklenen çocuklar tarafından birlikte, tarihini tam olarak hatırlamamakla birlikte mahkeme yapılmadan giderildiğini beyan etmesi karşısında TCK’nın 168. maddesinin uygulanması gerektiği gözetilmeden eksik incelemeyle hüküm kurulması,

2- Suça sürüklenen çocuklar hakkında müştekiye yönelik konut dokunulmazlığının ihlali suçundan usulüne uygun şekilde açılmış bir kamu davası bulunmadığı, ek iddianame ile de dava açılmadığı halde, ek savunma hakkı tanınmak suretiyle konut dokunulmazlığının ihlali suçundan da ayrıca cezalandırılmasına karar verilmesi,

3- 5271 sayılı CMK’nın 150/2. maddesi uyarınca, suça sürüklenen çocukları savunmak üzere bir avukatın görevlendirilmesi nedeniyle, zorunlu müdafii için ödenen avukatlık ücretinin, dosyadaki bilgilerden mali olanaklardan yoksun olduğu anlaşılan suça sürüklenen çocuklara, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/3-c maddesindeki düzenlemeye açıkça aykırı şekilde yargılama gideri olarak yükletilmesine karar verilmesi,

Bozmayı gerektirmiş, suça sürüklenen çocuklar müdafileri ve o yer Cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükümlerin bu sebeplerden dolayı istem gibi BOZULMASINA, 16/05/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/17243 Karar : 2018/4339 Tarih : 11.04.2018

  • CMK 150. Madde

  • Müdafiin Görevlendirilmesi

Dosya incelenerek gereği düşünüldü;

Soruşturma aşamasında sanık için müdafii olarak görevlendirilen Av. …’in görevinin iddianamenin kabul kararı verilmesi ile birlikte sona ereceği gibi, bozma öncesi 04/05/2012 tarihli duruşmada sanığın müdafii istemediğini belirttiği, 5560 sayılı Kanun’un 21. maddesi ile değişik CMK’nın 150. maddesinin 2. ve 3. fıkraları gereğince de sanığa zorunlu müdafii atanmasını gerektirecek bir durum bulunmadığı, soruşturma aşamasında sanığa baro tarafından atanan Av. …’in sanık hakkındaki hükmü temyize yetkisi bulunmadığı gözetilerek; yokluğunda verilen kararın bizzat sanığa tebliğinin gerektiği, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun bilinen adrese tebligatı düzenleyen 10. maddesine göre öncelikle sanığın bozma öncesi alınan ifadesinde bildirdiği son bilinen adresi olan “…” adresine tebliğe çıkartılması, ancak bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilerek tebligatın bu adrese yapılması gerekirken; sanığa, adres kayıt sistemindeki adresinde, 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 21/2. maddesine göre tebliğ yapıldığının ve bu şekilde yapılan tebliğ işleminin geçersiz olduğunun anlaşılması karşısında; sanığın bilinen son adresine (cezaevinde ise cezaevi adresinde bizzat kendisine, cezaevinde olmaması halinde sorguda verdiği bilinen en son adresine, buradan iade dönerse mernis adresine olacak şekilde) gerekçeli hükmün tebliği ile, tebliğ belgesi ile birlikte verilmesi halinde temyiz dilekçesi de eklendikten ve ek tebliğname düzenlendikten sonra incelenmek üzere iadesinin mahallince sağlanması için dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE, 11/04/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/3937 Karar : 2018/1640 Tarih : 21.02.2018

  • CMK 150. Madde

  • Müdafiin Görevlendirilmesi

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hâkimler Kurulunun takdirine göre, suçların sanık tarafından işlendiğini kabulde ve nitelendirmede usul ve Yasaya aykırılık bulunmadığından, diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Ancak;

1- Sanığın hakkında her bir mağdura karşı farklı tarihli yağma eylemleri için denetime olanak verecek şekilde ayrı ayrı uygulama yapılması yerine toplu uygulama yapılmak suretiyle 5271 sayılı Yasanın 232. maddesine aykırı davranılması,

