0 212 652 15 44
Çalışma Saatlerimiz
Hafta İçi 09.00 - 18.00

Şüphelinin veya Sanığın Müdafi Seçimi

CMK Madde 149

(1) Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir.

(2) Soruşturma evresinde, ifade almada en çok üç avukat hazır bulunabilir.(Ek cümle: 3/10/2016-KHK-676/1 md.; Aynen kabul: 1/2/2018-7070/1 md.) Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından yürütülen kovuşturmalarda, duruşmada en çok üç avukat hazır bulunabilir.

(3) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.



CMK Madde 149 Gerekçesi

Çağdaş karşılaştırmalı ceza usul hukuku, suç nedeni ile takibatta bulunan ve takip edilen arasında çok daha büyük bir eşitlik tesis edecek surette şüpheli ve sanığın haklarını düzenlemiş bulunmaktadır. Bugün savcı, şüpheli ve sanık öğrenmek, katılmak ve eleştirmek haklarına sahiptirler. Ancak bu haklar ve özellikle öğrenmek hakkı, geçen yüzyılın sonunda elde edilmiştir ve bir zafer olarak nitelendirilmelidir. Avrupa hukukunda geçen yüzyılın sonunda kanun koyucular, ilgilinin bir avukatın yardımından yararlanabilmesini öngörmüşlerdir. Ancak avukatın dosyayı bilmek, ona ulaşmak hakkını, bazı kanunlar değişik tarzda düzenlemiş bulunuyorlar. Bu madde, şüpheli veya sanığın soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında bir veya birden fazla avukatın yardımından yararlanabileceğini kabul ediyor ve avukat sayısı bakımından bazı Batı kanunlarından farklı olarak buna kovuşturma evresinde bir sınırlama da getirmiyor. Ancak soruşturma evresinde bu sayı üçü geçemeyecektir.

Maddenin son fıkrası, avukatın şüpheli veya sanıkla olan ilişkisini ve haklarını belirtmektedir. Bu haklar:

  1. Soruşturma veya kovuşturmanın her aşamasında şüpheli veya sanıkla görüşebilmesi,

  2. İfade alma ve sorgu süresince adı geçenlerin yanında bulunabilmesi,

  3. İlgiliye hukukî yardımda bulunabilmesidir.

Bunlar elbette ki, şüpheli ve sanığın da haklarıdır. Bu hakları engelleyici veya kısıtlayıcı her eylem yasaktır ve savunma haklarının ihlâlini oluşturacaktır.

Madde, bu hükümleri itibarıyla, Batı kanunlarının sağladıklarına göre avukata daha geniş haklar sağlamış bulunmaktadır.


CMK 149 (Şüphelinin veya Sanığın Müdafi Seçimi) Emsal Yargıtay Kararları


Ceza Genel Kurulu 2016/1421 E. , 2020/461 K.

  • CMK 149
  • Vekalet olmadan da sanığın avukatı müdafi olarak kabul etmesi halinde, avukat müdafi vasfını kazanır.

CMK’nın “Şüphelinin veya sanığın müdafi seçimi” başlıklı 149. maddesi;

“Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir. Soruşturma evresinde, ifade almada en çok üç avukat hazır bulunabilir. Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz.” şeklinde düzenlenmiş olup şüpheli veya sanığa hukuki yardımda bulunan avukatın mahkemeye vekâletname ibraz etmesi gibi bir zorunluluk getirilmediği açıktır.

CMK’nın “Avukatın başvurma hakkı” başlıklı 261. maddesinde de; “Avukat, müdafiliğini veya vekilliğini üstlendiği kişilerin açık arzusuna aykırı olmamak koşuluyla kanun yollarına başvurabilir.” hükmüyle dosyada sanığın açık bir muhalefeti olmaması hâlinde avukata temyiz hakkı verilmiş ve yine CMK’nın 149. maddesiyle benzer şekilde avukatın vekâletnamesinin bulunması gerektiği gibi bir zorunluluk öngörülmemiştir.

Müdafilik sıfatının kazanılması ve bu görevin tanıdığı yetkilerin icra edilmesi için taraflar arasında bir vekâlet sözleşmesi gereklidir. Bu sözleşmenin mutlaka noter tarafından düzenlenmiş hatta yazılı bir vekâletname şeklinde olması gerekmemekte ve ceza yargılaması hukukunda avukatın vekil tayin edildiğinin mahkemeye usulüne göre bildirilmesi yeterlidir. Ancak uygulamada genellikle noterde düzenlenmiş vekâletname ile müdafi yetkilendirilmesinin yaygın olduğu bilinmektedir. Bu bağlamda, sanığın birlikte duruşmaya gelerek hâkim huzurunda müdafisi olarak kabul ettiğini bildirdiği avukatın müdafilik sıfatını kazanacağı, yardımcısı olduğu sanığın açık arzusuna muhalif olmamak şartıyla kanun yollarına da müracaat edebileceği hususunda tereddüt bulunmamaktadır.

Ceza Genel Kurulunun 09.12.1974 tarihli ve 282-447 sayılı, 20.04.1992 tarihli ve 86-105 sayılı, İçtihadı Birleştirme Kurulunun 20.10.1975 tarihli ve 7-7 sayılı kararlarında da bu husus yönünden aynı sonuca ulaşılmıştır.

Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Yerel Mahkemece sanık hakkında resmî belgede sahtecilik ve dolandırıcılık suçlarından kurulan mahkûmiyet hükümlerinin, Tebligat Kanunu’nun 21. maddesinin 2. fıkrası uyarınca yapılan 08.07.2011 tarihli tebligata göre kesinleştirilmesi üzerine 01.11.2012 tarihinde bu hükümlerin infazı için cezaevine alınan sanığın, 15.02.2013 tarihli dilekçesiyle hükümleri temyiz ettiği, temyiz istemi uyarınca dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince; Tebligat Kanunu’nun 11. maddesine göre vekille takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılması gerektiği belirtilerek sanığın kovuşturma evresinde ifadesi alındığı sırada savunmasını birlikte yapmak istediğini belirttiği Avukat …’a tebligat yapılmasının gerektiği yönünde verilen tevdi kararı üzerine Yerel Mahkemece Avukat …’a 19.08.2014 tarihinde kararın tebliğ edildiği, adı geçen Avukat tarafından da sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükümlerinin 26.08.2014 tarihinde temyiz edildiği anlaşılmıştır.

Dosyayı inceleyen Özel Dairece; sanığa 08.07.2011 tarihinde yapılan tebligatın usulüne uygun olmadığı, ancak 01.11.2012 tarihinde cezaevine alındığında hükümden haberdar olan sanığın temyiz isteminin yasal süresinden sonra olduğu, sanığın yakalanması üzerine talimatla yapılan sorgusuna iştirak eden ve daha sonra vekâletname ibraz etmediği gibi hiçbir yargılama işlemine de katılmayan Av. …‘ın ise sanığın müdafisi sıfatını haiz olmadığı gerekçeleriyle sanık ve müdafisinin temyiz istemlerinin reddine karar verilmiş ise de; Kovuşturma evresinde yakalama üzerine Edremit 3. Asliye Ceza Mahkemesinde “Haklarımı anladım. Açıklamada bulunacağım. Ancak vekilim Av. … ile birlikte yapacağım.” dedikten sonra savunmasını adı geçen Avukat ile birlikte yapan sanığın, avukatıyla arasında yazılı bir vekâletname bulunmasına veya taraflarca aralarındaki vekâlet sözleşmesini ispat niteliği taşıyan bir vekâletnamenin mahkemeye sunulmasına gerek olmadığı, ceza yargılaması hukukunda avukatın vekil tayin edildiğinin mahkemeye usulüne uygun şekilde bildirilmesinin yeterli olduğu hususları göz önünde bulundurulduğunda, sanığın, yakalama üzerine alınan ifadesine başlamadan önce Avukat …’ın vekili olduğunu ve savunmasını birlikte yapacağını belirtmek suretiyle usulüne uygun şekilde vekilini Mahkemeye bildirdiği, Mahkemece de bildirilen müdafi huzurunda sanığın savunmasının alındığı, böylece dosya içerisinde vekâletnamesi bulunmasa da Avukat …’ın müdafilik sıfatını kazandığı kabul edilmelidir.