2- Sanığın her bir olayda özgülenmiş kastının 2-3 TL gibi cüzi miktarlarla sınırlı olması karşısında; olay bazında 5237 sayılı TCK`nın 150/2. maddesinin uygulanması gerekip gerekmediğinin karar yerinde tartışılması zorunluluğunun gözetilmemesi;

3- 5237 sayılı TCK`nın 61. maddesine aykırı olarak aynı Kanunun 168/3. Maddesinin, 31. maddesinden önce uygulanması ;

4- Mahkemece 5271 sayılı Yasa’nın 150. maddesi uyarınca, sanık savunmasını yapmak üzere zorunlu savunman görevlendirilmesi nedeniyle savunmana ödenen avukatlık ücretinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/3-c maddesindeki düzenlemeye açıkça aykırı biçimde, sanığa yargılama gideri olarak yükletilmesine karar verilmesi, Bozmayı gerektirmiş, sanık … savunmanının temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenlerle istem gibi CMK 326/son maddesi uyarınca sanığın ceza miktarı itibariyle kazanılmış hakkı saklı kalmak kaydıyla BOZULMASINA, 21.02.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ Esas : 2017/89 Karar : 2018/1258 Tarih : 20.02.2018

  • CMK 150. Madde

  • Müdafiin Görevlendirilmesi

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Yağma eylemlerini gece vakti, birden fazla kişi ile birlikte, mağdurların geçici yaşam alanı olan askeri birlik koğuşunda işleyen sanık hakkında; 5237 sayılı Yasanın 149. maddesinin 1. fıkrasının (c-h) bendlerinin yanı sıra (d) bendi ile de uygulama yapılması gerektiğinin gözetilmemesi, karşı temyiz olmadığından bozma nedeni yapılmamıştır. Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak; TC. Anayasa’sının 90. maddesinin son fıkrası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/3-c maddesi ışığında, 5271 sayılı CMK`nın 150, 234 ve 239. maddeleri ile 5320 sayılı Yasanın 13. maddesine dayanılarak hazırlanan, Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin 8. maddesi gereğince, sanık için baro tarafından görevlendirilen zorunlu savunmanın ücretlerinin sanıktan alınmasına hükmedilemeyeceği, bu ücretlerin Adalet Bakanlığı bütçesinde bu amaçla ayrılan ödenekten karşılanacağı gözetilmeden, yazılı şekilde zorunlu savunman ücretinin sanıktan alınmasına hükmedilmesi,

Bozmayı gerektirmiş, sanık … ve savunmanın temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle tebliğnameye uygun olarak BOZULMASINA, bozma nedeni yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, hüküm fıkrasının yargılama giderleri ile ilgili kısmından savunman ücretine ilişkin bölümün çıkartılması suretiyle, diğer yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 20.02.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/3793 Karar : 2018/1165 Tarih : 20.02.2018

  • CMK 150. Madde

  • Müdafiin Görevlendirilmesi

TCK`nın 86/2, 62, 53 58. maddeleri- 3 ay 10 gün hapis, hak yoksunlukları, mükerirlere özgü infaz rejimi, infazdan sonra denetimli serbestlik tedbiri

TCK`nın 125/1, 62, 53 58. maddeleri- 2 ay 15 gün hapis, hak yoksunlukları, mükerirlere özgü infaz rejimi, infazdan sonra denetimli serbestlik tedbiri

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Mağdur …‘a CMK`nın 150/2. maddesi uyarınca atanan zorunlu vekilin 27/02/2014 tarihli duruşmada mağdur adına katılma talebinde bulunduğu ve mahkemece aynı celsede katılma kararının verildiği belirlenerek yapılan incelemede;

Anayasa Mahkemesinin, TCK`nın 53. maddesindeki hak yoksunluklarına ilişkin 24/11/2015 günlü Resmi Gazetede yayımlanan 08/10/2015 tarihli, 2014/140 Esas ve 2015/85 Karar sayılı iptal kararının infaz aşamasında gözetilebileceği değerlendirilerek yapılan incelemede,

Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hakimler Kurulunun takdirine göre, katılan … vekili ile sanık … savunmanının temyiz itirazları yerinde görülmemiş olduğundan reddiyle, usul ve yasaya uygun bulunan beraat ve mahkumiyete ilişkin hükümlerin kısmen isteme uygun olarak ONANMASINA, 20/02/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/2508 Karar : 2018/1293 Tarih : 20.02.2018