Bu durumda 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 11. maddesi uyarınca vekille takip edilen işlerde tebligatın vekile yapılmasının zorunlu olması karşısında, dosya kapsamında gerekçeli kararın tebliğine ilişkin geçerli olan tebligatın Yargıtay 11. Ceza Dairesinin tevdi kararı sonrasında Yerel Mahkemece sanık müdafisine yapılan 19.08.2014 tarihli tebligat olduğu, daha önce yapılan tebligatların usulüne uygun kabul edilemeyeceği, sanık müdafisinin de kendisine yapılan tebligat sonucunda 26.08.2014 tarihinde verdiği temyiz dilekçesinin süresinde olduğu,

Öte yandan dosya kapsamında, dava konusu hükümlerin infazı için 01.11.2012 tarihinde cezaevine alınan sanığa cezaevinde gerekçeli kararın tebliğ edildiğine dair bir belgenin bulunmadığı, sadece davaya konu suçlardan kurulan mahkûmiyet hükümlerinin içtimalı cezası olan 5 yıl 14 ay hapis cezasını ihtiva eden 08.11.2012 tarihli müddetnamenin sanığa imzalatıldığı ve belirtilen tarihte bir nüshasının verildiği, sanığın, hakkında kurulan mahkûmiyet hükümlerine karşı başvuracağı kanun yolunu, mercisini ve süresini göstermeyen müddetname içeriğinden de, verilen cezanın hangi mahkemece, hangi suçlardan verildiğini ve ceza miktarlarını anlamasının mümkün olmadığı, anlaşılsa dahi bu şekilde kesinleşmiş hâlde yapılan bildirimin sanığı yanıltıcı nitelikte olduğu hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanığın 15.02.2013 tarihli temyizinin, dilekçeyi verdiği tarihte öğrenme üzerine süresinde yaptığı temyiz başvurusu olarak kabul edilmesi gerektiği,

Sonucuna varılmıştır.

Bu itibarla, Avukat …’ın sanık müdafisi sıfatını kazandığı, sanık ve müdafisinin temyiz dilekçelerinin süresinde olduğu ve sanık hakkında kurulan hükümlerin her iki temyiz istemi kapsamında esastan incelenmesi gerektiğinden, dosyanın, sanık hakkında kurulan hükümlerin esasının incelenmesi amacıyla Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 22.12.2016 tarihli ve 398 sayılı kararı ile Yargıtay 21. Ceza Dairesinin kapatılması nedeniyle aynı karar uyarınca bu Daireye ait işlerin devredildiği Yargıtay 11. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdi edilmesine karar verilmelidir.


YARGITAY 17. CEZA DAİRESİ Esas: 2015/14908 Karar: 2015/9843 Tarih: 24.11.2015

  • CMK 149. Madde

  • Şüphelinin veya Sanığın Müdafi Seçimi

Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle incelenerek, gereği görüşülüp düşünüldü:

Ayrıntıları Ceza Genel Kurulu’nun 18.03.2008 günlü 13.05.2008 günlü 2008/10-101-113 sayılı kararlarında açıklandığı üzere, 1412 sayılı CMUK’nın 138,, 141 ve 5271 sayılı CMK’nın 149,, 150. maddeleri uyarınca, şüpheli veya sanığın soruşturma ve kovuşturmanın her evresinde müdafii talep edebileceği gibi şüpheli veya sanık on sekiz yaşını doldurmamış yada sağır, dilsiz veya kendini savunamayacak durumda malul olursa istemi aranmaksızın müdafii atanacağı, baroca istem halinde veya yasa gereği zorunlu olarak atanan müdafiin görevinin hükmün kesinleşmesiyle son bulduğu, kendisine zorunlu müdafii atandığından sanığın haberdar edilmediği durumlarda, zorunlu müdafiine yapılan tefhim veya tebliğin kendisine bağlanan hukuki sonuçları doğurmayacağı, bu durumda zorunlu müdafiin sanığın lehine gibi görünen bazı işlemler yapmış olsa da; örneğin temyiz dilekçesi vermiş olsa dahi, hükmün sanığın kendisine de tebliğ edilmesi gerektiği, bu kapsamda suç tarihinde 21 yaşından büyük olan ve dosya kapsamına göre sağır ve dilsiz olduğu anlaşılan sanığın, yargılama aşamasında yakalama emri üzerine İzmir 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde talimat yoluyla dinlenmesinde, kendisine zorunlu müdafii olarak avukat Esma’nın atandığı, sanığın aynı zamanda tercüman huzurunda dinlendiği, ancak yargılamayı yapan asıl mahkemede sanığa zorunlu müdafii atanmadığı gibi yargılamanın da sanığın ve zorunlu müdafiinin yokluğunda görülerek sonuçlandırıldığı, 16.04.2008 günlü hükmün, talimat mahkemesinde sanığın sorgusuna katılan avukat Esma’ya tebliği üzerine, avukat Esma’nın, “kararın kendisine tebliğinin usulsüz olduğu, sanığa zorunlu müdafii tayin edilmesi gerektiği, her hangi bir hak kaybına neden olmamak üzere dilekçede yer alan açıklamalarının temyiz talebi olarak kabulünü istedikleri yolunda 23.06.2008 tarihli dilekçe sunduğu, avukat Esma’nın talebinin temyiz talebi olarak kabulü ile temyiz incelemesi için dosyanın Yargıtaya gönderildiği, 6. Ceza Dairesi’nin 11.11.2013 tarih 2013722076 sayılı iade kararı uyarınca hükmün sanığa 17.12.2013 tarihinde tebliğ edildiği, sanığın temyiz dilekçesi sunmadığı ancak sanık tarafından temyiz dilekçesi sunulmaması halinde müdafiinin temyiz talebine göre inceleme yapılacağının sanığa ihtar edildiğinin anlaşılması karşısında, hakkaniyete uygun bir yargılamanın gerçekleştirilebilmesi için yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, T.C. Anayasası’nın 36. maddesi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddelerinde ifadesini bulan savunma hakkının yeterince ve tam olarak kullanılması ile uyumlu olması gerektiği kabul edilmekle, talimat mahkemesindeki sorguya katılan müdafiinin, müdafiilik görevinin yargılamaya şamil olmadığı, bu halde avukat Esma’nın, sanık adına hükmü temyiz edemeyeceği, ancak açıkça hukuka aykırılık hallerinde, suç tarihinde sağır ve dilsiz olan sanık lehine yorumla avukat Esma’nın 23.06.2008 tarihli temyiz talebinin “sanığa asıl mahkemesinde zorunlu müdafii tayin edilmesi gerektiği” yolundaki talebine hasren yapılan temyiz incelemesinde;

Suç tarihinde sağır ve dilsiz olan sanığa 5271 sayılı CMK’nın 150/2. maddesi uyarınca zorunlu müdafii atanması gerektiği gözetilmeden müdafiinin yokluğunda yargılamaya devam edilip hükümlülüğe karar verilmek suretiyle savunma hakkının kısıtlanması, Bozmayı gerektirmiş, sanık Hakkı müdafii avukat Esma’nın temyiz nedenleri bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan, sair yönleri incelenmeyen hükmün açıklanan nedenle tebliğnameye aykırı olarak (BOZULMASINA), 24.11.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/1453 Karar : 2018/5008 Tarih : 24.04.2018

  • CMK 148. Madde

  • Şüphelinin veya Sanığın Müdafi Seçimi

Dosya incelenerek gereği düşünüldü:

Ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 18.03.2008 günlü 2008/9-7-56 ve 13.05.2008 günlü 2008/10-101-113 sayılı kararlarında açıklandığı üzere, 1412 sayılı CMUK’nın 138, 141 ve 5271 sayılı CMK’nın 149, 150. maddeleri uyarınca, şüpheli veya sanığın soruşturma ve kovuşturmanın her evresinde müdafi talep edebileceği gibi şüpheli veya sanık on sekiz yaşını doldurmamış ya da sağır, dilsiz veya kendini savunamayacak durumda malul olursa istemi aranmaksızın müdafii atanacağı, kendisine zorunlu müdafii atandığından sanığın haberdar edilmediği durumlarda, zorunlu müdafiine yapılan tefhim veya tebliğin kendisine bağlanan hukuki sonuçları doğurmayacağı, bu durumda zorunlu müdafi sanığın lehine gibi görünen bazı işlemler yapmış olsa da; örneğin temyiz dilekçesi vermiş olsa dahi, hükmün sanığın kendisine de tebliğ edilmesi ve sanık tarafından temyiz dilekçesinin verilmesi halinde, temyiz isteminin kabul edilmesi gerektiği, somut olayda bozma sonrası sanığa zorunlu müdafiinin atandığı, ancak sanığın kendisine müdafi atandığından haberinin olmadığı, talimat mahkemesinde alınan ifadesinde “müdafi talep etmediğini savunmasını kendisinin yapacağını” belirtiği, yokluğunda verilen 24/11/2015 tarihli hükmün sanığa tebliğ edilmediği, sanığın haberdar olmadığı zorunlu müdafiin hükmü temyiz ettiğinin anlaşılması karşısında; gerekçeli kararın sanığa usulüne uygun şekilde tebliğ edilerek, tebliğ belgesi ile birlikte verilmesi halinde temyiz dilekçesi de eklendikten ve ek tebliğname düzenlendikten sonra incelenmek üzere iadesinin mahallince sağlanması için dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına GÖNDERİLMESİNE, 24.04.2018 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 2. CEZA DAİRESİ Esas : 2016/17850 Karar : 2017/173 Tarih : 11.01.2017

  • CMK 149. Madde

  • Şüphelinin veya Sanığın Müdafi Seçimi

Hırsızlık suçundan sanık … hakkında Şanlıurfa 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 26.01.2016 tarih ve 2016/17 – 2016/114 sayılı mahkûmiyet kararının, sanık ve müdafii tarafından temyizi üzerine, 22. Ceza Dairesince yapılan temyiz incelemesi sonunda; 22.06.2016 gün, 2016/6388 Esas – 2016/10871 Karar sayılı ilam ile “5237 sayılı TCK’nın 142/2-h maddesinde düzenlenen suçun gerektirdiği cezanın alt sınırının beş yıl olduğu anlaşılan olayda; sanık …‘un duruşmada hazır bulundurulmayıp, bulunduğu….Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan sesli ve görüntülü bilişim sistemi vasıtası ile müdafii ile 5271 sayılı CMK’nın 149/3. maddesi gereğince bir araya gelip görüşme imkanı sağlanmaksızın aynı Kanun’un 196/4. maddesine aykırı olarak savunmasının alınıp, yargılaması yapılarak mahkûmiyetine karar verilmesi suretiyle savunma hakkının kısıtlanması hususunda BOZULMASINA” karar verilip, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, Yargıtay 22. Ceza Dairesinin 22.06.2016 gün, 2016/6388 Esas – 2016/10871 Karar sayılı bozma kararının KALDIRILMASI ile sanık hakkında hırsızlık suçundan Şanlıurfa 3. Asliye Ceza Mahkemesinin 26.01.2016 tarih ve 2016/17 – 2016/114 sayılı mahkûmiyet hükmünün ONANMASINA yönelik 15.07.2016 gün, 2016/155691 sayılı itirazı üzerine dosya dairemize gönderilmekle, 5271 sayılı CMK’nın 308. maddesinin, 6352 sayılı Yasa’nın 99. maddesi ile eklenen 3. fıkrası uyarınca yapılan incelemede;

GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ;

Sanığın bizzat huzurda yaptığı savunmadan mekan haricinde bir farkı bulunmayan SEGBİS sisteminin Adil Yargılanma ilkesine ve dolayısıyla Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesine ve Ceza Muhakemesinin yüzyüzelik ilkesine uygun olduğu düşüncesiyle, 22.Ceza Dairesinin bozma ilamının kaldırılarak, itirazda belirtilen gerekçeyle hükmün onanması yönündeki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,

22.Ceza Dairesinin 22.06.2016 gün, 2016/6388 Esas – 2016/10871 Karar sayılı ilamının KALDIRILMASINA karar verilerek yapılan incelemede;Dosya incelenerek gereği düşünüldü;

TCK’nın 53. maddesinin bazı bölümlerinin iptaline ilişkin Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarihinde yürürlüğe giren 08.10.2015 gün ve 2014/140 Esas, 2015/85 Karar sayılı kararı da nazara alınarak bu maddede öngörülen hak yoksunluklarının uygulanmasının infaz aşamasında gözetilmesi mümkün görülmüştür.

Yapılan duruşmaya, toplanan delillere, gerekçeye, hakimin kanaat ve takdirine göre temyiz itirazları yerinde olmadığından reddiyle hükmün istem gibi ONANMASINA, 11.01.2017 gününde oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 17. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/16525 Karar : 2016/869 Tarih : 26.01.2016

  • CMK 149. Madde

  • Şüphelinin veya Sanığın Müdafi Seçimi

Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle incelenerek, gereği görüşülüp düşünüldü:

Ayrıntıları Ceza Genel Kurulu’nun 18.03.2008 günlü 2008/9-7-56 ve 13.05.2008 günlü 2008/10-101-113 sayılı kararlarında açıklandığı üzere, 1412 sayılı CMUK’nun 138. 141. ve 5271 sayılı CMK’nın 149. ve 150. maddeleri uyarınca, şüpheli veya hükümlü soruşturma ve kovuşturmanın her evresinde müdafii talep edebileceği gibi şüpheli veya hükümlü on sekiz yaşını doldurmamış ya da sağır, dilsiz veya kendini savunamayacak durumda malul olursa istemi aranmaksızın müdafii atanacağı, baroca istem halinde veya Yasa gereği zorunlu olarak atanan müdafiin görevinin hükmün kesinleşmesiyle son bulduğu, kendisine zorunlu müdafii atandığından hükümlünün haberdar edilmediği durumlarda, zorunlu savunmana yapılan tefhim veya tebliğin kendisine bağlanan hukuki sonuçları doğurmayacağı, bu durumda zorunlu müdafii, hükümlünün lehine gibi görünen bazı işlemler yapmış olsa da; örneğin temyiz dilekçesi vermiş olsa dahi, hükmün, hükümlünün kendisine de tebliğ edilmesi ve hükümlü tarafından temyiz dilekçesinin verilmesi halinde, temyiz isteminin kabul edilmesi gerektiği, incelemeye konu dosyada ise; uyarlama yargılaması sırasında 2.12.2011 ve 6.4.2012 tarihli talimat mahkemesinde dinlenmesinde hükümlünün açıkça müdafii istemediğini beyan ettiği halde mahkemece hükümlüye müdafii atanmasına karar verildiği, 15.2.2013 günlü yüzüne karşı verilen hükmü hükümlü müdafiinin yasal süresi içinde temyiz ettiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hükümlüye karar tebliği için iade yazıları sonrası, “hükümlüye temyize hakkı olduğu, temyiz dilekçesi sunmaz veya müdafiinin temyizine muvafakat vermez ise müdafiinin temyiz talebinin geçersiz olacağı” şeklinde yasal uyarıları içerir tebligatın 21.1.2014 tarihinde Tebligat Yasası’nın 21. maddesi uyarınca hükümlüye tebliğ edildiği, hükümlü S.. A..’ın yasal sürede temyiz talebinde bulunmadığı gibi, hükümlü müdafiinin temyiz talebine onay verdiğine dair herhangi bir başvurusunun da bulunmaması nedeniyle, hükümlü S.. A.. müdafiinin talep olmadan hükmü temyiz etmeye hakkı bulunmadığından, temyiz talebinin CMUK`nun 317. maddesi uyarınca tebliğnameye uygun olarak REDDİNE, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ Esas : 2009/22692 Karar : 2013/6140 Tarih : 27.03.2013

  • CMK 149. Madde

  • Şüphelinin veya Sanığın Müdafi Seçimi

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 18.03.2008 günlü 2008/9-7-56 ve 13.05.2008 günlü 2008/10-101-113 sayılı kararlarında açıklandığı üzere, 1412 sayılı CMUK’nın 138, 141 ve 5271 sayılı CMK`nın 149, 150.maddeleri uyarınca, şüpheli veya sanığın soruşturma ve kovuşturmanın her evresinde savunman talep edebileceği gibi şüpheli veya sanık on sekiz yaşını doldurmamış yada sağır, dilsiz veya kendini savunamayacak durumda malul olursa istemi aranmaksızın savunman atanacağı, baroca istem halinde veya Yasa gereği zorunlu olarak atanan savunmanın görevinin hükmün kesinleşmesiyle son bulduğu, mahkemece hükümden sonra yürürlüğe giren 5237 sayılı Yasa hükümleri uyarınca yeniden değerlendirme yapılarak verilen uyarlama kararının görevi son bulunan savunmanlara tebliğ edildiği ve hükmün de savunman tarafından temyiz edildiğini, bunun üzerine hükümlüler vekillerinin yaptığı temyiz isteminin hükümlülere tebliği ile yapılan temyize onay verip vermedikleri sorulup, sunarlarsa temyiz dilekçelerinin eklenmesi için kararın tebliğ edilmesine karşın, hükümlülerin temyize onay verdiği veya temyiz isteminde bulunduklarına ilişkin dosya içerisinde bir belge bulunmadığının anlaşılması karşısında;

Hukuken geçerliliği bulunmayan hükümlüler İ.Çolak ve A. Gezer savunmanlarının yaptığı temyiz isteminin REDDİNE, dosyanın incelenmeksizin Mahkemesine gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına ( İADESİNE ), oy birliğiyle karar verildi.