  • CMK 150. Madde

  • Müdafiin Görevlendirilmesi

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Anayasa Mahkemesinin 24/11/2015 tarih ve 29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08/10/2015 tarihli, 2014/140 Esas ve 2015/85 Karar sayılı iptal kararının TCK’nın 53.maddesinin uygulanması yönünden infaz aşamasında gözetilmesi mümkün görülmekle, Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak; TC. Anayasa’sının 90. maddesinin son fıkrası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/3-c maddesi ışığında, 5271 sayılı CMK`nın 150, 234 ve 239.maddeleri ile 5320 sayılı Yasanın 13. maddesine dayanılarak hazırlanan, Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin 8. maddesi gereğince, sanık için baro tarafından görevlendirilen zorunlu savunmanın ücretlerinin sanıktan alınmasına hükmedilemeyeceği, bu ücretlerin Adalet Bakanlığı bütçesinde bu amaçla ayrılan ödenekten karşılanacağı gözetilmeden, yazılı şekilde zorunlu savunman ücretinin sanıktan alınmasına karar verilmesi,

Bozmayı gerektirmiş, sanık … savunmanının temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle isteme aykırı olarak BOZULMASINA, bozma nedeni yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi yollamasıyla 1412 sayılı CMUK`nın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, hükmün yargılama giderleri ile ilgili fıkrasından sanık için atanan zorunlu savunman ücretinin çıkartılması suretiyle, diğer yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 20/02/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/5514 Karar : 2018/1289 Tarih : 20.02.2018

  • CMK 150. Madde

  • Müdafiin Görevlendirilmesi

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü: Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak; 1-Mağdur … Kızılelma, 29/04/2014 günlü duruşmada alınan beyanında, kolyesinin değeri olarak 2.000.-TL’nin sanığın ailesi tarafından karşılandığını belirtmesi karşısında; sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nın 168. maddesinin karar yerinde tartışmasız bırakılması,

2-TC. Anayasa’sının 90.maddesinin son fıkrası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/3-c maddesi ışığında, 5271 sayılı CMK`nın 150, 234 ve 239. maddeleri ile 5320 sayılı Yasanın 13. maddesine dayanılarak hazırlanan, Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin 8. maddesi gereğince, sanıklar için baro tarafından görevlendirilen zorunlu savunmanın ücretlerinin sanıklardan alınmasına hükmedilemeyeceği, bu ücretlerin Adalet Bakanlığı bütçesinde bu amaçla ayrılan ödenekten karşılanacağı gözetilmeden, yazılı şekilde zorunlu savunman ücretinin sanıktan alınmasına hükmedilmesi,

3-24.11.2015 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesi’nin 08.10.2015 gün, 2014/140-2015/85 Esas ve Karar sayılı kararı ile TCK`nın 53. maddesinde yazılı, “seçme, seçilme ve diğer siyasi hakları kullanmaktan” ibaresinin iptal edilmiş olması nedeniyle karar yerinde yeniden değerlendirilmesi zorunluluğu,

Bozmayı gerektirmiş, … ve savunmanının temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenlerle tebliğnameye kısmen aykırı olarak BOZULMASINA, 20.02.2018 tarihinde oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ Esas: 2014/8835 Karar: 2018/266 Tarih: 24.01.2018

  • CMK 150. Madde

  • Müdafiin Görevlendirilmesi

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Zorunlu müdafiliğe ilişkin CMK’nın 150. maddesinin uygulanması ile ilgili olarak ayrıntıları Ceza Genel Kurulu’nun 18.3.2008 tarih 2008/9-7-56, 21.12.2010 tarih 2010/11-251-267 ve 20.3.2012 gün 2011/6-235-2012/110 Esas ve Karar sayılı kararlarında açıklandığı üzere, “Kendisine zorunlu savunman atandığından sanığın haberdar edilmediği durumlarda, zorunlu savunmana yapılan tefhim veya tebliğin kendisine bağlanan hukuki sonuçları doğurmayacağı; bu durumda zorunlu savunman, sanığın lehine bazı işlemler yapmış, örneğin temyiz dilekçesi vermiş olsa dahi, hükmün sanığa da tebliğ edilmesi ve onun tarafından temyiz dilekçesi verilmesi hâlinde, isteminin kabul edilmesi gerektiğinin,” belirtilmesi karşısında;