YARGITAY 17. CEZA DAİRESİ Esas : 2015/12 Karar : 2015/802 Tarih : 15.04.2015

  • CMK 149. Madde

  • Şüphelinin veya Sanığın Müdafi Seçimi

Mahalli mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle incelenerek, gereği görüşülüp düşünüldü:

Ayrıntıları Ceza Genel Kurulunun 18.03.2008 günlü 2008/9-7-56 ve 13.05.2008 günlü 2008/10-101-113 sayılı kararlarında açıklandığı üzere, 1412 sayılı CMUK’un 138, 141. maddeleri ve 5271 sayılı CMK’nın 149, 150. maddeleri uyarınca, şüpheli veya sanığın soruşturma ve kovuşturmanın her evresinde müdafii talep edebileceği gibi, şüpheli veya sanık on sekiz yaşını doldurmamış yada sağır, dilsiz veya kendini savunamayacak durumda malul olursa istemi aranmaksızın müdafii atanacağı, baroca istem halinde veya Kanun gereği zorunlu olarak atanan müdafiinin görevinin hükmün kesinleşmesiyle son bulduğu, kendisine zorunlu müdafii atandığından sanığın haberdar edilmediği durumlarda, zorunlu müdafiiye yapılan tefhim veya tebliğin kendisine bağlanan hukuki sonuçları doğurmayacağı, bu durumda zorunlu müdafii, sanığın lehine gibi görünen bazı işlemler yapmış olsa da; örneğin temyiz dilekçesi vermiş olsa dahi, hükmün sanığın kendisine de tebliğ edilmesi ve sanık tarafından temyiz dilekçesinin verilmesi halinde, temyiz isteminin kabul edilmesi gerektiği, uyarlama kararının hükümlü …‘ya usulüne uygun olarak tebliğ edilmesine karşın, adı geçen hükümlü tarafından temyiz yasa yoluna başvurulmadığı anlaşıldığından, Av. …`nun hükümlü … hakkındaki hükme yönelik temyiz talebinin 5320 sayılı Kanunun 8/1. maddesi yollamasıyla 1412 sayılı CMUK’un 317. maddesi gereğince tebliğnameye aykırı olarak REDDİNE, oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas : 2008/3525 Karar : 2009/18511 Tarih : 11.11.2009

  • CMK 149. Madde

  • Şüphelinin veya Sanığın Müdafi Seçimi

Yerel mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle,başvurunun nitelik,ceza türü,süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Temyiz isteğinin reddi nedenleri bulunmadığından işin esasına geçildi.

Vicdani kanının oluştuğu duruşma sürecini yansıtan tutanaklar belgeler ve gerekçe içeriğine göre yapılan incelemede;

Soruşturma ve kovuşturma sırasında müdafii atanmasına ilişkin yöntemler 5271 sayılı CYY.nın 149 ila 156.maddeleri ile,2.3.2007 tarihli ve 26450 sayılı resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren CEZA MUHAKEMESİ KANUNU GEREĞİNCE MÜDAFİİ VE VEKİLLERİN GÖREVLENDİRİLMELERİ İLE YAPILACAK ÖDEMELERİN USUL VE ESASLARINA İLİŞKİN YÖNETMELİK hükümlerinde düzenlenmiştir.

5271 sayılı CYY.nın 150/1. maddesi uyarınca, müdafi seçebilecek durumda bulunmadığına beyan eden sanığın isteği üzerine kendisine yargılama sonuna ve hükmün kesinleşmesine kadar görev yapmak üzeri bir müdafi atanır.CYY.nın 156/2. maddesi uyarınca,müdafiin soruşturma veya kovuşturmanın yapıldığı yer barosundan atanması gereklidir.Diğer taraftan,sanığın kovuşturmanın yapıldığı yer sınırları dışında savunmasının alınması gibi hallerde,Yönetmeliğin 4/a maddesi gereği hukuki yardımın yapıldığı yer barosundan müdafii atanması gerekli ise de,bu müdafiin görevi yalnızca atanmasına konu hukuki işlemin yapılışıyla sınırlı bulunmaktadır.Nitekim yönetmeliğin 10/10. maddesi uyarınca istinabe işlemi sırasında görevlendirilen müdafii veya vekile , tarifede yazılı ücretin yarısı ödenir.

İncelenen dosyada,başka bir suçtan dolayı cezaevinde buluna sanığın savunmasının Kandıra Asliye Ceza Mahkemesince 10.10.2005 tarihinde yönergeyle alındığı sırada,isteği üzerine CYY.nın 150/1. maddesi uyarınca müdafii atanmasına ve yukarıda açıklandığı üzere bu müdafiin görevini istinabe işlemiyle sınırlı bulunmasın karşın,yargılamanın sürdürüldüğü Şişli Asliye Ceza Mahkemesinin müdafii atandığı yer yargı çerçevesi dışında bulunması karşısında, CYY.nın 156/2. maddesi uyarınca yargılamanın yapıldığı yerin bağlı bulunduğu baro tarafından ayrıca müdafii görevlendirilmesi gerektiği gözetilmeden, müdafii atanmadan yargılamaya devam edilerek savunma hakkının kısıtlanması, Yasaya aykırı ve sanık Abdulselam Tutal müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görüldüğünden tebliğnamedeki onama düşüncesinin reddiyle HÜKMÜN ( BOZULMASINA ), başkaca nedenler incelenmeksizin, yargılamanın bozma öncesi aşamadan başlayarak sürdürülüp sonuçlandırılmak üzere dosyanın esas/hüküm mahkemesine ( GÖNDERİLMESİNE ), oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 8. CEZA DAİRESİ Esas : 2007/10870 Karar : 2009/12866 Tarih : 15.10.2009

  • CMK 149. Madde

  • Şüphelinin veya Sanığın Müdafi Seçimi

Gereği görüşülüp düşünüldü:

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’nca 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 8/2. madde ve fıkrası uyarınca lehe kanun hükümlerinin uygulanması yönünde mahkemesince değerlendirme yapılması gerektiğinden bahisle iadesi üzerine, sanık tarafından CMK`nın 149. maddesine göre seçilen müdafiinin duruşmadan haberdar edilmeksizin savunma hakkının kısıtlanmasına yol açacak şekilde yokluğunda hüküm kurulması,

Bozmayı gerektirmiş sanık müdafiinin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün sair yönleri incelenmeksizin hükmün bu sebepten dolayı ( BOZULMASINA ), oybirliği ile karar verildi.


YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ Esas : 2009/2223 Karar : 2009/2903 Tarih : 16.02.2009

  • CMK 149. Madde

  • Şüphelinin veya Sanığın Müdafi Seçimi

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; Yargıtay C.Başsavcılığının 26/01/2009 tarihli kenar yazısı ile Dairemize gönderilmekle başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Sanıklar hakkında katılana yönelik kişi özgürlüğünden yoksun bırakma suçundan zamanaşımı içinde dava açılması olanaklı kabul edilmiştir.