Bakırköy 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 14.05.2013 tarihli hükmünün, atanan savunman Avukat …‘ın yüzüne karşı verilip, adı geçen savunman tarafından süresi içinde temyiz edildiği, ancak atanan savunmandan sanıklar …, … ve …‘ın haberdar olmadığı anlaşıldığından,

1- Sanıklara anılan kararın başvurabilecekleri yasa yolu, türü, süresi ve mercii sürenin ne zaman başlayacağı ve nerelere ne biçimde müracaat edilebileceğine ilişkin açıklamalı tebliği ile bilgileri dışında atanan savunmanın temyizini kabul edip etmediği sorularak süresi içerisinde temyiz isteminde bulunabilecekleri, bulunmadıkları takdirde zorunlu savunmanın açtığı temyiz davasının inceleneceği konusunda meşruhatlı tebligat çıkarılmasına,

2- Sanıklar tarafından temyiz dilekçesi verilmesi durumunda, bu konuda ek tebliğname düzenlenerek incelenmek üzere Dairemize gönderilmesi için dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına İADESİNE, 24/01/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ Esas: 2015/5582 Karar: 2018/253 Tarih: 23.01.2018

  • CMK 150. Madde

  • Müdafiin Görevlendirilmesi

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Anayasa Mahkemesinin, TCK’nın 53. maddesindeki hak yoksunluklarına ilişkin 24/11/2015 günlü Resmi Gazetede yayımlanan 08/10/2015 tarihli, 2014/140 Esas ve 2015/85 Karar sayılı iptal kararının infaz aşamasında gözetilebileceği değerlendirilerek yapılan incelemede,

Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hâkimler Kurulunun takdirine göre; suçun sanık tarafından işlendiğini kabulde ve nitelendirmede usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından, diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Ancak;

T.C. Anayasa’nın 90. maddesinin son fıkrası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/3-c maddesi ışığında, 5271 sayılı CMK’nın 150,, 234, 239. maddeleri ile 5320 sayılı Yasanın 13. maddesine dayanılarak hazırlanan, Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin 8. maddesi gereğince, sanık için baro tarafından görevlendirilen zorunlu savunman ücretinin, yeterli ödeme gücü bulunmayan sanıktan alınmasına hükmedilemeyeceği, bu ücretin Adalet Bakanlığı bütçesinde bu amaçla ayrılan ödenekten karşılanacağı gözetilmeden, yazılı şekilde zorunlu savunman ücretinin sanıktan alınmasına hükmedilmesi,

Bozmayı gerektirmiş, sanık … savunmanının temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle isteme uygun olarak BOZULMASINA, bozma nedenleri yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 5320 sayılı Yasa’nın 8/1. maddesi yollamasıyla 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak hüküm fıkrasından yargılama giderlerinin tahsiline ilişkin bölümden “zorunlu müdafii giderinin” çıkarılması suretiyle, diğer yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 23/01/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ Esas: 2014/12204 Karar: 2018/288 Tarih: 23.01.2018

  • CMK 150. Madde

  • Müdafiin Görevlendirilmesi

I- Sanık … hakkında iftira suçundan kurulan hükmün incelenmesinde,

Sanık hakkında mahkemece verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarına karşı 5271 sayılı Yasanın 231. maddesinin 12. fıkras 12. fıkrası uyarınca itiraz yasa yoluna gidilebileceğinden ve aynı Kanunun 264. maddesine göre de kanun yolunun ve merciin belirlenmesinde yanılma başvuranın hakkını ortadan kaldırmayacağından, istemin itiraz niteliğinde olduğu kabul edilerek dosyanın incelenmeksizin mahalline İADESİNE,

II-Sanık … hakkında yağma suçundan kurulan hükmün incelenmesinde ise;

Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hakimler Kurulunun takdirine göre, suçun sanık tarafından işlendiğini kabulde ve nitelendirmede, usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından, diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Ancak;

1)Kayden 27/08/1992 doğumlu olup, suç tarihi olan 16/07/2007 günü itibariyle on beş yaşını doldurmadığı anlaşılan suça sürüklenen çocuğun cezasından, yaşı nedeniyle TCK’nın 31/2. maddesi yerine 31/3. maddesi ile indirim yapılması,

2)TC. Anayasa’sının 90. maddesinin son fıkrası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6/3-c maddesi ışığında, 5271 sayılı CMK’nın 150,, 234, 239.maddeleri ile 5320 sayılı Yasanın 13. maddesine dayanılarak hazırlanan, Ceza Muhakemesi Kanunu Gereğince Müdafi ve Vekillerin Görevlendirilmeleri ile Yapılacak Ödemelerin Usul ve Esaslarına İlişkin Yönetmeliğin 8. maddesi gereğince, sanık için baro tarafından görevlendirilen zorunlu savunmanın ücretlerinin sanıktan alınmasına hükmedilemeyeceği, bu ücretlerin Adalet Bakanlığı bütçesinde bu amaçla ayrılan ödenekten karşılanacağı gözetilmeden, yazılı şekilde zorunlu savunman ücretinin sanıktan alınmasına hükmedilmesi,

Bozmayı gerektirmiş, sanık … savunmanının temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenlerle tebliğnameye uygun olarak BOZULMASINA, 23/01/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ Esas: 2015/6065 Karar: 2018/105 Tarih: 18.01.2018

  • CMK 150. Madde

  • Müdafiin Görevlendirilmesi

Diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Ancak;

Mahkemece 5271 sayılı Yasa’nın 150/3. maddesi uyarınca, sanığın savunmasını yapmak üzere zorunlu savunman görevlendirilmesi nedeniyle, savunmana ödenen avukatlık ücretinin, sanığa yargılama gideri olarak yükletilmesine karar verilmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/3-c maddesindeki düzenlemeye açıkça aykırı olması,

Bozmayı gerektirmiş, sanık …‘nun temyiz itirazı bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenle BOZULMASINA, bozma nedeni yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 5320 sayılı Yasanın 8/1.maddesi yollamasıyla 1412 sayılı CMUK’nın 322.maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, hüküm fıkrasından ‘sanık hakkındaki 1076.-TL zorunlu müdafiilik giderlerine’ ilişkin bölümün çıkarılması suretiyle, diğer yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 18.01.2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ Esas: 2014/12244 Karar: 2018/272 Tarih: 18.01.2018

  • CMK 150. Madde

  • Müdafiin Görevlendirilmesi

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 27.11.2010 tarih 2011/274-300; 06/12/2008 gün 23/09/1974 tarih 16/04/1973 gün 213-345 Esas ve Karar sayılı kararlarında açıkça, temyiz süresinin geçirilmesinden sonra eski hale getirme başvurularını değerlendirme yetkisinin Yargıtayda olduğu belirtilmiştir. Buna göre, sanık … savunmanının eski hale getirme ve temyiz incelemesi hakkında, 5271 sayılı CMK’nın 42/1. maddesine göre Yargıtay ilgili Ceza Dairesi tarafından değerlendirme yapılacağından, Karşıyaka 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 16/06/2014 gün ve 2014/26 Esas, 2014/247 Karar sayılı “temyiz talebinin süre yönünden reddine” ilişkin ek kararına ve 05.06.2014 günü yüzüne karşı açıklanan karara yönelik sanık … savunmanı Av. …‘in 25.06.2014 tarihli dilekçesi ile eski hale getirme ve temyiz isteminde bulunup, 12.06.2014 günü geçirdiği rahatsızlık nedeniyle hükmü süresinde temyiz edemediğini belirterek, 12.06.2014 - 13.06.2014 tarihleri arasında raporlu olduğuna dair belgeyi dosyaya ibraz ettiğinin anlaşılması karşısında; 5271 sayılı CMK’nın 40/1,, 41/1-2,, 42/1. maddeleri uyarınca eski hale getirme istemi ve temyiz talebi yerinde görülerek sanıklar hakkında yapılan incelemede;

Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, toplanıp karar yerinde tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hakimler Kurulu’nun takdirine göre; suçun sanıklar tarafından işlendiğini kabulde ve nitelendirmede usul ve yasaya aykırılık bulunmadığından, diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Ancak,