I-Sanıkların yasadışı silahlı PKK/KONGRA-GEL bölücü terör örgülü üyesi olmak suçundan beraatlarına ilişkin hükmün incelenmesinde;

Dosya ve duruşma tutanakları içeriğine, kararın dayandığı gerekçeye ve takdire göre O Yer Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazları yerinde görülmemiş olduğundan reddiyle usul ve kanuna uygun ve takdire dayalı bulunan hükmün tebliğnameye aykırı olarak ONANMASINA,

II-Sanıklar hakkında nitelikli yağma suçundan kurulan hükmün incelenmesine gelince,

Dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve Hâkimler Kurulunun takdirine göre, diğer temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

Ancak:

1-5237 sayılı TCY.nın 149/1-(f) maddesinde yazılı cezanın alt sınırına göre 5271 sayılı CMK`nun 149/3,150/3,156 ve 188/1. maddeleri uyarınca zorunlu olarak atanan savunman hazır bulundurulmadan yada aynı Yasanın 151. maddesi uyarınca yeni bir savunman görevlendirilmeden sanık Mehmet Emin Gökguz hakkında hüküm kurulması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması,

2-Diğer sanık Mehmet Emin Gökguz ve İbrahim Ağaçtutan adındaki kişiyle birlikte eşya taşıtacakları bahanesiyle saat 20:00 sıralarında buluştukları katılan Mehmet Salih Şenses’i, Kartal İlçesinde kamyonetiyle dolaştırdıktan sonra getirdikleri boş arazide tabancayla tehdit ederek, adı geçen katılandan yasadışı silahlı PKK/KONGRA-GEL bölücü terör örgütüne verilmek üzere 2000 dolar para isteyen sanık Yusuf Göçmen’in, 6.10.2005 günü tekrar buluştuğu katılandan yaklaşık 390-430 YTL değerinde olduğu anlaşılan 2 tane bileziği alması ve aynı gün telefonla aradıkları katılana bilezikleri kabul etmediklerini söyleyip baştan beri istedikleri 2000 dolar paranın verilmesini istemesi eyleminin bir bütün olarak 5237 sayılı TCY`nin 149/1-(a),(c),(f),(h) maddesine uyan suçu oluşturduğu gözetilmeden, eylem bölünerek tamamlanmış yağma suçundan mahkumiyetine, kalkışma aşamasında kalan nitelikli yağma suçundan ise beraatına karar verilmesi,

3-5237 sayılı TCY’nın 150. maddesinin 2. fıkrasındaki “malın değerinin azlığı” kavramının, 765 sayılı TCY`nın 522. maddesindeki hafif ve pek hafif ölçütleriyle, her iki maddenin de cezadan indirim olanağı sağlanmak dışında benzerliği bulunmadığı, “değerin azlığı” nın 5237 sayılı Yasaya özgü ayrı ve yeni bir kavram olduğu, Yasakoyucunun amacı ve suçun işleniş biçimi, olayın özelliği ve sanığın özgülenen kastı da gözetilmek suretiyle, daha çoğunu alabilme olanağı varken, yalnızca gereksinimi kadar değer olarak da gerçekten az olan şeylerin alınması durumunda, yasal ve gerekçeleri de açıklanarak uygulanabileceği gözetilmeden, somut olayda koşulları oluşmadığı halde aynı Yasanın 150/2. maddesiyle cezadan indirim yapılması,

4-Sanık Yusuf Göçmen hakkındaki İstanbul 1 numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesinin 29.11.1996 gün ve 1995/324-1996/263 sayılı mahkumiyet ilamının tekerrüre esas olup olmadığının araştırılmaması,

5-Hapis cezasıyla hükümlülüğünün yasal sonucu olarak sanık Yusuf Göçmen`in kendi alt soyu üzerindeki velayet, vesayet ve kayyımlık yetkilerine ilişkin haklardan 5237 sayılı TCY.nın 53/3. maddesi uyarınca mahkum olduğu hapis cezasından koşullu salıverilmesine kadar yoksun bırakılmasına karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi,

Bozmayı gerektirmiş, sanık Yusuf Göçmen ve savunmanı ile sanık Mehmet Emin Gökguz ve O Yer Cumhuriyet Savcılarının temyiz itirazları bu bakımdan yerinde görülmüş olduğundan sanık Mehmet Emin Gökguz hakkında nitelikli yağma suçundan kurulan hüküm bakımından diğer yönleri incelenmeyen hükmün açıklanan nedenlerle istem gibi ( BOZULMASINA ), oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 4. CEZA DAİRESİ Esas : 2008/862 Karar : 2008/16994 Tarih : 17.09.2008

  • CMK 149. Madde

  • Şüphelinin veya Sanığın Müdafi Seçimi

Tehdit suçundan sanık …. hakkında yapılan yargılama sonunda, delil yetersizliği nedeniyle beraatine, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13/5. maddesine göre kendisini vekil ile temsil ettiren sanık yararına 450 YTL vekalet ücretinin hazineden alınarak sanığa verilmesine ilişkin Bayburt Asliye Ceza Mahkemesinin 3.5.2007 tarihli ve 26/74 sayılı kararının Adalet Bakanlığınca yasa yararına bozulmasının istenilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 25.12.2007 gün ve 273165 sayılı tebliğnamesiyle dava dosyası Daireye gönderilmekle incelendi:

Tebliğnamede “Dosya kapsamına göre, beraat eden sanık lehine Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13/5. maddesi gereğince hazine aleyhine vekalet ücretine hükmedilmiş ise de, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu ile 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda beraat eden sanık yararına vekalet ücretine karar verileceğine ilişkin bir düzenleme bulunmadığı gözetilmeden, yazılı şekilde hüküm kurulmasında, karar verilmesinde isabet görülmemiştir” denilmektedir.

Gereği görüşüldü:

İncelenen dosyada, sanığın kuru sıkı tabancasını çıkartarak yakınanın üzerine yürümek suretiyle tehdit ettiği iddiasıyla 5237 sayılı TCY’nın 106/2. madde uyarınca yapılan yargılama sonucunda, suçu işlediğine dair yeterli delil bulunmadığından beraatine ve adli emanette kayıtlı kuru sıkı tabancanın iadesine karar verilmiş ve kendisini vekille temsil ettirmiş olan sanık yararına 450 YTL vekalet ücretinin hazineden tahsiline karar verilmiştir.

5271 sayılı Ceza Muhakemesi Yasasının 149/1. maddesi uyarınca şüpheli veya sanık, soruşturma veya kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilir.

Diğer taraftan, avukatlık ücretinin yargılama giderlerine dahil olduğu ve hükümde yargılama giderlerinin gösterilmesi gerektiği hususları 5271 sayılı CYY’nın 324. maddesinin ilk üç fıkrasında şöyle düzenlenmiştir;

” ( 1 )Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama giderleridir.

( 2 )Hüküm ve kararda yargılama giderlerinin kimlere yükletileceği gösterilir.

( 3 )Giderlerin miktarı ile iki taraftan birinin diğerine ödemesi gereken paranın miktarını mahkeme başkanı veya hâkim belirler.”

CYY’nın “beraat ve ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilmesi halinde gider” başlığını taşıyan 327. maddesinde ise;

” ( 1 ) Hakkında beraat veya ceza verilmesine yer olmadığına karar verilen kişi, sadece kendi kusurundan ileri gelen giderleri ödemeye mahkum edilir.

( 2 ) Bu kişinin önceden ödemek zorunda kaldığı giderler, Devlet Hazinesince üstlenilir.” hükümleri yer almaktadır.

Resmi Gazetenin 13.12.2006 tarihli sayısında yayımlanarak yürürlüğe giren ve hüküm tarihinde yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13/5. maddesinde ise; “Beraat eden ve kendisini vekil ile temsil ettiren sanık yararına hazine aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedilir” denilmektedir.

5271 sayılı CYY ile Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin açıklanan hükümlerine göre beraat eden sanığın, hakkında açılan kamu davasında, kendisini savunmak için yardımından yararlandığı müdafie ödemek zorunda olduğu vekalet ücretinin, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinde yazılı miktar esas alınmak suretiyle Devlet Hazinesine yükletilmesi yasaya uygun görüldüğünden, 5271 sayılı CYY’nın 309. maddesi uyarınca tebliğnamede açıklanan YASA YARARINA BOZMA İSTEMİNİN ( REDDİNE ), oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY 6. CEZA DAİRESİ Esas: 2012/18266 Karar: 2014/13573 Tarih: 30.06.2014

  • CMK 149. Madde

  • Şüphelinin veya Sanığın Müdafi Seçimi

Yerel Mahkemece verilen hüküm temyiz edilmekle; başvurunun nitelik, ceza türü, süresi ve suç tarihine göre dosya görüşüldü:

Karar: 1412 sayılı CMUK.nun 138,, 141 ve 5271 sayılı CMK.nun 149,, 150. maddeleri uyarınca, şüpheli veya sanığın soruşturma ve kovuşturmanın her evresinde savunman talep edebileceği gibi şüpheli veya sanık on sekiz yaşını doldurmamış yada sağır, dilsiz veya kendini savunamayacak durumda malul olursa istemi aranmaksızın savunman atanacağı, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 06.03.2007 gün ve 2007/6-13- 2007/54 sayılı kararında ayrıntıları açıklandığı üzere, avukatlık sözleşmesinin kesin hüküm elde edilince sona ereceği, kesinleşme sürecinden sonraki işlemler için aynı avukatın işe devam etmesi isteniyorsa ayrı bir avukatlık sözleşmesi yapılması gerektiğinin hükme bağlandığı, baroca istem halinde veya Yasa gereği zorunlu olarak atanan savunmanın görevinin hükmün kesinleşmesiyle son bulduğu,

Sonuç: Hükümlü yararına olan Yasanın belirlenmesine ilişkin 15.12.2011 tarihli kararın hükümlü B. Y.’ın ilk yargılama aşamasındaki vekaletnameli vekili Av.Aydemir Hodul tarafından temyiz edildiği, yokluğunda verilen kararın hükümlüye tebliğine ilişkin belgeye de dosya içerisinde rastlanılmadığının anlaşılması karşısında; vekalet ilişkisinin dolayısıyla savunmanlık görevinin, hükmün kesinleşmesiyle son bulduğu, hükümlü B. Y.’ın adı geçen Avukat ile avukatlık sözleşmesinin devam edip etmediği, temyizine muvafakatı olup olmadığı sorulup, Kayseri 2.Ağır Ceza Mahkemesi’nin 15.12.2011 günlü 2011/359-350 sayılı uyarlamaya ilişkin kararının anılan hükümlüye tebliğ edilerek, sunarsa temyiz dilekçesi ve bu konuda ek tebliğname de düzenlendikten sonra incelenmek üzere iadesi için dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na İADESİNE, 30.06.2014 tarihinde oybirliği ile, karar verildi.


YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas : 2017/487 Karar : 2018/329 Tarih : 3.07.2018

  • CMK 149. Madde

  • Şüphelinin veya Sanığın Müdafi Seçimi

Hırsızlık suçundan sanık …‘ın TCK’nun 142/2-h ve 62. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis; sanık …‘ın TCK`nun 142/2-h, 31/3 ve 62. maddeleri uyarınca 2 yıl 9 ay 10 gün hapis cezasıyla cezalandırılmalarına, sanık … hakkında ayrıca aynı Kanunun 53 ve 63. maddeleri uyarınca hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin Karşıyaka 7. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 27.10.2015 gün ve 551-619 sayılı hükümlerin, sanık … müdafii ile sanık … tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 17. Ceza Dairesince 09.03.2016 gün ve 23-3158 sayı ile;

“Sanık …‘ın adli sicil kaydında bulunan, Bakırköy 9. Ağır Ceza Mahkemesi`nden verilme 2008/283 Esas, 2010/337 Karar sayılı 17.09.2015 tarihinde kesinleşmiş tekerrüre esas eski hükümlülüğü bulunduğu ve koşulları oluştuğu halde, hakkında 5237 sayılı TCK’nun 58. maddesinin uygulanmaması, aleyhe temyiz bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır” eleştirisiyle;

“Diğer temyiz nedenleri yerinde görülmemiştir.

Ancak;

1- Sanık …‘ın 27.10.2015 günlü kararın da verildiği oturumda, Suçlamayı ve haklarımı anladım, hazır olan avukat vekilimdir, savunmamı avukatım ile birlikte yapacağım` şeklindeki beyanına göre, sanığa müdafii tayin edilip savunma sırasında hazır bulundurulmadan hüküm kurulması suretiyle 5271 sayılı CMK’nun 149 ve 150/1. maddesine aykırı davranılması,

2- Sanık … ve suça sürüklenen çocuk …‘ın, müştekinin çalıştığı markete müşteri gibi girip kasasından ayrıldığı anda, yaş küçüklüğü itibarıyla ceza sorumluluğu bulunmayan akrabaları Yaprak Ay’a işaret etmeleri üzerine, çocuğun müştekinin kasasının altında bulunan bölümden cep telefonunu alması şeklinde gerçekleşen eylemde, sanıkların kusur yeteneği olmayan çocuğu suçun işlenmesinde araç olarak kullandıklarının anlaşılması karşısında; 5237 sayılı TCK`nun 37/2. madde ve fıkrası gereğince sanık ve suça sürüklenen çocuğun cezalarında artırım yapılması gerektiğinin düşünülmemesi,

3- Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2015/85 sayılı iptal kararı nazara alınarak, sanık … yönüyle TCK`nun 53. maddesi ile ilgili uygulamanın yeniden değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması,

4- Suça sürüklenen çocuk … hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun 35/1. maddesine göre sosyal inceleme raporu alınmadan veya aynı maddenin 3. fıkrasına göre bu yönde inceleme yaptırılmamasının gerekçesi de kararda gösterilmeden hüküm kurulması” isabetsizliklerinden, ceza miktarı itibarıyla kazanılmış haklarının saklı tutulması suretiyle bozulmasına karar verilmiştir.

(1), (3) ve (4) numaralı bozma nedenlerine uyan Karşıyaka 7. Asliye Ceza Mahkemesi 10.05.2016 gün ve 236-275 sayı ile; (2) numaralı bozma nedenine direnmiştir.

Bu hükümlerin de sanıkların müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 23.11.2016 gün ve 296677 sayılı “onama” istekli tebliğnamesiyle dosya, kararına direnilen daireye gönderilmiş, 6763 sayılı Kanunun 38. maddesiyle 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici 10. madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 17. Ceza Dairesince 22.03.2017 gün ve 19496-3358 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

CEZA GENEL KURULU KARARI

Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanıklar hakkında TCK’nun 37. maddesinin ikinci fıkrasının ikinci cümlesinin uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkin ise de; Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle, aleyhe olan bozma kararına karşı sanıklardan …`ın beyanı alınmadan her iki sanık hakkında direnme kararı verilip verilemeyeceğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.

İncelenen dosya kapsamından;

Yerel mahkemece, bozmadan sonra yapılan yargılamada, katılan ve sanıklardan … ile sanıkların müdafilerine bozma kararı ve duruşma günü davetiyesinin tebliğ edildiği, sanıklardan …‘ın ise, istinabe yoluyla bozmaya karşı diyeceklerinin sorulması için kendisine usulüne uygun olarak tebliğ edilen davetiyeye rağmen duruşmaya gelmediği gibi önceden kalmakta olduğu Kemerburgaz Çocuk Destek Merkezinden de ayrılması nedeniyle duruşmada hazır edilemediği, bunun üzerine mahkemece hazır bulunan diğer sanık … ile sanıklar müdafilerinin dinlenilmesi ile yetinilip, sanık …`ın aleyhe bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan önceki hükümlerde direnilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.

1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326/2. maddesine göre, hükmün aleyhe bozulması halinde davaya yeniden bakacak mahkemece, sanıktan bozmaya karşı diyeceğinin sorulması zorunlu olup müdafiin dinlenilmesi ile de yetinilemez. Aynı kurala 5271 sayılı CMK`nun 307/2. maddesinde de yer verilmiş olup anılan bu kanun hükümleri uyarınca sanığa, bozmada belirtilen ve aleyhinde sonuç doğurabilecek olan hususlarda beyanda bulunma, kendisini savunma ve bu konudaki delillerini sunma imkânı tanınmalıdır. Bu düzenleme, savunma hakkının sınırlanamayacağı ilkesine dayandığından, uyulmasında zorunluluk bulunan emredici kurallardandır.

Bu itibarla, yerel mahkemenin direnme kararına konu hükümlerinin, aleyhe olan bozmaya karşı sanık …`ın beyanı alınmadan yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden, direnmeye konu her iki sanık yönünden sair yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:

Açıklanan nedenlerle;

1- Karşıyaka 7. Asliye Ceza Mahkemesinin 10.05.2016 gün ve 236-275 sayılı direnme kararına konu hükümlerinin, aleyhe olan bozmaya karşı sanık …`ın beyanı alınmadan yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden, direnmeye konu her iki sanık yönünden sair yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,

2- Dosyanın, mahalline iadesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 03.07.2018 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.


YARGITAY CEZA GENEL KURULU Esas : 2011/10-5 Karar : 2011/25 Tarih : 29.03.2011

  • CMK 149. Madde

  • Şüphelinin veya Sanığın Müdafi Seçimi

Sanık G…… A….’nın, incelemeye konu olmayan sanıklarla birlikte, teşekkül halinde uyuşturucu ticareti suçundan, 765 sayılı TCY`nın 403/5-7, 31, 33, 36 ve 40. maddeleri uyarınca 6 yıl 8 ay hapis ve 10.000 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 23.02.2007 gün ve 27-31 sayılı hüküm, sanığa baro tarafından görevlendirilen müdafi tarafından temyiz edilmekle, dosyayı inceleyen

Yargıtay 10. Ceza Dairesince 10.02.2009 gün ve 15705-1720 sayı ile düzeltilerek onanmıştır.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 03.01.2011 gün ve 302189 sayı ile;

” Sanık G…… A…., 25 Kasım 2004 tarihinde verdiği vekâletname ile görevlendirdiği Av. H….. Y…..`ın istifa ettiğine veya azledildiğine dair dosyada bir belge bulunmaması karşısında, duruşmadan haberdar edilerek yargılamaya onun huzuru ile devam edilmesi gerekirken, barodan zorunlu müdafi istenilerek, baro tarafından atanan ve sanığa bildirilmeyen zorunlu müdafii huzuru ile davanın görülerek sonuçlandırılması savunma hakkının kısıtlanması anlamına gelmektedir.

…Sanığın tuttuğu ve dosyada görevinin sona erdiğinde ilişkin bir belge ya da bilgi bulunmayan Av. H….. Y…..`a duruşma günü tebliğ edilerek, onun huzuru ile yargılamanın sonuçlandırılması gerekirken, yok hükmünde sayılan zorunlu müdafi atama işlemi yapılarak zorunlu müdafi huzuru ile yargılamanın sonuçlandırılması suretiyle sanığın savunma hakkı kısıtlandığından hükmün bozulması gerektiği “ görüşüyle itiraz yasa yoluna başvurmuştur.

Yargıtay Birinci Başkanlığı`na gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kapsamına göre inceleme, sanık G…… A…. hakkında kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.

Sanığın teşekkül halinde uyuşturucu madde ticareti suçundan cezalandırılmasına karar verilen somut olayda, Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; dosyada sanığın vekâletname ile tayin ettiği birden fazla müdafi olmasına ve bu müdafiilerin istifa ettiklerine veya azledildiklerine ilişkin bilgi ve belge bulunmamasına karşın, bu müdafiilere duruşma günü bildirilmeksizin ve sanığa da haber verilmeksizin baroca görevlendirilen müdafi huzurunda verilen ve bu müdafiice temyiz edilen hükmün, sanığın vekaletnameli müdafiine de tebliğ edilmesinin gerekip gerekmediği noktasında toplanmaktadır.

Dosyanın incelenmesinde;

Sanık G…… A….`nın, itiraza konu edilmeyen sanıklarla birlikte teşekkül halinde uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan başlatılan soruşturma kapsamında 15.10.2004 günü tutuklandığı, gerek kolluk, gerek Cumhuriyet savcılığı, gerekse tutuklanması istemiyle sevk edildiği sulh ceza mahkemesinde, yasal haklarının hatırlatılmış olmasına karşın müdafi talebinde bulunmadığı,

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının 18.10.2004 tarihli iddianamesiyle sanık hakkında 765 sayılı TCY`nın 403/5-7, 31, 33, 36 ve 40. maddeleri uyarınca cezalandırılması istemiyle İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesine kamu davası açıldığı,

Sanığın 21.10.2004 günlü vekâletname ile müdafi olarak tayin ettiği Av. Kadir Akyalçın`ın, aynı tarihte dosyada bulunan soruşturma evrakının fotokopisini aldığı ve tahliye talebinde bulunduğu, ancak isteminin reddedildiği,

Yerel mahkemece 10.11.2004 tarihli duruşmaya hazırlık tutanağında, sanığın vekâletname ile görevlendirdiği müdafiine duruşma gün ve saatini bildirir davetiye gönderilmesine veya sanığa baro tarafından müdafi atanmasına ilişkin herhangi bir karar verilmediği,

Sanığın 11.11.2004 tarihinde bu kez, diğer sanıklardan M…… F…….ile birlikte Av. Sibel Eser’i vekâletname ile müdafi olarak görevlendirdiği, ancak anılan müdafiin 18.11.2004 tarihinde sanık M…… F…….müdafi olarak dosyadaki evrakın fotokopisini alma isteminde bulunduğu, sanığın son olarak 25.11.2004 tarihinde Av. H….. Y…..`ı vekâletname ile müdafi olarak belirlediği,

23.02.2005 tarihinde yapılan ve sanığın da hazır bulunduğu oturumda Av. S…..E….`in, sanık G…… A…. müdafiliğinden istifa ettiği ve sanığın da bu istifayı kabul ettiği,

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince 29.06.2005 gün ve 1138-292 sayı ile görevsizlik kararı verilerek dosyanın gönderildiği Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesince de, 21.07.2005 gün ve 236-136 sayı ile karşı görevsizlik kararı verildiği, oluşan görev uyuşmazlığının Yargıtay 5. Ceza Dairesince 17.10.2005 gün ve 16807-21576 sayılı karar ile İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi`nin görevsizlik kararı kaldırılmak suretiyle çözümlendiği,

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince 14.02.2006 tarihinde düzenlenen duruşmaya hazırlık tutanağında; “ sanığın dosya kapsamına göre müdafi bulunmadığı” ndan söz edilerek 5271 sayılı CYY`nın 150/3. maddesi uyarınca bir müdafi görevlendirilmesi için İstanbul Barosu Başkanlığına yazı yazılmasına karar verildiği ve yazı yazıldığı, buna karşın sanığın vekâletname ile görevlendirdiği müdafiilerine duruşma gün ve saatinin bildirilmediği gibi, sanık adına çıkarılan duruşma davetiyesinde, “ tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içerisinde müdafi bulunup bulunmadığını bildirmesi, aksi takdirde barodan bir müdafi görevlendirmesinin isteneceği” açıklamasına da yer verilmediği ve bu çağrı kâğıdının, sanığın adresinden ayrılması nedeniyle tebliğ edilemediği, bunun üzerine 7201 sayılı Tebligat Yasasının 35. maddesi uyarınca tebligat yapıldığı,

Baro tarafından 04.05.2006 tarihinde Av. M. F…. U….`ın sanık müdafi olarak görevlendirildiği ve bu aşamadan sonra oturumlara adı geçen müdafiin katıldığı,

23.02.2007 tarihli oturumda, Av. M. F…. U….’ın mazereti nedeniyle yetkilendirdiği Av. B…. B……`nın yüzüne karşı hükmün tefhim edildiği,

Av. M. F…. U….`ın bu hükmü 01.03.2007 tarihli süre tutum dilekçesi ile temyiz ettiği,

Özel Dairece de mahkeme hükmünün düzeltilerek onanmasına karar verildiği,

Dosyada sanığın vekâletname ile görevlendirdiği müdafiileri Av. K…. A…… ve Av. H….. Y…..`ın sanık tarafından azledildiklerine veya müdafiilikten çekildiklerine ilişkin bir bilginin bulunmadığı, Anlaşılmaktadır.

Oldukça geniş bir kavram olan savunma hakkı, şüpheliyi ve sanığı ilgilendirdiği kadar, bir gün şüpheli veya sanık konumuna düşebilecek olan toplumda yaşayan herhangi bir ferdi, dolayısıyla da toplumun bütününü ve yine adaleti sağlama yükümlülüğü bulunan Devleti ilgilendirmektedir. Ceza yargılamasında savunma, yargılamanın sonucunda verilen ve iddia ile savunmanın değerlendirilmesinden ibaret olan sonucu, başka bir tanımlama ile hükmün isabetli olmasına destek verir. Bu da, amacı mutlak gerçeğe ulaşmak olan ceza adaletinin gerçekleştirilmesine hizmet eder. Bu yönüyle, geniş bir bakış açısı ile değerlendirilmesi gereken savunma hakkı; susma, soru sorma, kendi aleyhine işlemlere katılmama, tercümandan yararlanma, kanıtların toplanmasını isteme, duruşmada hazır bulunma… gibi hakların yanında, bir müdafiinin hukuki yardımından yararlanma hakkını da içine alır.

Savunma, Anayasamızın 36. maddesiyle anayasal güvence altına alınan meşru bir yol, müdafi de savunmanın meşru bir aracıdır. Dolayısıyla söz konusu hüküm, müdafi aracılığı ile savunulmayı da anayasal güvence altına almaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “adil yargılanma hakkını” düzenleyen 6. maddesinin 3. fıkrasının b ve c bentlerinde de; “her sanığın en azından, …b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olmak; c) Kendi kendini savunmak veya kendi seçeceği bir avukatın yardımından yararlanmak ve eğer avukat tutmak için mali olanaklardan yoksunsa ve adaletin selameti gerektiriyorsa mahkemece görevlendirilecek bir avukatın para ödemeksizin yardımından yararlanabilme…” hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.

Buradan çıkarılması gereken sonuç; savunma hakkının, temel insan hakları arasında yer alan hak arama özgürlüğünün bir gereği olduğu ve avukat tutma hakkının da, savunma hakkından ayrı düşünülemeyeceği gerçeğidir.

Hükmün verildiği tarihte yürürlükte bulunan 5271 sayılı CYY`nın “İfade ve Sorgunun Tarzı” başlıklı 147. maddesinin 1. fıkrasının c bendinde; “1 ) Şüphelinin veya sanığın ifadesinin alınmasında veya sorguya çekilmesinde aşağıdaki hususlara uyulur: …c) Müdafi seçme hakkının bulunduğu ve onun hukukî yardımından yararlanabileceği, müdafiin ifade veya sorgusunda hazır bulunabileceği kendisine bildirilir, müdafi seçecek durumda olmadığı ve bir müdafi yardımından faydalanmak istediği takdirde, kendisine baro tarafından bir müdafi görevlendirilir”,

“Şüphelinin veya Sanığın Müdafi Seçimi” başlıklı 149. maddesinde; 1)Şüpheli veya sanık, soruşturma ve kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiin yardımından yararlanabilir; kanunî temsilcisi varsa, o da şüpheliye veya sanığa müdafi seçebilir. 2)Soruşturma evresinde, ifade almada en çok üç avukat hazır bulunabilir. 3)Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme, ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukukî yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz”,

“Müdafiin Görevlendirilmesi” başlıklı 150. maddesinde; “1)Şüpheli veya sanıktan kendisine bir müdafi seçmesi istenir. Şüpheli veya sanık, müdafi seçebilecek durumda olmadığını beyan ederse, istemi halinde bir müdafi görevlendirilir. 2)Müdafi bulunmayan şüpheli veya sanık; çocuk, kendisini savunamayacak derecede malul veya sağır ve dilsiz ise, istemi aranmaksızın bir müdafi görevlendirilir. 3)Alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada ikinci fıkra hükmü uygulanır. 4)Zorunlu müdafilikle ilgili diğer hususlar, Türkiye Barolar Birliğinin görüşü alınarak çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir”,

“Müdafiin Görevlendirilmesinde Usul” başlıklı 156. maddesinin 3. fıkrasında ise; 3)Şüpheli veya sanığın kendisinin sonradan müdafi seçmesi halinde, baro tarafından görevlendirilen avukatın görevi sona erer” şeklinde hükümler bulunmaktadır.

Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde; şüpheli veya sanığın müdafi seçme hakkı bulunduğu, müdafi bulunmayan şüpheli veya sanığa istemi halinde veya bazı koşullarda istemi aranmaksızın müdafi görevlendirileceği, kendisine zorunlu müdafi görevlendirilen şüpheli veya sanığın sonradan bir müdafi seçmesi halinde, baro tarafından görevlendirilen avukatın görevinin sona ereceği görülmektedir. Şüpheli veya sanıkların savunmaları için seçtikleri müdafilerinin bulunması durumunda kendilerine baro tarafından zorunlu müdafi görevlendirilemeyeceği, başka bir anlatımla şüpheliye veya sanığa baro tarafından zorunlu müdafi görevlendirilebilmesi için şüpheli veya sanığın kendi seçtiği müdafiinin bulunmaması gerekmektedir. Bunun sonucu olarak da, kendilerinin seçtiği müdafileri bulunan şüpheli veya sanıklara, bu müdafiin görevinin devam ettiği ve savunma görevlerini yerine getirdiği sürece zorunlu müdafi görevlendirilmesinin yasal bir dayanağı bulunmamaktadır.

Mevzuatımızda zorunlu müdafiilik sistemini öngören düzenlemenin amacı, kendisini savunmak için yeterli maddi olanağı bulunmayanların, bu hakkı kullanamamalarından kaynaklanabilecek olası hak kayıplarının önlenmesi, dolayısıyla da savunma hakkının etkin kullanılabilmesinin sağlanması suretiyle adil yargılamanın gerçekleştirilmesidir.

Diğer taraftan, sanıkların kendilerinin vekâletname vermek suretiyle seçtikleri müdafileri bulunmadığı durumlarda, sanıklara müdafi olarak baro tarafından bir avukat atanacağının bildirilmesi gereklidir. Kendisine müdafi atandığını bilmeyen ya da kendisine müdafi atanmakla birlikte, bu avukatın değiştirilmesini isteme hakkına sahip bulunmayan bir sanığın, atandığını dahi bilmediği müdafiin tüm tasarruflarından sorumlu tutulması gerektiğini veya bu müdafiin yaptığı tüm işlemleri peşinen kabul etmiş sayılacağını söylemek nasıl olanaklı değilse, böyle bir durumda savunma hakkının tam anlamıyla kullanılabileceğini düşünmek de olası değildir.

Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;

Sanığın vekâletname ile görevlendirdiği ve azledildiklerine veya müdafilikten istifa ettiklerine ilişkin dosyada bir bilgi ve belge bulunmayan müdafiileri bulunmakta iken, yerel mahkemenin istemi üzerine sanığa baro tarafından müdafi görevlendirilmesinin yasal dayanağı bulunmamaktadır. Bunun sonucu olarak, 7201 sayılı Tebligat Yasası`nın 11. maddesindeki; “vekil vasıtasıyla takip edilen işlerde tebligat vekile yapılır, vekil birden çok ise bunlardan birine tebligat yapılması yeterlidir” hükmü uyarınca sanığın yokluğunda verilen hükmün, sanığın vekâletname vermek suretiyle seçtiği müdafiine yapılması gerekmektedir.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire düzelterek onama kararının, sanık G…… A….`ya ilişkin olarak kaldırılmasına, yerel mahkemenin gerekçeli kararının sanığın vekâletname ile görevlendirdiği müdafiine tebliğ edilmesi için Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.

Öte yandan, yerel mahkeme hükmünün, Özel Daire tarafından onanmasına karar verildikten sonra kesinleşmesi üzerine sanığın hükmün infazı için yakalandığı ve halen cezaevinde olduğu anlaşıldığından bozma nedenine göre hükmün infazının durdurulmasına da karar verilmesi gerekmektedir.

Açıklanan nedenlerle;

1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının ( KABULÜNE ),

2- Yargıtay 10. Ceza Dairesi’nin 10.02.2009 gün ve 15705-1720 sayılı düzelterek onama kararının sanık G…… A….`ya ilişkin olarak ( KALDIRILMASINA ),

3- Sanığın, kesinleşme işlemi yapılan hükmün infazı için yakalandığı ve halen cezaevinde olduğu anlaşıldığından yerel mahkeme hükmünün ( İNFAZININ DURDURULMASINA ), sanığın başka bir suçtan hükümlü veya tutuklu bulunmadığı takdirde derhal salıverilmesinin temini için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazı yazılmasına,

4- Dosyanın, yerel mahkemenin gerekçeli kararının sanığın vekâletname ile görevlendirdiği müdafie tebliğ edilmesi için Yargıtay 10. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı`na ( TEVDİİNE ), yapılan müzakerede oybirliği ile karar verildi.


UYARI

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Baran Doğan’a aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Makale Yazarlığı İçin

Avukat veya akademisyenler hukuk makalelerini özgeçmişleri ile birlikte yayımlanmak üzere avukatbd@gmail.com adresine gönderebilirler. Makale yazımında konu sınırlaması yoktur. Makalelerin uygulamaya yönelik bir perspektifle hazırlanması rica olunur.

Paylaş
RSS