Mahkemece 5271 sayılı Yasa’nın 150/3. maddesi uyarınca sanıklara savunmalarını yapmak üzere zorunlu savunman görevlendirilmesi nedeniyle, atanan savunmanlara ödenen avukatlık ücretinin sanıklara yargılama gideri olarak yükletilmesine karar verilmesinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6/3-c maddesindeki düzenlemeye açıkça aykırı olduğunun gözetilmemesi,

Bozmayı gerektirmiş, sanıklar … ve … savunmanları ile o yer cumhuriyet savcısının temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, hükmün açıklanan nedenlerle isteme aykırı olarak BOZULMASINA, bozma nedenleri yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden, 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi yollamasıyla 1412 sayılı CMUK’nın 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, hüküm fıkrasından sanıklar hakkındaki 764,00.-TL zorunlu müdafilik ücretine ilişkin bölümün çıkartılarak 148,00.-TL yargılama giderinin sanıklardan ayrı ayrı alınmasına karar verilmesi suretiyle, diğer yönleri usul ve yasaya uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA, 18/01/2018 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/665 Karar : 2018/6386 Tarih : 16.05.2018

  • CMK 150. Madde

  • Müdafiin Görevlendirilmesi

Dosya incelenerek gereği düşünüldü;

I) Av. …’ın suça sürüklenen çocuk … hakkında kurulan hükme yönelik temyiz isteminin incelenmesinde;

Bozma sonrası yapılan yargılamada, 16/06/2014 tarihinde alınan ifadesi esnasında 18 yaşını doldurduğu anlaşılan suça sürüklenen çocuğun, müdafii talep etmediğini beyan ettiği gibi CMK’nın 150/2-3. maddesi gereğince de suça sürüklenen çocuğa zorunlu müdafii atanmasını gerektirecek bir durum bulunmadığı, mahkemesince suça sürüklenen çocuğun yokluğunda Av. …’ın yüzüne karşı verilen kararın, müdafii tarafından temyiz edildiği, atanan zorunlu müdafiinin, müdafiilik görevinin sona ermiş olduğu ve suça sürüklenen çocuğun da usulüne uygun tebliğ edilen kararı temyiz etmediği anlaşıldığından, temyize hakkı bulunmayan zorunlu müdafii Av. …’ın temyiz isteminin aynı Kanun’un 317. maddesi gereğince REDDİNE,

II) Av. …’ın suça sürüklenen çocuk … hakkında kurulan hükme yönelik temyiz isteminin incelenmesinde;

Suça sürüklenen çocuk …’ın nüfus kaydına göre 03/10/1995 doğumlu, temyiz dışı suça sürüklenen çocuk …’ın nüfus kaydına göre 05/10/1993 doğumlu olup, 18 yaşını tamamlamış oldukları gözetilmeden, 22/04/2014, 16/06/2014, 17/06/2014, 23/09/2014, 25/11/2014 ve 06/02/2015 tarihli duruşmaların açık yerine kapalı yapılması, hükmün de 26/03/2015 tarihli kapalı duruşmada tefhim edilmesi suretiyle CMK’nın 182/1 ve 185/1. maddelerine aykırı davranılması,

Bozmayı gerektirmiş, suça sürüklenen çocuk … müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan diğer yönleri incelenmeyen hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 16/05/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/678 Karar : 2018/6395 Tarih : 16.05.2018

  • CMK 150. Madde

  • Müdafiin Görevlendirilmesi

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Bozma sonrası yapılan yargılamada, 18/09/2015 tarihinde alınan ifadesi esnasında 18 yaşını doldurduğu anlaşılan suça sürüklenen çocuk …’ın, müdafii talep etmediğini beyan ettiği gibi CMK’nın 150/2-3. maddesi gereğince de suça sürüklenen çocuğa zorunlu müdafii atanmasını gerektirecek bir durum bulunmadığı, mahkemesince suça sürüklenen çocuğun yokluğunda Av. …’ın yüzüne karşı verilen karar müdafii tarafından temyiz edilmiş ise de, anılan müdafinin suça sürüklenen çocuk hakkında verilen mahkumiyet hükmünü temyize yetkisi bulunmadığı gözetilerek, yokluğunda verilen mahkumiyet hükmünün bizzat suça sürüklenen çocuğa tebliğinin gerektiği, ancak hükmün suça sürüklenen çocuğa tebliğ edildiğine dair dosyada bir belgeye rastlanmadığından, gerekçeli kararın suça sürüklenen çocuk …’a usulüne uygun şekilde (suça sürüklenen çocuğun cezaevinde olması halinde cezaevinde tebliği, aksi halde ifadesinde bildirdiği son bilinen adresine kararın tebliği, bu adrese de tebliğ yapılamaması halinde güncel mernis adresine tebliğ yapılmak suretiyle) tebliğ edilerek, tebliğ belgesi ile birlikte verilmesi halinde temyiz dilekçesi de eklendikten sonra incelenmek üzere iadesinin mahallince sağlanması için dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE, 16/05/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/18743 Karar : 2018/6179 Tarih : 14.05.2018

  • CMK 150. Madde

  • Müdafiin Görevlendirilmesi

Dosya incelenerek gereği düşünüldü;

Suça sürüklenen çocuğa 5271 sayılı CMK’nın 150/2. maddesi uyarınca zorunlu müdafii atanması gerekli ise de, Dairemizin bozma ilamından sonraki yargılama aşamasında suça sürüklenen çocuğun savunmasının alındığı 08/04/2016 tarihi itibariyle 18 yaşını doldurduğu ve müdafii istemediğini beyan etmesi nedeniyle mahkemece bozma ilamı öncesinde baro tarafından görevlendirilen müdafiin yetkisinin ortadan kalktığı, suça sürüklenen çocuğun yokluğunda, müdafiinin yüzüne karşı verilen 26.05.2016 tarihli kararın, suça sürüklenen çocuk müdafii tarafından temyiz edildiğinin anlaşılması karşısında, gerekçeli kararın ve suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz dilekçesinin suça sürüklenen çocuğa tebliğ edildiğine dair tebligat belgesine dosya içerisinde ve UYAP kayıtlarında rastlanmadığından gerekçeli kararın ve suça sürüklenen çocuk müdafiinin temyiz dilekçesinin, müdafiinin temyizine onayı olup olmadığını bildirmesi hususu da açıklanarak suça sürüklenen çocuğa tebliğ edilerek tebligat belgesi ile vermesi halinde temyiz dilekçesi de eklenerek incelenmek üzere iadesinin mahallince sağlanması için dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE, 14/05/2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/328 Karar : 2018/6041 Tarih : 10.05.2018

  • CMK 150. Madde

  • Müdafiin Görevlendirilmesi

Dosya incelenerek gereği düşünüldü;

Dosya içeriğine göre diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir. Ancak;

1- 02.12.2016 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 34. maddesi ile değişik 5271 sayılı CMK’nın 253. maddesi ile uzlaştırma hükümleri yeniden düzenlenmiş olup, sanığın eylemine uyan 5237 sayılı TCK’nın 141/1. maddesinde düzenlenen hırsızlık suçunun uzlaşma kapsamına alındığı nazara alınarak, uzlaştırma işlemi yapılıp sonucuna göre sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,

2- Sanık tarafından temyiz dilekçesi ekinde ibraz edilen …. Devlet Hastanesinin 10/07/2012 tarihli özürlü sağlık kurulu raporunda, kronik psikoz teşhisi konulduğu ve fonksiyon kaybı oranının %70 olduğu belirtildiğinden, öncelikle sanığa CMK’nın 150/2. maddesi uyarınca müdafii atanıp, sanığın 05/12/2011 tarihinde işlediği iddia edilen hırsızlık suçunun hukuki anlam ve sonuçlarını kavrama yeteneğini azaltacak derecede akıl zayıflığının etkisi altında olup olmadığı ve 5237 sayılı TCK’nın 32. maddesi kapsamında cezai ehliyetini etkileyen akıl hastalığı bulunup bulunmadığı konusunda Adli Tıp Kurumundan ya da Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanelerinden rapor aldırılıp sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Bozmayı gerektirmiş, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA, 10.05.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS